Skip to main content
Doğan Göçmen

Doğan Göçmen

David Hume’un Tanrı ile sorunu olduğu bilinir. En azından akademik dünyada yaygın olarak bilinir. Fakat Hume’un Tanrı ile olan sorununun, her ne kadar ontolojik düzlemde töz ve nedensellik ve epistemolojik düzlemde soyut ideler bağlamında... more
David Hume’un Tanrı ile sorunu olduğu bilinir. En azından akademik dünyada yaygın olarak bilinir. Fakat Hume’un Tanrı ile olan sorununun, her ne kadar ontolojik düzlemde töz ve nedensellik ve epistemolojik düzlemde soyut ideler bağlamında formüle edilmiş olsa da bunun aslında ahlaki motivasyonlardan kaynaklandığı hemen hiç bilinmez veya yeterince dikkate alınmaz. Aşağıdaki kısa yazımda Hume’un Tanrı tartışmasının onun teorik ve pratik felsefesinin doğru bir şekilde anlaşılması için vazgeçilmez olduğunu göstermek istiyorum.
Demokritos (Δημόκριτος, Dēmókritos), doğum ve ölüm yılına dair birçok spekülasyon bulunuyor olsa da yaklaşık olarak M.Ö. 460 ile MÖ 370 yılları arasında yaşamış ve hocası olarak bilinen Leukippos (Λεύκιππος) ile atom öğretisini... more
Demokritos (Δημόκριτος, Dēmókritos), doğum ve ölüm yılına dair birçok spekülasyon bulunuyor olsa da yaklaşık olarak M.Ö. 460  ile MÖ 370 yılları arasında yaşamış ve hocası olarak bilinen Leukippos (Λεύκιππος) ile atom öğretisini geliştirmiş olan ve ismi aynı zamanda öğretisinin sürdürücüsü olduğu için Epikouros (Ἐπίκουρος) ile birlikte anılan bir Eskiçağ Yunan filozofudur. Düşünceleri ve çalışmaları Leukippos’unki ile çok yakın bir ilişki içinde oluştuğu için hangi düşüncenin ve eserin hangisine ait olduğunu ayırt etmek her zaman tam olarak mümkün olmayabiliyor. Zaten Leukippos’tan bize ulaşmış olan orijinal tek bir fragmandan başka birşey de bulunmamaktadır. Atomcu materyalist felsefenin sürdürücüsü olan Epikouros, Leukippos’un yaşamamış olduğunu ileri sürmüştür. Bu bakımdan Wilhelm Nestle gibi Eskiçağ felsefesi araştırmacıları Leukippos isminin Demokritos’un gençlik döneminde kullandığı bir isim olup olamayacağı sorusunu sormaya götürmüştür. Bu nedenle birçok çağdaş Eskiçağ felsefe tarihçisi genellikle Demokritos’u atomculuğun ve materyalizmin kurucusu olarak sunmayı tercih etmektedir. Buna karşın Wilhelm Capelle, Leukippos’u Demokritos’tan bağımsız atomculuğun ve materyalizmin kurucusu olarak ayrıca ortaya koymayı tercih etmektedir.  Diogenes Leartius da Leukippos’a “atomu kökensel ilk olarak ortaya koydu” diye işaret ediyor.  Platon’un, hiçbir zaman Demokritos’un adını anmasa da onun atom öğretisinden ve tin felsefesinden çok etkilendiği, ondan kaynak göstermeden birçok düşünceyi devraldığı ve kaynaklarını açık etmeden onun düşüncelerinin tam zıddını geliştirmeye çalıştığı da bilinmektedir.  Bu nedenle Diogenes Laertius trafından Demokritos’un eserlerini ilk derleyen ve sınıflandıran olarak belirlenen Platoncu Thrasylos, Demokritos’u Platon’un eserlerinde ‘adlandırılmayan karşıt’ (ἀντεραστής) olarak tanımlamıştır.  Bu bakımdan ‘Atina Okulu’nun oluşmasında alınan hareket noktası, ortaya koyduğu felsefesiyle kendi çağının tüm felsefesini ve bilgisini ansiklopedik bir kafayla derlemeye çalışmış olan Demokritos’tur.
Hegel’in felsefesi bir özgürlük felsefesidir. Bu bakımdan onun felsefesi genel olarak modern felsefenin ve özel olarak Klasik Alman Felsefesinin doruk noktasını temsil eder. Modern felsefede empirik felsefe geleneği deneyimi, rasyonalist... more
Hegel’in felsefesi bir özgürlük felsefesidir. Bu bakımdan onun felsefesi genel olarak modern felsefenin ve özel olarak Klasik Alman Felsefesinin doruk noktasını temsil eder. Modern felsefede empirik felsefe geleneği deneyimi, rasyonalist felsefe geleneği ise eleştirel düşünmeyi merkeze koyarak, gelenekçi Ortaçağ anlayışını ve feodal toplumu özgürlükçü bir bakış ile eleştirir. Bu bakımdan modern filozoflar antiklerden de farklıdırlar. Eskiçağ Yunan felsefesinin en kapsamlı kavramı mutluluktur. Özgürlüğü neredeyse tüm araçlarla bastıran Ortaçağ deneyimini dikkate alan modernler mutluluk kavramını dahi özgürlük kavramının içine yerleştirmiştir. Modernlere göre, özgürlük talebini yerine getirmeyen hiçbir şey, aklın muhakemesi karşısında yaşam hakkı talep edemez. Klasik Alman Felsefesi, modern felsefenin bu ilkesel yönelimini sürdürmekte ve Alman düşünce tarihine ve kültür dünyasına uyarlamaktadır. Hegel, ortaya koyduğu ve ancak Aristoteles ile kıyaslanabilecek ansiklopedik yaklaşımla burada söz konusu olan felsefi özgürlük hareketinin mirasçısı ve sürdürücüsüdür.
Bugün artık filozof kalmadı. Felsefeciler sardı her tarafı. Yani felsefeyi bir yaşam biçimi olarak alan değil de, meslek icabı yapanlar, felsefe tarihini nakleden felsefeciler doldurdu her tarafı. Bununla elbette felsefe tarihini... more
Bugün artık filozof kalmadı. Felsefeciler sardı her tarafı. Yani felsefeyi bir yaşam biçimi olarak alan değil de, meslek icabı yapanlar, felsefe tarihini nakleden felsefeciler doldurdu her tarafı. Bununla elbette felsefe tarihini küçümsediğimizi ima etmiyorum. Bununla daha çok felsefenin kendi çağımıza yani çağımızın sorunlarına yaratıcı bir şekilde uyarlanmıyor olduğunu kastediyorum. Felsefenin amacı insanlıktır, davası insanlık davasıdır. İnsanlığın yoksulluk, savaş, ekolojik kriz, değerler çürümesi gibi can alıcı sorunlarının içinden nasıl çıkabileceğine ilişkin felsefi öneriler geliştirmektir. Unutmamak gerekir ki sorunların felsefede ele alınışı ile iktisatta ve siyaset biliminde ele alınışı arasında önemli farklar vardır. Ama çağımızda felsefecilerin çoğu ya kendileri psikolojik bunalım için de ya da kişisel mülkiyet, kariyer ve mevki peşinde. Bir de felsefeyi sınırlayıp yıkmayı amaçlayan felsefeciler sarmış durumda ortalığı. Dolayısıyla insanlığın böyle bir felsefeden dertlerine teselli uması mümkün değildir. Zaten kendisi psikolojik bunalımda olan ve yaşam üzerine düşünmek ve yaşama anlam kazandırmaya çalışmak yerine sabah akşam ölüm üzerine düşünen bir felsefeciden insanlık ne umabilir ki? Veya felsefeyi kişisel mevki ve unvan kaygılarına hibe etmiş bir felsefeciden insanlık ne bekleyebilir?
ÖZET Bu kısa yazının amacı, güvenlik ve özgürlük kavramları arasında olan sistematik ilişkiye güncel güvenlik politikaları ve uygulamalarının ışığında bazı açıklıklar getirmektir. Kısa bir girişten sonra, özellikle güvenlik kavramının... more
ÖZET Bu kısa yazının amacı, güvenlik ve özgürlük kavramları arasında olan sistematik ilişkiye güncel güvenlik politikaları ve uygulamalarının ışığında bazı açıklıklar getirmektir. Kısa bir girişten sonra, özellikle güvenlik kavramının tanımına dair günlük hayatımızda olduğu gibi akademik çevrelerde de yaygın kafa karışıklığı gözlemlendiği için, güvenlik kavramının anlamına dair kökensel akademik bir tanım denemesi yapılmaktadır. Çağımızda güvenlik sorununun algılanma tarzı olan "panopticon" ve "big brother" kavramlarının kökenine ve anlamına açılık getirilmektedir. Son olarak modern felsefede güvenlik ve özgürlük kavramları arasındaki sistematik ilişkiye dair geliştirilmiş olan temel duruşa ilişkin bir öneri sunulmaktadır. Anahtar Keli meler: Güvenlik; özgürlük; mahremiyet ABS TRACT The aim of this short essay is to work out some aspects of the systematic relationship of the concepts of security/safety and liberty in the light of actual security/safety policies and implimentations. After a short introduction, because there is observed a widespread confusion especially about the meaning of the concept of security/safety in everyday life as well as among academics, there is made an attempted to provide an original-developmental academic definition about the meaning of security/safety. There is explained the origin and the meaning of the concepts of "panopticon" and "big brother" as the way of the perception of the problem of security/safety relates to these concepts. Finally, there is presented a fundamental position about the systematic relationship of the concepts of security/safety and liberty, which is believed to be found in modern philosopy. Keywords: Safety; freedom; privacy
CONTENTS Part I: Introduction 1. The Adam Smith Problem: what is it about? 2. The approaches to the Adam Smith Problem 2.1 The textual-analytical approach 2.1a The French connection theory 2.1b The dualist justificatory approach 2.1c The... more
CONTENTS Part I: Introduction 1. The Adam Smith Problem: what is it about? 2. The approaches to the Adam Smith Problem 2.1 The textual-analytical approach 2.1a The French connection theory 2.1b The dualist justificatory approach 2.1c The defensive approach 2.2 The historical approach 2.3 How the Adam Smith Problem may be approached 3. An outline of the book Part II: Smith's theory of social individuality in the Theory of Moral Sentiments 1. What is crucial to the theory of the constitution of the self? 1. 1 Smith's objectivist and critical theoretical approach 1. 2 Where to begin? 1. 3 Smith's starting-point in his theory of the constitution of the self 2. Impartiality as the basis of mutual constitution 3. 1 How do we cognise and understand others and what do we understand from others? 3.1a Cognitive and epistemological difficulties 3.1b How imagination can help to overcome the epistemological difficulties 3. 1c The situation as the objective foundation of understanding...
I am going to talk about Hegel’s relationship to the Enlightenment. In particular I am going to comment about the Enlightenment chapter in Phenomenology and I mean by this in particular those paragraphs from 538 to 581. Hegel’s... more
I am going to talk about Hegel’s relationship to the Enlightenment. In particular I am going to comment about the Enlightenment chapter in Phenomenology and I mean by this in particular those paragraphs from 538 to 581. Hegel’s relationship to Enlightenment is a controversial topic. Let me first say few words about how I came to research on this topic. I am an Adam Smith and Karl Marx scholar and I am interested in Hegel’s relationship to Smith and Marx. But in particular I am working on a book on Rosa Luxemburg’s political theory. Luxemburg’s legacy is as controversial as Hegel’s. I am trying to approach her work from an entirely new angle, namely to present her work from her philosophical point of view. I believe that this has never been done before – at least not as broad as I think of it. In her more what we may call philosophical and science theoretical papers Luxemburg attacks neo-Kantianism and suggests instead that Hegelian dialectical philosophy is the point where any serio...
ÖZET Bu kısa yazının amacı, güvenlik ve özgürlük kavramları arasında olan sistematik ilişkiye güncel güvenlik politikaları ve uygulamalarının ışığında bazı açıklıklar getirmektir. Kısa bir girişten sonra, özellikle güvenlik kavramının... more
ÖZET Bu kısa yazının amacı, güvenlik ve özgürlük kavramları arasında olan sistematik ilişkiye güncel güvenlik politikaları ve uygulamalarının ışığında bazı açıklıklar getirmektir. Kısa bir girişten sonra, özellikle güvenlik kavramının tanımına dair günlük hayatımızda olduğu gibi akademik çevrelerde de yaygın kafa karışıklığı gözlemlendiği için, güvenlik kavramının anlamına dair kökensel akademik bir tanım denemesi yapılmaktadır. Çağımızda güvenlik sorununun algılanma tarzı olan
"panopticon" ve "big brother" kavramlarının kökenine ve anlamına açılık getirilmektedir. Son olarak modern felsefede güvenlik ve özgürlük kavramları arasındaki sistematik ilişkiye dair geliştirilmiş olan temel duruşa ilişkin bir öneri sunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Güvenlik; özgürlük; mahremiyet

ABSTRACT The aim of this short essay is to work out some aspects of the systematic relationship of the concepts of security/safety and liberty in the light of actual security/safety policies and implimentations.
After a short introduction, because there is observed a widespread confusion especially about the meaning of the concept of security/safety in everyday life as well as among academics, there is made an attempted to provide an original-developmental academic definition about the meaning of security/safety. There is explained the origin and the meaning of the concepts of "panopticon" and "big brother" as the way of the perception of the problem of security/safety relates to these concepts. Finally, there is presented a fundamental position about the systematic relationship of the concepts of security/safety and liberty, which is believed to be found in modern philosopy.

Keywords: Safety; freedom; privacy
Bu çalışmanın konusu, Hegel'in "nesnel, tanıtlanmış bilim" olarak felsefe kuramıdır. Konu, tüm modern felsefenin olduğu gibi, Klasik Alman Felsefesi'nin en temel konularından birisidir. Yazının amacı, oldukça karmaşık olan konuya bir... more
Bu çalışmanın konusu, Hegel'in "nesnel, tanıtlanmış bilim" olarak felsefe kuramıdır. Konu, tüm modern felsefenin olduğu gibi, Klasik Alman Felsefesi'nin en temel konularından birisidir. Yazının amacı, oldukça karmaşık olan konuya bir giriş çerçevesi sunmakla sınırlıdır. Yazıda önce Hegel açısından felsefenin nasıl bir bilim olduğuna dair bir tanım sunulmaktadır. Bu tanım çerçevesinde Hegel'in felsefeyi bir düşün bilimi olarak gerekçelendirdiğini göstermeyi amaçlıyoruz. Hegel'e göre örneğin anatomiden farklı olarak felsefenin kuramı ile konusu arasında bir ayrım bulunmamaktadır. Felsefenin sistematik bünyesi de, konusu ve araçları da düşünseldir. Felsefenin bu yapısı onu ontolojiyi ve epistemolojiyi içeren bir mantık çerçevesinde tanıtlamalı bilim olmaya götürmüştür. Christian Wolff 'un bu konuda yaptığı çalışmalar modern felsefede birçok bakımdan çığır açmıştır. Wolff 'un kendisi de felsefeyi tanıtlamalı bilim olarak kurabilmek için yöntem kuramı bakımından matematikten ontolojiye yönelmiştir. Onun yapmış olduğu nominel yöntem ile tanıtlamalı yöntem ayrımı, matematik de dâhil tüm bilimlerin ontoloji tarafından temellendirilmiş olması gerektirdiğini göstermiştir. Yazıda onun tanıtlamalı yöntem ve felsefe kuramı sunulduktan sonra Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinin "Deduksiyon" bölümünde kavram veya kategori öğretisinin nasıl kurgulandığına bakılmaktadır. Kant'a göre kategorilerin kökenini açıklarken zamansallıktan soyutlarsak, onlar anlama yetisinde basit bir şekilde verili olarak görülmektedir. Hegel de Kant'ı bu nedenle eleştirmektedir. Hegel'e göre kategorilerin kökeni ampirik dünyadır ve anlama yetisi kategorileri ampirik dünyadan kazanılmalıdır. Bu, Hegel'in felsefeye dair önermiş olduğu nesnel, tanıtlanmış bilim kavrayışı için çıkışı noktasını oluşturmaktadır. Hegel'in Wolff 'a yönelik eleştirisi, onun tanıtlamalı bilimin aracı olarak gördüğü sentetik yöntemi istisnasız tüm bilimlere uygulamış olması ile ilgilidir. Oysa analitik ve hatta rastlantısal bilgi bağlamları da vardır ve Hegel'e göre felsefe kuramı çerçevesinde bu hesaba katılmak zorundadır. Hegel'in Wolff 'a ve Kant'a yönelik eleştirileri sunulduktan sonra onun kendi tanıtlanmış felsefe kavramına dair bir bakış sunulmaktadır. Hegel tanıtlanmış felsefe kavramına dair kendi yaklaşımını Tinin Fenomenolojisi'nde ve Mantık Bilimi'nde uygulamaktadır. Yazıda Hegel'in tanıtlanmış bilim anlayışının bu eserlerin yapılarının şekillenmesinde kendisini nasıl gösterdiği ortaya konduktan sonra Hegel'in nesnel, tanıtlanmış bilim olarak felsefe anlayışının aynı zamanda felsefeye pratik hayata uyarlanabilirlilik özelliği kazandırdığı ileri sürülmektedir.
Bu kısa yazıda Kant'ın "'Aydınlanmacılık Nedir?' Sorusuna Yanıt" adlı makalesinin çerçevesine yakından bakılıp, makalenin bugünün kuşakları için anlaşılır olması için bazı çözümlemeler ve yorumlar yapılacaktır.
Pierre-Josephe Proudhon ile Karl Marx’ın arasındaki ilişki bugüne kadar yeterince araştırılmış değildir ve bu nedenle çok yüzeysel olarak bilinmektedir. Marx’ın, Proudhon’un Sefaletin Felsefesi olarak kısaltılan ve ‘politik ekonomi’nin... more
Pierre-Josephe Proudhon ile Karl Marx’ın arasındaki ilişki bugüne kadar yeterince araştırılmış değildir ve bu nedenle çok yüzeysel olarak bilinmektedir. Marx’ın, Proudhon’un Sefaletin Felsefesi olarak kısaltılan ve ‘politik ekonomi’nin eleştirisini amaçlayan ilk büyük esere karşı Felsefenin Sefaleti adlı polemik amaçlı yapıtı yazdığı bilinir, fakat bu polemiğin felsefi ve bilimsel anlamı da henüz yeterince araştırılmamıştır. Özne dergisinin elinizdeki sayısı için, Marx’ın Proudhon ölümünden hemen sonra onun hayatı ve eserleri hakkında özel bir mektup olarak kaleme aldığı bu kısa yazısını çevirip okurun dikkatine sunuyorum. Marx’ın anlatımından Proudhon ile Paris’te karşılaşmalarından sonra günlerce, sıkça gece ve hatta sabahlara kadar felsefe tartışmaları yaptıkları anlaşılıyor. Bu tartışmaların, bugüne kadar en gelişkin felsefi kuram olan Hegelci felsefenin ‘politik ekonomi’nin eleştirisine nasıl uygulanacağı sorusu etrafında döndüğü anlaşılıyor. Bu sorunun elbette Hegelci felsefenin neliğini ilgilendiren soruyu da zorunlu olarak kapsadığını ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Türkiye okur, Proudhon’un eserinin daha henüz alımlanması bile söz konusu değilken, bir anda Marx’ın Proudhon’a karşı kaleme aldığı polemik yazısı ile karşılaştı. Bu, doğal olarak algıda büyük çarpıklıklara yol açtı. Burada şöyle bir iddiada bulunursam yanlış olmayacaktır:  Marx’a sempatiyle bakanların bile çok azı tartışmayı tüm derinliği ile kavrayabilmiştir. Okurun dikkatine sunduğumuz bu yazının birer büyük devrimci filozof olan Proudhon ile Marx arasındaki ilişkinin çok yönlü bir incelemeye vesile olmasını diliyorum. Unutmayalım ki, Proudhon Sefaletin Felsefesi’ni yayınladığında ağır saldırılara uğramış ve “karşı devrimci” olarak tanımlayanlar bile olmuştur. Marx, ömrünün sonuna kadar “büyük devrimci” olarak gördüğü Proudhon’u böyle tanımlayanlara katılmak yerine eseri incelemeye tabi tutmuştur. Ve Marx Proudhon’un eserinde yalnızca eleştirilecek yanlışlıklar görmemiştir.
Türkçe çevrisi okurun dikkatine ilk defa sunulan bu kısa yazısında Marx, “Kant’ın çözülemez ‚Antinomileri‘”nden bahsediyor; Hegelci felsefenin, Hegel’in kendisinin de vurguladığı üzere, özünü ifade eden, Hegelci diyalektik felsefenin kurucu kavramı olan “çelişki” kavramına dikkat çekiyor. Hegel, Mantık Bilimi’nde Kantçı antinomilerin özünde “çelişki” ilkesinin yatığını belirtiyor ve bunun onların “en değerli” yanı olduğunu ileri sürüyor. Öyleyse, Marx 1844 yılında Paris’e yerleştikten sonra Proudhon ile aralarında başlayan ve 1846 yılında Sefaletin Felsefesi’nin yayınlanmasına kadar süren karşılıklı tartışmasının özü, Klasik Alman Felsefesinde oluşmuş olan felsefe kuramının nasıl alımlanacağı ve bunun pratik bir bilim olan ‘politik ekonomi’ye nasıl uygulanacağı sorusuyla ilgilidir. Bu felsefi-bilimsel sorunun günlük hayatımızda, nasıl yaşadığımıza ve nasıl yaşamak istediğimize dair yararcı, çıkarcı sorulara işaret eden iktisadi bakış açısının eleştirisini de kapsadığı ayrıca vurgulanmalıdır.
Okurun dikkatine sunduğumuz söz konusu kısa yazısında Marx, Das Kapital’de uygulanan yöntemin kaynağına da işaret ettiği bir açıklamasında konuyla ilgili şöyle ilginç bir belirlemede bulunuyor: “Proudhon aynı zamanda ekonomik kategoriler sistemini diyalektik olarak ortaya koymaya çalışmıştır.” Gerçekten de Proudhon Sefaletin Felsefesi’ne yazdığı “Prolog”da diyalektiği evrenin hareket yasası olarak kavradığına ve bunun, yani “yenilmez diyalektik” kavramının şimdiye kadar hareket ettiren olarak kavranan “tanrısallığın eski kavramını”n yakın zamanda yerine geçeceğini iddia etmektedir. Proudhon “çözümsüz antinomi” veya “düalizm” anlamında aldığı diyalektiği ‘politik ekonomi’nin kategorilerini, örneğin “kullanım-değeri” ile “değişim-değeri” arasındaki karşıt ilişkiyi aşılamaz bir çelişki veya karşıtlık olarak ortaya koymaya çalıştırmaktadır. Bu belirlemesinde Marx, Proudhon ile sabahlara kadar yürüttükleri tartışmaların Sefaletin Felsefesi’nin konusunun oluşturduğuna işaret etmiş oluyor. Marx’a göre, Proudhon Mülkiyet Nedir? adlı çalışmasında ortaya attığı soruya basit bir şekilde “mülkiyet hırsızlıktır” diye yanıt verilemeyeceğini, bunun ancak modern toplumun eleştirisi olarak politik ekonominin eleştirisiyle yapılabileceğini artık anlamıştır. Marx’ın iddia ettiği üzere, bu sorunun yanıtını Proudhon ilk defa ciddi anlamda Sefaletin Felsefesi’nde denemiştir. Aşağıda çevrisini sunduğumuz mektubunda bunun gerekçelendirmesini de bulacaksınız.
Bütün insanlığın bugün her şeyden daha çok, yani en az hava, içme ve yeme kadar ihtiyaç duyduğu iki şey vardır. Bunlar akıl ve ahlaktır.
Research Interests:
Karl Marx’ın bir filozof olmadığı, Marksizmin bir felsefe olmadığı oldukça yaygın bir kanıdır. Yirminci yüzyılda yaşanan politik kavgalar nedeniyle Marx’ın işletmiş olduğu felsefe kuramı basit bir şekilde günlük politikaya indirgenmiştir.... more
Karl Marx’ın bir filozof olmadığı, Marksizmin bir felsefe olmadığı oldukça yaygın bir kanıdır. Yirminci yüzyılda yaşanan politik kavgalar nedeniyle Marx’ın işletmiş olduğu felsefe kuramı basit bir şekilde günlük politikaya indirgenmiştir. Fakat bu elbette büyük bir önyargıdır. Yeterince incelenmeden, üzerinde çok fazla düşünülmeden, böyle bir yargıya varmak için gerekli karar verici önkoşullar yerine getirilmeden çok çabuk oluşmuş olan bir yargıdır bu. Felsefe tarihi böyle haksızlıklarla doludur. Epikuros, Thomas Hobbes, Spinoza, Aristoteles, Hegel… Marx da tüm kendine has orijinal düşünceleri olan filozoflar gibi bundan payını almalıydı tabi. Doğrudan ana akım bilim ve felsefe anlayışının içinde bir yer hedefleyip, düşünceyi, anlayışı ve sonuçları ona göre dizmek ve bilimi ve felsefeyi araçsallaştırıp basit bir şekilde meslek icabı yapmak yerine gerçeğe dair görüş ve düşünceler ne ise bunların dürüstçe olduğu gibi ortaya konması durumunda herkesin başına kaçınılmaz olarak geliyor bu. Felsefe ve bilimler tarihi bu konuda sayısız örneklerle doludur. Felsefede ve bilimlerde ilerleme şimdiye kadar bu şekilde olmuştur.
Bu yazının amacı, Karl Marx"ın ünlü "Feuerbach Tezler"inde saklı olan felsefi teoriyi açığa çıkarmaktır. Bunu yaparken Tezler ile "geç yazıları" arasında ilişki kurarak, Marx"ın kuramsal gelişiminde sürekliliğin olduğuna işaret etmek... more
Bu yazının amacı, Karl Marx"ın ünlü "Feuerbach Tezler"inde saklı olan felsefi teoriyi açığa çıkarmaktır. Bunu yaparken Tezler ile "geç yazıları" arasında ilişki kurarak, Marx"ın kuramsal gelişiminde sürekliliğin olduğuna işaret etmek istiyorum. Böylece Marx"ın erken yazılarında formüle etmiş olduğu felsefi düşüncelerin zaman ilerledikçe nasıl gelip olgunlaştığını ve gerçekleştiğini görme fırsatımız da olacaktır. Bütün bu süreç, felsefe tarihi boyunca neredeyse tüm büyük filozofların kurmaya çalıştığı praksis felsefesinin Marx tarafından nasıl gerçekleştirildiğini görme olanağı da sunacaktır. Abstract The aim of this paper is to uncover the philosophical theory that lies hidden in Karl Marx"s famous "Theses on Feuerbach". While doing this, I am going to relate the Theses with some of his later writings to indicate to the continuation in his theoretical development. Thus, we may have the opportunity to see how Marx"s philosophical ideas he formulated in the Theses were eventually developed and shaped, and finally realized. This whole process may also give the opportunity to see how Marx realized the project of developing a "philosophy of praxis", which was the aim of almost all great philosophers in the history of philosophy.
İnsanın Hakkı Tanımlanırken Hak ve Özgürlük Kavramı Sekiz yüz yıl önce, 1215 yılında kaleme alınan Magna Charta"nın ilk maddesinin son kısmında şöyle deniyor: "Ayrıca biz krallığımızın tüm özgür adamlarına bizim ve bizim mirasçılarımız... more
İnsanın Hakkı Tanımlanırken Hak ve Özgürlük Kavramı Sekiz yüz yıl önce, 1215 yılında kaleme alınan Magna Charta"nın ilk maddesinin son kısmında şöyle deniyor: "Ayrıca biz krallığımızın tüm özgür adamlarına bizim ve bizim mirasçılarımız için ebediyete kadar aşağıda belirtilen tüm özgürlükleri verdik; onlar bunları bizden ve bizden sonra gelenlerden ebediyete kadar sahiplenmelidirler ve elde tutmalıdırlar." Bu paragrafta kullanılan dilin ve kavramların erkeklerin hâkim kesimi tarafından belirlendiği görülmektedir. Burada dilin, kendisini, yalnızca kendisini özgür ve insan ("adam") olarak tanımlayan erkeklerin hâkim kesimi tarafından kurulduğu açıktır. Kadın hakları bakımında bu eleştiri neredeyse tüm yazılı tarihin kapsadığı yüzyıllar için yapılabilir ve bu hemen her zaman doğru olacaktır. Fakat bu haklı ilkesel eleştiri bu paragrafta saklı daha ilkesel bir ifadenin olduğunu görmemizi engellememelidir. Burada hemen ilk bakışta dikkat çeken, "krallığın özgür adamlarına" bazı "özgürlükler" veriliyor ve bu özgürlükler kendisi de özgür olan "adamlar" tarafından veriliyor. Demek ki özgürlükler ancak özgür olanlar tarafından verilebilir ve verilen ancak özgür olanlar tarafından alınabiliyor. Aktardığım bu pasajda diğer kilit kavram "sahiplenme" ve "elde tutma" kavramlarıdır. Bu kavramlar bize özgürlük kavramından ne anlaşıldığına işaret ediyor. Sahiplenme ve elde tutma kavramları yapma, etme, tutma, malik olma, sahiplenme anlamında özgürlükleri içermektedir. Bu kavramların hepsi pozitif özgürlük kavramını çağrıştıran, dolayısıyla hak kavramına işaret eden kavramlardır. Öyleyse, Magna Charta"nın ilk paragrafında açıkça adı konmasa da özgürlük kavramı ile hak kavramı arasında bir eşanlamlılık ilişkisi kuruluyor. Burada bir 17. yüzyıl filozofu olan Thomas Hobbes"un hak kavramına bakmak, her iki kavramın anlam bakımından karşılıklı koşutluğunu ve eş anlamlılığını gösterecektir. Hobbes, Leviathan"ın 14. bölümünde hak (right) ile yasa (law) arasında ayrım yapar. Bu iki kavram arasında olan fark, özgürlük ile yükümlülük kavramları arasında olan fark gibidir. Hak özgürlüğe ve yasa yükümlülüğe işaret etmektedir. Dolayısıyla hak kavramının diğer adı özgürlüktür. Jean-Jacques Rousseau Toplum Sözleşmesi"nde "güçlü olanın hakkı" kavramının çelişkili bir kavram olduğuna işaret ediyor. Rousseau"ya göre güç kavramı "fiziksel bir şeydir", fakat hak kavramı irade ve gönüllülük talep eden bir kavramdır. Bu nedenle "hak sözü güç sözüne" içerik bakımından "hiçbir şey eklemez" diyor Rousseau. Dolayısıyla en güçlünün hakkı kavramı Rousseau açısından
Research Interests:
Adam Kayırmacılık ve Adalet Doğan Göçmen Hemen herkes, belki de istisnasız herkes, erken yaşlarından itibaren, okullara ve üniversitelere kayıtlardan devlet ve özel sektörde işe alınmalara kadar 'adam kayırmacılık' denen ahlaksız... more
Adam Kayırmacılık ve Adalet Doğan Göçmen Hemen herkes, belki de istisnasız herkes, erken yaşlarından itibaren, okullara ve üniversitelere kayıtlardan devlet ve özel sektörde işe alınmalara kadar 'adam kayırmacılık' denen ahlaksız uygulamanın kurbanı olmuştur. Liyakat, yetenek, beceri değil, torpil ve rüşvet sıkça asıl iş gören ölçüler oluyor. Bu nedenle meslek etiği iş alanlarının hemen hiçbir yerinde doğru dürüst oturmaz, işletilmez. Meslek etiğinin uygulanması, işinin ehli insanların işin başında olmasını şart koşar. Bu ise ne yazık ki yeterince yaygın olmayan bir durumdur ülkemizde. Ülkemizde daha çok "dayılar", "emmiler" ve buna benzer başka ilişkiler iş görmektedir. Adam Kayırmacılık ve Vasatlık Bunun toplumda gerçekleştirilen işlerin niteliği ve kalıcılığı bakımından genel olarak topluma ne kadar pahalıya mal olduğunu ve özel olarak teker teker bireylere sunulan hizmet kalitesi bakımından ne anlama geldiğini hemen hepimiz her gün bazen ağır bedeller ödeme pahasına da olsa bizzat yaşayarak öğreniriz. Bir toplumda çok az işin doğru dürüst yapıldığını görmek insanları her gün büyük streslere ve duygusal şiddete maruz bırakmaktadır. Bu nedenle halk arasında toplum betimlenirken herkes haklı olarak patlamaya hazır bir "canlı bomba" gibi tasvir edilir. Belki de toplumumuzda şiddettin yaygınlığının nedenlerinden birisi budur. Adam Kayırmacılığın Mağdurlar Üzerindeki Etkisi Adam kayırmacılık denen ahlaksızlığın haksızlığa uğrayan kişiler üzerinde nasıl bir tahribat yarattığını tahmin etmek hiç zor değildir. Hak edildiği halde, elde etmek için gerekli koşullar sağlanmasına karşın çok isteneni, arzulananı ve gerek duyulanı elde edememenin ne anlama geldiğini, bunun kişiye nasıl bir acı verdiğini, insanın duygu dünyasında nasıl derin bir yara açtığını, düşünce dünyasında insanlara ve topluma karşı nasıl bir hayal kırıklığı yaşattığını ve bunun onun duygu dünyasında nasıl bir yıkım yarattığını herkes kendi deneyimlerinden bilir.
Research Interests:
Research Interests:
Yaşam için felsefe hakkında konuşmak, onun hakkında aynı zamanda yaşamın içinde olarak konuşmak anlamına gelir. Felsefe hakkında konuşmak demek, öyleyse, felsefeden yaşam için ve yaşamın içinde olarak bahsetmek demektir. Felsefeyi böyle... more
Yaşam için felsefe hakkında konuşmak, onun hakkında aynı zamanda yaşamın içinde olarak konuşmak anlamına gelir. Felsefe hakkında konuşmak demek, öyleyse, felsefeden yaşam için ve yaşamın içinde olarak bahsetmek demektir. Felsefeyi böyle bir sohbet konusu yapmak için, önce, felsefe tarihinde felsefi düşünme tarzında yaşanmış olan devrimlerden birisine, belki de en büyüğüne dikkat çekmek istiyorum. Kanımca bu devrim bugüne kadar yeterince idrak edilememiştir. Yoksa, felsefe tarihini Platon"a dipnot olarak miadı çoktan dolmuş, anakronik okuma çabaları olmaz. Bu felsefi devrim, felsefi düşünme tarzının Antikçağdan modernliğe doğru göstermiş olduğu gelişim sürecinde yaşanmıştır. Felsefi düşünme tarzında bir olgunlaşma biçimi olarak yaşanan bu devrimin tam olarak ne olduğunu görebilmek için, Platon"un ünlü felsefe tanımı ile Hegel"in felsefeye dair bir talebini karşılaştırmak istiyorum. HEGEL"İN FELSEFEYE DAİR BİR TALEBİ Hegel, Tinin Fenomenolojisi"nin önsözünde felsefenin biçim ve içerik bakımından bilmeye veya bilgeliğe sevgi olmaktan kurtarılıp "bilimin şekli" olmalıdır diyor. Sonra, aynı paragrafın, yani önsözün beşinci paragrafının sonunda "felsefenin bilim mertebesine yükseltilmesinin zamanı gelmiştir" diye tespit ediyor. Diğer bir deyişle, Hegel"e göre, felsefenin bilimselleşmesi de ancak tarihsel bir edim olabilir. Bildiğim kadarıyla Hegel"in bu belirlemesinin ve talebinin arka planı hemen hiç açıklanmadı. Paragrafın tartışmalarda dikkat çektiğine de rastlamadım. Fakat bu paragrafta bahsetmiş olduğum felsefi düşünme tarzında yaşanan büyük devrim yatmaktadır; bu talep, felsefi düşünme tarzı bakımından felsefe tarihinde büyük bir devrime işaret eder. Hegel, bu paragrafta adını anmadan Platon"a ve onun felsefeyi bilgelik sevgisi olarak tanımlamasına gönderme yapar. Platon"un tanımına göre, insan bilge olamaz, olsa olsa ancak Tanrıya öykünen bir filozof olabilir. Fakat Hegel insanın artık öykünmekten kurutulup, diğer bir deyişle öykünmekten kaynaklanan yabancılaşmadan kurtulup kendi olması gerektiğini ileri sürmektedir. Bu, felsefi düşünme tarihinde neden büyük bir devrimdir?
Research Interests:
Bu kısa yazıda, ilk bakışta birbiriyle aynı anlama gelen “akıllılık”, “normallik” ve “farkındalık” kavramları arasındaki benzeşmenin nedenleri ve aralarındaki yaşamsal denecek kadar önemli olan anlam farkları gösterilecektir.
Research Interests:
Bilim ve insan ilişkisi söz konusu olduğunda aklımıza hemen Jean-Jacques Rousseau"nun bilimler ve sanatlar üzerine olan ünlü denemesi gelir. Bilimlerin ve sanatların yeniden kuruluşu ahlak açısından ilerletici mi olmuştur yoksa yıkıcı mı?... more
Bilim ve insan ilişkisi söz konusu olduğunda aklımıza hemen Jean-Jacques Rousseau"nun bilimler ve sanatlar üzerine olan ünlü denemesi gelir. Bilimlerin ve sanatların yeniden kuruluşu ahlak açısından ilerletici mi olmuştur yoksa yıkıcı mı? Rousseau, ünlü Bilimler Üzerine Söylev başlığıyla kısaltılan denemesinde bilimleri ve sanatları ilkesel bir eleştiriye tabi tutmuştur. 1 Bilimler ve sanat insanlık uygarlığını mümkün kılmıştır. Uygarlığın yaratılması insanın olanaklarını ve kapasitesini müthiş geliştirmiştir. Diğer bir deyişle insanın ilkesel olarak bilinçli ahlaklı bir yaşam sürmesinin koşullarını oluşturmuştur. Fakat diğer taraftan aynı gelişme insanlığın içinde bulunduğu ve her bakımdan ahlakî çürüme olarak tanımlanması gereken durumun oluşması da yine bilimlerin ve sanatın gelişmesi sonucu olmuştur. Çağımızın ünlü Alman filozoflarından Otfried Höffe, Modernliğin Bedeli adlı kitabında Rousseau"ya da işaret ederek modernliği yeniden sorguladığımız bugünlerde bilimlerin statüsünü de yeniden sorgulamamız gerektiğine işaret etmiştir. Bilimlerin Kullanımı ve Kötüye Kullanımı Modern toplumun kuruluşundan beri kuşkusuz en başa oturttuğumuz bilimlerin ürettiği ürünlerinin kullanıldığı nice savaşlar olmuştur; bu savaşlarda gör kaç yüz milyon, gör kaç bin milyon insanın hayatı elinden alınmıştır. Savaşsız geçen dönemler birer epizot gibi kısacıktır. Bugün çok çeşitli sayısız kitlesel imha silahları yapılmıştır. Bu gelişmelerin ışığında, insanın dünyanın etkili politikacılarına, lütfen akan kanı durdurun, diye yalvarası geliyor. Bunun nafile olacağını biliyoruz, çünkü yalvarırsak, bunu yapanın ilk yapanın biz olmayacağımızı biliyoruz. Bu savaşların ve savaşlarda yaşanan katliamların hiçbirisinin bilimlerin asıl amacıyla hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Bilimlerin asıl amacı, insanlığın durumunu her bakımdan iyileştirmek ve ilerletmektir. Fakat ne yazık ki bunların hepsi bilimlerin araçları ve ürünleri kullanılarak yapılmıştır. Çevre kirliliği, doğanın tahribi, insandan kaynaklanan olumsuz iklim değişimi; bunların hepsi bilimlerin, sanatların ve zanaatların gelişmesi sonucu olmuştur. Fakat buna bilimlerin kötüye kullanımının sonucu demek daha doğru olacaktır elbette. 1 Burada sanat kavramını Rousseau"nun kullandığı en geniş anlamda, insanın saf doğal olanı değiştirdiğine sanat denmesi anlamında almak gerekir, çünkü bugün yaygın olarak yapılan "sanat" ve "zanaat" ayrımı yenidir ve kanımca içinde aristokratça seçkici bakışları da barındıran bir ayrımdır.
Research Interests:
Bu yazıda toplumumuzda yaygın olarak şikâyet, eleştiri, hatta kınama konusu edilen vasatlık hali eleştirel olarak betimlenmektedir. Yazı betimleyici olduğu için, betimlenenlerin somut kişiler olduğu sanısına düşülmemelidir. Yazıda... more
Bu yazıda toplumumuzda yaygın olarak şikâyet, eleştiri, hatta kınama konusu edilen vasatlık hali eleştirel olarak betimlenmektedir. Yazı betimleyici olduğu için, betimlenenlerin somut kişiler olduğu sanısına düşülmemelidir. Yazıda derlenen görüşler toplumumuzda ve başka birçok ülkede günlük yaşamda sergilenen ahlaki tutumlara dair uzun zamandan beri yaptığım gözlemlerden soyutlayarak kazandığım genel düşüncelere dayanmaktadır. Bu nedenle yazıda vasatlık, kavramın geniş anlamında çağımızın ahlaki yapısal bir sorunu olarak betimlenmektedir. Kısacası yazıda mümkün olan genellikte vasatlığın anlamı, nedeni ve sonucu ele alınıp tartışılmaktadır. Öyleyse bu kısa çalışma insanlığın ve tabi toplumumuzun da ahlaki durumuna ilişkin bir kavramlaştırma denemesidir. Vasatın Sözcük Anlamı Vasat sözcüğü "Ekşi Sözlük" tarafından "Ne iyi ne kötü, ne entelektüel ne cahil, ne güzel ne çirkin", öyleyse "ortalamada" olan olarak tanımlıyor. Fakat günlük hayatımızda vasat olan "nedense ortalama altındaymış hissi veren kişi" olarak algılanır ve böyle tasvir ve tasavvur edilir. Bunun bir nedeni olmalı. Bu betimlemeden vasatın, yetenekleri ve becerisi, birikimi ve hassasiyetleri bakımından orta ve ortanın altında bir kişi tiplemesine denk geldiğini öğreniyoruz. Elbette bir kişinin yetileri, görünümü ve değerleri bakımından "ortalama" ve hatta "ortalamanın altında" olması kendi başına bir eleştiri veya kınama konusu yapılamaz. Kaldı ki ortalamanın üstünde olmak da her zaman ve her durumda olumlu anlamda alınamaz. Ortalama veya ortalamanın altında olan belirlendiğinde bununla en fazla mümkün gelişim potansiyelinin henüz yeterince geliştirilmemiş olduğuna işaret edilmiş olur. Bu ise kendi başına bir eleştiri, şikâyet ve kınama konusu yapılamaz. Ortalamanın üstünde olmak da gelişim potansiyelinin tüm yanlarının tamamıyla ortaya çıkarıldığı anlamına gelmemektedir. Tersine, ortanın üstü ile ortalamanın altı arasındaki fark önemli de olsa yalnızca nicel bir farktır, nitel değil. Ortalamanın üstünde olmak bazen eleştirel anlamda alınabileceği gibi, ortalamanın altında olmak da bazı durumlarda pekâlâ olumlu anlamda alınabilir. Ortalamanın üstünde olmak demek, ortalamanın altında olan ile kıyaslandığında gelişim potansiyellerinin önemli bir kısmını tüketmiş olmak anlamına gelebileceği gibi; ortalamanın
Research Interests:
Bilimin ve bilginin ne olduğu sorusu hepimizi farklı biçimde hep meşgul eder. Günlük hayatımızda belki de en sık kullandığımız ve duyduğumuz kavramlardır bunlar. Fakat konuya ilişkin kavrayışımız çok güçlü değildir. Kavramların... more
Bilimin ve bilginin ne olduğu sorusu hepimizi farklı biçimde hep meşgul eder. Günlük hayatımızda belki de en sık kullandığımız ve duyduğumuz kavramlardır bunlar. Fakat konuya ilişkin kavrayışımız çok güçlü değildir. Kavramların varlığından haberdarız, sıkça da kullanıyoruz, ama kavramlara ilişkin bir kavrayışımız bulunmamaktadır. Bu nedenle bilginin ve bilimin ne olduğunu anlama çabamız genellikle yarı yolda kalır. Kaldı ki bu konuda bilimciler ve felsefeciler de her zaman doyurucu ve ikna edici bir tanım önerme konusunda her zaman başarılı değildirler. Bazen aralarında konuya ilişkin kılı kırk yaran tartışmalar yaşanır ve sonunda kendileri de işin içinden çıkamazlar. Sonunda yine iş bilgilenmiş halkın cesur ve olgun tarihsel kararına kalır. Bu kısa denememde bilim ve bilgi söz konusu olduğunda gerisine düşülmemesi gerektiğini düşündüğüm tarihsel iki kaynağa işaret etmek istiyorum.
Research Interests:
Bugün Deizm olarak adlandırılan inanç akımı veya hareketi, adını Latince deus (Tanrı) kavramından türetilen Fransızca déiste sözcüğünden almaktadır. Deizmin modern kökleri İngiliz “özgür düşünenler” hareketine dayandırılsa da ve Deist... more
Bugün Deizm olarak adlandırılan inanç akımı veya hareketi, adını Latince deus (Tanrı) kavramından türetilen Fransızca déiste sözcüğünden almaktadır. Deizmin modern kökleri İngiliz “özgür düşünenler” hareketine dayandırılsa da ve Deist kavramı Charles Blount’ın ilk olarak 1680 yılında yayınlanan Deist Dinin Özet Açıklaması adlı yapıtından buyana yaygın olarak kullanılıyor olsa da, S. G. Hefelbower 1920 yılında kaleme aldığı Tarihsel Olarak Tanımlanmış Deizm başlıklı makalesinde Deizmin genel olarak kabul görmüş bir tanımının olmadığından şikâyetçi olmaktadır. Aslında bu çok doğaldır, çünkü her tanım içinde soyutlamaları, dolayısıyla dışarıda bırakılanı da barındırır. Bu nedenle gerçekte her tanım zorunlu olarak tanımladığı nesne ile karşılaştırıldığında hep yetersiz kalacaktır. Diğer taraftan Deistler gibi son derece karmaşık, yüzyıllar boyunca oluşup gelişmiş ve kozmopolit olan bir hareket, ne kadar tam ve ayrıntılı olarak tanımlanırsa tanımlansın, bu tanım hep eksik kalacaktır. Bu kısa yazı çerçevesinde aşağıdaki bu sınırlamayla Deist hareketin tarihine ilişkin bazı görüşler ileri sürülecek ve bir tanım denemesi yapılacaktır.
Research Interests:
Elinizdeki yazı “insan nedir?” başlığı altında yaptığım bir çalışmanın ilk bölümüdür. İki farklı başlık ile yayınlanacak olan bu çalışmanın içeriğinin bütünlüklü olarak anlaşılması için her iki yazının da okunması gerekmektedir. Yazının... more
Elinizdeki yazı “insan nedir?” başlığı altında yaptığım bir çalışmanın ilk bölümüdür. İki farklı başlık ile yayınlanacak olan bu çalışmanın içeriğinin bütünlüklü olarak anlaşılması için her iki yazının da okunması gerekmektedir. Yazının birinci bölümü “İnsan Nedir, Özgürlük Mümkün müdür? - Bir Özgürlük Hareketi Olarak Aydınlanmacılığın Temel Düşünceleri ve Sorunları” başlığını taşımaktadır.
Araştırmanın odak noktasını modern felsefe oluşturuyor. Aydınlanmacılık veya onun daha geniş kavramı olan modernlik son çeyrek yüzyılda çok ağır eleştirilere tabi kılındı. Görebildiğim kadarıyla Server Tanilli’nin konuya dair ne yazık ki başlangıç aşamasında kalan çalışmalarından başka Aydınlanmacılığın tarihsel savunusu ve sistematik eleştirisi konusunda henüz çok ciddi girişimler olmadı. Bu çalışma böyle bir çabanın ürünüdür. Yazının temel tezi, Aydınlanmacıların modernliği tarihsel olarak feodal despotizme karşı savunmuş olduklarıdır. Fakat nerdeyse istisnasız tüm aydınlanmacıların modernliği perspektifsel olarak eleştirdikleridir. Yazının mantıksal birinci bölümü burada bitmektedir.
Yazının ikinci bölümü “İnsan Nedir, Özgürlük Mümkün müdür? - Bir Özgürlük Hareketi Olarak Aydınlanmacılığın İki Büyük Eleştirisi: Friedrich Nietzsche ve Karl Marx” başlığını taşımaktadır. Yazının bu bölümünde bir özgürlük hareketi olarak Aydınlanmacılığın iki köklü eleştirisi olarak Karl Marx ve Friedrich Nietzsche arasında sürekli gidip gelinmektedir. Bunun nedeni, tarihin ortaya çıkardığı Aydınlanmacılığın iki radikal eleştirisi aralarındaki sıkça karıştırılan ilkesel ayrılığa işaret etmektedir. Bir özgürlük hareketi olarak Aydınlanmacılık aynı zamanda bir ahlak hareketidir. Aydınlanmacılığın radikal eleştirisi olarak Marx ile Nietzsche arasındaki ayrılığa dikkat çekerken, Nietzsche’nin entelektüel çabasının bu mirasın yıkımını amaçladığı ileri sürülmektedir; buna karşın Marx’ın eleştirisinin Aydınlanmacılığı Hegelci anlamda kapsayarak aşmak, yani Aydınlanmacılığı yeni koşullarda yeni araçlarla ilerletmek istediğine dikkat çekilmektedir.
Research Interests:
"Bu kısa yazının amacı, Nazım Hikmet’in “Büyük İnsanlık” şiirinde kullanılan “insanlık” ve “umut” kavramlarına dair felsefi bir anlam kazanmaktır. Şiirin her şeyiyle şiir olarak değerlendirilmesi ancak bundan sonra bir başka yazının... more
"Bu kısa yazının amacı, Nazım Hikmet’in “Büyük İnsanlık” şiirinde kullanılan “insanlık” ve “umut” kavramlarına dair felsefi bir anlam kazanmaktır. Şiirin her şeyiyle şiir olarak değerlendirilmesi ancak bundan sonra bir başka yazının konusu edilebilir. Bu nedenle burada güdülen amaç belirtilen çerçevede son derece mütevazıdır."
Research Interests:
Bu yazımda Heidegger’in bazı savaş sonrası metinlerine bakarak, onun bu dönemdeki yazılarına hâkim olan felsefe anlayışını ortaya koyacağım. Böylelikle onun savaş öncesi döneme ait felsefesi ile savaş sonrası dönemde ortaya koyduğu... more
Bu yazımda Heidegger’in bazı savaş sonrası metinlerine bakarak, onun bu dönemdeki yazılarına hâkim olan felsefe anlayışını ortaya koyacağım. Böylelikle onun savaş öncesi döneme ait felsefesi ile savaş sonrası dönemde ortaya koyduğu felsefesi arasındaki süreklilik ve kopuş da sergilenmiş olacaktır.
Research Interests:
Bilindiği gibi Goethe, bu nefret sarmalından çıkılması için üzerine düşen entelektüel ve politik görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Bir Alman olarak Lessing, Bilge Nathan’da yüzyıllardan beri dışlanmış ve horlanmış Yahudileri tanımaya... more
Bilindiği gibi Goethe, bu nefret sarmalından çıkılması için üzerine düşen entelektüel ve politik görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Bir Alman olarak Lessing, Bilge Nathan’da yüzyıllardan beri dışlanmış ve horlanmış Yahudileri tanımaya ve onlarla barış içinde yaşamaya çağırırken; Goethe Batı-Doğu Divanı’nında Doğu’yu tanımaya ve Doğu kültürleri ve başta İslam olmak üzere tüm inançlarla barışık olmaya ve bir arada yaşamaya çağırır. Bertold Brecht’e uzanan barışçı, özgürlükçü ve eşitlikçi gelenek budur ve bu gelenek bizde Nazım Hikmet’e tekabül eder.
Research Interests:
ÖZET İnsan kendisine bir aynada bakar gibi bakmaya başladığından beri, yani kendisini sanki iki kişiymiş gibi bölüp aynı anda hem gözleyen hem de gözlenen olma yetisini geliştirdiğinden beri ‘ben neyim?’ diye kendini ve dünyayı sorgular.... more
ÖZET
İnsan kendisine bir aynada bakar gibi bakmaya başladığından beri, yani kendisini sanki iki kişiymiş gibi bölüp aynı anda hem gözleyen hem de gözlenen olma yetisini geliştirdiğinden beri ‘ben neyim?’ diye kendini ve dünyayı sorgular. Kendini bil! emri insanın kendi kedisine yaptığı çağrıdır aslında. İnsan kendisini ahlaklı olmaya çağırıyor. Bu yazı bu emrin veya çağrıya değişik açılardan ışık tutarak, konuya emrin anlamı, tarihi içermeleri bakımından açıklık getiriyor. Yazı konuyu toplumsal yapısal sorunlar bağlamına taşıdığı gibi, öznel değerler ve vicdan kurumu bağlamında da ele alıyor.
Research Interests:
Goethe’nin Faust’u insan zihninin ulaşabileceği ve üretebileceği en büyük mucizelerdendir. Eserin en ilginç ve ilginç olduğu kadar da ele avuca gelmez, dolayısıyla belirlenmesi en zor olan kişiliği Mefisto’dur. Bu karakter genellikle kötü... more
Goethe’nin Faust’u insan zihninin ulaşabileceği ve üretebileceği en büyük mucizelerdendir. Eserin en ilginç ve ilginç olduğu kadar da ele avuca gelmez, dolayısıyla belirlenmesi en zor olan kişiliği Mefisto’dur. Bu karakter genellikle kötü bir karakter olarak algılanır ve yorumlanır. Bu kısa yazıda amacım, bu algıyı birkaç açıdan göreli kılmaktır.
Research Interests:
Eğitim ve öğretim, insanın biyolojik oluşumuna ve vücudunun bütünlüğüne dokunmadan insanın doğasına doğrudan müdahale eden tek bilim alanıdır ve tek insan sanatıdır. Bu bilim ve sanat alanında malzeme de, malzemeyi işleyen de, sanatçı da,... more
Eğitim ve öğretim, insanın biyolojik oluşumuna ve vücudunun bütünlüğüne dokunmadan insanın doğasına doğrudan müdahale eden tek bilim alanıdır ve tek insan sanatıdır. Bu bilim ve sanat alanında malzeme de, malzemeyi işleyen de, sanatçı da, sanat eseri de, yaratan da yaratılan da insandır. Bu nedenle eğitim ve öğretim zorunlu olarak hep bir insan düşüncesine dayanmak zorundadır.
İlginç ve bu yazıda bu nedenle üzerinde özellikle durmaya çalıştığım gözlem, eğitilmesine henüz başlamış olan insan açısından bakıldığında insanın doğasına olan bu müdahalede henüz olmamış bir insanın yaratılmak zorunda olmasıdır. Zira eğitimi daha yeni başlamış insan, henüz olmamış veya olacak olan insandır. Öyleyse, eğitim ve öğretimin konusu zorunlu olarak hep yeni tip insan yaratmaktır denebilir. Fakat çok daha ilginç olanı, bu çabanın eski bilgi, beceri ve deneyime dayalı olarak yapılmak zorunda olmasıdır; çünkü eğitilmek istenen kişinin eğitimi başladığı anda, ona dair edinilmiş herhangi bir bilgi, deneyim ve beceri bulunmamaktadır. Bu durumda, henüz eğitilmek istenen ve dolayısıyla yeni yaratılacak olan insana dair henüz doğrudan hemen hiçbir bilgi yokken, yeni insan nasıl eğitilecek ve yaratılacaktır? Bu gerçek, eğitim ve öğretim yöntemi, eğitim felsefesi ve politikaları açısından üstesinden gelinmesi gereken tahmin edilemeyecek kadar önemli sonuçlar doğurmaktadır. Bu en başta eğitim felsefesinin, eğitim yöntemi ve tekniklerinin ve eğitim psikolojisinin çözümlemesi ve çözmesi gereken en büyük soru ve problemlerden biridir.
Research Interests:
İçinden geçilen süreçte insanlığın çok acil bir şekilde çözmesi gereken sorunu, özgürlük ve adalet sorunudur. Bu sorunun çözümü bugün artık her zamankinden daha çok ‘olmak veya olmamak’ anlamına gelmektedir. Bir çağdaşımız olan Alman... more
İçinden geçilen süreçte insanlığın çok acil bir şekilde çözmesi gereken sorunu, özgürlük ve adalet sorunudur. Bu sorunun çözümü bugün artık her zamankinden daha çok ‘olmak veya olmamak’ anlamına gelmektedir. Bir çağdaşımız olan Alman filozoflarından Otfried Höffe, son çalışmalarından birini özgürlük kavramının tarihsel tartışmasına ve eleştirisine vakfetmiş bulunuyor. Özgürlük sorunu çağımızın en acil sorunu olarak karşımıza çıksa da; ne yazık ki özgürlük kavramı özellikle son çeyrek yüzyılda en çok aşındırılmış kavramlardandır. Fakat herşeye karşın özgürlük kavramı kolayca vazgeçilebilecek bir kavramış gibi gözükmüyor. Zira özgürlük, yeni ve modern çağda René Descartes ve Thomas Hobbes’tan beri konuya dair yapılan araştırmaların ve tartışmaların sonucunda insanın “en yüce ereği” olarak tanımlanmıştır. Bu bakımdan özgürlük aynı zamanda insan için kurucu bir işleve sahiptir; eş deyişle, özgürlük, insanın iradi ve ahlaki bütünlüğünün sağlanması için mutlak önkoşuludur. Özgürlüğün hemen her bakımdan merkezi bir öneme sahip olması, insanlık tarihinde nispeten yeni bir görünümdür, modernliğin tarihsel bir kazanımıdır.
Research Interests:
Laiklik, özgürlük ve barış gibi konularda bazı düşüncelerimi derlediğim aşağıdaki kısa yazı, sayın Ufuk Akkuş’un girişimi sonucu İleri Haber sitesinin yaptığı bir röportaj çerçevesinde ortaya çıktı. Yazıyı kendi bloğumda yayınlamak için... more
Laiklik, özgürlük ve barış gibi konularda bazı düşüncelerimi derlediğim aşağıdaki kısa yazı, sayın Ufuk Akkuş’un girişimi sonucu İleri Haber sitesinin yaptığı bir röportaj çerçevesinde ortaya çıktı. Yazıyı kendi bloğumda yayınlamak için yeniden gözden geçirdim ve usule ilişkin bazı düzeltmeler ve bazı kısa açıklayıcı ekler ve başta bir de uzun sayılabilecek bir ek yaptım. Röportajın yayınlanan ilk şekli için bakınız: http://ilerihaber.org/icerik/prof-dr-dogan-gocmen-ozgurlugun-tesisi-barisi-getirecektir-58749.html.
Research Interests:
Düşünbil dergisi editörlerinden sayın Olcay Yılmaz'ın yaptığı röportajın gözden geçirilmiş ve çok az genişletilmiş halidir. Röportaj Düşünbil dergisinin 54. sayısında (s. 57-60) yayınlanmıştır.
Research Interests:
Yazının konusu, Friedrich Schiller’in ‘İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar’ında geliştirdiği bütünlüklü insan kavramı ve akıllı, ahlaklı ve güzel estetik duygulara sahip toplum kuramıdır. Yazıda Schiller, Alman edebiyatında ‘Sturm... more
Yazının konusu, Friedrich Schiller’in ‘İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar’ında geliştirdiği bütünlüklü insan kavramı ve akıllı, ahlaklı ve güzel estetik duygulara sahip toplum kuramıdır. Yazıda Schiller, Alman edebiyatında ‘Sturm und Drang’ dönemi olarak anılan yenilikçi hareketin çocuğu olarak ele alınmaktadır. Schiller eserinde önce bir mevcut durum değerlendirmesi yapar ve modern toplumu, akla dayalı olmayan, ahlaka dayanmayan ve estetik duygulardan yoksun bir toplum olarak betimler. Bunun karşısına mevcut modern toplumun eleştirisi olarak estetik eğitimi üzerinden zarif duygulara edinecek insanlardan oluşan toplumun akıllı, yani gerçeği seven ve ahlaklı olmanın da yoluna girmiş bir toplum olacaktır. Schiller, bu zarif estetik duyguları olan, akıllı ve ahlaklı toplum modelini, modern insanın içinde bulunduğu her yönüyle yabancılaşmış ilişkiler yumağından oluşan toplumdan çıkıp kurtulmak için bir perspektif olarak sunar.
Research Interests:
Laiklik ilkesi ülkemizde en çok yanlış anlaşılan ve en eksik kavranan konulardan birisidir. Laiklik inanç özgürlüğünü kısıtlayan, hatta yok eden politik bir ilke olarak görülür genellikle. Bu bağlamda inanç özgürlüğü içerik bakımından... more
Laiklik ilkesi ülkemizde en çok yanlış anlaşılan ve en eksik kavranan konulardan birisidir. Laiklik inanç özgürlüğünü kısıtlayan, hatta yok eden politik bir ilke olarak görülür genellikle. Bu bağlamda inanç özgürlüğü içerik bakımından genellikle inananın özgürlüğü ile sınırlanır. Oysa inanç özgürlüğü herşeyden önce inanmayanın özgürlüğü ile ilgilidir. Zira aşağılananlar, hor görülenler, dışlananlar onlardır.
Bu kavrayış doğal olarak laikliğin yaygın ve büyük karşıtlıklar içeren tartışmalara konu olmasına yol açmaktadır. Laiklik, hem bir değerdir hem de neredeyse yaşamımızın tüm alanlarını doğrudan ilgilendiren büyük politik bir proje. Bir proje olarak karşımıza insanın düşüncesini ve değerlerini, dolayısıyla bir bütün olarak yaşamını dünyevileştirme çabasının, insanın hayatını dünyevi ilkelere göre örgütleme girişiminin bir parçası olarak; bir değer olarak laiklik karşımıza insanın dünyayı yine dünyaya içkin olarak aklın ilkelerine göre açıklama çabasının bir ürünü olarak çıkar. Kısacası, laiklik, insanın kendisini değerleri üzerinden dünyayla, toplumla, tarihle özgürlük ilkesine dayalı olarak ilişkilendirme ve dolayısıyla hoşgörüyü ve karşılıklı saygıyı temel alan bir yaşam biçimidir.
Research Interests:
Bir bilimci olarak Karl Marx, akademiyada, hele akademik felsefede çok kötü bir şekilde ihmal edilmektedir. Ne modern, ne Ortaçağ, ne de Antik Yunan felsefesinde yatan felsefi kaynakları daha doğru dürüst araştırılıp ortaya konmadan ölümü... more
Bir bilimci olarak Karl Marx, akademiyada, hele akademik felsefede çok kötü bir şekilde ihmal edilmektedir. Ne modern, ne Ortaçağ, ne de Antik Yunan felsefesinde yatan felsefi kaynakları daha doğru dürüst araştırılıp ortaya konmadan ölümü ilan edildi. Filozof olmadığı ileri sürüldü. Marx’ın modern kaynaklarına dair iyi kötü genel bir tasavvur oluşmuştur. Fakat Antik Yunan felsefe ve bilim dünyasının ona sunduğu kaynaklar neredeyse hiç araştırılmış değildir. Bu yazının amacı, Marx’ın Antik Yunan kaynaklarını derli toplu olarak ortaya koymak değildir. Zaten bu kısa yazıda bunun yapılması mümkün değildir. Bunun yerine amacım daha çok, Antik Yunan felsefesinde olduğunu iddia ettiğim, şimdiye kadar pek dikkate alınmamış olan bütünlüklü radikal demokrat bir damarın Marx’a felsefi kaynak oluşturduğuna işaret etmektir.
Research Interests:
"Toplumumuzda yeterince hazmedilememiş en önemli değerlerden birisi, laikliktir. Son günlerde bu konuda yeniden alevlenen tartışmalara kaynaklık eden yaygın bir kanı vardır. Buna göre Türkiye toplumu kesinlikle bir ‘Doğu’ toplumudur. Doğu... more
"Toplumumuzda yeterince hazmedilememiş en önemli değerlerden birisi, laikliktir. Son günlerde bu konuda yeniden alevlenen tartışmalara kaynaklık eden yaygın bir kanı vardır. Buna göre Türkiye toplumu kesinlikle bir ‘Doğu’ toplumudur. Doğu toplumlarında bir özgürlük geleneği bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir değer olarak özgürlük Türkiye toplumuna yabancıdır. Aynı şekilde laiklik ve eşitlik gibi daha çok Batıya özgü değerlerin de Türkiye toplumunda bir karşılığı bulunmamaktadır. Kısacası; ileri sürülen görüşe göre eşitlik, özgürlük ve laiklik gibi değerler doğu toplumları için pek bir şey ifade etmemektedir. Aynı şekilde bu değerlerin taşıyıcısı olan felsefe de bir Batı “yutturmacasıdır”. Türkiye toplumunda geleneği ve karşılığı olmayan ve Türkiye’yi Batıya bağımlı kılmak için başvurulan bir araçtır. Nedir o halde Doğu toplumlarına, dolayısıyla Türkiye’ye uygun olan? Doğu toplumları, bir sürü toplumudur. Kendi başına düşünüp davranabilecek özgür bireyler yetiştiremez. Doğu toplumları bir ‘sürü toplumu’ olduğu için hep bir veya birkaç çobana ihtiyaç duyacaktır. Diğer bir deyişle Doğu toplumlarına felsefe değil, din, laiklik değil dini bir devlet gerekmektedir. Yakından bakalım."
Research Interests:
Thomas Hobbes, toplum ve siyaset felsefesinin en kötü ve karamsar, belki de aynı derecede kötümser ve karanlık kişiliğini simgeler. Onun toplum ve siyaset felsefesi sıkça “bellum omni contra omnes” ve “homo homini lupus” gibi yakından... more
Thomas Hobbes, toplum ve siyaset felsefesinin en kötü ve karamsar, belki de aynı derecede kötümser ve karanlık kişiliğini simgeler. Onun toplum ve siyaset felsefesi sıkça “bellum omni
contra omnes” ve “homo homini lupus” gibi yakından bakılıp incelenmeyen birtakım itici tekerlemelerle özetlenir. Öyle ki; onun toplum ve siyaset felsefesini betimlemek için kullanılan bu tür her bakımdan kaba ve yüzeysel kalıplaşmış ifadelerle karşılaşan okur, modern siyaset felsefesinin en büyük kurucu isimlerinden olan Hobbes’a genellikle sırtını döner. Zira insanın
doğasına ve toplumsal ilişkilerin niteliğine ilişkin bu kadar kaba ve indirgemeci bir yaklaşımdan öğrenecek pek bir şey olamaz. Ne var ki; böyle yaklaşmakla modern topluma hâkim güç ve iktidar ilişkilerini hemen her boyutuyla eleştirel olarak derinlemesine analiz eden entelektüel bir miras, günümüz dünyasını anlamak için verimli kılınmak yerine öte itilmiş olur. Bugün bu nedenle bunun yerine toplumsal ilişkilerde güç ve iktidar ilişkilerini kapalı devre gibi ele alan, dolayısıyla bu kör döngüden çıkış için herhangi kalıcı bir perspektif sunmayan kuramcılar daha çok tercih edilir olmuştur. Bu durumda bugün ‘neden hala Hobbes?’ sorusu doğal olarak hemen her eleştirel zihni kurcalar. Crawford. B. Macpherson, Hobbes’un genellile Leviathan olarak kısaltılmış adıyla anılan toplum ve siyaset felsefesinin klasik eserinin Penguin Books’tan çıkan 1968 baskısına yazdığı girişte bugün Hobbes’a neden geri dönülmesi gerektiği sorusunu şu şekilde yanıtlar: “O halde, biz Hobbes’a dönüyoruz, çünkü biz onda gücün ve barışın güncel bir analizcisini buluyoruz.” Birinci kavram, Hobbes’un modern toplumda neredeyse tüm insan ilişkilerini çözümlemek için temel aldığı kavramdır –ki o, güç ve iktidar ilişkilerini bir savaş hali olarak tanımlamaktan geri durmaz. Dolayısıyla ikinci kavram, modern çağda tüm insanlığın içinde bulunduğu herkesin herkese karşı savaş halinde olduğu durumdan çıkış perspektifine işaret eder. Her iki konu da çağımızı çok yakından ilgilendiriyor; savaş, ortalığı kasıp kavuran, dolayısıyla içinden çıkılması gereken; barış arzulanan, dolayısıyla tesis edilmesi gereken bir durum olarak 21. yüzyılda da insanlığı hareket ettiren en önemli iki kavramdır.
Research Interests:
Türkiye’de felsefenin dili Türkçe midir? yoksa Osmanlıca mıdır? sorusu, felsefenin zaten sürekli gündeminde olan ve 20. yüzyılın başından beri, yani felsefede bir “dilsel dönüş”ün yaşandığı iddia edilen 1930’lardan beri çok daha yaygın... more
Türkiye’de felsefenin dili Türkçe midir? yoksa Osmanlıca mıdır? sorusu, felsefenin zaten sürekli gündeminde olan ve 20. yüzyılın başından beri, yani felsefede bir “dilsel dönüş”ün yaşandığı iddia edilen 1930’lardan beri çok daha yaygın olarak tartışılan düşünce ve dil, bilinç ve hakikat ilişkisine dair soruyu yeniden hatırlattı. Türkçe veya Türkçede felsefe yapmak mümkün müdür? Sorunun gündeme taşınmasından sorumlu en yüksek siyasi yetkililerin verdiği yanıt açık gözüküyor: Türkçe ve Türkçede felsefe yapmak mümkün değildir. Diğer bir deyişle Türkçe bir bilim ve felsefe dili değildir. O halde, Cumhuriyetin kuruluşuyla çalınan ya da kaybolan (hangisini tercih edersek artık) asıl bilim ve felsefe, edebiyat ve poetika diline, yani Osmanlıcaya, geçmiş feodal çağın diline, sadece halktan uzak seçkin bir tabakanın kullandığı ölü bir dile geri dönülmesi talep edilmektedir. 21. yüzyıl felsefesinden, insanlığın yüzlerce yıldan beri geride bıraktığı bir çağın diline basit bir şekilde geri dönmesi istenmektedir. Bu mümkün müdür?, ne kadar ve nasıl mümkündür?, gerekli midir? Bu bağlamda birbiriyle hem yanlışlıkla ilişkilendirilen hem de birbirine karıştırılan birçok soru vardır. Bu sorulara en az iki açıdan yanıt vermek mümkündür. Birincisi; doğrudan Türkçenin dil yapısı, grameri vesaire incelenerek yanıt verilebilir. Bu ancak dil bilimcileri tarafından yapılabilecek bir çalışma olabilir. İkincisi; ortaya atılan soruya, felsefenin ne olduğunu tanımlayarak, ne yaptığını göstererek ve bunu nasıl yaptığına işaret ederek yanıt aranabilir. İkinci yanıtın daha çok filozoflardan gelmesi gerekir. Bu yazının amacı, soruya ikinci açıdan yanıt aramaktır.
Research Interests:
"Son çeyrek yüzyılda hemen her konuda yığınla manifesto yayımlandı. Bu manifesto yayımlama faaliyetlerinde Karl Marx ve Friedrich Engels’in 1848 yılında Komünist Manifesto’yu yayımlayarak oluşturdukları örneğin etkili olduğunu ileri... more
"Son çeyrek yüzyılda hemen her konuda yığınla manifesto yayımlandı. Bu manifesto yayımlama faaliyetlerinde Karl Marx ve Friedrich Engels’in 1848 yılında Komünist Manifesto’yu yayımlayarak oluşturdukları örneğin etkili olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Fakat bütün bu manifesto yazma ve yayımlama faaliyetleri içinde her ne kadar Komünist Manifesto’nun yayınlanması örnek alınsa da orada dile getirilen felsefi ilkelerin yeterince göz önüne alınmadığı kanısındayım. Bu bağlamda gözden kaçan bazı bilimsel ve tarihsel değerler de var. Manifesto yazmanın ne anlama geldiğine dair gerisine düşülmemesi gereken bazı tarihsel gelişmeler var. Aşağıda Komünist Manifesto’nun bazı pasajlarına özellikle felsefi açıdan da yakından bakıp, bunların bazılarına dikkat çekmek istiyorum."
Research Interests:
"Thomas Hobbes deyince toplum ve siyaset felsefesinin en kötü ve karamsar ve belki aynı derecede karanlık kişiliği gelir akla. Onun toplum ve siyaset felsefesi, sıkça “bellum omni contra omnes” ve “homo homini lupus” gibi itici tabirlerle... more
"Thomas Hobbes deyince toplum ve siyaset felsefesinin en kötü ve karamsar ve belki aynı derecede karanlık kişiliği gelir akla. Onun toplum ve siyaset felsefesi, sıkça “bellum omni contra omnes” ve “homo homini lupus” gibi itici tabirlerle özetlenir. Öyle ki; onun toplum ve siyaset felsefesini betimlemek için kullanılan bu tür her bakımdan kaba tabirlerle karşılaşan okur, modern siyaset felsefesinin en büyük kurucu isimlerinden olan Hobbes’a genellikle sırtını döner. Zira insanın doğasına ve toplumsal ilişkilerin niteliğine ilişkin bu kadar kaba ve indirgemeci bir yaklaşımdan öğrenecek çok fazla bir şey olamaz. Fakat böylelikle modern topluma hâkim güç ve iktidar ilişkilerini hemen her boyutuyla derinlemesine analiz eden entelektüel bir miras günümüz dünyasını anlamak için verimli kılmak yerine boşa bırakılmış olur. Bu kısa çalışmanın öncelikli amacı, bu tür yaklaşımların Hobbes’un toplum ve siyaset kuramının temel niteliğini kavramadığını göstermek. Böylelikle onun öğretisinin, adalet, savaş ve barış gibi konular üzerine yürütülen güncel tartışmalar için verimli kılınmasına katkıda bulunacağını umuyorum."
Research Interests:
Şiddeti artarak yayılan “paylaşım savaşları”, bu durumdan nasıl çıkılacağına dair soruya yanıt arayışlarını da dünya çapında artırdı. Bu, verilecek yanıtın bütün insanlık için önemli ve acil olmaya başladığına işaret ediyor. Bu arayışa... more
Şiddeti artarak yayılan “paylaşım savaşları”, bu durumdan nasıl çıkılacağına dair soruya yanıt arayışlarını da dünya çapında artırdı. Bu, verilecek yanıtın bütün insanlık için önemli ve acil olmaya başladığına işaret ediyor. Bu arayışa elbette birçok açıdan bakmak mümkündür.  Fakat bunlar kuramsal perspektif ve pratik stratejik-taktiksel yönelim olarak iki ana başlık altında toplanabilir. Bu yazıda daha çok kuramsal perspektife ilişkin bir katkı sunulacaktır. Kuramsal perspektif söz konusu olduğunda birbirine karşı rekabet eden birçok öneriyle karşılaşıyoruz. Bu kuramların niteliği ve cevabı, aranan söz konusu soruya ne oranda yanıt verdiği konusunda doğru bir karar alabilmek için birçok kıstas önerilebilir. Burada ben en belirleyici kıstas olarak adalet kuramını önermek istiyorum. Buna göre, önerilen herhangi bir kuramın, herkese kendisinin olanın toplum tarafından sunulmasını ve herkesin kendisinin olanı toplumun sunabildiği olanak ve seçenekler çerçevesinde serbestçe almasını nasıl öngördüğüne bakmak gerekecektir. Bu, insanın kendisini gerçekleştirmesinin ön koşulu olan özgürlük ve mutluluk gibi temel kavramları doğrudan ilgilendirmektedir.

Bu çalışmada, kuramsal perspektife ilişkin tarihsel olarak oluşmuş bir projeyi betimlemeye çalışacağım. Diğer bir deyişle yazıda Aydınlanmacı hareketin adalet düşüncesini nasıl dünyevileştirdiğini ve dönüştürdüğünü özellikle, Thomas Hobbes, David Hume ve Adam Smith’in konuya katkılarını merkeze alarak göstereceğim. Ortaya koyacağım teorik perspektifin, konu bağlamında yürütülen güncel kuramsal tartışmalar için son derece önemli olduğu ve en azından çıkış noktası olarak ciddiye alınması gerektiği kanısındayım. Bu perspektif, Rönesans ile birlikte 16. yüzyıldan itibaren bir dizi özgürlükçü ve özgürleştirici atılımlarda ve dalgalarda ortaya çıkıp Aydınlanmacı harekette en son şeklini almıştır. İnsanlık haline dair bu yeni yaklaşımı, her bakımdan (ilahi düşüncede bile) dünyevileşme ve dünyevileştirme hareketi olarak betimleyebiliriz. Bunun adalet kuramına yansımasını kısaca şu şekilde ifade edebiliriz: Aydınlanmacılıkta adalet kuramına yaklaşım, aşağıda birazdan sergileyeceğim özgürlüğe dair dünyevi bir yaklaşımın doğal bir sonucu olarak kendini belli eder. Aydınlanmacılık, “adalet nedir?” sorusunu, Ortaçağa özgü insanı pasifleştiren, onu biçare bir varlık olarak gören bakıştan kaynaklanan ilahi içerik ve çağrışımlarından kurtarmış ve soruyu dünyevi bir soru olarak yeniden tanımlamıştır. Böylelikle Aydınlanmacılık, adalet sorusunu ve sorununu aynı zamanda insanın kendi etki alanında olan bir özgürlük ve özgürleşme sorunu olarak ortaya koymuştur.
William Shakespeare’in hemen her şeyi metalaştırılmıştır. Hemen her şeyi etrafında tam anlamıyla bir endüstri oluşmuştur. Her şeyin metalaştırıldığı, alınıp satıldığı çağımızda, ne olursa olsun, herhangi bir şeyin metalaşması,... more
William Shakespeare’in hemen her şeyi metalaştırılmıştır. Hemen her şeyi etrafında tam anlamıyla bir endüstri oluşmuştur. Her şeyin metalaştırıldığı, alınıp satıldığı çağımızda, ne olursa olsun, herhangi bir şeyin metalaşması, popülerleşmesi ve giderek etrafında belli bir endüstrinin oluşması, o şeyde bir anlam sığlaşmasını, kaymasını, kaybını ve hatta anlam çarpıklığını beraberinde getiriyor genellikle.
Felsefe ne işe yarar ya da felsefe bir işe yarar mı? Felsefenin anlamı ve gereği nedir? Felsefe bir meslek midir? Dolayısıyla felsefeyle para kazanılır mı? Sorular artırılabilir… Günlük hayatımızda felsefe söz konusu olduğunda sıkça... more
Felsefe ne işe yarar ya da felsefe bir işe yarar mı? Felsefenin anlamı ve gereği nedir? Felsefe bir meslek midir? Dolayısıyla felsefeyle para kazanılır mı? Sorular artırılabilir… Günlük hayatımızda felsefe söz konusu olduğunda sıkça karşılaştığımız sorulardan birkaçı bunlar. Bu tür sorular sorulurken genellikle sorunun içine küçümseyici bir “alt ton” da eklenir. Buna gözlerin içinde kendinden emin alaycı (ve bazen ukala) parlak bir bakış eşlik eder. Felsefe de, hayatta her şey gibi varlığını gerekçelendirmek zorundadır. Fakat bu tür soruların yanıtını felsefe, kendini beğenmişliğe düşmeden ve kibre kapılmadan, büyük bir alçak gönüllülükle, fakat savunmacı ve korkak bir ruh haliyle değil, cesurca vermelidir. Zira felsefe, insana ekmek ve su kadar lazımdır.
Dünya çapında son çeyrek yüzyılın en çok tartışılan konularındandır Aydınlanmacılık. Onun hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Aydınlanmacılığın ortaya attığı düşünceler ve gerçekleştirmeye çalıştığı toplumsal ve siyasi projeler... more
Dünya çapında son çeyrek yüzyılın en çok tartışılan konularındandır Aydınlanmacılık. Onun hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Aydınlanmacılığın ortaya attığı düşünceler ve gerçekleştirmeye çalıştığı toplumsal ve siyasi projeler birçok bakımdan ele alındı; hem bilimsel analizden ve tarihsel bakıştan yoksun tek yanlı övgülere konu edildi hem de çok ağır kaba eleştirilere tabi tutuldu. Ne var ki, ne övülenin ne de eleştirilenin sıkça tam olarak ne olduğu bilinmeden övüldüğü ve eleştirildiği görülmektedir. Öyle ki; Aydınlanmacılığı tarihsel bakıştan yoksun hem övenlerin hem de eleştirenlerin, çoğu kez Aydınlanmacı filozofların tek bir temel eserini derinlemesine incelemediği pekâlâ ileri sürülebilir. Bu yönelim birçok bakımdan çarpık, yanlış ve yanıltıcı bir gelişmeye işaret etmektedir. Diğer taraftan; 18. yüzyılın Aydınlanmacı yüzyıl olduğuna dair genel kabul gören tezden hareket edecek olursak –ki en geç 1848 devrim kalkışmaları Aydınlanmacılığın sonu olarak kabul edilir–, aradan geçen bunca zamanı, yaşanan onca ekonomik, toplumsal ve politik gelişmeleri, kuramsal dönüşümleri ve ilerlemeleri yok sayarak Aydınlanmacılığın hala olduğu gibi devam ettiğini ileri sürmek mümkün değildir. Bu kısa yazının amacı, Aydınlanmacılığa temel oluşturan bazı ana düşünceleri betimleyerek konuya (özellikle din ile olan ilişkisine de) açıklık getirmektir.
Bu yazının amacı, Adam Smith’in siyaset felsefesinin kuramsal çerçevesini ana hatlarıyla ortaya koymaktır. Böylelikle özel olarak Aydınlanmacılık üzerine ve genel olarak da 18. yüzyıl düşünce tarihine ilişkin yapılan araştırmalara ve... more
Bu yazının amacı, Adam Smith’in siyaset felsefesinin kuramsal çerçevesini ana hatlarıyla ortaya koymaktır. Böylelikle özel olarak Aydınlanmacılık üzerine ve genel olarak da 18. yüzyıl düşünce tarihine ilişkin yapılan araştırmalara ve tartışmalara katkıda bulunmayı amaç ediniyoruz. Çalışma aynı zamanda ülkemizde kökleri çok eskilere de dayansa çok fazla yol kat edilemeyen İskoç Aydınlanmacılığına dair araştırmaya bir katkı olarak da okunabilir.
Thomas Hobbes’un “bellum omnium contra omnes” (“Herkesin herkese karşı savaşı”) kavramı, yeni ve modern çağda insanlık halini betimlemek için türetilmiş Latince bir özdeyiştir. Sözün Türkiye toplumunun yaşamı anlamak ve açıklamak için... more
Thomas Hobbes’un “bellum omnium contra omnes” (“Herkesin herkese karşı savaşı”) kavramı, yeni ve modern çağda insanlık halini betimlemek için türetilmiş Latince bir özdeyiştir. Sözün Türkiye toplumunun yaşamı anlamak ve açıklamak için önemi tahmin edilemeyecek kadar büyüktür. Bunu Yaşar Kemal en erken fark edenlerdendir. Zira Demirciler Çarşısı Cinayeti adlı romanında o, Anadolu’da kapitalist üretim ilişkilerinin yerleşmeye başlamasıyla ortaya çıkmaya başlayan modern insanı betimlerken kullanır bu özdeyişi. Ama romanda modern insan, sadece insanın değil, aynı zamanda doğanın da kurdu olarak betimlenir. Yazar ve şair Ataol Behramoğlu da, birçoğumuzun tersine, en erken fark edenlerdendir bunu. Bu özdeyişi, bir şiirine başlık olarak bile seçmiştir -ki sanki bu, Nazım Hikmet’in Berkeley hakkındaki şiirini hatırlatır aynı zamanda.
Hobbes, Latince orijinalinde bu kavramı, daha çok bilinen Leviathan adlı eserinde kullanmaz. Orada daha çok farklı İngilizce çevirilerine rastlarız. Latince aslında bu kavram, onun De Cive (Yurttaş Hakkında) adlı eserinde kullanılır. Hobbes’un, insanın doğasını ve ilişkilerini betimlemek için (büyük olasılıkla kendisinin) türettiği bu özdeyişi nasıl yorumlayacağız? Büyük soru budur. Hobbes’un eserini yorumlayanlar genellikle onun bu özdeyişinden hareketle yapmış olduğu “itici” çıkarımsamaları ve devlete dair korku verici önermeleri üzerinde yoğunlaşırlar ve ona olur olmaz düşünceler ve duruşlar atfederler. Bu, Hobbes’un henüz yeterince anlaşılmadığına dair bir göstergedir.
Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye toplumunun yirminci yüzyılda yetiştirdiği nadir evrensel entelektüel kişiliklerden birisidir. Hem doğa bilimlerinin ve toplum bilimlerinin tarihini ve çağdaş sorularını araştıran, hem de bilimlerde ve felsefede... more
Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye toplumunun yirminci yüzyılda yetiştirdiği nadir evrensel entelektüel kişiliklerden birisidir. Hem doğa bilimlerinin ve toplum bilimlerinin tarihini ve çağdaş sorularını araştıran, hem de bilimlerde ve felsefede cereyan eden akımları yakından takip eden bir filozof ve bilimcidir. Siyasetin anlamını, tarihini ve kuramını tarihsel-toplumsal sorunlar bağlamında irdeleyen bir siyaset bilimcisi ve kuramcısıdır. Nihayetinde ezilenlerin meselesini kendi meselesi bildiği için, insanlığın kurtuluş davasını kendi davası yaptığı için dünyayı değiştirme diye bir “derdi” vardır. Bu nedenle Kıvılcımlı, bir devrimcidir aynı zamanda. Bu çok yönlü eserin sahibi olan Hikmet Kıvılcımlı, bugüne kadar derinliği anlaşılmamıştır. Günlük siyasi kavgalara kurban gittiği için kıymeti pek bilinememiş her bakımdan zengin entelektüel bir kişiliktir tarihimizde.
"There is revival of debates on ‘power’ and ‘civil society’, ‘domination’ and ‘hegemony’ etc. There have arisen new concepts and aspects such as ‘global civil society’ and ‘global hegemony’. Antonio Gramsci, the originator of the... more
"There is revival of debates on ‘power’ and ‘civil society’, ‘domination’ and ‘hegemony’ etc. There have arisen new concepts and aspects such as ‘global civil society’ and ‘global hegemony’. Antonio Gramsci, the originator of the contemporary concept of civil society and hegemony only mentions these concepts and aspects but hardly explores them in detail. The Nongovernmental Organizations (NGOs) ranging from charity organisations like Oxfam and many others to trade organisations like WTO and financial organisations IMF and World Bank are referred to as civil society organizations. Many scholars are very critical of the functions of these global organizations in economic and political international relations. They are said to have been functioning as stabilization of global unjust system rather than helping the poor people or underdeveloped kept countries. Political aspects of new developments in ‘global civil society’regarding the concept of hegemony are explored in various debates on global and/or cosmopolitan democracy. This revival of the debates on civil society and hegemony as form of domination necessitates reminding of and reflection on some of the key ideas about civil society and hegemony. This is the aim of this short essay."
Everybody claims to be a democrat. Every political decision and action is justified in the name of democracy. Democracy is obviously a “trump card”, which can be utilised in any constellation and situation. Indeed, democracy is one of the... more
Everybody claims to be a democrat. Every political decision and action is justified in the name of democracy. Democracy is obviously a “trump card”, which can be utilised in any constellation and situation. Indeed, democracy is one of the key concepts of the theory and practice of politics. But is the concept of democracy really so vague or are there some certain ideas behind it? Democracy is one of many political systems that deal with planning and running the affairs of society. It is, however, from historical point of view, the latest and the most modern political
formation.
It is almost impossible to provide a satisfactory definition of violence for all times and circumstances. Violence has many forms and varies according to contexts and circumstances. Its boundaries are fluid, and it is closely connected to... more
It is almost impossible to provide a satisfactory definition of violence for all times and circumstances. Violence has many forms and varies according to contexts and circumstances. Its boundaries are fluid, and it is closely connected to cognate phenomena like power and force.  Power may be defined in terms of potentiality to use violence, whereas force  is  the implementation of power and might not become violent. Force may take various forms and does  not need to be violent in its immediate effects. It may be used as a threat to compel adversaries to  obey. But its actualisation may also sometimes include violence. In other words, violence may be defined as the most radical form of force.
Jean-Paul Sartre is one of the few philosophers who deeply influenced the debates in the 20th century and one of the most controversial authentic philosophers of his age. Upon his death, it is said that 50,000 people spontaneously... more
Jean-Paul Sartre is one of the few philosophers who deeply influenced the debates in the 20th century and one of the most controversial authentic philosophers of his age. Upon his death, it is said that 50,000 people spontaneously gathered to pay tribute and accompany him on the way to the cemetery. His intellectual engagement in philosophy, psychology, literature, arts, and practical politics was dedicated to the search for emancipation and liberation from all oppressive relations.
İnsan sürekli değişen ve gelişen doğal, toplumsal ve tarihsel bir varlıktır. Onun bir doğal-maddi, bir de zihinsel-manevi dünyası vardır. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi ve değişen, gelişen ve karmaşıklaşan maddi ve manevi ihtiyaçlarını... more
İnsan sürekli değişen ve gelişen doğal, toplumsal ve tarihsel bir varlıktır. Onun bir doğal-maddi, bir de zihinsel-manevi dünyası vardır. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi ve değişen, gelişen ve karmaşıklaşan maddi ve manevi ihtiyaçlarını giderebilmesi için doğayı işleyerek elde etmesi, deyim yerindeyse insanlaştırması kaçınılmazdır. Bu onun doğadaki etkinlik alanını genişletirken aynı zamanda özgürlük alanını da genişletecektir. İnsanın doğayla olan ilişkisinin iki boyutu vardır. Bunlardan birisi onun doğayla olan ilişkisinin niteliğine işaret ederken, diğeri doğadan emek harcanarak kazanılan maddelerin toplum içine taşınması sonucu insan ilişkisine dönüşen mülkiyet sorunuyla ilgilidir. Bu yazının birinci bölümünde Marksizmin doğa ve insan arasındaki ilişkiye yaklaşımını ve bunun insan ve doğa açısından ne anlama geldiğini ele alacağım; ikinci bölümde kapitalist toplumda doğa ve insan arasında gerçekleşen ilişkiyi Marksist açıdan eleştireceğim; üçüncü bölümde ise sosyalizm ve rekabet ilişkilerine değinerek bazı sonuçlar çıkaracağım.
Dünya çapında birçok ulusal Hegel derneklerinin yanında uluslararası alanda etkinlik gösteren iki Hegel derneği vardır. Burlar, “Uluslararası Hegel-Derneği” (Internationale Hegel-Gesellschaft) ve “Diyalektik Düşünce İçin Uluslararası... more
Dünya çapında birçok ulusal Hegel derneklerinin yanında uluslararası alanda etkinlik gösteren iki Hegel derneği vardır. Burlar, “Uluslararası Hegel-Derneği” (Internationale
Hegel-Gesellschaft) ve  “Diyalektik Düşünce İçin Uluslararası Hegel-Marx-Derneği” (Internationale Gesellschaft  Hegel-Marx für dialektisches Denken). “Uluslararası Hegel-Derneği” başkanı Alman düşünür  Andreas Arndt ve “Diyalektik Düşünce İçin Uluslararası Hegel-Marx-Derneği” başkanı İtalyan düşünür  Domenico Losurdo ile  2007/2008 yılında yaptığım ve Baykuş Felsefe Yazıları Dergisi'nin 2. (Mayıs-Ağustos 2008) sayısında yayınlanan söyleşinin tamamına artık blogumdan ulaşmak
mümkündür.
Aşağıda, Adam Smith‟in ruh-beden problemi üstüne tartışmaya katkısını çözümleyerek, onun felsefesinin bir veçhesine; bildiğim kadarıyla şimdiye kadar göz önüne alınmamış bir yanına dikkat çekmeye çalışıyorum.2 Ruh-beden problemi, hemen... more
Aşağıda, Adam Smith‟in ruh-beden problemi üstüne tartışmaya katkısını çözümleyerek, onun felsefesinin bir veçhesine; bildiğim kadarıyla şimdiye kadar göz önüne alınmamış bir yanına dikkat çekmeye çalışıyorum.2 Ruh-beden problemi, hemen aşağıda Aristoteles bağlamında göreceğimiz gibi, felsefi bir sorun olarak klasik Antik Yunan‟dan buyana bütün büyük filozofları meşgul ede gelmiştir. Modern zamanlarda ruh-beden problemi klasik ifadesini, Descartes‟ın ruh (düşünen töz veya res cogitans) ve bedenin (uzamsal töz veya res extensa) birbirinden kökten farklı olduğunu ileri süren iki töz kuramında bulmuştur. Descartes...
Savita Halappanavar, İrlanda’da yaşayan Hindistan kökenli bir kadındır. İlk çocuğunu dünyaya getirecekti her şey doğal seyrinde gitseydi. Fakat gebelik ilerledikçe Savita ağır sırt ağrıları yaşamaya başladı. Fetüsün kürtajla alınmasını... more
Savita Halappanavar, İrlanda’da yaşayan Hindistan kökenli bir kadındır. İlk çocuğunu dünyaya getirecekti her şey doğal seyrinde gitseydi. Fakat gebelik ilerledikçe Savita ağır sırt ağrıları yaşamaya başladı. Fetüsün kürtajla alınmasını istedi Savita düşük yapmaktan korktuğu için. Galway Üniversitesi Hastanesi yetkilileri, Savita’nın inanıp inmadığına, inanıyorsa Katolik olup olmadığına bakmadan İrlanda’nın Katolik bir ülke olduğunu ileri sürüp ısrarla tekrarladığı kürtaj talebini reddettiler. Zira, yetkililer açısından fetüs canlı olduğu sürece İrlanda’da yasalar gereği kürtaj yapmak yasaktır. Savita, Katolik olmadığını ve bu nedenle bu anlayışa dayanan bir yasanın kendisine uygulanmasının doğru olmadığını ileri sürmüş olsa da yetkilileri ikna edemedi. Akabinde de hayatını kaybetti. Bir ay önce, gencecik 31 yaşında. Herkes “Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde farkında olmadan Ortaçağ’ın karanlık günlerine geri mi döndük?” diye sormaya başladı. ‘Geri dönüş’ biraz daha erken başladı.
"Die gegenwärtige gesellschaftstheoretische Diskussion bzw. der Streit dreht sich u. a. um die Frage nach der Definition des Begriffs der Arbeit und die daraus abzuleitenden Grundsätze - nicht nur für die Geistes- und... more
"Die gegenwärtige gesellschaftstheoretische Diskussion bzw. der Streit dreht sich u. a. um die Frage nach der Definition des Begriffs der Arbeit und die daraus abzuleitenden Grundsätze - nicht nur für die Geistes- und Gesellschaftswissenschaften, sondern auch für die praktische Umgestaltung der gesellschaftlichen Strukturen. Dabei ist zu beobachten, daß es in der ganzen Diskussion um eine implizite oder explizite Gesellschaftstheorie geht."
"Die türkische Philosophiezeitschrift „Baykuş: Felsefe Yazıları Dergisi” (Eule: Zeitschrift für philosophische Schriften) führte ein Interview mit Professor Andreas Arndt (Vorsitzende der „Internationalen Hegel-Gesellschaft“) und mit... more
"Die türkische Philosophiezeitschrift „Baykuş: Felsefe Yazıları Dergisi” (Eule: Zeitschrift für philosophische Schriften) führte ein Interview mit Professor Andreas Arndt (Vorsitzende der
„Internationalen Hegel-Gesellschaft“) und mit Professor Domenico Losurdo (Präsident der „Internationalen Gesellschaft Hegel-Marx für dialektisches Denken“) über die Bedeutung der Hegelschen Philosophie heute, das in der 2. Nummer der genannten Zeitschrift in Übersetzung aus dem Deutschen von Dr. Doğan Göçmen veröffentlicht wurde. Das Interview wurde von Doğan Göçmen geführt..."
"Hier zu Lande wird G. W. Plechanow als Gründer des russischen Marxismus im besten Falle als eine äußere Erscheinung wahrgenommen, der mit dem Marxismus und Arbeiterbewegung in Deutschland kaum direkt in Verbindung steht. Doch Plechanow... more
"Hier zu Lande wird G. W. Plechanow als Gründer des russischen Marxismus im besten Falle als eine äußere Erscheinung wahrgenommen, der mit dem Marxismus und Arbeiterbewegung in Deutschland kaum direkt in Verbindung steht. Doch Plechanow war immer ein innerer Bestandteil der marxistischen Bewegung in Deutschland. Er hat etwa wie Lenin die revisionistische Tendenzen in der sozialdemokratischen Bewegung in Deutschland - zumindest vom philosophischen Standpunkt - immer scharf attackiert. Neben den vielen ins Deutsche übersetzten Arbeiten, verfaßte er viele Schriften auf Deutsch, um in die theoretischen Debatten in der Sozialdemokratie direkt einzugreifen. So verfaßte er z. B. neben vielen Schriften, die Teilweise in dem Band „Eine Kritik unserer Kritiker. Schriften aus den Jahren 1898 bis 1911“ dokumentiert sind, sein Buch „Beiträge zur Geschichte des Materialismus“2 auf Deutsch, das erst viel später auf Russisch herausgegeben wurde. Georgi Walentinowitsch Plechanow (1856-1918) wirkte also immer direkt und indirekt auf die sozialdemokratische Bewegung in Deutschland."
"Heute spielen sich vor unseren Augen in fast allen Teilen der Welt Szenen ab, von denen wir dachten, sie gehörten in die Vergangenheit. Es wird in verschiedensten Formen die Ideologie des Kampfes der Kulturen propagiert, die wir... more
"Heute spielen sich vor unseren Augen in fast allen Teilen der Welt Szenen ab, von denen wir dachten, sie gehörten in die Vergangenheit.
Es wird in verschiedensten Formen die Ideologie des Kampfes der Kulturen propagiert, die wir vielleicht bis vor wenigen Jahren noch für unmöglich gehalten haben: Christentum gegen Islam, Islam gegen Christentum, um nur die gegenwärtig populärste Version dieser Ideologie zu nennen.
Es wird dabei propagandistisch behauptet, dass die Kulturen einander wesensfremd sind. Wie können aber Kulturen einander wesensfremd sein, wenn sie auseinander hervorgegangen sind und sich seit Jahrtausenden gegenseitig befruchtet haben?"
"Barış ve savaş sorunu insanlığı binlerce yıldan beri uğraştıran en kapsamlı yaşamsal bir sorundur. Hükümdarların, aristokratların ve kapitalistlerin emrinde olan bir avuç savaş çığırtkanını bir tarafa bırakırsak, insanlık tarihinde savaş... more
"Barış ve savaş sorunu insanlığı binlerce yıldan beri uğraştıran en kapsamlı yaşamsal bir sorundur. Hükümdarların, aristokratların ve kapitalistlerin emrinde olan bir avuç savaş çığırtkanını bir tarafa bırakırsak, insanlık tarihinde savaş hep kaçınılmak istenen, barış ise istenilen hal olmuştur. Buna rağmen insanlar binlerce yıldan beri birbirlerini boğazlıyorlar. Barışçıl olmaktan başka her şeye benzeyen bu gerçekliklerinin acı çelişkisiyle karşı karşıya kalınca, ya Spartaküs gibi „hayvanlar bile birbirlerini zorda kalmayınca öldürmüyorlar‟ deyip isyan etmişler ya da bu barışçıl yaşam arayışlarını fantezi dünyalarına sığınarak yaşatmaya çalışmışlardır. Fantezilerinde gelecek barışçıl toplumun özelliklerini ayrıntılarına kadar planlamaya çalışmışlar ve bu düşünceleriyle „barışçıl toplum düşüncesi‟ veya „barışçıl toplum ütopyası tarihi‟ olarak adlandırabileceğimiz bir tarih oluşturmuşlardır. Bu tarihi, kabaca üç evreden oluşan „ütopyanın bilimselleşmesi‟ tarihi olarak betimleyebiliriz."
"Konuşmama, sunacağım bildirinin duyurulan ilk başlığındaki bir kavramı değiştirerek başlamak istiyorum. Başlıktaki “kimlik” kavramı yerine “bilinç” kavramını önermek istiyorum. Konu üzerine çalışırken bilinç kavramının kimlik kavramından... more
"Konuşmama, sunacağım bildirinin duyurulan ilk başlığındaki bir kavramı değiştirerek başlamak istiyorum. Başlıktaki “kimlik” kavramı yerine “bilinç” kavramını önermek istiyorum. Konu üzerine çalışırken bilinç kavramının kimlik kavramından daha uygun olduğu kanısına vardım. Kimlik kavramı hem statik bir kavrayış biçimine denk düşüyor hem de salt betimleyici olduğu için muhafazakar bir kavramdır. Kimlik kavramının akademik ortamlarda popüler bir kavram olduğunu biliyorum. Sanırım ben de biraz bunun etkisinde kalarak kullanmışım bu kavramı."
Aydınlanmacılığın İngilizce karşılığı "Enlightenment", Almanca karşılığı ise "Aufklärung‟dur. Aydınlanmacılığın bu iki dildeki karşılığı arasında birisi daha çok pratiği, diğeri ise daha çok teoriyi çağrıştıran ama birbirini tamamlayan... more
Aydınlanmacılığın İngilizce karşılığı "Enlightenment", Almanca karşılığı ise "Aufklärung‟dur. Aydınlanmacılığın bu iki dildeki karşılığı arasında birisi daha çok pratiği, diğeri ise daha çok teoriyi çağrıştıran ama birbirini tamamlayan önemli bir fark olduğu kanısındayım. Enlightenment sanki yürünen uzun veya kısa ama karanlık bir yolun engebelerinin ve dolambaçlarının görülebilmesi için ışıklandırma eylemiymiş gibi bir duygu uyandırıyor. Aufklärung ise daha çok önünüzde duran bir durum veya bir şey hakkında etraflı bilgi edinip öğrenme ve bilgilendirme eylemidir. Belki bu farktan dolayı İngiliz, Fransız ve Alman aydınları arasında bir karşılaştırma yapıldığı zaman, İngiliz ve Fransızların politik sistemlerini devrimci yoldan değiştirirken, Almanların düşünceyi devrimcileştirdiği (Heinrich Heine) söylenir. Bu fark Aydınlanmacılığın birbirini tamamlayan iki boyutunu vurgular.
Adam Smith (1723-1790) is founder of political economy. This aspect of his work has almost been interpreted from the stand point of his metaphorical use of ‘invisible hand’. Apart from the fact that this approach to Smith’s political... more
Adam Smith (1723-1790) is founder of political economy. This aspect of his work has almost been interpreted from the stand point of his metaphorical use of ‘invisible hand’. Apart from the fact that this approach to Smith’s political economy distorts his economic teaching, political economy is only one aspect of his work. He is also one of the greatest philosophers in modern times. This aspect of his work still needs to be discovered. In what follows, by working out Smith’s contribution to the debate on mind-body problem, I endeavour to make the philosophical aspect of his work more accessible. Traditionally, this problem is dealt with merely as an epistemological question. As opposed to this, Smith deals with this problem not only as a philosophical question but also as a social problem. Accordingly, Smith endeavours to show how this problem might be solved not only as a philosophical question but also as a social problem. When Smith ponders over this problem, he envisages answering at least three questions at the same time, namely: firstly, how philosophy can become scientific, in the sense that it becomes relevant for everyday and public life; secondly, how mind and body can in their relation to one another be rationalised; and thirdly, how a public life can be established on some reasonable principles that it does not cause any mind-body problem in individuals – in the sense that it does not suppress their conscience and that there is not a considerable gap between their ideal goals and more immediate needs in the comprehensive sense of the term.
"The term Knowledge Economy (KE) or Knowledge Based Economy (KBE) is used in a loose way to refer to the researches, developments and economic activities in Information and Communication Technology. In recent years many other terms have... more
"The term Knowledge Economy (KE) or Knowledge Based Economy (KBE) is used in a loose way to refer to the researches, developments and economic activities in Information and Communication Technology. In recent years many other terms have been invented and many others will follow to describe similar developments in other areas of production and consumption. In short, the technological developments centred around information and communication technology towards the end of the 20th century have transformed already significantly the social landscape and reshaped the material basis of society, as Manuel Castells points out."
"Yazının başlığında 'Sağduyu Epistemolojisi' olarak TürkçeleĢtirilen kavramın İngilizce karşılığı “Common-Sense Epistemology”dir. Bu kavram, İskoç aydınlanmacılığının felsefi anlayışını tanımlamak için kullanılan “Sağduyu Felsefesi”nin... more
"Yazının başlığında 'Sağduyu Epistemolojisi' olarak TürkçeleĢtirilen kavramın İngilizce karşılığı “Common-Sense Epistemology”dir. Bu kavram, İskoç aydınlanmacılığının felsefi anlayışını tanımlamak için kullanılan “Sağduyu Felsefesi”nin (Common-Sense Philosophy) bilim felsefesi ile ilgili olan boyutuna işaret eder. Common-Sense Philosophy kavramı son yıllarda bazen “ortakgörü felsefesi” olarak çevrilmektedir. Ortakgörü kavramının Adam Smith ve diğer Common-Sense düşünürlerinin felsefelerini tanımlamak amacıyla kullandıkları kavramın anlamını daralttığı kanısındayım. Çünkü „Sağduyu Felsefesi‟ kavramı daha geniş bir anlam taşımaktadır. Bundan dolayı Common-Sense Philosophy kavramını “Sağduyu Felsefesi” olarak çevirmek daha doğru gibi geliyor. Burada bu kavramı ayrıntılı olarak tanımlamamız mümkün değil. Çünkü bu İskoç Aydınlanmacılığında ortaya çıkan felsefenin temel özelliklerinin sergilenmesini gerektirmektedir."
"I am going to talk about Hegel’s relationship to the Enlightenment. In particular I am going to comment about the Enlightenment chapter in Phenomenology and I mean by this in particular those paragraphs from 538 to 581."
The Adam Smith Problem concerns the relationship between Smith’s two major works, The Theory of Moral Sentiments (TMS) and An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations (WN). Two passages in particular, one in TMS and the... more
The Adam Smith Problem concerns the relationship between Smith’s two major works, The Theory of Moral Sentiments (TMS) and An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations (WN). Two passages in particular, one in TMS and the other in WN, triggered off the whole debate some 150 years ago. In TMS, Smith asserts:

How selfish soever man may be supposed, there are evidently some principles in his nature, which interest him in the fortune of others, and render their happiness necessary to him, though he derives nothing from it except the pleasure of seeing it. [TMS, I.i.1]

Yet in WN he observes:

It is not from the benevolence of the butcher, the brewer, or the baker, that we expect our dinner, but from their regard to their interest. We address ourselves, not to their humanity but to their self-love, and never talk to them of our own necessities but of their advantages. [WN, I.ii.2]

In these two statements Smith makes two fundamentally different claims about human nature. In the quotation from TMS, Smith suggests that in human nature there are some original principles that make us interested in the happiness of our fellow creatures. If our fellow creatures are unhappy, we feel sorrow and want to help them to overcome their unhappiness. If they are happy, we enjoy their happiness without expecting anything except seeing their happiness. By contrast, in the passage from WN, Smith describes human beings merely as self-interested or egocentric beings. It is not the pleasure of seeing others’ happiness that primarily motivates them but pure self-interest. The conception Smith relies on here is a conception of pure utilitarian self-interest or self-love. Accordingly, we have to expect our dinner from the butcher, brewer, or baker not from their benevolence or humanity, but solely from their regard to their own self-interest.
It is this seeming paradox in Smith’s anthropological and in effect social theoretical accounts that gave rise to the whole debate about the “Adam Smith Problem”.  The main question in this debate is whether Smith’s work contains two fundamentally different conceptions of human nature. If it does, how should this contradiction be explained?
In this paper I make two fundamental claims. First, unlike many scholars, I claim that Smith has one conception of human nature. But I suggest that his conception has two complementary aspects—a general and a particular. The aspect of human nature he develops in TMS I take for his general conception, and the one in WN I regard as his particular conception of human nature in the age of commercial society. Second, I claim that all attempts to explain the contradiction between these two aspects of Smith’s conceptions of human nature have failed because they approached it merely as a conceptual problem of Smith’s.  Unlike these scholars, I suggest that this is a historical-practical problem arising from social relations in commercial society. Moreover, I suggest that Smith is very well aware of this problem and that he develops a solution to it. In this paper, I endeavor, therefore, to show Smith’s own solution to the Adam Smith Problem. To do this, I will first reconstruct the problem by working out Smith’s theory of social individuality in TMS. I move on then, secondly, to explore Smith’s account of the situation of the individual in commercial society as is given in WN. And finally, I shall refer to Smith’s utopia of a sympathetic society as his projected solution to the problem.
"Bugun felsefe ve toplumbilim çerçevesinde yaşanan tartışmaların en onemli konularından birisi, emek kavramının tanımlanması ve bu tanımdan yapılacak ilkesel cıkarmaların ne olabileceğidir. Tartışmanın, teorik ve pratik olmak üzere iki... more
"Bugun felsefe ve toplumbilim çerçevesinde yaşanan tartışmaların en onemli konularından birisi, emek kavramının tanımlanması ve bu tanımdan yapılacak ilkesel cıkarmaların ne olabileceğidir. Tartışmanın, teorik ve pratik olmak üzere iki boyutu var. Teorik tartışmanın, toplumun ve felsefenin ontolojik kaynaklarına kadar varan derin bir yanı var. Bu bağlamda tartışılan en onemli soru, 'toplumu ve felsefeyi var eden nedir?' sorusudur. Tartışmanın pratik yanı, son çeyrek yüz yıl zarfında üretim araclarında gözlenen gelişmelerden kaynaklanan üretimde ve toplumsal yapıda yaşanan değişiklikler ve bu değişikliklere bilinçli bir yoön verme çabasıyla ile ilgilidir. Tartışmaya hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım, merkezinde açık veya gizli bir toplum teorisi olduğunu görüyoruz. Dünya çapında yaşanılan toplumsal sorun ve krizlerden yola çıkacak olursak, bu tartışmanın yakın ve uzak gelecekte felsefenin ve toplumbilimin ve pratik politik tartışmaların gündemini belirleyeceğini iddia edebiliriz."
"Dünya işçi sınıfı ve ezilen halklar, vermiş oldukları kurtuluş mücadelesinin büyük bir emekçisini yitirdi. Geçen hafta 84 yaşında yitirdiğimiz filozof Hans Heinz Holz, kelimenin tam anlamıyla işçi sınıfının filozofuydu. Holz, 20.... more
"Dünya işçi sınıfı ve ezilen halklar, vermiş oldukları kurtuluş mücadelesinin büyük bir emekçisini yitirdi. Geçen hafta 84 yaşında yitirdiğimiz filozof Hans Heinz Holz, kelimenin tam anlamıyla işçi sınıfının filozofuydu. Holz, 20. yüzyılın son üççeyreğinin ve 21. yüzyılın ilk on yılının, yani insanlık tarihinde son derece dramatik olayların, büyük tarihsel ileri sıçramaların ve trajik çöküşlerin yaşandığı bir dönemin canlı tanığı olmuştur ki o, bu olaylara, olayların en yoğun ve şiddetli yaşandığı ülkede, Almanya‟da tanıklık etmiştir. Aynı zaman da bugün dünya entelektüel gündemini meşgul eden birçok 20. yüzyıl Heidegger, Gadamer ve Habermas gibi birçok Alman entelektüeli ile de aynı çağı paylaşmıştır. Aralarında önemli bir fark vardır: Holz, birçok yasal ve siyasal engelle, örneğin meslek yasağı ile filozof olarak bastırılmak istenirken, diğerleri hemen her türlü devlet desteği görmüştür, sonuna kadar teşvik edilmiştir. Buna karşın Holz, geride genç kuşakların Marksist felsefeyi geliştirmek için hemen her bakımdan bir çıkış noktası bulabileceği birçok büyük eser bırakmayı başarmıştır."
"Bildirinin başlığında kullandığım „Ebedi Barış‟ kavramının kime ait olduğu ilk bakışta anlaşılacaktır. Immanuel Kant (1724-1804), bu kavramı, bu başlık altında ünlü olan “felsefi tasarı”sına”3 (philosophischer Entwurf) başlık olarak... more
"Bildirinin başlığında kullandığım „Ebedi Barış‟ kavramının kime ait olduğu ilk bakışta anlaşılacaktır. Immanuel Kant (1724-1804), bu kavramı, bu başlık altında ünlü olan “felsefi tasarı”sına”3 (philosophischer Entwurf) başlık olarak seçerken, bununla insanlığın yüzlerce, belki de binlerce yıldan beri süregelen ve kültür, köken, din, inanç ve coğrafyadan bağımsız bütün toplumlarda ve kültürlerde arzulanan bir toplum ve dünya durumunu ifade ettiğini çok iyi biliyordu. Son yıllarda “postmodernizm” tartışmalarının aşındırmaya çalıştığı bu Aydınlanmacı büyük düşünürün “felsefi tasarı”sını sadece bir kültür veya bölge için değil, dünya çapında bütün insanlığın durumu olarak tasarladığını hemen belirtmek gerekir."
"İnsan yaşamı için ekmek ve su ne kadar gerekli ise, felsefeyi ve empirik bilimleri sağlam bilimsel temellere oturtabilmek için ontoloji de o kadar gereklidir. Daha da ötesi, ontoloji günlük/gündelik yaşam için dahi son derece yaşamsal... more
"İnsan yaşamı için ekmek ve su ne kadar gerekli ise, felsefeyi ve empirik bilimleri sağlam bilimsel temellere oturtabilmek için ontoloji de o kadar gereklidir. Daha da ötesi, ontoloji günlük/gündelik yaşam için dahi son derece yaşamsal bir öneme sahiptir. Günlük deyişle ontoloji olumsuz anlamda „soyut‟ bir bilimdir. Fakat bu olumsuz tanımlama, onun yaşamsal önemine dair gerçeği değiştirmez. Aksine o, bu yaşamsal önemine dair gücünü özellikle son derece „soyut‟ olma özelliğinden alır."
Nietzsche, felsefe tarihinin kuşkusuz en ilginç kişiliklerinden birisidir. Kullanmış olduğu dilin şiirselliği, güçlü retoriği ve (görünüşte) radikalliği, hemen herkesi ona hayran kılıyor. Son derece garip bir olgudur; ondan aynı zamanda... more
Nietzsche, felsefe tarihinin kuşkusuz en ilginç kişiliklerinden birisidir. Kullanmış olduğu dilin şiirselliği, güçlü retoriği ve (görünüşte) radikalliği, hemen herkesi ona hayran kılıyor. Son derece garip bir olgudur; ondan aynı zamanda hem muhafazakârlar medet umuyor hem de birçok ilerici özgürlük arayışları için ona ilham kaynağı olarak bakıyor.
Bu yazının amacı, Diyalektik Düşünce İçin Uluslararası Hegel-Marx Derneği’nin başkanı Domenico Losurdo’nun Tarih Uğruna Kavga: Tarihçi Revizyonizm ve Onun Mitleri adlı kitabını tanıtmaktır. Burada kitabı bütün zenginliğiyle hakkını... more
Bu yazının amacı, Diyalektik Düşünce İçin Uluslararası Hegel-Marx Derneği’nin başkanı Domenico Losurdo’nun Tarih Uğruna Kavga: Tarihçi Revizyonizm ve Onun Mitleri adlı kitabını tanıtmaktır. Burada kitabı bütün zenginliğiyle hakkını vererek tanıtmak mümkün değil.
Ancak hemen söylemek gerekirse, kitap, tarih biliminde neredeyse son üç yüz yıldan buyana yaşanan tartışmaları anlamak için kaçınılmaz bir eserdir.
Marx‟ın ve Marksizmin öldüğünü ilan eden retorik, neredeyse onun tarihi kadar eskidir. Durum ve koşullara göre iniş çıkış eğrileri çizerek bir nevi onun tarihini beraber yazmaktadır. Sadece bir iddiadan ibaret olan bu retoriğin itibarı ne... more
Marx‟ın ve Marksizmin öldüğünü ilan eden retorik, neredeyse onun tarihi kadar eskidir. Durum ve koşullara göre iniş çıkış eğrileri çizerek bir nevi onun tarihini beraber yazmaktadır. Sadece bir iddiadan ibaret olan bu retoriğin itibarı ne kadar çabuk yükseliyorsa düşüşü de o kadarhızlı oluyor. Sovyet merkezli sosyalist sistemin çözülmeye başlamasıyla, 1990‟lı yıllarda yükselen retorikte bilimsel olmaktan çok, propaganda amaçlı, gerekçelendirilmemiş boş bir iddiadan ibaretti. Marx‟ın ve Marksizmin öldüğünü ilan eden bu son retorik dalganın ömrü de basın ve medyanın bütün çabasına karşın kısa oldu. Marx‟ın düşünceleri, 150 yılı aşkın bir süredir insanlığın yaşamını o kadar derinden etkiledi ve değiştirdi ki, o artık insanlığın kültürel tarihinin ve yaşamının, ideolojik ve sınıf kavgalarının ve entelektüel dünyasının ayrılmaz bir parçası haline geldi. Kısacası, belki “birçokları bunun bazen bilincinde olmasa da, o (artık,- DG) çağdaş insanlığın ortak değeri haline gelmiştir.” (Avineri, 1983: 14)
Smith never devoted an exclusive extensive work to epistemological questions. The main subjects of his work may be located in practical philosophy rather than theoretical philosophy. His work is penetrated by an epistemological theory... more
Smith never devoted an exclusive extensive work to epistemological questions. The main subjects of his work may be located in practical philosophy rather than theoretical philosophy. His work is penetrated by an epistemological theory that works in the background rather than in the foreground. But his Essays on Philosophical Subjects (EPS) could be read as a programmatic attempt to systematically clarify some of the major questions of modern epistemology. In EPS Smith, like Kant, for example, endeavours to provide a solution to questions of modern epistemology - particularly to those raised by Cartesian scepticism and Humean agnosticism. But in his reply, Smith follows an entirely different path. In this paper, I am going to set Smith’s epistemology, first, in the context of Cartesian scepticism about whether sense perceptions are of any relevance to the theory of knowledge, and second, in the context of Humean agnosticism about whether there are universals in both the material and the ideal world. The overall purpose of this paper is to give an overview over some of Smith’s major epistemological principles.
Türkçede “Aydınlanma” kavramı, Avrupa tarihinde hem bir dönemi hem de bu döneme damgasını vurmuş olan bir hareketi (“Aydınlanmacı Hareket”i) betimlemek için kullanılmaktadır. Dünya çapında son çeyrek yüzyılın en çok tartışılan... more
Türkçede “Aydınlanma” kavramı, Avrupa tarihinde hem bir dönemi hem de bu döneme damgasını vurmuş olan bir hareketi (“Aydınlanmacı Hareket”i) betimlemek için kullanılmaktadır.
Dünya çapında son çeyrek yüzyılın en çok tartışılan konularındandır Aydınlanmacılık. Onun hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Aydınlanmacılığın ortaya attığı düşünceler ve gerçekleştirmeye çalıştığı toplumsal ve siyasi projeler birçok bakımdan ağır eleştirilere maruz kaldı. Fakat sıkça eleştirilenin ne olduğu tam bilinmeden eleştirildiği görülmektedir. Bu kısa yazı çerçevesinde Aydınlanmacılığın ana düşüncesini betimleyerek konuya (özellikle din ile de olan ilişkisine de) açıklık getirmek istiyorum. Böylece yapılacak muhtemel eleştirilerin daha anlamlı olmasına katkı sunacağımı umuyorum."
"1970‟li ve 1980‟li yıllarda İngilizce konuşulan dünyada Marksizm üzerine Fransızca ve Almanca konuşulan dünyalardakinden farklı bir tartışma gelişti. Bugün değişik biçimler alarak hala süren ve Fransızca ve Almanca konuşulan dünyada... more
"1970‟li ve 1980‟li yıllarda İngilizce konuşulan dünyada Marksizm üzerine Fransızca ve Almanca konuşulan dünyalardakinden farklı bir tartışma gelişti. Bugün değişik biçimler alarak hala süren ve Fransızca ve Almanca konuşulan dünyada neredeyse hiç bir rol oynamayan bu tartışmanın merkezinde Marx'ın ahlak felsefesi ve adalet teorisiyle olan ilişkisi bulunuyordu. İngilizce konuşulan dünyadan farklı olarak Fransızca konuşulan dünyada yapılan tartışmalarda, yapısalcı felsefenin etkin olmasından dolayı Marx'ın eserindeki sistem-özne ilişkisi öne çıkmıştır. Almanca konuşulan dünyada ise; sistemler arası rekabetin en dolaysız bir şekilde yaşanmasından ve idealistfelsefenin Kant'tan bu yana köklü geleneklere sahip olmasından dolayı; bir taraftan Marx'ın idealist felsefeyi nasıl aştığı en ince ayrıntısına kadar gün ışığına çıkarılmıştır; diğer taraftan Hegel'den beri gündemde bulunan ama özellikle Marx'ın gençlik yazılarının 1970‟li yıllarda yayınlanmasıyla yeniden canlanan „yabancılaşma‟ (Alm.: Entfremdung, İng.: Alienation) ve „tanıma‟ (Alm.: Anerkennung, İng.: Recognition) teorilerinin Marx'ın eserindeki yeri üzerine köklü tartışmalar yapılmıştır."
Siyasal bilimler çerçevesinde uluslararası ilişkilerin pratik ve kuramsal sorunları üzerine yürütülen tartışmaların en önemli sorularından birisi ileriden beri yöntem sorusu olagelmiştir. Uluslararası siyaset kuramının temelleriyle de... more
Siyasal bilimler çerçevesinde uluslararası ilişkilerin pratik ve kuramsal sorunları üzerine yürütülen tartışmaların en önemli sorularından birisi ileriden beri yöntem sorusu olagelmiştir. Uluslararası siyaset kuramının temelleriyle de direk ilgili olan bu soruya verilen yanıta göre herkes kendisini var olan değişik okullarla şu veya bu biçimde ilişkilendirir. Nedir yöntemle ilgili bu temel soru? Uluslararası ilişkilere neyi temel alıp yaklaşacağız? Ahlakçılığı mı, sözleşmeciliği mi, kurumculuğu mu, pozitivist gerçekçiliği mi, yoksa Luxemburg’un önerdiği gibi, eleştirel gerçekçilği mi?
Karl Korsch‟un ünlü polemik yazısına verdiği “Marksizm ve Felsefe” başlığı Marksizmin felsefe ile olan ilişkisinin sanki dışsal bir ilişki olduğuna dair bir çağrışım yapıyor. Diğer taraftan Martin Heidegger, 1969 yılında Richard Wisser‟e... more
Karl Korsch‟un ünlü polemik yazısına verdiği “Marksizm ve Felsefe” başlığı Marksizmin felsefe ile olan ilişkisinin sanki dışsal bir ilişki olduğuna dair bir çağrışım yapıyor. Diğer taraftan Martin Heidegger, 1969 yılında Richard Wisser‟e Alman televizyonda verdiği bir röportajda Marx‟ın 11. Feuerbach tezinin “temelsiz” olduğunu ileri sürüp tezin “kararlı olarak felsefeye karşı olduğuna dair bir izlenim bıraktığını” ama tezin “ikinci bölümünün ise açıkça belirtilmeden bir felsefe talep” ettiğini ileri sürdü. Heidegger burada kendine has karman çorman dilinde, Marx‟ın felsefeyi yadsıdığını ve böylece 11. Feuerbach tezinin felsefi olarak gerekçelendirilmiş bir tez olarak görülemeyeceğini ima etmek istiyor. O, bununla aslında, daha genel olarak, ömrü boyu yıkmaya çalıştığı Marksizmin felsefi bir içerikten yoksun olduğunu ileri sürmüş oluyordu. Çünkü Marx‟ın 11. Feuerbach tezi, biran ilham geldiğinde kağıda dökülen, bırakılıp unutulan bir tez değil. Aksine bu tez bütün diğer Feuerbach tezlerinin en üst momentini oluşturuyor ve Marx‟ın uzun yıllar yapmış olduğu araştırmada bir dönüm noktası ifade ediyor. Diğer tezlerle beraber bu tez Marx ve Engels‟in bütün çalışmalarına bundan böyle bir nevi yön veren ve bütün eserlerinin içine sinmiş programatik bir tezdir. Bundan dolayı Heidegger‟in saldırısı için Marksçı felsefenin özünü oluşturan bu tezi seçmesi bir rastlantı değildir ve o bu teze saldırmakla direk Marksizmin kalbine saldırmak istemektedir.
"G. W. F. Hegel (1770-1831), Karl Marx‟ın deyimiyle „en büyük düşünür‟, dilinin ve üslubunun bütün zorluğuna ve sisteminin her unsurunu birbiriyle ve bütün ile ilişkilendiren kompleksliğine, yani ilk bakışta bütün „dışsal iticiliğine‟... more
"G. W. F. Hegel (1770-1831), Karl Marx‟ın deyimiyle „en büyük düşünür‟, dilinin ve üslubunun bütün zorluğuna ve sisteminin her unsurunu birbiriyle ve bütün ile ilişkilendiren kompleksliğine, yani ilk bakışta bütün „dışsal iticiliğine‟ karşın, dostunun ve düşmanının vazgeçemediği ve kelimenin gerçek anlamında boğuşmak zorunda kaldığı bir düşünürdür. Karşıtları ona „maceracılık‟ suçlamasında bulunmak; düşmanları onu ya „açık toplum düşmanı‟ ilan etmek ya da kendi karşı-felsefi emelleri için onun öğretisinin içini boşaltmak; dostları, bütün eleştirilerine karşın onun mirasına sahip çıkmak amacıyla; kısacası yaşamı, tarihi, toplumu, siyaseti ve düşünceyi devrimci emeller veya muhafazakar kaygılarla ciddiye alan herkes, Hegel ile hesaplaşmayı bir zorunluluk olarak görüyor. Bundan dolayı Hegel‟i tartışmak, son yıllarda moda olan „tarafsız‟ bir bakış açısından yapılamaz. Böyle bir deneme, Hegel‟in felsefesinin „ruhuna‟ aykırı olduğu gibi, baştan başarısızlığa mahkum, verimsiz bir çaba olacaktır. Hegel ile dile getirecek olursak, felsefe tarihine böyle bir yaklaşımla “fazla yol alınmaz”. Hegel, felsefenin ve felsefe tarihinin sorunlarına yaklaşırken belli bir bakış açısına sahip olunması gerektiğini belirtiyor ve belli bir bakış açısına sahip olabilmek için ise ne arandığının bilinmesi gerektiğini düşünüyor; ele aldığımız konuda hem olumlu hem de eleştirel bir tavır takınmamızı salık veriyor."
"Kant‟ın bir çalışması daha Ahmet Fethi Yıldırım‟ın çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı: Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Gözlemler. Kant, bu kitapçığı yayınladığında henüz kırk yaşındadır ve kendisine dünya felsefe tarihinde seçkin bir... more
"Kant‟ın bir çalışması daha Ahmet Fethi Yıldırım‟ın çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı: Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Gözlemler. Kant, bu kitapçığı yayınladığında henüz kırk yaşındadır ve kendisine dünya felsefe tarihinde seçkin bir filozof olarak yer sağlayacak “kariyerine” henüz başlamıştır.2 Kendi deyimiyle bir filozofun bakış açısından çok bir gözlemcinin bakış açısıyla kaleme aldığı çalışması 1764‟de yayınlanmıştır. Metnin 1766 ve 1771 yıllarında kendisinin hazırladığı ikinci ve üçüncü baskısı yapılmıştır."
In the last two decades we have read and heard a great deal of noise about the “third stage of the Industrial Revolution”, that is, the development of information and communication technology, computer-based new automata, robots and other... more
In the last two decades we have read and heard a great deal of noise about the “third stage of the Industrial Revolution”, that is, the development of information and communication technology, computer-based new automata, robots and other mechanical, electrical and electronic means of production. This development is sometimes described in such a way that often we have the impression that we have entered an entirely new epoch in human history and that it would therefore be in vain to refer to past ages to understand and explain our present situation. This might be true of technological developments. But what about social relations? Have they changed, and if yes, how far and in what sense have they changed?
"Luxemburg is one of the most interesting social and political theorists and activists in the Marxist movement of the 19th and 20th centuries in particular and one of the most important political theorists and activist in general. Her... more
"Luxemburg is one of the most interesting social and political theorists and activists in the Marxist movement of the 19th and 20th centuries in particular and one of the most important political theorists and activist in general. Her name is very popular. She personally enjoys great sympathy among almost all leftwing parties and groups and even among various schools of bourgeois academics. Curious it is, her intellectual and political work occupies however hardly the place in research and debates, which she deserves. Even among leftwing political movements broadly speaking her name is often reduced to not more that a mere popular symbolism."
"This paper aims to present Smith’s theory of subject in his intellectual context and in relation to some contemporary approaches. The issue will be, first, dealt with in relation to Descartes from a philosophical and social historical... more
"This paper aims to present Smith’s theory of subject in his intellectual context and in relation to some contemporary approaches. The issue will be, first, dealt with in relation to Descartes from a philosophical and social historical point of view and this will be related to Smith philosophy of subject. After having referred to Smith’s Scottish background as a philosopher, there will be presented Smith’s two dimensional (general and historical) philosophy of subject as a critique of Cartesian philosophy of subject. In that connection there will be pointed to two traditions in the philosophy of subject: cogito and mirror. As will be seen below, Smith defines himself in mirror tradition. This will lead to presentation of Smith’s methodological revolution in the theory of subject and of his use of some of his major concepts such as situation, sympathy, impartiality and the division of labour. After having worked out Smith’s investigation into the contradiction between general and historical aspects of the philosophy of subject there will be pointed out that Smith’s uses a social theoretical perspective which might bring about the emancipation of subject."
Research Interests:
"Heidegger, felsefeyi zenginleĢtirmek yerine, bir hareketin hizmetine sunmakla onun yıkılıĢı için çalıĢmıĢtır; bu hareket, kendisini hayatta tutan katilce aĢağılamada ve giriĢmiĢ olduğu tamamıyla yok etmede bütün insancıl değerlerin ve de... more
"Heidegger, felsefeyi zenginleĢtirmek yerine, bir hareketin hizmetine sunmakla onun yıkılıĢı için çalıĢmıĢtır; bu hareket, kendisini hayatta tutan katilce aĢağılamada ve giriĢmiĢ olduğu tamamıyla yok etmede bütün insancıl değerlerin ve de bütün düĢüncenin radikal yadsımasını ortaya koymaktadır."
Research Interests:
"Bu yazı çerçevesinde, Yeni Hegelciliğin hazırlanıĢında Hegel‟e dair ileri sürülen bazı iddialara bakılacak ve bunlar çürütülmeye çalıĢılacaktır. Bu iddialar, yukarıda belirtildiği gibi, genel olarak Hegel‟in Avrupa Aydınlanmacılık... more
"Bu yazı çerçevesinde, Yeni Hegelciliğin hazırlanıĢında Hegel‟e dair ileri sürülen bazı iddialara bakılacak ve bunlar çürütülmeye çalıĢılacaktır. Bu iddialar, yukarıda belirtildiği gibi, genel olarak Hegel‟in Avrupa Aydınlanmacılık hareketi ve özel olarak Fransız Devrimi ile olan iliĢkisi üzerinedir. Bundan dolayı yazıdaki öncelikli amaç, Tinin Fenomenolojisi‟nin (Phänomenologie des Geistes) “Aydınlanmacılık” bölümü temel alınarak, özel olarak Hegel‟in felsefesinin Fransız Devrimi ve Avrupa Aydınlanmacılığı ile olan iliĢkisi, genel olarak da Tinin Fenomenolojisi‟nin içeriği ve Hegelci felsefenin niteliği üzerine bir yorum denemesinde bulunmaktır."
Research Interests:
"Onur Hamzaoğlu, şarlatanlıkla suçlayanlar bugüne kadar tek bir kanıt bile gösteremediler. Bu konuda kamuoyuna borçlu kaldılar. Fakat ben bu yazıda suçlamayı ciddiye alıp, suçlamanın neden temelsiz olduğuna dair hem teorik hem de pratik... more
"Onur Hamzaoğlu, şarlatanlıkla suçlayanlar bugüne kadar tek bir kanıt bile gösteremediler. Bu konuda kamuoyuna borçlu kaldılar. Fakat ben bu yazıda suçlamayı ciddiye alıp, suçlamanın neden temelsiz olduğuna dair hem teorik hem de pratik kanıtlar getireceğim. Böylelikle “şarlatan” ve “bilimci”, “şarlatanlık” ve “bilimsellik” gibi kavramlara da anlam bakımından açıklık getirmek istiyorum."
Research Interests: