[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu

KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM AJANLARI OLARAK TEMATİK HABER KANALLARI:1

2018, Modern Dönemde Edebiyat- Eğitim- Sanat- ve İktisat

göre doğrudan haber kanalları/ tematik haber kanalları ile doğrudan haber kanalı olmayan/ tecimsel televizyon kanalları, göstergebilimsel açıdan bir zıtlığın ifadesi olabilir. Türkiye'deki popüler kanallarda yayınlanan dizilerle birlikte, gezi, yemek, müzik-eğlence, kadın, spor gibi programların sürekli olarak birbirini tekrarlaması, bu kanallarda ağırlıklı olarak moda televizyon terimi ile "light (hafif) konular"ın işlenmesi, yine bu kanallardaki haber akışının oldukça kısıtlı, derine inilmeksizin verilmesinin, tematik haber kanallarını doğurduğu öne sürülebilir. Nitekim tematik haber kanallarında saat başı haber bültenlerinin olması, programların ağırlıklı olarak siyasi tartışma programlarından oluşması, belgesellerin yayınlanması, tematik haber kanallarının, popüler kanallar karşısında varlığını göstermesine, fark edilmesine sebep olmuştur. O halde, "İzlenme oranının az olmasına, dolayısı ile de popüler kanallara göre daha sınırlı reklam alabilmesine rağmen, yayın hayatına devam eden tematik haber kanalları, farkında olarak ya da olmayarak kültürel alanda bir mücadele vermektedir" denilebilir. Bu araştırmada; televizyonun bütünleştirme etkisi karşısında, "tematik haber kanalları"nın, çoğunluğun seçimine göre değil, bireyin-azınlığın tercihlerine göre şekillendirmesine dikkat çekilecektir. Ardından tematik haber kanallarının, kültürel dönüşüm-algı oluşturma/ pekiştirme ajanları olarak işlev görüp görmedikleri konusu tartışılacaktır.

KÜLTÜREL DÖNÜŞÜM AJANLARI OLARAK TEMATİK HABER KANALLARI: Bu metne alıntı vermek için: Dural, A. Baran- Dural, Şermin (2018), “Kültürel Dönüşüm Ajanları Olarak Tematik Haber Kanalları”, Modern Dönemde Edebiyat- Eğitim- Sanat- ve İktisat, Berikan: Ankara, s: 451-470. Prof. Dr. A. Baran DURAL- Şermin DURAL ÖZET: Tematik haber kanalları tercihini eğlenmekten çok bilgilenmekten yana kullanan, belli bir kesimin ihtiyacına göre oluşturulmuş televizyon kanallarıdır. Berger’in Saussure’den aktardığına gibi “yoksul” bulunmadıkça “varsıl” hiçbir şey anlatmaz ya da “mutsuz” yoksa “mutluluk” olgusu açıklanabilir anlamlı bir bütünlük oluşturmaz. Yine, “Hiçbir şey kendi başına anlam taşımaz” diyen Berger’e göre doğrudan haber kanalları/ tematik haber kanalları ile doğrudan haber kanalı olmayan/ tecimsel televizyon kanalları, göstergebilimsel açıdan bir zıtlığın ifadesi olabilir. Türkiye’deki popüler kanallarda yayınlanan dizilerle birlikte, gezi, yemek, müzik-eğlence, kadın, spor gibi programların sürekli olarak birbirini tekrarlaması, bu kanallarda ağırlıklı olarak moda televizyon terimi ile “light (hafif) konular”ın işlenmesi, yine bu kanallardaki haber akışının oldukça kısıtlı, derine inilmeksizin verilmesinin, tematik haber kanallarını doğurduğu öne sürülebilir. Nitekim tematik haber kanallarında saat başı haber bültenlerinin olması, programların ağırlıklı olarak siyasi tartışma programlarından oluşması, belgesellerin yayınlanması, tematik haber kanallarının, popüler kanallar karşısında varlığını göstermesine, fark edilmesine sebep olmuştur. O halde, “İzlenme oranının az olmasına, dolayısı ile de popüler kanallara göre daha sınırlı reklam alabilmesine rağmen, yayın hayatına devam eden tematik haber kanalları, farkında olarak ya da olmayarak kültürel alanda bir mücadele vermektedir” denilebilir. Bu araştırmada; televizyonun bütünleştirme etkisi karşısında, “tematik haber kanalları”nın, çoğunluğun seçimine göre değil, bireyin- azınlığın tercihlerine göre şekillendirmesine dikkat çekilecektir. Ardından tematik haber kanallarının, kültürel dönüşüm- algı oluşturma/ pekiştirme ajanları olarak işlev görüp görmedikleri konusu tartışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Tematik haber kanalları, kültürel değişim ajanları, KİA’lar, popüler TV kanalları, algı oluşturma. THEMATIC NEWS CHANNELS AS CULTURAL TRANSFORMATION AGENTS ABSTRACT The thematic news channels are media devices operating for the audience who can be referred as “news catchers.” This type of audience watch news programs instead of entertainment programs, soap operas or movies. As Berger refers from Saussure, if there had been no poverty it would have been impossible to express what wealth had meant. Beginning from “Nothing can mean anything just by itself” phrase stated by Berger, some can assume the thematic news channels and the other popular media channels working according to the capitalist market conditions works towards reciprocal aims. The programs of popular media channels focusing on entertainment, woman, travelling, music issues as well as soap operas and serials often reduplicate each others simultaneously disappoint the audience who seek for more detailed news programs. In Turkey, this contradiction have created smal portion of masses watching thematic news channels as in the whole world. The fact thematic news channels broadcasting news in detail at every hour, keeping track of upcoming events by live broadcasting gets attention from the dissatisfied segments of TV audience. Although the thematic channels aims to catch attention from the small portion of general TV audience as serrving for dissatisfied news seeking groups it can be stated these channels are both struggling against the popular TV channels and operating as “cultural transformation – perception control/perception affirmation- agents.” This paper will be discussing the thematic channels against the popular media organs on the basis of their cultural transformation agent functions. Keywords: Thematic news channels, cultural transformation agents, popular TV channels, decission makers, mass media. Giriş: Tematik Kanal/ Tecimsel- Popüler Kanal Ayrımı İçinde bulunulan küresel iletişim çağında; yalnızca Türkiye’de sayıları yüzleri bulan televizyon kanalı mevcuttur. Televizyon, hiç de azımsanmayacak sayıda insan için, günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. Bu iletişim aracı, artık salt bir boş zaman geçirme aracı olmaktan artık çıkmıştır. Öyle ki: “İlk bakışta televizyon izleme, boş zamanda yapılan özgür bir seçim gibi görünse de, televizyon boş zaman olarak sunulan zorunlu zamandır.” Neşe Kars, Haberin Tarihi, Kuramları, Söylemi ve Radyo Televizyon Haberciliği, Derin, Ankara, 2013. Sayısız enformasyon kanalı ve kitlesel iletişim araçlarınca sunulan bilgi arzının adeta tacizine maruz kalan TV izleyicisi- okuyucu kitleler, bu arz fazlası karşısında bir yandan ister istemez bunalırken diğer yandan bilgi çağının bilinçli tüketicilerine dönüşürler. Televizyon ve radyolardaki haber kuşaklarıyla haber programları, gazeteler, elektronik dergiler, internet gazeteleri, farklı branşlara göre yayın yapan pek çok sektörel dergi, haber dergileri, belli yaş gruplarına ve/ veya hedeflenen bir cinsiyet grubuna göre çıkan süreli yayınlar, her an cep telefonlarına gelen son dakika haberleri ve bunun gibi daha pek çok basın-yayın faaliyeti karşısında, birey farkında olarak ya da olmayarak okumakla izlemek arasında ikinci bir tercih yapmaya zorlanmaktadır. Okuyucu/ izleyici, aslında bu tercihleri doğrultusunda medyaya yön de vermektedir. İşte bu araştırmanın konusunu oluşturan, “tematik haber kanalları”, tercihini eğlenmekten çok bilgilenmekten yana kullanan, verili bir hedef kitlenin ihtiyacını karşılamaya odaklanan televizyon kanalları olarak yayınlarını sürdürmektedirler. Tematik haber kanallarının ortaya çıkışı, Saussure’ün, “temel ilişki karşıtlığa dayanır” görüşünden yola çıkarak açıklanabilir. “Göstergebilim”in (semiyotik) önemli kurucu isimlerinden Saussure’ün, “Kavramlar bağıntılardan dolayı anlamlıdır ve temel ilişki karşıtlığa dayanır” Arthur Berger, Kitle İletişiminde Çözümleme Teknikleri, TC Anadolu Üniversitesi Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Yayınları, Eskişehir, 1993. görüşü dikkate alındığında şu noktaların altını çizmek mümkündür: “Aslında popüler/ tecimsel kanalların mevcudiyeti ile birlikte ‘tematik haber kanalları’ bir anlam ifade etmektedir. Her tür eğlencenin ve kısa sürede varlığını yitiren sayısız dizinin, bilgilendirme yerine sadece eğlendiren sözüm ona bilgi yarışmalarının, bir cam bardağını ağzıyla kırıp, camları yiyen kişinin bu yaptığını ‘yetenek’ olarak gösteren, sadece reyting kaygısı ile yapılan programların olduğu, özetle popüler / tecimsel televizyon kanallarının varlığı, tematik haber kanallarının kurulmasına sebebiyet vermiştir.” Şermin Dural, Tematik Haber Kanallarında Programcılık ve İzlenme Oranları İlişkisi: TRT Haber, NTV, A Haber, Ülke TV Örneği, TC İstanbul Üniversitesi Radyo Sinema ve Televizyon Anabilim Dalı Yayımlanmamış Tezsiz Yükseklisans Projesi, İstanbul, 2018 Arınma-“Arındırma” Aygıtı Olarak Televizyon Yine Berger’in Saussure’den aktardığına göre “yoksul”un bulunmadığı bir toplumsal ilişkiler uğrağında, “varsıllık” hiçbir şey anlatmaz ya da “mutsuz” yoksa “mutluluk” kavramı anlamlı olmaz. Çalışmasının Saussure’den alıntılandığı kısımda, “Hiçbir şey kendi başına anlam taşımaz” diyen Berger’in görüşlerine göre “Doğrudan haber kanalları/ tematik haber kanalları” ile “doğrudan haber kanalı olmayan/ tecimsel televizyon kanalları” göstergebilimsel açıdan ancak bir zıtlığın ifadesi olabilir. Berger, age, s:15. Burada, bildirinin konusu olan “tematik haber kanalları” açısından bir değerlendirme yapıldığında, haber kanallarının popüler kanalların varlığından meydana geldiği rahatlıkla söylenebilir. Türkiye’deki popüler kanallarda yayınlanan dizilerin yanısıra, gezi, yemek, müzik-eğlence, kadın, spor gibi programların sürekli olarak birbirlerini tekrarlaması, bu kanallarda ağırlıklı olarak moda televizyon terimi ile “light (hafif) konular”ın işlenmesi, haber kuşaklarındaki haberlerin süresinin oldukça az olması gibi durumların, “tematik haber kanalları”nın varlık koşullarını doğurduğu belirtilebilir. Haber kanallarında saat başı haber bültenlerinin yayınlanması, programların ağırlıklı olarak siyasi tartışma programlarından oluşması, belgesellerin yayınlanması, “tematik haber kanalları”nın popüler kanallar karşısında varlığını göstermesine, fark edilmesine sebep olmuştur. Sputnik’ten yaptığı alıntıda Hall’un “Televizyon, birbirinden farklı hayatların, ayrı parçaların imgesel bütünleşmelerinin aracıdır” cümlesine dikkat çeken Rahte; tespitlerine şu biçimde devam etmektedir: “Bu imgesel bütünleşme, hem aynı programı izleyen ‘ekran başı izleyicilerini hem de stüdyo ortamında bir araya gelen ‘katılımcı izleyicileri’, birer ‘televizyon cemaati’ne dönüştürmektedir” demiştir. Emek Çaylı Rahte, “Gündüz Kuşağı Televizyonunun Etnografik Analizi: Bir Retrospektif Çalışması”, Sahanın Sesleri: İletişim Araçlarında Etnografik Yöntem, Bilgi Üniversitesi, İstanbul. 2013, s: 31. Rahte, bu yaklaşımıyla McLuhan’ın “evrensel köy” tespitine oldukça yakın bir değerlendirmede bulunmuştur. Rahte ve McLuhan’ın televizyonun kitleleri örgütleyip, değişime uğrattığına parmak basan yegane bilim adamları değillerdir kuşkusuz. Nitekim medyayı oluşturan unsurların söz birliği içinde olduğunu belirterek, “Günümüzde kültür her şeye benzerlik bulaştırır” diyen Adorno Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, İletişim, İstanbul, 2007. ile “Medyanın kitlesel duyarlılık bulaşmasını kolaylaştırdığını görmek için yalnızca televizyonu açmak ya da bazı radyo konuşmalarını dinlemek yeter” görüşünü savunan Heath ve Potter, Joseph Heath- Andrew Potter, İsyan Pazarlanıyor- Kültür Niçin Parazitlenemez?, Ayrıntı, İstanbul, 2012. da, tıpkı Rahte ve McLuhan gibi televizyonun güçlü etkisine işaret etmişlerdir. Doğallayın yukarıdaki görüşler ele alındığında, uzun zamandan beri iletişim biliminde, neden “televizyon kültürü” başlıklı özel bir terimin kullanılageldiği kendiliğinden açığa çıkmaktadır. Tüm bunlar, televizyonun kişinin yaşamında önemli bir yer işgal ettiğini göstermektedir. Kitlesel Sıradanlıktan Alt- kültürlerin Özgünlüğüne Öte yandan sosyolojik açıdan “kullanımlar ve tatminler” bağlamında yaptığı tartışmada Berger, izleyicide bilgilenme isteği olsun ya da olmasın, televizyonun bir işlevinin de, “hoşa gitmeyen duygulardan (arınmak) temizlenmek” olduğunu öne sürmektedir. Berger, kişinin televizyon izlerken sıkıntılardan uzaklaştığını, olumsuz duyguların baskılarından kurtulabildiğini açıklamaktadır. Berger, age., 101. O halde, hem popüler kanallarda hem de tematik haber kanallarında izleyici hoşa gitmeyen duygulardan, müzik dinleyerek, belgesel izleyerek, genel bir söylem ile “kendi sorunları dışında başka şeyler izleyip duyarak” zihnini boşaltmaktadır. Öte yandan McLuhan’ın, televizyon sayesinde dünyayı “evrensel bir köy” olarak görmesine karşılık, bazı düşünürlerin buna karşı çıktığını belirten Kars, bu durumu şöyle açımlamaktadır: “Toplumsal yapının değiştirilmesi için katlanılması gereken güçlükler; incelenmesi gereken çağdaş çözüm modelleri; bugünkü dünyanın yeniden gözden geçirilmesi ve verilmesi gereken kültürel ve siyasal savaşımlar, çağdaş iletişim teknolojisinin özgürleştirici bir etkinlik kazanabilmesinin önkoşulu olarak, hem batılı ve hem de gelişmemiş toplumlarda ortada durmaktadır.” Kars, age, 76-77. Buna göre, tematik haber kanalları aslında, Kars ve ünlü iletişim bilimci Ünsal Oskay’ın da ısrarla üzerinde durduğu, “verilmesi gereken kültürel ve siyasal savaşımlara ortam hazırlaması açısından ileri dönük bir adım sayılabilir. Böylelikle tematik haber kanallarımım, televizyon dünyasındaki tek seslilikle popüler yaklaşımın dışında, belli bir alanda yani habercilik özgülünde, kitlesel değil, “bireysel bir tercih”i içinde barındırdığı ileri sürülebilir. Bu bağlamda izlenme oranlarının düşük olmasına, dolayısı ile de popüler kanallara göre daha az reklam almalarına rağmen, yayın hayatına devam eden tematik haber kanalları, farkında olarak ya da olmayarak kitlelere baskılanan hakim ortaklaşa kültüre karşı, paylaşılmış ortak kültürün kurulabilmesi açısından kültürel bir mücadele vermektedirler. Ortak/ ortaklaşa kültür ayrımının altını çizen Williams’ın kültür alanında verilen mücadele hakkındaki görüşleri aşağıda özetlendiği gibidir: “… Sadece sanat ve eğitimde değil, toplumsal kurumlar ve sıradan davranışlardaki anlam ve değerleri ifade eden özel bir yaşam biçimi. Böyle bir tanımdan yola çıkılınca kültür analizi belirli bir yaşam biçiminde ve belirli bir kültürde, örtük ve belirtik anlam ve değerlerin açıklık kazanması demektir Anlam ve değerler belirli bir kesim tarafından değil, yaygın bir biçimde yaratılıyorsa (ve burada verilecek ilk örnek, içinde taşıdığı potansiyeller belirli bireyler tarafından geliştirilip derinleştirilse de asla tek bir bireyin yaratımı olmayan dildir) o zaman bir kültürel cemaat olgusundan söz etmek zorundayız.” Raymond Williams, “Ortak Bir Kültür Fikri”, Mürekkep Dergisi no- 45, İstanbul, 1997, s: 11-12. Klasik İletişim Araçlarının Sanalağ ile İmtihanı? Kültürel mücadele- sivil alandaki muhalefet odaklarıyla kamusal alandaki sınıfsal- toplumsal hegemonya krizleri uzamındaki tartışma, hiç kuşkusuz yaşamsal önemdedir. Ne var ki, farklı bir mücadele alanı hatta kitlelere karşı alt- kültürlerin, azınlık gruplarının sesi olabilme potansiyelini içinde barındıran tematik haber kanallarının, tecimsel kitle iletişimi pazarında karşılaştığı risklere değinen bir soruya geçmek, gelinen noktada yararlı olacaktır. Daha önce de kaydedildiği gibi tematik haber kanalları, haber ağırlıklı yayın yapma özellikleriyle popüler/ tecimsel televizyon kanallarından ayrılmaktadır. Peki, tematik haber kanalları yayın akışında, “Doğrudan haber niteliği olmayan programlar”a neden ve ne kadar yer vermektedir? Eğer tematik haber kanallarında, doğrudan haber niteliği taşımayan programlara, gereğinden fazla yer veriliyorsa, bu durum haber kanallarının tecimsel/ popüler kanallara benzemesini sağlayarak, tematik haber kanallarının özelliğini zedelemiş olur mu? İnternetin (sanalağ) ilk çıktığı dönemlerde seslendirilen, “Acaba televizyon devri kapanıyor mu?” sorularıyla beraber, KİA’lar arasında televizyonun etkisinin azaldığı sosyal bilimcilerin üzerinde hemfikir oldukları bir değerlendirme bile olsa, bu iletişim kaynağının toplum için hala çok önemli bilgi kaynağı olduğu yaygın kabul görmektedir. Nitekim 2015 yılında TUİK tarafından yürütülen araştırma bulgularında televizyonun orantısal olarak sanalağ kaynaklarından çok daha yoğun bir biçimde izlendiğini, toplumun hem eğlence hem de bilgi sağlama aygıtı olarak televizyonu benimsediğini ortaya koymaktadır. 2005 tarihinde Reklamcılar Derneği’nin araştırmasına göre ise: “Televizyon, erişim oranı en yüksek iletişim aracıdır: Türkiye’de yaşayanların %98’inden fazlasına ulaşır. Televizyon başında geçen günlük süre ortalama 3 saattir, ev kadınlarında bu oran 7 saate yaklaşmaktadır.” Ceren Sözeri- Zeynep Güney, “Türkiye’de Medyanın Ekonomi- Politiği: Sektör Analizi”, http://tesev.org.tr/wpcontent/uploads/2015/11/Turkiyede_Medyanin_Ekonomi_Politigi_Sektor_Analizi.pdf, ET: 02.01.2018, 2011, s.51. Bu noktada yeniden TUİK verilerine dönüldüğünde, sanalağ kaynaklarına yönelik toplumsal ilginin giderek arttığına işaret edilen araştırmada, 2015 yılı itibarıyla bireysel internet kullanıcısı oranının yüzde 55,9’a çıktığı ve bireylerin sanalağ kaynaklarına yönelim düzeyinde ciddi bir artış saptandığına değinildiği gözlenmektedir. “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması”, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18660, ET: 14.12.2017, 2015 Sanalağ kaynaklarına başvuran bireylerin giderek kitlesel iletişim sektörünün tüketicileri haline geldiklerinin vurgulandığı aynı araştırmada, internet kullanım oranıyla tüketicilerin bilinçlilik seviyesinin aynı oranda yükselmediği savunulmaktadır. TUİK verilerinde göze çarpan diğer önemli hususlar ise şöyledir: “İnternet kullanım amaçları dikkate alındığında, 2015 yılının ilk üç ayında internet kullanan bireylerin %80,9’u sosyal medya üzerinde profil oluşturma, mesaj gönderme veya fotoğraf vb. içerik paylaşırken, bunu %70,2 ile online haber, gazete ya da dergi okuma, %66,3 ile sağlıkla ilgili bilgi arama, %62,1 ile kendi oluşturduğu metin, görüntü, fotoğraf, video, müzik vb. içerikleri herhangi bir web sitesine paylaşmak üzere yükleme, %59,4 ile mal ve hizmetler hakkında bilgi arama takip etti.” Age. “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması” sonuçlarının en ilgi çeken noktasını sanalağ kaynaklarına erişen kitle iletişim tüketicilerinin yüzde 70,2’sinin internet üzerinden online haber- gazete- dergi veya kitap okumayı benimsemeleri oluşturuyor. Bu yüksek oranı sağlıkla ilgili bilgi edinme ve eğlenceye yönelik faaliyetler izliyor. Böylelikle 2007- 2015 zaman dilimini kapsayan TUİK araştırma bulgularından, internetin yoğun olarak kullanılmaya başlamasıyla; başta televizyon ve radyo olmak üzere temel KİA’ların tarihe karışmadıkları, tam tersine, bu kaynakların takibinde kullanılacak aygıtların sayısının arttığı sonucuna varılabilir. Dolayısıyla tecimsel gazete- dergi tirajlarındaki düşüşün, sanal reklamlar- azalan giderlerle kapatılabildiği içinde yaşanılan çağda, televizyonun sanal ağ kaynaklarından destek alarak önemini koruduğu tezi, çok da yabana atılabilir bir iddia olmasa gerektir. Nitekim aynı araştırmada temel iletişim aygıtlarından sabit telefonların toplumdaki kullanım oranının yüzde 29,6’larda seyretmesine karşın cep telefonu kullanımının hanebaşına yüzde 96’8’e çıktığı anlaşılıyor. Telefon kullanımına ilişkin rakamlar, cep telefonlarının sabit telefon kullanımına ölümcül bir darbe vurduğunu tanıtlarken, aynı uçuruma sanalağ/ TV izleyicisi iletişim tüketicileri arasında tanık olunmaması, önemli bir ayraç teşkil ediyor. Türk Toplumu “Televizyonu”na Sahip Çıkıyor Kimi iletişimcilere göre, Türk toplumu televizyonla tanıştığı ilk zamanlarda ona nasıl sahip çıktıysa, bu bağlılığını halen sürdürmektedir. Bu iletişimcilerden, 1980’li yıllarda televizyonun toplumdaki yerini anlatan Aziz, şunları vurgulamaktadır: “Her şeyden önce televizyon, eskiye göre aile bireylerini daha uzun süre bir arada bulunmalarına neden olmaktadır. Bu birlikte olmada televizyonun rolünü, bir ruh doktorunun belirttiği gibi, eski Türk evlerinde aileyi kış geceleri bir araya getiren ‘mangal’a benzetmek yanlış olmayacaktır” Aysel Aziz, Radyo ve Televizyona Giriş, AÜ. SBF, Ankara, 1981. Televizyonun “birleştirici” özelliğinden yola çıkarak, aileni bir araya toplanması konusunda önemli bir rol oynadığını anlatan Aziz ile aynı düşünceyi paylaşan Mutlu ise değerlendirmelerini şu şekilde sıralamaktadır: “Programların birlikte seyredilmesi ailenin birbirine yakınlığını ortaya koyma fırsatını sağlar. Televizyonu birlikte izleyen ana-babalar ile çocukların birbirlerine dokundukları, yaslandıkları, bedensel yakınlık içine girdiklerini araştırmalar ortaya koymaktadır.” Erol Mutlu , Televizyon ve Toplum, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Eğitim Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1999, 106. Televizyonun, geniş kitlelerin nazarında bu kadar başat zaman geçirme aracı olmasının, nasıl açıklanabildiği sorusu, merkezi önemdedir. Aslına bakılırsa konuyla ilgili yıllar önce yapılmış araştırma sonuçlarının, günümüzde de hala geçerliliğini koruması ve eski- yeni çalışmaların- araştırma evrenlerinin, gerek kavramsal gerekse yorum düzeyinde birbirleriyle düşümdeşmeleri; televizyonun insan- kitle ruhunda, benzer etkilere yol açtığı bulgusuyla örtüşmektedir. Çoğu insan hatta geniş kitleler, bulundukları ruh halinden farklı bir ruhsal duruma geçmek, acılarını- dertlerini, anın sorunlarını unutmak için televizyon kanallarını, “kaçış araçları” olarak kullanmaktadırlar. Neyse Toplumun Hali… Günlük kişiler sorunlardan kaçınmak amacıyla toplumsal- sosyal meseleleri takipte teselli arayan bireyler, ceplerinde biriktirdikleri kişisel eksiklik- yoksunluklardan, devasa toplumsal dönüşümlerin içinde yitmekten, sanal kalabalıklara karışmak yoluyla sıyrılmaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda, Katz ve Foulkes’in 1962 yılında yaptıkları araştırmada karşılaştıkları, “kaçış halini” hatırlatan Mc Quail ile arkadaşlarının aşağıdaki değerlendirmeleri önemlidir: “İster kitle iletişim araçlarının başlıca ırasal (karakteristik) niteliği, ister tipik izleyicinin güdüleri göz önüne alınsın, iletişim araçları deneyimine ilişkin tartışmalarda, en çok ilgi çeken kavramın ‘kaçış’ olduğu varsayılabilinir. ” Denic MC Quail- Jay G. Blumler G.- J.R Brown, “Televizyon İzleyicisi”, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/150010, ET: 02.11.2017, 1972, s: 160-165. Televizyon kanallarının genellikle toplumsal yaşamın en küçük birimlerinden birisi olan aile içinde izleniyor olması, gözden kaçırılmaması gereken ironik bir durum oluşturuyor. En samimi toplumsal birimi ifade eden, aile- içinde sürdürülen bir etkinlik olan TV izleme alışkanlığının, her ne kadar hanehalkı üyeleriyle birlikte yapılan bir etkinlik olursa olsun, kişileri bulundukları ortamın dert ve sıkıntılarından uzaklaşmaya sürüklemesi beraberinde kişinin sorunlarından ve yaşadığı sosyal birliktelikten yabancılaşmasına da sebebiyet veriyor. Diğer hanehalkı üyeleriyle gerek gündelik yaşamın gerekse toplumsal kargaşanın getirdiği maddi- manevi meselelerini aşmak yolunda, görüş alışverişine girmesi beklenen tikel iletişim tüketicileri, çareyi birlikte izledikleri televizyon programları dolayımıyla sorunlarından uzaklaşarak, programların büyüsüyle oyalanmakta buluyorlar. Öte yandan televizyonun toplum tarafından çok çabuk benimsenmesinin nedenlerinden en önemlisi, bilginin televizyon aracılığı ile daha kolay- çabuk- ucuz elde edilmesiyle ilgilidir. Arslan’a göre: “Televizyonun kolay kullanımı dikkat çekmekte, diğer iletişim araçlarına göre, çok uygun bir maliyetle hizmet sunmaktadır. Haberler, televizyon izleyicisine, gazetelerden bir gün önce ulaşmaktadır. Her gazete için ayrı ücret ödemek gerektiği halde, televizyon izleyicisi, onlarca kanalı, ek bir ücret ödemeksizin izleyebilmektedir.” Mehmet Arslan, Radyo ve Televizyon Kanallarında Kişilik Haklarının İhlali ve Korunması, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=UPP_Zu9isEmWGFXFCBYasWCzdKL7iIlKjkeWbPH-IrzyZRTWGxfpDdpS5igOqHJp Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, ET: 02.01.2018, 2009, 2. “Aptal Kutusu” mu “Küçük İnsan”ın Savunma Mekanizması mı? Televizyonun, hatası- sevabıyla izleyicisinin o anki ruh haline göre bazen “yandaş”- “fikirdaş”, bazen “eğlence kutusu”, bazen de hayatın getirdiği türlü zorluklara karşı “savunma mekanizması” işlevlerini görebildiğine değinen Mutlu, birey/ alt- grupların kendilerini yetersiz- güçsüz hissettiği anda, beyaz camın yeknesaklığının devreye girdiğini kaydediyor. İzleyicisinin (tüketici), kendisini daha “iyi hissetmesini” sağlayan bir toplumsal “güdüleme aracı” olarak televizyonun, izleyicisinin - tüketicisi- öz nitelik ve işlenmiş kanaatlerinin ürünü olduğunu anımsatan Mutlu, şöyle bağlıyor: “… Eğer toplumlar televizyona yaşamlarında önemlice bir yer veriyorlarsa bunun nedeni onun insanın temel ilgilenimlerini karşılar nitelikte olmasıdır. Bu televizyonun özsel bir niteliğidir. Ama bu nitelik bize de kendimizle ilgili bir şeyler anımsatır. Televizyonla ilgili tüm olumsuz değerlendirmelerimizin kaynağını kendimizde, kendi varoluşumuzda ve kendi özyapımızda aramamız gerekmektedir. Yani televizyonu eleştirirken aslında kabul etsek de, etmesek de kendimizi eleştiriyoruzdur. Televizyon bizim özniteliklerimizin, düşüncemizin bir ürünüdür; her ne kadar tersini düşünmek, yani televizyonun bizim şu halimize neden olduğunu düşünmek daha rahatlatıcı ve kolay olsa da, bunu kabul etmemiz gerekiyor.” Mutlu, age., s:12 Mutlu’nun bu değerlendirmesine göre aslında televizyon, yaygın kanaatin tam aksine oldukça “masum”dur. Dolayısıyla televizyonun çıktıları olarak bir takım olumsuzluklardan, televizyondan kaynaklanan değer yitimi- güdülenmeden şikayet etmek, belli bir çizginin ötesine geçildiğinde anlamsızlaşır. Ne var ki, tartışmaya katılan diğer düşünürlerin ikircimli tutumları, televizyonun, tıpkı diğer iletişim biçimleri gibi, o kadar da masum sayılamayabileceğini akla getiriyor. Zira siyaset biliminde de ortaya atıldığı gibi içinde insan ve dili kapsayan, kelimelerin birincil değil, ikincil ya da sembolik anlamları üzerinden yürüyen semiyotik bir sistemde, hiçbir oyuncudan düzgün bir masunluk karinesi beklemek olası gözükmüyor. Örneklerle Televizyonun Güdüleme- Algı Oluşturma İşlevi Televizyon, duygu oluşturma, insan duygusunu belirleme, hatta kitlelerin sağgörüsünü biçimlendirme noktasında tartışmasız güce sahiptir. Televizyonun din ile ilgili tartışmalardan, eğlence temalı konulara kadar geniş bir anlam hattında varlık göstermesi, onun kitlesel etki oluşturması ile yakından ilgilidir. Örneğin televizyonlardaki sağlık programlarında hangi doktorlar daha sık görünüyorsa o doktorlar, halkın gözünde, “iyi doktor” olarak yer almaktadır. Sağlık programlarına konuk olarak katılan ve herhangi bir hastalıkla ilgili tedavi yöntemlerini anlatan doktorun, programdan sonra ona ulaşan hasta sayısı, diğer anlatım ile yayının geri dönüşümü, televizyonun oluşturduğu psikolojik etkiyi gösteren en net kanıttır. Nitekim söz konusu sağlık programlarında, yayın anında ekranda verilen iletişim numaralarında televizyon kanalının değil, ekranda konuşan doktorun muayenesinin ya da çalıştığı hastanenin telefon numarasının yer aldığı görülmektedir. Bu da kapitalist sistemdeki pazar ilişkileri çarkının işleyen bir dişini oluşturmaktadır. Sonuçta, bir televizyon yayınından sonra izleyicide oluşan psikolojik etki, programın izlenmesine, programın izlenmesi yayınlandığı kanala reklam getirmesine, reklamın gelmesiyle birlikte programın devamlılığına, program devamlılığı da, programın alanının bulunduğu sektörde çeşitli şekillerde yer edinmesine sebep olmaktadır. Buradaki en önemli nokta, izleyicide bir etki bırakıp bırakmamakla ilgilidir. Bu da hedef kitleye, doğru ve isabetli yollarla ulaşmakla mümkündür. Televizyon sektöründe, her şeyden önemli olan, programı izleyiciye kabul ettirebilmek, onda bir etki uyandırabilmektir. Böylelikle yani yayının, izleyici üzerindeki etkisini kapitalist pazar ilişkilerine tedavül ettirmesiyle, medya farklı ticari sektörlerle buluşmakta ve kapitalist çarkın başat dişlileri arasına girmektedir. Ne var ki televizyon yayıncılığının birey/ kitleleri etkileme etkisi salt tecimsel düzeyle sınırlı değildir. Bilakis tecimsel dönüşümün bir dişlisi olan medya kuruluşları, tecimsel ilişkiler bütünü ekseninde şekillenmiş, siyasal iktidar süreçlerinde de başat bir tümleyen halini almakta ve kapitalist sistemin ideolojik aygıtlarından birisine dönüşmektedirler. Televizyon yayıncılığının, siyasal bir ajan olarak belirleyiciliğine dikkat çeken ünlü medya teorisyeni Zizek, Çin’in Tibet’i işgali ardından gelişen ikircimli tutumun oluşumunda, genelde medya özelde de, televizyon haberciliğinin etkisini, aşağıdaki gibi değerlendirmektedir: “Tibet'ten büyülenişimiz, onu rüyalarımızı yansıtabildiğimiz bir mitolojik yer haline getirdi. İnsanlar Tibet'in otantik yaşam biçiminin yok oluşuna matem tutarken gerçek Tibetlileri zerre kadar takmıyor: Tibetliler bizim adımıza otantik haliyle spritüal olmaya devam etsinler ki, tüketim çılgınlığımızı sürdürebilelim. Filozof Gilles Deleuze yazmıştı: ’Ötekinin rüyasını ele geçirdiysen kayboldun demektir.’ Çin'i protesto edenler, Pekin Olimpiyatları'nın mottosu ‘tek dünya tek rüya’ya, ‘tek dünya çok rüya’ ile karşı çıkarken haklılar. Ama Tibetlileri kendi rüyalarına hapsettiklerinin farkına varmalılar. Olası tek rüya bu değildir.” Slavoj Zizek, “Rüya ve Hakikat”, http://bianet.org/biamag/spor/108906-ruya-ve-hakikat, ET: 24.01.2018. Yanlış Bilincin Pazarlanması Medyanın katkısıyla Çin’in Tibet’i işgalinin kulak ardı edilmeye başlandığına dikkat çeken Zizek, yine de Tibet’e ekonomik anlamda çok ciddi yatırım yaparak, halkın refah seviyesini tahayyülün üstünde yükselttiğini gözden kaçırmıyor. Zizek, Çin’in dünya ekonomisinin motor güçlerinden birisi olmaya adaylığını koyup, kendisini kapitalist ilişkiler ağının bir parçası haline getirişinden sonra, Tibet sorununun küresel bağlamda afazi bir nostaljiye evrildiğini ileri sürüyor. Ünlü düşünür, tüm medya araçlarının katılımıyla ekseninden saptırılan Tibet sorunu özgülünde, konuya ilişkin analizini şu şekilde sürdürmektedir. “Bunun ötesinde bir paradoks daha var: Ya otoriter gözyaşı vadilerinin ardından geleceği vaat edilen demokratik sahne hiçbir zaman gelmezse... İşte bu Çin ile ilgili en huzursuz edici olgudur. Çin'in otoriter kapitalizminin yalnızca bizim geçmişimizi –Avrupa'nın 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar yaşadığı kapitalist sermaye birikimi sürecini– hatırlattığına dair derin bir şüphe var, bu aynı zamanda gelecekle ilgili bir işaret. Asya'nın kamçısıyla Avrupa'nın borsasının kirli kombinasyonu ekonomik olarak liberal kapitalizmimizden daha etkili çıkarsa ne olacak? Bu bizim anladığımız anlamda demokrasinin bundan böyle ekonomik kalkınmanın motoru değil engeli olduğuna ilişkin bir sinyal olabilir mi?” Zizek, age. (Zizek, 2018) Zizek’in küresel kapitalizmin siyasal- ekonomik hegemonyasıyla televizyon yayıncılığı arasında kurduğu ilişkiden yeniden farklı program türlerinin, gerek genel anlamda gerekse Türkiye’de yüklendiği işlev- kitleler üzerindeki patronaj ilişkisine dönmek yararlı olacaktır. Zira metinde daha önceki kısımlarında sağlık programları özgülünde dile getirilen durumun, ülkede ekrana getirilen diğer program dallarında da kendisini tekrarladığı görülmektedir. Örneğin bir moda programının sponsor tekstil markası veya bir yemek programının sponsor mutfak eşyası markası seyircinin algısındaki gerçek algıyı yıkarak, bu markaların o sektördeki “en iyi marka” oldukları yanlış bilincini ilgili kitlenin belleğine kazır. Bu yanlış bir bilinçtir çünkü moda programlarındaki rengarenk, albenili tasarımlarla karşılaşan ya da yemek programlarındaki ihtişamlı sofraları gören seyirci, izlediği tüm gösterişli görüntüyü ister istemez programın başlangıcında ve bitiminde ismi geçen firma ile özdeşleştirir. Oysa belli bir sektörde en iyi marka olma vasfı, hangi firmanın kaç ekranda, ne denli sıklıkla boy gösterdiği gibi sürrealist bir algıyla belirlenemez. Bir sektörde en iyi marka/ şirket, hangi marka/ markaların en dayanıklı, en çok rağbet gören ürünler piyasaya sürdükleri ve sunulan ürünle istenen bedel arasında makul bir dengenin kurulup kurulmadığı gibi somut maddi verilerle değerlendirilebilir. A. Baran Dural- Şermin Dural, “Motivating Effect of Advertisements on Child Perception: Yoghurt Advertisements As a Case Example”, European Scientific Journal v:11 No: 29, October- 2015, s: 50-58. Televizyon kanallarının tecimsel kaygılarıyla şirketler arasında kapitalist piyasa şartları arasında kurulan bu aldatıcı denge, izleyicinin kafasında, “en iyi mutfak eşyası firması” ve “en iyi giyim markası” imajını yerleştirirken, ticari olarak doğru fakat etik düzlemde tartışılır bir eylem yürütmektedir. Nurdan Öncel Taşkıran- Nursel Bolat, “Büyüklere Reklamlar Çocuklara Mesajlar; Yetişkin Reklamlarına Çocuk Gözüyle Bakış: Semiyotik bir Yaklaşım”, www.academia.edu/, Erişim Tarihi: 02.01.2015, 2010, s: 56-67. Kutsalın Ekrandan Pazarlanması Aynı etki din programlarında da geçerlidir. Din, toplumun en temel dayanak noktalarından biri olduğu halde, dini konuların işlendiği programların, reyting sıralamasında üst sıralarda boy göstermesiyle beraber, televizyonun bireyin kutsalla ilişkisinin bir parçası olmak gibi iddialı bir yükümlülüğün altına girmeye başladığını ileri sürmek yanlış olmayacaktır. TNS raporlarına bakıldığında, dini programların oldukça fazla izlendiği orantısal olarak da görülebilir. Örneğin, Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun sunduğu ve saat 00:30 gibi hayli geç sayılabilecek bir saatte yayına girmesine karşın, izleyici payı yüzde 6’ları aşan dini programın, televizyon kanalına sağladığı tecimsel geri dönüşe ortak olmak isteyen, diğer ticari- çok izlenen kanalların; kendi “dinsel yıldızlarını” piyasaya sürmelerini sağladığı bilinen bir gerçektir. Özellikle Ramazan aylarında, TNS verileri dikkate alındığında genel reyting sıralamasında, 20’ye yakın izlenme payı toplayarak, üçüncülükle- onunculuk arasında kendilerine yer bulan dinsel içerikli programlar, Kadir Gecesi’nde birinci sıraya dek yükselebilmektedirler. Dural, age., s: 14-15. Giderek tematik kanallar, hatta tematik haber kanallarında da görülmeye başlayan dinsel içerikli tartışma programları, tecimsel kanalların eninde sonunda farklılık arayan kitlelerin tercih ettikleri, tematik kanalların yayın çizgisini de etkiledikleri ve minörün (tematik) peşinde koşan alt- gruplarla, majör (büyük kanallar) yayıncılıkla yetinen kitleleri, aynileştirdiğini günyüzüne çıkarmaktadır. Yakın geçmişte Yaşar Nuri Öztürk- Zekeriya Beyaz, günümüzde Ömer Döngeloğlu- Nihat Hatipoğlu- Necmettin Nursaçan, Mustafa Karataş ve daha pek çok televizyon programcısının/ din adamının sunduğu programlar, yoğun ilgi gördüğü için devam etmektedir. Bu programları sunan din adamları, daha çok televizyonun gücü sayesinde, toplumda dini alanla ilgili her konuda, halkın gözünde “otorite” halini almışlardır. “İzlenen programın, televizyon kanalına reklam da kazandırdığı” doğal sonucundan yola çıkarak, söz konusu programların ardından programların deşifrelerinden elde edilen kitaplarla birlikte, bu kitapları basan yayınevlerinin katıldığı kitap fuarlarındaki imza günlerine dek uzanan yoğun bir ticari ilişkiler ağı kendisini göstermektedir. Dural, age., s:15. (Dural: 15) Böylelikle televizyonlarda program yapan din adamlarının, giderek tıpkı pop müzik yıldızları gibi dinsel yıldızlara dönüşmeleri sonucunu, kaçınılmaz olarak doğmuştur. Yine televizyonda görünmekten dolayı gelen isim sahibi olma özelliğinin bir sonucu olarak, konferanslar- panellerde boy gösteren, muhafazakar belediyelerin etkinliklerinde program sunumu- yöneticiliği yapma, Kur’an okuma yarışmasında jüri üyeliğinde bulunma tipi faaliyetlerle, dinin yeni “yıldızları”, medya ekonomisine hareketlilik katmaktadırlar. Yukarıda değinilen canlılığın doğal sonucu olarak, sanatçılar gibi çeşitli televizyon kanallarında sunuculuk – yorumculuk yapan din adamları da, programlarına başladıktan birkaç hafta sonra, kendilerini belli bir fiyat politikasının hüküm sürdüğü, sektörel bir oluşumun içinde bulmaktadırlar. Nitekim pek çok din adamı- televizyon yıldızının, siyaset/ gündem üzerine programlar yapan diğer aydınlarla birlikte, ünlü ses sanatçısı- oyuncunun çalıştığı, ajanslarla aynı ajansa kayıtlı olmaları önemli bir eşik oluşturmaktadır. Dural, age., s:16. Tüm bu somut gelişmelerin neticesinde, aşağıdaki değerlendirmeyi aktarmak yararlı olacaktır: “Televizyon günümüzde kilisenin, tanrının, destanların ve destan anlatıcılarının, büyücülerin, palyaçonun, binbir ürün satan gezgin tüccarın ve ekmek ve sirk politikalarındaki sirkin yerini almıştır (veya onların amaçlarına yardım eden araç durumundadır). Televizyon insanları eğlendirmek ya da onlarda hoş vakit geçirildiği duygusunu yaratmak, başka bir deyişle oyalamak için vardır. Gücü de büyük ölçüde insanlarda gerçekten böyle bir duygu yaratabilmesinden gelmektedir.” İrfan Erdoğan- Korkmaz Alemdar, “Televizyon Dünyaya Açılan Pencere”, http://irfanerdogan.com/makaleler1/mahmuthoca.html, ET: 17.09.2017, 1999, s: 169-197. Televizyon: Bir “Dedikodu Seyirliği” “Televizyon dünyası insanların en mahrem alanlarına burnumuzu sokarak izleyebildiğimiz elektronikleşmiş bir dedikodu seyirliğidir” Mutlu, age., s:154. diye konuşan Mutlu, televizyon yayıncılığının giderek mahremin içinden konuşarak, mahremi koruma uğruna değer aşınmasına sebebiyet verdiğine inananlardan. Örneğin, pek çok televizyon kanalında, canlı yayına bağlanan, “ismini vermek istemeyen izleyici”lerin, aileleri/ çevreleriyle ilgili gizli kalması gereken konulardan bahsedip, yakınlarının mahremlerini ifşa etmeleri ve sözüm ona televizyon kanallarının bu gizil sorunlara oldukça yüzeysel bir biçimde çözüm aramaya çalışması, Mutlu’nun televizyonun giderek, “dedikodu seyirliği”ne evrildiği tezine haklılık kazandırmaktadır. Kimi izleyicilerin, “içini dökme vasıtası” ya da “elektronik psikolog” işlevi yüklediği televizyon, giderek insan hayatındaki karmaşık- dokunulması/ deşilmesi sakıncalı sonuçlar doğurabilecek, mahremin fütursuzca açığa dökülmesini sağlayacak gibi gözükmektedir. Bu bağlamda televizyonun, insan psikolojisi üzerindeki etkilerine ilişkin olarak yaptığı araştırmada, Mora’nın, televizyon yayıncılığının; sorunlardan kaçarak rahatlamanın, duygusal canlanmanın ve stres azaltımının ajanı haline geldiğine dair iddiası yabana atılmamalıdır. (Mora, 2008:12) Necla Mora, “Medya, Toplum ve Haber Kaynağı Olarak Sembolik Seçkinler”, http://www.arastirmax.com/en/system/files/dergiler/161047/makaleler/5/1/arastrmx_161047_5_pp_1-25_0.pdf, ET: 02.01.2018, 2008. Medyanın Toplumu Yönlendirme Gücü ve Haber Kanalları Haber kanallarının toplumda rağbet görmesinin en önemli nedenlerinden birisi olan “gerçeklik” duygusunun aktarımı, sadece haber bültenlerinde değil, haber kanallarındaki tartışma- haber programlarında, belgesellerde ya da bu kanallarca ekrana getirilen diğer yapımlarda da kendisini gösterir. Tematik haber kanallarındaki yayın akışlarında yer alan programlar, popüler/ tecimsel kanallardaki gibi dikkati başka yöne çevirerek izlenebilecek türden programlar değildir: Zira “Araştırma, haberler, belgeseller ve dinsel yayınlar gibi olgusal programlar görsel dikkat düzeyinin en yüksek olduğu tür programlardır.” Bu tarz programları daha eğitimli ya da farklı konularda bilgi edinmeyi seven- bilgiye daha çok önem verip, gündemi yakından takip eden, haberlerde ne olup bittiğine merak duyan kişiler izlemektedir. Kimi, araştırmalarda, tematik haber kanallarını izlemenin kişiye prestij kazandırdığı yönünde bulgular mevcuttur. Örneğin, Uygunkan’ın çalışması bunlardan biridir. Araştırmacı yaptığı araştırmanın neticesini şu şekilde özetlemektedir: “Televizyon izleyen, yayınlardan ve gündemden haberdar olmayan insanlar, toplumdan soyutlanacaklarını hissederek televizyon izleyebilirler. Televizyon, mahremiyet alanına girerek, bireyle baş başa, toplumdan soyutlanmış bir alan yaratırken aynı zamanda, onun oturduğu yerden topluma uyum sağlamasına da etki edebilir. Televizyon sadece eğitim içerikli programlarla kültürlenme kavramının oluşumuna etki etmeyebilir. Yayınlanan tüm programlar o toplumun kültüründen izler taşıdığından, izleyici ister istemez verilen kodları açılımlamaya yönelecektir. Sinem Bengü Uygunkan, “Kültürlenme Kavramı ve Televizyon”, http://dergipark.gov.tr/ekurgu/issue/16254/170527, ET:18.9.2017, 2005, s: 210. Öte yandan sadece televizyonun değil, tüm kitle iletişim araçlarının, topluma uyum sağlamanın bir yolu olarak görülebileceği olgusu, medya araştırma sonuçlarında dikkat çekilen genel- geçer bir bulgu olarak önplana çıkmaktadır. Aynı araştırmalara göre kişinin kendisini ve toplumu anlamada, hatta hayatına yön verme çabasında, medyanın güdüleme- algı biçimlendirmesinin etkin bir payı bulunmaktadır. Örneğin, Luhmann’a göre dünya toplumu, kendisini ve çevresini ancak kitlesel medya araçları aracılığıyla görüp betimleyebilmektedir: “Varolan yaşam koşullarının muazzam çeşitliliğinde, kültürel geleneklerde, politik rejimlerde, dini yönelimlerde, gündelik yaşam içerisinde bir baskı unsuru olarak hukukun etkisinde, sınıf ve kariyer yapılarında, bozulmalarda ve dünyanın bölgelerinde nüfusun büyük bir çoğunluğunun işlevsel sistemlerden eşit olmayan bir şekilde dışlanmasında, dünya toplumu kendisini ve çevresini nasıl gözlemleyebilir veya tanımlayabilir?’ sorusunun cevabı Luhmann’a göre, kitle iletişim sistemleridir.” Onur Dursun, “Türk Medyasının Sermaye Yapısı ve Siyasal İktidarla İlişkisi Üzerine Bir İnceleme”, http://dergipark.ulakbim.gov.tr/hititsosbil/article/view/1055000046, ET: 13:10:2017, 2012, s:4. Yukarıda dillendirilen tezde görüldüğü üzere, televizyonun da bir parçası olduğu kitle iletişim sistemi, bireyin toplum içindeki duruşunu/ bakışını belirleyebilmektedir. Luhmann’ın tespitlerinden devam edildiğinde kuramcıya göre televizyonun insan davranışlarını etkileyecek kadar önemli işlev görmesi, haber kanalları- toplum ilişkisinin aslında ne denli girift bir bağıntı oluşturduğunu imlemektedir. Popüler/ tecimsel televizyon kanallarının, toplumda tüketim alışkanlıklarını bilfiil kuran, kendisine sunulan bilginin sahiciliği hakkında fazla düşünmek yerine sorgulamadan kabullenmeyi seçen bir kitle yarattığından yakınan Prof. Dr. Mustafa Şeker, aynı kitlenin tecimsel kanallarca bireyden topluma inşa edildiğini belirtiyor. Söz konusu aşağıdan yukarıya örgütlemenin kaçınılmaz sonucu olarak, hayatın gerçeklerinden kopuk eğlenceyle gözü boyanmış, kurgusal bir çevreyi sorgulamaksızın kabullenen edilgen kitlelerin ortaya çıktığını kaydeden Şeker, “Edilgin tüketiciler olma rolünü pekiştiren medya kültürü, aklın yerine akıldışılığı, ciddiyet yerine eğlenceyi ve derinlik yerine sığlığı yerleştirmektedir” Mustafa Şeker, “Televizyon Haberlerinin İmge Üretme ve Anlam Yitirme Sorunu”, http://josc.selcuk.edu.tr/article/view/1075000451/0, ET: 02.01.2018, 2002, s:45. diyor. Şeker'in tecimsel kanallara ait değerlendirmesi, elbette önemli dayanaklar içeriyor. Ancak tematik haber kanalları için aynı değerlendirmeleri yapmak, genel olarak mümkün olmayabilir. Zira tematik haber kanallarında izleyicinin, kendisine sunulan haberi ya da programı daha çok sorguladığı, eğlence yerine bilgiyi, düşünmeyi, daha sığ ve spot cümleler yerine daha derin ve kapsamlı analize ulaşmayı tercih ettiği yaygın kabul gören bir gerçektir. “Yurttaş Haberciliği” Deneyimi Tematik haber kanallarının kendi nispeten dar izleyici gruplarıyla daha içli- dışlı- samimi ilişki kurmaya çalıştıkları gözleniyor. Bir nevi halkla içiçe habercilik de denilebilecek, bu türün en iyi örneklerinden birisini, TRT HABER veriyor. İzleyicisini haberin tam içine katarak, onu haberle birlikte düşündürmeyi hedefleyen TRT HABER’deki, “Haber Sizsiniz” programı çabasının sonuçlarını TNS ölçümlerinde de alıyor. Böylelikle seyirci, artık haber programı ya da haber bültenini salt edilgen biçimde izlemiyor, seyrettiği haberlere katkıda bulunuyor, haber bültenlerinde “muhabir sıfatıyla” bilfiil boy gösteriyor. Bunun yanısıra hemen hemen her haber kanalında, haber bültenlerinin sonunda, vatandaşın haber bültenlerinde, “ihbar hattı” duyurusu şeklinde verilen, telefon numaralarına görüntü/ veri gönderebileceklerine dair duyurular yapılsa da, “Haber Sizsiniz” programında, halkın haber olarak gördüğü videoları, bu programa göndermeleri isteniyor. Bir anlamda, halkı haberin fiili üretici haline getirerek izleyiciyi etkin kılıyor. Halk kendi yaptığı haberi izliyor, bir anlamda muhabirlik yapıyor. İzleyicinin TRT HABER kanalına gönderdiği videolardan oluşan, “Haber Sizsiniz”i inceleyen Ünal, konu ile ilgili yaptığı araştırmanın sonuçlarını şöyle açıklamaktadır: “Haber Sizsiniz’, Türkiye’de yurttaş haberciliğinden oluşan ilk program olarak tanıtılmaktadır. Nip, yurttaş haberciliğini haberde konu seçimi, üretim ve dağıtım pratikleri bakımından tamamen yurttaşın söz sahibi olması şeklinde ifade etmektedir. Lasica ise bu tür içeriklerin tamamını katılımcı habercilik kavramı çerçevesinde değerlendirmektedir. Ana akım medyanın editoryal mekanizmalarının tamamının işlediği, ‘Haber Sizsiniz’ programının bu bağlamda yurttaş haberciliğinden çok; geleneksel medyanın yurttaştan gelen kullanıcı kaynaklı içeriğe ulaşma çabası için yürüttüğü işbirliği şeklinde özetlenebilecek, katılımcı habercilik kavramına daha yakın durduğu söylenebilir.” Recep Ünal, (2014), “Yurttaşın Ürettiği Gerçeğin Ana Akım Medyada Kullanımı: “Haber Sizsiniz” Programı Örneği”, http://www.ktu.edu.tr/dosyalar/iletisimarastirmalari_70902.pdf, ET 03.11.2017. Bu bağlamda TRT HABER’in programıyla diğer tematik- popüler kanallarda rastlanan, “ihbar hattı” uygulamasının, birbirinden ayrı hatta neredeyse taban tabana zıt içeriğe sahip olduğu kaydedilmelidir. Zira “ihbar hattı” uygulaması, etik değer taşıdığı kuşku uyandıran magazin- reality show (gerçeksi imgelemli şov)- “toplum haberleri” adı verilen genelde gazetelerin üçüncü sayfalarını süsleyen, polis- adliye haberlerinin haber programları- bültenlerine aktarımı ya/ ya da toplumsal açıdan özde mahrem fiiliyatta sakıncalı bulunan kimi olayların, afişe edilmesi için kullanılan bir yöntemdir. Etik sorunsallığının yanısıra, kusurlu hareketlerin ihbar edilmesinin istendiği bu tip haberlerde, gerekli ön- araştırma çoğunlukla yapılmadığı, olayı kusurlu bulan kişinin öznel değerlendirilmesine dayanıldığı için kuşku çeken bu haber bulma- icat etme fikri, iki açıdan sorgulanmalıdır. Öncelikle “kusurlu davranış” takip etmek, yurttaşların üzerine düşen bir vazife değildir, toplum içindeki rolü “yurttaşlık” olan bireylerin “muhbirliğe” özendirilmesi, toplumsal vicdanı yaralar, çevrelerindeki insanlar tarafından sürekli izlendikleri kanısına kapılan, “diğerlerinin” özgürlüklerini edimli biçimde yaşamalarını engeller. 300 bini aşkın polis, 700 bin civarında askeri kolluk gücü bulunan bir ülkede, sanki yeterli istihbarat kaynağı yokmuş gibi bir de yurttaşların göreve çağrılması, ülkenin “açıkhava” hapishanesine dönüşmesi gibi olumsuz bir sonuç doğuracaktır. Hele hele bu sürecin ileride çoğunlukta bulunanların, azınlığın değer- özgürlüklerini baskılanması yolunda kullanılabileceği gerçeği, “ihbar hattı” kuran, televizyon kanalların bilerek ya da bilmeyerek toplumun güdülemeye- beyin yıkamaya ve toplumsal özgürlükleri tehdit edici bir işlev üstlenmelerine yol açar. Bu noktada medyadan beklenen davranışın, “ihbar hattı”nı, devletin kolluk güçlerinin eline terketmeleri olduğu açıktır. Saniyen vatandaşlardan, “ihbarı” alan kanalların, bu ihbarın gerçekliğini enine boyuna tartışıp tartışmadığı, iddiaları ekrana getirerek kimi kişi- grupların hukukların gasp edip- etmedikleri de irdelenmelidir. Özellikle gerçeksi imgelemli şovlarda ekrana getirilen mağdur- fail ilişkisinin, her zaman doğru çıkmadığı görülmektedir. Üstelik aynı uygulamaya tematik kanalların tartışma, halka soru- cevap içeren etkileşimli (interaktif) programlarında da rastlanmaktadır. Tematik kanallarda yer alan tüketiciyi bilinçlendirmeye yönelik programlarda, kötülenen firmalar hakkında sunucu- uzmanın ne denli bilgi sahibi olduğu tartışmalıyken, bu uzmanların, iddianın sahihliğine araştırmadan kendilerini soruya cevap vermek zorunda hissetmeleri, suçlanan firmalar açısından hem ekonomik hem etik değer kayba yol açmaktadır. Sonuç: Haber Kanalları ve Toplumsal Değişim Türkiye’deki pek çok kanal reyting ve izlenme kaygısı yüzünden siyasi haberleri bile magazinleştirerek yayınlarken, uzun reklam kuşaklarıyla birlikte iki buçuk saat süren diziler ekranlara boy gösterirken, tematik haber kanallarını takip eden hiç de azımsanmayacak bir kitlenin varlığı, Türk televizyonculuğu açısından yine de umut vericidir. Emek Çaylı Rahte, Allen’den yaptığı alıntıda, 1950’lerde Dwight MacDonald ve Ernest van den Haag gibi eleştirmenlerin görüşlerine dikkat çekerek, “Kitle kültürü’nün içi boş ürünleri nedeniyle izleyicinin, ‘ciddi’ sanattan koptuğunu, kolay hazzın izleyiciyi aptallaştırdığını ve estetik beğenisini gerilettiği”ni söylemektedir. Rahte, age., s:20. Bu değerlendirmeye Postman’ın şu cümlelerini eklemeyi atlamamak gerekmektedir: “… Bence televizyondaki en iyi şeyler bu saçma sapan programlardır. Çünkü hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi ciddi olarak tehdit etmezler. Ayrıca, bir kültürü ürettiği apaçık saçmalıklarla değil, kayda değer saydığı şeylere bakarak ölçeriz. Bizim problemimiz burada yatar; zira televizyon, en saçma ve dolayısıyla en tehlikeli haline, büyük emeller peşinde koştuğu zaman, kendisini önemli kültürel konuşmaların taşıyıcısı olarak sunduğu zaman kavuşur.” Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence/ Gösteri Çağında Kamusal Söylem, Ayrıntı, İstanbul, 2012, s: 26. (Postman, 2012:26) Postman’ın sözlerinden, düşünürün değindiği niteliklere sahip bir televizyon dünyasının, çok ciddiye alınmaması gerektiği anlaşılmaktadır. Nitekim halkın esas kültürü, yukarıda belirtilen olumsuz özelliklerden oluşmamaktadır. Toplumun kültürü sadece ticari/popüler kanallarda yansıtılan özelliklerle ölçülemez. Eğer öyle olsaydı tematik haber kanalları varlığını sürdürebilir miydi? Bunun da yanıtı, aslında yine Postman’ın şu değerlendirmesindedir: “Sembolik ortamdaki değişiklikler doğal ortamdaki değişikliklere benzerler; ilk önce tedrici bir süreci yansıtan ve katkı niteliğinde oluşan değişiklikler, daha sonra topluca, fizikçilerin dediği gibi kritik bir büyüklüğe ulaşır. Yavaş yavaş kirlenen bir nehir ansızın zehirli olur; balıkların çoğu ölür; yüzme sağlık açısından tehlike yaratmaya başlar. Ama o zaman bile nehir aynı görünebilir ve nehirde hala bir kayık yüzebilir. Başka bir deyişle, yaşam yok olduğu zaman bile nehir ortadan kalkmaz; tabii sağladığı yararlar da. Ancak değeri ciddi ölçüde azalmıştır ve bu berbat durum bütün çevrede zararlı etkiler doğuracaktır.” Postman, age., s: 38. Ne içinde yaşanılan çağın en önemli kitle iletişim araçlarından biri olan televizyondan beklentiler gündemden düşecek, ne ki onunla ilgili yürütülen tartışmalar. Ancak kitlesel olanın karşısında alt- kültürlerin, çoğunluğun karşısında azınlığın sesi olma iddiasındaki tematik kanallarının tecimsel kaygılarla, popüler büyük kanallara benzediği ölçüde özgünlüklerini yitirerek sıradanlaşacakları, kimlik yitireceklerine kesin gözüküyor. Böyle bir istikamet aynı zamanda, bu kanalları giderek devletin ideolojik aygıtları dönüştürerek sivil toplumun alanından siyasal alana, devletin, daha da doğrusu siyasal iktidarların çekim alanına hapsetme tehlikesini içinde barındırıyor. Oysa tematik kanallar, özellikle de tematik haber kanalları ayrıksılığın, tikelin ve minör politikanın ajanlığına soyunarak bir karşıt- hegemonyayı örgütleme potansiyelini içlerinde barındırıyorlar. Önümüzdeki dönem tematik haber kanallarının iktidarların güdümünde, kapitalist piyasa çarklarının etkisi altında kalarak, toplumu güdüleyici kültürel dönüşüm araçları haline gelip iktidarın ya/ ya da devletin aygıtına dönüşmeleri elbette ki mümkün. Bu onların, televizyonun bir “aptal kutusu” olarak kalmasına hizmet mi edecekleri, yoksa tecimsel kaygıları tamamen terketmeden, farklı arayış- azınlık haklarının koruyucusu/ kollayıcısı olarak, “aptal kutusu”nun içindeki toplumsal akıl ve/ veya sağduyuyu mu temsil edecekleri sorusuna da yanıt oluşturacak. KAYNAKÇA: ADORNO, T.heodor W., Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, İletişim, İstanbul, 2007. ARSLAN, Mehmet, Radyo ve Televizyon Kanallarında Kişilik Haklarının İhlali ve Korunması, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=UPP_Zu9isEmWGFXFCBYasWCzdKL7iIlKjkeWbPH-IrzyZRTWGxfpDdpS5igOqHJp Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, ET: 02.01.2018, 2009. AZİZ, Aysel, Radyo ve Televizyona Giriş, AÜ. SBF, Ankara, 1981. BERGER, A. Arthur, Kitle İletişiminde Çözümleme Teknikleri, TC Anadolu Üniversitesi Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Yayınları, Eskişehir, 1993. DURAL, A. Baran- DURAL, Şermin, “Motivating Effect of Advertisements on Child Perception: Yoghurt Advertisements As a Case Example”, European Scientific Journal v:11 No: 29, October- 2015, s: 50-58. DURAL, Şermin, Tematik Haber Kanallarında Programcılık ve İzlenme Oranları İlişkisi: TRT Haber, NTV, A Haber, Ülke TV Örneği, TC İstanbul Üniversitesi Radyo Sinema ve Televizyon Anabilim Dalı Yayımlanmamış Tezsiz Yükseklisans Projesi, İstanbul, 2017. DURSUN, Onur, “Türk Medyasının Sermaye Yapısı ve Siyasal İktidarla İlişkisi Üzerine Bir İnceleme”, http://dergipark.ulakbim.gov.tr/hititsosbil/article/view/1055000046, ET: 13:10:2017, 2012, s:4. ERDOĞAN, İrfan- ALEMDAR, Korkmaz, “Televizyon Dünyaya Açılan Pencere”, http://irfanerdogan.com/makaleler1/mahmuthoca.html, ET: 17.09.2017, 1999, s: 169-197. HEATH, Joseph- POTTER, Andrew, İsyan Pazarlanıyor- Kültür Niçin Parazitlenemez?, Ayrıntı, İstanbul, 2012. KARS, Neşe, Haberin Tarihi, Kuramları, Söylemi ve Radyo Televizyon Haberciliği, Derin, Ankara, 2013. MC QUAIL Denic- BLUMLER, Jay- BROWN, J. R., “The Television Audience: A Revised Respective”, Sociology of Mass Communications, Penguin, Harmondsworth, 1972, s: 160-165. MORA, Necla, “Medya, Toplum ve Haber Kaynağı Olarak Sembolik Seçkinler”, http://www.arastirmax.com/en/system/files/dergiler/161047/makaleler/5/1/arastrmx_161047_5_pp_1-25_0.pdf, ET: 02.01.2018, 2008. MUTLU, Erol, Televizyon ve Toplum, TRT Kurumu Eğitim Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1999. POSTMAN, Neil, Televizyon: Öldüren Eğlence/ Gösteri Çağında Kamusal Söylem, Ayrıntı, İstanbul, 2012. RAHTE, E. Çaylı, “Gündüz Kuşağı Televizyonunun Etnografik Analizi: Bir Retrospektif Çalışması”, Sahanın Sesleri: İletişim Araçlarında Etnografik Yöntem, Bilgi Üniversitesi, İstanbul. 2013, s: 31. SÖZERİ, Ceren- GÜNEY, Zeynep, “Türkiye’de Medyanın Ekonomi- Politiği: Sektör Analizi”, http://tesev.org.tr/wpcontent/uploads/2015/11/Turkiyede_Medyanin_Ekonomi_Politigi_Sektor_Analizi.pdf, ET: 02.01.2018, 2011, s.51. ŞEKER, Mustafa, “Televizyon Haberlerinin İmge Üretme ve Anlam Yitirme Sorunu”, http://josc.selcuk.edu.tr/article/view/1075000451/0, ET: 02.01.2018, 2002, s:45. TAŞKIRAN, Nurdan Öncel- BOLAT, Nursel, “Büyüklere Reklamlar Çocuklara Mesajlar; Yetişkin Reklamlarına Çocuk Gözüyle Bakış: Semiyotik bir Yaklaşım”, www.academia.edu/, Erişim Tarihi: 02.01.2015, 2010, s: 56-67. UYGUNKAN, Sinem Bengü, “Kültürlenme Kavramı ve Televizyon”, http://dergipark.gov.tr/ekurgu/issue/16254/170527, ET:18.9.2017, 2005, s: 210. ÜNAL, Recep, “Yurttaşın Ürettiği Gerçeğin Ana Akım Medyada Kullanımı: ‘Haber Sizsiniz’ Programı Örneği”, http://www.ktu.edu.tr/dosyalar/iletisimarastirmalari_70902.pdf, ET 03.11.2017, 2014, s:121-122. WILLIAMS, Raymond, “Ortak Bir Kültür Fikri”, Mürekkep Dergisi no- 45, İstanbul, 1997, s: 11-12. ZİZEK, Slavoj, “Rüya ve Hakikat”, http://bianet.org/biamag/spor/108906-ruya-ve-hakikat, ET: 24.01.2018. _______________, “Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması”, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18660, ET: 14.12.2017, 2015.