Skip to main content
Özet Cumhuriyet tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tıpkı konar- göçer mevsimlik işçiler gibi Çingene sorununa da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin ardından eğilen ikinci partidir. CHP, Erken Cumhuriyet Dönemi'nde (1923-45) bu... more
Özet
Cumhuriyet tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tıpkı konar- göçer mevsimlik işçiler gibi Çingene sorununa da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin ardından eğilen ikinci partidir. CHP, Erken Cumhuriyet Dönemi'nde (1923-45) bu grupların sorunlarını çözmeye çalışırken, AKP 10-15 yıl içinde söz konusu topluluğa yaklaşmayı amaçlamıştır. İktidar partisi deyim yerindeyse Çingeneleri adam yerine koyup, devleti arkasına alarak topluluğa ulaştığı, devlet bürokrasisinin Çingenelere yönelik aşağılayıcı hitap- tutumlarını, temizlemeyi bir ölçüde başardığı için Çingenelerden ilgi görmekte, en azından Çingene seçmenini tarafında tutabilmektedir. Bu girişimlerle AKP, 700 bin civarında olduğu tahmin edilen Çingene oylarına ulaşmak için bir geçit inşa etmeyi başardı. CHP’nin aday belirlemedeki vahim hatasından ötürü, Özcan Purçu veya Hacer Foggo’nun yanında Abdullah Cıstır’ı da, parlamentoya göndermeye hazırlanan sol Çingene seçmen ciddi bir boşluğa düşmüş gibidir. AKP milletvekili Cemal Bekle de bu dönem seçimleri kazanma şansını kaybetti. Ancak burada ilginç bir veri daha gözden kaçmamalıdır. Özcan Purçu ve arkadaşlarının iddialarının aksine, Çingene önderlerinin listelerde boy göstermemesinin, genel Çingene seçmen nezrinde hiçbir etkisi olmamıştır ki, bu da, Turan Şallı’nın Çingene seçmeninin oy vermek için Çingene aday yerine, iktidarın kendisine dokunuşuna önem verdiği tezini haklı çıkarmaktadır.
Seçimler geride kaldı ve Çingeneler 2-3 milletvekili çıkarmayı düşündükleri bir parlamentoda, temsil güçlerini tamamıyla yitirdiler. Bu onların beklemediği bir gelişmeydi. AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına göre bu yıl, “Roman Açılımı”nın ikinci perdesi başlayacak. Ne yazık ki bu açılımı Çingeneler, topluluklarını koruyup, aşırılıkları dengeleyebilecekleri milletvekillerinden yoksun olarak karşılayacaklar. Kendilerine dair yaşamsal konuların çözümünü bürokratların soğuk hesaplarında bulup bulamayacakları ise Çingenelerin kısa vadeli siyasal davranışlarının yönünü belirleyecek.
Anahtar Kelimeler: Çingeneler, alt-kültürler, 2023 Milletvekili seçimleri ve Çingene seçmen,seçmen davranışı, siyasal partiler.

Abstract
In Republic’s history AKP is the only party which has indulged in Gypsy politics such as it did to nomadic workers problems’ besides the CHP. The CHP tried to solve these groups’ problems in the Early Republican Era (1923-45) while AKP intended to aprroach to these groups within 10-15 years. First the party in power abonded the deragotary phrases used in bureaucracy against Gypsies, then announced it had opened the first part of the Gypsy Initiative. By these attemps AKP has managed to build a passage to reach Gypsian votes which is estimated to be around 700 thousands. On the other hand the Republican Party, by making great mistakes in listing its candidates for parliament, created a shock within the social democrat Gypsians. While left Gypsians was preparing to celebrate their second seat among Republicans by sending Abdullah Çıstır besides Özcan Purçu or Hacer Foggo, they have ended up with no Gypsian parliament from
the 2023 elections. Cemal Bekle, the AKP deputy of the parliament also lost the chance to win the elections this term. The important point here was the opposition group (Millet İttifakı) was not able to gain any votes from the goverment’s descending votes so as Şallı said before, “The Gypsies didn’t chose in between theis candidates but they have decided to vote for which party politics would hit theis goals the less.”
Erdoğan who announced the goverment would give a start to the second round of Gypsy Inititative right after the elections, before the National Elections on his party’s meeting with Gypsies, did not forget his word. The goverment is getting ready for the second step but this time the Gypsy Inıtiative will begin with no Gypsian politican in the parliament so the process will be consigned to the hands of bureaucrats. What the second tour of the Gypsian Inıtiative brings to the community, will show whom the Gypsies defend in the next elections and on the streets which is a tremendously important “playground” for themselves.
Keywords: Gypsies, sub-cultures, 2023 Parliamentary elections and Gypsy voters, voter behavior, political parties.
Özet Yakın siyasal tarihimize, 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra gerçekleşen, en önemli olay olarak kazınan 28 Şubat müdahalesi, devleti uzun süre yöneten laik kadrolarla iktidar olma fırsatını hiç de olumlu bir biçimde kullanamayan ve... more
Özet
Yakın siyasal tarihimize, 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra gerçekleşen, en önemli olay olarak kazınan 28 Şubat müdahalesi, devleti uzun süre yöneten laik kadrolarla iktidar olma fırsatını hiç de olumlu bir biçimde kullanamayan ve rejimi; eylemleriyle açıkça tezyif ve tahkir eden Refahyol hükümeti arasında geçen, ciddi bir mücadeleye sahne olmuştur. 28 Şubat; gerek sözü geçen mücadelenin ilk etabını, rejimin kadim güçlerinin kazanması, İslamcı siyasetin deyim yerindeyse, “şok” etkisiyle sarsılması, gerekse bu gelişmelerden kısa süre sonra, ülkenin yeni ve bu kez tek başına bir İslamcı iktidara devrolunmasıyla birlikte, Türk siyasi hayatına damgasını vurmuştur. Bu bağlamda İslamcı hareket, biraz daha geçmişten ders çıkarmış ve kendini yenilemiş yüzüyle, sadece iktidara gelmekle kalmamış, Türkiye’yi yöneten başat oyuncu olması nedeniyle, muhafazakâr kesimin uğruna yanıp tutuştuğu, “Restorasyon Dönemine” kavuşmuştur. Oyu azalmakla birlikte kurduğu akıl almaz denklemlerle, İslamcı siyaset, Recep Tayyip Erdoğan dolayımıyla “restorasyon- onarım” evresini deneyimlemeye başlamıştır. Bu bildiride, 28 Şubat döneminde İslamcı siyaset ve sivil bürokrasinin bir kısmıyla, ölüm- dirim kavgasına tutuşan askeri bürokrasinin, demokrasiyi zorlama hatta kısa dönemli askıya alma çabası dâhilinde gerçekleştirdiği, kimi zorlama ve düzenlemeler masaya yatırılacaktır.
Eğer bir krize sivil bürokrasi çözüm sunamıyor hatta kadroları- yöneticileri- siyasal taraftarları ve medyasıyla akıntıya kürek çekiyorsa ortada yaşamsal krizin belirdiği kesimdir. İslamcı hareket, adeta “Geliyorum” diye bağıran, 28 Şubat darbesine karşı bir kararlılık gösterememiştir. Daha da kötüsü hükümetin büyük ortağı, ne demokrasi savunusuna sığınıp, ortağıyla beraber, meşru bir öz savunma gerçekleştirebilmiş, ne de ülkede kendi yarattığı siyasal boşluktan kaynaklanan, organik krize çare sunabilmiştir. Organik krizler eğer rejimin meşru silahlarıyla çözümlenemezse, devreye ya sefaretler (uluslararası oyuncular) ya da askeri bürokrasi girer.
Anahtar Sözcükler: 28 Şubat müdahalesi, askeri bürokrasi, sivil bürokrasi, Refah-Yol Hükümeti,demokratiksizleşme süreçleri.

The 28 February Interversion to the democratic life in all aspects was the most important event in Turkish contemporary politics since 1980 Military Coup d’etat. The Pan- Islamist Prime Minister of the time Necmettin Erbakan, with all his party’s allies, really spoiled his chance of getting Pan- Islamist wing in power after 30 years of political struggle, had chosen to fight with laic- Kemalist elites who had been in charge for about 70 years. Actually Erbakan was not as severe as the President Erdoğan, who is in charge right now as a political leader. Instead of solving the economic crise in Turkey was facing with and making Turkey a stronger regional power by D-8 project planned by him he insisted of creating new political crises within the country. Attaacking Kemalism to overcome the weak performance of the his goverment and promoting the radicals in the Welfare Party, Erbakan was fully responsible for his failure. At the end 28 February post- modern intervention ended up by a giant defeating shock for the Pan-İslamists and an absolute glory for the Kemalist- laic bureaucracy. The Intervention was also very important because a liberal- conservatist party, AKP, got into power by its own after the intervention and it could not be defeated over 21 years by the unpredictable coalitions it could manage to handle in time with MHP and other allies.
Recep Tayyip Erdoğan is said to be the leader that was able to begin the restoration period of the Kemalist revolution, gave the chance to conservatists to repair the harshness of the revolution to make Turkey a more endurable place to live. In this paper the mood and the administrative politics the military bureaucracy used during 28 February Era, will be tried to be explained and discussed according to win the battle over regime. The mistakes made by the Islamists will be taken into consideration all through the Debate.
Keywords: 28 February Intervertion, military bureaucracy, civil bureaucracy, Refah-Yol goverment, anti- democratication attempts.
Öz AKP ve devlet bürokrasisinin, Suriyeli insan selini ülkeye davet ederken pek ileri görüşlü davranmaması, ABD politikalarına çok fazla güvenmesinin yanısıra, göçmenleri; sığınmacı kamplarında tutabileceklerine yönelik, naif ya da... more
Öz
AKP ve devlet bürokrasisinin, Suriyeli insan selini ülkeye davet ederken pek ileri görüşlü davranmaması, ABD politikalarına çok fazla güvenmesinin yanısıra, göçmenleri; sığınmacı kamplarında tutabileceklerine yönelik, naif ya da çocuksu inançlarının etkisi büyüktü. Sayıları artan sığınmacıların, daha önce Ürdün, Mısır hatta Suriye’de kamplara yerleştirilen, Filistinli mültecilerde görüldüğü gibi, ilkin iş bulmak amacıyla kampların dışına çıkması, daha sonraysa aileleriyle beraber, bu ülkelerin büyük şehirlerine akması örneklerinde olduğu gibi tüm Türkiye’ye yayılması, hükümeti köşeye sıkıştırdı. İktidar partilerini de birbirine düşüren bu süreç, hem kamu politikalarının iflası, hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında üleştirilmesi planlanan kıt kaynakların, göçmenlerle paylaşılması sorununu getirdi ki, hükümet de, giderek siyasetten sokaklara yayılma ihtimali bulunan halk öfkesini, sınırlandırmak amacıyla, “beylik” sertlik politikalarından medet ummaya başladı.
Ne var ki gerek ZP’nin kısa dönemde kendi adına memnunsuzlar üzerinde yarattığı olumlu etki, gerekse ekonomik daralmayla beraber, vasıfsız Türk işçilerinin de işlerinden olmaya başlamaları, Türk toplumunun genelinde sığınmacı karşıtı bir sağduyunun (basiret), oluşmasıyla neticelendi. Özellikle ülkenin kalburüstü iktisatçılarının, Türkiye’nin krizin tüm ilinekleriye yüzleşmediğine dair çıkışları, kitleleri sığınmacı hususunda daha tedirgin kıldığı gözleniyor.
Halkın hissedeceği baskının faturasının, er ya da geç, ülkedeki ekonomik daralmanın ciddi sebeplerinden olan, göçmen- sığınmacılara kesilebileceğini kaydeden uzmanlar, “Faiz sebep enflasyon sonuç politikasının giderek halkın/ muhalefetin dilinde, “Sığınmacılar sebep, ekonomi sonuca” dönüşebileceğini belirtmekteler. Böyle bir durumun doğması halinde Mehmet Şimşek’in, yerini, Saray’a daha yakın bir ekonomiste bırakıp gidebileceğini öngören uzmanlar, sığınmacı sorununun, seçim sonrası daralmanın arkasından boyut kazanabileceğini öne sürmekteler. Bu bildiride önce göç- göçmen- sığınmacı tanımları üzerinde durularak, Türkiye’deki sığınmacı krizinin tarafları ayrıştırılacak, ardından sığınmacı karşıtlarının, ırkçı sayılıp sayılamayacakları ekseninde derinlemesine bir tartışma yürütülecektir. Bildirinin sonuç kısmında, hükümetin görece “sertlik” politikasının, kalıcı mı yoksa göz boyamaya yönelik bir uygulama mı olduğu çözümlenecektir.

Abstract
In addition to not being very forward-thinking when inviting a flood of Syrian refugee to the country, and relying too much on US policies on Syria, the AKP and the state bureaucracy; insisted on its naive or childish beliefs’, that the Syrians would be kept in refugees camps forever. The increasing number of refugees, as seen in the case of Palestinian refugees who were previously placed in camps in Jordan, Egypt and even Syria, first leave the camps to find work, and then flow into the big cities of these countries with their families. So as well as it happened in these Arab states, the Syrian refugees spread throughout Turkey, pushing the government squeezed into a corner.
Both the bankruptcy of public policies and the problem of sharing the national resources planned to be distributed among the citizens of the Republic of Turkey with Syrian and Afghan immigrants, resulted a severe conflict between the AKP who is in power and its defending parties such as MHP (Nationalist Movement) and YRP (The New Welfare Party). As a result due to the increase of the voters’ who criticizing the government because of its refugee policy, AKP, in order to limit the public anger that was likely to spread from politics to the streets, took anti-democratic arbitrary practices. As it has become as a "principle" for AKP, some of the social media leaders of the Syrian refugee politics of state mostly supporting ZP (Victory Party) have been arrested by police at the end of September.
However, both the positive impact that ZP had on the dissatisfied in the short term refugee policies of the state and the economic contradiction the unskilled Turkish workers facing with, government promises on economic growth has become a unattainable goal. Both the skilled and unskilled national labor began to lose their jobs against the Syrian refugees. These happenings resulted in the formation of an anti-refugee common sense in the Turkish society in general. It is observed that especially the statements of the country's prominent economists that Turkey has not faced all the contingencies of the crisis have made the masses more anxious about the refugees. Experts noted that sooner or later the price of the pressure felt by the public may fall on immigrants-refugees, which are one of the serious reasons for the economic contraction in the country. The economic experts added: "The interest-cause inflation-result policy” may turninto a “The refugees- cause economic bankrupt- result policy” within the public opinion.
Öz 20. Yüzyılın sonlarından itibaren dünyayı iyiden iyiye “global köy” haline dönüştüren küreselleşme, çok-kültürcü/ çok-etnisiteli yapısıyla, dünyaya çeşitli fırsatlarla birlikte önemli sorunları da getirdi. Özellikle iş gücünün serbest... more
Öz
20. Yüzyılın sonlarından itibaren dünyayı iyiden iyiye “global köy” haline dönüştüren küreselleşme, çok-kültürcü/ çok-etnisiteli yapısıyla, dünyaya çeşitli fırsatlarla birlikte önemli sorunları da getirdi. Özellikle iş gücünün serbest dolaşımı, küresel bireyin emeğini özgürce satabilmesi gibi genel anlamda fırsat eşitliği yaratan konu başlıkları, yerküreyi kaplayan göç dalgalarıyla beraber, farklı tartışmalara kapı araladı. İnsan kaçakçılığının az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere göç edebilme koşullarını zorladığı günümüzde, Ortadoğu’daki belirsizlikler, Suriye’deki iç savaş sebebiyle milyonlarca Suriye yurttaşının şu ya da bu şekilde ülkelerini terk ederek, kapağı komşu devlet Türkiye’ye atmalarıyla boyut kazandı. Doğallayın, Suriyeli yerleşimci sorununun ülkenin en ciddi meselesine dönüştüğü rahatlıkla söylenebilir. Üstelik iş sayıları, farklı kaynaklarca 2-10 milyon arası açıklanan Suriyeli yerleşimcilerin, bakım- barınma- yerleşim ve suça eğilim sorunlarıyla da sınırlı kalmıyor. Nitekim ülkede bulunan Suriyelilere ek olarak, Afganistan’dan Anadolu’ya girmeye başladığı gözlemlenen Afgan mülteciler yeni bir sorun alanı oluşturarak, göçmen sorununun dallanıp budaklanmasına neden oluyor.
Bir süre önce gerçekleşen 14-28 Mayıs seçimlerinde, Türk siyasal yelpazesinin bölünmüş yapısında, ağırlıklı yer edinen göçmen sorunu, ülkenin önündeki yerel seçimlerde de, siyasetin başat sorunlarından birisini oluşturacak izlenimi veriyor. İktidar partisi yanı sıra üçe bölünmüş milliyetçi kamuoyunda, hükümeti destekleyen tutumu sebebiyle, MHP; bir anda, dünyada göçmen yoğunluğunu destekleyen tek milliyetçi parti olma konumunu üstlenirken, İYİP ve ZP’nin, Suriyeli göçmenleri, ülkeden yollamaya yönelik tavırları dikkat çekiyor. Daha şimdiden Suriyeli- Afgan sığınmacıları- devletin sözcük dağarında misafir- ülkeden göndermek için yerel seçimleri bir fırsat olarak sunan ZP kurmayları, göçmen yoğunluğundan endişe eden göç bölgelerinde, seçmeni ZP’ye oy vermeye ikna etmeye çalışıyor. Dolayısıyla Cumhuriyet’in 100. Şeref yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye’de, ikinci yüzyıla devredecek temel tartışmanın, “çağ atlayan Türkiye mi”, yoksa “göçmen sorunu mu” olacağı, ilgiyle izleniyor.

Abstract
While the world became a “global village” long ago, the debates on the negative effects of globalization have begun to be discussed as well as its adventages. Turkey said to be shelter for Syrian migration after the çivil war in Syria is discussing the migration policy, for about a certain time. It is reported that the number of Syrian refugees within the country changes from 5 millions to 13 millions of people. Therefore the Syrian migration policy has become one of the top issues of political debate in Turkey. It is thought the coming local elections in Turkey will be faced acording to the migration politics of Turkey.
The governing AKP tries to protect the Syrrian immigrants with its supporter MHP but on the otherhand both the social democrat CHP and the other two nationalist parties in the opposition block IYIP- ZP are trying to get rid of the Syrian population in the country as soon as they come in charge. By its political situation MHP, the nationalist party collecting the most votes within nationalist groups, seem to be the first national party within the “universe”, supporting refugees in its country, ZP the critical offender of sending the Syrians and Afgans’ whete they came from got 3 percentage of votes in its second age in politics.
Turkey as being a country facing with immigrants issue for decades Ortaylı states, is much more cool- headed actor on the subject comparing to the European states. This modification still can not stop the importance of Syrian question of the inner politics. Towards its march through second century The Republic, is discussing the subject louder and louder: “Will Turkey move onto its ‘Turkic century’ or will it turn into a total misery wıth the mıgratıon problem in the 21. century?”
According to data that is not entirely certain, in Bulgaria, 10% of the population, in Hungary 8%, and in Romania, 9 % are composed of communities of Gypsy origin (FACEBOOK:GEN:TR: 2023). It is controversially claimed that the Gypsy... more
According to data that is not entirely certain, in Bulgaria, 10% of the population, in Hungary 8%, and in Romania, 9 % are composed of communities of Gypsy origin (FACEBOOK:GEN:TR: 2023). It is controversially claimed that the Gypsy population in Turkey corresponds to 1% of the country's population. In Greece, there are approximately 300,000 Gypsies, while the average number is around 100,000 in Albania (official authorities had only given the figure as 1500 until recently), an estimated 200,000 in North Macedonia (the number of Gypsies in this country varies between 50,000 and 250,000 according to various sources), and the Gypsy population in Serbia is around 540,000 when Kosovo is included. The official Serbian population census data, by reducing the Gypsy population rate to one-fifth, state the total figure as 108,193, excluding Kosovo. The fact that the Gypsy population in the Balkans varies so much is generally the result of official authorities treating the Gypsy issue as "it doesn't exist". The lower the number of Gypsy (or Romani) communities subjected to negative discrimination in all regions they live in, the less budget they will be allocated, and the violations of Gypsies’ rights can be reduced proportionally.
Gypsy migrations occurred at various times in the Ottoman Empire, which was a "Balkan Empire." Official records reveal that during the Byzantine Empire, about a century before the Turks, Gypsy blacksmiths and grooms worked in the Byzantine palace. Byzantine Gypsies worked for the palace and were assigned by the state to perform privileged specialized tasks. Turks, who began to be employed in the Empire before the Battle of Malazgirt, also started to work for the palace in similar occupations. In this respect, it can be inferred that Turks in the Byzantine palace initially started working alongside Gypsy master craftsmen. This small population of Gypsies and Turks in the palace had a different position after the Turks conquered Anatolia. Some of the Gypsy migration groups who entered Anatolia with the Turks stayed there, while it should not be forgotten that a significant portion of the nomadic Gypsies spread from here to the Balkans and Europe (DURAL, 2021). This paper tries to give brief explanation on the fate and the intersection points of the two nomadic societies Turks and the Gypsies’ througout history.
ABSTRACT: The theater collectives address different topics and have unique ways of creating theater. They also have a role of "playing according to the field" approach that contrasts with traditional approaches like "theater for the... more
ABSTRACT: The theater collectives address different topics and have unique ways of creating theater. They also have a role of "playing according to the field" approach that contrasts with traditional approaches like "theater for the people" and "theater for art." These characteristics challenge the old, established examples of theater and are commonly referred to as 'autonomous theater'. The subsidized or unsubsidized theaters usually perform in large, crowded halls for general theater audiences, also known as the audience of the masses. In con- trast, these new avant-garde artistic collectives are restricted to performing in their own small venues for specific audiences. They evoke a struggle between the old and established on one hand, and the new and seeking to find a place for themselves on the other, on their stages. The new theater scene is emerging, in small venues with audi- ences ranging from 30-70 people. These theaters aim to present diverse narratives on topics such as "fringe, new political, LGBT, immigrant issues, disadvantaged groups".
Despite being a semi-professional feminist theater group established in 2000, Theatre Boyalı Kuş does not describe itself as a direct "women's theater". Theatre Boyalı Kuş was founded by Jale Karabekir and Zeynep Kaçar, graduates of the Istanbul University Department of Theater Criticism and Dramaturgy. The company took serious steps towards institutionalization with the later addition of Burçak Karaboğa and Duygu Erdoğan. Con- trary to what is claimed, Theatre Boyalı Kuş is not a structure that only houses women. It is a group that aims to change the perception of male dominance in theater, by also involving men in their performances but prioritizing female voices in the decision-making mechanisms.
ÖZET “Alternatif – fringe (almaşık kenar) tiyatrolar)” 1970’li yıllarda başta Avrupa olmak üzere, kısa zaman içinde dünyanın dört bir yanına dağılan yapılması nispeten ucuz ve kolay ama sürekliliği tartışmalı yeni bir sanat yapma biçimi... more
ÖZET
“Alternatif – fringe (almaşık kenar) tiyatrolar)” 1970’li yıllarda başta Avrupa olmak üzere, kısa zaman içinde dünyanın dört bir yanına dağılan yapılması nispeten ucuz ve kolay ama sürekliliği tartışmalı yeni bir sanat yapma biçimi olarak hayli tutulmaya başlanmıştı. Klasik tiyatroların dışında, onlara meydan okuyarak kendisine yer edinen ve hâlihazırdaki tiyatro yapma biçemlerine almaşık olmayı vadeden toplulukları akla getirmektedir. Türkiye’nin en başarılı ve uzun soluklu almaşık- kenar (alternatif) tiyatro topluluklarından birisi olan DOT, sitesinde kendisini, “Kültür- sanat alanına eleştirel yaklaşımlı, tansiyonlu tiyatroyu katmayı amaçlayan, güncel oyunları İstanbul seyircisiyle buluşturmayı hedefleyen” bir kurum olarak tanımlamaktadır. Genelde İngiliz oyun yazarlarının eserlerine yer veren DOT’un, tamamıyla, “suratına tiyatro ekolü” gibi tanımlanmak yerine, bu türü, özellikle de İngiltere geleneği içerisindeki örnekler üzerinden, en çok izleyici beğenisine sunan ekip olarak adlandırılması daha gerçekçi olur. Bu bildiride DOT’un, bir “yeraltı” tiyatrosu olarak, katettiği sanatsal ivme
tartışılacaktır. 41
Anahtar Kelimeler: DOT, almaşık tiyatro, kenar tiyatro, ana- akım tiyatro, suratına tiyatro.
ABSTRACT
The alternatiev fringe theatres has drawn attention first in Europe, after 1970’s. Begining from Anglo- Saxon countries, alternative theatres claim themselves as alternatives of main- stream theatres which poses on the masses nothing than the general values of burgeoise culture. As theatres putting low- limited cost plays, the alternative fringe theatres, argue their plays are much more easy to reach comparing with the big theatre companies playing in 200- 400 seated places. They rather play in small theatres with usually 30-50 seats capacity. The DOT which is the most known fringe theatre of Turkey, will be discussed in this paper. The group, identifying itself by stating, “Playing new modern texts to theatre- lovers of Istanbul, texts which have critics against the main- stream theatres of burgeoise life style, the group choses plays with tension to trigger the mood of its audience.” As a fringe theatre company the DOT, often play The British text writters products, as well as the texts belonging to the will- known Turkish enderground authors, like Hakan Günday.
Keywords: DOT, alternative theatre, fringe theatres, main- stream theatre, into the face.
ÖZET Bilim dağarına (literatür) 1970'lı yılların sonunda giren, ancak genelde, 1980 ardılı süreci ve özellikle de Soğuk Savaş'ın; II. Dünya Savaşı sonrasındaki evresinin kapanışını, "muştulayan" küreselleşme (Aktel, 2001: 193- 196)... more
ÖZET
Bilim dağarına (literatür) 1970'lı yılların sonunda giren, ancak genelde, 1980 ardılı süreci ve özellikle de Soğuk Savaş'ın; II. Dünya Savaşı sonrasındaki evresinin kapanışını, "muştulayan" küreselleşme (Aktel, 2001: 193- 196) hakkında, günlük yaşam içerisinde gelişerek yaşayan bir kavram olduğu için birçok farklı tez- tartışma mevcuttur. Bu durumun nedeni, küreselleşmeyi açıklamada yararlanılan dünya görüşleri, bakış açıları, değerlendirme kıstasları ve ideolojilerin zaman içerisinde değişime uğrayıp, kavramın içeriğini giderek
genişletmesidir. Diğer bir ifadeyle küreselleşmenin tanımının oldukça kapsayıcı ve değişken olmasının nedeni, kendisini teşkil eden konuların gündelik hayattan uluslararası politikaya 29
kadar son derece akışkan olmasıdır.
Bu bağlamda 1970’ler sonrası ekonomi-politiğin, nirengi taşı olan neo-liberalizm ve 1990’larda Soğuk Savaş’ın son bulmasıyla, ağırlıklı olarak ABD tarafından teklif edilen, “Yeni Dünya Düzeni”, ulus-devletlerin, küresel arenadaki konumunun sorgulanmasına neden olmuştur. ABD’nin karşısında dengeleyici bir güç oluşturan SSCB’nin çöküşü, çift kutuplu dünyanın, yerini devletlerle/ devletler-üstü kuruluşların hegemonik ilişkilerine bıraktığı tek kutuplu bir düzenin almasıyla neticelenmiştir. Demir perdenin aralanması sonucu sahneyi devralan IMF, BM ve DTÖ gibi kuruluşlarla, devlet içinde yükselen STK’lar ve diğer baskı grupları yeni güç ilişkilerinin oyuncuları olmuşlardır.
Küreselleşme teorileriyle birlikte sıklıkla gündeme gelen, “Tarihin Sonu” ve “Medeniyetler Çatışması” gibi tezlerde, ulus-devletlerin zamanla aşınacakları, dolayısıyla, siyasi sınırların ve devlet egemenliğinin giderek anlamsız hale geleceğini iddia etmektedirler. Küreselleşmeyi insanlık tarihinin olağan evrelerinden biri olarak gören diğer yaklaşımlar ise, modernizmin devamı olan küresel sürecin, ulus-devletleri ortadan kaldırmaya muktedir olamayacağın, iki yapı arasında gerilimli ama yapısal açıdan geçişkenliklere yer veren yeni bir sistemin doğmakta olduğunu savunurlar. Batı’da yükselen sağ ideolojiler ve ABD’de görülen popülist milliyetçiliğin, ulus-devletleri küreselleşmenin yıkıcı etkilerine karşı tekrar göreve çağırabildiği görülmüştür. Ayrıca sağlık alanında başlayıp giderek ekonomik- sosyal psikolojik ve toplumsal düzeylerde, küresel bir kriz olarak nitelendirilebilecek, Covid-19 salgını unutulmamalıdır. Zira salgın salgın süreci ve ardılında dünya (“küresel”) kamuoyu, küreselleşme sürecinde “insan hakları” ve “demokrasi” gibi kavramlar aracılığıyla edilgen aktörler olarak yeniden kurgulan ulus-devletlerin, olağanüstü durumlarda, toplumsal ve
ASES IV. INTERNATIONAL CONFERENCE ON SOCIAL SCIENCES
DECEMBER 17-19, 2022, ESKISEHIR, TURKIYE
CONFERENCE PROGRAM
bireysel hayatın her alanına nüfuz edebilme meşruiyetlerini kazanabildiklerine tanıklık edilecektir.
Anahtar Sözcükler: Küreselleşme, bölgeselleşme, bağımlılık paradigmaları, küreselleşme karşıtlığı, liberalizm.
ABSTRACT
The upcoming of the term globalisation in the scientific literature has begun at the end of 1970’s, altough it really came into the political- social sphere in 1980 and afterwards, was announcing the world the end of so- called Cold War was over. (Aktel, 2001: 193-196) In reality globalization operates in a stream drenching within the daily activities of an individual to modern societies of the world, creates many political thesis, economical debates. In all means there are many game theories and ideologies which changes their main politics, according to globalism. Therfore globalization is a way of reading the aspects of the “new world”.
The neo-liberalism arising from 1970’s and then combined with the offer of a new pax, called as, “The New World Order” by the USA after 1990’s, shooked up the old patterns of world politics. The nations states on the other hand deeply gone under a crises by what the future of the statess will show. Will they be in the “game” like they were in the Cold War, if the time of the states will be in history or how will they react against globalism trend to survive? After the end of Soviet Union as a balancing power against the USA, was both relaxing the gravity over its oppenent by being the second creditor of the world and representing an alternative for the countries to shelter under its wings, had changed the international and economic scenarios worldwide. The trans- national NGO’s and universal/ regional super veto players of the new
world, has gained enormous importance comparing with the nation states. 30
The theories, “The End Of History” versus, “The Clash of Civilizations” were the two different hypothisis about the globalization era, trying to configure what will come next after the great depression of the “new times”. The noe-liberal thesis arguing the natios states would have small importance and they would be quite useless as times go by. The authors suspicious on the future of the globalization, explained the nations states would lose its power but would still stay as important powers balancing the world’s order. These authors, try to situmulate their contries every class or status groups act very cautious towards globalization which is the most importance factor influcing the world politics. The third bloc assuming the nations staes cansurvive against globalization, the new era, would create its solution to undercome the difficulties of great powers hiding under the cover of the New World Order. The new right ideologies on the other hand, like the new populist- nationalism or new Catholic Paws in the USA and some Western powers, has in mind it will be very useful to cry out for the nationalisms in charge to overcome the problems of globalism. The Covid- 19 epidemic for instance has become a great example both the states and the authoritarianism should be kept close to the world politic system against a danger not to be solved in the means of democracy. In this paper the “new” role of the nations states will be debated, according to the facts explained above.
Keywords: Globalization, Regionalism, Dependency paradigms, Anti- globalization, Liberalism.
Milliyetçilik ideolojisinin temelinde yer alan “ırk”, “millet”, “ulus” gibi kavramlar pek çok kez bu alanda yapılan tartışmaların odak noktası olmuş ve söz konusu kavramların tanımlanması, sınıflandırılması, aralarında ilişkilendirilmesi;... more
Milliyetçilik ideolojisinin temelinde yer alan “ırk”, “millet”, “ulus” gibi kavramlar pek çok kez
bu alanda yapılan tartışmaların odak noktası olmuş ve söz konusu kavramların tanımlanması,
sınıflandırılması, aralarında ilişkilendirilmesi; yazarlar/düşünürler/kuramcılar tarafından farklı
zamanlarda, farklı şekillerde ele alınarak, her daim canlı tutulmuştur. Birbirlerine benzer
yönleri ile ön plana çıkmalarının yanısıra eş anlamlı olarak ifadeleşen ve bilimsel söz dağarında
yer edinen bu kavramların yeri geldiğinde birinin diğerine tercih edilmesi milliyetçilik
tartışmalarında kavram kaymasına neden olmuştur. Kavram kargaşasından doğan tutarsızlıklar, aslında
kavramlar arasında anlamsal açıdanönemli farklılıkların da bulunduğunun bir göstergesi olarak
yorumlanmaktadır. Milliyetçiliğe dair terimlerin yüklendiği anlamlar itibarıyla hem toplumsal hem
de siyasal ölçektetartışma zemini oluşturmalarının temelinde de bu ayrım yatmaktadır. Modern
öncesi dönemde genetik olarak yapılan ayrımlara rastlanılmış olunsa da daha çok belirleyici
olanın, “kültürel bağ”, “din”, “akrabalık” ve “gelenek” gibi aidiyetler olduğu saptanmıştır. Bu
bağlar kuvvetli olduğu müddetçe insanlar kendilerini güvende hissetmişler, ırksal ayrışmaları
temel almamışlardır (Arslan, 2019: 9). Zira modern öncesi dönemde hiyerarşinin daha sert bir
nitelik arz etmesi ırksal değil sınıfsal bir ayrışmayı beraberinde getirmiştir. Bu bildiride tarihsel
süreç içerisinde milliyetçiliğe kaynaklık etmiş temel kavramlar, milliyetçilik- küreselleşme
ilişkisine koşut olarak tartışılacaktır. Daha sonra bu kavramların ortak bileşkesinin, verili
milliyetçiliklerin toplumsal ardalanını oluşturduklarına değinilerek, kuramsal tartışmanın
bileşenlerinin birbirleriyle teması çözütlenmeye çabalanacaktır. Sonuç itibarıyla RönesansReform ile başlayan ve pek çok alana yenilik getirerek güçlenen tarihi süreç bilim ve
teknolojide bilhassa da tarih, felsefe, etnografya, coğrafya, filoloji gibi bilim dallarında önemli
gelişmeler kaydedilmesine öncülük etmiştir. Bu gelişmeler neticesinde ulusal kimlikler
şekillenmiş ve belirginleşmiş, gelişmelerin teknolojik bir boyuta taşınması ise bu kimliklerin
oluşum ve yerleşme süreçlerine hız kazandırmıştır.
Research Interests:
Negri1- Hardt küresel post-modern bir iktidar teorisi olarak geliştirdikleri imparatorluk düzeniyle, Avrupalı devletlerin egemenliklerini kendi sınırları ötesine taşıma girişimi olarak tanımlanan, klasik emperyalizm çağının bittiğini... more
Negri1- Hardt küresel post-modern bir iktidar teorisi olarak geliştirdikleri imparatorluk düzeniyle, Avrupalı devletlerin egemenliklerini kendi sınırları ötesine taşıma girişimi olarak tanımlanan, klasik emperyalizm çağının bittiğini duyurmuşlardır. Bu yeni imparatorluk düzeni herhangi bir ulus-devletin öncülük ettiği bir hegemonya veya Soğuk Savaş dönemine özgü çift kutuplu bir dünya düzeni değildir. Negri- Hardt’a göre imparatorluk uluslararası kuruşlardan müteşekkil bir yapıdır. IMF, G-20 ve DTÖ gibi oluşumlarla kapitalizmi oluşturan emeğin her türlüsünü içine alan bir işleyiştir. İmparatorluk, emperyal hak kavramı ile savaşı meşru kılmaktadır. Barış ve özgürlüğe adanmış bir savaş sadece kabul edilebilir bir şiddet değil, aynı zamanda, savaşın taraflarını sıradanlaştıran ve “öteki”ni tecrit eden bir müdahaledir. İmparatorluk, bünyesinde barındırdığı ulus-devletlerin imkanlarıyla, dışarısını içeriye alır. “İçerisi- dışarısı” ayrımının silik hale geldiği bu imparatorluk evreni, kapsayıcılığı arttıkça içine aldığı farklılıkların da arttığı, dinamik bir yapıdır. İmparatorluk tam da bu özelliğinden dolayı, kendi iç çelişkisinin tehdidi altındadır: Çokluklar. Negri- Hardt’ın çokluk kavramı, imparatorluğu çağırmış ve imparatorluğun içinde olgunlaşmış bir birlikteliğe işaret eder. Düşünürler çokluğu tekil birliktelikler olarak tanımlar. Herhangi bir sınıfa, halka, kitleye veya güruha yani özdeşlik ifade eden kavramlara indirgenemeyen çokluk, Negri- Hardt’ın yeni siyasal öznesidir (Dural- Koç, 2022). Böylelikle çokluklar, Lenin’in ünlü “kendiliğinden sınıf* kendisi için sınıf” diyalektik ayrımını da altüst ederek, sıradan kalabalıkları siyaset sahnesinin menziline çeker.
Anahtar Kelimeler: Biyo- iktidar, Karl Marx, Post- Marxizm, imparatorluk, çokluklar.
ABSTRACT: Teali-i Nisvan is one of the societies that attracted attention due to its intellectual structure in the spectrum of association activities after 1908. This society has the feature of being a cultural society among the... more
ABSTRACT: Teali-i Nisvan is one of the societies that attracted attention due to its intellectual structure in the spectrum of association activities after 1908. This society has the feature of being a cultural society among the classifications made. When discussing the society, first of all, it is necessary to mention Halide Edip Adıvar, who spent her entire life fighting for her ideas and was the founder of Teali-i Nisvan Society. Names such as Fatma Aliye, Emine Semiye, Nezihe Muhittin, Halide Edip are the most important names who raise their voices and strive for women to have a place in society and to have rights. For this reason, it would not be wrong to say that there are men and some governments who take the role of staff in encouraging women in social, political and economic fields. However, it should not be forgotten that if there is a deficiency or disruption in society, economy or politics, women are exalted. It was needed primarily for communication in diplomacy, then when wars broke out, it was needed to heal the wounds of war both on the front and in the society, and finally, it was needed to work in factories when the economy deteriorated. If I had to express this situation in one sentence; Centuries have passed, conditions have changed, powers have changed, but the use of women as a tool has not been abandoned.

Keywords: Teali- Nisvan, Halide Edip, Party of Union and Progress, women at war, Collapse of the Ottoman Empire.
ABSTRACT: When looked closely, the roots of the Xenophobia that settled in Turkish Conservatism cannot be limited to only 630 years of imperial history, although they are inspired by the "we (Muslims) - them (Christians)" phenomenon... more
ABSTRACT: When looked closely, the roots of the Xenophobia that settled in Turkish Conservatism cannot
be limited to only 630 years of imperial history, although they are inspired by the "we (Muslims) - them (Christians)"
phenomenon voiced within the Ottoman Empire's understanding of jurisdiction (understanding of ‘gaza’).
First of all, the understanding based on the Christian-Muslim distinction above is doomed to be incomplete because
there is no mention of Jews in it. In the Ottoman Period, groups of Jewish origin were approached with
intense sympathy, and in order to expose the evil of the marginalized Christian states, it was desired to prove that
these states were a scourge not only to Muslims but also to all communities other than themselves. Here, the
population of Jewish origin escaped from the four corners of Europe and took shelter Regression, the Jewish
subjects are not the other, but a friendly community that the Ottomans saved by taking it with them. The evil of the
Jew, with the exception of some radical circles, was restrained in social language until the end of the Regression.

Keywords: Xenophobia, Turkish conservatism, Ecole Dergah, Samiha Ayverdi, “the other”.
Küreselleşme ile birlikte, ulus-devletlerin bünyesinde barındırdıkları siyasi öznelerin, dönüşüme uğradığını iddia eden bu çalışmada, Negri- Hardt’ın kavramsal çerçevesinden ve siyasal toplum tasavvurlarından yola çıkılarak, yer yer... more
Küreselleşme ile birlikte, ulus-devletlerin bünyesinde barındırdıkları siyasi öznelerin, dönüşüme uğradığını iddia eden bu
çalışmada, Negri- Hardt’ın kavramsal çerçevesinden ve siyasal toplum tasavvurlarından yola çıkılarak, yer yer güncel
örnekler üzerinden, kuramsal bir iktidar-çokluk ilişkisi sorunsallaştırılacaktır. Tekil birliktelikler olarak ele alınacak olan
çokluğun, iktidar ilişkileri içerisinde veya dışarısında tanımlanamayacak bir birlik oluşturduğu düşünülmektedir. Ortodoks
Marxizm’den farklı olarak, sadece işçi sınıfının elde etmesinin yeterli olmayacağı düşünülen sınıf bilincinin, çokluk nazarında
ne ifade ettiğinin saptanması, onun örgütlenme potansiyelinin açığa çıkarılması bakımından önem arz etmektedir.
Marxizm’in devrimci özne olarak kabul ettiği işçi sınıfının aksine, herhangi bir sınıfa siyasi ayrıcalık tanımayan Antonio NegriMichael Hardt, küreselleşmenin yüksek aşaması olarak gördükleri, “İmparatorluk düzeni”nin zaaflarından bahsederler
Küreselleşme ile birlikte, ulus-devletlerin bünyesinde barındırdıkları siyasi öznelerin, dönüşüme uğradığını iddia eden bu çalışmada, Negri-Hardt'ın kavramsal çerçevesinden ve siyasal toplum tasavvurlarından yola çıkılarak, yer yer güncel... more
Küreselleşme ile birlikte, ulus-devletlerin bünyesinde barındırdıkları siyasi öznelerin, dönüşüme uğradığını iddia eden bu çalışmada, Negri-Hardt'ın kavramsal çerçevesinden ve siyasal toplum tasavvurlarından yola çıkılarak, yer yer güncel örnekler üzerinden, kuramsal bir iktidar-çokluk ilişkisi sorunsallaştırılacaktır. Tekil birliktelikler olarak ele alınacak olan çokluğun, iktidar ilişkileri içerisinde veya dışarısında tanımlanamayacak bir birlik oluşturduğu düşünülmektedir. Ortodoks Marxizm'den farklı olarak, sadece işçi sınıfının elde etmesinin yeterli olmayacağı düşünülen sınıf bilincinin, çokluk nazarında ne ifade ettiğinin saptanması, onun örgütlenme potansiyelinin açığa çıkarılması bakımından önem arz etmektedir. Marxizm'in devrimci özne olarak kabul ettiği işçi sınıfının aksine, herhangi bir sınıfa siyasi ayrıcalık tanımayan Antonio Negri-Michael Hardt, küreselleşmenin yüksek aşaması olarak gördükleri, "İmparatorluk düzeni"nin zaaflarından bahsederler.
ABSTRACT In heated struggles for power like election campaigns, political rivals are villainized through othering in the mass media. This is clearly the case in Turkey where society is structurally polarized along ethnic, religious,... more
ABSTRACT In heated struggles for power like election campaigns, political rivals are villainized through othering in the mass media. This is clearly the case in Turkey where society is structurally polarized along ethnic, religious, regional and political cleavages as well as sociological conflict lines between Islamists and secularists, urban (and Thracian) citizens in coastal cities and rural Anatolian villagers. The anti-Semitist (V)Akit newspaper, which attracts attention with its immoderate, militant, Sunni-Islamist discourse, used negative stereotypes in headlines and news coverage, columns, cartoons and caricatures. The daily tried to villainize its secularist rivals like Thracians and Kemalists by using inflammatory, abusive words and defamatory allegations.
Haklarinda dillendirilen tum olumsuz yakistirmalara ragmen, Cingene toplumunun kesif bir caresizlige gomuldugunden soz edilemez. Tam ter- sine Cingenelerin kendilerine en guvendikleri liman olan, muzik sahasini kullanarak naif bir... more
Haklarinda dillendirilen tum olumsuz yakistirmalara ragmen, Cingene toplumunun kesif bir caresizlige gomuldugunden soz edilemez. Tam ter- sine Cingenelerin kendilerine en guvendikleri liman olan, muzik sahasini kullanarak naif bir mucadele yuruttukleri gozden kacmiyor. Muzik-Cin- gene baglantisi desildiginde muzigin, bu toplulugu ilgilendiren iki yonu aciga cikiyor. Bunlardan ilki muzigin Cingeneler icin yoksulluk/yoksun- luklarindan kurtulup, toplumun ‘kabul goren’ kismina giris icin ‘kisisel da- vetiye’ islevi gormesidir. Toplulugun icinde egitim yoluyla dikey hareket- liligi yukseltmek bir hayli zor, hatta imkânsiz olarak algilandigindan, Cin- gene gencler, zaten dogustan sahip olduklarina inandiklari, ‘ritim’ silahina tutunarak, calgicilik yeteneklerini keskinlestirmeye calisirlar. Muzik, bu anlamda Cingene bilisisinde, “ogrenilmis caresizligi” yenmenin etkin co- zumlerinden birisi olarak belirmektedir. Cingenelerin muzik dolayimiyla one surdukleri ikinci tepkisellik dalgasinda ...
Tasavvuf önderlerinden Kenan Rifai"nin etkisiyle Sâmiha Ayverdi eserlerinde alelade insanın kendisi, diğer insanlarla ve Yaratıcı ile olan ilişkilerini yer vermiştir. Osmanlı"nın son dönemiyle Anadolu Müslüman-Türk kimliği üzerine... more
Tasavvuf önderlerinden Kenan Rifai"nin etkisiyle Sâmiha Ayverdi eserlerinde alelade insanın kendisi, diğer insanlarla ve Yaratıcı ile olan ilişkilerini yer vermiştir. Osmanlı"nın son dönemiyle Anadolu Müslüman-Türk kimliği üzerine makaleler-edebi çalışmalar kaleme almıştır. 1938-1946 yılları arasında sekiz tanesi roman olmak üzere on adet eser ortaya çıkarmıştır. Necip Fazıl Kısakürek, Yahya Kemal Beyatlı gibi önemli düşünürlerle, edebi-düşünsel anlamda fikir alışverişinde bulunmuştur. Ayverdi"nin görüşleri elbette ki kendi esin kaynağı olan Beyatlı"nın, ""Medeniyeti idrak ihtirasla mümkün. Garp medeniyetini, kendimizden utanacak kadar sevmeseydik, idrak edemezdik"" yaklaşımının oldukça uzağındaydı. Bu Akçura ve Beyatlı"nın muhafazakâr gerçekçilikleriyle (realizm), Ayverdi"nin, düşüşe çare arayan ""bedhah Rumelili"" çizgisinin arasındaki korkunç farklılıktan kaynaklanmaktadır. Yahya Kemal ve Yusuf Akçura"nın, kendi yükseliş dönemlerinde dile getirdikleri tezlerle, Ayverdi"nin yalnızlaştırılmış ve köşeye sıkıştırılmış bir ""kaybeden"" portresi çiziyor olması, onun muhafazakârlık içindeki yerini de diğerlerinden ayrı tutmaktadır. Bu makalede Türk düşünce tarihinin önemli ""kadını"", Sâmiha Ayverdi"nin siyasal ve toplumsal görüşleri, karşılaştırılmalı olarak tartışılmaya açılmak istenmektedir. Çalışmayla bir kadın muhafazakârın toplumsal ve siyasal görüşlerinin eril muhafazakâr düşünce içinde nasıl farklılaştığı ortaya koyulmuştur. Bu bağlamda bir kadının fikir dünyasından ortaya konan düşünceleri alana katkı sağlayabileceği umulmaktadır.
Nurettin Topcu, “Tuba Agaci” yaklasiminin savunucularindandi. Aslinda Doc Dr. unvanina sahip olmasina karsin, Kemalizm’e yonelttigi pek de hakli sayilamayacak ideolojik saldirilar sebebiyle, universite kursusunde yer bulamayan Topcu,... more
Nurettin Topcu, “Tuba Agaci” yaklasiminin savunucularindandi. Aslinda Doc Dr. unvanina sahip olmasina karsin, Kemalizm’e yonelttigi pek de hakli sayilamayacak ideolojik saldirilar sebebiyle, universite kursusunde yer bulamayan Topcu, egitim konusunda patenti kendisine ait tezleri olan bir dusunurdu. Turk egitim sistemini “ezberci niteliginden” oturu radikal bir dille elestiren Topcu, universitenin onderlik ettigi muhafazakar bir yenilesme siyaseti izlenerek, ulkede artik yapisal nitelik kazanmis egitim sorununu cozumleme idealini tasiyordu. Ulkedeki din cikmazinin dini egitimde baslatilacak bir reformla asilabilecegine deginen dusunurun temel tezleri, Topcu’nun radikal kisiligine kurban gitmis gorunumundedir
Eastern Turkistan is a residential area which is situated on the Turkistan hinterland defined as “homeland” of Turks; which has spiritual importance for both Republic of Turkey and other Central Asian Turkish Republics. As, “the autonomy”... more
Eastern Turkistan is a residential area which is situated on the Turkistan hinterland defined as “homeland” of Turks; which has spiritual importance for both Republic of Turkey and other Central Asian Turkish Republics. As, “the autonomy” given to the Turks of Eastern Turkistan by Chinese Government is pretended, debate on Eastern Turkistan have become a persistent matter requiring international interest. In this context, it is necessary to follow rebellious attempts going on for centuries in China don’t source from a simple obstinacy. It is doubtless beyond question how much strong the national will of just 30-40 million populations against the population exceeding one billion is. Currently, the passive boycott attempts against Chinese state and the rebellious attempts carried out together with other counter groups but resulted in failure, and sometimes the diplomatic actions carried on abroad aiming to support the democratic-nationalist strive of Turks of Eastern Turkistan. Lastly...
... Ankara: TÜRDAV, 1982. Yazıcı, Erdinç. Osmanlı'dan Günümüze Türk İşçi Hareketi ve Türk Harb-İş. ... ii M. Mawere and A. Mbidi,“Relevance of the Shona Customary Marriage Practice of Kukumbira”, Journal of African Studies and... more
... Ankara: TÜRDAV, 1982. Yazıcı, Erdinç. Osmanlı'dan Günümüze Türk İşçi Hareketi ve Türk Harb-İş. ... ii M. Mawere and A. Mbidi,“Relevance of the Shona Customary Marriage Practice of Kukumbira”, Journal of African Studies and Development, Vol. 5, No. 4, 2010. ...
... administration in EU. Assoc .Prof. Dr. Berkan Demiral. Associate Professor Doctor, Chairman of Department of Public Administration, Public Administration, Trakya University, Edirne, Turkey. Phd in Public Administration. Fields of ...
Ideological theater in Turkey, it is essential to examine the transformation experienced parallel to the politics of the country. In this sense, it is possible to evaluate the history of ideological theater in four separate sections.... more
Ideological theater in Turkey, it is essential to examine the transformation experienced parallel to the politics of the country. In this sense, it is possible to evaluate the history of ideological theater in four separate sections. These sections; Political theater works in the Ottoman Empire, the early Republican history, examples of socialist theater and the new period when alternative centrifugal currents came into play. Especially after the 1980s, nationalist-Islamist right wing fictions, though weak, contributed to the development of the genre. Unfortunately, the first examples of political theater seen in the Ottoman Empire were inhibited without allowing for further development. Nevertheless, it is observed that the repressive environment developed by the state during the Stagnation Period has been alleviated to some extent within the partial irregularity of the Collapse period. Undoubtedly, the contribution of the Ortaoyunu to the socialization function of Turkish theater is not limited to this. It is known that the plays, which are thought to be not easily perceived by the Turkish audience, were brought to the country by playing like the Ortaoyunu by the first hand. When it is remembered that Shakespeare's worldfamous political work "Othello" was played with the title "Revenge of the Arab" by traditional companyes, which were first used in the Ortaoyunu, the political attitudes of the Ortaoyunu's performers who tried to be portrayed as ordinary funny will be more easily understood. It is in the memories that the Kavuk, which is given to the masters of the Ortaoyunu, did not bring any luck to its owners, on the contrary, they barely saved their lives from the executioner and even the famous Karagöz and Hacivat were punished by the state.
The social engineering that America tried to do on Ottoman society comes to light during the Wilson period. Apart from the conditions of the period, the principles(Fourteen Points) that Wilson prepared (Wilsonism Priciplers) with his... more
The social engineering that America tried to do on Ottoman society comes to light during the Wilson period. Apart from the conditions of the period, the principles(Fourteen Points)  that Wilson prepared (Wilsonism Priciplers) with his academic identity attracted the attention of many intellectuals and aroused sympathy. A journalist that the intellectuals managed to send to the Sivas Congress, Mr. Browne's influence is also undeni-ably important. In his work, Falih Rıfkı (Atay) reveals his surrender to mandater regardless of America, against England or France within Yahya Kemal's words "Oh, only one can take us altogether ..." (Atay, 1980: 202). On the other hand, Rauf Ahmet Bey, who handles the issue of the mandate in his newspaper, argues that the estab-lishment of an Anatolian state which is centered in Istanbul and also includes Edirne. And America should undertake the protection of this state (Duman, 2004: 588). In the ende without being offended by the US and the intellectuals in the country, and even many people who supported the American mandate participated in the national struggle, the mandate debate acted as a great way of making politics for Turkish civillian leaders. The Debate collapsed by the harsh reaction of Mustafa Kemal.

Keywords: Wilson Principles, Associaton of Wilson Principles, Ankara goverments, Istanbul goverments, mandate issu
ÖZ Ayverdi eserlerinde, piri Kenan Rifâî’nin etkisiyle, mesnevilerin konusu olan sıradan insanın kendisi, çevresi ve Yaratıcı ile olan ilişkilerini konu edinmiştir. Osmanlı’nın son dönemiyle Anadolu Müslüman- Türk kimliği üzerine... more
ÖZ

Ayverdi eserlerinde, piri Kenan Rifâî’nin etkisiyle, mesnevilerin konusu olan sıradan insanın kendisi, çevresi ve Yaratıcı ile olan ilişkilerini konu edinmiştir. Osmanlı’nın son dönemiyle Anadolu Müslüman- Türk kimliği üzerine makaleler- edebi çalışmalar kaleme almıştır. Ayverdi’nin, Rifâî tarikatının diğer baskın kadınları gibi hem dinsel hem düşünsel yönden dirayetli- muhafazakâr kitleyi etkileyici duruşu, onu en azından yerli kadın hareketinin sağ cenahının önde gelen isimlerinden biri yapar.

Oysa Ayverdi’ye siyasetin sağ kanadında beslenen “ikircimli güven” bir yana sol, neredeyse Sâmiha Ayverdi külliyatını yok saymaktadır. Bazı kadın dergilerinden yükselen minnettar nidalara rağmen, örneğin Ayverdi’nin, İletişim Yayınlarından çıkan “Çağdaş Türkiye’de Siyasi Düşünce: Feminizm” başlıklı 10. cildinde yazar- kuramcıya özel bir başlık bile açılmaması düşündürücüdür. Oysa Ayverdi, muhafazakâr kadından bahsedilirken değinilip geçiştirilebilecek bir isimden çok daha önemli olmalıdır. Ayverdi’nin muhafazakâr kadın tipi araştırılırken, en azından kitapta İslami Feminizm altında zikredilen isimler kadar, hatta genelde karşılaştırıldığı Halide Edip Adıvar gibi özgün bir kimlik taşımadığı da ifade olunamaz.

Bu makalede Türk düşünce tarihinin önemli “kadını”, Sâmiha Ayverdi’nin kadına ilişkin özgün konumu, tartışılmaya açılmak istenmektedir.
Anahtar Sözcükler: Sâmiha Ayverdi, Kubbealtı Cemiyeti, Modernleşme, Kadın Sorunu, Münevver Muhafazakâr.

ABSTRACT
Known as a “conservatist intellectual”, Samiya Ayverdi is important both in the area of conservatist modernization period and women issue in Turkey. Ayverdi has chosen a sufi spiritual guard for herself named as Ahmet Rifâî, who was supporting modernist Islam against the radical traditional Islam. After the death of Rifâî she became the political and religious leader of her mystic group for 30 years.

Although she does not appear as a well- known figüre in the encyclopedic book published by İletişim Publications, “Political Discouse within the Contemporary Turkish Politcal Thought vol. 10: Feminism”, Ayverdi is a very popular leader within the Turkish conservatism as an unique woman author. Mostly compared against Halide Edip Adıvar in Turkish literature, Ayverdi proposes a new conservatist women type who would be accepted by the new societyy as being both traditional and intellectually strong.

In this article Ayverdi’s thesis will on women issue be tried to be explained.
Keywords: Sâmiha Ayverdi, Kubbealtı Association, Modernisn, Women İssue, İntellectual Conservatist Women.
Abstract After the First World War, the Ottoman State signed the "Mudros Armistice Agreement". The treaty grants the Allied Powers the right to occupy any strategic point whenever they feel their security is in danger. (Yalçın, 2011: 11)... more
Abstract
After the First World War, the Ottoman State signed the "Mudros Armistice Agreement". The treaty
grants the Allied Powers the right to occupy any strategic point whenever they feel their security is in
danger. (Yalçın, 2011: 11) In this article, firstly Woodrow Wilson, who drew attention to create a
peaceful world after the First World War, and his principles will be mentioned and the 12th article,
which is important for the Ottoman Empire, will be emphasized. Relations with the Ottoman Empire
that changed and gained a different dimension during the period of President Wilson will be evaluated
through the Admiral Bristol Report, the King-Crane Delegation and the General Harbord Delegation.
Among the 14 articles listed by Wilson, the 12th article, which concerns the Ottoman State itself, is
important. This item; It focuses on three main issues: the sovereignty of the places where Turks are
dominant in the empire, the granting of wide autonomy to the other nations that are in the minority and
the internationalization of the straits. While Wilson was publishing this article, he wanted to indicate the
Armenians who were in a state of separation from the empire and the peoples of Iraq, Palestine, Arabia
and Syria, but then he gave up (Erol: 7). Relations with the Ottoman Empire that changed and gained a
different dimension during the period of President Wilson will be discussed by determining on the
Admiral Bristol Report, the King-Crane Delegation and the General Harbord Delegation, throughout
the paper.
Keywords: Woodrow Wilsons, Mudros Armistice, Alemdar, Sabah, Wilson Principles.
Abstract After the First World War, the Ottoman State signed the "Mudros Armistice Agreement". The treaty grants the Allied Powers the right to occupy any strategic point whenever they feel their security is in danger. (Yalçın, 2011: 11)... more
Abstract
After the First World War, the Ottoman State signed the "Mudros Armistice Agreement". The treaty grants the Allied Powers the right to occupy any strategic point whenever they feel their security is in danger. (Yalçın, 2011: 11) In this article, firstly Woodrow Wilson, who drew attention to create a peaceful world after the First World War, and his principles will be mentioned and the 12th article, which is important for the Ottoman Empire, will be emphasized. Relations with the Ottoman Empire that changed and gained a different dimension during the period of President Wilson will be evaluated through the Admiral Bristol Report, the King-Crane Delegation and the General Harbord Delegation. Among the 14 articles listed by Wilson, the 12th article, which concerns the Ottoman State itself, is important. This item; It focuses on three main issues: the sovereignty of the places where Turks are dominant in the empire, the granting of wide autonomy to the other nations that are in the minority and the internationalization of the straits. While Wilson was publishing this article, he wanted to indicate the Armenians who were in a state of separation from the empire and the peoples of Iraq, Palestine, Arabia and Syria, but then he gave up (Erol: 7). Relations with the Ottoman Empire that changed and gained a different dimension during the period of President Wilson will be discussed by determining on the Admiral Bristol Report, the King-Crane Delegation and the General Harbord Delegation, throughout the paper.
Keywords: Woodrow Wilsons, Mudros Armistice, Alemdar, Sabah, Wilson Principles.
Öz Sinemada, ağlatı ve dramın bozularak izleyicilerin adeta duygu alıcılarıyla oynanan filmler, melodram türüne örnek gösterilirler. İlgili kaynaklarda “melodram” tanımlarına bakıldığında; melodramın, kimi kaynaklarda, “hayatın... more
Öz
Sinemada, ağlatı ve dramın bozularak izleyicilerin adeta duygu alıcılarıyla oynanan filmler, melodram türüne örnek gösterilirler. İlgili kaynaklarda “melodram” tanımlarına bakıldığında; melodramın, kimi kaynaklarda, “hayatın merkezi”nde yer aldığı iddiası üzerinde durulurken, kimi kaynaklarda ise “gerçek yaşamda olmayacak, yaşanamayacak denli hayal-üstü” bir şekilde işlenmiş kurgu tekniği olarak ele alındığı görülmektedir. “Melodramın çoğunlukla değersiz bir tür olarak görüldüğünü” açıklayan Akbulut bunun nedenini, Gledhill’in yorumlarına dayanarak tartışır. Zira her iki cinsi de kapsayan sağlam bir izleyici kitlesine sahip olan melodram tipi, erkek sinema yazarlarının çoğunlukla es geçtiği bir tür olma özelliği gösterirken, kadın yazarların “kadına yönelik anlatı türü” olarak mimlenen melodramlara, gerekli desteği sağlayamadıkları açıktır. Tüm bu kısa bilgilerin ardından bu çalışmada, sinemanın var oluşunun ilk yıllarından bugüne kadar hem tek başına hem de diğer türler arasına sızarak yaşamayı başaran, “melodram türünün” bir tarz ve eylemlilik olarak, ne gibi özelliklere sahip olduğu konusu tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Melodram, Antik Yunan, beyaz sinema, siyasal iktidar, sanatsal duygu aktarımı.
ÖZET: Az gelişmiş bir ülke olan Türkiye, kendi kulvarındaki diğer tüm devletler gibi kalkınmış ülkelere yetişmek isterken, kendisini hızla sanayileşmek rüzgarına kaptıran teknokratik iktidarlarla, çevresel değerleri koruyabilme hedefi... more
ÖZET: Az gelişmiş bir ülke olan Türkiye, kendi kulvarındaki diğer tüm devletler gibi kalkınmış ülkelere yetişmek isterken, kendisini hızla sanayileşmek rüzgarına kaptıran teknokratik iktidarlarla, çevresel değerleri koruyabilme hedefi arasındaki ince çizgiyi de koruyabilme güçlüğü yaşıyor. 1980'li yıllara dek Türkiye'yi yöneten iktidarlar açısından çevresel zenginlikleri/ dengeyi koruyarak, sürdürülebilir bir kalkınma hızına ulaşmak fazla önem taşımazken, bu dönemden itibaren kamuoyunda oluşan "görece çevre hassasiyeti", siyasette çevreci değerleri daha ağırlıklı olarak gündeme getirdi. Önce sivil toplum kuruluşları ekseninde başlayan çevre duyarlılığı ve çevresel talepler, yavaş yavaş siyasetin de etkin ögesi konumuna yükselmeyi başardı. Konuya çevre etiği açısından yaklaşan uzmanlar, çevresel değerlerin korunmasının sadece ekolojik ya da ekonomik bir mesela olmadığını, yaşanan sürecin aynı zamanda başlı başına bir "ahlak sorunu olduğunu" da vurguluyorlar. Ne var ki, çevreci hareketin lehine yaşanan iç ve dış dinamiklere karşın Türk siyasetinin, çevre duyarlılığı hususunda hala istenilen esnekliğe ulaştığını söyleyebilmek mümkün görünmüyor. 1990'lı yıllara kadar Türk sağının geneli için çevre hiçbir zaman dikkate alınacak başat bir kıstas niteliği kazanamazken, özellikle 1980 öncesinde kendilerini kaptırdıkları devrim teorilerinden başlarını kaldırıp, ülkenin somut sorunlarıyla ilgilenme fırsatı yakalayamayan Türk solunun da, yeşil siyaset açısından masum olduğu söylenemez.
ÖZ Tecimsel kaygılarla yayın akışlarını düzenleyen özel televizyon kanalları, varlıklarını sürdürebilmek adına, daha yüksek izlenme oranlarına ulaşabilmek zorundadırlar. Rakipleriyle kıyasıya bir rekabet içerisinde olan özel kanallar,... more
ÖZ Tecimsel kaygılarla yayın akışlarını düzenleyen özel televizyon kanalları, varlıklarını sürdürebilmek adına, daha yüksek izlenme oranlarına ulaşabilmek zorundadırlar. Rakipleriyle kıyasıya bir rekabet içerisinde olan özel kanallar, ister tematik ister ana akım medyaya dahil olsunlar, kendilerini "izlenme oranı (reyting)" tartışmasının yakıcılığından kurtaramamaktadırlar. Bir televizyon programının oluşumunda ekran başındaki hedef izleyicinin de bariz olarak fark edebileceği, en net
ABSTRACT: Political theater was born when left-wing director Erwin Piscator began to exhibit plays invol-ving revolutionary postulas using his own demonstrative approach. In the face of the devastation, misery, and capitalist financial... more
ABSTRACT: Political theater was born when left-wing director Erwin Piscator began to exhibit plays invol-ving revolutionary postulas using his own demonstrative approach. In the face of the devastation, misery, and capitalist financial impositions that exploited the peoples of the world following the First World War, public mind has been the grist for this politics instead of resisting the global liberal attack of the period. Subsequ-ently, the rebellion of the masses- nonchalance – deterritorialization has manifested. While massive political actions pulled peoples from central political movements and dragged them to center-right alternatives, the rising new ideology socialism gained appeal for the working class, especially with some of the petty bourgeo-isie faced with the threat of losing its class positions.  Havel, who placed his three plays " Audience- Unveiling- Protest", "Temptation", "Largo Desalato" as a fixture for the non-socialist regime and daily life criticism of the political theater, was among the three most powerful theater writers in the world of his period. In the surveys organized by the American foreign Policy and British Prospect magazines to determine the global intellectuals of the year, Havel was ranked 4th in 2005 and 26th in 2008 by participants. And so, Havel is a well-known theatre man in Turkey. Havel, which was shown as rival to Brecht with his expressive power in his works, and who was superior to Gorky by some theater critics, made a difference from other critical writers in his printing regimes, when he put the problems of the marginal currents and political impotence on the basis of his charac-ters and opened them up for discussion.
Gerek ABD gerekse AB, “düzenleyici devlet” uygulamalarını benimsemiş, zamanla AB müktesebatında, söz konusu anlayış, önemli yere sahip olmuştur. Düzenleyici devlet anlayışı zamanla AB’nin sadece üye devletlerine değil aday ülkelere de... more
Gerek ABD gerekse AB, “düzenleyici devlet” uygulamalarını benimsemiş, zamanla AB müktesebatında, söz konusu anlayış, önemli yere sahip olmuştur. Düzenleyici devlet anlayışı zamanla AB’nin sadece üye devletlerine değil aday ülkelere de uygulayacağı bir ölçüt olarak gündeme gelmiştir. Uzun yıllardır AB üyeliği konusunda hayli yetersiz de olsa, gerekli adımları atmaya çalışan Türkiye’de de düzenleyici devlet paralelinde kurumların oluşturulması kaçınılmaz olmuştur. Başta RTÜK, Rekabet kurumu ve BDDK olmak üzere metinde bahsi geçen diğer kurumlar, etki alanlarını gittikçe arttırmıştır. Bu eksende yapılacak çalışmada başta düzenleyici devlet anlayışı derinlemesine tartışılmaya, ardından AB-Türkiye ilişkileri düzenleyici devlet açısından incelenmeye çalışılmıştır.
Collingwood, “Tarih tarihçinin yazdığıdır” (Kara, 2012) der. Bu basit anlatının içinde hem tarihin geçmişin bataklığından derlenen, insan zihnini karıştıran sorunlar bileşkesi olduğu hem tarihçinin tikel vizyonunun kendisine karşıt... more
Collingwood, “Tarih tarihçinin yazdığıdır” (Kara, 2012) der. Bu basit anlatının içinde hem tarihin geçmişin bataklığından derlenen, insan zihnini karıştıran sorunlar bileşkesi olduğu hem tarihçinin tikel vizyonunun kendisine karşıt görüşte olanların farklı tezleriyle karşılaşacağı mücadele alanı oluşturduğu gizlidir. Özellikle Türkiye gibi geçmişinde şamanizmden İslam’a,budundan ulus- devlete karmaşık yaşanmışlıkların yer aldığı ülkelerde, tarihyazımı gerek resmi
gerekse gayrıresmi tarih yazımı açısından eklektik- ideolojik yorumlarla yüklüdür. Gayrıresmi tarih üzerinde fazlasıyla odaklanılan Türk medeniyet tarihinde, resmi tarih hakkıyla yazılıp okunduğu ölçüde rakipleriyle yarışıp, ihtiyaca cevap verebilir. Ne var ki Türk tarihyazımında çok önemli şahsiyetlerin, kilit çözücü eylemlere yön verenlerin hakkında yeterince bilgiye ulaşılamadığı gerçektir. İzmir suikasti, Milli mücadelenin Kuvayı Seyyare örgütlenmesi gibi hemen her olayda boy gösteren Sarı Efe Edip hakkında yazılan ilk bağımsız çalışma olma özelliğine sahip bu bildirinin amacı, tarih yazımı üzerine ahkam kesmek değildir. Çalışmanı yazılış amacı, “Sarı Efe Edip bilinmezi”nin aydınlığa kavuşturulup, kendisiyle ilgili
bilinmezliklerin tarihsel bağıntıları çerçevesinde açığa çıkartılması yönünde Türk tarih yazımında bir derkenar açmaktır.
As well- known despite the existence of strengthened institutionalized bi-national friendship, there are surprisingly few Franco-German friendship groups on Facebook. The history in- between the two countries is full of wars, aggression... more
As well- known despite the existence of strengthened institutionalized bi-national friendship, there are surprisingly few Franco-German friendship groups on Facebook. The history in- between the two countries is full of wars, aggression and friendship. So this fact proves there still are lessons to be applied from the Franco- German friendship to Greek- Turkish context in the social media. The “Turkish-Greek” and “Greek-Turkish” friendship online groups have been surveyed on the social network site Facebook mainly between August 1st and October 1st, 2015, looking for “critical discourse moments” (Chilton, 1987: 8-10) between Greek and Turkish users, as these can provide examples of rapprochement, chumminess, friendship and rivalry between Turks and Greeks. The results from the survey will be discussed throughout the paper which is thought to make easier both the tension and the friendship among these two nations without institutions of both countries’ intercept.
Keywords; Facebook groups, Turkish- Greek relations, Incidents of 6-7 September, The Kurdish issue, “the other”.
Gelişmiş dünyada ABD ve müttefiklerinin, kamu güvenlik politikalarının tehlikede olduğu varsayımından yola çıkarak başlattıkları küresel güç oyunu, oyunun; Rusya Federasyonu ile destekçileri aracılığıyla dengelenmesinin ardından oluşan... more
Gelişmiş dünyada ABD ve müttefiklerinin, kamu güvenlik politikalarının tehlikede olduğu varsayımından yola çıkarak başlattıkları küresel güç oyunu, oyunun; Rusya Federasyonu ile destekçileri aracılığıyla dengelenmesinin ardından oluşan süreç, “Yeni Dünya Düzensizliği”nin bitişi olarak yorumlanırken, kamu güvenliği kavramının her türlü insani değerin üzerinde, yeni bir aktör olarak yükselmesini de sağladı. Özellikle Ortadoğu hattında belirginleşen karşılıklı denge oyunu, Türkiye’de, tarihsel “beka sorunu” endişesinin yeniden şekillenişine neden oldu. Bu bağlamda günümüzde sadece Türkiye’de değil tüm dünyada, yürütmenin otoriterleşip hassaslaşmasına paralel olarak, küresel düzeyde kamu güvenliği ve yurttaş hak- özgürlükleri arasında yapı-bozumcu bir süreç yaşandığı ileri sürülebilir.
Alman sosyolog Luhmann’ın,“yeni işlevselcilik” olarak da değerlendirilen sistem teorisindeki başat kavramlardan birisinin “öz- üretim  (Autopeitik)”, diğerinin ise “toplum ve psişik” sistemler olduğu göze alındığında, özellikle karmaşık çatışkı dönemlerinde, devlet- toplum/ toplum- birey, birey/devlet ilişkilerinin arasındaki sürekliliğin akamete uğradığı fark edilebilir. Kendi başına bir sistem oluşturan devlet ve onun içinde, fakat onunla bütünleşen bir iç (alt)- sistem oluşturan toplum arasında beklentiler ve farkındalıklar üzerinden yol ayrımına gelinir. Bu noktada da Gramsci’nin deyimiyle, “oydaşma krizi/ tarihsel bloğun bütünlüğünün kırılması” evresine geçilebilir. Metinde “Devlet neden korkar”, “Yurttaş ne ister” uzlaşısızlığı olarak ele alınacak bu evrede, bir tarihsel blok yerini yeni ya da sistemdeki temel aktörlerinin yerleri değiştirdiği, bürokrasideki taşların oynatıldığı farklı bir almaşığa bırakır.
Elinizdeki çalışma Luhmann, Gramsci, Parsons vb gibi düşünürlerin kavramlarına yaslanarak ama tamamen onlara sadık kalma yerine, bu kuramları, ülkenin iç güvenliği/ beka sorunu/ gittikçe çoğulculuğa yaşam hakkı tanımayan bir çoğunlukçuluğa bürünen siyasal dengelerini, çözümlemekte işlevsel olarak ele alan bir iç- tartışma niteliğindedir.
Anahtar sözcükler: Luhmann, Gramsci, kişi hak ve özgürlükleri, kamu güvenliği, öz-üretim.
Haklarında dillendirilen tüm olumsuz yakıştırma- olumsuz yakıştırmalara rağmen, Çingene toplumunun kesif bir çaresizliğe gömüldüğünden söz edilemez. Tam tersine Çingenelerin kendilerine en güvendikleri liman olan, müzik sahasını... more
Haklarında dillendirilen tüm olumsuz yakıştırma- olumsuz yakıştırmalara rağmen, Çingene toplumunun kesif bir çaresizliğe gömüldüğünden söz edilemez. Tam tersine Çingenelerin kendilerine en güvendikleri liman olan, müzik sahasını kullanarak naif bir mücadele yürüttükleri gözden kaçmıyor. Müzik- Çingene bağlantısı deşildiğinde müziğin, bu topluluğu ilgilendiren iki yönü açığa çıkıyor. Bunlardan ilki müziğin Çingeneler için yoksulluk/ yoksunluklarından kurtulup, toplumun “kabul gören” kısmına giriş için “kişisel davetiye” işlevi görmesidir. Topluluğun içinde eğitim yoluyla dikey hareketliliği yükseltmek bir hayli zor, hatta imkansız olarak algılandığından, Çingene gençler, zaten doğuştan sahip olduklarına inandıkları, “ritim” silahına tutunarak, çalgıcılık yeteneklerini keskinleştirmeye çalışırlar. Müzik, bu anlamda Çingene bilişişinde, “öğrenilmiş çaresizliği” yenmenin etkin çözümlerinden birisi olarak belirmektedir. Çingenelerin müzik dolayımıyla öne sürdükleri ikinci tepkisellik dalgasında naif savunma edasıyla kültürel- politik saldırıları karşılama girişimi, tarihe karışmıştır artık. Üst-kültürce onanan tüm davranış kalıplarıyla hoyratça dalga geçilen; toplumsal ahlak değerleri, değergamlık ilkesine cephe alınan, uyuşturucu, alkol, yasadışılığın yine elden geldiğince naif bir tonlamayla yüceltildiği toplumsal Çingene sanatı, tümele (üst-kültürel dizge/ sağgörü) karşı saldırgan olmasa da, yıkıcı- etkin bir karşı- saldırı dillendirir. 
Anahtar Sözcükler: Çingene, karşı- hegemonya sızıntısı, hegemonya, baskı, onama.
Gerek Gökalp gerekse Yusuf Akçura, kendi yaşamları içerisinde karşılaştıkları sorunlara, kendi mantık silsileleri içerisinde yanıtlar üretmeye çalışmışlardır. Sorun her iki düşünürün takipçilerinin, bu iki düşünür üzerinde saygısızca akıl... more
Gerek Gökalp gerekse Yusuf Akçura, kendi yaşamları içerisinde karşılaştıkları sorunlara, kendi mantık silsileleri içerisinde yanıtlar üretmeye çalışmışlardır. Sorun her iki düşünürün takipçilerinin, bu iki düşünür üzerinde saygısızca akıl yürütüp, takip ettikleri düşünürü olduğundan çok farklı gösterme çabalarıdır. Düşünürler elbette ki yaşarlar ve ölürler. Başta dine yaklaşımları olmak üzere, laiklikten pozitivizme, milliyetçilik teorilerinden iktisadi görüşlerine Gökalp’te biraz Akçura, Akçura’da bir- iki doz Gökalp bulma çabaları tamamıyla beyhudedir. Ölüm şekli, buhranları/ gel- gitleri itibarıyla inanç sistemindeki ikircim açığa vurmuş bir düşünürden ziyade dinsel yönü parlatılmış bir Gökalp, yahut hayatının son dönemlerinde görece muhafazakar bir Yusuf Akçura yaratma çabaları, o yazarların gerçek görüşlerinin değil; kötü birer görüngülerini (simulakr) yansıtır sadece.
Görüngüler, ideaları ve/veya asılları yaşatmadığı gibi temsil etme kabiliyetine de sahip olamazlar. Tam tersine gerçekleri öldürerek, üzerlerine koyu bir şal örterek, kendi görüngüselliklerinin farklı veçhelerini ayakta tutarlar. Gökalp, Akçura suni olarak “muhafazakarlaştırıldıkça”, takipçiler kısa/ orta vadede kendilerini, “iyi” hissedebilirler ama takipçilerin sanal mutmainlikleri dışında, yanılsamanın parlatılmasından, yalanın tarihinden başka değer kalmaz geride. Ancak böyle iğdiş edilip kısırlaştırılmış, itilip- kakılmış bir tarihten, ulusal düşünce tarihi çıkarılamaz.Örneğin Yusuf Akçura üzerinden soruna yaklaşan Tanör, “uslandırılmaya çalışılan” Akçura öğretisinden yeterince verimli bir sonuç alınamadığını, bunun sonucunda da düşünürün ardından Akçura’nın “unutulmaya” terkedildiğini kaydeder. (Toprak, 1987) Böylelikle fikirlerinin, hakim Türk- İslam sentezine uyumlaştırılması noktasında güçlük çekilen Akçura, Gökalp gibi içeriğinden saptırılarak göklere çıkarılmak yerine kesif bir yalnızlığa itilmiştir.
It is taken for granted that non-governmental organizations (NGOs), epistemic communities (epicoms) (Hass, 1992: 28-35) and other cross-border networks are able to shape transnational and international relations. According to such actors... more
It is taken for granted that non-governmental organizations (NGOs), epistemic communities (epicoms) (Hass, 1992: 28-35) and other cross-border networks are able to shape transnational and international relations. According to such actors contributed to the fall of the so-called “iron curtain” and helped to bring an end to the Cold War in the early 1990’s (Risse- Kappen, 1995: 3-36). This fact leads to the assumption that special kinds of international or transnational relations like “partnership”, “hereditary enmity” or “reconciliation” can also be co-designed by non-state actors like associations, foundations, networks or even “netizens”.
This study analyzes the possible contribution of Turkish-Greek online communities on bilateral relations. Since 1999, the deep gap between the two nations has been bridged partially. For that reason, Turkish-Greek facebook friendship groups were analyzed between August and October 2015. This study argues, that Turkish-Greek facebook friendship groups are suitable to trigger rapprochement on a cultural base (rather than promoting authentic bi-national reconciliation). In this case, the relevance of the possible influence of social media on bringing together these two societies at virtual, local and transnational levels is to be discussed. In order to set up mutual friendship, Turks and Greeks are capable of using facebook online groups and pages.
The aim of this study is to analyze, whether existing bi-national Facebook online groups are capable of contributing to strengthen Greek-Turkish relations or not. Therefore some can tell Turks and Greeks separated from each other in the first quarter of 20.th century, may find a civil solution for themselves by getting help from facebook intersection groups, YouTube and other technological communication alternatives. If this interaction reaches a point when all political- social groups meet in some virtual groups and begin to debate in a mature way together, this new communication can force the ordinary citizens of both side to demand for better relationships.
Özet: Liberal bloğun milliyetçi bloğa karşı ezici bir üstünlüğüyle sona eren I. Dünya Savaşı’nın ardından imparatorluklar dönemi kapanmış, ulus- devletleşme süreci, dünya siyasetinin belirleyici örgütlenme sistemi haline gelmiştir. Tıpkı... more
Özet:

Liberal bloğun milliyetçi bloğa karşı ezici bir üstünlüğüyle sona eren I. Dünya Savaşı’nın ardından imparatorluklar dönemi kapanmış, ulus- devletleşme süreci, dünya siyasetinin belirleyici örgütlenme sistemi haline gelmiştir. Tıpkı müttefikleri Avusturya- Macaristan ve Alman İmparatorlukları gibi süreçten payına düşen acı reçeteyi alarak çıkan Osmanlı Devleti de, ismiyle müsemma imparatorluk vasfıyla beraber tarihsel görev- ömrünü tamamlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu, tarih içerisindeki yerini alırken, Türklerin çağcıl ulus-devlet normları çerçevesinde dünyayla bütünleşmesini hedefleyen milliyetçi önderlik, Mustafa Kemal Paşa başkanlığında özgürlük mücadelesini hayli güç şartlar altında yürütmeye koyulmuştu bile. 

Ortaylı’nın da belirttiği gibi ilk etapta milliyetçi önderliğe uyum sağlayan eski ittihatçı kadrolarla berkitilmiş olağanüstü bir askeri örgütçülükle doğan Milli Mücadele dönemi, ülkedeki tüm unsurlarla kenetlendiği ölçüde kitlesellik kazanmıştır.Savaşın ülkenin kaderinde belirleyici olan bir diğer yönüyse, milliyetçi- Kemalist önderliğin, dış politikadaki dengesizliği oldukça kuvvetli yorumlayıp, hasım- hısım devletlere karşı tüm dengeleri gözeterek politika yürütmeyi bilmesidir. İşte bu metinde, Milli Mücadele’nin başlangıcından I. İnönü Savaşı’nın sonuna dek, askeri- sivil önderliğin nasıl tam bir uyum içerisinde, ülkenin Doğu sınırındaki pürüzleri giderip, Ermenistan, Gürcistan ve devrimci SSCB yönetimlerini biraraya getirecek şekilde, sınırlarını güvenlik altına alabildiği hususu masaya yatırılacaktır. Türk dış politikasının yeniden şekillendirilmesi noktasında, önemli bir aşama olarak kaydedilmesi gereken Gümrü ve Moskova Anlaşmaları, farklı kaynaklardan tartışılmaya çalışılacaktır.
Television can be said to be the most effective mass communication tool that shapes human life. Although the internet is sen as the most işportant the latest and perheps the most indispensable technological development in communication is... more
Television can be said to be the most effective mass communication tool that shapes human life. Although the internet is sen as the most işportant the latest and perheps the most indispensable technological development in communication is used by the vast majority of society, one can not estimatethe television as a majör device in mass communication.In this article, comparing the opinions of the communicative experts from different ideological perspectives, the fact that television has a social transformation-configuration function that affects all sub-groups/ sub-cultures, starting from the partial audience (individual) have been discussed.On the one hand, television, which transforms the masses-by gathering perceptions in one spot and by channelizing the social sense, sometimes concealing it, marks as the technological and ideological impact sphere of naturel and global power struggles. Moreover, this attribute is carried out secretly by feeding it to the functions of entertainin-informing-educating, which it adds to its broadcasts.However, television has the function of being an opposition and signal device that awakens the masses. The thematic channels, especially in the face of mass channels, can create the opposite pole with unity and pluralism against to the matrix of control power/political power/capitalism. It can also become the guardian of the most fundamental human rights. However, in both options, it is important to remember that deconstructing feature of television against the hermeneutic qualities of the old MCTs such as newspapers, magazines and even radio. Perhaps the television earns the power of transformative power in a form that is hostile, re-empowering, in its deliberate attitude toward the single-mindedness of the old mass media, which represents the interpretative approach.
Research Interests:
Turkey has been positioned over migratory routes from a historical perspective and is a state that has a rich accumulation in terms of welcoming internal/external migrants and evaluating these. (Ortaylı, 2015: 10-18) Therefore, all... more
Turkey has been positioned over migratory routes from a historical perspective and is a state that has a rich accumulation in terms of welcoming internal/external migrants and evaluating these. (Ortaylı, 2015: 10-18) Therefore, all research that has been maintained in a manner of the application of research that has been transferred from the developed Western societies without coming to the attention of developed/underdeveloped nations is bound to be poor in quality and meaning. In this notification, the contribution to the development of educational access services is targeted by indicating the truths that on one hand contradict the " dreams " of the state bureaucracy while on the other hand support the concrete steps of the state. In this article, the study will move into the results of the field research, which was do with qualitative analytical techniques. The research in question was carried out with a total of 19 individuals that constitute the children and their parents in 8 seasonal nomadic/semi-nomadic families that have spread throughout the East-Southeast Anatolia-Mediterranean-Marmara and Aegean regions of the country. The most striking truth that the participants, who expressed their opinions to the research carried out with in-depth interviewing methods, revealed are the differences in the way Turkish and Kurdish families of children approach the subject of the right of education. It does not overlooked that, from the responses that a significant portion of the Kurdish families who participated in the study provided, the economic value of children in units in which Kurds are focused has passed in front of psychological value and that the child was referred to in the form of " They will help overcome the financial troubles of the family in the medium-and long-term. "
Research Interests:

And 39 more

Osmanlı İmparatorluğunun iskan politikası gereğince, Rumeli’nin fet- hinden sonra Anadolu’nun belli bölgelerinden müslüman Türkler, Balkan topraklarını Türkleştirmek amacıyla, Rumeli’de iskan ettirilmiştir. (Barkan, 2013: 9-62) Yaklaşık... more
Osmanlı İmparatorluğunun iskan politikası gereğince, Rumeli’nin fet- hinden sonra Anadolu’nun belli bölgelerinden müslüman Türkler, Balkan topraklarını Türkleştirmek amacıyla, Rumeli’de iskan ettirilmiştir. (Barkan, 2013: 9-62) Yaklaşık 500 yıl kadar kesintili olarak göç dönemleri yaşansa da, Türklerin Balkan toprakları üzerindeki varlığı, imparatorluk dönemince arta- rak devam etmiştir. ‘93 Harbi’nden itibaren gerek Balkan savaşları esnasında, gerekse savaşlardan sonra süren yıldırma politikaları nedeniyle, Balkanlar’dan Türkiye’ye kitlesel ve bireysel göçler yaşanmıştır. Tüm bu göçlere rağmen, I. Paylaşım Savaşı’ndan sonra kurulan Yugoslavya, ciddi Türk nüfusuna sahip- ti. Kimi zaman Türkler ve Balkan halkları arasında gerilimli ilişkiler görülse bile, genel bir barış ortamı hakimdi. Bu sebeple 1945 yılına gelinceye kadar, Yugoslavya’dan Türkiye’ye nadir- bireysel göçler görülmesine rağmen, “Tito” döneminde, 1945-1960 yılları arasında, Yugoslavya’dan Türkiye’ye yaklaşık 250 bin kişi göç etmiştir. Yugoslavya’nın dağılma sürecinden sonra, 8 Eylül 1991 tarihinde bugün- kü adıyla Kuzey Makedonya Cumhuriyeti kurulmuştur. 1945 yılından itibaren Türkiye’ye göç eden Yugoslavya Türkleri, “vatandaşlık-çifte vatandaşlık” konu- sunda, hak arama mücadelesi verse de, Makedonya göçmenleri açısından, du- rumun sonuçsuz kaldığı bilinmektedir. Bunun en büyük nedeni, “Vatandaşlık yasası 8. Maddesi’nde” yer alan, vatandaşlığa kabul edileceklerde, “anavatana göç edenler hariç” şartının aranmasıydı. Temmuz 2021’de, Kuzey Makedonya Meclisi’nin 47. Oturumunda, bu ibare kaldırılarak, 1945 yılından itibaren Tür- kiye’ye göç eden göçmenler ve göçmenlerin birinci derece kan bağı ile bağlı hısımlarının, vatandaşlık hakkından yararlanabileceğine dair karar alındı.
Kadınların dinsel cemaatler içerisindeki yeri belli ve sınırlıdır. Pek çok siyasal ideolojide, kadının, coşkuyla başlattığı inanç silsilesi çerçevesinde belli bir siyasal yönsemeye katılan erkeğin yol haritası, daha sonra bu yönelimin... more
Kadınların dinsel cemaatler içerisindeki yeri belli ve sınırlıdır. Pek
çok siyasal ideolojide, kadının, coşkuyla başlattığı inanç silsilesi
çerçevesinde belli bir siyasal yönsemeye katılan erkeğin yol haritası,
daha sonra bu yönelimin içini doldurup, siyasetin eril bir bağlama
yerleştirilmesiyle son bulur. Eril akıl ardından oluşturulan söylem
üzerinden hegemonik üstünlüğünü derinleştirir. Tıpkı siyasal
ideolojilerde olduğu gibi dinsel hareketlerde de kadının rolü,
taşıyıcılık- duyuruculuk ekseniyle kısıtlanmış, ajitasyona (kışkırtı)
dayalı yardımcı işleve sahip kılınmıştır. Siyasal ve dinsel gelenek
içerisinde, bu kısırdöngüyü kırabilmiş kadın önder sayısı, bilindiği
üzere hayli kısıtlıdır. Bu bağlamda tasavvuf geleneği içinden yetişen,
Sâmiha Ayverdi, aynı tarikat içerisindeki bir- iki yol arkadaşıyla
beraber, “kadın dini liderlik’’ mertebesine ulaşabilmiş, önemli bir
figürdür.
Sâmiha Ayverdi, eserlerinde geçmişe özlemi dile getirerek,
Osmanlı’nın ve İstanbul’un en güzel özelliklerini anlatır. Fakat onun
özlemi, salt muhafazakâr bir yazar olmasından kaynaklanmaz. Çünkü
Ayverdi aynı zamanda büyük bir milliyetçidir. Dünyada tevhit inancı
ile Müslümanların birlik olup cahillikten kurtulmasını isterken, ülkesi
için ise Müslümanlık ile Türkçülüğün bir sentezini savunur. Bu
bağlamda Ayverdi muhafazakâr bir Türkçü’dür.
Öz: Türkiye'de gelişen feminizmin kökenlerini üç ana eksende toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi Osmanlı toplumunda kadının haklarını elde etmek içi verdiği mücadeleyken, diğerleri, Türk kadınının Milli Mücadele Dönemi'nde vatan... more
Öz: Türkiye'de gelişen feminizmin kökenlerini üç ana eksende toplamak mümkündür. Bunlardan birincisi Osmanlı toplumunda kadının haklarını elde etmek içi verdiği mücadeleyken, diğerleri, Türk kadınının Milli Mücadele Dönemi'nde vatan savunmasına destek amaçlı hizmetleri ve Cumhuriyet Dönemi'nin ilk yıllarında oluşturulan devletçi feminizmden (devletlu/ hatırşinas kadın hareketi) bahsedilebilir. Bu elbette ki Türk feminizmin dip dalgalarını ayrıştırmaktan ziyade, tarihsel inceleme metoduna bağlı kalınmak kaygusuyla yapılmış bir bölümlendirmedir. Türkiye'de feminizm 1800'lü yılların sonlarından itibaren yaşanan Türk modernleşmesi doğrultusunda gelişmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi bu hareketin başlangıcı sayılabilir. Osmanlı'da kadınların sadece eş ve anne olarak sadece görevlendirilmeye çalışılması eleştirilmiştir. Özellikle kurulan derneklerle kadınların eğitim alması ve çalışma hayatına girmesi için faaliyetlerde bulunulmuştur. Anahtar Sözcükler: Osmanlı feminist hareketi, kadın hakları, II. Meşrutiyet, Erken Cumhuriyet dönemi, kadın hareketi. Abstract: The feminist movement of the new-era Turkish politics can be divided into three parts. The fisrt rise of the Turkish woman movament was seen in the late Ottoman Empire while the leaders of the movement were trying to solve the Woman problem by forcing the Ottoman rules and the classical attitude towards woman question to change. The men supporting the feminist movement, gave a great hand to the leaders of the movement. The second era was during the time of the Salvation War against the Occupation Forces. The motto of the time was to pull the people towards nationalist-revolutionary leadership to show an united nation was built for the new Turkey. The feminist Ottoman movement was a step pushed forward within Turkish Modernization process beginning from 1800's. The II. Constitutionalist Period can be given as the birth of the very first feminist cadre. The European feminist movement taken as an example gave strenght to the feminist authors and leaders to demand for the equal social standarts and work oppurtinity for the women inside. The Woman newspaper, magazines and associations being formed were representing that feminism was a demand of the Woman kind.
Feminizmi diğer fikir akımlarından ayıran özellik, kadın- erkek ilişkilerini, genel bir insanlık sorunu olmaktan çıkararak, cinsel kimlikler arasındaki çatışmanın erkekler lehine bir hiyerarşiye dönüştüğünü ortaya koyuşundaki, tutarlı-... more
Feminizmi diğer fikir akımlarından ayıran özellik, kadın- erkek ilişkilerini, genel bir insanlık sorunu olmaktan çıkararak, cinsel kimlikler arasındaki çatışmanın erkekler lehine bir hiyerarşiye dönüştüğünü ortaya koyuşundaki, tutarlı- inatçı çizgisidir. Bu hiyerarşi nedeniyle kadınlar ikinci plana itilerek dezavantajlı hale gelmekte ve toplum içinde eşitlik var kılınamamaktadır. Doğallayın feminizm, kadını ön plana çıkarak politik tezlerini sınayan farklı bir ideolojidir. (Çakır, 2010: 415) Genel bir kadın hakları talebi doğrultusunda gelişen feminizm; sosyalist feminizm, Marxist feminizm, radikal feminizm, siyah feminizm, dijital feminizm ve sufragate halk hareketlerinden oluşan (eşit oy talebi) muhtelif türlere ayrılmıştır (Özgün, 2012: 347).
The Turkish bourgeoisie gradually emerged in the second half of the 19th century.
göre doğrudan haber kanalları/ tematik haber kanalları ile doğrudan haber kanalı olmayan/ tecimsel televizyon kanalları, göstergebilimsel açıdan bir zıtlığın ifadesi olabilir. Türkiye'deki popüler kanallarda yayınlanan dizilerle birlikte,... more
göre doğrudan haber kanalları/ tematik haber kanalları ile doğrudan haber kanalı olmayan/ tecimsel televizyon kanalları, göstergebilimsel açıdan bir zıtlığın ifadesi olabilir. Türkiye'deki popüler kanallarda yayınlanan dizilerle birlikte, gezi, yemek, müzik-eğlence, kadın, spor gibi programların sürekli olarak birbirini tekrarlaması, bu kanallarda ağırlıklı olarak moda televizyon terimi ile "light (hafif) konular"ın işlenmesi, yine bu kanallardaki haber akışının oldukça kısıtlı, derine inilmeksizin verilmesinin, tematik haber kanallarını doğurduğu öne sürülebilir. Nitekim tematik haber kanallarında saat başı haber bültenlerinin olması, programların ağırlıklı olarak siyasi tartışma programlarından oluşması, belgesellerin yayınlanması, tematik haber kanallarının, popüler kanallar karşısında varlığını göstermesine, fark edilmesine sebep olmuştur. O halde, "İzlenme oranının az olmasına, dolayısı ile de popüler kanallara göre daha sınırlı reklam alabilmesine rağmen, yayın hayatına devam eden tematik haber kanalları, farkında olarak ya da olmayarak kültürel alanda bir mücadele vermektedir" denilebilir. Bu araştırmada; televizyonun bütünleştirme etkisi karşısında, "tematik haber kanalları"nın, çoğunluğun seçimine göre değil, bireyin-azınlığın tercihlerine göre şekillendirmesine dikkat çekilecektir. Ardından tematik haber kanallarının, kültürel dönüşüm-algı oluşturma/ pekiştirme ajanları olarak işlev görüp görmedikleri konusu tartışılacaktır.
Unutmayalım, Türk ekranlarınca bangır bangır İngilizce, Almanca, Rusça, Japonca, Çince, Arapça yayın yapılırken, Kürt kökenli yurttaşlara, “Biz sizin dilinizi kabul etmiyoruz” demek ne akla ne izana uygun bir tutumdu. Hele hele ister... more
Unutmayalım, Türk ekranlarınca bangır bangır İngilizce, Almanca, Rusça, Japonca, Çince, Arapça yayın yapılırken, Kürt kökenli yurttaşlara, “Biz sizin dilinizi kabul etmiyoruz” demek ne akla ne izana uygun bir tutumdu. Hele hele ister devlet ister Türk milliyetçiliğinin bu tutumun ardından kalkıp aynı kesime, “Ama Kürtler bu ülkenin birinci sınıf insanıdır. Türk Kürt kardeştir” diye seslenmesi de imkansızlaşır. Bu yüzden TRT Şeş’i devlet aklı açısından son derece hayırhah, fakat çok geç kalmış bir hizmet olarak algılıyorum.
Dahası var: Bugün Türk milliyetçiliğinin dümen suyunda giden ya da doğrudan Türk milliyetçilerinin kurduğu Kürtçe radyo kanalları, gazete, bir Kürt enstitüsü bulunması lazımdı. Türk milliyetçiliğinin anadili gibi İngilizce konuşan insan potansiyeli kadar, anadili gibi Kürtçe bilen, Kürt tarihi ve edebiyatında uzmanlaşmış kadrolara da sahip olması şart. Kürtçenin resmi dil ya da ikinci dil olmasına karşı çıkmakla beraber, dileyen Kürt kökenli yurttaşın kendi dilini hatta lehçesini yardımcı dil olarak konuşup- yazma, kendi alt-kültürünü öğrenme hakkı bulunduğunu savunuyorum. Bir kez daha altını çizmek isterim ki, Kürt kökenli yurttaşlar kendi hallerine bırakılırlarsa yarım- yamalak, Türk ve Türkiye düşmanı bir gayrı-resmi tarih anlayışını ya PKK’ya yakın kaynaklardan ya da amacı belli yabancı uzmanlardan edinirler. Türkiye’ye yapılabilecek en büyük gaflet ve ihanetin kültürel alanın boş bırakılması olduğunu savunuyorum. Eğer Kürt kökenli yurttaşlara dili, adeti, alt-kültürü resmi/ gayrı-resmi Türk uzmanlardan berkitilmiş bir kadroyla öğretilirse, Türkiye ana kültürle alt-kültürün bir arada yaşama sorununu en hafif bedeli ödeyerek atlatabilir.
Research Interests:
Seçimler, siyasal sistemlerin kalbi niteliğindedir. Fakat genel ya da yerel bazda bir seçimin yapılması, tek başına tüm siyasal hayatı etkilemez. Buna karşın seçim sistemleri, neredeyse tüm siyasal hayatı etkileyen bir olgudur. En genel... more
Seçimler, siyasal sistemlerin kalbi niteliğindedir. Fakat genel ya da yerel bazda bir seçimin yapılması, tek başına tüm siyasal hayatı etkilemez. Buna karşın seçim sistemleri, neredeyse tüm siyasal hayatı etkileyen bir olgudur. En genel anlamda seçim sistemleri, “Oyların sandalyeye dönüşmesi” şeklinde vücut bulur. Bir diğer ifadeyle seçim sistemleri, partilerin aldıkları oy ve çıkaracakları milletvekillerinin bağlantısını ortaya koymaktadır. (Gözler, 2011:721) Öyle ki seçim sistemleri; partiler, parti birleşimleri siyasal kültür gibi siyasal hayata temelden yön veren birçok unsura, doğrudan etki eder. Hal böyle olunca seçim sistemlerinde yapılan değişiklikler, siyasal hayatta birçok öngörülen ve yahut öngörülemeyen sonucu beraberinde getirir.
Hal böyleyken seçim sistemleri devletler, hükümetler, siyasal partiler ve seçmenler için hayati öneme haizdir. Bunların genel olarak çoğunluk sistemleri, nispi temsil sistemleri, ve karma sistemler olarak üç farklı kategoride toplanması mümkündür. Bu üç sistemin farklı birçok şekli de uygulanmaktadır. Ülkelerin siyasal yapısını kökünden değiştiren seçim sistemleri, özellikle fırsatçı iktidarlarca sık sık yeniden yapılandırılma tehlikesiyle karşılaşmaktadır. Örneğin Türk siyasi tarihinde İnönü döneminde başlayan seçim sistemiyle oynamak hastalığı daha sonra DP ve CHP koalisyon hükümetleri döneminde devam etmiş, orta vadede Özal’ın ANAP’ında zirveye çıkmış ve en son AKP eliyle sıklıkla uygulanmıştır. Ne var ki, seçim sistemiyle gereksiz oynamak, ilk bir- iki seçimde değişikliği yapana yarasa bile, orta- uzun vadede bu partilerin neredeyse tamamının düşüşü, kendi yarattıkları seçim sistemi garabetlerinin sonucu gerçekleşmiştir. AKP de değiştirdiği seçim sisteminin gazabına uğramaktan, üstelik tam iki kere, muhalefet partilerinin birleşip sisteme ağırlık koyamamaları sonucu yakayı sıyırabilmiştir.
Elections are thought as the hearbeats of political sıystems. In stabile conditions neither local nor general elections may have a chance of changing the electoral system the from top to bottom. An electoral system is a
ISARC
INTERNATIONAL SCIENCE AND ART RESEARCH
397
6. INTERNATIONAL HASANKEYF SCIENTIFIC RESEARCH AND INNOVATION CONGRESS, 18-19 NOVEMBER, 2023 BATMAN/TÜRKİYE
tool for calculating how many votes can manage a deputy to be selected to the Parliament or Municipality Council. In other words by changing the electoral system, some may create great differences in the number of the seats of a party (Gözler, 2011: 721). The electoral systems, influences the formation of the parties, the alliances in between the political groups before the elections and the formation of a coalitions after the elections take place. Normally parties are a combination of local and political wishes of some groups with the same/consistant interest trying to solve the political needs of themselves. Of course they are not the unseen or expected forms which play role in every inch of an election but the importance of the electoral system changes can not be neglected within a concrete political life.
The main electoral systems used can be named as majority systems, proportional representation and mixed electoral systems. All three systems labelled above can be divided into many branches as the political game makers’ choices. At this point the system which will be used to form a National Council which believe in “justice in representation” or “stability in management” goals play a major role. The decision makers may find a solution ampng the two political tasks according to demands of the voters and the political parties which they belong. Therefore the party bureacracies of the main parties always try to change the electoral system to have advantage in the upcoming elections while the opposition parties usually claim playing with the electoral system is not an ethical move. In politics there is a common belief however, that the party who plays with the maintaining electoral system, sooner or later becomes the victim of its attempt. In Turkey for instance from CHP to DP, ANAP in mid- term to the AKP, Turkey has undergone many crucial system changes and none of them gave permission to its inventors till the end. The papaer tries to analyse the topic both in its theoretical and practical aspects.
28 Şubat MGK toplantısından sonra medya tarafından “hükümet istifa edecek mi” haberleri yapılmış, ardından 13 Mart’ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, bu kararlar kamuoyuna ilan edilmiştir. Sözü edilen toplantıda alınan kararların... more
28 Şubat MGK toplantısından sonra medya tarafından “hükümet istifa edecek mi” haberleri yapılmış, ardından 13 Mart’ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, bu kararlar kamuoyuna ilan edilmiştir. Sözü edilen toplantıda alınan kararların bir sonucu olarak, bildiri içerisinde en ses getiren maddelerden birisi 8 yıllık kesintisiz eğitim hususu olmuştur. Bahse konu madde, imam hatip okulları üzerinde dillendirilen farklı görüşleri de beraberinde getirmiştir. Bir bakıma 28 Şubat, Osmanlı İmparatorluğu’nda “Yenileşme hareketlerinin” başladığı 18. yüzyıldan itibaren, devletin hızla eriyip tükenmesine çare bulmak amacıyla, iki farklı görüş ekseninde cumhuriyete tevarüs etmiş, netameli konuların başat unsurlarından birisidir. Hem devlete adam yetiştirme, hem kadın- erkek giyiminin geleneksel biçimde mi kalacağı yoksa Batılılaşmanın ürünü olan gelişmeleri mi göstermesi gerektiği konuları, neredeyse bir asırdan fazla tartışılmaktadır. Bu konular yavaş yavaş iğneden ipliğe tüm siyasal sorunlara yansıyarak, ülkeyi yönetmeye talip her iki siyasal kadro için halledilmesi gereken sinir uçları olarak belirmiştir. 28 Şubat bildirisinde, mevzubahis konuların yer almış olması, başörtüsü tartışmalarını çokça konuşulan bir mesele haline getirmiştir. Elbette tartışmaya katılan her iki kesimin, ister laik olsun ister muhafazakar, kuşkularında haklı oldukları yanlar vardır. Doğallayın ülkeyi asırlardır meşgul eden İslam- Kemalizm tartışmaları da, siyasal İslam- demokrasi çatışması da, bir tarafın kesin haklılığıyla sonlandırılabilecek meselelerden değildir. Bu bağlamda bildiri metninde, sözü edilen konuların iki farklı görüş çerçevesinde ifade edilmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir. Dolayısıyla başörtülü öğrencilerin eğitim alma hakkıyla birlikte başlatılacak tartışmada, bu okulların meslek okulu olup olmadıkları, katsayı meselesi, eğitimde fırsat eşitliğiyle demokrasinin aynı anlama gelip gelmediği gibi noktalara parmak basılarak, başörtüsü sorununun çözümünün ülkenin önünü açıp açmadığı veya daha farklı bir çözüm yolunun mümkünlüğü masaya yatırılacaktır. Laik kesimin hassasiyetlerinin ve eleştirilerinin de dikkate alınacağı bildiride, ülkenin sorunlarının başa gelen iktidarın keyfine göre mi yoksa orta yolcu formüllerle mi tatlıya bağlanması gerektiği hususu metnin son bölümünde gündeme getirilecektir.
Anahtar Kelimeler: 28 Şubat bildirisi, başörtüsü sorunu, eğitim, Batılılaşma, siyasal iktidar.
Milliyetçilik ideolojisinin temelinde yer alan “ırk”, “millet”, “ulus” gibi kavramlar pek çok kez bu alanda yapılan tartışmaların odak noktası olmuş ve söz konusu kavramların tanımlanması, sınıflandırılması, aralarında ilişkilendirilmesi;... more
Milliyetçilik ideolojisinin temelinde yer alan “ırk”, “millet”, “ulus” gibi kavramlar pek çok kez bu alanda yapılan tartışmaların odak noktası olmuş ve söz konusu kavramların tanımlanması, sınıflandırılması, aralarında ilişkilendirilmesi; yazarlar/düşünürler/kuramcılar tarafından farklı zamanlarda, farklı şekillerde ele alınarak, her daim canlı tutulmuştur. Birbirlerine benzer yönleri ile ön plana çıkmalarının yanısıra eş anlamlı olarak ifadeleşen ve bilimsel söz dağarında yer edinen bu kavramların yeri geldiğinde birinin diğerine tercih edilmesi milliyetçilik tartışmalarında kavram kaymasına neden olmuştur. Kavram kargaşasından doğan tutarsızlıklar, aslında kavramlar arasında anlamsal açıdanönemli farklılıkların da bulunduğunun bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Milliyetçiliğe dair terimlerin yüklendiği anlamlar itibarıyla hem toplumsal hem de siyasal ölçektetartışma zemini oluşturmalarının temelinde de bu ayrım yatmaktadır. Modern öncesi dönemde genetik olarak yapılan ayrımlara rastlanılmış olunsa da daha çok belirleyici olanın, “kültürel bağ”, “din”, “akrabalık” ve “gelenek” gibi aidiyetler olduğu saptanmıştır. Bu bağlar kuvvetli olduğu müddetçe insanlar kendilerini güvende hissetmişler, ırksal ayrışmaları temel almamışlardır (Arslan, 2019: 9). Zira modern öncesi dönemde hiyerarşinin daha sert bir nitelik arz etmesi ırksal değil sınıfsal bir ayrışmayı beraberinde getirmiştir. Bu bildiride tarihsel süreç içerisinde milliyetçiliğe kaynaklık etmiş temel kavramlar, milliyetçilik- küreselleşme ilişkisine koşut olarak tartışılacaktır. Daha sonra bu kavramların ortak bileşkesinin, verili milliyetçiliklerin toplumsal ardalanını oluşturduklarına değinilerek, kuramsal tartışmanın bileşenlerinin birbirleriyle teması çözütlenmeye çabalanacaktır. Sonuç itibarıyla Rönesans- Reform ile başlayan ve pek çok alana yenilik getirerek güçlenen tarihi süreç bilim ve teknolojide bilhassa da tarih, felsefe, etnografya, coğrafya, filoloji gibi bilim dallarında önemli gelişmeler kaydedilmesine öncülük etmiştir. Bu gelişmeler neticesinde ulusal kimlikler şekillenmiş ve belirginleşmiş, gelişmelerin teknolojik bir boyuta taşınması ise bu kimliklerin oluşum ve yerleşme süreçlerine hız kazandırmıştır.
Anahtar Kelimeler: Milliyetçilik, ırk, etnisite, sınıf, kültürel bağ.
Milliyetçilik ideolojisinin temelinde yer alan “ırk”, “millet”, “ulus” gibi kavramlar pek çok kez bu alanda yapılan tartışmaların odak noktası olmuş ve söz konusu kavramların tanımlanması, sınıflandırılması, aralarında ilişkilendirilmesi;... more
Milliyetçilik ideolojisinin temelinde yer alan “ırk”, “millet”, “ulus” gibi kavramlar pek çok kez bu alanda yapılan tartışmaların odak noktası olmuş ve söz konusu kavramların tanımlanması, sınıflandırılması, aralarında ilişkilendirilmesi; yazarlar/düşünürler/kuramcılar tarafından farklı zamanlarda, farklı şekillerde ele alınarak, her daim canlı tutulmuştur. Birbirlerine benzer yönleri ile ön plana çıkmalarının yanısıra eş anlamlı olarak ifadeleşen ve bilimsel söz dağarında yer edinen bu kavramların yeri geldiğinde birinin diğerine tercih edilmesi milliyetçilik tartışmalarında kavram kaymasına neden olmuştur. Kavram kargaşasından doğan tutarsızlıklar, aslında kavramlar arasında anlamsal açıdanönemli farklılıkların da bulunduğunun bir göstergesi olarak yorumlanmaktadır. Milliyetçiliğe dair terimlerin yüklendiği anlamlar itibarıyla hem toplumsal hem de siyasal ölçektetartışma zemini oluşturmalarının temelinde de bu ayrım yatmaktadır. Modern öncesi dönemde genetik olarak yapılan ayrımlara rastlanılmış olunsa da daha çok belirleyici olanın, “kültürel bağ”, “din”, “akrabalık” ve “gelenek” gibi aidiyetler olduğu saptanmıştır. Bu bağlar kuvvetli olduğu müddetçe insanlar kendilerini güvende hissetmişler, ırksal ayrışmaları temel almamışlardır (Arslan, 2019: 9). Zira modern öncesi dönemde hiyerarşinin daha sert bir nitelik arz etmesi ırksal değil sınıfsal bir ayrışmayı beraberinde getirmiştir. Bu bildiride tarihsel süreç içerisinde milliyetçiliğe kaynaklık etmiş temel kavramlar, milliyetçilik- küreselleşme ilişkisine koşut olarak tartışılacaktır. Daha sonra bu kavramların ortak bileşkesinin, verili milliyetçiliklerin toplumsal ardalanını oluşturduklarına değinilerek, kuramsal tartışmanın bileşenlerinin birbirleriyle teması çözütlenmeye çabalanacaktır. Sonuç itibarıyla Rönesans- Reform ile başlayan ve pek çok alana yenilik getirerek güçlenen tarihi süreç bilim ve teknolojide bilhassa da tarih, felsefe, etnografya, coğrafya, filoloji gibi bilim dallarında önemli gelişmeler kaydedilmesine öncülük etmiştir. Bu gelişmeler neticesinde ulusal kimlikler şekillenmiş ve belirginleşmiş, gelişmelerin teknolojik bir boyuta taşınması ise bu kimliklerin oluşum ve yerleşme süreçlerine hız kazandırmıştır.
Anahtar Kelimeler: Milliyetçilik, ırk, etnisite, sınıf, kültürel bağ.
“Alternatif tiyatro (almaşık)” kavramını 1968 Öğrenci Olayları, ABD^nin Vietnam Savaşı’yla ilintilendiren Sevinç Sokullu, 1970’lerde gelişen “fringe (kenar)” tiyatro topluluklarının, kendilerini ödenekli/ kurumsallaşmış tiyatroların... more
“Alternatif tiyatro (almaşık)” kavramını 1968 Öğrenci Olayları, ABD^nin Vietnam Savaşı’yla ilintilendiren Sevinç Sokullu, 1970’lerde gelişen “fringe (kenar)” tiyatro topluluklarının, kendilerini ödenekli/ kurumsallaşmış tiyatroların almaşığı olarak gördüklerini vurgular. (Sokullu, 1988: 51) Sadece kurumsallaşmış tiyatrolarla değil, aynı zamanda burjuva ya da merkez tiyatrolar denen, ideolojik olsun olmasın tüm tiyatro topluluklarının karşısına çıkan almaşık tiyatrolar, ana- akım tiyatronun geleneksel- kalıcı tiyatro izleyici kitlesinin beyinlerini uyuşturduğunu öne sürerler. Kenar tiyatrolar, maddi yoksunluk- kurumsal destekten yoksun ama daha ucuz ve bağımsız tiyatro metinlerini tiyatro- severlere ulaştırarak sektörde farklılık yaratırlar.
Anahtar Kelimeler: Almaşık kenar tiyatrolar, “fringe” tiyatro, burjuva tiyatrosu, anakım sanat toplulukları, minör metinler.
Türkiye'de ideolojik tiyatroyu dört bölümde incelemek mümkündür. Osmanlı devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki geçişlilik, "kopuş içinde süreklilik" diyalektiği bağlamında ele alındığında, söz konusu bölümler, Geç Osmanlı, Erken... more
Türkiye'de ideolojik tiyatroyu dört bölümde incelemek mümkündür. Osmanlı devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki geçişlilik, "kopuş içinde süreklilik" diyalektiği bağlamında ele alındığında, söz konusu bölümler, Geç Osmanlı, Erken Cumhuriyet-Orta Cumhuriyet ve Günümüz Türk tiyatrosu olarak adlandırılabilir. Bu bildiride Osmanlı dönemi Türk ideolojik tiyatrosu üzerine durulmayacak onun yerine erken-orta dönem ideolojik tiyatronun gelişimine odaklanacaktır. Bilindiği gibi Türkiye'de ideolojik tiyatronun ilk örneği olarak, "Ortaoyunu" gösterilmektedir.
A constitution is basically a contract that regulates the rights, responsibilities, duties, and guarantees between the political power and the citizens. Constitutionality encompasses the entire state, political system, and society that... more
A constitution is basically a contract that regulates the rights, responsibilities, duties, and guarantees between the political power and the citizens. Constitutionality encompasses the entire state, political system, and society that creates, implements, interprets, and changes the text of the constitution. They are influenced by the history, traditions, and political struggles of the societies in which they emerged. Through its assurance dimension, constitutions that adopt the principle of a democratic state should cover such topics as free elections, no compromise in human rights, secularism, the principle of being a state of the law in the context of universal law, the right to property, the principle of equal and universal votes, and similar captions (Sevinç, 2019). : 218-219). In other words, constitutions are designed to limit the administrative tools in favour of the interests of the people and to prevent the ruler's arbitrariness. In this paper, the democratic aspect will be examined through representation and liberty issues.
ÖZ Kadınlar, yaşlılar, eşcinseller, göçmenler gibi belli başlı dezavantajlı gruplardan birisi olan Çingenelerin yerel yönetimlere katılımları ve yerel yönetimlerce algılanırlılığı beklenilenin çok altında seyretmektedir. Kimi hallerde... more
ÖZ Kadınlar, yaşlılar, eşcinseller, göçmenler gibi belli başlı dezavantajlı gruplardan birisi olan Çingenelerin yerel yönetimlere katılımları ve yerel yönetimlerce algılanırlılığı beklenilenin çok altında seyretmektedir. Kimi hallerde yaşamlarını sürdürüp asgari ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bile devlet desteğine ihtiyaç duyan dezavantajlı grupların, yerel siyasete katılım konusunda teşvik edilmelerinin, ülkenin farklı kesimlerine dağılan bu topluluğun hem yönetimde var olmasını hem de toplumca kazanılmasını sağlayacağı açıktır. Her ne kadar devlet eliyle, çingene haklarının korunması ve düzeltilmesine yönelik bir " Roman Açılımı " başlatılmış olsa da, yerel yönetimlerin katkıları sağlanmaksızın, bu projenin akim kalacağı bilinmelidir. Bu çalışmada Türkiye'de en önemli Çingene nüfusuna sahip bölgelerden Tekirdağ ve Bandırma'da Çingenelere yönelik faaliyetler incelenecek ve bu faaliyetlerin yeterlilik düzeyi saptanmaya çalışılacaktır. Abstract The level of participation in local administrations and representation in local administrations is much lower than expected for the Gypsy community, who constitute to be one of the main disadvantaged groups such as women, old people, homosexuals and immigrants. It is without a doubt that encouragement of disadvantaged groups, of which some even need support from the state to simply survive and meet their most basic needs, to participate in local administration will both enable these communities from various regions of the country to be involved in management and integrated into society. Even though the former AKP goverments has started a " Romani Initiative " for protection and improvement of the rights of the gypsy community, it should be understood that this project will be unsuccessful without contribution from the local administrations. In this study, activities regarding the gypsy people in Tekirdağ and Bandırma, which are among the regions of Turkey with the most significant population of gypsies will be discussed according to the support they get from local and public administrative units.
Research Interests:
Geç- Osmanlı döneminde, ülkenin ayağa kalkabilmesi açısından son umut olarak görülen II. Meşrutiyet dönemi ve sonrasında, sadece siyasal- kültürel alanlarda değil ekonomik sahada da sert bir bağımsızlık mücadelesi veriliyordu. Çifte... more
Geç- Osmanlı döneminde, ülkenin ayağa kalkabilmesi açısından son umut olarak görülen II. Meşrutiyet dönemi ve sonrasında, sadece siyasal- kültürel alanlarda değil ekonomik sahada da sert bir bağımsızlık mücadelesi veriliyordu. Çifte Devrimler Çağı’nda gelişmiş- kalkınma sorununu halletmiş ülkelerin, dayanıklı toplumsal sınıflar ve bu sınıflar arasındaki mücadele üzerinde şekillendiği düşünüldüğünde, modern anlamda gelişmiş bir burjuvazi ve proletaryaya sahip olmayan az gelişmiş Osmanlı Devleti’nde, liberal iktisat politikalarının olumlu sonuç vermemesi normal karşılanmalıydı. İktidardaki İttihat Terakki döneminde düşe- kalka kurulmaya çalışan işçi sınıfı, devlet eliyle oluşturulan tek sınıf değildi kuşkusuz. Burjuva demokratik dizgesinin doğal öznesi ulusal burjuvazi de, tüm çabalara rağmen beklenin altında bir düzeyde gelişiyor, ülkede büyük- orta ulusal burjuvazinin cılızlığının yarattığı sıkıntı, İttihat Terakki önderliğini, küçük esnaf- zanaatkarlardan (küçük burjuvazi) ikame bir burjuva sınıfı yaratmaya çalışmaya zorluyordu. Özellikle, "Kara Kemal" ekseninde çözümlenmeye çalışılan bu sorun, Türk burjuvazisinin çarpık yapılanmasının temel açmazlarından biri olarak Cumhuriyet dönemine, oradan da 1960'lı yılların ortalarına dek yansıyacaktı. Köylü sınıf ve sınıf fraksiyonlarıyla, işçi sınıfının yaratılmasına damgasını vuracak düşünürse Turancı- sosyalist Ethem Nejat Bey olacaktı.
Research Interests: