Skip to main content
  • 1965'te Giresun'un Keşap ilçesine bağlı Kaşaltı köyünde doğdu. 1983’te Giresun İmam-Hatip-Lisesi’nden, 1987’de Marm... moreedit
Die Natur der koranischen Offenbarung und die Art und Weise ihrer Herabsendung ist in der Tat ein herausforderndes Thema, weil die überlieferten Informationen in den Quellen divergierend sind. Es muss offen zugegeben werden, dass es in... more
Die Natur der koranischen Offenbarung und die Art und Weise ihrer Herabsendung ist in der Tat ein herausforderndes Thema, weil die überlieferten Informationen in den Quellen divergierend sind. Es muss offen zugegeben werden, dass es in der Geschichte der Textualisierung des Korans Lücken, Unklarheiten und schwer zu definierende Bereiche gibt. Bekannt ist, dass die Natur und Beschaffenheit der Offenbarung seit Jahrhunderten thematisiert werden. Ebenso ist bekannt, dass in vielen Koranversen Wörter, die von der Wurzel w-ḥ-y abgeleitet sind, im Sinne von »Inspi ration« verwendet werden. Aus terminologisch-stilistischer Sicht wird jedoch eine kategorische Unterscheidung zwischen »Offenbarung« und »Inspiration« getroffen, ohne aber eine überzeu gende Argumentation dafür zu entwickeln, auf welchen Kriterien diese Unterscheidung beruht. Diese Situation macht eine erneute Kritik am Wesen der koranischen Offenbarung und am Wesen der Herabsendung erforderlich. Im vorliegenden Beitrag werden die traditionellen Ansichten und Auffassungen bezüglich der Natur der koranischen Offenbarung kritisiert bzw. in Frage gestellt und dahingehend eine alternative Perspektive dargelegt.
"Turkisch-Islamische Theologie im Aufbruch: Mustafa Öztürk" başlığıyla çeviren ve notlandıran: Felix Körner
Hicrî III. (IX.) asrıda Ehl-i Hadis ekolünün sembol ismi Ahmed b. Hanbel tarafından savunulan, daha sonra İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin gayretleriyle sistematik yapıya kavuşan Selef düşüncesi klasik dönem Sünnî tefsir... more
Hicrî III. (IX.) asrıda Ehl-i Hadis ekolünün sembol ismi Ahmed b. Hanbel tarafından savunulan, daha sonra İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin gayretleriyle sistematik yapıya kavuşan Selef düşüncesi klasik dönem Sünnî tefsir geleneğinde belirleyici konuma sahiptir. İslam tefsir geleneğinde Selefilik, birbiriyle bağlantılı ve aynı zamanda biribirinden oldukça farklı üç kategoride ele alınması gereken bir konudur. İlk kategori, sistematik Selefîliğe alt yapı oluşturan Ehl-i hadis ekolüdür. Ashâb-ı Hadîs, Ehl-i Eser, Ehl-i Sünnet-i Hâssa gibi farklı isimlrle de anılan bu ekolün sembol ismi Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'dir. İkinci kategori, hicrî VII. asrın ikinci yarısında yetişen İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ile onun İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350) ve Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr (ö. 774/1373) gibi meşhur  talebelerince temsil edilen dinî düşünce çizgisidir. Selefîlik ve tefsir konusunda üçüncü kategori, modern dönemdeki ıslah-tecdit söylemiyle ön plana çıkan yeni Selefîliktir.

Salafi thinking, defended by significant Hadith scholar Ahmed b. Hanbel in IX. century and systematised by İbn Teymiyye and İbn Kayyim el-Cevziyye, has a important role in classical Sunni tafsir tradition. Salafism in Islamic tafsir tradition should be issued under three categories which are related but quite different from each other. First category is Ahl al-Hadith tradition which base systematic Salafism. This tradition, also named as Ashâb al-Hadith, Ahl al-Athar, Ahl al-Sunna al-Hâssa, is remembered with Ahmad b. Hanbal (d. 241/855). Second category is the religious tradition which is symbolised with İbn Taymiyya (d. 728/1328) and his famous students like İbn Kayyim el-Jawziyya (d. 751/1350) and Abu’l-Fidâ İbn Kathîr (d. 774/1373). Third category is new Salafism which is emerged in modern time and has a discourse of islah-tajdid.

إن الفكر السلفي الذي دافع عنه رمز مدرسة أهل الحديث في القرن الثالث أحمد بن حنبل، التي وصلت من بعده إلى هيكل منهجي بجهود ابن تيمية وابن قيم الجوزية ذي مكانة حاسمة في تراث التفسير السني. والسلفية - في عُرف التفسير الإسلامي - موضوع ينبغي تناوله على ثلاثة أصناف مرتبطة ببعضها، وبنفس الوقت مختلفة عن بعضها تماما
أولها: مدرسة أهل الحديث التي كوّنت البنية التحتية للسلفية المنهجية. ورمز هذه المدرسة التي تُذكر بأسماء مختل: أصحاب الحديث - أهل الحديث - أهل السنة الخاصة هو أحمد بن حنبل رحمه الله (ت: 241 ه/ 855 م)
وثاني تلك المدارس: هو تيار الفكر الديني المتمثل بابن تيمية (ت: 728 ه/ 1328 م) الذي عاش في النصف الثاني للقرن السابع، وتلاميذه المشهورين كابن قيّمِ الجوزيّة (ت: 751 ه/ 1350 م)، وأبي الفداء ابن كثير (ت: 774 ه/ 1373 م)
وأما الصنف الثالث في الفكر السلفي والتفسير فهو السلفية الحديثة التي تصدَّرت بخطاب التجديد والإصلاح في العصر الحديث
Francis E. Peters "İbrahim'in Çocukları" adlı eserinde Kur'an'la ilgili olarak şöyle der: "Tanrı'nın Muhammed'e mesajı, kutsal şairin yoğun ve etkili imgeleriyle aktarılmıştır. Açık olmaktan çok, ima içerir. Uyarı, emir, ihtar ve talimat,... more
Francis E. Peters "İbrahim'in Çocukları" adlı eserinde Kur'an'la ilgili olarak şöyle der: "Tanrı'nın Muhammed'e mesajı, kutsal şairin yoğun ve etkili imgeleriyle aktarılmıştır. Açık olmaktan çok, ima içerir. Uyarı, emir, ihtar ve talimat, bozkır kadar çorak bir fon üzerinde bize iletilir. Eski Ahit'te, Sina ve Kenan kentlerini hissederiz. Filistin evleri, dağları, nehir ve gölleri, kasaba ve şehirleri ve buralarda yaşayan insanlarıyla Yeni Ahit'teki anlatılarda hep vardır. Kur'an'da ise Mekke'yi, Kureyş'in dini inkâr edişini ve parlak ticari hayatını, Muhammed'in ailesini ve dostlarını ararız ama bulamayız. Sayfalarında sadece bir ses vardır, sadece Allah'ın sesi işitildiğinde yüreklere işlemişti, yazılı hâliyle de hâlâ aynı duyguyu veriyor. Ama tarihçiyi, o dönemin ortamı hakkında bir şeyler duymak için boşuna kulak kabartır halde bırakıyor." 1 Peters'in bu pasajdaki tespitleri, kasıtlı veya kasıtsız olarak Kur'an'ı yazılı bir metin olarak algılayıp bilindik kitap formatına göre şartlanmış bir algıyla okumanın kaçınılmaz sonucudur. Aslında Kur'an, fıkıh ve kelam gibi ilmî disiplinlerde de yazılı metin olarak algılanmış ve bu minvalde yorumlanmıştır. Kur'an'ın bu şekilde algılanıp yorumlanması bilinçli ve maksatlıdır. Çünkü fıkıh ve kelam gibi normatif karakterli ilimler gerek fikir ve düşüncede gerek pratik hayat düzleminde ortaya çıkan sorunlar ve ihtiyaçlara göre İslam geleneğini her çağla çağdaş kılmakla sorumludur. Bu yüzden de yorumsal düzeyde Kur'an'ın kendi nüzul ortamıyla irtibatını kesmek veya göz ardı etmek zorundadır. Aksi halde farklı çağlar ve zamanlarda ortaya çıkan sorunlar ve ihtiyaçların....
The major aim here is to analyze knowledge literacy in general and religious knowledge literacy in particular. Knowledge literacy can be defined as the ability to find, select, evaluate, and at the same time, effectively use the desired... more
The major aim here is to analyze knowledge literacy in general and religious knowledge literacy in particular. Knowledge literacy can be defined as the ability to find, select, evaluate, and at the same time, effectively use the desired information. Religious literacy in Turkey can be addressed in two categories. The first category is of scientific and intellectual nature, and the second is of popular nature. These two categories recall the distinction between "gentry and commons" (elites and ordinary people) in classical Islamic sources. The scientific and intellectual dimensions of religious literacy manifest itself in the work of scholars in the faculties of theology. However, most of the academic studies of theology community can be considered as insufficient and incompetent in terms of certain qualities such as selecting and criticizing the information and using it effectively to draw conclusions, because of the fact that these studies are shaped within the frame of existing templates and knowledge that passed through a sectarian interpretation filtering.
Tabiat (doğa), bizatihi kendi varlığı itibariyle İslam geleneğinde çok önemli bir yere sahip değildir. Çünkü İslâmî teolojide en temel konu Allah ve O'nun tek gerçek ilah/tanrı olduğu inancına karşılık gelen tevhid ilkesidir. Diğer bütün... more
Tabiat (doğa), bizatihi kendi varlığı itibariyle İslam geleneğinde çok önemli bir yere sahip değildir. Çünkü İslâmî teolojide en temel konu Allah ve O'nun tek gerçek ilah/tanrı olduğu inancına karşılık gelen tevhid ilkesidir. Diğer bütün konular bu temel inanç ilkesiyle ilişkisi nispetinde önemlidir. Nitekim Kelam, Fıkıh, Tefsir, Hadis gibi İslâmî ilimlerle ilgili klasik literatür ile modern dönem İslam dünyasında doğa, çevre, şehir gibi konular üzerine yazılan metinler arasındaki oran farkına bakıldığında, İslam ilim ve kültür geleneğindeki merkezî ilgilerin hangi konular üzerinde yoğunlaştığı kendiliğinden fark edilir. Son dönemde küresel ısınma ve iklim değişikliği, su sorunu, orman tahribatı gibi ekosistemik sorunların dünya gündemine oturmasına koşut olarak İslam'ın tabiat, çevre ve doğal yaşam gibi konularda ne söylediği konusunda da müstakil çalışmalar yapılmıştır. Mehmet Bayrakdar'ın İslam ve Ekoloji (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1992), Seyyid Hüseyin Nasr'ın Tabiat Düzeni ve Din (çev. Sara Büyükduru, İnsan Yayınları, İstanbul 2002) adlı eserleri ile İslam ve Ekoloji: Bahşedilmiş Bir Emanet (Derleyen: Richard C. Foltz, Oğlak Yayınları, İstanbul 2007) isimli derleme, söz konusu çalışmalardan sadece birkaçıdır.
Bu makale ölülere dua, af ve mağfiret talebiyle Kur'an okunmasının caiz olup olmadığına dair iki farklı görüşü delilleriyle birlikte sunmayı ve sonuç kısmında bu görüşlerden hangisinin daha sağlıklı olduğuna dair bir kanaat belirtmeyi... more
Bu makale ölülere dua, af ve mağfiret talebiyle Kur'an okunmasının caiz olup olmadığına dair iki farklı görüşü delilleriyle birlikte sunmayı ve sonuç kısmında bu görüşlerden hangisinin daha sağlıklı olduğuna dair bir kanaat belirtmeyi amaçlamaktadır. Kur'an'ın dua niyetiyle okunması ve bilhassa ölülerin ardından Kur'an okunup sevabının bağışlanması gibi konular İslam geleneğinde erken dönemlerden itibaren tartışılmıştır. Gelenekte âlimlerin büyük çoğunluğu bu konuda olumlu görüş bildirirken, diğer bazı âlimler özellikle "İnsan ancak kendi çabasının karşılığını görür" mealindeki Necm 53/39. ayeti delil göstererek Kur'an okuyup seva-bını ölülere bağışlamanın caiz/meşru olmadığını savunmuştur. Klasik kaynaklarda mesele daha ziyade "Ha-yattaki insanların ibadet mahiyetindeki amellerinden ölülerin ruhları istifade eder mi etmez mi?" şeklindeki bir soru etrafında tartışılmıştır. Son dönem İslam dünyasında dua niyetiyle Kur'an okumaya karşı olumsuz görüş daha ziyade Selefî ve Vehhâbî çevrelerce dile getirilir. Özellikle modern zamanlarda hayli rağbet gören bu görüşün aksine Türk-İslam kültüründe hemen her vesilesiyle özellikle Fâtiha okunması da çok yaygın bir gelenektir. Mezar taşla-rındaki "Ruhuna el-Fâtiha" ifadesi bu geleneğin belki de en meşhur görsel simgesidir. "Ruhuna el-Fâtiha" geleneğinin hem Fâtiha suresinin genel mana ve muhteva açısından Kur'an'ın özü/özeti olmasıyla hem de bu surenin dua/niyaz olarak okunmasıyla irtibatlı olduğu söylenebilir. Çağdaş Vehhâbî ve Selefî çevrelere ait dinî literatürde duanın akabinde veya ölülerin ruhlarına bağışlamak üzere Fâtiha okumanın bidat olduğu açıkça belirtilir. Hatta "bidat" bu çerçevede büyük bir masiyet olarak değerlendirilir. Bu görüş kimi zaman İbn Teymiyye'nin (ö. 728/1328) çeşitli eserlerinden yapılan alıntılarla desteklenir. İbn Teymiyye'nin bidat konusunda çok hassas olduğu bilinmektedir. Bu bakımdan onun ve takipçilerinin meyyite Kur'an okumanın caiz olup olmadığı hususunda ne düşündükleri önemlidir. Ayrıca İbn Teymiyye'nin bu konu hakkındaki gö-rüşlerinin tam manasıyla ortaya konulması özellikle çağdaş Selefî çevrelerde onun görüşlerinin sağlıklı şekilde aktarılıp aktarılmadığı veya bu konuda herhangi bir dezenformasyon yapılıp yapılmadığı gibi konuların da açıklığa kavuşmasına imkân verecektir.

This essay aims to present two different points of view with regard to permissibleness of reciting Qur’an for the dead, through their own testimonials. The subjects of reciting Qur’an as a praying and bestowing the good deed yielded from it for the spirit of the dead have always been a topic of debate within Islamic tradition as of the early times. Most of the scholars in Islamic tradition are known to have found it favourable while the others have disapproved recitation of the Qur’an and then bestowing the good deed for the dead, deducing from the verse 53 an-Najm: 39 telling “And that there is not for man except that (good) for which he strives”. In classical scholarship, the debate topic seems to have revolved around the question “whether spirits of the dead could avail from the good deeds of the alive, or not”.

In recent Islamic world, the opposing point of view targeting recitation of the Qur’an as a prayer is being voiced particularly by Salafi and Wahhabi circles. In contrast with this approach, which is highly popular especially in the modern times, it is a rather widespread custom in Turkish-Islamic tradition to recite Qur’an and al-Fatihah in particular on every occasion. It is fair to say that the epitaph “al-Fatihah for the spirit of the dead” on tombstones is the most well-known symbol of it visually. It can be said that al-Fatihah’s bearing quality of being an abstract and a core of the Qur’an in terms of its meaning and content together with its functionality as a prayer and suppliance for God have been prevailing for nascence of the custom of “al-Fatihah for the spirit of the dead”. Within theological scholarship of modern Wahhabi and Salafi groups, it is clearly recorded that recitation of al-Fatihah succeding the prayer or bestowing it for the spirit of the dead are both innovations “bid’ah” in religion and the innovation in religion is cathegorized as exorbitance. This idea is occasionally grounded by references to miscellaneous works by ibn Taymiyyah (d.728/1328). Ibn Taymiyyah is known to be rather discreet with regard to the innovation in religion. So, Ibn Taymiyyah and his successors’ approaches relevant to recitation of the Qur’an for the dead are highly significant. Likewise, ascertaining Ibn Tymiyyah’s views of this matter in full measure can shed light for the other cases comprising of whether his successors are trasferring his own views in a reliable matter or not, and any disinformation that is possible to exist.
ملخص: إن تنظيم فتح الله غولن الإرهابي لم ينتج حتى الآن سوى الفتنة، فقد اختار في خطاباته مفاهيم ليِّنةً، وقدّم نفسه بصفته تنظي تطوعيًّا تعليميًّا سلميًّا، لكنه تبنّى فكرة "الغاية تبرّر الوسيلة"، ولجأ إلى تطبيق التنويم الإيحائي على متابعيه... more
ملخص: إن تنظيم فتح الله غولن الإرهابي لم ينتج حتى الآن سوى الفتنة، فقد
اختار في خطاباته مفاهيم ليِّنةً، وقدّم نفسه بصفته تنظي تطوعيًّا تعليميًّا سلميًّا،
لكنه تبنّى فكرة "الغاية تبرّر الوسيلة"، ولجأ إلى تطبيق التنويم الإيحائي على متابعيه
بهذيان، من قبيل أنه يلقى الله تعالى ويكلّمه. من جانب آخر امتثل في بنية تنظيمه
مفاهيم شيعية كالتَّقِية والعصمة والإمامة والمهدية. كما تبنّى مفاهيم الواردات
والرؤى والإلهامات الموجودة في تقليد التصوف الذي طالما نأى بنفسه عنه،
واتخذ مبدأ "الإنسان بين يدي شيخه كالميت بين يدي غاسله" أساسًا في ممارساته
وتطبيقاته، وطوّر في مجال بناء تنظيمه أسلوبًا يناسب البنية السرية الهرمية.
Bu makalede “Âdetü’l-Kur’ân” (Kur’an’ın ifade ve üslup örfü) terimi/tabiri ve bu terimin tefsir geleneğindeki işlevi ele alınacaktır. “Âdetü’l-Kur’ân” terimi konu itibariyle Kur’an’ın nazım ve üslup özelliğiyle alakalıdır. Klasik... more
Bu makalede “Âdetü’l-Kur’ân” (Kur’an’ın ifade ve üslup örfü) terimi/tabiri ve bu terimin tefsir geleneğindeki işlevi ele alınacaktır. “Âdetü’l-Kur’ân” terimi konu itibariyle Kur’an’ın nazım ve üslup özelliğiyle alakalıdır. Klasik dönemlerde Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1210) ve diğer birçok müfessir Kur’an dilindeki bu özelliği “Âdetü’l-Kur’ân” diye kavramlaştırmıştır. Son dönemde ise İbn Âşûr (ö. 1973) et-Tahrîr ve’t-tenvîr adlı Kur’an tefsirinin mukaddimesinde Âdetü’l Kur’ân konusuna dair müstakil bir başlık açmıştır. Âdetü’l-Kur’ân kapsamında değerlendirilen birçok konunun, özellikle tevhid, meâd ve nübüvvetle ilgili birçok farklı hususun iç içe geçmiş şekilde aktarımı Ulûmü’l-Kur’ân literatüründe “tenâsübü’l- ây ve’s-süver” kapsamında ele alınır. “Âdâtü’l-Kur’ân” terimi Kur’an’ın dil dizgesinde ve söz diziminde kalıplaşmış, yerleşik hâl almış ve bir bakıma standartlaşarak örf karakteri kazanmış ifade, üslup ve anlatım şekillerine atıfta bulunur. Ancak Kur’an’ın yerleşik ifade ve anlatım tarzına ilişkin genel nitelemede “âdet” lafzının kullanılması kelâmî terminolojinin bir yansımasıdır. Âdetü’l-Kur’ân kapsamında değerlendirilen hususlara muttali olmak, genelde Kur’an’ın dil ve kavram dünyasını, özelde ifade, üslup ve anlatım tarzını daha iyi anlayıp kavramak gibi önemli bir ilmî fayda içerir.
İblis, şeytanın özel ismidir. Müslüman filologlar bu kelimenin, " Allah'ın rahme-tinden tümüyle ümit kesmek " anlamında b-l-s kökünden türemiş olduğu kanaatin-dedirler. İblis " Allah'ın düşmanı " ve/veya sadece " Düşman " diye de... more
İblis, şeytanın özel ismidir. Müslüman filologlar bu kelimenin, " Allah'ın rahme-tinden tümüyle ümit kesmek " anlamında b-l-s kökünden türemiş olduğu kanaatin-dedirler. İblis " Allah'ın düşmanı " ve/veya sadece " Düşman " diye de isimlendirilir. Fakat genellikle " Şeytan " diye anılır. İblis Kur'an'da âlemin yaratılışıyla ilgili olarak iki noktada karşımıza çıkar. Şöyle ki Allah Adem'i çamurdan yaratır ve ona hayat nefesini üfler. Ardından meleklere bu ilk insana saygı göstermelerini (secde) emreder. Fakat İblis, " Ben kararmış bir çamurdan yarattığın bu insana saygı göstermem " diye itiraz eder. Bunun üzerine Allah, " Defol oradan. Artık sen kovuldun. Kıyamete kadar sana lanet olsun " (al-Hijr 15/33-35) der. Bu arada İblis, cezasının kıyamete kadar tehir edilmesini ister. Allah onun bu talebini kabul eder ve ona gerçek iman ve ibadet sahibi olmayan herkesi saptırma gücü bahşeder. Evet, Allah İblis'e kıyamet gününe kadar insanları ayartma izin verir; ancak onun Allah'a gerçekten kulluk edenler üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur. İblis ilk olarak Adem ve Havva'yı Allah'ın emrine karşı gelme hususunda ayartıp onları ölümsüzlük ağacının meyvesinden yemeleri için kışkırtır. İblis kıyamet koptuktan sonra kendi yandaşları ve günahkârlarla birlikte cehenneme atılır.
Geleneksel İslam düşüncesinde Kur’an bütün muhtevasıyla tarih-üstü ve evrensel bir mesaj kabul edilir. Bu düşünceye göre Kur’an’daki her bir ayetin mana ve mesajı aksiyolojik açıdan aynı nitelikte ve dolayısıyla evrensel mahiyettedir.... more
Geleneksel İslam düşüncesinde Kur’an bütün muhtevasıyla tarih-üstü ve evrensel bir mesaj kabul edilir. Bu düşünceye göre Kur’an’daki her bir ayetin mana ve mesajı aksiyolojik açıdan aynı nitelikte ve dolayısıyla evrensel mahiyettedir. Kur’an’daki hiçbir ayete tarihsel bir mahiyet izafe edilemez. Çünkü Kur’an kıdem/ezelilik sıfatıyla muttasıf Allah’ın kelamıdır. Bu sıfatla muttasıf olan Allah’ın kelamı da kadim olmalıdır. Binaenaleyh Kur’an ahkâmına tarih, toplum ve kültür gibi hadis unsurların temel oluşturması söz konusu değildir. Geleneksel Kur’an tasavvuru işte böyle bir içermeye sahiptir. Ancak bu tasavvur en azundan bize göre yanlıştır. Her şeyden önce Kur’an baştan sona bütün muhtevasıyla tarih-üstü rehberlik vasfını haiz değildir. Çünkü Kur’an’ın özellikle toplumsal düzen ve hukukla ilgili ahkâmının ekseriyeti değersel değil durumsal/konjonktürel niteliklidir. Bu durumsallık ise doğrudan doğruya vahyin nazil olduğu dönemdeki Arap toplumunun tarihsel, kültürel tecrübesi, dolayısıyla örf, âdet ve geleneğiyle ilgilidir. Bu sebeple, söz konusu hükümler tüm zamanlarda uygulanması gereken hukuk kodları olarak vazedilmediği gibi ilk defa Kur’an’la birlikte insanlık tarihinin gündemine girmiş de değildir. Bilakis hemen tamamı İslam öncesi Arap toplumunun pratiğinde mevcuttur
Bu makale, modern dönem İslam dünyasının farklı coğrafyalarında belli ölçüde popülerlik kazanan bir eğilimin, dinî hükümlerin kaynağını Kur’an’dan ibaret sayma eğiliminin tahlil ve tenkidini içermektedir. Makalenin ilk ana başlığı... more
Bu makale, modern dönem İslam dünyasının farklı coğrafyalarında belli ölçüde popülerlik kazanan bir eğilimin, dinî hükümlerin kaynağını Kur’an’dan ibaret sayma eğiliminin tahlil ve tenkidini içermektedir. Makalenin ilk ana başlığı altında, söz konusu eğilimin İslam düşünce tarihindeki muhtemel orijinleri, geçmişten günümüze belli başlı temsilcileri ve görüşleri ele alınacak, ikinci ana başlık altında ise bu eğilimin temel iddia ve argümanlarının tutarlılık ve tutarsızlığı meselesi üzerinde durulacaktır.
Mealcilik, kendine has lehçesiyle Türkiye'de temayüz etmiş bir dint söylem tarzıdır. Esasen bu söylem, iki yüz yıllık bir geçmişe ve hatırı sayılır bir birikime sahip İslamcılık ideolojisi içindeki neo selefi damarın ekstrem bir formu... more
Mealcilik, kendine has lehçesiyle Türkiye'de temayüz etmiş bir dint söylem tarzıdır. Esasen bu söylem, iki yüz yıllık bir geçmişe ve hatırı sayılır bir birikime sahip İslamcılık ideolojisi içindeki neo selefi damarın ekstrem bir formu olarak değerlendirilebilir. Ancak, burada ivedilikle belirtmeliyiz ki 'Mealci' ve/veya 'Mealcilik' nitelendirmesi, İslam mezhepler tarihi kaynaklarında geçen birçok isim ve sıfatta olduğu gibi, muhaliflerce üretilmiştir. Başlangıçta menfı tedailere sahip olan mealcilik sözcüğündeki pejoratiflik zaman içerisinde yumuşamaya başlamış ve sonunda Nakşibendilik, Nurculuk, Süleymancılık gibi oldukça alışıldık bir çağrışım kazanmıştır.
Bu makale, başlığından da anlaşılacağı üzere. Kur'an'a yönelik anlama ve yorumlama faaliyetlerinin özgün adını ifade eden ''tefsir" ve ''te'vil" terimlerinin anlam hayatlarını konu edinmekte ve bu çerçevede anılan iki terim arasında... more
Bu makale, başlığından da anlaşılacağı üzere. Kur'an'a yönelik anlama ve yorumlama faaliyetlerinin özgün adını ifade eden ''tefsir" ve ''te'vil" terimlerinin anlam hayatlarını konu edinmekte ve bu çerçevede anılan iki terim arasında tebellür eden karşıtlık olgusunun tarihsel ve epistemolojik kökenini irdelemeyi hedeflemektedir
Bu makalenin yazılış maksadı. Mu'tezile'nin Kur'an ve tefsir anlayışını ana hatlanyla ortaya koymaktan ibarettir. Gerçi, Sünni müelliflerin tefsir tarihi üzerine yazdıkları eserler dikkate alındığında Mu'tezile hakkında böyle bir yazı... more
Bu makalenin yazılış maksadı. Mu'tezile'nin Kur'an ve tefsir anlayışını ana hatlanyla ortaya koymaktan ibarettir. Gerçi, Sünni müelliflerin tefsir tarihi üzerine yazdıkları eserler dikkate alındığında Mu'tezile hakkında böyle bir yazı yazmaya ihtiyaç yok gibidir. Çünkü Ehl-i sünnet mezhebinin tefsir ve diğer dini ilimlerdeki en sahih anlayış ve yorumun yegane temsilcisi olduğu fikrini empoze eden bu eserlerdeki hakim kanaate göre Mu'tezile, dini açıdan sağlam temellerden yoksun bir inanç sistemini benimsemiş fırkalar anlamındaki "Ehl-i bid'at" kategorisinde yer alan heretik bir fırka olarak Kur'an'ı kendi mezhebi kabullerine kurban etmiştir! .. Acaba işin aslı gerçekten öyle midir? işte bu çalışmada, bizzat Mu'tezili müelliflere ait eserlerdeki bilgi ve değerlendirmeler ışığında mezhebin Kur'an ve yorum anlayışı ortaya konulacak ve bu suretle Sünni muhitteki geleneksel Mu'tezile algısının nesnellik değeri de büyük ölçüde tebarüz etmiş olacaktır.

The present study is an attempt to concisely review and criticize the Mu'tazilah's hermeneutical methodology. The material used in much of this article is extracted from various works of the Mu'tazilian scholar Qadi Abduljabbar. It is well known that Mu'tazilah is a religio-political mavement whose histarical and intellectual origins date back to the Umayyad period. Although many Mu'tazilian scholars defended the Islamic thought against the heretics at intellectual and, especially, theological levels, orthodox scholars such as Baghdadl, Isfaraini and their successors had tried hard to comdemn the Mu'tazilah in the Muslim opinion as a heretical movement. This ideological endeavor, unfortunatelly, resulted in the retirement of the Mu'tazilah practice from the scene of Islamic history. In this article, the understanding or methodology of Qur'anic exegesis of the Mu'tazilah will be examined from the perspective of dominant canception in Islamic orthodoxy. Subsequently, the question of whether the Qur'anic interpretations of this sect are heretical will be discussed.
Bu makale, özellikle çok yakın bir geçmişte “Kur’an’a dönüş” ve/veya “Kur’an İslâmı” gibi birtakım popülist söylemlerle de ülke gündemine taşınan anlayışın İslâm ilim, kültür ve düşünce tarihindeki müesses formu olan Ehl-i Kur’an ekolünün... more
Bu makale, özellikle çok yakın bir geçmişte “Kur’an’a dönüş” ve/veya “Kur’an İslâmı” gibi birtakım popülist söylemlerle de ülke gündemine taşınan anlayışın İslâm ilim, kültür ve düşünce tarihindeki müesses formu olan Ehl-i Kur’an ekolünün ortaya çıkışı ve temsilcileri ile genellikle “Hint İslâm Modernistleri” diye anılan ekol mensuplarının Kur’an ve tefsir konusundaki yaklaşımları hakkında özlü bir bilgi ve değerlendirme sunmayı hedeflemektedir.
In the Qur'an the phrase of ahl al-bayt (the people of the house) occurs three times. Once In sura 33:73, applied to the house of ibrahim; the second passage, 33:33 "God only wants to remove from you all might be loathsome, O you members... more
In the Qur'an the phrase of ahl al-bayt (the people of the house) occurs three times. Once In sura 33:73, applied to the house of ibrahim; the second passage, 33:33 "God only wants to remove from you all might be loathsome, O you members of the [Prophet's] household, and to purify you to utmost purity''), serves as the proof-text for its application to the house of Muhammad. The third passage, 28:12, applied to the house of Moses. The precise interpretation of the term in 33:33, gave rise to differences of opinion. Among the Shi'a it was applied to Muhammad, Ali, Fatıma, al-Hasan and al-Husayn by interpreting the verse through the wellknown ''tradition of the mantle" (hadith al-kisa), which was accepted also In the Sunni circles. In keeping with an explanation of the Qur'anic phrase as referring to the Prophet's wives and dependents, attributed to lbn Abbas and lkrima, Umm Salama is, in some versions of this traditlon, recognized by the Prophet as belonging to the ahl al-bayt. The current orthodox view is based on a harmonizing opinion, according to which the term ahl al-bayt includes the ahl al-aba, i.e. the Prophet, Ali, Fatıma, al-Hasan and al-Husayn, together with the wives of the Prophet.
Bu makalede, birçok araştırmaya göre çağdaş İslam düşüncesinin mübeşşiri kimi araştırmalara göre de fazla abartılmış bir şahsiyet olarak nitelendirilen Cemaleddin Afgânî (1838-1897) ile onun gözde öğrencisi ve yakın dostu Muhammed... more
Bu makalede, birçok araştırmaya göre çağdaş İslam düşüncesinin mübeşşiri kimi araştırmalara göre de fazla abartılmış bir şahsiyet olarak nitelendirilen Cemaleddin Afgânî (1838-1897) ile onun gözde öğrencisi ve yakın dostu Muhammed Abduh'un (1849-1905) Batı uygarlığına dair bilgi, görüş ve değerlendirmeleri serimlenecektir. Ayrıca Reşid Rıza'nın (1865-1935) kimi görüş ve düşünceleri de münasebet düştükçe zikredilecektir. Makalede Afgânî ve Abduh'a ait eserlerin yanı sıra genelde İslamcılık ve çağdaş Arap düşüncesini, özelde de Afgânî ve Abduh'u konu alan çeşitli bilimsel araştırmalardan da istifade edilmiş; aynca konuyla ilgili bilgi malzemesini geniş ölçüde ihata etmesi için, fazla sayılabilecek oranda alıntı metinlere yer verilmiştir.
Yazar: Ismail K. Poonawala Çeviri: Mustafa Öztürk
Yazar: Takıyyüddîn İbn Teymiyye Çeviri: Mustafa Öztürk, Ali Bolat
Osmanlı'nın son döneminde anayasal saltanat rejimi olarak tarihe geçen· II. Meşrutiyet tecrübesinden günümüze iki yüz kadar meal hazırlanmıştır. Bir asırlık zaman aralığında bu kadar fazla sayıda mealin okuyucuyla buluşmasının çok boyutlu... more
Osmanlı'nın son döneminde anayasal saltanat rejimi olarak tarihe geçen· II. Meşrutiyet tecrübesinden günümüze iki yüz kadar meal hazırlanmıştır. Bir asırlık zaman aralığında bu kadar fazla sayıda mealin okuyucuyla buluşmasının çok boyutlu ve dramatik bir hikayesi vardır. Dahası, meal Kur'an'ın Türkçe çevirilerini ifade eden teknik bir terim olmarun ötesinde din1, fikri, siyasi anlarnlar ve imalar içeren bir kavramdır. Daha açık ifade etmek gerekirse, bu kavram Türkiye Cumhuriyeti'nin erken dönemlerine damgasını vuran Garpçı, sekiller modernleşme projesinin din1 boyutuyla ilgili kısmında olup bilenlerin garip hikayesini bünyesinde barındırır. Bilhassa II. Meşrutiyet döneminde fikri zemini oluşan ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında Hıristiyan Ban dünyasındaki Protestanlık tecrübesine benzer şekilde uygulamaya konulan Türkçe Kur'an ve ana dilde ibadet projesine muhafazakar ulemarun karşı çıkışıyla kavramlaşan meal kelimesi ne gariptir ki yakın geçmişte ve günümüzde Protestanlığın "Sola Scriptura" (Sadece kutsal kitap) prensibini hatırlatan "Kur' an lslam'ı" söylemini tanımlamak üzere Mealcilik şeklinde bir kullanıma medar olmuştur. Böylece kelimenin ıstılahi manadaki ilk kullanımında (mevrid) gözetilen maksat ile Mealcilik şeklindeki kullanımında (madrib) kastedilen mana arasında çok garip bir mübayenet oluşmuştur.
Bu makale, Mutezileye mensup bir müfessir olan Ebü Muslim el-İsfahânî'nin (ö.322/934) son derece özgün Kur'an yorumlarından bazı örnekler içermektedir. Tefsir tarihinde genellikle "Kur'an'da neshin varlığını reddeden alim" olarak tanınan... more
Bu makale, Mutezileye mensup bir müfessir olan Ebü Muslim el-İsfahânî'nin (ö.322/934) son derece özgün Kur'an yorumlarından bazı örnekler içermektedir. Tefsir tarihinde genellikle "Kur'an'da neshin varlığını reddeden alim" olarak tanınan İsfahani, oldukça erken bir dönemde yaşamış olmasına rağmen, günümüzde dahi son derece orijinal kabul edilebilecek türden yorumlar üretebilmiştir. İşte bu çalışma, İslam ilim ve kültür geleneğinde hak ettiği övgüye mazhar olamamış çok büyük bir Kur'an alimine ödenmesi gereken bir vefa borcumuz olduğu düşüncesiyle kaleme alınmıştır.
Sehl b. Abdillah et-Tüsteri, İslâm tasavvuf geleneğinin teşekkül evrelerinden ikincisine tekabül eden "tasavvuf dönemi"nde yaşamış ve meşhur bir sûfi olmasının yanı sıra müfessir kimliğiyle de temayüz etmiş bir şahsiyettir. Nitekim onun... more
Sehl b. Abdillah et-Tüsteri, İslâm tasavvuf geleneğinin teşekkül evrelerinden ikincisine tekabül eden "tasavvuf dönemi"nde yaşamış ve meşhur bir sûfi olmasının yanı sıra müfessir kimliğiyle de temayüz etmiş bir şahsiyettir. Nitekim onun Tefsiru'l-Kur'anu'l Azim ismini taşıyan tefsiri, işarî tefsir sahasındaki ilk eser olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan, Tüsterî, kimilerince mu'tedil ve Ehl-i Sünnet çizgisinde yürüyen bir sûfî olarak telakki edilmiş; kimilerince de Batınî-İsmailî düşünceye özgü birtakım kavram ve ıstılahların Sünni tasavvufa intikalinde bir milat olarak gösterilmiştir. Şahsiyeti hakkında yapılan bazı spekülasyonlara rağmen özellikle tefsir tarihi ile ilgili kaynaklarda Tüsterî ve tefsiri hakkında verilen bilgiler, ya tamamen ansiklopedik bir üslûp içerisinde sunulmuş
veya birkaç örnekten hareketle tefsirinde hiçbir aşırı yorumun bulunmadığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tabiatıyla, Tüsterî'nin tasavvufî gelenekteki "Hakikat-ı Muhammediyye" (Nur-ı Muhammedi) ve "Evtad" düşüncesini formüle eden ilk sufi olduğuna yönelik iddiaların doğru olup olmadığı meselesi üzerinde pek durulmamış; keza, tefsirinde bu iki telakkiye dair dile getirdiği görüşlere de kayda değer bir atıfta
bulunulmamıştır. Bu çalışma, mezkur mülahazalar çerçevesinde Tüsterî'nin tefsirini analitik bir yaklaşımla incelemeyi ve böylece -dolaylı da olsa- onun tasavvuf telakkisine dair ortaya atılan iddiaların doğruluk değeri hakkında bir fikir vermeyi hedeflemektedir.
Tefsir alanında müstakil bir usûlün (metodoloji) mevcut olup olmadığı meselesi özellikle son dönemde sıkça tartışılan bir konudur. Geleneksel yaklaşıma göre tefsir ilminin kendine özgü bir usûlü vardır ve klasik Ulûmü'l-Kur'an edebiyatı... more
Tefsir alanında müstakil bir usûlün (metodoloji) mevcut olup olmadığı meselesi özellikle son dönemde sıkça tartışılan bir konudur. Geleneksel yaklaşıma göre tefsir ilminin kendine özgü bir usûlü vardır ve klasik Ulûmü'l-Kur'an edebiyatı bu ilmin usûl ihtiyacını karşılamaktadır. Buna mukabil, tefsir ilminde en azından müstakil bir usûlden söz edilemeyeceği tezini savunanlar da vardır. Bu tezin savunucularına göre tefsir, tematik alanları belirli olan fıkıh, kelam gibi bir ilmî disiplin olmadığı için, kendi-ne mahsus bir usûlü de yoktur. Klasik Ulûm-i Kur'an kitapları anlama ve yorumlama yöntemiyle ilgili bir içeriğe sahip olmaktan ziyade Kur'an'ın dilsel ve metinsel özellikleri, nesh, muhkem ve müteşabih gibi bazı proble-matik kavramlar ve konularla ilgili bir envanter çalışması mahiyetindedir. Bu nedenle, Kur'an İlimleri (Ulûm-i Kur'an) ve Tefsir Usûlü adıyla yayımlanan eserlerin reel ve aktüel değeri tartışmaya açıktır. Nitekim bu maka-lede de " müteşabih " kavramı bağlamında Tefsir Usûlü ve Ulûm-i Kur'ân'ın mahiyeti ve pratik değeri tartışılacaktır.
Muhammed Esed'in Kur'an Mesajı adlı eserindeki tefsir/açıklama notları farklı düzeylerde birçok yanlış atıf ve çarpıtma (tahrit) içermektedir. Esed tefsir notlarında Taberi (ö. 310/923), Beğavi (ö. 516/1122),· Zemahşeri (ö. 538/1143),... more
Muhammed Esed'in Kur'an Mesajı adlı eserindeki tefsir/açıklama notları farklı düzeylerde birçok yanlış atıf ve çarpıtma (tahrit) içermektedir. Esed tefsir notlarında Taberi (ö. 310/923), Beğavi (ö. 516/1122),· Zemahşeri (ö. 538/1143), Fahreddin er-Razi (ö. 606/1209) ve Beyzavi (ö. 685/1286) gibi klasik müfessirlerden sıkça nakilde bulunmuş, ama bazı nakillerinde bir müfessirlere ait birçok ibare ve ifadeyi kimi zaman yanlış nakletmiş, kimi zaman da tahrif etmiştir: Daha ziyade Fahreddin er-Razi ve Zemahşeri'ye ait metinleri tam tersi bir manaya gelecek biçimde tersyüz ederek aktaran Esed böylelikle müfessirleri hiç konuşmadıkları konularda konuşturmuştur. Esed kimi zaman da müfessirlere ait izahatın sadece bir kısmını aktarmış ve bu şekilde asıl mana ve maksadından saptırdığı izahatı kendi fikrine mesnet teşkil eden bir enstrüman olarak kullanmıştır.

Interpretation documents at Muhammed Esed's book called Ku'ran Mesajı (Message of Qur'an) contain many distortion. Esed made many citation on interpretation documents from classical interpreter such as Taberi (d.310/923), Begavi (d.685/1122) and Beyzavi (d.685/1286);. but he especially made some distortion partly or completely at the phrase and expression belong to these interpreters. Esed who was quoted the documents contorted and conversed meaning belonged to the mostly Fahreddin er-Razi and Zemahşeri, in this way he discussed the themes that were never discussed by other interpreter. Esed sometimes quoted only one part of interpreter's explanation and by this way he used these
things such as supports to his idea, the explanation changed from the real meaning.
Kur'an-ı Kerim zaman zaman geçmiş milletlerin birçok konuda ilahi vahyi tarif ederek Hz. Adem'den bu yana devam eden tevhid akidesinden nasıl saptıkIarına dikkat çeker. Özellikle bu konuda Ehl-i Kitab'ın kendi peygamberlerini hakkındaki... more
Kur'an-ı Kerim zaman zaman geçmiş milletlerin birçok konuda ilahi vahyi tarif ederek Hz. Adem'den bu yana devam eden tevhid akidesinden nasıl saptıkIarına dikkat çeker. Özellikle bu konuda Ehl-i Kitab'ın kendi peygamberlerini hakkındaki yanlış inanç ve telakkilerinin tevhid akidesini temelinden sarstığını ifade etmek üzere Tevbe suresi 9/30. ayette, "Yahudiler 'Uzeyr Allah'ın oğludur' dediler" mealinde bir beyanda bulunmuştur. Her nedense Müslümanlar tarafından pek dikkat çekiciliği bulunmayan bu beyanın delaleti şarkiyatçılar tarafından polemik konusu yapılmıştır. Mesela, müsteşrik M. Watt'a göre, "Kur'an'da Yahudilikle ilgili en temel yanlış, Yahudilerin Uzeyr'i Allah'ın oğlu olarak kabul ettikleri iddiasıdır. Eski Ahit'te 'Allah'ın oğlu' tabirinin muntazar mesih için kullanıldığı doğru olmakla birlikte, bu tabirin Uzeyr'e müteallik olduğunu gösteren hiçbir delil mevcut değildir." Yine Watt'a göre Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğuna ilişkin inanç, Mekke'de yaşayan bazı insanların Yahudiler hakkındaki yanlış telakkilerinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu yanlış telakki, Allah'ın amaçları açısından tashih edilecek kadar bir önemi haiz olmadığı için, mevcut şekliyle Kur'an'a yansıtılmıştır. Bu konuda Watt'dan daha mutedil bir yaklaşım sergileyen J. Van Seters ise, Kur'an'ın Yahudilere izafe ettiği iddianın tarihsel menşeinin muğlak-müphem olduğunu; ayrıca günümüze kadar ulaşan Yahudi kaynaklarında bu tür bir iddiaya rastlanmadığını vurgulamaktadır. Şarkiyatçılar tarafından ortaya atılan ve pek çoğu halen olduğu gibi duran bu ve benzeri itirazlar karşısında müstağni bir tavır takınmak çok fazla bir anlam ifade etmemektedir. İşte bu düşünceyle kaleme alınan bu çalışmada Yahudilerin "Uzeyr Allah'ın oğludur" iddiasının anlamı üzerinde durulmakta, konuyla ilgili mezkur itirazlar tartışılmaktadır.
Bu yazı, son iki yüzyılı kapsayan modem dönemdeki Kur'an yorumlarının genel bir tahlil ve tenkidini içermektedir. Yazının başlangıç kısmında çağdaşlık kavramının ne anlama geldiği, İslam dünyasında nasıl algılandığı gibi konular üzerinde... more
Bu yazı, son iki yüzyılı kapsayan modem dönemdeki Kur'an yorumlarının genel bir tahlil ve tenkidini içermektedir. Yazının başlangıç kısmında çağdaşlık kavramının ne anlama geldiği, İslam dünyasında nasıl algılandığı gibi konular üzerinde durulmuş ve bu dolayımda çağdaşlığın nasıl algılanması gerektiğine dair bir öneride bulunulmuştu . Daha sonraki kısımlarda ise Hint alt kıtası, Mısır ve Türkiye baz alınarak bu üç ayrı coğrafyadaki Kur'an ve tefsir çalışmalarının en belirgin özellikleri tahlil edilmiştir. Bir makalede iki yüzyıllık bir dönemin tüm birikimini tahlil etmek mümkün olmadığı için, daha ziyade ekolleşmiş veya özgün düşünceleriyle kendisinden sonraki kuşaklar üzerinde iz bırakmış şahsiyetlerden bahsedilmiştir. Sözgelişi, Hint alt kıtası bağlamında yalnızca Seyyid Ahmed Han, Ehl-i Kur'an (Kur'aniyyun) ve Fazlur Rahman'dan söz edilmiştir. Bu arada - Hint alt kıtasında yetişmedikleri halde Garaudy ve İsmail R. Faruki'ye de atıfta bulunularak belli bir düşünce çizgisinin farklı muhitlerdeki ifade biçimlerine işaret edilmek istenmiştir. Buna mukabil, Türkiye'de muayyen bir ekolden söz etmek yerine kayda değer görülen çalışmalar ana hatlarıyla
değerlendirilmiştir.
Bu makalede, geleneksel Aleviliğin Kur'an algısı irdelenmektedir. Genellikle Aleviliğin en temel iki yazılı kaynağı olarak kabul edilen Buyruk ve Hüsniyye'deki bilgilerin kullanıldığı makalede, sırasıyla, Alevilikte Kur'an'ın mahiyeti ve... more
Bu makalede, geleneksel Aleviliğin Kur'an algısı irdelenmektedir. Genellikle Aleviliğin en temel iki yazılı kaynağı olarak kabul edilen Buyruk ve Hüsniyye'deki bilgilerin kullanıldığı makalede, sırasıyla, Alevilikte Kur'an'ın mahiyeti ve kutsallık değeri, Kur'an ve tahrif sorunu, Kur'an'ın anlam ve yorumu ve son olarak da Aleviliğin Kur'an'a referans çerçevesi incelenmiştir.
Kıraatler, Kur’an ve tefsir tarihinin epeyce problemli ve netameli konularından biridir. Gerçi, ilgili kaynaklardaki malumattan, kıraat tarihinde her şeyin yolunda gittiği, dolayısıyla tartışılması gereken hemen hiçbir problem bulunmadığı... more
Kıraatler, Kur’an ve tefsir tarihinin epeyce problemli ve netameli konularından biridir. Gerçi, ilgili kaynaklardaki malumattan, kıraat tarihinde her şeyin yolunda gittiği, dolayısıyla tartışılması gereken hemen hiçbir problem bulunmadığı fikrini teyit edecek bir sonuca ulaşmak mümkün gözükebilir; ancak meselenin detaylı bir şekilde ele alınıp incelenmesi durumunda kıraat bahsinin aslında tatminkar cevaplar bekleyen pek çok soru ve/veya sorun içerdiği gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. İşbu makalede, klasik literatürdeki bilgi malzemesinin ışığında söz konusu soru ve sorunların çözümüne katkı sunacak bazı mülahazalarda bulunulacaktır.

And 69 more

Bu çalışmanın temel amacı, genelde İslâm’ın özelde dinî ahkâmın kaynağını Kur’an’a indirgeme eğiliminin İslâm düşünce tarihindeki soy kütüğünü araştırmak ve aynı zamanda bu eğilimin teorik / pratik açıdan ne kadar tutarlı / tutarsız... more
Bu çalışmanın temel amacı, genelde İslâm’ın özelde dinî ahkâmın kaynağını Kur’an’a indirgeme eğiliminin İslâm düşünce tarihindeki soy kütüğünü araştırmak ve aynı zamanda bu eğilimin teorik / pratik açıdan ne kadar tutarlı
/ tutarsız olduğunu tartışmaktır. Çalışmadaki ilk ana başlık altında dinî ahkâmın kaynağını Kur’an’dan ibaret sayan eğilimin İslâm düşünce tarihindeki muhtemel orijinleri, geçmişten günümüze belli başlı temsilcileri ve görüşleri üzerinde durulacaktır. Buna göre konu ağırlıklı olarak hadis, mezhepler tarihi ve modern dönem İslâm düşüncesi bağlamında ele alınacaktır. İkinci ana başlık altında ise söz konusu eğilimin temel argümanları ve tutarlılığı
/ tutarsızlığı ile ilgili tesbit ve değerlendirmelerde bulunulacaktır.
Bu yazıdaki temel amaç, Hz. Peygamber'in damadı ve amcazadesi Ebu Turab Ali el-Murtaza'nın -kerremellahu vecheh- (ö. 40/661) İslam tefsir ve hadis tarihindeki konumunu tavzih etmektir. Fakat bu amaca vasıl olmak, dile getirdiği kadar... more
Bu yazıdaki temel amaç, Hz. Peygamber'in damadı ve amcazadesi Ebu Turab Ali el-Murtaza'nın -kerremellahu vecheh- (ö. 40/661) İslam tefsir ve hadis tarihindeki konumunu tavzih etmektir. Fakat bu amaca vasıl olmak, dile getirdiği kadar kolay bir iş değildir. Zira, ilgili literatürdeki bilgi/rivayet malzemesi· incelendiğinde ortaya iki ayrı Ali çıkmaktadır. Mesela, İbn Sa'd'ın (ö. 230/845) et-Tabakat'ındaki ve/veya İbnü'I-Esir'in (ö.630/1233) Üsdü'I-Ğabe'sindeki Ali ahlaki faziletleri, üstün meziyetleri ve zafiyetleriyle, yani nev-i beşere özgü muhtelif hususiyetleriyle tastamam bir tarihsel şahsiyet iken Şii alim İbn Şehraşub'un (ö. 588/1192) Menakıbu 'Ali Ebi Talib adlı eserindeki Ali büyük ölçüde mitolojik bir figürdür.
Bu makale, son dönem Osmanlı Türkiye’sindeki modernleşme ve Tanzimat tecrübesinden Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’ten günümüze kadar geçen zaman zarfında Türkiye’deki Kur’ân ve tefsir araştırmalarının fikrî ve ilmî düzeyde tahlil edilmesini... more
Bu makale, son dönem Osmanlı Türkiye’sindeki modernleşme ve Tanzimat tecrübesinden Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’ten günümüze kadar geçen zaman zarfında Türkiye’deki Kur’ân ve tefsir araştırmalarının fikrî ve ilmî düzeyde tahlil edilmesini amaçlamaktadır. Bu tahlil bağlamında, modernleşme tecrübesinin hız kazandığı ve Osmanlı’nın Batı etkisine resmen açıldığı Tanzimat döneminden bugüne kadar Kur’ân ve tefsir çalışmaları yöntem ve paradigma açısından ele alınacak ve modern dönem tefsir anlayışındaki gelenekten kopuşun ne tür sebeplere dayandığı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Sanayi devriminin ardından milli zenginliğin üretilmesinde sermayenin rolü hızlı şekilde güç kazanmış olduğu için tüm ekonomilerde kredi kurumu da ona paralel bir hızla ve sistemli bir şekilde gelişmiştir. Bu aşamada girişimcilik ile... more
Sanayi devriminin ardından milli zenginliğin üretilmesinde sermayenin rolü hızlı şekilde güç kazanmış olduğu için tüm ekonomilerde kredi kurumu da ona paralel bir hızla ve sistemli bir şekilde gelişmiştir. Bu aşamada girişimcilik ile yatırımcılık faaliyetleri de birbirinden ayrılarak üretim faktörleri üçten dörde (emek, toprak, sermaye, teşebbüs) çıkmış; girişimcinin getirisi kâr, yatırımcının getirisi ise faiz olarak isimlendirilmiştir. Bu durum faizi, işletmeciliğin kaçınılması mümkün olmayan bir parçası hâline getirdiği için çoğunluğu muhafazakâr olan toplumlarda din ile iktisadi hayat arasında, temeli faiz meselesine dayanan uyuşmazlık daha görünür hâle gelmiştir. Oysa Irving Fisher'a göre çoğunlukla dinler ve kimi zaman da siyasi ideolojiler tarafından yaklaşık bin beş yüz yıldır faiz aleyhinde yürütülen kampanyalara rağmen dünya tarihinde faizli işlemlerin bulunmadığı bir yer ve zaman olmamıştır.
Bu kitaptaki yazıların önemli bir kısmı insanoğluna, hayata ve dünyaya karşı burukluklarım, hayal kırıklıklarım ve kırgınlıklarımı dile getirme arzusunun yansımaları olarak da okunabilir. Bu bağlamda gözettiğim amaç ajitasyon yapmak... more
Bu kitaptaki yazıların önemli bir kısmı insanoğluna, hayata ve dünyaya karşı burukluklarım, hayal kırıklıklarım ve kırgınlıklarımı dile getirme arzusunun yansımaları olarak da okunabilir. Bu bağlamda gözettiğim amaç ajitasyon yapmak değil, aklımın erdiği ve dilimin döndüğü nispette dikkat çekmeye çalıştığım insanlık ve hayat sorunlarıyla daha az karşılaşılabilecek bir dünyada yaşama hayalini gerçekleştirme yolunda bir bilinç oluşmasına küçücük bir katkı sunabilmektir.
Siyaset eleştirisine yönelik yazılarımız Karar Gazetesi'nde yayınlandığında, çok kere "Hocam, sen ilim adamısın, girme bu konulara; sen kendi uzmanlık alanınla ilgili yaz" şeklinde tenkitlere maruz kaldı. Okuyucularımızın bu tenkitleri... more
Siyaset eleştirisine yönelik yazılarımız Karar Gazetesi'nde yayınlandığında, çok kere "Hocam, sen ilim adamısın, girme bu konulara; sen kendi uzmanlık alanınla ilgili yaz" şeklinde tenkitlere maruz kaldı. Okuyucularımızın bu tenkitleri siyaset çamuruna bulaşmaktan bizi korumaya yönelik bir arzunun ifadesi olarak iyi niyete hamledilebilir; fakat şu da bir gerçek ki uzun yıllar önce salt siyasi değil, aynı zamanda ahlak, adalet, merhamet gibi değerlerle bezeli insani/vicdani hareket olarak gördüğümüz bir siyasi hareketin bugün gelinen noktada 1980 darbesi ve 28 Şubat süreçlerinde militarist laikçi çevrelerin bize reva gördükleri faşizan muamelelerden farksız icraatlara imza atmaya başladığı bir vasatta salt din konularında yazı yazmak, memleketin yangın yerine döndüğü bir ortamda papazların kendi aralarında meleklerin cinsiyetini tartışmalarından pek farklı bir tutum değildir. Böyle bir tutumu öncelikle kendi vicdanıma izah edemeyeceğimden, memleketin siyasi iklimindeki hava durumuna dair yazıp çizme konusunda kendimi tutmam da pek mümkün değildir.
Mustafa Öztürk, son yıllarda Türkiye’de dinî düşüncenin gelişiminde hem özel olarak tefsir alanındaki tutumu hem de genel olarak gündelik hayat ve dinselliğin ilişkisi bağlamındaki yaklaşımı nedeniyle öne çıktı. Elinizdeki metin,... more
Mustafa Öztürk, son yıllarda Türkiye’de dinî düşüncenin gelişiminde hem özel olarak tefsir alanındaki tutumu hem de genel olarak gündelik hayat ve dinselliğin ilişkisi bağlamındaki yaklaşımı nedeniyle öne çıktı. Elinizdeki metin, özellikle ikinci boyuttaki katkılarını belgelemesi bakımından okuyucunun ilgisini çekecektir. 2018-2021 tarihleri arasında haftalık olarak yazılmış bu yazılar eşine az rastlanır bir “entelektüel duruşu” da sergilemektedir.
XIX. yüzyıl bir taraftan düşüşün/çöküşün kaçınılmaz süreçlerinin yaşandığı, bir taraftan da yeniden yükselişe geçmeye yönelik hâl çarelerinin arandığı ve bu yöndeki arayışların zirve noktasına ulaştığı bir dönemdir. İslam dünyasındaki... more
XIX. yüzyıl bir taraftan düşüşün/çöküşün kaçınılmaz süreçlerinin yaşandığı, bir taraftan da yeniden yükselişe geçmeye yönelik hâl çarelerinin arandığı ve bu yöndeki arayışların zirve noktasına ulaştığı bir dönemdir. İslam dünyasındaki çağdaşlık olgusunun genellikle XIX. yüzyılın başıyla tarihlendirilmesi bu sebepledir. Bu kitaptaki yazılarda da aynı tarihlendirme esas alınacak ve söz konusu yüzyılın başlarından günümüze kadar geçen zaman içerisinde İslam dünyasındaki dinî düşünce akımlarının serencamı ortaya konulmaya çalışılacaktır. İslam dünyasının son iki yüzyıllık tarihsel tecrübesinde ortaya çıkan dinî düşünce akımları tüm çeşitliliğine rağmen ağırlıklı olarak ıslah ve tecdide atıfta bulunduğu için bu kitaptaki birçok yazıda da "ıslah/tecdit" kavramı bir bakıma eksen olacak, dahası bu kavram pergelin sabit ayağı gibi kullanılacaktır.
Bu kitaptaki yazıların önemli bir kısmı din-siyaset ilişkisine dairdir. İslam tarihi boyunca Kur’an, Hadis gibi temel dinî metinler, semboller ve değerlerin sayısız siyasi projeler ve kirli emeller uğruna binbir çeşit istismara maruz... more
Bu kitaptaki yazıların önemli bir kısmı din-siyaset ilişkisine dairdir. İslam tarihi boyunca Kur’an, Hadis gibi temel dinî metinler, semboller ve değerlerin sayısız siyasi projeler ve kirli emeller uğruna binbir çeşit istismara maruz bırakıldığı inkâr edilemez bir gerçektir. Sıffîn vakasında Muaviye ordusunun mızrakların uçlarına taktıkları Mushaf sayfaları bu istismar geleneğinin ilk ve en çarpıcı örneklerinden biridir. Sıffîn savaşının akabinde vuku bulan tahkimname hadisesinde Hâricî grupların doğrudan doğruya Kur’an’ı referans göstermeleri ve En’âm 6/57, Yûsuf 12/40. ayetlerdeki “ini’l-hükmü illâ lillâh” (Hüküm ancak Allah’a aittir) ifadesinden hareketle “lâ hükme illâ lillâh” (Allah’a ait hükümden başka bir hüküm söz konusu değildir) şeklinde bir slogan üretmeleri de Kur’an’ın yorumsal düzeydeki ilk istismarı olarak değerlendirilebilir.
Klasik tefsirlerin Kur’an mesajını daha anlaşılır kılmak ve böylece ilâhî kelâmı avam-ı nâsın daha iyi anlamasına katkıda bulunmak gibi bir amaçla yazıldığını söylemek zordur. Gerçi böyle bir maksat üzerine yazılmış tefsirler de... more
Klasik tefsirlerin Kur’an mesajını daha anlaşılır kılmak ve böylece ilâhî kelâmı avam-ı nâsın daha iyi anlamasına katkıda bulunmak gibi bir amaçla yazıldığını söylemek zordur. Gerçi böyle bir maksat üzerine yazılmış tefsirler de mevcuttur; ancak ortaya çıkan ürünlerden hareketle maksadın hâsıl olduğunu söylemek çok kolay değildir. Bunun temel sebeplerinden biri, Ortaçağ İslâm dünyasında tefsirin, bilgi ve entelektüel donanım itibariyle elit zümrelere has bir meşguliyet alanı olmasıdır. Bu yüzden, klasik tefsirlerin hemen hepsinde -tabiri caizse- akademik bir dil kullanılmıştır. Böyle bir dil tefsirde ihtisas sahibi olmayan insanların Kur’an’la doğrudan ilişki kurmalarına müsaade etmediği için, avam-ı nâsın Kur’an mesajına muttali olması genellikle sûfîler, vaizler ve kıssacılar tarafından kullanılan popüler dinî edebiyat vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Esasen bugün de durum çok farklı değildir. Zira günümüzde halkın çok büyük bir kesimi akademik çevrelerdeki tefsir çalışmalarından bihaber olmasına karşın popüler dinî yayınlara epeyce ilgi göstermektedir.
Tarihsel tecrübede neler olup bittiği meselesi bir tarafa, klasik tefsir kaynaklarında resmedilen kadın imgesine modern çağın zihniyet kalıpları içerisinde makul ve makbul bir yer bulmak pek mümkün görünmemektedir. Bu sebeple ya tefsir... more
Tarihsel tecrübede neler olup bittiği meselesi bir tarafa, klasik tefsir kaynaklarında resmedilen kadın imgesine modern çağın zihniyet kalıpları içerisinde makul ve makbul bir yer bulmak pek mümkün görünmemektedir. Bu sebeple ya tefsir kaynaklarındaki muhtevayı kendi tarihlerinde okuyup anlamaya çalışmak ya da apolojiye sığınmak gerekmektedir. Bir üçüncü seçenek ise klasik tefsirlerdeki izahatı üreten zihniyeti benimsemektir. Ne var ki böyle bir yaklaşım, geleneği bir bakıma tarih-üstüleştirmek, hatta fetişleştirmektir. Bize göre ilk seçenek daha isabetlidir.
Bize göre yorumdan arındırılmış bir Kur’an çevirisi imkân dâhilinde değildir. Bu yüzdendir ki meal çalışmamızda Kur’an’da “ne dendiği”nden (lafız ve mantûk) ziyade “ne denmek istendiği”ni (mana ve mefhum) aktarmaya çalıştık. Dolayısıyla... more
Bize göre yorumdan arındırılmış bir Kur’an çevirisi imkân dâhilinde değildir. Bu yüzdendir ki meal çalışmamızda Kur’an’da “ne dendiği”nden (lafız ve mantûk) ziyade “ne denmek istendiği”ni (mana ve mefhum) aktarmaya çalıştık. Dolayısıyla kaynak metinden ziyade amaç metne yönelen işlevselci çeviri kuramından hareketle anlam merkezli tercüme (tefsirî tercüme) tekniğini esas aldık. Ancak bu noktada kişisel kanaatimize veya modern zamanlarda yaygın ve yerleşik kabul gören anlayışlara itibar etmek yerine Kur’an’ın vahyedildiği döneme oldukça yakın zamanlara tanıklık eden müfessirlerin görüşlerine mutlak önem ve öncelik atfettik.
Kur’an’daki kıssalar insanoğlunun her çağda karşılaştığı olaylar ve olgularla ilgili çarpıcı anekdotlar içerir. Geçmiş peygamberler ve toplumlarla ilgili kıssalar ilk bakışta mazinin derinliklerine dair anlatımlar gibi görünse de aslında... more
Kur’an’daki kıssalar insanoğlunun her çağda karşılaştığı olaylar ve olgularla ilgili çarpıcı anekdotlar içerir. Geçmiş peygamberler ve toplumlarla ilgili kıssalar ilk bakışta mazinin derinliklerine dair anlatımlar gibi görünse de aslında hep “şimdi”ye dairdir.

Nüzûl döneminde kıssaların işaret ettiği “şimdi”, Hz. Peygamber ve siretine karşılık gelir. Kur’an’da kıssaların aktarım tarzı nüzul vasatındaki aktüel duruma o denli uygundur ki herhangi bir kıssanın nazil olduğu dönem tespit edildiğinde, ilgili kıssadan hareketle o günkü durum hakkında fikir sahibi olunabilir. Bu bakımdan, Kur’an kıssalarının sadece düz anlam içeriklerini değil, katmanlı anlamlarıyla bize hissettirmek istediklerini de kavrayabilmek için nüzul dönemindeki durum bağlamını iyi bilmek gerekir.

Öte yandan, kıssalar nihai amaca hizmet eden birer araç mesabesindedir. Kur’an’da nihai amaç, tevhid inancını benimsemiş ahlaklı insanlardan müteşekkil bir erdemli toplum ve sosyal hayat düzeni kurmak diye ifade edilebilir. Kur’an’da çerçevesi çizilen tarih perspektifinde, yalın tarihî bilgi aktarmak ehemmiyet arz eden bir mesele değildir. Kıssalardaki gerçeklik modern bilim paradigmasındaki nesnellik, yalınlık, tarafsızlık ve kronolojiye uygunluk gibi özelliklerden çok farklı bir mahiyete sahiptir. Başka bir ifadeyle, Kur’an kıssaları gerçektir; ancak bu gerçeklik her şeyden çok dinî ve ahlâkî değer alanıyla ilgilidir. Kıssaların aktarımındaki temel amacı vurgulayan “bi’l-hak” lafzı da tam olarak bunu ifade etmektedir.

Kitapta:

Kur’an’da Kıssa (Kasas) ve Benzer Kelimlerin Anlam Alanları,

Arap Dili ve Edebiyatında Kıssa ile Ilişkili Diğer Terimler,

Kıssaların Kaynağı Meselesi,

Kıssalar ve Tarihî Gerçeklik Meselesi

Kıssalarda Amaç Meselesi

gibi konuları ve içeriklerini bulacaksınız.
Kur’an’da yaratılış meselesinin sistematik biçimde ele alınıp incelendiği bu çalışmada temel amaç, ilgili âyetlerin ilk hitap çevresinde ifade ettiği anlamları açıklığa kavuşturmak olmuştur. Vahyin nüzulünün boşlukta değil, belli bir... more
Kur’an’da yaratılış meselesinin sistematik biçimde ele alınıp incelendiği bu çalışmada temel amaç, ilgili âyetlerin ilk hitap çevresinde ifade ettiği anlamları açıklığa kavuşturmak olmuştur. Vahyin nüzulünün boşlukta değil, belli bir tarihsel ve toplumsal vasat içerisinde gerçekleştiği hususunda şüphe bulunmadığına göre hem ilk ve aslî mânâyı tespit edebilmek hem de tefsir ve te’vilde ne derece isabet edildiğini görmek için öncelikle nüzul dönemindeki ortamı anlamaya çalışmak vazgeçilemez bir önemi haizdir. Ayrıca bu tarihî ortamı anlama çabası, Kur’an araştırmalarında daha ilmî ve müdellel sonuçlara ulaşılmasının da en doğru ve sağlıklı yoludur.

Kitapta:

Yaratılışla İlgili Kur’an’ın Temel Kavramları,

Göklerin ve Yerin (Kâinat) Yaratılışı,

Altı Günde Yaratma, Yedi Kat Semâ,

Melek ve Cinlerin Yaratılışı

Âdem, Beşer ve İnsanın Yaratılışı,

Bezm-i Elest, Yaratılış ve Evrim…

gibi konularda İslamî literatürdeki zengin bilgi birikimini ve bunun değerlendirmesini bulacaksınız.
Mademki Kur’an, ilâhî mesajı Arapça dışındaki dillerle konuşup anlaşan insanlarla buluşturmak maksadıyla çevrilmektedir; o halde çeviride en önemli husus çevirmenin kaynak metinden ne anladığı değil, okuyucunun amaç metinden ne anlayacağı... more
Mademki Kur’an, ilâhî mesajı Arapça dışındaki dillerle konuşup anlaşan insanlarla buluşturmak maksadıyla çevrilmektedir; o halde çeviride en önemli husus çevirmenin kaynak metinden ne anladığı değil, okuyucunun amaç metinden ne anlayacağı olmalıdır. Diğer bir deyişle, Kur’an tercümesinde temel hedef, işlevselliği hedef kitle açısından optimal düzeyde bir metin üretmek olmalıdır. Tabiatıyla, çevirideki dil ve üslup okur kitlesinin anlayış ve kavrayış düzeyine uygun olmalıdır. Kısacası, çeviride okuru kaynak metne götürmek değil, kaynak metni okurun dil dünyasına getirmek temel hedef olmalıdır. Ne var ki lafzî-literal tercümenin imkân ve sınırları dâhilinde bu hedefe ulaşmak pek mümkün değildir. O halde, Kur’an’ın özellikle ne demek istediğini Arapça dışındaki bir dile sağlıklı biçimde aktarmayı mümkün kılacak çeviri yöntemi, anlam-yorum merkezli çeviri (tefsirî tercüme) yöntemidir.
Bu kitaptaki yazılar, İslam’ın ilk ve erken dönemlerinden bugüne kadar Müslümanların Kur’an, tefsir ve usul anlayışlarından farklı kesitler sunmaktadır. Ancak sunumun tasvirden ziyade tahlil ve tenkit yönü ağır basmaktadır. Diğer bir... more
Bu kitaptaki yazılar, İslam’ın ilk ve erken dönemlerinden bugüne kadar Müslümanların Kur’an, tefsir ve usul anlayışlarından farklı kesitler sunmaktadır. Ancak sunumun tasvirden ziyade tahlil ve tenkit yönü ağır basmaktadır. Diğer bir deyişle, konuların ele alınış ve işlenişinde, “olan”a dair tahlil, tespit ve tenkitler yapılmakta, bu arada “olması gereken”e dair tekliflerde de bulunulmaktadır.
En başından itiraf etmeliyiz ki bu çalışma Kur’an tarihindeki tüm boşlukları doldurmak ve birçok karanlık noktayı tek tek aydınlatmak gibi büyük bir iddia taşımamaktadır. Çünkü kaynaklardan tedarik edebildiğimiz bilgi malzemesi böyle bir... more
En başından itiraf etmeliyiz ki bu çalışma Kur’an tarihindeki tüm boşlukları doldurmak ve birçok karanlık noktayı tek tek aydınlatmak gibi büyük bir iddia taşımamaktadır. Çünkü kaynaklardan tedarik edebildiğimiz bilgi malzemesi böyle bir tarih yazımına imkân tanımamaktadır. Aslında bu çalışma özellikle müslüman araştırmacılara ait eserlerde hemen hemen aynıyla tekrarlanan, çoğunlukla da özgünlük değeri taşımayan görüş ve değerlendirmelerle bezeli Kur’an tarihinin resmî İnkılap tarihinden pek farklı olmamasından dolayı konuyla ilgili meşhur rivayetlerden, hâkim görüş ve genel kabullere kadar birçok meselenin kritik edilmesi gerektiği hususunda farkındalık oluşturmayı amaçlamaktadır.
Peki, ilahi hitap ile ilk muhataplar arasında son derece canlı ve dinamik bir ilişkinin tesis edildiği bu dönemi izleyen zamanlarda ne oldu? Tarihin sonraki uğraklarında olan şuydu: Hz. Peygamber ve ona refakat edenler gitti, ortada... more
Peki, ilahi hitap ile ilk muhataplar arasında son derece canlı ve dinamik bir ilişkinin tesis edildiği bu dönemi izleyen zamanlarda ne oldu? Tarihin sonraki uğraklarında olan şuydu: Hz. Peygamber ve ona refakat edenler gitti, ortada “Mushaf” diye isimlendirilen bir yazılı metin kaldı. Öncekiler gitti, sonrakiler geldi; dil değişti, dünya değişti, tabiatıyla anlama ve anlamanın anlamı da değişti. İşte bu değişim sürecinde Allah artık Hz. Peygamber’in dilinden değil, yazılı dil üzerinden konuşur oldu. Bu konuşma, hem şifahi hitabı anlamayı kendiliğinden kılan zaman, mekan, yani bizzat tecrübe edilen ortam gibi faktörlerden, hem de hitabın mübelliğ ve mübeyyininden sâdır olan jest, mimik, tonlama vb. unsurlardan yoksundu.
Klasik tefsirlerin Kur’an mesajını daha anlaşılır kılmak ve böylece ilâhî kelâmı avam-ı nâsın daha iyi anlamasına katkıda bulunmak gibi bir amaçla yazıldığını söylemek zordur. Gerçi böyle bir maksat üzerine yazılmış tefsirler de... more
Klasik tefsirlerin Kur’an mesajını daha anlaşılır kılmak ve böylece ilâhî kelâmı avam-ı nâsın daha iyi anlamasına katkıda bulunmak gibi bir amaçla yazıldığını söylemek zordur. Gerçi böyle bir maksat üzerine yazılmış tefsirler de mevcuttur; ancak ortaya çıkan ürünlerden hareketle maksadın hâsıl olduğunu söylemek çok kolay değildir. Bunun temel sebeplerinden biri, Ortaçağ İslâm dünyasında tefsirin, bilgi ve entelektüel donanım itibariyle elit zümrelere has bir meşguliyet alanı olmasıdır. Bu yüzden, klasik tefsirlerin hemen hepsinde -tabiri caizse- akademik bir dil kullanılmıştır. Böyle bir dil tefsirde ihtisas sahibi olmayan insanların Kur’an’la doğrudan ilişki kurmalarına müsaade etmediği için, avam-ı nâsın Kur’an mesajına muttali olması genellikle sûfîler, vaizler ve kıssacılar tarafından kullanılan popüler dinî edebiyat vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Esasen bugün de durum çok farklı değildir. Zira günümüzde halkın çok büyük bir kesimi akademik çevrelerdeki tefsir çalışmalarından bihaber olmasına karşın popüler dinî yayınlara epeyce ilgi göstermektedir.
Yirmi üç yıl gibi çok uzun metrajlı bir siret filminin sayısız sahnesine ait replikler mesabesindeki Kur’an ayetlerini filmin senaryosundan yalıtarak sadece replik düzeyinde anlayıp yorumlamaya çalışmak, çoğu zaman anlamsız bir anlam... more
Yirmi üç yıl gibi çok uzun metrajlı bir siret filminin sayısız sahnesine ait replikler mesabesindeki Kur’an ayetlerini filmin senaryosundan yalıtarak sadece replik düzeyinde anlayıp yorumlamaya çalışmak, çoğu zaman anlamsız bir anlam arayışı olarak neticelenir. Çünkü burada aranan esas anlam replikte değil, filmin bütünündedir. Daha önce söylendiği gibi filmin bütünü yirmi üç yıllık siret, filmin seyircide uyandırdığı his veya seyirciye verdiği mesaj ise “Sünnet”tir.
Bize göre yorumdan arındırılmış bir Kur’an çevirisi imkân dâhilinde değildir. Bu yüzdendir ki meal çalışmamızda Kur’an’da “ne dendiği”nden (lafız ve mantûk) ziyade “ne denmek istendiği”ni (mana ve mefhum) aktarmaya çalıştık. Dolayısıyla... more
Bize göre yorumdan arındırılmış bir Kur’an çevirisi imkân dâhilinde değildir. Bu yüzdendir ki meal çalışmamızda Kur’an’da “ne dendiği”nden (lafız ve mantûk) ziyade “ne denmek istendiği”ni (mana ve mefhum) aktarmaya çalıştık. Dolayısıyla kaynak metinden ziyade amaç metne yönelen işlevselci çeviri kuramından hareketle anlam merkezli tercüme (tefsirî tercüme) tekniğini esas aldık. Ancak bu noktada kişisel kanaatimize veya modern zamanlarda yaygın ve yerleşik kabul gören anlayışlara itibar etmek yerine Kur’an’ın vahyedildiği döneme oldukça yakın zamanlara tanıklık eden müfessirlerin görüşlerine mutlak önem ve öncelik atfettik.
Bu kitap Kur’an’ın dil ve metin yapısını yakından tanıma, dolayısıyla ilahi mesajı sağlıklı şekilde anlama çabasının ürünüdür. Bir giriş ve iki ana bölümden oluşan kitapta altı tartışma konusu yer almaktadır. Giriş kısmında, yeni bir... more
Bu kitap Kur’an’ın dil ve metin yapısını yakından tanıma, dolayısıyla ilahi mesajı sağlıklı şekilde anlama çabasının ürünüdür. Bir giriş ve iki ana bölümden oluşan kitapta altı tartışma konusu yer almaktadır. Giriş kısmında, yeni bir söylemenin ötesinde, konuyla ilgili çeşitli bilimsel çalışmalardaki bilgileri kompoze etmek suretiyle Kur’an’ın aslında bir kelam (söz) olduğuna ilişkin bir hatırlatmada bulunulmuştur. Ana muhtevayı oluşturan tartışma konularına gelince; bunlardan ilk üçü, daha ziyade Kur’an’ın dilsel ve metinsel yönüyle ilgili görüldüğü için, Dil ve Metin Merkezli Tartışmalar” başlığını taşıyan birinci bölümde; diğer üç tartışma konusu ise, Kur’an’ın nazım ve edebi üslup özellikleriyle ilgili olmaından dolayı “Retorik Merkezli tartışmalar” başlıklı ikinci bölümde ele alınıp incelenmiştir.
Osmanlı altı asırlık bir zaman diliminde İslam’ın dünya üzerindeki en büyük gücünü temsil etmiş olmasına rağmen modern çağdaki araştırmacılardan genelde İslami ilimler özelde tefsir sahasında hak ettiği ilgiyi yeterince görmemiştir. Bu... more
Osmanlı altı asırlık bir zaman diliminde İslam’ın dünya üzerindeki en büyük gücünü temsil etmiş olmasına rağmen modern çağdaki araştırmacılardan genelde İslami ilimler özelde tefsir sahasında hak ettiği ilgiyi yeterince görmemiştir. Bu ilgisizlik ya da az ilgililik, bu toprakların çocukları oldukları halde atalarının (Osmanlılar) tefsir mirasına bigane kalan tefsir araştırmacılarının tümünü ilgilendiren bir vefasızlık olarak da nitelendirilebilir. Buna mukabil Osmanlılar dönemindeki Kur’an ve tefsir çalışmalarıyla ilgili her yeni ilmi faaliyet bu vefasızlığa karşıt bir duyarlığın ifadesi ve aynı zamanda geciktirilmiş bir vefa borcunu ifa çabası olarak değerlendirilebilir.
Tarihselcilik, “Kur’an’ın söylediği her şey sadece nüzul dönemindeki muhataplar içindir, demek değil, tam tersine o gün müşriklere hitap eden ayetlerin muhatabı bugün pekâlâ müminler olabilir” demeyi de gerektiren bir okuma, anlama ve... more
Tarihselcilik, “Kur’an’ın söylediği her şey sadece nüzul dönemindeki muhataplar içindir, demek değil, tam tersine o gün müşriklere hitap eden ayetlerin muhatabı bugün pekâlâ müminler olabilir” demeyi de gerektiren bir okuma, anlama ve yorumlama biçimidir. Günümüz insanına hangi ayetin ne söylediği veya söylemediği meselesine kafa yormak ve bu konuda sonuç ortaya koymak hiç şüphesiz biz müminlerin işidir. İki yüz elli, hadi bilemediniz azami nispette üç-yüz elli ahkâm ayetinin lafzî mana sınırları dâhilinde, miladi 632 yılından kıyamet gününe kadar ortaya çıkacak tüm içtimaî, hukukî, iktisadî olaylar ve sorunların çözüleceğini savlamak, Allah’ın biz müminlere bahşettiği akıl nimetiyle alay etmek değildir de nedir?
Bilindiği gibi yakın geçmişte Kur’an kıssalarının dili ve tarihsel değeri gibi konularla ilgili birçok şey yazılıp çizildi. Ne var ki konuyla ilgili literatür bu satırların yazarını pek tatmin etmedi. Çünkü hemen tamamı geleneksel bakış... more
Bilindiği gibi yakın geçmişte Kur’an kıssalarının dili ve tarihsel değeri gibi konularla ilgili birçok şey yazılıp çizildi. Ne var ki konuyla ilgili literatür bu satırların yazarını pek tatmin etmedi. Çünkü hemen tamamı geleneksel bakış açısının ürünü olan bu çalışmalardaki temel düşünceler, Allah’ın kıssa aktarımında çok titiz bir tarihçi gibi davrandığı ve arkaik zamanlara dair anlattığı her şeyin tarihî gerçeklikle aynı mahiyette olduğu gibi bir ön kabule dayandırılmıştı. Hâlbuki kıssalar her şeyden önce insan içindi ve gerçekte insanı Allah’ın hoşnut olduğu bir insana dönüştürmek gibi çok esaslı bir maksada matuf idi. Daha açıkçası, kıssalar iman ve güzel ahlakla donanmış insanların teşekkülüne katkı sağlayan bir araç mesabesinde olup çok büyük bir kısmı ilâhî hitaba bizzat muhatap olan toplumun kültür dünyasına aitti.
Cumhuriyet dönemi tefsir edebiyatı gerek telif gerekçeleri gerek içerikleri itibariyle çeşitlilik arz eder. Telif gerekçeleri açısından bakıldığında kimi tefsirlerin klasik literatürdeki ilmî ve dinî mirası Türkçeye aktarma, böylelikle... more
Cumhuriyet dönemi tefsir edebiyatı gerek telif gerekçeleri gerek içerikleri itibariyle çeşitlilik arz eder. Telif gerekçeleri açısından bakıldığında kimi tefsirlerin klasik literatürdeki ilmî ve dinî mirası Türkçeye aktarma, böylelikle geleneği koruma ve yaşatma maksadıyla, kimi tefsirlerin vaaz ve irşad maksadıyla, kimi tefsirlerin modern durumun ortaya çıkardığı sorunlara Kur’an’dan cevaplar bulma ve aynı zamanda Kur’an’ı doğrudan doğruya bugünün dünyasına konuşturma çabasıyla, kimi tefsirlerin de siyasal İslamcılık denilen düşünce çizgisinde ağırlıklı olarak ideolojik saiklerle telif edildiği görülür. Bunlardan başka maksatlar ve saiklerle telif edilmiş tefsirler de mevcuttur. Sonuçta Cumhuriyet dönemindeki telif tefsirlerin ortaya çıkıp hikâyeleri çok çeşitlidir ve bu çeşitlilik eserlerin dil ve muhtevasında da kendini gösterir. Muhteva tahlili yapıldığında Cumhuriyet dönemi tefsir edebiyatının esas itibariyle birkaç eğilimi yansıttığı fark edilir ve bu eğilimler geleneksel, bilimsel/ilmî, tasavvufî/işârî, sosyolojik/içtimai ve eklektik şeklinde başlıklandırılabilir.
İlginçtir, Kur’ân-ı Kerîm diğer bütün kutsal metinlerden daha fazla ilmî çalışma ve araştırmaya konu olduğu, belki de bütün kitaplardan daha fazla hakkında konuşulduğu, üstelik mastar veya isim olarak yetmiş kadar ayette anıldığı ve on... more
İlginçtir, Kur’ân-ı Kerîm diğer bütün kutsal metinlerden daha fazla ilmî çalışma ve araştırmaya konu olduğu, belki de bütün kitaplardan daha fazla hakkında konuşulduğu, üstelik mastar veya isim olarak yetmiş kadar ayette anıldığı ve on beş asırdır müslümanların dilinde vird-i zeban gibi dolaştığı halde “Kur’ân” lafzının hangi dilden, hangi kökten türediği ve tam olarak ne ifade ettiği meselesi halen netleştirilebilmiş değildir.
İslam’ın on dört asrı aşkın tarihi boyunca Müslümanların dinî ilimlere yönelik merkezî ilgileri Kur’an üzerinde yoğunlaşmış ve bu yoğun ilginin doğal bir tezahürü olarak Kur’an’ın anlam hazinesi her zaman ve zeminde yeniden keşfedilmeye... more
İslam’ın on dört asrı aşkın tarihi boyunca Müslümanların dinî ilimlere yönelik merkezî ilgileri Kur’an üzerinde yoğunlaşmış ve bu yoğun ilginin doğal bir tezahürü olarak Kur’an’ın anlam hazinesi her zaman ve zeminde yeniden keşfedilmeye çalışılmıştır. Nüzul döneminden bu yana kesintisiz bir şekilde süregelen anlama ve yorumlama faaliyetlerine paralel olarak İslam tefsir tarihinde beyan, irfan ve burhan merkezli çeşitli yorum yöntemleri ortaya çıkmıştır.

Bu çalışma, temelde irfânî epistemolojinin ürünü olan ve Şia’dan Sünnî tasavvufa kadar oldukça geniş bir kültür havzasında kabul gören ‘bâtınî te’vil’ doktrini ile, tarihsel süreçte Bâtıniyye-İsmâiliyye fırkasının alâmet-i fârikası hâline gelen bu doktrinin İslam tefsir ekolleri üzerindeki izdüşümlerini konu edinmektedir.
Bize göre çağdaşlık kavramına tümden fayda veya tümden zarar mülahazasıyla değer yüklemek, bilhassa din ve medeniyet gibi referansların merkezde yer aldığı, medeniyetler arası rekabetin ezelî-ebedî kavga ve hesaplaşma olarak algılandığı... more
Bize göre çağdaşlık kavramına tümden fayda veya tümden zarar mülahazasıyla değer yüklemek, bilhassa din ve medeniyet gibi referansların merkezde yer aldığı, medeniyetler arası rekabetin ezelî-ebedî kavga ve hesaplaşma olarak algılandığı bir ideolojiye iman etmenin kaçınılmaz kıldığı körlüğün eseridir. Bu tür bir körlükle malul zihniyet, tarihin bir uğrağında kendi medeniyeti inkıraz ve intıhat gibi büyük sıkıntılarla boğuşurken, diğer bazı medeniyetlerin tabir caizse alıp başını gitmesi karşısında büyük bir hınç ve hiddet duyar. Bu durumda öncelikle kendini sorgulaması gerekirken, bir yandan öteki medeniyetlere ta’n edip durur; bir yandan da geçmişin ihtişamında hâl-i hazırın perişanlığına teselli aramakla meşgul olur. XIX. yüzyıldan bu yana İslam dünyasındaki muhafazakâr gelenekçi zihniyetin yaptığı da tam olarak budur.
Klasik tefsirlerin Kur’an mesajını daha anlaşılır kılmak ve böylece ilâhî kelâmı avam-ı nâsın daha iyi anlamasına katkıda bulunmak gibi bir amaçla yazıldığını söylemek zordur. Gerçi böyle bir maksat üzerine yazılmış tefsirler de... more
Klasik tefsirlerin Kur’an mesajını daha anlaşılır kılmak ve böylece ilâhî kelâmı avam-ı nâsın daha iyi anlamasına katkıda bulunmak gibi bir amaçla yazıldığını söylemek zordur. Gerçi böyle bir maksat üzerine yazılmış tefsirler de mevcuttur; ancak ortaya çıkan ürünlerden hareketle maksadın hâsıl olduğunu söylemek çok kolay değildir. Bunun temel sebeplerinden biri, Ortaçağ İslâm dünyasında tefsirin, bilgi ve entelektüel donanım itibariyle elit zümrelere has bir meşguliyet alanı olmasıdır. Bu yüzden, klasik tefsirlerin hemen hepsinde -tabiri caizse- akademik bir dil kullanılmıştır. Böyle bir dil tefsirde ihtisas sahibi olmayan insanların Kur’an’la doğrudan ilişki kurmalarına müsaade etmediği için, avam-ı nâsın Kur’an mesajına muttali olması genellikle sûfîler, vaizler ve kıssacılar tarafından kullanılan popüler dinî edebiyat vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Esasen bugün de durum çok farklı değildir. Zira günümüzde halkın çok büyük bir kesimi akademik çevrelerdeki tefsir çalışmalarından bihaber olmasına karşın popüler dinî yayınlara epeyce ilgi göstermektedir.
FETÖ sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, psikiyatri, antropoloji, teoloji, dinler ve mezhepler tarihi gibi çok çeşitli alanların yanında din-devlet-cemaat-siyaset ilişkisi boyutuyla da değerlendirilmesi gereken bir meseledir. Bütün... more
FETÖ sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, psikiyatri, antropoloji, teoloji, dinler ve mezhepler tarihi gibi çok çeşitli alanların yanında din-devlet-cemaat-siyaset ilişkisi boyutuyla da değerlendirilmesi gereken bir meseledir. Bütün bunlara ulusal ve uluslararası derin devlet ve gizli servis ilişkileri ile kriminal boyut da dâhil edilmelidir. Ancak FETÖ’nün bütün bu boyutlarıyla ele alınıp etraflıca analiz edilmesi tek kişinin üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Uzmanlık alanımız İlahiyat olduğundan, FETÖ meselesi bu çalışmada ağırlıklı olarak teolojik çerçevede değerlendirilecektir. Bununla birlikte çalışmamızda yer yer din-devlet-siyaset ilişkilerine de değinilecektir. Ayrıca dinî boyutta salt FETÖ ile ilgilenilmeyecek, Gülen ve örgütlü çetesinin ilk referans kaynağı olan Said Nursî ve Risâle-i Nur meselesine de sık sık değinilecektir. FETÖ’nün özellikle dinî alanda çok ciddi bir enfeksiyon ürettiği şüphesizdir. Bize ve bizim gibi düşünen sayısız insana göre tam manasıyla enfekte olup etrafa da enfeksiyon saçan bu yapının en temel kaynaklarından biri Said Nursî ve Risâle-i Nur külliyatındaki içerik ve bu içerikte serimlenen dinî anlayış ve zihniyettir.
Yirmi üç yıla yakın bir zaman diliminde tamamlanan nüzul sürecinde Kur’an, epistemik bir nesne olarak algılanmadığı gibi hayatın akışı içerisinde ortaya çıkan her bir tikel sorunun çözümünde başvurulması gereken bir referans metni olarak... more
Yirmi üç yıla yakın bir zaman diliminde tamamlanan nüzul sürecinde Kur’an, epistemik bir nesne olarak algılanmadığı gibi hayatın akışı içerisinde ortaya çıkan her bir tikel sorunun çözümünde başvurulması gereken bir referans metni olarak da kullanılmıyordu. Hz. Peygamber’in vefatından sonraki süreçte sahâbîler de Kur’an’ı her bir mesele için kendisine müracaat edilen bir teşri kaynağı olarak kullanmadıkları gibi tek tek ayetler üzerine tefsir çalışmaları da yapmadılar.
Bugün bir müslüman er kişi, kadının kaburga kemiğinden yaratıldığına ve yaratılıştan arızalı olduğuna inanıyorsa, o kişinin böyle bir inanca sahip olması bizim için mutlaka tashihi gereken bir mesele değildir. Lakin müslüman er kişi bu... more
Bugün bir müslüman er kişi, kadının kaburga kemiğinden yaratıldığına ve yaratılıştan arızalı olduğuna inanıyorsa, o kişinin böyle bir inanca sahip olması bizim için mutlaka tashihi gereken bir mesele değildir. Lakin müslüman er kişi bu inancı karısına/kızına zulmetmeye gerekçe kıldığında iş değişir. Çünkü böyle bir durumda salt bir şeye inanmak değil, sözde inancı ahlâkî bir rezilete düpedüz kılıf yapmak söz konusudur ve bizim adamlık sorunu dediğimiz şey de tam olarak budur. Hep şahit olunduğu üzere İslam toplumlarında dine dayandırılan ya da dinî kılıfa sokulan inanç ve uygulamalar çok kere marazi müslümanlığa gerekçe oluşturmak için kullanılır.


Biz müslümanlar, en ilkeli ahlak hocamız olan vicdanımızın sesine kulak vermedikçe, neye nasıl inanırsak inanalım, hangi inancı Kur’an’ın hakemliğine arzedip sahih ve sağlıklı bir kalıba sokarsak sokalım, adam olma yolunda bir arpa boyu mesafe almamız pek mümkün değildir. Bu sebeple, adamlık yolunda sahih bir niyet ve sağlam bir azim bulunmadıkça, sonsuza dek Kur’an, meal, tefsir okunsa da hemen hiçbir işe yaramaz, onca okuma hiçbir yaraya merhem olmaz. Nitekim şimdilerde kâh pîşekar, kâh şakşakçı, kâh figüran rolünde sahnelediğimiz tiyatro da budur.
Bu kitap, tarihin şimdiki uğrağından tam bin küsur yıl önce dar-ı bekaya irtihal etmiş olan mu’tezili müfessir Ebu Müslim Muhammed B. Bahr el- İsfahani’ye maalesef ülkemizde vaktinde eda edilmemiş bir vefa borcunun kazasıdır.
Bugüne değin yazdıklarımın hemen hepsinin genelde İlahiyat, özelde tefsir alanıyla ilgili olması daha ziyade bu alan dâhilinde yazmamı gerektirse de İlahiyat’ın dinler tarihinden felsefeye, sosyolojiden antropolojiye kadar çok geniş bir... more
Bugüne değin yazdıklarımın hemen hepsinin genelde İlahiyat, özelde tefsir alanıyla ilgili olması daha ziyade bu alan dâhilinde yazmamı gerektirse de İlahiyat’ın dinler tarihinden felsefeye, sosyolojiden antropolojiye kadar çok geniş bir bilgi ve kültür alanını kapsaması hem yazı imkânımızı hem de yazacağımız konuları genişletmektedir. Tefsir dışındaki alanlarda kalem oynatmamız ancak şahsi kanaatlerimizi belirtmekten ibaret olabilir. Güncel ve aktüel bağlamda sürpriz gelişmeler olmadıkça, konu tercihlerimiz daha ziyade insan, varlık, tarih, din, ahlak, dünyaya ve eşyaya bakış gibi tarih-üstü meselelerle çerçevelendirilebilir.