Vahy, bir ruh ve emirdir. Girdiği dile, kalbe, aileye, topluma canlılık ve sükûnet verir. Vahy, ilahî genetik bir koddur. Bu dijital, elektronik, manyetik ve emrî (olağanüstü) kodlar, kâinatın her tarafında hâkimdirler. Kâinatta gerçek...
moreVahy, bir ruh ve emirdir. Girdiği dile, kalbe, aileye, topluma canlılık ve sükûnet verir. Vahy,
ilahî genetik bir koddur. Bu dijital, elektronik, manyetik ve emrî (olağanüstü) kodlar, kâinatın
her tarafında hâkimdirler. Kâinatta gerçek manasıyla kaos ve saf kötülük yoktur. Olan
miktarın da, o evrensel genetik yapıda bir yeri ve yararı vardır.
Kâinat; Allah‘ı, âlemi ve insanı yansıtan çok mükemmel desenlerle bezenmiş bir tablo gibidir.
Bu üçü, birbirinin aksi ve tersi değildir. Evrensel yüce bir gerçeğin farklı tezahürleridir. Ve
diyebiliriz ki, gerçek mânâsıyla kâinatta herşey mukaddestir. Evet, mukaddestir, fakat asıl ve
gölgeleri birbirine karıştırmamak gerektir. Veya birbirinden kopuk bir şekilde, gerçeği
parçalamamak zorundayız.
Fakat maddeci, primitif zihinler, işi sekülerize etmek istiyorlar. Gerçeği parçalamak istiyorlar.
Hem kendilerini parçalıyorlar, hem de çevrelerine kötü radyasyonlar yayıyorlar. Ve bunun
adına ―ilericilik‖ diyorlar.
Kısa olarak ifade etmek gerekirse, “Ne kadar yanlış olursa olsun, kutsal bir iman hali, en
doğru, materyalize ve sekülerize edilmiş bir hayat biçiminden daha verimli ve daha faydalı ve
daha huzurludur.”
Evet, altın her zaman altındır. Tozlansa da, kirlense de, yine altındır. Teneke, her zaman
teneke bile kalmaz. İman bir pırlantadır. Madde, kullanılıp atılan bir kazurat gibidir. Zaten
para, rüyada, âlem-i misalde, kazurat olarak görünür.
İşte kutsal kitaplar, birer altın ve pırlanta gibidir. Bize intikal şekli ne olursa olsun, onların
kıymetini azaltmaz. Evet, eski eserler, hem cevher olarak, hem tarih olarak değer kazanırlar.
Fakat gerçek değerleri yine özlerinde saklıdır. Onun için Tevrat, Hz. Musa‘dan 500 sene
sonra yazıya geçirilmiş ise dahi, bu onun dinî değerini düşürmez. Zaten eski insanlar, yazıdan
ziyade hafıza bilgisayarını kullanırlardı. Bütün kültür ve medeniyet, genetik kod gibi, nesilden
nesile aktarılıyordu. Bu asırdaki insan ise, çokluk ve kesrette fazlaca boğulduğundan ve bir
derece hafıza kaybına uğradığından, bu eksiğini yazı ve teknoloji ile telafi etmeye çalışıyor.