Cehennem
66 Followers
Recent papers in Cehennem
Fıtratında sonsuzluk düşüncesi olan insanoğlunu ebedilik arzusu epeyce meşgul etmiş ve bu alanda araştırma yapmaya sevk etmiştir. Nitekim cennet ile cehennemin kıyamet sonrası var olacağı hususunda problem yokken; şu anda mevcut olup... more
Fıtratında sonsuzluk düşüncesi olan insanoğlunu ebedilik arzusu epeyce meşgul etmiş ve bu alanda araştırma yapmaya sevk etmiştir. Nitekim cennet ile cehennemin kıyamet sonrası var olacağı hususunda problem yokken; şu anda mevcut olup olmadığı, Hz. Âdem'in konulduğu cennetinin ebediyet cenneti mi yoksa yeryüzünde bir bahçe mi olduğu hususlarına cevaplar aranmıştır. Bununla birlikte cennet ile cehennemin ebedi mi yoksa fani mi olduğu konusu sürekli tartışılmış ve ortaya farklı yorumlar çıkmıştır. Biz de tezimizde bu soruların doğru cevaplarını bulmaya gayret ettik. Çalışmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında ebedilik anlamı taşıyan, ebediliği çağrıştıran ve birlikte kullanıldıklarında da sonsuzluk vurgusu yapan kelimelerin dilbilimsel incelemesini yaptık. Birinci bölümde, Hz. Âdem'in yaratılıp konulduğu, sonra da çıkarıldığı cennetin ebediyet cenneti olup olmadığı hususunu ve cennet ile cehennemin şu anda yaratılmış olup olmadığı konusunu inceledik. Asıl konumuz olan cennet ile cehennemin ebediliğine ayırdığımız ikinci bölümde ise cennet ile cehennemin sonsuzluğu hakkındaki görüşlere yer verip, delilleri sıraladık ve son olarak da konu ile ilgili delilleri değerlendirmeye gayret ettik. Neticede Hz. Âdem'in konulduğu cennet ebediyet cennetidir. Cennet de cehennem de yaratılmıştır ve içindekilerle birlikte ebedidir, sonsuza dek var olacaklardır.
Anahtar Kelimeler: Hz. Adem, Cennet, Cehennem, Ebediyet, Fanilik.
The eternal desire has made quite busy the human being that has eternity idea in his nature and has led to research in this area. Indeed, There is no problem on the issue that the hell and the heaven will be after the Doomsday. But the replies have been searched whether if the heaven that Prophet Adam was placed has been an eternity heaven or a garden on earth. However, it has been constantly argued whether if the heaven and the hell are forever or mortal thus different comments have came out. In our thesis, we have endeavored to find the correct answers of the questions.Our work consists of introduction and two sections. In the introduction, The linguistic analysis was done of the words which mean and remind the eternity and make the stress of eternity when used together. In the first section, it was diagnosed the heaven whether if the heaven was eternity heaven or not that Prophet Adam was created, placed and then was taken out. We also have examined the heaven and the hell have been created now or not. In the second section, which is separated for our actual topic, we have given place the opinions about the eternity of the hell and the heaven, have sorted the evidences and finally we have endeavored to evaluate the evidences.Eventually, the Heaven where Prophet Adam was placed is an eternity heaven. Both the Heaven and The Hell have been created and both of them are forever with theirs in them. They will be forever.
Key Words: Prophet Adam, Heaven, Hell, Eternity,Transiency.
Anahtar Kelimeler: Hz. Adem, Cennet, Cehennem, Ebediyet, Fanilik.
The eternal desire has made quite busy the human being that has eternity idea in his nature and has led to research in this area. Indeed, There is no problem on the issue that the hell and the heaven will be after the Doomsday. But the replies have been searched whether if the heaven that Prophet Adam was placed has been an eternity heaven or a garden on earth. However, it has been constantly argued whether if the heaven and the hell are forever or mortal thus different comments have came out. In our thesis, we have endeavored to find the correct answers of the questions.Our work consists of introduction and two sections. In the introduction, The linguistic analysis was done of the words which mean and remind the eternity and make the stress of eternity when used together. In the first section, it was diagnosed the heaven whether if the heaven was eternity heaven or not that Prophet Adam was created, placed and then was taken out. We also have examined the heaven and the hell have been created now or not. In the second section, which is separated for our actual topic, we have given place the opinions about the eternity of the hell and the heaven, have sorted the evidences and finally we have endeavored to evaluate the evidences.Eventually, the Heaven where Prophet Adam was placed is an eternity heaven. Both the Heaven and The Hell have been created and both of them are forever with theirs in them. They will be forever.
Key Words: Prophet Adam, Heaven, Hell, Eternity,Transiency.
- by İbrahim Toprak
- •
- Hell, Eternity, Heaven, Cennet
Adnan Oktar (Harun Yahya) Giriş Sonsuzluk kelimesi sizin için ne ifade eder? manzara, akan su Sonsuz zaman deyince genellikle insanların aklına yüz bin yıl, bir milyon yıl ya da bir milyar yıl gibi rakamlar gelir. Bu sürelerin çok... more
Adnan Oktar (Harun Yahya)
Giriş
Sonsuzluk kelimesi sizin için ne ifade eder?
manzara, akan su
Sonsuz zaman deyince genellikle insanların aklına yüz bin yıl, bir milyon yıl ya da bir milyar yıl gibi rakamlar gelir. Bu sürelerin çok uzun olduğu, asla tükenmeyeceği düşünülür. Sonsuz uzaklık deyince de yine genellikle akıllara yüz bin ışık yılı, bir milyon ışık yılı ya da bir milyar ışık yılı gibi uzaklıklar gelir.
Oysa bunlar son derece sınırlı düşünceler ve kavramlardır. Şöyle bir örnekle sonsuzluğun ne derece olağanüstü bir büyüklük olduğunu vurgulayabiliriz: Yüz katrilyon insan olsa, tüm hayatları boyunca gece gündüz hiç durmadan sayı saysalar, üstelik yüz katrilyon yıl ömürleri olsa ve ömürleri boyunca başka hiçbir iş yapmadan bu işle uğraşsalar, yine de sonsuzluğa ulaşamazlar. Çünkü sonsuzluk, hiç bitmeyecek, başı ve sonu olmayan bir büyüklüğü ifade eder.
Allah öyle büyük bir ilme sahiptir ki insana göre "sonsuz" olan ve bu yüzden asla hesaplamaya güç yetiremeyeceği bu kavram, Allah'ın Katında sona ermiştir. Bizim için sonsuzluk asla ulaşılamayacak bir kavram gibi görünür ama aslında Allah Katında sonsuzluk tek bir andır…
Elinizdeki kitapta sonsuzluk, zamansızlık, mekansızlık konularında hiçbir yerde bulamayacağınız açıklamaları görecek ve sonsuzluğun aslında başlamış olduğuna dair son derece önemli gerçeklerle karşılaşacaksınız. Böylece Allah'ın yüceliğini, büyüklüğünü ve yaratma sanatını bir kez daha takdir etme fırsatı bulacaksınız. İnsanların her zaman merak ettikleri; Allah'ın nerede olduğu, ölümün mahiyeti, öldükten sonra yeniden dirilme, insan için sonsuz bir yaşamın varlığı, tüm bunların ne zaman olacağı gibi pek çok sorunun da yanıtını bulacaksınız.
Ama tüm bunlara geçmeden önce, anlatılacak konuların rahatlıkla kavranabilmesi açısından, yaşadığımız dünyadaki "maddenin gerçek niteliği" ve "zamansızlık" konuları detaylı olarak incelenecektir.
Giriş
Sonsuzluk kelimesi sizin için ne ifade eder?
manzara, akan su
Sonsuz zaman deyince genellikle insanların aklına yüz bin yıl, bir milyon yıl ya da bir milyar yıl gibi rakamlar gelir. Bu sürelerin çok uzun olduğu, asla tükenmeyeceği düşünülür. Sonsuz uzaklık deyince de yine genellikle akıllara yüz bin ışık yılı, bir milyon ışık yılı ya da bir milyar ışık yılı gibi uzaklıklar gelir.
Oysa bunlar son derece sınırlı düşünceler ve kavramlardır. Şöyle bir örnekle sonsuzluğun ne derece olağanüstü bir büyüklük olduğunu vurgulayabiliriz: Yüz katrilyon insan olsa, tüm hayatları boyunca gece gündüz hiç durmadan sayı saysalar, üstelik yüz katrilyon yıl ömürleri olsa ve ömürleri boyunca başka hiçbir iş yapmadan bu işle uğraşsalar, yine de sonsuzluğa ulaşamazlar. Çünkü sonsuzluk, hiç bitmeyecek, başı ve sonu olmayan bir büyüklüğü ifade eder.
Allah öyle büyük bir ilme sahiptir ki insana göre "sonsuz" olan ve bu yüzden asla hesaplamaya güç yetiremeyeceği bu kavram, Allah'ın Katında sona ermiştir. Bizim için sonsuzluk asla ulaşılamayacak bir kavram gibi görünür ama aslında Allah Katında sonsuzluk tek bir andır…
Elinizdeki kitapta sonsuzluk, zamansızlık, mekansızlık konularında hiçbir yerde bulamayacağınız açıklamaları görecek ve sonsuzluğun aslında başlamış olduğuna dair son derece önemli gerçeklerle karşılaşacaksınız. Böylece Allah'ın yüceliğini, büyüklüğünü ve yaratma sanatını bir kez daha takdir etme fırsatı bulacaksınız. İnsanların her zaman merak ettikleri; Allah'ın nerede olduğu, ölümün mahiyeti, öldükten sonra yeniden dirilme, insan için sonsuz bir yaşamın varlığı, tüm bunların ne zaman olacağı gibi pek çok sorunun da yanıtını bulacaksınız.
Ama tüm bunlara geçmeden önce, anlatılacak konuların rahatlıkla kavranabilmesi açısından, yaşadığımız dünyadaki "maddenin gerçek niteliği" ve "zamansızlık" konuları detaylı olarak incelenecektir.
Bu makalede, Muhammed Esed'in (1900-1992), Kur'an MesajI adlı eserinin giriş kısmında verdiği çeviri bilgilerini ve yöntemini eserinde ne kadar uyguladığı ve bu temel ilkelere bağlı kalıp kalmadığı incelenmiştir. Bu çalışma sürecinde,... more
Bu makalede, Muhammed Esed'in (1900-1992), Kur'an MesajI adlı eserinin giriş kısmında verdiği çeviri bilgilerini ve yöntemini eserinde ne kadar uyguladığı ve bu temel ilkelere bağlı kalıp kalmadığı incelenmiştir. Bu çalışma sürecinde, Esed'in meal-tefsirinin önsözünde, nüzul dönemi Araplarının kullandıkları dilsel verileri esas ittihaz etmenin sağlıklı bir Kur'an çevirisinin ön koşulu olduğunu söylemesine rağmen; mealinde bu prensibi sık sık ihlal ettiği, Kur'an kıssalarında geçen bazı irrasyonel ifadeleri, nüzul dönemindeki Araplara özgü dilde saklı olan fikriyat ve hissiyat ile hiçbir ortak paydası bulunmayan bir dil ve yorum anlayışıyla ya büsbütün sembolik addettiği veya rasyonelleştirme çabası içine girdiği görülmüştür. Esed'in aynı yorum anlayışı, uhrevi alemle ilgili
tasvirlerin yer aldığı ayetlere de tatbik ettiği, ayetlerdeki bazı kelimeleri ya hakikate ya da mecaza hamletmek suretiyle izahı oldukça güç bir tutarsızlık sergilediği ve yorumlarının da son
derece aşırı ve bâtınî karakterli olduğu görülmüş ve bütün bunların ayrıntıları örneklerle gösterilmeye çalışılmıştır.
tasvirlerin yer aldığı ayetlere de tatbik ettiği, ayetlerdeki bazı kelimeleri ya hakikate ya da mecaza hamletmek suretiyle izahı oldukça güç bir tutarsızlık sergilediği ve yorumlarının da son
derece aşırı ve bâtınî karakterli olduğu görülmüş ve bütün bunların ayrıntıları örneklerle gösterilmeye çalışılmıştır.
Kur’an indikten sonra sonsuzluk ve tevhid anlaşıldığından, eski inançlar neshedilmiş ve bölücü olduklarından şirk sayılmışlardır. Yani herkes bir şeylere tapıyor. Fakat sınırlı, fâni, somut maddî şeylere tapmak, artık insanlık için en... more
Kur’an indikten sonra sonsuzluk ve tevhid anlaşıldığından, eski inançlar neshedilmiş ve bölücü olduklarından şirk sayılmışlardır. Yani herkes bir şeylere tapıyor. Fakat sınırlı, fâni, somut maddî şeylere tapmak, artık insanlık için en büyük suç sayılmıştır.. Yani çocuklar için gerekli olan şeyler, bugün büyükler için en büyük günah sayılıyor. Freud gibi bazıları, Allah inancı insan bilincinin bir ürünüdür diyorlar. Kur’an ise bu ibtidai aşama üzerinde durmuyor; direkt olarak varlık ve kâinat kadar açık ve somut olan Allah’ın isimlerini bizlere gösteriyor; bu konuda da mucize olduğunu isbat ediyor. Carl Jung ise baba, güneş ve kral gibi simgelerin sadece insan beyni içinde var olmadığını, bunların kâinatın evrensel, bilinçli yazılımı içinde büyük arketipler olduğunu isbat etti. Freud’un bilinçaltı tabirini yeterli görmeyip kâinat kadar derin ve geniş olan bu gaybî boyuta bilinçdışı dedi. İnsanın ve insan bilincinin bütün kâinatla
entegre olduğunu gösterdi.
** Bu makale Marifet ve Velayet - Allah'ı Bilmek ve Allah'a Yakınlık kitabında yer almaktadır.
entegre olduğunu gösterdi.
** Bu makale Marifet ve Velayet - Allah'ı Bilmek ve Allah'a Yakınlık kitabında yer almaktadır.
Mekke’deki müşrikler Allah’ın varlığına inandıkları halde, O’nu gökte oturmuş, hiçbir şeye karışmayan aşkın bir Zât olarak tahayyül ediyorlardı. İşte bu Rahman suresi ve özellikle 19. sure olan Meryem suresi gibi Mekkî surelerde Allah’ın... more
Mekke’deki müşrikler Allah’ın varlığına inandıkları halde, O’nu gökte oturmuş, hiçbir şeye karışmayan aşkın bir Zât olarak tahayyül ediyorlardı. İşte bu Rahman suresi ve özellikle 19. sure olan Meryem suresi gibi Mekkî surelerde Allah’ın Rahman sıfatına önemli vurgular yapılmış-tır... Bu surenin ilk âyeti “Er-Rahman” olduğu gibi; bütün sure adeta bu sıfatın mahiyetini tefsir ediyor. Diyor ki: “Allah Rahman”dır. Dolayısıyla, görür, işitir, bilir, irade eder, yaratır. Yani bütün sübutî, (müsbet) kutsal sıfatlara sahiptir. Başta insanların yaratılması olmak üzere herşeye, her şe’niyle bakar ilgilenir, dualarını işitir, ihtiyaçlarını temin eder...
Medenî sureler ise -Yahudi ve diğer Ehl-i Kitabın teşbih akidesinin aksine olarak- Allah’ın (müsbet) aşkınlığına ve O’nun yüceliğine vurgu için daha çok “Allah” ism-i celilini zikretmiş-lerdir. Çünkü bu kelimenin mânâsı, kavram, etimolojik ve mefhum olarak “Aşkın, Vâcip Zât” demektir.
Bu hakikat hiçbir felsefe ile anlaşılmadığından, ancak fıtrî ve kelamî vahylerle bilinebileceğinden konusu fıtrî (biyolojik) ve kelamî vahy olan 19. sure (Meryem suresi) bu geniş ve güzel gerçeği vurgulamak için 16 kere “Rahman” ismini zikretmiştir.
Medenî sureler ise -Yahudi ve diğer Ehl-i Kitabın teşbih akidesinin aksine olarak- Allah’ın (müsbet) aşkınlığına ve O’nun yüceliğine vurgu için daha çok “Allah” ism-i celilini zikretmiş-lerdir. Çünkü bu kelimenin mânâsı, kavram, etimolojik ve mefhum olarak “Aşkın, Vâcip Zât” demektir.
Bu hakikat hiçbir felsefe ile anlaşılmadığından, ancak fıtrî ve kelamî vahylerle bilinebileceğinden konusu fıtrî (biyolojik) ve kelamî vahy olan 19. sure (Meryem suresi) bu geniş ve güzel gerçeği vurgulamak için 16 kere “Rahman” ismini zikretmiştir.
İblis, şeytanın özel ismidir. Müslüman filologlar bu kelimenin, " Allah'ın rahme-tinden tümüyle ümit kesmek " anlamında b-l-s kökünden türemiş olduğu kanaatin-dedirler. İblis " Allah'ın düşmanı " ve/veya sadece " Düşman " diye de... more
İblis, şeytanın özel ismidir. Müslüman filologlar bu kelimenin, " Allah'ın rahme-tinden tümüyle ümit kesmek " anlamında b-l-s kökünden türemiş olduğu kanaatin-dedirler. İblis " Allah'ın düşmanı " ve/veya sadece " Düşman " diye de isimlendirilir. Fakat genellikle " Şeytan " diye anılır. İblis Kur'an'da âlemin yaratılışıyla ilgili olarak iki noktada karşımıza çıkar. Şöyle ki Allah Adem'i çamurdan yaratır ve ona hayat nefesini üfler. Ardından meleklere bu ilk insana saygı göstermelerini (secde) emreder. Fakat İblis, " Ben kararmış bir çamurdan yarattığın bu insana saygı göstermem " diye itiraz eder. Bunun üzerine Allah, " Defol oradan. Artık sen kovuldun. Kıyamete kadar sana lanet olsun " (al-Hijr 15/33-35) der. Bu arada İblis, cezasının kıyamete kadar tehir edilmesini ister. Allah onun bu talebini kabul eder ve ona gerçek iman ve ibadet sahibi olmayan herkesi saptırma gücü bahşeder. Evet, Allah İblis'e kıyamet gününe kadar insanları ayartma izin verir; ancak onun Allah'a gerçekten kulluk edenler üzerinde hiçbir nüfuzu yoktur. İblis ilk olarak Adem ve Havva'yı Allah'ın emrine karşı gelme hususunda ayartıp onları ölümsüzlük ağacının meyvesinden yemeleri için kışkırtır. İblis kıyamet koptuktan sonra kendi yandaşları ve günahkârlarla birlikte cehenneme atılır.
- by Mustafa Öztürk
- •
- Satan, Iblis, şeytan, Cehennem
Din psikolojisi bilim dalının incelediği önemli konularından birisi de dini tasavvurlardır. Çeşitli dini tasavvurlar içerisinde, cennet ve cehennem tasavvurları da bu alanda önemli bir yer teşkil etmektedir. Cennet ve cehennem... more
Din psikolojisi bilim dalının incelediği önemli konularından birisi de dini tasavvurlardır. Çeşitli dini tasavvurlar içerisinde, cennet ve cehennem tasavvurları da bu alanda önemli bir yer teşkil etmektedir. Cennet ve cehennem tasavvurları, zihinsel gelişim, başta
aile olmak üzere çeşitli sosyal çevre faktörleri ve bağlı olunan dinin inanç esasları tarafından etkilenebilmektedir. Bununla birlikte çocukların cennet ve cehennem tasavvurları,
yetişkin kişilerin bu konudaki tasavvurlarından belirli farklılıklar göstermektedir. Bu
araştırmada gerek somut gerekse soyut düzeyde cennet ve cehennem tasavvurlarını belirleyebilmek için uygun bir örnek/em oluşturan ilköğretim okulu öğrencilerinin cennet ve
cehennem tasavvurları bu konudaki ifadelerinden hareketle tespit edilmeye çalışılmıştır.
Imaginations of Heaven and Hell in Children (Sample of Primary School Students)
Among one of the important matters on which Psychology of Religion studies is religious imaginations. Among them, the imaginations of heaven and hell also have an important place in this field. The imaginations of he av en and hel! and mental development may be influenced by various social environmental factors, bejare all by family, and religious beliefs. However, children's imaginations of heaven and hell show certain differences from adult's imaginations in this matter. In this study, the imaginations of heaven and hell of primary school students who constitute suitable samples to determine their imaginations of heaven and hell in both concrete and abstract levels have been tried to identify based on their expressions in this matter.
aile olmak üzere çeşitli sosyal çevre faktörleri ve bağlı olunan dinin inanç esasları tarafından etkilenebilmektedir. Bununla birlikte çocukların cennet ve cehennem tasavvurları,
yetişkin kişilerin bu konudaki tasavvurlarından belirli farklılıklar göstermektedir. Bu
araştırmada gerek somut gerekse soyut düzeyde cennet ve cehennem tasavvurlarını belirleyebilmek için uygun bir örnek/em oluşturan ilköğretim okulu öğrencilerinin cennet ve
cehennem tasavvurları bu konudaki ifadelerinden hareketle tespit edilmeye çalışılmıştır.
Imaginations of Heaven and Hell in Children (Sample of Primary School Students)
Among one of the important matters on which Psychology of Religion studies is religious imaginations. Among them, the imaginations of heaven and hell also have an important place in this field. The imaginations of he av en and hel! and mental development may be influenced by various social environmental factors, bejare all by family, and religious beliefs. However, children's imaginations of heaven and hell show certain differences from adult's imaginations in this matter. In this study, the imaginations of heaven and hell of primary school students who constitute suitable samples to determine their imaginations of heaven and hell in both concrete and abstract levels have been tried to identify based on their expressions in this matter.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Yalnızca Kuran'ı rehber edinenler, batıl olan inançlardan tamamen uzaklaşır, dünyada ve ahirette sonsuza dek sürecek güzel bir yaşama sahip olmayı umut edebilirler. Günümüzde insanların büyük bir bölümü, dünya... more
Adnan Oktar (Harun Yahya)
Yalnızca Kuran'ı rehber edinenler, batıl olan inançlardan tamamen uzaklaşır, dünyada ve ahirette sonsuza dek sürecek güzel bir yaşama sahip olmayı umut edebilirler.
Günümüzde insanların büyük bir bölümü, dünya üzerinde yaşanan kaostan, kargaşadan, kavgalardan, sıkıntılardan, insaniyetsizlikten, çekişmelerden, samimiyetsizliklerden, bencilliklerden ve yalancılıktan uzaklaşmanın, huzur, güven ve barış içinde bir hayat kurmanın yollarını aramaktadır.
Bu amaçla bir arayış içine giren bazı kişiler özledikleri huzur ve mutluluğu, Hinduizm ve Budizm gibi dinlerde bulabileceklerini zannederler. Doğu dinlerinin gizemli ve mistik havası, meditasyon benzeri uygulamaları ve bu dine mensup olan kişilerin tavırlarındaki, giyimlerindeki, konuşmalarındaki ve ibadet şekillerindeki farklılık birçok insanın bu dinlerden etkilenmelerine neden olmaktadır.
Ancak Hinduizm ve Budizm gibi dünyanın bilinen en eski dinleri olarak kabul edilen inançlar, her ne kadar bazı güzel ahlak mesajları içerseler de, hak din değildirler. Muhtemelen zaman içinde yaygın olarak kabul edildikleri toplumların gelenek ve görenekleri ile karışmış ve bazı insanların da kasıtlı olarak ekledikleri hurafeler ve yanlış inançlarla bozularak günümüzdeki batıl şekillerini almışlardır. Bu nedenle bu dinlerin akıl ve mantıkla çelişen birçok düşünce ve uygulamaları bulunmaktadır.
Son zamanlarda ülkemizde de gündeme gelen Karma inancı, bu batıl dinlerin önemli bir özelliğidir. Karma felsefesi, insanları bazı olumlu ahlaki özelliklere özendirmektedir ancak bunun yanında birçok sapkın ve batıl inancı da içermektedir. Karma'nın temelini oluşturan bu batıl inançların insanlar için bir kurtuluş yolu olması, insanlara mutlak bir huzur ve güven getirmesi ise kesinlikle mümkün değildir. Tam aksine bu inançlar insanı daha karmaşık bir ruh haline, çarpık bir bakış açısına ve yanlış uygulamalara yöneltmektedir. Elinizdeki kitapta bu yanlış uygulama ve fikirler ele alınacaktır.
Yalnızca Kuran'ı rehber edinenler, batıl olan inançlardan tamamen uzaklaşır, dünyada ve ahirette sonsuza dek sürecek güzel bir yaşama sahip olmayı umut edebilirler.
Günümüzde insanların büyük bir bölümü, dünya üzerinde yaşanan kaostan, kargaşadan, kavgalardan, sıkıntılardan, insaniyetsizlikten, çekişmelerden, samimiyetsizliklerden, bencilliklerden ve yalancılıktan uzaklaşmanın, huzur, güven ve barış içinde bir hayat kurmanın yollarını aramaktadır.
Bu amaçla bir arayış içine giren bazı kişiler özledikleri huzur ve mutluluğu, Hinduizm ve Budizm gibi dinlerde bulabileceklerini zannederler. Doğu dinlerinin gizemli ve mistik havası, meditasyon benzeri uygulamaları ve bu dine mensup olan kişilerin tavırlarındaki, giyimlerindeki, konuşmalarındaki ve ibadet şekillerindeki farklılık birçok insanın bu dinlerden etkilenmelerine neden olmaktadır.
Ancak Hinduizm ve Budizm gibi dünyanın bilinen en eski dinleri olarak kabul edilen inançlar, her ne kadar bazı güzel ahlak mesajları içerseler de, hak din değildirler. Muhtemelen zaman içinde yaygın olarak kabul edildikleri toplumların gelenek ve görenekleri ile karışmış ve bazı insanların da kasıtlı olarak ekledikleri hurafeler ve yanlış inançlarla bozularak günümüzdeki batıl şekillerini almışlardır. Bu nedenle bu dinlerin akıl ve mantıkla çelişen birçok düşünce ve uygulamaları bulunmaktadır.
Son zamanlarda ülkemizde de gündeme gelen Karma inancı, bu batıl dinlerin önemli bir özelliğidir. Karma felsefesi, insanları bazı olumlu ahlaki özelliklere özendirmektedir ancak bunun yanında birçok sapkın ve batıl inancı da içermektedir. Karma'nın temelini oluşturan bu batıl inançların insanlar için bir kurtuluş yolu olması, insanlara mutlak bir huzur ve güven getirmesi ise kesinlikle mümkün değildir. Tam aksine bu inançlar insanı daha karmaşık bir ruh haline, çarpık bir bakış açısına ve yanlış uygulamalara yöneltmektedir. Elinizdeki kitapta bu yanlış uygulama ve fikirler ele alınacaktır.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Giriş Din ahlakından uzak toplumlarda yaşayan insanların büyük bir kısmının hayat anlayışları ve yaşama amaçları birbirine benzer. İlk bakışta birbirinden farklı görünse de, aslında temelde aynıdır. Çünkü... more
Adnan Oktar (Harun Yahya)
Giriş
Din ahlakından uzak toplumlarda yaşayan insanların büyük bir kısmının hayat anlayışları ve yaşama amaçları birbirine benzer. İlk bakışta birbirinden farklı görünse de, aslında temelde aynıdır. Çünkü içinde bulundukları şartlar değişse de, dünyaya yönelik istekleri, tutkuları, hırsları, planları, idealleri ve emelleri son derece benzerdir.
İnsanın karakterinin şekil almaya başladığı ilk yıllar çocukluk yıllarıdır. Bu yıllarda çocukların oldukça sorumsuz ve dünyadan habersiz bir yaşantısı olur. Ardından okul hayatı ve gençlik yılları gelir. Bu yıllarda amaç, kalabalık bir arkadaş çevresi edinmek, okulda popüler bir insan olmak, modaya uygun markalarda kıyafetler giyinmek, çevresindekilere gösteriş yapmak gibi klasik isteklerle sınırlıdır. Ardından okul biter ve iş hayatı başlar. İş hayatında kişi kendi mesleğinde yükselmeye, daha çok para kazanmaya, daha üst bir mevkiye ulaşmaya çalışır. Bunun için tüm vaktini ve imkanlarını kullanır. Bu arada iyi bir eş bulup evlenmek ve bir an önce "çoluk çocuk sahibi olmak" için de uğraşır. Dünyadaki tek önemli olayın -kendi deyimiyle- "mutlu bir yuva kurmak" olduğunu düşünür. Kısacası doğar, büyür, eğitim görür, iş hayatına atılır, evlenir, çocuk sahibi olur, bu arada gücü yettiğince para ve itibar kazanmaya çalışır, sonra çocuklarını evlendirir, torun sahibi olur… Ve böyle belirli birkaç dünyevi amaç ve idealle yaşar. Elbette ki bunların tümü dünya hayatında gerekli olan ve Müslümanların şevkle yerine getirdikleri işlerdir ancak her insan asıl amacını unutmadan, dünyada imtihan edildiğini, dünyanın ahiret için bir hazırlık yeri olduğunu bilerek hareket etmekle sorumludur.
Allah üstün güç sahibi Yaratıcımız'dır ve O'nun kudreti karşısında her insanın yapması gereken kulluk görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmektir. İman sahibi bir insan ibadetlerine gösterdiği titizlikle kendini belli eder. Allah'ın farz kıldığı zekat, 5 vakit namaz, abdest ve oruç gibi ibadetlerini yaşamı boyunca şevkle sürdürür. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
"İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah'ın evi Kâbe'yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak. (Buhârî, Îmân 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)
Yıllar hızla geçer ve hiç ummadığı bir anda hayatın en büyük ve kaçınılmaz gerçeklerinden biriyle karşılaşır. Ölüm vakti gelmiştir; belki 50, belki 60 veya en fazla 70 yaşındayken bu dünyadan ayrılır.
O ana kadar ölümü ya hiç düşünmemiş veya çok az düşünmüştür. Çevresinde birçok insanın ölümüne şahit olmuştur, ama kendi ölümünü her zaman uzak görmüştür. Hayatı boyunca ölümün düşüncesine bile yanaşmamıştır; çünkü ölümü aklına bile getirmeyecek kadar dünyevi hırslara kapılmıştır. Bu yüzden Yüce Allah'ın rızası, cennet, cehennem gibi konulara çok uzaktır; bu gerçekler üzerinde düşünerek hayatının gerçek amacını kavrayamamıştır. Dünyada bulunduğu süre boyunca, olması gerekenden çok farklı hedefler, planlar ve çıkarlar peşinde olmuştur. Dünya için çok çalışmıştır ama ölümden sonrası için hiçbir hazırlığı yoktur.
İşte bu durumdayken, hiç ummadığı bir anda uykudan uyanır gibi, hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde ölüm ile karşılaşır. Son bir pişmanlıkla geri dönmek ister, yalvarır. Ama artık çok geçtir. Allah bu insanın ve benzerlerinin durumunu Secde Suresi'nde şöyle haber verir:
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız." Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 11-12)
Peki insan bu duruma nasıl düşer? Asla telafisi olmayan bir pişmanlığa kapılana kadar gerçeklerden nasıl kaçar? Dünyada bulunuş amacını nasıl göz ardı eder?
İnsanların böylesine hayati gerçekleri göz ardı etmek ve bunu yaparken de kendi kendilerini avutmak için kullandıkları bazı savunma mekanizmaları vardır. Bunlardan biri ve belki de en etkilisi insanın "kendi kendini kandırması"dır. Kendini kandıran insan, başta ölüm olmak üzere tüm gerçeklerden ve sorumluluklardan kaçabileceğini zanneder. Oysa kendini kandırmak insanın kurtuluşu için bir çare değildir; aksine dünyada bulunuşunun gerçek amacını anlamazlıktan gelmek, insanı, sonu cehennemle bitecek çıkmaz bir yola sürükler. Öyleyse insanın yapması gereken, gerçekleri göz ardı ederek kendisini kandırmayı bir kenara bırakması ve Allah'ın kendisine dünyada tanıdığı süreyi en iyi şekilde değerlendirmesidir.
Şimdi tüm bunları bir de kendiniz için düşünün. Bugüne kadar yukarıda tarif ettiğimiz çerçevede bir yaşantınız olmuş olabilir. Siz de hayatınızın gerçek amacı üzerinde düşünmemiş, sizi yaratmış olan Allah'a karşı sorumluluklarınızı bir kenara bırakmış, kendinizi aldatarak bir yaşam sürdürmüş olabilirsiniz. Eğer bu durumdayken bir anda ölümle ve ardından da ebedi pişmanlıkla karşılaşmak istemiyorsanız, bu kitapta anlatılan gerçekleri ciddi bir şekilde düşünerek okumalısınız. Çünkü bu kitapta, insanların hayatları boyunca kendilerini kandırdıkları konular açıklanmakta ve anlamazlıktan geldikleri gerçekler hatırlatılmaktadır.
Unutmayın, ölüm anında uyanmak ve gerçekleri görmek insana fayda sağlamayacaktır. Allah bu konuda insanları kesin bir şekilde uyarmaktadır:
Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi, 10-11)
Giriş
Din ahlakından uzak toplumlarda yaşayan insanların büyük bir kısmının hayat anlayışları ve yaşama amaçları birbirine benzer. İlk bakışta birbirinden farklı görünse de, aslında temelde aynıdır. Çünkü içinde bulundukları şartlar değişse de, dünyaya yönelik istekleri, tutkuları, hırsları, planları, idealleri ve emelleri son derece benzerdir.
İnsanın karakterinin şekil almaya başladığı ilk yıllar çocukluk yıllarıdır. Bu yıllarda çocukların oldukça sorumsuz ve dünyadan habersiz bir yaşantısı olur. Ardından okul hayatı ve gençlik yılları gelir. Bu yıllarda amaç, kalabalık bir arkadaş çevresi edinmek, okulda popüler bir insan olmak, modaya uygun markalarda kıyafetler giyinmek, çevresindekilere gösteriş yapmak gibi klasik isteklerle sınırlıdır. Ardından okul biter ve iş hayatı başlar. İş hayatında kişi kendi mesleğinde yükselmeye, daha çok para kazanmaya, daha üst bir mevkiye ulaşmaya çalışır. Bunun için tüm vaktini ve imkanlarını kullanır. Bu arada iyi bir eş bulup evlenmek ve bir an önce "çoluk çocuk sahibi olmak" için de uğraşır. Dünyadaki tek önemli olayın -kendi deyimiyle- "mutlu bir yuva kurmak" olduğunu düşünür. Kısacası doğar, büyür, eğitim görür, iş hayatına atılır, evlenir, çocuk sahibi olur, bu arada gücü yettiğince para ve itibar kazanmaya çalışır, sonra çocuklarını evlendirir, torun sahibi olur… Ve böyle belirli birkaç dünyevi amaç ve idealle yaşar. Elbette ki bunların tümü dünya hayatında gerekli olan ve Müslümanların şevkle yerine getirdikleri işlerdir ancak her insan asıl amacını unutmadan, dünyada imtihan edildiğini, dünyanın ahiret için bir hazırlık yeri olduğunu bilerek hareket etmekle sorumludur.
Allah üstün güç sahibi Yaratıcımız'dır ve O'nun kudreti karşısında her insanın yapması gereken kulluk görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmektir. İman sahibi bir insan ibadetlerine gösterdiği titizlikle kendini belli eder. Allah'ın farz kıldığı zekat, 5 vakit namaz, abdest ve oruç gibi ibadetlerini yaşamı boyunca şevkle sürdürür. İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
"İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah'ın evi Kâbe'yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak. (Buhârî, Îmân 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)
Yıllar hızla geçer ve hiç ummadığı bir anda hayatın en büyük ve kaçınılmaz gerçeklerinden biriyle karşılaşır. Ölüm vakti gelmiştir; belki 50, belki 60 veya en fazla 70 yaşındayken bu dünyadan ayrılır.
O ana kadar ölümü ya hiç düşünmemiş veya çok az düşünmüştür. Çevresinde birçok insanın ölümüne şahit olmuştur, ama kendi ölümünü her zaman uzak görmüştür. Hayatı boyunca ölümün düşüncesine bile yanaşmamıştır; çünkü ölümü aklına bile getirmeyecek kadar dünyevi hırslara kapılmıştır. Bu yüzden Yüce Allah'ın rızası, cennet, cehennem gibi konulara çok uzaktır; bu gerçekler üzerinde düşünerek hayatının gerçek amacını kavrayamamıştır. Dünyada bulunduğu süre boyunca, olması gerekenden çok farklı hedefler, planlar ve çıkarlar peşinde olmuştur. Dünya için çok çalışmıştır ama ölümden sonrası için hiçbir hazırlığı yoktur.
İşte bu durumdayken, hiç ummadığı bir anda uykudan uyanır gibi, hazırlıksız ve şaşkın bir şekilde ölüm ile karşılaşır. Son bir pişmanlıkla geri dönmek ister, yalvarır. Ama artık çok geçtir. Allah bu insanın ve benzerlerinin durumunu Secde Suresi'nde şöyle haber verir:
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız." Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 11-12)
Peki insan bu duruma nasıl düşer? Asla telafisi olmayan bir pişmanlığa kapılana kadar gerçeklerden nasıl kaçar? Dünyada bulunuş amacını nasıl göz ardı eder?
İnsanların böylesine hayati gerçekleri göz ardı etmek ve bunu yaparken de kendi kendilerini avutmak için kullandıkları bazı savunma mekanizmaları vardır. Bunlardan biri ve belki de en etkilisi insanın "kendi kendini kandırması"dır. Kendini kandıran insan, başta ölüm olmak üzere tüm gerçeklerden ve sorumluluklardan kaçabileceğini zanneder. Oysa kendini kandırmak insanın kurtuluşu için bir çare değildir; aksine dünyada bulunuşunun gerçek amacını anlamazlıktan gelmek, insanı, sonu cehennemle bitecek çıkmaz bir yola sürükler. Öyleyse insanın yapması gereken, gerçekleri göz ardı ederek kendisini kandırmayı bir kenara bırakması ve Allah'ın kendisine dünyada tanıdığı süreyi en iyi şekilde değerlendirmesidir.
Şimdi tüm bunları bir de kendiniz için düşünün. Bugüne kadar yukarıda tarif ettiğimiz çerçevede bir yaşantınız olmuş olabilir. Siz de hayatınızın gerçek amacı üzerinde düşünmemiş, sizi yaratmış olan Allah'a karşı sorumluluklarınızı bir kenara bırakmış, kendinizi aldatarak bir yaşam sürdürmüş olabilirsiniz. Eğer bu durumdayken bir anda ölümle ve ardından da ebedi pişmanlıkla karşılaşmak istemiyorsanız, bu kitapta anlatılan gerçekleri ciddi bir şekilde düşünerek okumalısınız. Çünkü bu kitapta, insanların hayatları boyunca kendilerini kandırdıkları konular açıklanmakta ve anlamazlıktan geldikleri gerçekler hatırlatılmaktadır.
Unutmayın, ölüm anında uyanmak ve gerçekleri görmek insana fayda sağlamayacaktır. Allah bu konuda insanları kesin bir şekilde uyarmaktadır:
Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi, 10-11)
Adnan Oktar (Harun Yahya) Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?(Fussilet Suresi, 33) Güzel söz söylemek denince insanların çoğu bunu iltifat etmek, sevgiyi dile... more
Adnan Oktar (Harun Yahya)
Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?(Fussilet Suresi, 33)
Güzel söz söylemek denince insanların çoğu bunu iltifat etmek, sevgiyi dile getirmek ya da umut veren konuşmalar yapmak olarak algılar. Oysa Allah'ın Kuran'da bizlere öğrettiği güzel söz, her ne kadar bu sayılanları içine alsa da, çok daha farklı ve geniş bir anlam içerir. Allah güzel sözü bizlere "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: 'Gerçekten ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33) ayetiyle bildirir. Yani asıl güzel söz insanları Allah'a çağıran, Kuran'a uymaya davet eden sözdür. Güzel sözü söyleyen, yani Allah'a çağıranlar ise yalnızca iman edenlerdir.
Allah'ın dinini anlatmak, Kuran ile öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten men etmek, Allah'ın ayetlerini hatırlatmak; bunların hepsi birer çağrıdır ve bir insana söylenebilecek en hayırlı, en güzel sözlerdir. Müminlerin insanları Kuran ahlakına yönelten bu sözleri, doğrudan karşılarındaki kişiyi hoşnut etmeye yönelik olmadığı gibi, herhangi bir menfaate yönelik de değildir. Tüm bu sözlerin tek bir hedefi vardır; Allah'ı razı etmek ve karşıdaki kişinin de Allah'ın razı olacağı ahlakta bir insan olmasına vesile olmak... Hedef bu olunca Allah'ı zikretmek, güzel ahlakı anlatmak ve ahireti kazanmaya çağırmak gibi, kimi zaman kişiye eksik olduğu yönlerde öğüt vermek, Kuran ayetleri doğrultusunda hatalarını eleştirmek, korkup sakınmasını hatırlatmak da aynı şekilde güzel sözdür.
Peygamber Efendimiz (sav) de Müslümanlara güzel söz söylemelerini bildirmiş ve güzel sözün önemiyle ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır:
Ebu Hureyre (ra), Peygamber (sav)’den, “Güzel ve hoş söz, sadakadır” buyurduğunu nakletmiştir.(Sahih-i Buhari, Cilt 13, s. 6013)
Gerçek anlamda güzel sözün ne olduğunu, şöyle bir örnekle zihninizde daha iyi canlandırabilirsiniz: Bir an için kendinizi sonsuz cehennem azabının yanıbaşında düşünün. Orada azaptan azaba sürülen, pişmanlık içinde yalvaran, ateşin içinden çıkamamanın dehşetini yaşayan, kaynar suya sunulan, uzun sütunlara bağlanan insanları görür ve sizi bu yakıcı azaba sürükleyecek en ufak bir hataya dahi düşmemek için olanca dikkatiniz ve titizliğiniz ile Allah'ın rızasını ararsınız. En korktuğunuz ve sakındığınız şey ise Allah'ın rızasını kaybetmek olur. Böyle bir durumda yanınızda bulunan bir kişinin size Kuran ile öğüt vermesi, hataya düşebileceğiniz bir tavra karşı sizi uyarması ya da Allah'ın rızasına yönelik hatırlatmalarda bulunması size söylenebilecek en güzel, en hayırlı ve en hikmetli sözlerdir.
Cehennem azabını yanıbaşında hisseden bir kişi olarak, söylenenlere ne karşı koyar, ne yaptığınız hatalara gerekçe olarak türlü mazeretler öne sürer, ne de tüm bunlar gururunuza ağır geldiği için kabul etmemezlik yaparsınız. O anda hatalarınızı düzeltmenin ne kadar hayati önemde olduğuna samimi olarak kanaat getirdiğiniz için her türlü öğüde açık olursunuz. Daha duyduğunuz anda sizin hayrınız için söylenen bu sözlere canı gönülden uyar, karşınızdaki kişiye ise bu yaptıkları nedeniyle çok büyük bir minnettarlık duyar ve hatta ondan size yeni öğütler vermesini talep edersiniz.
Nasıl bu örnekteki gibi cehennemin kenarında olunduğunda o anda söylenen her kelime, her söz kaçırılmayacak birer fırsatsa, aynı şekilde dünya hayatında Allah'a çağıran, Kuran ahlakını yaşamayı hatırlatan her söz de kaçırılmaması gereken fırsatlardır. Dünyada henüz vakit varken Kuran ahlakının yaşanması için verilen her öğüt, hayra ve iyiliğe yönelik her çağrı ve hesap gününe karşı yapılan her uyarı, insanların azaptan korunmasına ve cenneti kazanmasına vesile olacaktır:
Allah "… sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak bulunduracağız." (Meryem Suresi, 68) ve "Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz." (Meryem Suresi, 72) ayetleriyle, tüm insanların her an cehennemle yüzyüze gelebileceğini ve ancak iman edenlerin cehennemden kurtarılacağını haber vermiştir.
İşte sonsuz bir azap mekanı olan cehennemden kurtuluşa vesile olan yollardan biri de ayetlerle ve hadis-i şeriflerle yapılan öğüt ve hatırlatmalardır. Bu nedenle Allah'a iman etmeye, Kuran'a uymaya ve güzel ahlaka dair yapılan her davete hemen icabet etmek herkesin kendi yararına olacaktır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) de bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
... Adiyy ibn Hatim şöyle demiştir: Peygamber (sav) ateşi zikretti de ondan Allah’a sığındı ve yüzünü ondan çevirdi. Sonra yine ateşi yani cehennemi zikretti, ondan sığındı ve yüzünü döndürüp çevirdi. “Sizler tek hurmanın yarısı ile, bunu da bulamayan güzel bir sözle de olsa ateşten korununuz” buyurdu. (Sahih-i Buhari, Cilt 13, S. 6013)
Bu konuda doğal bir samimiyet ve teslimiyet yakalamak için biraz önce örnek olarak verdiğimiz cehennemin kenarındaki insanın konumunda olmaya gerek yoktur. Bu duruma gelmeden insan duyduğu her güzel söz ve davete uymaya karar vermelidir.
İşte bu kitapta da güzel sözün tarifinden çok, güzel söze uymanın önemi ve güzel söze uymaktan kaçanların dünyada ve ahirette uğradıkları kayıplar Kuran ayetleri ve hadisler doğrultusunda anlatılacaktır. Zira şu an dünya üzerine yaşamakta olan milyarlarca insan için cehenneme gitme ve sonsuza kadar azaptan azaba sürüklenme tehlikesi vardır. Kişinin kendisini Allah'a çağıran her güzel söze uyması, bu azaptan kurtuluşu için hayati bir önem taşımaktadır. İnsan, güzel söze uyduğu takdirde dünyada ve ahirette güzel bir hayatla yaşayabilecekken, uymadığı takdirde Allah'ın azabı ile karşı karşıya gelecektir. O acı azap günü ayetlerde şu şekilde tarif edilir:
Onları, yaklaşmakta olan güne karşı uyar; o zaman yürekler gırtlaklara dayanır, yutkunur dururlar. Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne sözü yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur. (Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir. Allah hak ile hükmeder. Oysa O'nu bırakıp taptıkları hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.(Mümin Suresi, 18-20)
Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?(Fussilet Suresi, 33)
Güzel söz söylemek denince insanların çoğu bunu iltifat etmek, sevgiyi dile getirmek ya da umut veren konuşmalar yapmak olarak algılar. Oysa Allah'ın Kuran'da bizlere öğrettiği güzel söz, her ne kadar bu sayılanları içine alsa da, çok daha farklı ve geniş bir anlam içerir. Allah güzel sözü bizlere "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: 'Gerçekten ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33) ayetiyle bildirir. Yani asıl güzel söz insanları Allah'a çağıran, Kuran'a uymaya davet eden sözdür. Güzel sözü söyleyen, yani Allah'a çağıranlar ise yalnızca iman edenlerdir.
Allah'ın dinini anlatmak, Kuran ile öğüt vermek, iyiliği emredip kötülükten men etmek, Allah'ın ayetlerini hatırlatmak; bunların hepsi birer çağrıdır ve bir insana söylenebilecek en hayırlı, en güzel sözlerdir. Müminlerin insanları Kuran ahlakına yönelten bu sözleri, doğrudan karşılarındaki kişiyi hoşnut etmeye yönelik olmadığı gibi, herhangi bir menfaate yönelik de değildir. Tüm bu sözlerin tek bir hedefi vardır; Allah'ı razı etmek ve karşıdaki kişinin de Allah'ın razı olacağı ahlakta bir insan olmasına vesile olmak... Hedef bu olunca Allah'ı zikretmek, güzel ahlakı anlatmak ve ahireti kazanmaya çağırmak gibi, kimi zaman kişiye eksik olduğu yönlerde öğüt vermek, Kuran ayetleri doğrultusunda hatalarını eleştirmek, korkup sakınmasını hatırlatmak da aynı şekilde güzel sözdür.
Peygamber Efendimiz (sav) de Müslümanlara güzel söz söylemelerini bildirmiş ve güzel sözün önemiyle ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır:
Ebu Hureyre (ra), Peygamber (sav)’den, “Güzel ve hoş söz, sadakadır” buyurduğunu nakletmiştir.(Sahih-i Buhari, Cilt 13, s. 6013)
Gerçek anlamda güzel sözün ne olduğunu, şöyle bir örnekle zihninizde daha iyi canlandırabilirsiniz: Bir an için kendinizi sonsuz cehennem azabının yanıbaşında düşünün. Orada azaptan azaba sürülen, pişmanlık içinde yalvaran, ateşin içinden çıkamamanın dehşetini yaşayan, kaynar suya sunulan, uzun sütunlara bağlanan insanları görür ve sizi bu yakıcı azaba sürükleyecek en ufak bir hataya dahi düşmemek için olanca dikkatiniz ve titizliğiniz ile Allah'ın rızasını ararsınız. En korktuğunuz ve sakındığınız şey ise Allah'ın rızasını kaybetmek olur. Böyle bir durumda yanınızda bulunan bir kişinin size Kuran ile öğüt vermesi, hataya düşebileceğiniz bir tavra karşı sizi uyarması ya da Allah'ın rızasına yönelik hatırlatmalarda bulunması size söylenebilecek en güzel, en hayırlı ve en hikmetli sözlerdir.
Cehennem azabını yanıbaşında hisseden bir kişi olarak, söylenenlere ne karşı koyar, ne yaptığınız hatalara gerekçe olarak türlü mazeretler öne sürer, ne de tüm bunlar gururunuza ağır geldiği için kabul etmemezlik yaparsınız. O anda hatalarınızı düzeltmenin ne kadar hayati önemde olduğuna samimi olarak kanaat getirdiğiniz için her türlü öğüde açık olursunuz. Daha duyduğunuz anda sizin hayrınız için söylenen bu sözlere canı gönülden uyar, karşınızdaki kişiye ise bu yaptıkları nedeniyle çok büyük bir minnettarlık duyar ve hatta ondan size yeni öğütler vermesini talep edersiniz.
Nasıl bu örnekteki gibi cehennemin kenarında olunduğunda o anda söylenen her kelime, her söz kaçırılmayacak birer fırsatsa, aynı şekilde dünya hayatında Allah'a çağıran, Kuran ahlakını yaşamayı hatırlatan her söz de kaçırılmaması gereken fırsatlardır. Dünyada henüz vakit varken Kuran ahlakının yaşanması için verilen her öğüt, hayra ve iyiliğe yönelik her çağrı ve hesap gününe karşı yapılan her uyarı, insanların azaptan korunmasına ve cenneti kazanmasına vesile olacaktır:
Allah "… sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak bulunduracağız." (Meryem Suresi, 68) ve "Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz." (Meryem Suresi, 72) ayetleriyle, tüm insanların her an cehennemle yüzyüze gelebileceğini ve ancak iman edenlerin cehennemden kurtarılacağını haber vermiştir.
İşte sonsuz bir azap mekanı olan cehennemden kurtuluşa vesile olan yollardan biri de ayetlerle ve hadis-i şeriflerle yapılan öğüt ve hatırlatmalardır. Bu nedenle Allah'a iman etmeye, Kuran'a uymaya ve güzel ahlaka dair yapılan her davete hemen icabet etmek herkesin kendi yararına olacaktır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) de bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
... Adiyy ibn Hatim şöyle demiştir: Peygamber (sav) ateşi zikretti de ondan Allah’a sığındı ve yüzünü ondan çevirdi. Sonra yine ateşi yani cehennemi zikretti, ondan sığındı ve yüzünü döndürüp çevirdi. “Sizler tek hurmanın yarısı ile, bunu da bulamayan güzel bir sözle de olsa ateşten korununuz” buyurdu. (Sahih-i Buhari, Cilt 13, S. 6013)
Bu konuda doğal bir samimiyet ve teslimiyet yakalamak için biraz önce örnek olarak verdiğimiz cehennemin kenarındaki insanın konumunda olmaya gerek yoktur. Bu duruma gelmeden insan duyduğu her güzel söz ve davete uymaya karar vermelidir.
İşte bu kitapta da güzel sözün tarifinden çok, güzel söze uymanın önemi ve güzel söze uymaktan kaçanların dünyada ve ahirette uğradıkları kayıplar Kuran ayetleri ve hadisler doğrultusunda anlatılacaktır. Zira şu an dünya üzerine yaşamakta olan milyarlarca insan için cehenneme gitme ve sonsuza kadar azaptan azaba sürüklenme tehlikesi vardır. Kişinin kendisini Allah'a çağıran her güzel söze uyması, bu azaptan kurtuluşu için hayati bir önem taşımaktadır. İnsan, güzel söze uyduğu takdirde dünyada ve ahirette güzel bir hayatla yaşayabilecekken, uymadığı takdirde Allah'ın azabı ile karşı karşıya gelecektir. O acı azap günü ayetlerde şu şekilde tarif edilir:
Onları, yaklaşmakta olan güne karşı uyar; o zaman yürekler gırtlaklara dayanır, yutkunur dururlar. Zalimler için ne koruyucu bir dost, ne sözü yerine getirebilir bir şefaatçi yoktur. (Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir. Allah hak ile hükmeder. Oysa O'nu bırakıp taptıkları hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir.(Mümin Suresi, 18-20)
Ardavirafnâme ve Miraçnâmelerde Yükseliş Mitinin İncelenmesi
1) Allah Kur’anda binlerce yerde kendini övüyor. Şirki (kendisine eş koşulmayı) en büyük günah olarak gösteriyor. Bu, Allah için bir bencillik ve dolayısıyla bir nakısa değil midir? 2) Kur’anda: İnsanları ve cinleri sadece bana ibadet... more
1) Allah Kur’anda binlerce yerde kendini övüyor. Şirki (kendisine eş koşulmayı) en büyük günah olarak gösteriyor. Bu, Allah için bir bencillik ve dolayısıyla bir nakısa değil midir?
2) Kur’anda: İnsanları ve cinleri sadece bana ibadet için yarattım, deniliyor. Böyle bir sınırlandırma insanın değişik alanlardaki şevkini ve çalışmasını baltalıyor. Bunun yanında ibadet (kulluk) insanın benliğini ve kişiliğini kırıyor. Mesela namaz özellikle secde, insana çok ağır geliyor?
3) Kur’anda cehennem tasvirleri çok şiddetlidir. Ayrıca biyolojik bir varlığın karbon-oksijen hatta nükleer bir ateşin içinde yaşamasını anlamıyoruz?
4) Soru: Biz Kur’anın ahiret konusundaki tasvirlerini anlamıyoruz? Dirilişin maddi yönünü kavrayamıyoruz. Müsteşrikler, ‘Muhammed bunu yanlış anlatmıştır’ diyorlar.
5) Kur’anın kader ve musibeti anlatan ayetlerinin içinden de çıkamıyoruz?!
** Bu makale Marifet ve Velayet - Allah'ı Bilmek ve Allah'a Yakınlık kitabında yer almaktadır.
2) Kur’anda: İnsanları ve cinleri sadece bana ibadet için yarattım, deniliyor. Böyle bir sınırlandırma insanın değişik alanlardaki şevkini ve çalışmasını baltalıyor. Bunun yanında ibadet (kulluk) insanın benliğini ve kişiliğini kırıyor. Mesela namaz özellikle secde, insana çok ağır geliyor?
3) Kur’anda cehennem tasvirleri çok şiddetlidir. Ayrıca biyolojik bir varlığın karbon-oksijen hatta nükleer bir ateşin içinde yaşamasını anlamıyoruz?
4) Soru: Biz Kur’anın ahiret konusundaki tasvirlerini anlamıyoruz? Dirilişin maddi yönünü kavrayamıyoruz. Müsteşrikler, ‘Muhammed bunu yanlış anlatmıştır’ diyorlar.
5) Kur’anın kader ve musibeti anlatan ayetlerinin içinden de çıkamıyoruz?!
** Bu makale Marifet ve Velayet - Allah'ı Bilmek ve Allah'a Yakınlık kitabında yer almaktadır.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Giriş İnsan dünyada zaman zaman maddi-manevi çeşitli acı ve sıkıntılarla karşılaşır. Ancak bunlar arasında öyle bir his vardır ki bu, belki de hiçbir fiziksel acı ile kıyaslanamayacak kadar şiddetlidir.... more
Adnan Oktar (Harun Yahya)
Giriş
İnsan dünyada zaman zaman maddi-manevi çeşitli acı ve sıkıntılarla karşılaşır. Ancak bunlar arasında öyle bir his vardır ki bu, belki de hiçbir fiziksel acı ile kıyaslanamayacak kadar şiddetlidir. İnsanın ruhunda büyük bir sıkıntı oluşturur. Bahsettiğimiz bu his, "pişmanlık"tır.
Pişmanlığın iki farklı şekli vardır. Allah'a iman eden insanların yaşadıkları pişmanlık ile inkarcı insanların yaşadıkları pişmanlık... Bu iki his, birbirlerinden son derece farklıdır.
Hiç kimse hata yapmak istemez. Ama hatalar, dünya hayatındaki imtihanın önemli bir parçasıdır. İnsan pek çok konuda hata yaparak eğitilir ve çoğu zaman da, aynı hataları tekrarlamamaya ancak bu şekilde karar verir.
Hata, insanın bir parçası olduğuna göre, insanın bu konuyu da kapsamlı olarak düşünüp kendini bu duruma hazırlaması gerekir:
‘Bir hata yapıldığında, hatadan vazgeçmek nasıl olmalıdır?’, ‘İnsanın, yaptığı hatadan dolayı Allah'a sığınması, Allah'tan bağışlanma dilemesi nasıl olur?’, ‘Kuran'a göre hatadan pişmanlık duymanın ölçüsü nasıldır?’, ‘Hata yapan insanın suçluluk duygusu içerisinde olması gerekir mi?’, ‘İnsan yaptığı bir hatayı düzelttikten sonra unutmalı mıdır, yoksa sürekli o hatanın ezikliğini mi yaşamalıdır?’, ‘Bir insan aynı hatayı bir daha tekrarlamamak için nasıl tedbirler almalıdır?’, ‘Hatanın telafisi nasıl olmalıdır?’
Allah Kuran'da insanlara bu gibi soruların kesin cevaplarını vermiştir. Dolayısıyla insan bir hata yaptığında, hayatının bundan sonrasında bu konuyu nasıl değerlendirmesi gerektiğini Kuran'a göre belirlemelidir.
Müminler her olayın Allah'ın bilgisi ve izniyle gerçekleştiğini, başlarına ne gelirse gelsin Allah'ın dilemesiyle olduğunu kesin olarak bilen insanlardır. Bu yüzden de en önemli özelliklerinden biri tevekküllü oluşlarıdır. İnanan bir insan zorlukla da karşılaşsa, çok rahat bir ortamda da bulunsa, hiç yapmak istemediği bir hatayı da işlese tevekküllü davranır. Eğer hatalı bir tavır gösterdiyse hemen tevbe eder ve Allah'ın kendisini bağışlayacağını umar. Bu yüzden de yaşamı boyunca, sıkıntılı ve uzun süreli bir pişmanlık hissine kapılmaz. Müminin hissettiği pişmanlık, onu, hatalarını düzeltmeye, tevbe ederek böyle bir tavrı bir daha tekrarlamamaya yöneltir. Yani kendisini düzeltmesine, eksikliklerini tamamlamasına vesile olur. Asla sıkıntılı, olumsuz bir ruh haline sokmaz, şevkini, heyecanını, imani coşkusunu azaltmaz, vesveseye ve bunalıma sürüklemez.
Allah'a iman etmeyen insanların yaşadıkları pişmanlık duygusu ise son derece sıkıntılı ve uzun sürelidir. Tevekküllü olmadıkları için karşılaştıkları zorluklarda, yaptıkları bir hatada müthiş bir iç sıkıntısı yaşarlar. Hayatları boyunca pek çok olayda "keşke" kelimesini kullanırlar; "keşke yapmasaydım", "keşke söylemeseydim", "keşke gitmeseydim"...
Ancak bundan daha önemli bir konu vardır ki, dünyadayken yaşadıkları bu sıkıntılı pişmanlıktan çok daha büyüğü ahirette karşılarına çıkacaktır. Dünyada iken dinden uzak yaşayan insanlar, ahirette dünyada yanlış yola sapmış olarak geçirdikleri her dakikanın an an pişmanlığını duyacaklardır. Çünkü dünyada defalarca uyarılmış, doğru yola davet edilmişlerdir. Kendilerine verilen süre içerisinde düşünebilecekleri ve doğruyu bulabilecekleri çok fazla zamanları olmuştur. Ancak bu anları hep göz ardı etmiş, uyarıldıklarında dinlememiş ve dünya hayatının hiç son bulmayacağı gibi bir hisse kapılarak ahireti unutmuşlardır. Ne var ki, cehennem ile karşılaştıklarında artık geri dönüp telafi etme imkanı bulamayacaklardır. Allah Kuran'da bu kişilerin ahiretteki pişmanlık dolu sözlerini şöyle bildirmiştir:
Gerçekten Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak olsaydım" diyecek. (Nebe Suresi, 40)
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık." (Enam Suresi, 27)
Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (Mülk Suresi, 10)
İşte bu kitabın amacı, "keşke akıl etmiş olsaydık, keşke Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamamış olsaydık, keşke bizi uyaranların sözlerine uysaydık, keşke..." diyecekleri ve toprak olarak yok olmayı dileyecek kadar büyük bir pişmanlık duyacakları böyle bir güne karşı insanları uyarmak ve henüz telafi imkanı varken Allah için yaşamaya çağırmaktır.
Unutmayın ki, o gün hiç kimsenin pişmanlığı kimseye fayda vermeyecek ve kişiyi Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. Bu pişmanlığı yaşamamanın tek yolu da henüz vakit varken Allah'a teslim olmak, O'nun emrettiği şekilde bir hayat sürmektir.
Bu kitap sığınılacak hiçbir yerin ve kurtuluşa dair hiçbir imkanın olmadığı ahiret azabına karşı bir hatırlatma ve Allah'ın yoluna bir davettir. Rabbimiz Kuran'da bu gerçeği şöyle hatırlatmıştır:
Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz'e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)
Giriş
İnsan dünyada zaman zaman maddi-manevi çeşitli acı ve sıkıntılarla karşılaşır. Ancak bunlar arasında öyle bir his vardır ki bu, belki de hiçbir fiziksel acı ile kıyaslanamayacak kadar şiddetlidir. İnsanın ruhunda büyük bir sıkıntı oluşturur. Bahsettiğimiz bu his, "pişmanlık"tır.
Pişmanlığın iki farklı şekli vardır. Allah'a iman eden insanların yaşadıkları pişmanlık ile inkarcı insanların yaşadıkları pişmanlık... Bu iki his, birbirlerinden son derece farklıdır.
Hiç kimse hata yapmak istemez. Ama hatalar, dünya hayatındaki imtihanın önemli bir parçasıdır. İnsan pek çok konuda hata yaparak eğitilir ve çoğu zaman da, aynı hataları tekrarlamamaya ancak bu şekilde karar verir.
Hata, insanın bir parçası olduğuna göre, insanın bu konuyu da kapsamlı olarak düşünüp kendini bu duruma hazırlaması gerekir:
‘Bir hata yapıldığında, hatadan vazgeçmek nasıl olmalıdır?’, ‘İnsanın, yaptığı hatadan dolayı Allah'a sığınması, Allah'tan bağışlanma dilemesi nasıl olur?’, ‘Kuran'a göre hatadan pişmanlık duymanın ölçüsü nasıldır?’, ‘Hata yapan insanın suçluluk duygusu içerisinde olması gerekir mi?’, ‘İnsan yaptığı bir hatayı düzelttikten sonra unutmalı mıdır, yoksa sürekli o hatanın ezikliğini mi yaşamalıdır?’, ‘Bir insan aynı hatayı bir daha tekrarlamamak için nasıl tedbirler almalıdır?’, ‘Hatanın telafisi nasıl olmalıdır?’
Allah Kuran'da insanlara bu gibi soruların kesin cevaplarını vermiştir. Dolayısıyla insan bir hata yaptığında, hayatının bundan sonrasında bu konuyu nasıl değerlendirmesi gerektiğini Kuran'a göre belirlemelidir.
Müminler her olayın Allah'ın bilgisi ve izniyle gerçekleştiğini, başlarına ne gelirse gelsin Allah'ın dilemesiyle olduğunu kesin olarak bilen insanlardır. Bu yüzden de en önemli özelliklerinden biri tevekküllü oluşlarıdır. İnanan bir insan zorlukla da karşılaşsa, çok rahat bir ortamda da bulunsa, hiç yapmak istemediği bir hatayı da işlese tevekküllü davranır. Eğer hatalı bir tavır gösterdiyse hemen tevbe eder ve Allah'ın kendisini bağışlayacağını umar. Bu yüzden de yaşamı boyunca, sıkıntılı ve uzun süreli bir pişmanlık hissine kapılmaz. Müminin hissettiği pişmanlık, onu, hatalarını düzeltmeye, tevbe ederek böyle bir tavrı bir daha tekrarlamamaya yöneltir. Yani kendisini düzeltmesine, eksikliklerini tamamlamasına vesile olur. Asla sıkıntılı, olumsuz bir ruh haline sokmaz, şevkini, heyecanını, imani coşkusunu azaltmaz, vesveseye ve bunalıma sürüklemez.
Allah'a iman etmeyen insanların yaşadıkları pişmanlık duygusu ise son derece sıkıntılı ve uzun sürelidir. Tevekküllü olmadıkları için karşılaştıkları zorluklarda, yaptıkları bir hatada müthiş bir iç sıkıntısı yaşarlar. Hayatları boyunca pek çok olayda "keşke" kelimesini kullanırlar; "keşke yapmasaydım", "keşke söylemeseydim", "keşke gitmeseydim"...
Ancak bundan daha önemli bir konu vardır ki, dünyadayken yaşadıkları bu sıkıntılı pişmanlıktan çok daha büyüğü ahirette karşılarına çıkacaktır. Dünyada iken dinden uzak yaşayan insanlar, ahirette dünyada yanlış yola sapmış olarak geçirdikleri her dakikanın an an pişmanlığını duyacaklardır. Çünkü dünyada defalarca uyarılmış, doğru yola davet edilmişlerdir. Kendilerine verilen süre içerisinde düşünebilecekleri ve doğruyu bulabilecekleri çok fazla zamanları olmuştur. Ancak bu anları hep göz ardı etmiş, uyarıldıklarında dinlememiş ve dünya hayatının hiç son bulmayacağı gibi bir hisse kapılarak ahireti unutmuşlardır. Ne var ki, cehennem ile karşılaştıklarında artık geri dönüp telafi etme imkanı bulamayacaklardır. Allah Kuran'da bu kişilerin ahiretteki pişmanlık dolu sözlerini şöyle bildirmiştir:
Gerçekten Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak olsaydım" diyecek. (Nebe Suresi, 40)
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık." (Enam Suresi, 27)
Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (Mülk Suresi, 10)
İşte bu kitabın amacı, "keşke akıl etmiş olsaydık, keşke Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamamış olsaydık, keşke bizi uyaranların sözlerine uysaydık, keşke..." diyecekleri ve toprak olarak yok olmayı dileyecek kadar büyük bir pişmanlık duyacakları böyle bir güne karşı insanları uyarmak ve henüz telafi imkanı varken Allah için yaşamaya çağırmaktır.
Unutmayın ki, o gün hiç kimsenin pişmanlığı kimseye fayda vermeyecek ve kişiyi Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. Bu pişmanlığı yaşamamanın tek yolu da henüz vakit varken Allah'a teslim olmak, O'nun emrettiği şekilde bir hayat sürmektir.
Bu kitap sığınılacak hiçbir yerin ve kurtuluşa dair hiçbir imkanın olmadığı ahiret azabına karşı bir hatırlatma ve Allah'ın yoluna bir davettir. Rabbimiz Kuran'da bu gerçeği şöyle hatırlatmıştır:
Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz'e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)
Adnan Oktar (Harun Yahya) O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir;... more
Adnan Oktar (Harun Yahya)
O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24)
O’ndan başka ilah yoktur
Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). (Bakara Suresi, 163)
Allah, gerçekten Kendisi'nden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur. (Al-i İmran Suresi, 18)
Allah dedi ki: “İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir ilahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun.” (Nahl Suresi, 51)
De ki: "O Allah, birdir". (İhlas Suresi, 1)
O, Allah’tır, Kendisi'nden başka ilah yoktur. İlkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 70)
Kalpler O’nun kontrolündedir
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 7)
Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür” demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (Nisa Suresi, 155)
Onlar, Allah’ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir. (Nahl Suresi, 108)
Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’an’da sadece Rabbini “bir ve tek” (ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)
Yoksa onlar: "Allah'a karşı yalan düzüp-uydurdu"mu diyorlar? Oysa eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle hakkı hak olarak pekiştirir (gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı bilendir. (Şura Suresi, 24)
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan Suresi, 30)
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Herşeyi evirip çevirendir
Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Ra’d Suresi, 2)
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)
O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24)
O’ndan başka ilah yoktur
Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir). (Bakara Suresi, 163)
Allah, gerçekten Kendisi'nden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur. (Al-i İmran Suresi, 18)
Allah dedi ki: “İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir ilahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun.” (Nahl Suresi, 51)
De ki: "O Allah, birdir". (İhlas Suresi, 1)
O, Allah’tır, Kendisi'nden başka ilah yoktur. İlkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi, 70)
Kalpler O’nun kontrolündedir
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 7)
Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür” demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (Nisa Suresi, 155)
Onlar, Allah’ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir. (Nahl Suresi, 108)
Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’an’da sadece Rabbini “bir ve tek” (ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)
Yoksa onlar: "Allah'a karşı yalan düzüp-uydurdu"mu diyorlar? Oysa eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle hakkı hak olarak pekiştirir (gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı bilendir. (Şura Suresi, 24)
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan Suresi, 30)
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Herşeyi evirip çevirendir
Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Ra’d Suresi, 2)
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)
Öz:İslâm’da iman edilmesi emredilen esaslardan biri olan âhiretle ilgili meseleler hem kelamcılar hem de sûfîler tarafından çeşitli yönleriyle ele alınmış ve zaman zaman farklı yorumlara konu olmuştur. Âhiretle ilgili temel meselelerde... more
Öz:İslâm’da iman edilmesi emredilen esaslardan biri olan âhiretle ilgili meseleler hem kelamcılar hem de sûfîler tarafından çeşitli yönleriyle ele alınmış ve zaman zaman farklı yorumlara konu olmuştur. Âhiretle ilgili temel meselelerde İslâm âlimleri arasında görüş birliği olmakla birlik-te ayrıntıya inildikçe pek çok ihtilafın bulunduğu görülmektedir. Âhiret hayatının çeşitli meselelerini eserlerinde konu edinen sûfîlerden biri de Alâüddevle Simnânî’dir (ö. 736/1336). Simnânî, İlhanlılar döneminde, bugünkü İran topraklarında yaşamış bir Kübrevî şeyhidir. Gençliğinde, on yıl kadar Budist İlhanlı hükümdârı Argun Han’ın (1284-1291) hizmetinde bulunduktan sonra yaşadığı mânevî bir hâl üzerine tasavvufa yönelmiştir. Bir müddet meşrebine uygun bir mürşid aradıktan sonra Bağdat’ta bulunan Kübrevî şeyhi Nûreddîn Abdurrahmân İsferâyînî (ö. 717/1317) ile tanışarak ona mürîd olmuş ve seyrü-sülûkünü tamamlamıştır. İrşâd icâzeti almasının ardından şeyhinin isteğiyle memleketine dönerek vefat ettiği 736/1336 tarihine kadar Sûfîâbâd’daki hankāhında mürîd yetiştirmek ve eser te’lîf etmekle meşgul olmuştur. Simnânî gerek yetiştirdiği müridler gerek yazdığı eserlerle hem kendi tarikatına hem de genel tasavvuf tarihine önemli katkılarda bulunmuş-tur. Âhiretle ilgili olarak Simnânî’nin, özellikle dünyanın hakikati ve âhiret karşısındaki konumu, ölüm, kıyâmet ve çeşitleri, cennet ve cehennemin bugün mevcudiyeti ve bulunduğu yer konusundaki görüşleri dikkat çekmektedir. Bu makalede onun zikredilen meselelere bakışı eserlerinden hareketle konu edilmiş ve konuyla ilgili görüşleri kendi sülûk anlayışı bağlamında değerlendirilmiştir.
Abstract: The hereafter, one of the main pillars of Islam, has been discussed by both theologians and Ṣūfīs from various angles and interpreted in many different ways. Although there is consen-sus on the main subjects, there are a lot of controversies in details. One of the Ṣūfīs who authored on diverse problems over the hereafter is ʿAlāʾ al-Dawla al-Simnānī (d. 736/1336). He was a Kubrawī shaykh during the Īlkhānid era. He inclined towards the Ṣūfī path after serving the Buddhist ruler Arghun (r. 1284-1291) for ten years, thanks to a spiritual expe-rience he had. He met with Nūr al-dīn ʿAbd al-Raḥmān al-Isfarāyīnī (d. 717/1317), a Ku-brawī shaykh based in Baghdad, and became a disciple of him, granted ijāza (a certificate of authority) from him. Upon his shaykh’s order, he turned back to his hometown and spent his life until his death, in his Ṣūfī lodge raising disciples and writing works. He had contrib-uted greatly both to his own order and to the literature of Ṣūfism with his disciples and written works. As regards to the hereafter, his opinions on the reality of this world and its position against the next, death, the doomsday and its kinds, the existence of the paradise and the hell today and their present location are remarkable. In this article, his views over those problems are discussed in the context of his understanding of mystical training.
Abstract: The hereafter, one of the main pillars of Islam, has been discussed by both theologians and Ṣūfīs from various angles and interpreted in many different ways. Although there is consen-sus on the main subjects, there are a lot of controversies in details. One of the Ṣūfīs who authored on diverse problems over the hereafter is ʿAlāʾ al-Dawla al-Simnānī (d. 736/1336). He was a Kubrawī shaykh during the Īlkhānid era. He inclined towards the Ṣūfī path after serving the Buddhist ruler Arghun (r. 1284-1291) for ten years, thanks to a spiritual expe-rience he had. He met with Nūr al-dīn ʿAbd al-Raḥmān al-Isfarāyīnī (d. 717/1317), a Ku-brawī shaykh based in Baghdad, and became a disciple of him, granted ijāza (a certificate of authority) from him. Upon his shaykh’s order, he turned back to his hometown and spent his life until his death, in his Ṣūfī lodge raising disciples and writing works. He had contrib-uted greatly both to his own order and to the literature of Ṣūfism with his disciples and written works. As regards to the hereafter, his opinions on the reality of this world and its position against the next, death, the doomsday and its kinds, the existence of the paradise and the hell today and their present location are remarkable. In this article, his views over those problems are discussed in the context of his understanding of mystical training.
29.11.2000 Ramazan ayında tefekkür ederek bir miktar Kur’an okumak istedim. 30. cüz’ün kısa surelerinden Allah ismiyle biten 19 ayetlik İnfitar suresi dikkatimi çekti... İlk bakışta gördüğüm kadarıyla surenin gaybî, kıyamet ve diriliş ile... more
29.11.2000 Ramazan ayında tefekkür ederek bir miktar Kur’an okumak istedim. 30. cüz’ün kısa surelerinden Allah ismiyle biten 19 ayetlik İnfitar suresi dikkatimi çekti... İlk bakışta gördüğüm kadarıyla surenin gaybî, kıyamet ve diriliş ile ilgili hakikatlerini tefsir etmek için biyoloji, ekoloji ve sosyoloji ile alakalı çok tahkikatın yapılmasının lazım olduğunu anladım.
Biz öyle derin tahkikatı ehline bırakıp sadece diriliş ve ahiret hayatının ispatı için, bütün Kur’an ile beraber özellikle sure içinde verilen sayısal bir kısım mucizeliklerini gösterip surenin geniş bir mealiyle yetineceğiz.
Meâle girmeden önce hemen hatırlatalım ki, bu sure Kur’an’ın tümünde var olan 19 MUCİZESİ’nin içinde en çok yoğunlaştığı önemli bir suredir. Çünkü bu sure 19 ayet, 3421 harf ve besmele ile 361/19= 19x19’dur. Ve Fatiha dışındaki diğer Besmeleler hariç, bütün Kur’an’da 2698/19=142 kere geçen Allah ismiyle bitiyor. Ve vurgulu ayetlerinin çoğu şeddelerle beraber 19 harflidir.
İşin ilginç tarafı Kur’an’ın başından bu surenin sonuna kadar Allah isimleri 2679 adet gelmiştir. 2679/19= 141’dir... Surenin sonundan ta Kur’an’ın sonuna kadar da sadece 19 adet Allah ismi geçmiştir. Ve son cümle hariç, bu sure 76 (19x4) kelimedir.
19 Mucizesiyle ilgili kitabımızda gösterdiğimiz gibi 19 sayısı, sembol ilminde gerek iyilikte gerek kötülükte gerek cennette gerek cehennemde; en zirve fertlere bakan bir yaradılış formudur. İşte bu formül ile bu surenin tefsirine, harf ve kelimelerinin düzenine geçiyoruz.
Hemen belirtelim ki, bu düzeni kuran, sonsuz ihtimaller içinde bu hurufatı böyle kullanan bir kudret ve ilim, elbette bütün insanları ve insanların hurufatı hükmünde olan hücrelerini diriltebilir. Ve bu surede vadettiği gibi diriltecektir.
Biz öyle derin tahkikatı ehline bırakıp sadece diriliş ve ahiret hayatının ispatı için, bütün Kur’an ile beraber özellikle sure içinde verilen sayısal bir kısım mucizeliklerini gösterip surenin geniş bir mealiyle yetineceğiz.
Meâle girmeden önce hemen hatırlatalım ki, bu sure Kur’an’ın tümünde var olan 19 MUCİZESİ’nin içinde en çok yoğunlaştığı önemli bir suredir. Çünkü bu sure 19 ayet, 3421 harf ve besmele ile 361/19= 19x19’dur. Ve Fatiha dışındaki diğer Besmeleler hariç, bütün Kur’an’da 2698/19=142 kere geçen Allah ismiyle bitiyor. Ve vurgulu ayetlerinin çoğu şeddelerle beraber 19 harflidir.
İşin ilginç tarafı Kur’an’ın başından bu surenin sonuna kadar Allah isimleri 2679 adet gelmiştir. 2679/19= 141’dir... Surenin sonundan ta Kur’an’ın sonuna kadar da sadece 19 adet Allah ismi geçmiştir. Ve son cümle hariç, bu sure 76 (19x4) kelimedir.
19 Mucizesiyle ilgili kitabımızda gösterdiğimiz gibi 19 sayısı, sembol ilminde gerek iyilikte gerek kötülükte gerek cennette gerek cehennemde; en zirve fertlere bakan bir yaradılış formudur. İşte bu formül ile bu surenin tefsirine, harf ve kelimelerinin düzenine geçiyoruz.
Hemen belirtelim ki, bu düzeni kuran, sonsuz ihtimaller içinde bu hurufatı böyle kullanan bir kudret ve ilim, elbette bütün insanları ve insanların hurufatı hükmünde olan hücrelerini diriltebilir. Ve bu surede vadettiği gibi diriltecektir.
Bu makalede tefsîr müktesebatının cehennem olgusuna yaklaşımı işlenecektir. Cehennem, soyutluk içermesinden ötürü ayetlerde tescîm, mecâz gibi sanatlarla aktarılmakta, kendisine yer yer canlılık izafe edilerek teşhis sanatıyla... more
Bu makalede tefsîr müktesebatının cehennem olgusuna yaklaşımı işlenecektir. Cehennem, soyutluk içermesinden ötürü ayetlerde tescîm, mecâz gibi sanatlarla aktarılmakta, kendisine yer yer canlılık izafe edilerek teşhis sanatıyla kişiselleştirilmekte ve dillendirilmektedir. Cehennem İslam kültür tarihinde fazlaca yekûn kaplasa da makalede tefsir müdevvenatıyla sınırlandırılacaktır. Tefsir literatürünün genişliği sebebiyle bütün tefsirlerin ele alınmasının imkânsızlığı diğer bir sınırlamaya yol açmaktadır. Bu sebeple alanında neşvünemâ bulmuş eserler incelenecek, ikinci klasik dönem diye de adlandırabileceğimiz periyota ait müellefat, zaten kendilerine kadar gelen terminoloji ve materyali cem ettikleri için daha ziyade tercih edilecektir. Makalenin yazılış amacı, ayetlerde eşsiz bir i‘cazla zihinlerde tablolaştırılan cehennemin, müfessirler tarafından nasıl ele alındığını yansıtmak; onların kültürel antropoloji ve pedagojik anlayışlarının ayetlerin teviline yansımasını saptamaktır. Zira dünyaya oranla ontolojik farklılık içermesi muhtemel eskatolojik alemin, bilişsel düzeyde kavranabilmesi için müfessirlerin tasvir ve betimlemelerine ihtiyaç yadsınamaz. Çalışmanın önemine gelince, modern söylemler ve bakış açılarının etkisiyle, geleneksel müfessirleri yargılamak veya yok saymaktan ziyade onların aktarımlarıyla ufku zenginleştirmeye dair açılımlara yönelmenin zorunluluğuna dikkat çekmektir.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Tefsîr, Müfessir, Yorum, Cehennem.
In the Glorious Qur'an, “jahannam” (hell) is mentioned in seventy-seven verses, fifty-one of which is Meccan and twenty-six Madanian (the verses that were revealed in the city of Madinah), in order to inform collocutors of divine revelation about the punishment aspect of eschatological world and explain the content of styles of punishment. Hell is narrated in Glorious Qur'an in a very succint manner. The main theme of it is “fire” and contains boiling water, unfavorable food, pits and valleys. Almost every detail of hell is mentioned in the verses; from severity of its fire to its effect, from its fume to its shade, from its warden's reactions to sinners to sinner's food and drink, their repentance, their state of mind and all of them is pictured as if they are from a movie scene. Thus, the styles of torments of hell is not only originated from physical and biological sources in the context of external factors that resemble natural events like fume, shade and as nutrients like food, drink, but also spiritual and psychological sources as being deprived from ru'yatullah (seeing Allah). This place of torment has seven layers such as jahannam, jahîm, hawiya, hutama, lazâ, sa`îr, saqar and nineteen attendants as mentioned in the verse.
This study investigates the reflection of hell to the hermeneutics acquis regarding the commentary of scholars of hermeneutics on verses about hell in the Glorious Qur'an. “Jahannam” (hell) -being originated from the Glorious Qur'an in Islamic literature- becomes clear with regards to its terminological meaning; however, it is difficult to claim the same about its lexical meaning. Scholars of linguistics have different opinions about its etymology. Some claim that the word has its origin in Arabic, while there are others who claim that it originates from Persian or Hebrew. Jahannam's, being a word without inflection, accepting neither feminine gender suffix nor definitiveness prefix, empirically of feminine gender give rise to the thought that it is a proper name that is transferred from a foreign language. As a result of the discussions, there is no doubt that the word became Arabicized and it is a place of punishment for the evildoers. Terminologically, it is the name of the fire that is prepared for the ones that are entitled to the torment of Allah who tantalize Allah's verses and His messengers, polytheists, wrongdoers, satans and arrogants.
Jahannam has been the subject of study in several fields throughout the history of Islam. In other fields, jahannam has been even tried to be visually expressed and been subject of drawings that is at the level of informing about its degrees and severity. This is because the presentation of jahannam in the Glorious Qur'an is through the arts of embodiment, tropology and the like rather than direct expressions and also from time to time the art of personification is used to give voice to it. Although jahannam has serious amount of aggregation in Cultural History of Islam we will limit this to entire corpus of hermeneutics in this paper. Certainly, concerning the extensity of collected works of hermeneutics, the impossibility of handling all interpretations is self-evident. Therefore, the works that are flourished in their fields and the literature belonging to the second classical period, as we might call, will rather be preferred since they bring together the written and narrated material up to their time.
The reason to write such a paper is to investigate the style of interpretation of jahannam, regarding the hermeneutics acquis, which is portrayed in minds with sui generis lacony in the Glorious Qur'an and also to determine the reflection of the scholars of hermeneutics' pedagogical and anthropological understandings among their own circumstances and living conditions on the interpretations of the verses. Because Jahannam, being a part of eschatological world, differs ontologically from the world we live in. To comprehend Jahannam mentally at cognitive level, the necessity of scholars of hermeneutics' expansion, description and portrayal is undeniable. It is certain that while interpreting the verses of the Glorious Qur'an, the aim of scholar of hermeneutics is to understand the purpose of Allah and share his findings with society. In this context, scholar of hermeneutics tackles the problems of his/her time with his/her scientific, linguistic, sociological and psychological lore and producing solutions by synthesizing with revelation. In addition, the verbalist viewpoint of the scholar, sufistic standpoint and his/her desire to feature the verses of judgement constitutes his/her interpretation's main theme and at this very point, Jahannam, containing all of the aforementioned issues in some way, takes its share from all scholars of hermeneutics' relevant standpoints. Jahannam, being a matter of faith and abstract, although not suitable for a sound interpretation, is used as a motivating factor by being commented upon widely by scholars of hermeneutics for a better description of a believer in this world of trial. In other words, the process of training that motivates with heaven and scares with hell, is detailed and shaped by scholars of hermeneutics' contribution. Therefore, every scholar's interpretation of verses according to his/her cultural tendencies would be effective for a society's understanding that live under the same conditions with him/her.
The main reason for a fairly detailed description of Jahannam in the Glorious Qur'an might be to inform the polytheists, nonbelievers, hypocrites and the evildoers on the way of rebellion to Allah, the punishment they will face in the hereafter as a result of their irresponsibilities. For the sake of dissappearance of uncertainty in the minds, the scenes of torments are depicted and visualized. The most frequent style of torment in Jahannam, in fact, the first thing coming to mind when Jahannam is mentioned is the fire. Since the gruesome of exposure to fire, even in the circumstances of this world, causes psychological interaction, the fire theme is something that human beings closely experience in the world and the degree of its' painfulness, if it happens to be the style of torment, is a component that human beings have an idea of.
The importance of the study is to draw attention to judging and ignoring - which is by the effect of modern discourse and paradigm that is guided by secular worldview, of the classical scholars of hermeneutics who transferred the interpretation of the Glorious Qur'an especially on the context of narration and also in terms of acumen although they interpret in the realms of their cultural anthropologies. For the interpretation of verses about Islamic Law and transactions or the ones that are metaphorical or allegorical (in a more classical expression), although renewing the interpretations is inevitable for the protection of the Glorious Qur'an's universality and timeliness, the contribution of tradition to us in the interpretation of definitive verses of judgement is unignorable. Additionally, in this situation, rather than ignoring the tradition and disdaining their interpretations according to conditions of their times, the necessity to gravitate towards enriching our perspective by reclining upon their transmissions is also inevitable.
Keywords: The Glorious Qur'an, Hermeneutics, Hermeneuticals, Commentary, Inferno.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Tefsîr, Müfessir, Yorum, Cehennem.
In the Glorious Qur'an, “jahannam” (hell) is mentioned in seventy-seven verses, fifty-one of which is Meccan and twenty-six Madanian (the verses that were revealed in the city of Madinah), in order to inform collocutors of divine revelation about the punishment aspect of eschatological world and explain the content of styles of punishment. Hell is narrated in Glorious Qur'an in a very succint manner. The main theme of it is “fire” and contains boiling water, unfavorable food, pits and valleys. Almost every detail of hell is mentioned in the verses; from severity of its fire to its effect, from its fume to its shade, from its warden's reactions to sinners to sinner's food and drink, their repentance, their state of mind and all of them is pictured as if they are from a movie scene. Thus, the styles of torments of hell is not only originated from physical and biological sources in the context of external factors that resemble natural events like fume, shade and as nutrients like food, drink, but also spiritual and psychological sources as being deprived from ru'yatullah (seeing Allah). This place of torment has seven layers such as jahannam, jahîm, hawiya, hutama, lazâ, sa`îr, saqar and nineteen attendants as mentioned in the verse.
This study investigates the reflection of hell to the hermeneutics acquis regarding the commentary of scholars of hermeneutics on verses about hell in the Glorious Qur'an. “Jahannam” (hell) -being originated from the Glorious Qur'an in Islamic literature- becomes clear with regards to its terminological meaning; however, it is difficult to claim the same about its lexical meaning. Scholars of linguistics have different opinions about its etymology. Some claim that the word has its origin in Arabic, while there are others who claim that it originates from Persian or Hebrew. Jahannam's, being a word without inflection, accepting neither feminine gender suffix nor definitiveness prefix, empirically of feminine gender give rise to the thought that it is a proper name that is transferred from a foreign language. As a result of the discussions, there is no doubt that the word became Arabicized and it is a place of punishment for the evildoers. Terminologically, it is the name of the fire that is prepared for the ones that are entitled to the torment of Allah who tantalize Allah's verses and His messengers, polytheists, wrongdoers, satans and arrogants.
Jahannam has been the subject of study in several fields throughout the history of Islam. In other fields, jahannam has been even tried to be visually expressed and been subject of drawings that is at the level of informing about its degrees and severity. This is because the presentation of jahannam in the Glorious Qur'an is through the arts of embodiment, tropology and the like rather than direct expressions and also from time to time the art of personification is used to give voice to it. Although jahannam has serious amount of aggregation in Cultural History of Islam we will limit this to entire corpus of hermeneutics in this paper. Certainly, concerning the extensity of collected works of hermeneutics, the impossibility of handling all interpretations is self-evident. Therefore, the works that are flourished in their fields and the literature belonging to the second classical period, as we might call, will rather be preferred since they bring together the written and narrated material up to their time.
The reason to write such a paper is to investigate the style of interpretation of jahannam, regarding the hermeneutics acquis, which is portrayed in minds with sui generis lacony in the Glorious Qur'an and also to determine the reflection of the scholars of hermeneutics' pedagogical and anthropological understandings among their own circumstances and living conditions on the interpretations of the verses. Because Jahannam, being a part of eschatological world, differs ontologically from the world we live in. To comprehend Jahannam mentally at cognitive level, the necessity of scholars of hermeneutics' expansion, description and portrayal is undeniable. It is certain that while interpreting the verses of the Glorious Qur'an, the aim of scholar of hermeneutics is to understand the purpose of Allah and share his findings with society. In this context, scholar of hermeneutics tackles the problems of his/her time with his/her scientific, linguistic, sociological and psychological lore and producing solutions by synthesizing with revelation. In addition, the verbalist viewpoint of the scholar, sufistic standpoint and his/her desire to feature the verses of judgement constitutes his/her interpretation's main theme and at this very point, Jahannam, containing all of the aforementioned issues in some way, takes its share from all scholars of hermeneutics' relevant standpoints. Jahannam, being a matter of faith and abstract, although not suitable for a sound interpretation, is used as a motivating factor by being commented upon widely by scholars of hermeneutics for a better description of a believer in this world of trial. In other words, the process of training that motivates with heaven and scares with hell, is detailed and shaped by scholars of hermeneutics' contribution. Therefore, every scholar's interpretation of verses according to his/her cultural tendencies would be effective for a society's understanding that live under the same conditions with him/her.
The main reason for a fairly detailed description of Jahannam in the Glorious Qur'an might be to inform the polytheists, nonbelievers, hypocrites and the evildoers on the way of rebellion to Allah, the punishment they will face in the hereafter as a result of their irresponsibilities. For the sake of dissappearance of uncertainty in the minds, the scenes of torments are depicted and visualized. The most frequent style of torment in Jahannam, in fact, the first thing coming to mind when Jahannam is mentioned is the fire. Since the gruesome of exposure to fire, even in the circumstances of this world, causes psychological interaction, the fire theme is something that human beings closely experience in the world and the degree of its' painfulness, if it happens to be the style of torment, is a component that human beings have an idea of.
The importance of the study is to draw attention to judging and ignoring - which is by the effect of modern discourse and paradigm that is guided by secular worldview, of the classical scholars of hermeneutics who transferred the interpretation of the Glorious Qur'an especially on the context of narration and also in terms of acumen although they interpret in the realms of their cultural anthropologies. For the interpretation of verses about Islamic Law and transactions or the ones that are metaphorical or allegorical (in a more classical expression), although renewing the interpretations is inevitable for the protection of the Glorious Qur'an's universality and timeliness, the contribution of tradition to us in the interpretation of definitive verses of judgement is unignorable. Additionally, in this situation, rather than ignoring the tradition and disdaining their interpretations according to conditions of their times, the necessity to gravitate towards enriching our perspective by reclining upon their transmissions is also inevitable.
Keywords: The Glorious Qur'an, Hermeneutics, Hermeneuticals, Commentary, Inferno.
Öz Dünya hayatından sonra ölümle birlikte başka bir hayatın başlayacağına inanan her toplulukta olduğu gibi Türklerde de ölüm sonrası hayata dair terimler bulunmaktadır. Bu dünyada yapılan iyi ya da kötü şeylerin bir karşılığı olarak ceza... more
Öz Dünya hayatından sonra ölümle birlikte başka bir hayatın başlayacağına inanan her toplulukta olduğu gibi Türklerde de ölüm sonrası hayata dair terimler bulunmaktadır. Bu dünyada yapılan iyi ya da kötü şeylerin bir karşılığı olarak ceza veya mükâfat olduğu inancı beraberinde cennet ve cehennem anlayışını getirmiştir. Dinî kitaplarda da bu terimlere sıkça değinilmiştir. İslamiyet öncesi Türk inanç sisteminde ceza çekilen yer olarak kullanılan "tamu" kelimesine İslamiyet ile birlikte Arapçadan gelen "cehennem" kelimesi de dahil olmuştur. Metinlerde uzun bir süre beraber kullanılan tamu ve cehennem kelimeleri sonradan yerini sadece cehennem kelimesine bırakmıştır. Tamu ise daha çok ağız özelliği gösteren bir kelime olarak kalmıştır. Her iki kelime de genelde "ceza", "azap", "sıkıntı" ve "derin çukur" anlamları ile birlikte metinlerde kullanılmıştır. Abstract As in every community who believe that new life begins after death also in Turkish society it has terms of life after death. The belief that punishment or reward as a good or bad things made response in the world has brought with it the concept of heaven and hell. These terms were also frequently mentioned in Religious books. "Tamu" used to be place name where punishment was paid before Islam in the Turkish belief system, and "cehennem" word was included from Islamic Arabic word. Tamu and cehennem had been used together for a long time in the texts but later the word cehennem simply replaced. Tamu has remained as a word showing more features of dialect. Both words also often used in text as "punishment", "doom", "adversity" and "deep hole" .
A semilogical Analysis: Heaven and Hell in the Drawings of Children.