ISBN: 978-9944-405-52-2
AVRUPA BİRLİĞİ KAPI ARALIĞINA SIKIŞMIŞ ÜLKE KUZEY KIBRIS
KIBRIS TÜRK
TÜRK SANAYİcİLERİ VE
İŞADAMLARI DERNEĞİ
İŞADAMLARI DERNEĞİ
AVRUPA BİRLİĞİ KAPI ARALIĞINA
SIKIŞMIŞ ÜLKE: KUZEY KIBRIS
Mart 2009
Yayın No. TÜSİAD- T/2009-03/483)
Meşrutiyet Caddesi, No: 46 34420 Tepebaşı/İstanbul
Telefon : (0 212) 249 07 23 • Telefax : (0 212) 249 13 50
“© 2009, TÜSİAD”
“Tüm hakları saklıdır bu eserin tamamı ya da bir bölümü, 4110 sayılı Yasa
ile değişik 5846 sayılı FSEK.’nu uyarınca, kullanılmazdan önce hak sahibinden
52. Maddeye uygun yazılı izin almadıkça, hiç bir şekil ve yöntemle işlenmek,
çoğaltılmak, çoğaltılmış nüshaları yayılmak, satılmak, kiralanmak, ödünç verilmek, temsil edilmek, sunulmak, telli ve/veya elektronik yöntemlerle iletilmek
suretiyle kullanılamaz.”
ISBN: 978-9944-405-52-2
NET KIRTASİYE
TANITIM VE MATBAA SAN. TİC. LTD. ŞTİ
TEL:(0212) 235 77 74 (Pbx)
(0212) 249 40 60 (pbx)
e-mail:ncc@netcopycenter.com
www.netcopycenter.com
ÖNSÖZ
TÜSİAD, özel sektörü temsil eden sanayici ve işadamları tarafından 1971 yılında, Anayasamızın ve Dernekler
Kanunu’nun ilgili hükümlerine uygun olarak kurulmuş, kamu
yararına çalışan bir dernek olup gönüllü bir sivil toplum örgütüdür.
TÜSİAD, insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç
ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı
demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa
ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre
dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına
ve gelişmesine katkı sağlamayı amaçlar. TÜSİAD, Atatürk’ün
öngördüğü hedef ve ilkeler doğrultusunda, Türkiye’nin çağdaş
uygarlık düzeyini yakalama ve aşma anlayışı içinde, kadınerkek eşitliğini siyaset, ekonomi ve eğitim açısından gözeten
iş insanlarının toplumun öncü ve girişimci bir grubu olduğu
inancıyla, yukarıda sunulan ana gayenin gerçekleştirilmesini
sağlamak amacıyla çalışmalar gerçekleştirir.
TÜSİAD, kamu yararına çalışan Türk iş dünyasının temsil
örgütü olarak, girişimcilerin evrensel iş ahlakı ilkelerine uygun
faaliyet göstermesi yönünde çaba sarf eder; küreselleşme sürecinde Türk rekabet gücünün ve toplumsal refahın, istihdamın,
verimliliğin, yenilikçilik kapasitesinin ve eğitimin kapsam ve
kalitesinin sürekli artırılması yoluyla yükseltilmesini esas alır.
TÜSİAD, toplumsal barış ve uzlaşmanın sürdürüldüğü bir
ortamda, ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınmasında bölgesel ve sektörel potansiyelleri en iyi şekilde değerlendirerek ulusal ekonomik politikaların oluşturulmasına katkıda bulunur.
Türkiye’nin küresel rekabet düzeyinde tanıtımına katkıda bulunur, Avrupa Birliği (AB) üyeliği sürecini desteklemek üzere
uluslararası siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişki, iletişim,
temsil ve işbirliği ağlarının geliştirilmesi için çalışmalar yapar.
Uluslararası entegrasyonu ve etkileşimi, bölgesel ve yerel gelişmeyi hızlandırmak için araştırma yapar, görüş oluşturur, projeler geliştirir ve bu kapsamda etkinlikler düzenler.
TÜSİAD, Türk iş dünyası adına, bu çerçevede oluşan görüş
ve önerilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne, hükümete, diğer devletlere, uluslararası kuruluşlara ve kamuoyuna doğrudan ya da dolaylı olarak basın ve diğer araçlar aracılığı ile ileterek, yukarıdaki amaçlar doğrultusunda düşünce ve
hareket birliği oluşturmayı hedefler.
TÜSİAD, misyonu doğrultusunda ve faaliyetleri çerçevesinde, ülke gündeminde bulunan konularla ilgili görüşlerini
bilimsel çalışmalarla destekleyerek kamuoyuna duyurur ve bu
görüşlerden hareketle kamuoyunda tartışma platformlarının
oluşmasını sağlar.
“AB Kapı Aralığında Bir Ülke: Kuzey Kıbrıs” adlı bu çalışma Dr.Mustafa Besim Koordinatörlüğünde Dr. Vargın Varer,
Dr. Yenal Süreç, Özlem Oğuz ve Dr. Ümit İzmen tarafından
hazırlanmıştır. Bu çalışma Port İSBİ Ltd. , Corman Construction Ltd., Kıymet Trading Ltd.’in maddi katkılarıyla gerçekleştirilmiştir.
ÖZGEÇMİŞLER
Dr. Mustafa Besim
Doğu Akdeniz Üniversitesi İşletme Bölümünden 1994 yılından mezun olan Mustafa Besim yine aynı Üniversitenin Ekonomi Bölümünden yüksek lisans derecesini
1995 yılında aldı. Doktorasını 2004 yılında Birmingham Üniversitesinde tamamladı. 2003-2004 ve 2008 yıllarında Birleşmiş Milletler gözetiminde Kıbrıslı Türk ve
Kıbrıslı Rumlar arasında gerçekleştirilen görüşmelerde Ekonomi Komitelerinde
görev aldı. Doğu Akdeniz Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Fakültesinde 1998
yılından beri ders vermekte olan Mustafa Besim kamu maliyesi, proje değerlendirme ve finansmanı konularındaki çalışmaları yanında vergilendirme, kayıt dışı
ekonomi ve verimlilik konularında da akademik yayınları bulunmaktadır.
Dr. Vargın Varer
1988 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme Mühendisliği bölümünden mezun oldu. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü İşletme Finansı bölümünden Yüksek Lisans derecesi aldı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde aynı yıl başladığı İktisat doktorası eğitimini 2003 yılında tamamlayarak, iktisat doktorası derecesini almıştır. 1989 -1992 yılları arasında Türkiye’de özel bankalarda uzman yardımcısı ve uzman olarak çalışmıştır. 1992
sonundan itibaren Mağusa’da gemi acenteliği ve taşımacılık faaliyetleri yapmakta
olan aile şirketinde çalışmakta, halen yöneticiliğini yapmaktadır. 2001 yılından itibaren ise KKTC Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyeliğini sürdürmektedir. DAÜ
Bankacılık ve Finans Bölümünde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak Bankacılık
ve Finans dersleri vermektedir.
Dr. Yenal Süreç
Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisat Bölümünden 1992 yılında Lisans ve 1994
yılında Yüksek Lisans derecesi, 2004 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Anabilim
Dalından ise “Gelişmekte olan Ülkelerde Hizmet İhracına Dayalı Büyüme” konulu tez çalışması ile doktora derecesi almıştır. Türkiye’de sırasıyla İslam Ülkeleri
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (SESTRIC), Dış Politika Enstitüsünde
çalışmış, KKTC’ye döndükten sonra Doğu Akdeniz Üniversitesinde yarı zamanlı
öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. 2003 – 2006 yılları arasında KKTC Başbakanlığına bağlı AB Koordinasyon Merkezinde Uzman Ekonomist olarak çalışan Süreç, 2003-2004 ve 2008 dönemlerinde Birleşmiş Milletler gözetiminde yürütülen
Kıbrıs müzakerelerinde Ekonomik Konular Teknik Komitesinde yer almıştır. 2006
yılından bu yana Doğu Akdeniz Üniversitesi Ekonomi bölümünde tam zamanlı
Öğretim Görevlisi olarak görevine devam etmektedir. Uluslararası İktisat, Avrupa
Birliği, İstatistik, Mikro ve Makro iktisat konularında dersler veren Süreç’in dış
ticaret, rekabet, mal ve hizmet dolaşımı konularında çalışmaları bulunmaktadır.
Özlem Çilsal
1998 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi İşletme ve Ekonomi fakültesinden mezun
olduktan sonra 2001 yılında yine aynı fakültede yüksek lisansını tamamlamıştır.
Yüksek öğrenimi sırasında araştırma görevlisi olarak da görev yapan Çilsal, 20012005 yılları arasında Doğu Akdeniz Üniversitesinde yarı-zamanlı öğretim görevlisi
olarak görevine devam etmiştir. 2003-2004 Mart boyunca Avrupa Komisyonu’nda
“Ekonomik ve Mali İşler Direktörlüğünde” stajyer olarak görev yapan Çilsal Mart
2004’ten Mayıs 2004’e kadar Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nda görev yapmıştır. Mayıs 2004’ten itibaren iki buçuk yıl Ekonomi ve Turizm Bakanlığında çalışan Çilsal,
aynı süre zarfında USAID tarafından finanse edilen KOBİ Center’de danışmanlık görevinde de bulunmuştur. 2006 Ekim-2007 Ekim tarihleri arasında KKTC
Başbakanlık Müsteşarı ekonomi danışmanı olarak görevlendirilen Özlem Çilsal,
Ekim 2007 den beri Kıbrıs Türk Yatırım Geliştirme Ajansı’nda (YAGA) direktör
yardımcısı olarak görev yapmaktadır.
Dr. Ümit İzmen
İstanbul doğumlu olan Ümit İzmen, ekonomi dalında lisans derecesini 1983 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nden aldıktan sonra yine aynı üniversiteden 1986 yılında Tarih dalında lisansüstü ve 1994 yılında da ekonomi dalında doktora derecelerini aldı. 1986-1990 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde, araştırma görevlisi
olarak çalışan İzmen bu tarihten sonra TÜSİAD’da çeşitli kademelerde görev aldı.
Türkiye ekonomisi ile ilgili çeşitli yazıları bulunan İzmen 2000-2001 yılları arasında Bilgi Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim üyesi olarak ders verdi. Ümit
İzmen halen TÜSİAD Baş Ekonomisti olarak görev yapmaktadır.
İÇİNDEKİLER
1.GİRİŞ
9
2. KARŞILAŞTIRMALI BİR PERSPEKTİFTEN
KKTc EKONOMİSİNİN YAPISI
2.1 KKTC Halkının Gelir Durumu
2.2 Enflasyon
2.3 Bankacılık Sektörü
2.4 Kamu Maliyesi
2.5 Mali Yardımlar
2.6 İşgücü Piyasaları ve İstihdam
2.7 Dış Ticaret
13
15
17
18
20
21
23
25
3. KKTc EKONOMİK YAPISININ ANALİzİ VE
zAYIF YANLARININ TESPİTİ
3.1 KKTC Ekonomisinde Büyümenin Belirleyicileri
3.2 KKTC Ekonomisinin Karşılaştırmalı Rekabet Gücü
3.2.1 İstihdam ve Ücretler
3.2.2 Karşılaştırmalı İşgücü Verimliliği
3.3 KKTC’de Ekonomik Şoklar ve Büyüme Dönemleri
3.3.1 80’li Yıllar
3.3.2 90’lI Yıllar
3.3.3 2000’li Yıllar
3.4 KKTC Ekonomisinde Yapısal Sorunlar
29
31
37
38
41
42
44
45
47
50
4. ÇÖzÜM SÜREcİ DİNAMİKLERİ ÇERÇEVESİNDE
REFORM İhTİYAÇLARI
4.1. Yeni Bir Ekonomik Sisteme Doğru
4.1.1. Devletiçi Ekonomiden Piyasa Ekonomisine
4.1.2. Ekonomide Vizyon ve Hedefler
4.1.3. Reform Sürecinin Yönetişimi
4.2. Makroekonomik Reformlar
4.2.1. Mali Disiplinin Sağlanması
4.2.2. İstikrarlı Para Birimine Geçiş
4.2.3. Dış Ticaret Reformları
4.2.4. Serbest piyasa ekonomisinin kurumsallaştırılması
55
57
58
58
60
61
61
64
65
66
4.2.5. Fiziki Altyapının İyileştirilmesi
4.2.6. Avrupa Birliği Uyum Sürecinin Hızlandırılması
4.3. Mikro Ekonomik ve Düzenleyici Reformlar
4.3.1. Ürün Geliştirme ve Uzmanlaşma Politikaları
4.3.2. Özel Sektörün Geliştirilmesine Yönelik Teşvik Politikaları
67
68
68
72
76
5. ALTERNATİF SİYASİ ÇÖzÜM SENARYOLARINA GÖRE KKTc
EKONOMİSİNİN GELİŞİMİ
5.1 Mevcut Durumun Devamı
5.1.1 KKTC-TC ilişkileri
5.1.2. 2004 Referandumu sonrası AB ile ilişkiler
5.1.3. Çözüm Olmaması Durumunda Olası Senaryolar
5.2 Kısmi Çözüm: AB’nin izolasyonları kaldırması ve AB’ye Yakınlaşma
5.2.1. Ada içi gelişmeler
5.2.2. Avrupa Birliği ile İlişkilerde Gelişmeler
5.3 BM parametreleri çerçevesinde kapsamlı bir çözüm
5.3.1 Kuzey ve Güney Ekonomilerinin Entegrasyonu
5.3.2 Kuzey Kıbrıs’ın AB ile Uyumu ve Entegrasyonu
85
87
88
91
96
99
100
103
105
107
110
6. SONuÇ
Kaynakça
EKLER
A.Geçmişten Bugüne Kuzey Kıbrıs Ekonomisi
A.1. Milli Gelir Yapısı ve Büyüme Hızı
A.1.1 KKTC Ekonomisinde Dönemsel Gelişim
A.1.2 Çözüm Umutlarının Ekonomik Kazanca Dönüştüğü Dönem
A.2 KKTC Ekonomisinde Enflasyon ve Faiz Oranlarının Seyri
A.3 Kamu Maliyesi
A.3.1 Kamu Kesimi Dengesi
A.3.2 Bütçe Giderlerinin GSMH’ye Oranındaki Artış
A.3.3 Kamu Gelirleri
A.4 KKTC Bankacılık Sektörü
A.5Dış Ticaret Yapısı
115
121
123
125
126
128
130
132
134
134
136
138
140
146
1
GİRİŞ
GİRİŞ
1. GİRİŞ
Kıbrıs sorunu, çözümsüz kalmış uluslararası sorunların en eskilerindendir. Birleşmiş Milletler soruna taraf olduğu yıldan bu yana dönem dönem inisiyatif alarak
çözüm arayışlarında bulunmasına ve geçen süre zarfında beş BM Genel Sekreteri
değişmiş olmasına rağmen halen daha sorun çözümlenmiş değildir. Çözüme en
çok yaklaşıldığı dönem 2004 yılı olmuştur. Dönemin Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri Kofi Annan tarafların müzakereleri sonucu hazırlanan planı 2004 Nisan
ayında tarafların onayı için eş zamanlı referanduma sunmuş, ancak plan Kıbrıs
Türkler tarafından %65 oranında destek bulurken, Kıbrıs Rumlarının %75’inden
hayır oyu alarak ortadan kalkmıştır. Ancak ne var ki adada artık hiçbir şey eskisi
gibi devam etmemektedir. Bu dönemde tarihsel olarak farklılık yaratan iki olay
gerçekleşmiştir. Bunlardan birincisi, 2003 yılında devreye giren ada içi karşılıklı
geçişlerin 30 yıl aradan sonra başlamış olmasıdır. İkincisiyse, 1 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye fiilen üye olması. Özellikle bu ikinci olay
Kıbrıs’taki siyasi soruna yeni bir boyut kazandırırken geçişlerin başlamış olması
da iki halk arasındaki etkileşim ve işbirliğinin önünü açmıştır.
Kıbrıs sorununun AB içerisine taşınması, Türkiye-AB ilişkilerini de etkiler bir
durum yaratmıştır. Türkiye’nin AB üyelik sürecine giden yolda en önemli aşama
aday kabul edilmesi ve Aralık 2005’te Brüksel zirvesinde üyelik müzakerelerinin
başlatılmasıdır. Ancak sürecin çok rahat yürümeyeceği ve her aşamada Kıbrıs sorunu ile ilişkilendirileceği kısa sürede ortaya çıkmıştır. 2006 yılında, Türkiye imzaladığı Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü Kıbrıs Cumhuriyeti’ne uygulamadığı için
AB ile üyelik müzakerelerinin önemli bir kısmını oluşturan 8 başlığın açılması AB
tarafından askıya alınmıştır. Bu gelişme ile Türkiye’nin AB süreci hız keserek belirli bir yavaşlama dönemine girmiştir. Bu gelişmeler göstermiştir ki, Türkiye’nin
AB yolunda ilerlemesi Kıbrıs sorununda yaşanacak gelişmelerle yakından ilişkilendirilecektir.
Adadaki referandumlar sonrası tıkanan süreçi, 2008 Şubat ayındaki Güney
Kıbrıs’taki başkanlık seçimleri sonrası yeniden canlandırma fırsatı yakalanmıştır.
Başkanlığa seçilen AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’tan gelen çağrıya olumlu yanıt vererek BM gözetiminde
yeni bir görüşme sürecine yeşil ışık yakmıştır. 21 Mart 2008 tarihinde BM Genel
11
Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcisi Michael Moller’in gözetiminde iki liderin bir
araya gelmesi ile Kıbrıs sorununa kapsamlı çözüm bulmak için görüşme sürecinin
başlatılmasına karar verilmiştir. İlk önce KKTC Cumhurbaşkanı AB ve Siyasi
İşler Danışanı Özdil Nami ile Rum Başkanlık Sarayı Komiseri George Yakovou
liderliğinde iki tarafın Çalışma Grupları arasında müzakerelere zemin yaratmak
maksadıyla çalışmalar yapılmasına karar verilmiştir. Söz konusu çalışmaların Temmuz ayında tamamlanması ve Eylül ayında BM Genel Sekreterinin eski Avustralya
Dışişleri Bakanı Alexandre Downer’i Kıbrıs Özel Temsilcisi olarak atamasının
ardından 3 Eylül 2008 tarihinde liderler düzeyinde müzakerelere resmen başlanmıştır.
Bu çalışmanın yapılmasına ihtiyaç da bu zamanda ortaya çıkmıştır. Adada ulaşılabilecek bir çözüm veya çözümsüzlüğün olası etkilerinin araştırılması, gerek
siyasi gelişmelerin yaratacağı ekonomik sonuçlar gerekse ortaya çıkabilecek ekonomik potansiyelin getirilerinin analiz edilmesi hedeflenmiştir. Bu amaçla çalışma
şekillendirilerek öncelikle Kuzey Kıbrıs ekonomisinin bir fotoğrafı çekilmiştir.
Ancak bu fotoğraf çekilirken, özellikle Güney Kıbrıs ile karşılaştırmalı olarak, zaman içinde ortaya çıkan farklılıklar üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Daha sonra
yapılan analizlerde söz konusu farklılıkların nedenleri üzerinde durularak Kuzey
Kıbrıs’ın uluslararası camianın dışında olmasının maliyeti ortaya konmuştur. Yine
bu tespitlerden yola çıkılarak yaşanan sorunların giderilmesine yönelik mikro ve
makro düzeyde yapılabilecek reform ve düzenlemeler ele alınmıştır. Son kısımda
ise başlayan süreç sonunda erişilebilecek sonuçlara bağlı olarak üç farklı senaryo
üretilmiş ve bunların olası ekonomik etkileri üzerinde analizler yapılmıştır. Bu
senaryolardan birincisi kapsamlı bir çözüm sonrası Kıbrıs Türk tarafının da AB
üyesi olmasıdır. İkincisiyse başlayan müzakerelerin kapsamlı bir çözüm yerine ada
içi ilişkilerde ve Kıbrıslı Türkler ile AB arasında kısmi iyileşmeler sağlayan bir sonuca varmasıdır. Son senaryo olarak da başlatılan sürecin tamamen başarısızlıkla
sonuçlanması ve mevcut durumun devamına dayalı analizleri içermektedir.
Çalışma içerisinde yerel ve uluslararası istatistikî veriler kullanılmıştır. KKTC
veri alt yapısının uluslararası standartlardan farklılıklar göstermesi sonucu zaman
zaman varsayımlara dayalı yaklaşık değerler kullanılmıştır. Ayrıca yerel veri üretiminde yaşanan gecikmeler nedeniyle bazı verilerin 2006 veya 2007 yıllarına ait
olması çalışmanın güncelliği açısından bazı sıkıntıları da beraberinde getirmiştir.
12
2
BÖLÜM
KARŞILAŞTIRMALI BİR
PERSPEKTİFTEN
KKTC EKONOMİSİNİN YAPISI
2. KARŞILAŞTIRMALI BİR PERSPEKTİFTEN
KKTc EKONOMİSİNİN YAPISI
KKTC ekonomisi uluslararası camia ile (Türkiye haricinde) etkileşim ve işbirliğinden uzak kalması nedeniyle zaman içerisinde kendine özgü ekonomik politikalar ve kurumlar geliştirerek halkının ekonomik ve sosyal yaşamını geliştirmeye
ve refah düzeyini artırmaya çalışmıştır. Bu bağlamda uzun vadede sürdürülebilir
bir büyüme ve artan bir refahın yaratılmasında başarılı olunup olunmadığının anlaşılması amacıyla çalışmanın ileriki bölümlerinde bu konu detaylı bir şekilde incelenmektedir. Çalışmanın bu bölümünde ise KKTC ekonomisinin ne durumda
olduğunu, kendine benzer yapıdaki ülkeler, özellikle Güney Kıbrıs ve AB üyeliğini
yeni kazanmış bazı ekonomilerle, seçilmiş makro ekonomik göstergeler kullanılarak karşılaştırmalar yapılmıştır. Bu sayede KKTC’nin ekonomik olarak nerede
durduğu ve ne yöne gidebileceği konusunda tespitler yapılmaktadır. Bu amaçla
kişi başı mili gelir, sektörel gelişim, kamu maliyesi, bankacılık, dış mali yardımlar,
dış ticaret yapısı ile bazı seçilmiş makroekonomik göstergeler kullanılmıştır.
2.1 KKTc halkının Gelir Durumu
Milli gelir göstergeleri, bir ülkenin zenginliğinin ve gelişmişlik düzeyinin belirlenmesinde, en önemli göstergeler arasında yer alır. Ülkenin üretim yapısını ortaya
koymanın yanı sıra, kaynak dağılımı ve uzmanlaşma hakkında da fikir vermektedir.
Kuzey Kıbrıs ekonomisi de diğer küçük ekonomilerde olduğu üzere, ağırlıklı olarak hizmet üreten bir yapıya sahiptir. Her ne kadar, belirli bir oranda hafif sanayi
ve tarımsal üretim altyapısına sahip olsa da, ağırlıklı olarak hizmet sektörü ekonomide önemli bir paya sahiptir.
Devlet Planlama Örgütü (DPÖ) 2007 yılı cari fiyatları ile Gayri Safi Milli Hasıla 3,460 milyon ABD dolarıdır. Yine 2007 yılı fiyatlarıyla kişi başı milli gelir
14,765 ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Bu seviyelere bakıldığı zaman, KKTC
ekonomisinin yüksek gelirli gelişmekte olan ülke statüsü kategorisinde yer aldığı
söylenebilir. Ancak, ekonominin bu düzeylere gelmesinde rol oynayan faktörler
incelendiğinde, gelinen düzeyin suni ve sürdürülebilir olmaktan uzak olduğu görülmektedir. Ayrıca, ekonomi içerisinde var olan pek çok yapısal sorun ve Kıbrıs
sorununun çözümsüzlüğüne paralel olarak yaşanan siyasi sorunlar, ekonominin
istikrarlı gelişimine engel olmaktadır.
15
Her ne kadar da Dolar bazında kişi başı gelir yaygın olarak kullanılsa da, döviz
kurundaki dalgalanmalar, ülkeler arası enflasyon farkları gibi önemli ekonomik
değişkenlerin bu göstergede dikkate alınmaması belli yanılgılara neden olmaktadır.
Bu yüzden Dünya Bankasının yaygın kullandığı “Atlas” ve “Satın Alma Paritesi”
yöntemleri kullanarak KKTC’nin gelirini karşılaştırmak daha isabetli olacaktır 1.
Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere KKTC kişi başı geliri Atlas yöntemi kullanılarak hesaplandığında (kur ve enflasyon farklılıkları da dikkate alınarak) KKTC
ekonomisinin kişi başı geliri 13,183’e gerilemektedir.
Tablo 2.1: KKTc Gelirinin Avrupa Birliği Yeni Üyeleriyle Karşılaştırılması (2007)
GSMG
Kişi Başı,
Atlas Yöntemi($)
GSMG, Atlas
Yöntemi
(milyar $)
20052007
ortalaNüfus
(milma
yon kişi)
büyüme
hızı(%)
Kişi başı
GSMG
(PPP)
GSMG
(PPP milyar $)
KKTC*
13.183
3,4
0.26
9,4
18.455
4,84
Güney
Kıbrıs
24.940
19,6
0,8
4,1
26.370
20,7
Çek Cumhuriyeti
14.450
149,4
10,3
6,1
22.020
227,6
Estonya
13.200
17,7
1,3
9,5
19.810
26,6
Macaristan
11.570
116,3
10,1
3,1
17.210
173,1
Letonya
9.930
22,6
2,3
11,0
16.890
38,5
Litvanya
9.920
33,5
3,4
8,1
17.180
58,0
Malta**
15.310
6,2
0,4
2,3
20.990
8,5
Polonya
9.840
374,6
38,1
5,5
15.330
583,6
Slovakya
11.730
63,3
5,4
8,8
19.340
104,4
Slovenya
20.960
42,3
2,0
5,3
26.640
53,8
Ortalama***
14.185
6,6
20.490
Kaynak: DPÖ (2007),World Development Indicators
*KKTC’nin Atlas ve Satın Alma Paritesi Yöntemleri hesaplamalarında Türkiye çevri faktörleri
**Malta verileri 2006 yılına aittir; Ortalama reel büyüme için 2004-2006 yılları kullanılmıştır.
***AB üyesi yeni ülkelerin ortalaması
1 KKTC’nin Atlas ve Satın Alma Paritesi Yöntemlerine göre kişi başı geliri para birliğinde olduğu Türkiye çeviri faktörleri kullanılarak hesaplanmıştır. 2007 satın alma paritesi çevrim faktörü, KKTC ekonomisinin sığ ve ürün fiyatlarının TC’ye göre daha yüksek olduğu gerçeği de
dikkate alınarak Türkiye’nin 1.54 rakamı yerine KKTC için 1.40 kullanılmıştır.
16
Bu geliri AB’ye yeni üye olmuş on ülke ile karşılaştırıldığında, KKTC gelirinin
yeni üye gelirleri ortalamasına çok yakın olduğu görülmektedir. Atlas yaklaşımına göre KKTC’nin kişi başına geliri Letonya, Litvanya, Slovakya ve Polonya gibi
AB’ye yeni üye olmuş ülkelerden daha yüksektir.
2007 yılı rakamlarıyla 3,460 milyon Gayri Safi Milli Gelire (GSMG) sahip
KKTC, 2005-2007 yılları arasında ortalama %9,4 reel büyüme sağlamıştır. Bu dönem içerisinde büyüme oranının karşılaştırılan ülkelerdeki büyüme oranlarından
yüksek olması, KKTC ekonomisinin büyüme potansiyeline sahip bir yapıda olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle 2002 sonrasında Türkiye ekonomisinin ve
Türk Lirasının istikrara kavuşması, 2003’te ada içi geçişlerin başlaması ve Kıbrıs’ta
çözüm umutlarının artması ile ekonomi 2003-2006 arası %10 üzerinde büyüme
göstermiştir.
KKTC’deki kişi başına düşen gelir, 2007 rakamlarıyla satın alma paritesine göre
18.455 ABD dolardır (Tablo2.1). Bu geliri AB yeni 10 üyesi ile karşılaştırıldığında
20.178 olan ortalama gelirin 1.500 ABD dolar kadar gerisinde kaldığı görülmektedir. Yalnız, Dünya Bankasının 2006 yılında KKTC ekonomisine yönelik hazırladığı rapor özellikle kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin de dahil edilmesiyle gelirin
%20-35 arasında daha fazla olabileceğini ortaya koymuştur 2. Bu hesaplamalara
dayanarak satın alma paritesine göre KKTC’deki kişi başına düşen gelirin 2007
rakamlarıyla 19,000 ABD doları aştığı gözlemlenmektedir.
2.2 Enflasyon
Makro ekonomik istikrar, ülkelerin başarılı ekonomik performans gösterebilmelerinde oldukça kritik bir faktördür. Bu nedenle, politika yapıcılar makro ekonomik istikrarın sağlanmasına yönelik politikalar oluşturmaya, bu bağlamda ülkedeki
enflasyonun belirli bir düzeyde ve kontrol altında tutulmasıyla, makro ekonomik
istikrarı sağlamaya çalışmaktadırlar.
KKTC, para birimi olarak Türk Lirası kullanması nedeniyle ne makro istikrarı
sağlamaya yönelik politika araçlarına ne de uzun dönemli makro istikrara sahip
değildir.
2 Besim ve Jenkins (2006) “Informal But Not Insignificant: Unregistered Workers in North Cyprus” Social Science Research Network, makalelerinde yalnızca kayıt dışı emeğin yarattığı ve milli gelire dahil olmayan gelirin %12 -17 arası hesaplamaları Dünya Bankası tespitlerini
desteklemektedir.
17
Seçilmiş AB üyesi ülkelerin yıllık enflasyon oranlarından da görüleceği gibi, KKTC
ekonomisi bu ülkelerdeki makro ekonomik istikrardan uzak bir görünüme sahiptir.
Şekil 2.1 KKTc ve Seçilmiş AB ülkeleri Yıllık Enflasyon Oranları (2002-2007)
30%
25%
20%
15%
10%
5%
0%
2002
KKTC
2003
Güney Kıbrıs
2004
Estonya
Malta
2005
Litvanya
2006
Slovenya
2007
Euro Bölgesi
Kaynak: DPÖ ve ABMB
Bu ülkeler grafikteki değerleri itibarıyla Euro alanında olmamakla birlikte,
gerek uyguladıkları para politikası ve gerekse AB politikalarına uyum nedeniyle
KKTC’ye nazaran ekonomik istikrarı yakalayabilmişlerdir. Yalnızca, Euro alanı
dışındaki ülkelerden Estonya ve Litvanya’nın son yıllarda enflasyon oranlarında
yükselme eğilimi baş göstermiştir.
2.3 Bankacılık Sektörü
Finansal sektörün bir ülkenin kalkınmasında oynadığı rol bilinmekle birlikte,
bir ülkedeki finansal sektörün ekonomik faaliyetlerindeki rolü, o ülkedeki finansal sistemin büyüklüğü ile alakalıdır. KKTC’nin finansal sektörünün önemli payı
ticari bankalara aittir. KKTC bankacılık sektörü ise bilanço büyüklükleri yönüyle
18
AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında AB ülkelerinin çok fazla gerisinde olmadığı görülmektedir.
KKTC bankacılık sektörünün bilanço büyüklüğünün GSYİH’ya oranı AB ülkeleri
ortalamasından düşük olmakla birlikte, AB’ye yeni katılan küçük ülkelerden daha
iyi durumdadır. Bankacılık sektörü iyi bir gelişme göstermiş olmasına rağmen,
Güney Kıbrıs, Malta ve AB ortalaması itibarıyla gelişme potansiyeli de içermektedir.
Tablo 2.2: KKTc ve Seçilmiş AB Ülkelerinde Bankacılık Sektörü Büyüklükleri*
Ülkeler
Aktifler/GSYİh
(%)
Mevduat/GSYİh
(%)
Kredi/GSYİh
(%)
Kredi/Mevduat
(%)
185
448
134
702
93
127
300
154
328
106
470
24
104
109
85
230
100
643
57
96
132
54
70
94
137
239
92
121
KKTc
Güney Kıbrıs
Estonya
Malta
Litvanya
Slovenya
AB Ortalaması
Kaynak. KKTCMB ve ABMB
*2007 yılı değerleri alınmıştır.
Bankacılık sektörünün derinliğini gösteren mevduatların GSYİH’ya oranı itibarıyla AB ülkeleri ortalamasının üzerinde olduğu yukarıdaki tabloda da görülmektedir. Ancak, sektörün aracılık fonksiyonunun gelişimini gösteren kredilerin
GSYİH’ye oranı ve mevduatların krediye dönüşmesi oranı, KKTC bankacılık sektörünün birçok AB ülkesinden daha geri kaldığını göstermektedir. Aracılık fonksiyonlarını yeterli ölçüde yerine getirememiş olması ise ülkede kredi kanalının etkin
çalışmasını etkileyen olumsuz unsurların varlığı ile açıklanabilir ki, bu unsurlara
mikro reformların ele alındığı bölümde değinilecektir.
19
2.4 Kamu Maliyesi
KKTC kendi ekonomik yapısı içerisinde vergi ve fon gibi yerel kaynaklarla
kamu harcamalarını karşılamakta zorluklar çekmektedir. Aşağıdaki Tablo 1.3’den
de görüleceği üzere, 2007 yılı rakamlarıyla bütçe yerel gelirleri GSYİH’nın %32,4’ü
iken, yine aynı yılda bütçe giderleri GSYİH’nın %46,5’ne tekabül etmektedir. Bu
çarpık yapının yarattığı kamu finansman gereği, Türkiye’den sağlanan kredi ve
yardımlarla karşılanmaktadır. KKTC’de toplanan vergi ve fon gelirlerine bakıldığında vergi yükünün yeterince yüksek olduğu söylenebilir. Hesaplamalara göre
kayıt dışılığın yüksek olduğu KKTC’de, kamunun bu derece yüksek oranda vergi
toplama kapasitesine sahip olması, kayıtlı sektörün ağır bir şekilde vergilendirildiğini göstermektedir. Hiç kuşkusuz bu durum vergiden kaçınmayı teşvik etmektedir. KKTC’nin vergi yükü, AB’ye yeni katılan üye ülkelerin (Güney Kıbrıs hariç)
vergi yükünün %30 kadar üzerindedir.
Tablo 2.3: KKTc ve GKRY’ nin Karşılaştırmalı Kamu Maliyesi Büyüklükleri
Bütçe Kalemleri
1. Bütçe Gelirleri
Yerel (Vergi ve Fon) Gelirleri
2. Bütçe Giderleri
Cari Harcamamalar
Personel Giderleri
Transferler (sosyal ve diğer)
Yatırımlar
3. Bütçe Dengesi
GSYİh Oranı
(2007, %)
KKTc
39,4
32,4
46,5
19,7
16,5
18,7
5,8
-7,1
GKRY
45,9
33,2
44,4
20,1
14,6
13,1*
3,0
1,5
Kaynak: DPÖ (2008) ve GKRY Maliye Bakanlığı İstikrar programı (2007-2011)
*GKRY için yalnızca sosyal transferler dahil edilmiştir.
Vergi yükünün yüksek olduğu KKTC’de, bütçenin sürekli açık vermesi, kamu
harcamalarında yapısal sorunlar olduğunu işaret etmektedir. Tablodan da görüleceği üzere, özellikle personel giderlerinin (%16,5) ekonomi içerisindeki payının
yüksekliği dikkat çekmektedir. Bu oran GKRY dışında AB’ye yeni üye olan ülkelerde en fazla %10’dur. Sosyal ve diğer transferlerin de payının yüksek olması,
KKTC bütçesinin yerel kaynaklarıyla personel ve transfer harcamalarını bile karşılayamamasına neden olmaktadır.
20
Türkiye’den sağlanan yardımlar da gelir olarak kabul edildiğinde KKTC bütçesinin GSYİH’nın %7,1 oranında açık verdiği görülmektedir. Türkiye’den sağlanan yardımlar hariç tutulduğunda ise kamu finansman gereğinin GSYİH’ya oranı %14,1 olmaktadır. Böylesi yüksek açıklar, kamu maliyesini güçsüz, kırılgan ve
ekonomik şoklara karşı dayanıksız kılmaktadır.
2.5 Mali Yardımlar
Türkiye’nin 1974 yılındaki müdahalesinden sonra adanın kuzeyine yerleşen
Kıbrıslı Türkler Türkiye’den, güneye yerleşen Rumlar ise uluslararası kurumlardan ekonomilerini yeniden yapılandırmak için dış yardım almışlardır. Aşağıdaki
tabloda müdahaleden sonraki ilk on yılda alınan dış yardımların kişi başına yıllık
tutarı verilmiştir. Söz konusu on yılda Kıbrıslı Tükler kişi başına ortalama yıllık
203 ABD doları dış yardım alırken, Rumların aldığı kişi başı yardım ortalaması 85
ABD doları olmuştur. Kıbrıslı Türklerin almış olduğu kişi başına yardım tutarı
Rumlara göre daha yüksek olmasına rağmen, Güney ekonomisi alınan yardımları
ekonomik akla daha uygun değerlendirerek, kalkınmasını hızlandırabilmiş ve dış
yardımlara bağımlılığını azaltabilmiştir.
Şekil 2.2: KKTc ve GKRY Kişi Başı Dış Yardım Karşılaştırması
(1975-1985)
300
250
200
150
100
50
0
1975
1976
1977
1978
1979
1980
1981
Güney Kıbrıs
KKTC
1982
1983
1984
Kaynak: Dünya Bankası, Dünya Kalkınma Göstergeleri 2008 ve DPÖ istatistiklerinden derlenmiştir.
21
1985
Birleşmiş Milletler Kurumu UNCTAD 1997 yılında yapmış olduğu bir çalışmada, KKTC’ye benzer küçük ülkeleri ekonomik faaliyetlerine göre dört temel
gruba ayırmıştır. Buna göre birinci grupta dış yardımlara ve işçi gelirlerine bağlı
ülkeler yer almaktadır. KKTC ekonomisi gelişmişlik düzeyi olarak birinci grupta
yer alan ülkelerden daha ileri olmasına rağmen, bu grupta yer alan birçok ülkeden
daha fazla dış yardım almaktadır.
Tablo 2.4: Yüksek Mali Yardım Alan Ülkelerin Kullandığı Dış Yardım
(2002-2006 Ortalaması)
ÜLKE
Mikronezya
Marshall Adaları
KKTC
Cape Verde
Solomon Adaları
Tonga
Kiribati
Samoa
Timor
Sao Tome ve Principe
Vanuatu
Bosna Hersek
Cibuti
KİŞİ BAŞINA YARDIM KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİR1
($)
($)
YARDIMLARIN GSYİh
İÇİNDEKİ
PAYI (%)
969
918
5172
274
265
246
212
210
205
2,470
3,070
11,837
2,430
730
2,320
1,170
2,430
1,510
41.0
28.5
7.3
12.2
60.5
9.0
18.0
11.2
21.8
203
870
18.0
179
149
105
1,840
.3,790
1,090
12.4
3.9
13.7
Kaynak. Dünya bankası, Dünya Kalkınma Göstergeleri 2008 ve DPÖ istatistiklerinden derlenmiştir.
1. 2006 yılı değerleri alınmıştır; 2. Yalnızca hibe tutarları alınmıştır, borçlanmalar ortalama hesaplamasında dikkate alınmamıştır.
Yukarıdaki tabloda, ekonomileri önemli düzeyde dış yardım alan ülkelerin
2002-2006 yılları arası ortalama yıllık kişi başına düşen yardım tutarları verilmiştir.
KKTC bu ülkeler arasında en yüksek kişi başına milli gelire sahip ekonomi olmasına rağmen, hesaplama döneminde en fazla kişi başına dış yardım alan ülkelerin
başında gelmektedir. Bu durum KKTC ekonomisinin önemli oranda dış yardımlara bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.
22
UNCTAD aynı çalışmasında dördüncü grupta, küçük ülke olma sorununu aşabilmiş, üretim yapısı çeşitlilik gösteren ve dış pazarlara açık gelişmiş ekonomileri
saymaktadır. KKTC ekonomisi yapısı itibarıyla dördüncü grupta yer alması gerekirken, dış yardımlara bağımlı ekonomi özelliği göstermesi, ekonominin yeterli ölçüde dış pazarlara açılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Dış pazarlara
açılmak suretiyle zenginleşemeyen KKTC, Türkiye’den sağlanan dış yardımlar ve
bu yardımların ekonomide sağladığı faaliyetlerle yüksek gelir düzeyine ulaşma olanağı yakalamaktadır.
2.6 İşgücü Piyasaları ve İstihdam Karşılaştırması
Kıbrıs adası üzerindeki hem Kuzey hem de Güney ekonomileri sektörel istihdam yapısı olarak diğer birçok ada ekonomisinde olduğu gibi hizmet istihdamı
ağırlıklı bir yapıya sahiptirler. Her ne kadar 1980’li yıllarda tarımın istihdamdaki
payı yüksek olsa da yıllar itibariyle bu alandaki istihdamda ciddi gerilemeler yaşanırken buradan açığa çıkan işgücünün ağırlıklı olarak hizmetler sektörüne kaydığı
anlaşılmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta tarımın istihdam payı yüzde 40 seviyelerinden
yüzde 11’e kadar gerilerken benzer şekilde Güney Kıbrıs’ta bu oran yüzde 20’lerden yüzde 8’e kadar gerilemiştir. İstihdam yapılarındaki bu değişim içerisinde dikkat çeken önemli bir unsur hizmetler alanındaki istihdamın neredeyse gelişmiş
ülkeler düzeyine yükselmesidir.
Her iki ekonomide de imalat sanayi sektörü yerine hizmetlerin işgücünü emiyor
olması kaynak donanımı ve üretim yapısından kaynaklanmaktadır. Güney Kıbrıs
imalat sanayisinin belirli ihraç pazarlarına erişebilmesi neticesinde istihdam payını
zaman içerisinde korurken Kuzey imalat sanayi gerek dış pazar kayıpları gerekse
iç piyasadaki rekabet dezavantajına bağlı pazar kayıpları bu alandaki istihdamı kısıtlamıştır.
İstihdam yapısındaki sektörel değişim yanında her iki ekonominin işgücü yapısında da değişiklikler zaman içinde ortaya çıkmıştır. Gerek mevzuatlarda yaşanan
liberalizasyon neticesinde gerekse ücret farklılıklarına bağlı yaşanan nüfus hareketleri sonucu her iki ekonomi de yurtdışından işgücü çeker konuma gelmiştir.
Güney Kıbrıs ağırlıklı olarak Filipinler, Sri Lanka ve Vietnam gibi Güneydoğu
Asya ülkelerinden işgücü ithal ederken Kuzey Kıbrıs ekonomisi ise Türkiye’nin
Güneydoğu Anadolu illerinden işgücünü çeker konumdadır. Güney Kıbrıs’ın ve
23
diğer Doğu Avrupa devletlerinin 2004 yılında AB üyesi olması sonrasında bu ülkelerden de Güney Kıbrıs’ta çalışmak üzere daha nitelikli sayılabilecek bir işgücü
akımı olduğu gözlemlenmiştir.
Şekil 2.3: Sektörel İstihdamın Dağılımı (%)
90
80
80
70
70
60
47
50
47
42
40
33
30
21
20
20
11
9
11
9
10
0
1980
2000
1980
Tarım
2000
2000
Hizmetler
Sanayi
KKTC
1980
GKRY
Kaynak: DPÖ (2008), GKRY İstatistik Dairesi Yayınları
Yurtdışından gelen ucuz işgücü avantajından faydalanmak üzere Güney Kıbrıs
sektörel asgari ücret uygulamasına giderken Kuzey’de genel asgari ücret uygulamasına gidilmesi ücret avantajlarını ortadan kaldıran bir unsur olmuştur. Ayrıca yerel
istihdamı desteklemek adına yurtdışı işgücü ithalinin bir takım izinlere bağlanması
ve yüksek sosyal güvenlik katkı payları gibi uygulamalar da bu alanda işletmeler
adına ortaya çıkabilecek maliyet avantajlarını erozyona uğratmıştır. Ayrıca 2003
yılında ada içinde serbest geçişlerin başlaması sonucu özellikle inşaat sektöründe
nitelikli statüdeki birçok Kıbrıslı Türk ustabaşının Güney’de çalışmaya başlaması
bu alanda Kuzey Kıbrıs’ta bir süreliğine nitelikli işgücü açığı yaratırken zaman
içerisinde Kuzey’deki ücretleri de yukarı taşıyıcı etki yaratmıştır.
24
2.7 Dış Ticaret
Kıbrıs adasının gerek coğrafi konumu gerekse İngiliz sömürge döneminden
gelen bir takım haklar nedeniyle Avrupa ile sürekli ticari bağları bulunmuştur.
Kıbrıs Cumhuriyeti 1972 yılında o dönemki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu
ile Ekonomik Ortaklık Anlaşması imzalamıştır. Söz konusu anlaşmanın içeriği
doğrultusunda iki taraf karşılıklı olarak gümrük oranlarında indirime gitmeyi ve
birbirlerine ticarette tercihli statü vermeyi taahhüt etmişlerdir. Anlaşmanın imzalanmasının beş yıl sonrasında, 1977 yılında gelinen durum gözden geçirilerek
ikinci aşamaya geçilip geçilmemesine karar verilecekti. Ancak 1974 yılında adada
yaşanan olaylar ve adanın ikiye bölünmesi neticesinde söz konusu aşamaya Güney
Kıbrıs tek yanlı olarak ancak 1987 yılında geçebilmiştir. Bu dönemde uygulamaya
konulan yeni tarife indirimleri ile 1997 yılına kadar gümrük birliğinin sağlanması
hedeflenmiştir.
Güney Kıbrıs ekonomisi ağırlıklı olarak hizmet sağlayan bir yapıda olmasına
rağmen 1980’li yıllarda hafif sanayi alanında ciddi yatırımlar yaparak bu alanda oluşan yurtiçi ihtiyaç fazlasını Ortadoğu ve Körfez’deki Arap ülkelerine ihraç
etme yoluna gitmiştir. Özellikle işlenmiş tarımsal ürün ve konfeksiyon alanlarında
yapılan üretim ile Lübnan, Suudi Arabistan ve Mısır ile ticari hacim artırılmıştır.
Ancak kalite ve standart yönünden çok yüksek olmayan söz konusu üretimin AB
pazarına erişimi kısıtlı miktarlarda olabilmiştir (konfeksiyon ve patates ve üzüm
gibi tarımsal ürünler ağırlıklı olarak İngiltere pazarına satılmıştır).
1990’lı yıllarla birlikte, hem dünya ticaretindeki düzenlemeler nedeniyle, hem
de AB ile sağlanacak olan Gümrük Birliği nedeniyle Güney Kıbrıs ekonomisinde ciddi bir yeniden yapılanmaya gidilmiştir. Bu dönemde Kıbrıs’ın üyesi olduğu
Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO)
gibi kurumların yönlendirme ve yardımlarının da katkısıyla ekonomide hem üretim yapısı hem de pazar kompozisyonu yönünden ciddi bir dönüşüm yaşanmıştır.
Üretimde hafif sanayi yoğun yapıdan hizmet yoğun bir yapıya doğru geçilirken
geleneksel ihraç ürünleri olan alanlardan katma değeri ve standardı daha yüksek
üretim alanlarına geçilmiştir. Konfeksiyon yanında lisanslı ilaç üretim ve ihracatında ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak ekonomideki esas dönüşüm ihraç edilebilir
hizmet yapısının geliştirilmesi şeklinde olmuştur. Başta geleneksel bir alan olan
turizm hizmeti sağlanması yanında bankacılık ve finansal hizmetler alanında da
ciddi gelişmeler yakalanmıştır. Özellikle kıyı bankacılığı alanında ciddi miktarlarda
25
kaynağa aracılık edilmesi yoluyla gelir ve istihdam yaratılabilmiştir. 1990’lı yıllar
süresince özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden (ağırlıklı olarak eski Yugoslavya ve
Rusya kaynaklı) akan fonların çekim merkezi haine gelmiştir. Kuzey Kıbrıs ise
aynı dönemlerde bir diğer hizmet sunum alanı olan üniversite eğitim hizmetlerine
ağırlık vererek ülkedeki üniversite sayısını 5’e yurtdışından gelen öğrenci sayısını da 25,000’e kadar çıkarmıştır. Ağırlıklı olarak Türkiye’den gelen öğrencilerin
oluşturduğu bu grupta Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Balkan ülkelerinden gelen
öğrenciler de giderek artmıştır.
Aynı dönemler boyunca Kuzey Kıbrıs’taki mal ihracat gelişimi ise tam ters yönde ilerleme kaydetmiştir. 1974 sonrası dönemde Kuzey’de kalan hafif sanayi tesisleri yanında narenciye alanında ihtiyaç fazlası üretimin ihraç edilmesi yoluna
gidilmiştir. 1972’de imzalanan Ortaklık Anlaşmasından gelen haklar yoluyla ürünlere “Kıbrıs” menşesi sağlanarak AB pazarına erişim sağlanabilmiştir. Ne var ki
1993 yılında Kuzey Kıbrıs’tan yapılan bir yüklemeye “KKTC” mühürü vurulup
ve bu durumun da Rum yetkililer tarafından fark edilip önce İngiltere’deki yerel
mahkemeye ardından da Avrupa Toplulukları Adalet Divanına (ATAD) taşınması
sonucu Kıbrıs’ın Kuzeyinden AB’ye ihracat ortadan kalkmıştır. Ortaya çıkan bu
durumu aşabilmek adına Türkiye üzerinden ihracat yolu denenmiştir. Bu uygulama ise, hem taşımacılık ve zaman maliyetini artırmış, hem de Kıbrıs Cumhuriyetinden gelen tercihli statü ile AB pazarına erişimi ortadan kaldırarak ilave gümrük
ve kota kısıtları yaratmıştır.
Ağırlıklı olarak AB pazarlarına ihraç edilen narenciye ve patates hem tarımsal
denetim belgesi sorunları nedeniyle hem de yaklaşık %6-10 arası değişen tarife
engeline takılırken, tamamen AB pazarına yönelik yapılan konfeksiyon üretimi ise
%14’lük tarife engeli yanında kota engeline takılmıştır (Bu kısıta rağmen sağlanan
navlun sübvansiyonu sayesinde bir süre daha AB pazarına erişebilen konfeksiyon
üretimi 2004 yılında uygulamaya giren Çok Elyaflılar Anlaşması (MFA) ile pazar
payını giderek yitirmiştir).
Aşağıdaki grafikten iki ekonominin ihracat pazar yapılarında ortaya çıkan değişikliklerin yarattığı değişim çok net görülebilmektedir. 1980’li yıllarda yoğun olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika pazarlarına ihracat yapan Güney Kıbrıs’ın AB’ye
yönelik ihracatı oldukça düşük oranlardayken, doksanların sonunda imzalanan
Gümrük Birliği ve 2004 yılındaki tam üyelik sonrası bu pazarın ihracattaki oranı
%81 seviyelerine kadar yükselmiştir. Kuzey Kıbrıs’ın ise 1980’lerde yoğun olarak
Batı Avrupa ülkelerine yaptığı tarımsal ve konfeksiyon ihracatını 1994 yılındaki
26
ATAD kararı sonrası giderek düşmüş ve günümüzde %20’lere kadar gerilemiştir.
AB pazarını yitiren Kuzey Kıbrıs bu kaybı alternatif pazar arayışları yoluyla gidermeye çalışmıştır. Türkiye pazarına ihracatın toplam içindeki payının ciddi oranda
artmasının yanında Rusya ve Ukrayna gibi Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerine de tarımsal ürün ihracatına başlanmıştır.
Şekil 2.4 KKTc-GKRY İhracatlarının AB Pazar Payları (%)
Kaynak: DPÖ (2008), GKRY İstatistik Dairesi yayınları
Yukarıdaki grafikten ortaya çıkan bir diğer sonuç ise adada elde edilecek olası bir anlaşmanın ticaret yaratma potansiyelidir. Kuzey Kıbrıs ekonomisi bugün
için yılda yaklaşık 60 – 65 milyon dolar civarındaki ihracatının yarıya yakınını en
yakın pazar olan Türkiye’ye yaparken, yıllık ihracat hacmi 600-650 milyon dolar
olan Güney Kıbrıs’ın ise dolaylı yollardan Türkiye pazarına satışı 1-2 milyon doları geçmemektedir. Bu durum da olası bir çözüm sonrasında Kıbrıslı Türk ve
Rum işadamlarının ortak çalışmaları ile Kıbrıs menşeli ürünlerin Türkiye pazarından alacağı payın çok daha yüksek olabileceğini göstermektedir. Yine aynı şekilde
Türkiye’den ithalatı neredeyse yok sayılan Güney Kıbrıs’ın AB’den yaptığı belirli
ithalatı Türkiye üzerinden yapması giderek ticaret sapmasına da yol açabilecektir.
27
28
3
BÖLÜM
KKTC EKONOMİK YAPISININ
ANALİZİ VE ZAYIF YANLARININ
TESPİTİ
3. KKTc EKONOMİK YAPISININ ANALİzİ
VE zAYIF YANLARININ TESPİTİ
3.1 KKTc Ekonomisinde Büyümenin Belirleyicileri
KKTC küçük bir ada ülkesi olarak 1974 sonrasında kayda değer sosyal ve
ekonomik değişim yaşamış bir ülkedir. Kişi başına GSMH artışı, başarı sağlamış
küçük ülkeler düzeyine yakın gerçekleşerek, 2007 itibarıyla 14,765 ABD doları
düzeyine çıkmıştır. KKTC’nin sosyal ve ekonomik yapısında olumlu gelişmeler
olmasına rağmen, ülkenin sahip olduğu doğal ve insan gücü kaynakları itibarıyla
ülkede sağlanan ekonomik performans, olması gereken düzeyin altındadır. Akdeniz havzasında KKTC’ye benzer özelliklere sahip olan Malta ve Güney Kıbrıs yüksek gelişmişlik düzeyine ulaşmışken, KKTC’nin bulunduğu düzeyi başarı
olarak nitelemek yanıltıcı olacaktır. Kaldı ki, 1990 sonrası dünyadaki küreselleşme ve hızlanan ticari liberalleşme ile global mal ve hizmet ticaretindeki hızlı artış dikkate alındığında, son on ile on beş yıllık dönemde KKTC ekonomisindeki
eğilim, daha yüksek gelişmişlik düzeyine yönelik beklentileri zayıflatmaktadır.
KKTC ekonomisinin 1990-2007 yıllarını kapsayan uzun dönem büyümesinin
kaynaklarına bakıldığında, ekonominin iki ayrı döneme ayrıldığı görülmektedir.
1990-1999 yılları arasındaki birinci dönem, kamu kesiminin etkisinin büyüme
performansı üzerinde görece etkili olduğu, ekonomide kamu kesiminin tüketim
ve yatırımlarına dayalı bir büyüme gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde gerek kamu kesimi tüketimi, gerekse kamu yatırımları özel kesimin üzerinde
gerçekleşmiş, GSYİH büyüme hızını yukarıya çeken etken olmuştur. 1990-1999
döneminde özel sektör tüketim harcamalarının ekonomik büyüme üzerindeki
etkisi yavaşlarken, kamu kesimi GSYİH’nin büyümesinde ağırlıklı rol oynamıştır. Bu dönemde, özel kesimin tüketimi %2.8, özel kesim yatırımları ise %4.6
yıllık ortalama ile büyürken, GSYİH büyüme hızı ortalaması %3 olarak gerçekleşmiştir. Özel kesim tüketim harcamaları büyüme hızı GSYİH büyüme hızı
ortalamasının altında gerçekleşirken, harcama eğilimleri artan kamu kesimi, ortalama yıllık %5.3 tüketim harcamaları ve %4.8 yatırım harcamaları ile GSYİH
büyüme hızını yukarıya çekmiştir.
1990-1999 döneminde özel kesimin ekonomik büyüme hızının üzerindeki
ağırlığının azalmasında birkaç gelişmenin önemli etkisi olmuştur. Bu gelişmele-
31
rin arasında,1990 öncesi dönemde yüksek ekonomik performansa yol açan Polly
Peck’in 1990’ların başında yaşadığı kriz sonrasında, KKTC’deki yatırımlarının
durması, daha sonra ise mevcut üretken yatırımların şirketi yöneten kayyumlar
tarafından kapatılması sayılabilir. 1990’larda liberal bir ekonomik politika izleyen Türkiye’nin dışa açılması ile Türkiye pazarına yönelik bavul ticaretinin önemini yitirmesi, diğer önemli bir etkeni oluşturmaktadır. 1994 yılında ATAD’ın
KKTC ürünlerine yönelik almış olduğu karar, başta konfeksiyon sektöründeki
yatırımlar ve üretim üzerinde yaratılmış olan olumsuzluk, KKTC’de özel kesimin
ekonomik performans üzerindeki etkisinin azalmasına yol açan önemli bir diğer
gelişmedir. Bu dönemdeki eğilim, KKTC’nin 1990 sonrasında kamu ağırlıklı
ekonomi ile büyüdüğünü açıklamaktadır. Bütçe açıklarının 1990 sonrası seyri,
artan kamu harcamaları ile sağlanan ekonomik büyümeyi doğrulamaktadır.
Tablo 3.1: KKTc Ekonomisi harcamalara Göre Dönemsel Büyüme hızları (%)
Dönemler
Özel
Tüketim
GSMh
Özel
Yatırımlar
Kamu
Tüketimi
Kamu
Yatırımları
1990-1999
3,1
2.8
4.6
5.3
4.8
2000-2007
6.9
4.7
11.8
5.4
3.4
2002-2006
13.4
12.6
28.8
15.1
23.1
Kaynak: DPÖ ( 2008)
2000 yılında bankacılık krizi ile başlayan ve 2001 yılında Türkiye ekonomisi
kaynaklı döviz krizi ile devam eden dönemi de kapsayan 2000–2007 arasındaki
ikinci dönemde ise, dönemin başındaki krizlere rağmen, ilk dönemin iki katından fazla yıllık ortalama büyüme hızı gerçekleşmiştir. Dönemin başındaki kriz
yılları ve düşük oranlı büyüme yaşanan 2007 yılındaki dönem değerlendirme dışında tutulduğunda ise, ortalama yıllık %13.4 büyüme hızıyla KKTC ekonomisi
açısından oldukça çarpıcı bir gelişme yaşanmıştır.
İkinci döneme büyümenin belirleyicileri itibarıyla bakıldığında, özel sektör
tüketim ve yatırım harcamalarının ekonomik büyümede kamu kesimi ile birlikte
belirleyici olduğu görülmektedir. Bu dönemde kamu harcamalarının uygulanan
istikrar programı nedeniyle daraltıldığı, özel kesim harcamalarının ise kriz nedeniyle düştüğü ilk iki yıl değerlendirme dışı bırakıldığında, özel ve kamu kesimi
harcamalarının yıllık ortalama büyüme hızına yakın bir büyüme hızı gerçekleş-
32
tirdiği, özel ve kamu kesimi yatırımlarının ise ortalama büyüme hızının oldukça
üzerinde bir büyüme gösterdiği Tablo 3.1’de görülmektedir. Kıbrıs sorununa
kalıcı çözüm bulmak için hazırlanan BM planının (Annan Planı) ekonomideki
beklentileri olumlu yönde tetikleyen etkisinin yanı sıra, Türkiye ekonomisine
paralel sağlanan istikrar, özel kesim tüketimini ve yatırım harcamalarını hızlandırmıştır. Bununla birlikte, bir önceki dönemde olduğu gibi kamu kesimi de
hem tüketim hem de yatırım harcamaları ile ekonomik büyümenin motoru olmaya devam etmiştir. Oysa önemli ölçüde bütçe açığı veren ve makro ekonomik
istikrarın tesisi için tasarruf yapması gereken bir kesim olarak özel kesimin bu
kadar hızlı büyüdüğü dönemde kamu kesiminin yatırım harcamaları olmadan da,
tüketim harcamalarını kısmak suretiyle, dış yardım ihtiyacını azaltması ve bütçe
harcama disiplini sağlayacak politikaları sürdürmesi gerekmekteydi.
Ekonomik büyümenin belirleyicileri sektörler temelinde incelendiğinde, belirlenen her iki dönemde de, KKTC ekonomisinin hizmetler ve inşaat sektörü
ağırlıklı büyüdüğü görülmektedir. Gerek birinci gerekse ikinci dönemde, kriz
yılları hariç alt dönem dahil, tarım sektörünün ekonomik büyümede pek fazla
belirleyici bir rolü olmamıştır. Gerek büyüme hızının düşük olduğu 1990–1999
arası dönem, gerekse 2000–2007 yılları arasında kaydedilen yüksek büyüme hızlı
dönemde, tarım sektöründe %2,8 ve %3,6’lık büyüme hızlarıyla GSMH büyüme hızının altında bir yıllık ortalama büyüme hızı kaydedilmiştir. Benzer bir
durum, imalat sanayi için de geçerlidir. İnşaat sektörüne girdi veren taş ocağı
sektörünün etkisi hariç tutularak, yalnızca imalat sanayinin büyüme hızına bakıldığında, birinci dönemde sektörün %0.7, ikinci dönemde ise %4.7 ortalama yıllık büyüme hızı sağladığı görülmektedir. Kriz dönemi hariç tutulan 2002–2006
döneminde ise, imalat sanayi %10,9 ortalama yıllık büyüme sağlamıştır. Birçok
sektöre girdi sağlayan imalat sanayi, 2001 yılı sonrasında sağlanan hızlı ekonomik büyümeye paralel, 1990’lı yılların aksine oldukça hızlı bir büyüme hızı
kaydetmiş olmasına rağmen, sektörün GSMH toplamı içindeki düşük payı göz
önüne alınırsa, dönemler itibarıyla imalat sanayi ortalama yıllık büyüme hızının,
GSMH’nın altında gerçekleştiği söylenebilir.
Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere, gerek 1990’lı yıllarda gerekse iki binli
yıllarda sektörel bazda büyümenin lokomotifi inşaat sektörü olmuştur. Sektörün sırasıyla %3,8 ve %12,8’lik ortalama yıllık büyüme hızı her iki dönemde de
ortalama yıllık GSMH büyüme hızının üzerinde gerçekleşmiştir. İnşaat sektörü
yanında, serbest meslek ve hizmetler sektörü de her iki dönemde GSMH büyü-
33
me hızının üzerinde büyüme sağlayan sektörler olmuştur. Üniversitelerin ekonomide yarattığı talep serbest meslek ve hizmetler sektörünün öne çıkmasında
önemli faktör olurken, Annan planı nedeniyle patlayan dış talep ise inşaat sektöründeki yüksek büyüme hızında belirleyici olmuştur. İnşaat sektörünün birçok
sektörden girdi alan özelliği ise diğer sektörlerin büyümesini tetiklemiştir.
Tablo 3.2: Sektörel Dönemsel Ortalama Yıllık Büyüme hızları (%)
1990-1999
2000-2007
2002-2006
GSMh
3.0
6.9
13.4
Tarım
2.8
3.6
3.8
İmalat Sanayi
0.7
4.7
10.9
İnşaat
3.8
12.8
28.8
Ticaret
1.0
6.4
19.9
Otelcilik ve Lokantacılık
6.3
4.1
3.4
ulaştırma-haberleşme
3.1
4.2
19.9
Finansal hizmetler
6.9
- 2.0
4.8
Konut Sahipliği
2.0
4.5
6.8
13.1
8.3
15.6
Kamu hizmetleri
1.3
2.9
2.3
İthalat Vergileri
1.9
12.4
26.9
Serbest meslek ve hizmetler
Kaynak: DPÖ (2008)
Özel kesim harcamaları tarafından belirlenen ticaret ve ithalat vergileri ise
kamu kesimi ağırlıklı birinci dönemde oldukça düşük ortalamalı yıllık büyüme
hızına sahipken, ikinci dönemde özel kesimin tüketim harcamalarına paralel olarak, yüksek hızla büyümüştür. KKTC ekonomisinin birçok hammadde, ara mal
ve nihai üründe ithalata bağımlı olması, inşaat sektöründeki hızlı büyümeyle
artan talebe bağlı olarak, ticaret ve ithalat vergileri büyüme hızında belirleyici
olmuştur.
Yukarıdaki tablonun diğer önemli bir göstergesi ise turizm sektörünün ekonomi içerisindeki etkisinin görece düşük oluşudur. Otelcilik ve lokantacılık ile
ulaştırma sektörleriyle ifade edilecek olan turizm sektörünün, KKTC ekonomisinde öngörüldüğü şekliyle lokomotif olmadığı bu sektörlerin büyüme hızlarında görülmektedir. KKTC gibi küçük bir ekonominin, benzer küçük ekonomilerde olduğu gibi hizmetler sektörüne dayalı, hizmetlerin ise turizm başta olmak
üzere finansal hizmetler, yüksek öğrenim ve ticaret gibi sektörlerden oluşması
34
beklenmektedir. Bu sektörlerin ortak özelliği ise dış talebe bağlı sektörler olmasıdır. Küçük birer ekonomi olan Güney Kıbrıs ve Malta örneklerinde olduğu
gibi, mal ve hizmet üretimleri dış pazarlara ulaştırabildiği ölçüde sürdürülebilir
ve istikrarlı yüksek ekonomik büyüme hızı yakalanabilmektedir. KKTC ekonomisinin başta ekonomik izolasyonlar olmak üzere belirli nedenlerle dış pazarlara
erişimi oldukça sınırlı kalmaktadır. Bu durum ise ekonominin dış talebe bağlı
büyümesini sınırlamaktadır.
KKTC ekonomisi üzerine yapılan bir çalışmada (Günçavdı & Küçükçitfçi,
2007), KKTC ekonomisinde büyümenin dinamikleri olarak nihai talebin önemli
bir faktör olduğu ortaya konulmuş, nihai talebin ise yurtiçi talepten ziyade dış
talebe bağlı olması gerektiği belirlenmiştir. Küçük ülkeleri başarıya götürmüş
olan politikalar, diğer küçük ülkelerin hızlı ekonomik kalkınma sağlamaları için
uygulamaları gereken politikaların çerçevesini oluşturmaktadır. Bu politikalar
içerisinde uluslararası pazarlara yönelik mal ve hizmet ihracatı anlamına gelen
dışa açılma politikaları, küçük ülkelerin küçüklük özelliklerinden kaynaklanan
birçok sorunu aşarak hızlı kalkınmayı gerçekleştirmelerine katkıda bulunmaktadır. Yaşanan hızlı küreselleşme, başarılı bir dışa açılma politikası izlenebilmesi
için ekonomik entegrasyonu zorunlu kılmaktadır. Küçük ülkelerin gelişmiş büyük ekonomilerle sağladıkları ekonomik entegrasyon, ekonomik performanslarını olumlu etkilemektedir.
Doğru belirlenmiş politikalar ile kalkınma hızını artırması gereken KKTC’de,
1990 sonrası yaşanan ekonomik gelişmeler, ülkenin dünya ekonomisiyle bütünleşmek yerine, giderek marjinalleştiğini ortaya koymaktadır. Ülke ekonomisinde
yaşanan gelişmeler, KKTC için küresel ekonomiye ayak uydurma zorluğunu ortaya çıkarmıştır. Seksenlerin ikinci yarısında KKTC ekonomisinin dışa açılmaya yönelik çıkışı sürdürülememiş, 1990 sonrasında eğilim ters dönerek, marjinalleşme süreci başlamıştır. KKTC’nin 1990 sonrasında dünya ekonomisinden
kopmak suretiyle daha kapalı bir ekonomik yapıya dönüşmesi ülke yönetiminin
inisiyatifi dışında yaşanan gelişmelerin yanında, KKTC’nin ekonomik ve siyasi yapısından da kaynaklanmaktadır. Ülkedeki dış pazarlara dönük yatırımların
eksikliği, Polly Peck krizi, yabancı sermaye yatırımlarının yetersizliği, ATAD
kararları, Uruguay Turu sonrası yaşanan gelişmeler, KKTC’nin ihracat yapısı,
hizmetler sektöründeki dar ürün yapısı ve ekonomi yönetiminin esnek olmayan
yapısı, 1990’lı yıllarda mal ve hizmet ihracatının görece azalmasına yol açarak,
KKTC’nin ekonomisindeki marjinalleşmenin nedenlerini oluşturmaktadır. Söz
konusu marjinalleşme ise ekonomik büyüme performansını en fazla etkileyecek
olan dış talep faktöründen yoksun bırakmıştır.
35
Kutu 3.1: İki Başarı Öyküsü: Mauritius ve Güney Kıbrıs
Ekonomik kalkınma sağlama çabaları, küçük ülkelerin dış aleme yönelik sektörlere olan
bağımlılıklarını arttırmaktadır. Karşı karşıya kalınan söz konusu zorunluluk, küçük ülkelerin
dış pazarlara yönelik büyüme politikaları izlemelerini kaçınılmaz kılmaktadır. Küçük ülkelerin
birçoğunda olduğu gibi, Güney Kıbrıs ve Mauritius ekonomik kalkınma gerçekleştirebilmek
için dışa açık bir büyüme stratejisi izlemiş ve bu stratejilerinde başarılı olmuşlardır. Söz konusu iki ülkenin ihracata (mal ve hizmet) dayalı büyüme stratejisinin başarısı her iki ülkenin
ihracat istatistiklerinde daha iyi bir şekilde görülmektedir. Mauritius’un yetmişlerde tarımsal
ürünlere ve özellikle şeker ihracatına dayalı dış ticaret yapısı, Güney Kıbrıs’ın ise ağırlıklı
olarak tarıma ve kısmen sanayi ürünlerine dayalı ihracat yapısı, 1980’li yıllarda değişime uğramıştır. Mauritius, başarılı şekilde geliştirdiği İhracat İşleme Bölgeleri (İİB) ile sanayi malı
ihracatı çok yüksek bir artış göstermiştir. Güney Kıbrıs ise dış ticaret yapısını, re-export ve
sanayi malı ihracatına yönlendirmiştir. Her iki ülkenin sanayi malı ihracatının artışında tercihli ticaret imtiyazları önemli rol oynamıştır.
Mauritius’un, 1970 yılında 30 milyon ABD $ olan ihracat hacmini, 2006 yılında 2.5 milyar
ABD $ düzeyine yükseltmiş olması, uygulanan politikalardaki başarıyı göstermektedir. Şeker
ihracatı 1970’li yıllarda toplam ihracatın %85’ini oluştururken, şekerin payı 1980’lerde %40’a,
1990’larda ise %20’ye inmiştir. İİB ihracatı ise aynı dönemlerde %15 olan payını, %50’lere,
sonrasında ise %70 düzeyine çıkarmıştır. 2006 yılı itibarıyla İİB’den yapılan ihracatın payı,
toplam ihracat içerisinde %80’e yükselmiştir. Güney Kıbrıs dışa açık bir ekonomik yapıya sahip olmakla birlikte, mal ve hizmet üretimi içerisinde hizmet ihracatı (turizm ve finansal hizmetler), mal ihracatının oldukça üzerinde gerçekleşmektedir. Toplam mal ve hizmet ihracatının %84’ü hizmet ihracatı gelirlerinden oluşmaktadır. 1980’lerde bu oranın %50 düzeyinde
olduğu dikkate alındığında, hizmetler sektöründe sağlanan gelişme daha iyi anlaşılmaktadır.
Özellikle, turizm gelirleri toplam dış alem geliri içerisinde önemli paya sahiptir (%47). Güney
Kıbrıs, turizm sektöründe önemli gelişme sağlayarak 1976 yılında 21 milyon Kıbrıs Pound’u
(51 milyon ABD $) olan turizm gelirini, 2006 yılında 1.9 milyar Kıbrıs Pound’u (3.2 milyar
ABD $) düzeyine çıkarmıştır. Ülkenin turizm gelirleri, toplam ihracatının üç katına ulaşmıştır.
Güney Kıbrıs’ın turizm sektörü büyük oranda AB ülkelerine dayanmaktadır. Ülkeyi ziyarete
gelen turistlerin %93’nü Avrupa ülkelerinden gelen turistler oluşturmaktadır.
Mauritius ise İİB ile göstermiş olduğu başarılı dışa açık kalkınma stratejisi kadar, hizmetler sektöründe de benzer başarıyı yakalamıştır. Ülkeye gelen turist sayısı 1980’lerde 90 bin
düzeyinden, bugün itibarıyla 800 bin düzeyine ulaşmıştır. Gelen turistlerin %60’ını ise AB
ülkelerinden gelen turistler oluşturmaktadır. Mauritius’da turizmden elde edilen gelir ise 80
milyon ABD $’ı düzeyinden, 1.05 milyar ABD $’ına yükselmiştir. Seksenlerin sonunda teşvik
edilmeye başlanan finansal hizmet ihracatı, ülkede turizm sektörü ile gelişen hizmet birimi
olmuştur. Finansal ve off-shore hizmetler sektörü son beş yılda ortalama %10 düzeyinde
büyüme hızını yakalarken, GSYİH’a katkısı %10 düzeyine ulaşmıştır. Off-shore hizmetler,
İİB, turizm ve şeker sektöründen sonra dördüncü öneme sahip sektörü oluşturmaktadır.
Gerek Mauritius gerekse Güney Kıbrıs’ın dış ticaretlerinde sağlamış oldukları başarılı büyümenin dayandığı önemli unsurlar, ülkelerin 1980’li yıllardan itibaren uyguladığı dış pazarlara yönelik ticaret politikalarıdır. Mauritius, İİB ile hazır giyim sanayi ağırlıklı, ancak hizmet
ihracatı ile desteklenen bir büyüme gerçekleştirirken, Güney Kıbrıs turizme ve diğer hizmetlere dayalı bir stratejiyi benimsemiştir.
36
2002 sonrası KKTC ekonomisinde sağlanan, ancak sürdürülebilir olmayan
büyüme performansı, büyümeye neden olan sektörler itibarıyla dış talebin ne
kadar önemli rol oynadığını ortaya koymaktadır. İnşaat sektörünü tetikleyen dış
talep ve bu sektörün diğer sektörlerle girdi-çıktı ilişkisi 2002–2006 yılları arasında ekonomide ortalama yıllık %13.4’lük bir artış sağlamıştır. KKTC ekonomisinin yüksek, istikrarlı ve sürdürülebilir büyüme hızı sağlayabilmesi için dış talebe
dayalı sektörlere öncelik vermesi gerekmektedir. Bu sektörler arasında turizm
ve yüksek öğrenim sektörleri, en öncelikli sektörler olarak göze çarpmaktadır.
Bu sektörlerin birçok sektörden girdi alması, bu sektörlerden kaynaklı üretim
artışı, ekonomik büyüme üzerinde önemli ölçüde etki yaratacaktır. Günçavdı
ve Küçükçiftçi’nin 2007 yılında yayınlandıkları makalede KKTC ekonomisinin
geleceğe yönelik olarak büyüme perspektifleri ve bu çerçevede hangi sektörlerin daha yüksek büyüme performansı gösterebileceği incelenmiştir. Çalışmaya
göre bu sektörlerin turizm, inşaat, ulaştırma, yüksek öğrenim, diğer hizmetler
ve finansal hizmetler olduğu belirlenmiştir. Bu sektörler arasında turizm, inşaat,
yüksek öğrenim ve diğer hizmetler dış talebe dayalı sektörler olarak göze çarparken, ulaştırma ve finansal hizmetlerin dış talebe bağlı sektörlere girdi sağlayan
sektörler olarak büyüme performansına olumlu etkide bulunacakları düşünülmelidir.
3.2 KKTc Ekonomisinin Karşılaştırmalı Rekabet Gücü
Rekabet edebilirlik günümüz uluslararası ekonomik ilişkileri göz önüne alındığında, gerek ticaret yapabilmenin gerekse yabancı sermaye çekebilmenin önemli
bir ölçütü olarak değerlendirilmektedir. KKTC ekonomisi de her ne kadar, siyasi nedenlerle dış piyasalara entegre bir yapıya sahip olmasa da, mal ve hizmet
ihracatı yoluyla ve kısmen de yabancı sermaye girişi açısından dış dünya ile belirli bir ilişki ve rekabet içerisinde kabul edilebilir.
Ekonomiler arasındaki rekabet edebilirliği ölçebilmek için birkaç farklı yöntem kullanılmaktadır. Ancak en yaygın kullanılan parametreler “birim işgücü
maliyeti” ile “işgücü verimliliğidir”. Birim işgücü maliyeti; ücretlerin işgücü verimliliğine bölünmesiyle elde edilirken, işgücü verimliliği de toplam hasılanın
işgücü sayısına bölünmesiyle elde edilmektedir ki; bu ölçüt işgücü verimliliği yanında, sektörel verimliliği de yansıtan bir göstergedir. Bu parametreler dışında;
37
toplam faktör verimliliği, ortalama maliyet ve kapasite kullanımı gibi göstergeler
de rekabeti ölçmek için kullanılıyor olmasına rağmen veri sıkıntısı nedeniyle bu
çalışmada kullanılmamıştır. Ayrıca işgücü ve enerji gibi maliyet unsurlarının
ülkeler arası kıyaslanabilmesi açısından kur dönüşümlerinin yapılabilmesi için
reel kur hesaplamalarına da ihtiyaç vardır. Farklı ekonomileri birbirleri ile kıyaslarken, aynı standartta veri elde edilmesi ve bunların kıyaslanabilir olması
da, çalışmanın güvenilirliği açısından önemlidir. Bu nedenle genellikle Tüketici
Fiyat Endeksi kullanılarak elde edilmiş endeksler kullanılması yoluna gidilmektedir. KKTC’de de Türk Lirası kullanımı nedeniyle ayrı kur belirleme imkanı
bulunmamakta ve TL’nin yabancı para birimleri karşısındaki değişimleri, KKTC
için de geçerli kabul edilmektedir.
Bir ekonominin rekabet gücünün hangi alanlarda olduğunun bilinmesi, o ülkede uygulanacak politikaların doğru ve etkin tasarlanmasında önemlidir. Gelişen
uluslararası piyasalarda, rekabet yönünden avantaj elde edebilmek için birçok
ülke farklı enstrümanlar geliştirmek ve uygulamak yoluna gitmektedir. KKTC
açısından maliye politikaları yoluyla bir takım teşvik uygulamaları yürürlükte
bulunmaktadır. Vergi politika araçları arasından da kurumlar vergisi muafiyetinden (yatırımlar için), damga pulu ve gümrük vergisi muafiyetlerine kadar bir dizi
uygulama mevcuttur. Turizm ve imalat sektörlerine yönelik indirimli enerji girdi
desteği, ithal girdi muafiyeti, ihracat sübvansiyon desteği gibi farklı enstrümanlar da kullanılmaktadır. Teşvik lisansı konusunda Devlet Planlama Örgütü yetkili kurum olarak görev yaparken, teşvikli kredi sunumunu Kalkınma Bankası,
yatırımların değerlendirilmesi ve yatırım alanlarının tanıtımını ise yeni kurulan
Yatırım Geliştirme Ajansı (YA-GA) yapmaktadır. Ancak sektörel ve firma bazlı teşvik uygulamaları yerine devletin serbest piyasa koşullarının yerleştirilmesi
yönündeki düzenlemelere yer vererek kaynak dağılımının piyasa tarafından sağlanmasına yönelik politikalar izlemesinin daha avantajlı sonuçlar yarattığı diğer
ülke örneklerinden de görülebilmektedir.
3.2.1 İstihdam ve Ücretler
Rekabet edebilirliğin önemli bir ölçütü işgücü maliyetleri olduğundan işgücünün verimliliği yanında ücret seviyeleri ve işçilik kalitesi de rekabete etki etmektedir. KKTC’de birçok alanda vasıfsız işgücü açığı bulunması nedeniyle, bu alanlardaki işgücü ihtiyacı Türkiye’den gelen işgücü ile giderilmeye çalışılmaktadır.
38
Özellikle iki ekonomi arasında var olan ücret farklılıkları KKTC’nin bir çekim
yaratmasına neden olmaktadır. Ancak son iki yıldır KKTC genelinde uygulamaya giren işgücü piyasalarının düzenlenmesine yönelik ve işgücü akımının kayıt
altına alınmasına yönelik yasal düzenlemeler sonucu, işgücü maliyetleri rekabet
açısından olumsuz yönde etkilenmiştir. Kayıt sisteminin yarattığı bürokrasi ve
zaman maliyeti dışında işletme sahiplerine getirdiği sosyal güvenlik katkı payı
yükümlülükleri ciddi maliyetler yaratmıştır. Yurtdışından çalışmak için adaya gelen işgücünün hem asgari ücrete tabii olması, hem de farklı düzeylerinden sosyal
sigorta katkı payları ödenmesinin yanı sıra, zorunlu tasarruf fonu olan “İhtiyat
Sandığına” da kesinti yapılması işgücü maliyetleri üzerinde %30’a yakın maliyet
artışı getirmiştir. Tüm bu düzenlemeler, sonuç olarak, işgücü maliyetinin önemli
olduğu emek yoğun sektörlerin rekabet edebilirliği üzerinde ciddi sıkıntılar yaratmıştır.
Tüm sektörler için geçerli olan asgari ücret KKTC’de işçi, işveren ve kamu
kesimini temsil eden farklı kurum temsilcilerinden oluşan 15 kişilik bir “Asgari
Ücret Tespit Komisyonu’nca” yılda üç kez belirlenebilmektedir. Aşağıdaki tabloda her yılın ilk asgari ücret seviyesini ve bunların dolar cinsi karşılıkları görülebilir.
Tablo 3. 3: KKTc Asgari Ücret Gelişmeleri
Yıllar
YTL*
ABD Doları
2001
240
170
2002
320
212
2003
440
296
2004
550
385
2005
720
533
2006
780
541
2007
950
712
2008
1160
928
Kaynak: DPÖ (2008)
*2005 öncesi yıllarda TL olarak ifade edilmiştir.
Ancak tüm bu ilave maliyetler yanında yabancı işgücünün niteliğinin vasıfsız oluşu işgücü verimliliğini olumsuz yönde etkilemekte, işgücü verimliliğinin
düşük seviyelerde olması yanında yüksek ücret düzeyleri de rekabet edebilir39
lik üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Aşağıdaki tabloda 2002-2006 yılları arasında KKTC’deki sektörel işgücü verimliliğinde yaşanan yüzde değişim
hesaplanmıştır. Aynı dönem içerisinde asgari ücret reel olarak %66 düzeyinde
artarken verimlilik artışlarının tümü bu oranın altında kalmıştır. Bu da göstermektedir ki verimlilikten fazla artan ücret düzeyi ile rekabet edebilirlikte gerileme yaşanmaktadır.
Rekabet edebilirliğin bir ölçütü de işgücü verimliliğidir. Toplam yıllık hasılanın istihdama bölünmesi ile elde edilen bu oran işgücü başına yıllık üretim değerini göstermektedir ki; uluslararası düzeyde kıyaslama yapılırken kur ve fiyat
oynamalarını da dikkate alarak kıyaslama yapmak gerekir. KKTC’de sektörler
arası işgücü verimliliğine yönelik bir kıyaslama yapılacak olursa; ana sektörler
olarak, hizmet ana sektörünün en yüksek, tarım ve inşaatın ise en düşük verimliliğe sahip oldukları görülmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki; milli gelir
hesaplamalarında sanayi sektörüne verilen sübvansiyonlar veri eksikliğinden dolayı hesaplamadan düşülememiştir; bu nedenle, sektör verimliliği olduğundan
yüksek görülmektedir. Benzer şekilde kamu hizmetlerinin katma değeri hesaplanmasında ücretler kullanıldığından ve kamu ücretlerinin yüksek olmasından
dolayı çok yüksek verimlilik değeri ortaya çıkmaktadır. Ancak bu durum kamu
hizmetlerinde verimliliğin gerçekte yüksek olduğu biçiminde yorumlanmamalıdır. Haberleşme ve Ulaştırma alt sektörlerinin yüksek işgücü verimliliğine sahip
olması ise sermaye yoğun üretim olmasından etkilenmektedir.
Tablo 3.4: KKTc’de Sektörel işgücü Verimliliği 1
Sektörler
2002
1. Tarım
2006
Değişim
67.3
94.8
%40.8
2. Sanayi
121.0
142.2
%17.5
3. İnşaat
49.2
74.6
%51.8
4. hizmetler
97.3
115
%17.6
135
181
%34
4b. ulaştırma haberleşme
138.3
151.6
%9.6
4c. Finansal Kuruluşlar
162.8
168.9
%3.7
4d. Şahsi mesleki işletmeler
55.7
75.1
%34.9
4e. Kamu hizmetleri
80.4
85.4
%6.1
4a. Ticaret ve Turizm
Kaynak: DPÖ verileri kullanılarak hesaplanmıştır.
1 (sektörel Reel GSYH ($)/ sektörel işgücü )
40
3.2.2 Karşılaştırmalı İşgücü Verimliliği
İmalat sanayinin KKTC’deki üretim alanları içerisinde görece verimliliğinin
diğer bölge ülkeleri ile kıyaslandığında, oldukça düşük olduğu gözlemlenmektedir. Örneğin, KKTC imalat sanayinin aynı coğrafyayı paylaştığı Güney Kıbrıs
imalat sanayinin %30’u düzeyinde bir verimliliğe sahipken, Türkiye’nin imalat
sanayi işgücü verimliliğinin ise ancak %13’üne yakındır. Söz konusu rakamlar
KKTC imalat sanayinin dış pazarlarda rekabet edebilirliğinin oldukça düşük
olduğunu göstermektedir. Düşük verimliliğe ilaveten yüksek ücret düzeyleri de
sektörün rekabet edebilirliğini ciddi anlamda kısıtlamaktadır. İmalat sanayinin
düşük verimlilik rakamları yıllardan beridir 60-70 milyon ABD doları aralığına
sıkışıp kalmış olan ihracat rakamlarının neden artmadığını da açıklamaktadır.
Birim işgücü verimliliği rakamlarına bakıldığı zaman birim işgücünün yarattığı
katma değer bakımından KKTC’nin AB üyesi ülkelerinin çok gerisinde olduğu
görülmektedir. Gerek işgücü maliyetlerinin yüksekliği, gerekse karşı karşıya olunan verimsizlik, bu sıralamada KKTC’yi en sona taşırken; ticaret ve turizm ile
mali sektörler genel ortalama üzerindeki alt sektörler kapsamında dahi oldukça
düşük düzeylerde kalmaktadırlar.
Şekil 3.1: İşgücü Verimliliği (Euro)
200
180
160
140
Bin, Euro
120
100
80
60
40
20
0
KKTC
Güney Kıbrıs
Türkiye
Ülkeler
Kaynak: DAÜ Ekonomik Araştırmalar Merkezi (2005)
41
Macaristan
Almanya
Düşük verimlilik yanında düşük kapasite kullanımı ise rekabet gücü üzerindeki bir diğer olumsuz etken olarak değerlendirilebilir. Ekonomi genelinde, kapasite kullanım oranının bazı sektörlerde nispeten yüksek, bazılarındaysa oldukça
düşük seviyelerde olduğu gözlemlenmektedir. Ancak imalat sanayinde ortalama
kapasite kullanım oranının %50 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Doğu
Akdeniz Üniversitesi Ekonomik Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan bir
araştırmaya göre, yüksek kapasite kullanımına sahip sektörler arasında küçük
tarımsal makine teçhizat imalatı, %90 üzeri ile ilk sırada yer alırken, elektrikli
makine ve cihazlar ile optik aletler imalatı, plastik ve kauçuk ürünleri imalatı
%70 civarı kapasite kullanımı ile ikinci sırada yer almaktadır. Gıda, içecek ve
tütün ürünleri ile kimyasal ürünler ise, genellikle %50 civarı ile ortalama oran
civarında kapasite kullanmaktadırlar. Tekstil ve giyim ile kağıt ürünleri ve ana
metal sanayi alanlarında ise, %50’nin altında bir kapasite kullanımı hesaplanmıştır 1.
İşgücü dışında işletmelerin maliyetlerini ve dolayısıyla rekabet güçlerini etkileyen diğer unsurlar arasında; enerji giderleri, haberleşme ve ulaşım giderleri,
imalat sanayinde ise; hammadde giderleri sayılabilir. Enerji giderleri özellikle
enerji yoğun bazı sektörlerde önemli yer tutabilmektedir, bu nedenle bu alanlara
özel sübvansiyon uygulamalarıyla maliyet avantajları yaratılabilmelidir.
3.3 KKTc’de Ekonomik Şoklar ve Büyüme Dönemleri
KKTC’nin ekonomik yapısını doğru anlamak ve zayıf yanlarının kapsamlı
tespitini yapabilmek için yaşanan şok ve neticesinde oluşan krizleri incelemek
gerekmektedir. Bu yaklaşımla ekonomik şokların adres ve kaynaklarının belirlenmesi doğru ve etkin ekonomik politika üretilmesi bağlamında çok önemlidir.
Bu çerçevede KKTC’nin son otuz yıllık kısa ekonomik tarihine bakıldığında,
çok sayıda krizler yaşandığı ve ekonomideki daralmaların yoğun olduğu gözlenmektedir (Şekil 3.2). Bu ekonomik krizler, gerek iç ve gerekse dış şoklar
neticesinde yaşanmıştır. Kuzey Kıbrıs ekonomisinde 1980-2007 yılları arasında
ortalama olarak her 6 yılda bir ekonomik küçülme yaşanması, ekonominin çok
kırılgan bir yapıya sahip olduğuna işaret etmektedir.
1 KKTC İmalat Sanayi Rekabet Gücü Raporu (2004)
42
Dünya iktisat tarihi incelendiğinde bütün (gelişmiş ve gelişmekte olan) ekonomilerin çeşitli dönemlerde ekonomik krizler ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Konjonktürel dalgalanmalar olarak da tanımlayabileceğimiz ekonomik
şokların kaynağında; kısa, orta ve uzun dönemlerdeki toplam arz-talep değişimleri ve doğal afetler vardır. Her ne kadar, 20. yüzyıl öncesinde yaşanan ekonomik
krizler ve ekonomik daralmalar daha çok iç kaynaklı olsa da, 20 ve 21. yüzyıllarda ülkeler arası ekonomik ilişkilerin gelişmesi ve küreselleşme sürecinin artması,
ekonomileri birbirlerine daha bağımlı kıldığından, artık ekonomiler dış kaynaklı
şoklardan da dolayı krizlerle karşı karşıyadırlar.
Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra artan globalleşme sürecinde ülkeler
arasındaki ticaretin ve ekonomik ilişkilerin artması karşılıklı bağımlılıkları arttırmıştır. Dünya ekonomisindeki önemli ülkelerin (aktörlerin), yaşadığı ekonomik zorlukların küreselleşme süreci ile kendi sınırlarını hatta kıtalarını aşarak,
tüm dünyayı etkilediği görülmüştür. Bu konuda verilecek en son örnekler, 2007
Temmuz’unda başlayan ve tüm dünyada etkileri süren ABD’ deki konut piyasasında yaşanan krizdir. Bu gerçekler aslında artık ülkelerin diğer ülkelerden izole
yaşayamayacaklarını, dış şok ve oluşacak krizlere karşı politikaların geliştirmesi
ve bunların gerektiğinde uygulanabilmesi için yasal ve kurumsal yapılanmanın
gerekliliğini ön plana çıkarmaktadır.
Tipik ada ekonomisi özelliklerine sahip KKTC, gerek nüfus gerekse kısıtlı yer
altı ve yer üstü kaynakları ile dışa bağımlılığı yüksek olan bir ülkedir. 1974 yılı
sonrası oluşan yeni durumda, KKTC ile Türkiye arasında yaşanan sıkı siyasi ve
ekonomik ilişkiler, KKTC ekonomisinin yapısal ve konjonktürel dalgalanmaları itibariyle, KKTC ekonomisinin Türkiye ekonomisiyle benzer dalgalanmalar
yaşamasına neden olmuştur. Bunun yanında iç pazarı sığ ve siyasi nedenlerden
ötürü uluslararası piyasalara erişim zorlukları yaşayan KKTC için Türkiye, her
alanda olduğu gibi ticarette de bir nefes borusu durumundadır. Bu bağlamda
Türkiye ekonomisinde yaşanan ve ticaret koşullarını etkileyen her ekonomik
gelişme bire bir KKTC ekonomisine yansımaktadır. Aşağıdaki şekilde de görüleceği üzere, TC ile KKTC’de ekonomik büyüme ve daralmalar açısından büyük
benzerlikler görülmektedir.
43
3.3.1 80’li Yıllar
KKTC’nin 1980-2007 yılları arasındaki makro ekonomik performansı incelendiğinde, ilk dönem için 1981 yılında %7,1 oranında derin bir daralma yaşandığı gözlemlenmektedir. Bunun nedenlerine bakıldığında, Türkiye’de 1980
sonbaharında yaşanan askeri darbenin etkisiyle ekonominin olumsuz etkilendiği
söylenebilir. Dış talepteki bu daralma ile iki ekonomi arasındaki mal akımında
yavaşlama yaşanmış ve KKTC’nin ihracatında gerileme görülmüştür. Bu yıllarda KKTC ihracatının GSMH’nın %40’ını oluşturması ve 1981 yılında ihracatın
1980 yılına göre %26 gerilemesi, ekonominin %7’yi aşan oranda küçülmesini
açıklamaktadır.
Yine bu dönemde KKTC için çok önemli olan Türkiye’ye yönelik transit ticaret de, olumsuz yönde etkilenmiştir. Bunun yanında, Türkiye’den gelen turist
sayısındaki önemli düşüş, KKTC’nin önemli gelir kaynağı olan turizm gelirlerinin %30’a yakın gerilemesine neden olmuştur. Enflasyon, faiz ve kur gibi makroekonomik göstergelerin direkt olarak KKTC’ye yansıması ve bu yüksek oranlı
makroekonomik parametrelerdeki dalgalanmaları hazmetme (absorbe) kapasitesi olmaması nedeniyle ekonomik daralma %7’yi aşamamıştı.
Şekil 3.2: KKTc ve Tc’de Büyüme hızı
20
15.4
15
13.5
11.4
11.2
10
8.5
7.5
5
0
4.8
4.4
7.8
6.8 7
6.4
5.8
7.4
4.1
2.6 2.9
1.6
0.9
6.9
6
5.9
5.7
13.2
1.5
-0.6
78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 -3.7
95 96 97 98 99 00 01 02 03 04 05 06 07
-5
-5.3
-5.4
-7.5
-10
KKTC Reel Büyüme Hızı (%)
TC Reel Büyüme Hızı (%)
Kaynak: DPÖ 2008 ve TC Devlet İstatistik Enstitüsü
44
Şokun kaynaklandığı Türkiye’de 1980’de %2,8 küçülme yaşanmasına rağmen,
1981 yılında büyümeye geçilmiş; fakat KKTC bu dış şokun etkisini 1980 yılında
yaşamaya başlamış ve durağana geçen ekonomi 1981 yılında yüksek oranda daralmıştır. Bu da, KKTC’nin bu yıllarda dış şokları karşılayacak kapasitede olmadığını göstermektedir.
1983 yıllında KKTC’nin kurulmasıyla ve buna ilave olarak yaratılan pozitif sinerjiden dolayı büyüyen KKTC ekonomisi, 1986 yılında Türkiye ile yapılan protokol sonucunda serbest ekonomiye geçişi hızlandırmış ve 1991 yılına kadar
büyüme trendini sürdürmüştür. 1983-1991 yılları arasında Türkiye’de var olan
tek partili hükümet, hem Türkiye’de hem de KKTC’ de gerçekleşen ekonomik
büyümeye politik istikrar sağlayarak katkıda bulunmuştur.
3.3.2 90’li Yıllar
1990 yılı Ağustos ayında Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan ve 1991 yılının
Şubat ayında Irak’ın geri çekilmesiyle son bulan Körfez Savaşı, bölgesel riskin
artmasına neden olmuştur. Bu gelişme Türkiye’de önemli miktarda yabancı sermaye çıkışına, yabancı turist sayısında azalışa, risk faktörünün etkisiyle artan
faiz oranlarına ve Irak’ a uygulanan ekonomik yaptırımlar nedeniyle Türkiye’nin
o bölgeye yönelik ticaretinin azalmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler Türkiye
ekonomisinin 1990 yılını küçülerek geçirmesine sebebiyet vermiştir. 1990 yılının KKTC’de seçim yılı olması, ekonomiye pompalanan paranın ve gerçekleştirilen kamu yatırımların yüksek olmasına neden olmuştur. Bütçe imkanlarının
tamamının kullanıldığı 1990 yılında bütçe açığı 32 milyon dolara ulaşmış olup;
bu bir önceki yıla göre, dolar bazında 3 kat artışa işaret etmektedir. Keynesyen
yaklaşımlarla ekonomi 1990 yılını %5,7 gibi yüksek oranda büyüme ile kapatmıştır.
1991 yılı itibariyle başta kamu yatırımlarının yavaşlaması ve bununla birlikte
bölgede yaşanan krizin etkilerinin daha fazla hissedilmesi ekonominin küçülmesine neden olmuştur. Dış şok olarak tanımlayabileceğimiz adaya turist akışının
300 binlerden 220 binlere kadar inmiş olması turizm gelirlerinin %30’un üzerinde gerilemesine neden olmuştur. Bunun yanında, doğal afet olarak tanımlanabilecek 1990–91 yılı kuraklığı tarım sektörünün iki yıl üst üste %9’lara varan
oranlarda küçülmesine neden olmuştur.
45
Bunların ötesinde en önemli şok, KKTC’nin en büyük yatırımcısı durumunda
olan Polly Peck’in İngiltere’de yaşadığı hukuki ve sonrasında finansal sorunlara
dönüşen sebeplerden dolayı, yatırımlarının durma noktasına gelmiş olmasıdır.
Özellikle ana ihracat geliri olan narenciye sektörünü büyük ölçüde etkileyen bu
gelişme diğer dış kaynaklı şoklar ile birlikte KKTC ihracatının %20’lere gerilemesine neden olmuştur. Özetle, 1991 yılında yaşanan ekonomik kriz iç (iç talebin
daralması), dış (dış talebin gerilemesi) ve doğal afet olarak tanımlayabileceğimiz
kuraklıktan dolayı yaşanmıştır. Bu üç yönlü şoktan dolayı KKTC ekonomisi,
tarihinin en derin krizlerinden birini yaşayarak %5,3 oranında küçülmüştür.
Yukarıdaki Şekil 3.2 de görüleceği üzere, 1994 yılı KKTC için 90’lı yıllarda
yaşanmış bir başka kriz yılı olmuştur. Üç farklı kaynaklı bu şoklar neticesinde
KKTC ekonomisi krize girmiş ve %3,7’lik bir ekonomik küçülme yaşanmıştır.
KKTC’nin Türkiye ile ortak para alanında olması ve Türkiye’de patlak veren
ekonomik kriz neticesinde, o dönemin hükümetlerinin aldığı “5 Nisan Kararları” KKTC ekonomisini derinden etkilemiştir. Türk Lirası’nın yüksek oranda
devalüasyona uğrayarak değer kaybetmesi, çarpan etkisiyle KKTC ekonomisine
yansımış ve %215 ile tarihinin en yüksek enflasyonunu yaşamıştır. Böylesine
yüksek oranlı enflasyonun yanında faizlerin de, yüksek olması hiç kuşkusuz ülkedeki kaynak dağılımını olumsuz etkilerken, bireylerin tüketim, yatırım ve tasarruf kararları ile ilgili davranışlarının rasyonel olmaktan uzak olmasına neden
olmuştur.
KKTC’de bulunan Türkiye sermayeli bankaların Türkiye’de yaşanan krizden
etkilenmeleri, KKTC bankacılık ve finans sektörüne de sıçramış ve belli sayıda
yerel bankanın sektörden ayrılmasına neden olmuştur. Türkiye’deki ekonomik
krizden dolayı daralan iç talep, KKTC’ye gelen Türkiyeli turist sayısında da
%10’u aşkın azalmaya yol açmıştır. Bununla birlikte, TL’nin aşırı değer kaybı,
KKTC’de alım gücünün daralmasıyla birlikte ithalatın bir önceki yıla göre %21
(80 milyon dolar) azalmasına neden olmuş, devletin ithalat ve gelir vergileri de
gerilemiştir. Yaşanan daralmadan en fazla nasibini alan sektör, %8,2’lik küçülme
ile inşaat sektörü olmuştur.
Daha önce de değinilen ATAD’ın kararları geleneksel ürünlerin ihracatını,
46
dolayısıyla üretimi olumsuz etkileyerek ekonomide negatif şok yaratan diğer
bir unsur olmuştur. 1994 yılının ekonomik krize dönüşmesinin az da olsa diğer
olumsuz etkisi, ülkede yaşanan genel kuraklıktır. 1993 yılında 66 milyon dolar
katma değer yaratan tarım sektörü, 1994 yılında yaşanan kuraklık ile %12,3 küçülerek ancak 48 milyon dolar değerinde üretim yapabilmiştir.
KKTC ekonomisi 1994 yılında yaşadığı bu üç değişik kaynaklı şoklardan dolayı devam eden kırılgan yapısını düzeltmek üzere gerekli önlemleri alamamış ve
ekonominin %4’e yakın küçülmesine neden olmuştur.
3.3.3 2000’li Yıllar
KKTC ekonomisi, Türkiye ekonomisiyle yıllar içerisinde yaşanan konjonktürel dalgalanmalarda benzerlikler gösterse de, bazı yıllarda farklılaşmalar olduğu
görülmektedir. Örneğin, 1999 yılında Türkiye’de yaşanan %6,1’lik küçülmeye
rağmen KKTC %7,4 büyümüştür. Bunun temelinde KKTC için veri olarak kabul edilen enflasyon, faiz ve kurlarda fazla dalgalanma olmayışı vardır. Ayrıca
TC ile KKTC’nin altyapı yatırımlarına yönelik protokol anlaşmaları KKTC genelinde ekonomik aktivitenin devam etmesine neden olmuştur. Bununla birlikte,
Türkiye’de yaşanan krizin KKTC’nin dış talep niteliğindeki sektörlerini etkilememesi büyümenin devamına neden olmuştur.
2000 yılında KKTC bankacılık sektöründe bir kriz yaşanmıştır. İç şok olarak tanımlanacak bu gelişmede, Türkiye’de bankacılık sektörünü yeniden yapılandırmaya yönelik uygulamaya konulan programa KKTC’de bulunan Türkiye
sermayeli bankaların da etkilenmesiyle başlanılmıştır. KKTC’deki bankacılık
sektöründeki denetim ve gözetim yetersizliği ile sektörün güçlendirilmesi için
gereken mevzuat altyapısının olmayışı, sektörü kırılgan kılmış ve Türkiye sermayeli bankalarda baş gösteren sorunlar bütün sektöre yayılmasına neden olmuştur.
Bankacılık sektöründeki sorun yanında, tarım ve turizmde de katma değer
olarak azalma olmasına rağmen, özellikle inşaat sektöründe %18’i aşan yüksek
oranlı büyüme ile sanayideki %4’lük genişleme, ekonominin büyük ölçüde küçülmesini engellemiş ve 2000 yılı %0,6’lık daralma ile sonuçlanmıştır. KKTC’ de
bankacılık sektöründe yaşanan kriz ile önemli sayıda yerel bankanın sektörden
47
çıkışı gözlenmiştir. Bu gelişme ile KKTC bankalarına olan güven azalmış olup,
mevduatların büyük ölçüde Türkiye sermayeli bankalara kaydığı görülmüştür.
Buna paralel olarak, DPÖ istatistiklerine göre mevduatlarda 2000 yılında 30
milyon doları aşkın bir azalma yaşanmıştır.
KKTC ekonomisi 2000 yılındaki ciddi bankacılık krizini %0,6 küçülme ile
atlatsa da, 2001 yılında tarihinin en önemli krizlerinden birini TL’nin devalüasyonundan kaynaklanan bir dış şok ile yaşamıştır. Türkiye’de uygulanan sabit kur
rejiminin ekonomideki olumsuzlukları derinleştirmiş ve iç siyasette sorunların
yaşanması sonucunda, rejim sekteye uğramış ve artık Türkiye enflasyon sorununu aşmak için uyguladığı sabit kur rejimini terk etmek zorunda kalmıştır. Serbest
kur rejimine geçilmesi ile aşırı değerli olan TL, yabancı sermayenin Türkiye’den
çekilmesi ile %100’ü aşan oranlarda değer kaybetmiştir.
Ortak para alanında olan KKTC, bu olumsuz gelişmeden bire bir etkilenmiştir. Sektör girdilerinin ithalata bağımlı olması ve ithal ürünlerin (Türkiye’den
gelenler dahil) çoğunun yabancı para biriminde fiyatlandırılması, başta inşaat,
turizm ve sanayi sektörünü büyük ölçüde olumsuz etkilemiştir. Sırasıyla inşaat
sektörü %20, ticaret ve turizm sektörü %15.5 ve sanayi %6.5 oranlarında küçülmüşlerdir. Bunun yanında, geliri TL olan KKTC hane halkının alım gücü azalmış, ekonomide tüketim için yerel üretim ikamesi olmadığından alım gücü adeta
erimiştir.
Bu noktada bir tespit yapılacak olunursa, iç kaynaklı bankalar krizi ekonominin önemli sektörleri olan inşaat ve turizmi fazla etkilemediğinden ekonomide derin bir kriz yaşanmamıştır. Fakat dış kaynaklı kur şoku, inşaat ve turizmi
olumsuz etkilemesi ve bu sektörlerin milli gelir içerisindeki katma değer paylarının büyük olması, ekonominin daha derinden etkilenmesine neden olmuştur.
2002 yılından itibaren, başta Türkiye’nin uygulamaya koyduğu ekonomik istikrar programı ile dünya piyasalarında yaşanan olumlu gelişmelerle; özellikle
petrol ihraç eden ülkelerde görülen likit bolluğuyla artan likit akışı, öncelikle
faiz oranlarında düşüşlere, enflasyonda gerilemeye ve döviz kurlarındaki dalgalanmanın durulmasına yardımcı olmuştur. Türkiye’nin AB yolunda önemli bir
aşamadan geçerek üyelik müzakerelerinin başlatılması ülkedeki yatırım iklimini
48
geliştirmiş ve yalnızca portföy türünde yatırımlara değil, doğrudan yabancı yatırımların da artmasına neden olmuştur. KKTC için veri olan enflasyon, faiz ve
kur gibi makroekonomik parametrelerin istikrara kavuşması, ülkede önemli bir
büyüme zemini yaratmıştır.
Bu yüksek oranlı büyüme dönemi, 2006 yılı sonlarına doğru yerine inşaat
ve konut sektöründe baş göstermeye başlayan sorunlarla yeni bir döneme bırakmıştır. Beş yıl boyunca gelişen inşaat ve konut sektörüne yapılan önemli
ölçüdeki sabit sermaye yatırımları artık talebin daralmaya başlamasıyla atıl duruma geçmeye ve bu sektörde kapasite kullanımının düşmesine neden olmuştur.
Dış talepteki düşüşten kaynaklanan bu olumsuz gelişmenin iyi yönetilememesi
ekonomideki yavaşlamanın derinleşmesine neden olmuştur. Bire bir inşaat sektörünü etkileyen devletin çevreyi koruma amaçlı getirdiği düzenlemeler, çoğu
planlanan inşaatın durmasına, belli şirketlerin sermayesi durumunda olan arazilerin artık değersiz kılınmasına neden olmuştur. DPÖ istatistiklerine göre, 2006
yılında %68 büyüyen inşaat sektörü, 2007 rakamlarına göre %4,2 büyümüştür.
Böylesine derin bir düşüş hiç kuşkusuz ilişkide bulunduğu; başta sanayi ve ticaret sektörlerini de büyük ölçüde etkilemiş ve bu sektörlerin de 2007 yılında durağanlaşmalarına neden olmuştur. Talep daralması gözlemlenen bir piyasada genişletici maliye politikaları uygulaması beklenirken, önceki bölümde değinildiği
üzere, kamu maliyesinin esnek olmayışı nedeniyle hükümetin manevra alanı bulunmadığından, maliye politikaları ile ekonomik yavaşlamaya tepki verilememiştir. Yaşanan dış talep ve iç mevzuat değişikliklerinin etkileri sonucu 2006 yılında
%13,2 büyüyen ekonomi, büyük bir düşüşle, 2007 yılında yalnızca %1,5 oranında büyüyebilmiştir. 2007 yılında ekonominin daralmasındaki diğer bir temel
sorun ise, TC’nin altyapıyı iyileştirmesi için sağladığı yardımların %50’yi aşan
kısmının kullanılamamasından kaynaklanmaktadır. Bu da, KKTC’nin kamu yönetimi açısından yetersiz kalmakta olduğuna ve gerekli düzenlemeleri hazmetme
(absorbe) kapasitesini artırma gereksiniminde olduğuna işaret etmektedir.
2007 yılında baş gösteren ekonomik durgunluk 2008 yılının ilk yarısında da
kötüleşerek devam etmiştir. 2007 Temmuz’unda baş gösteren ve derinleşerek
devam eden ABD kaynaklı konut kredilendirme (sub-prime) krizinin AB ülkelerini ve özellikle Britanya ile TC piyasalarını da olumsuz etkilemesi, 2008
ilk çeyreğinde KKTC ekonomisinde devam eden durağanlığın dış kaynaklı büyümeye dönmesini sağlayamamıştır. Kapasite kullanımındaki düşüklük, işletme
49
siparişlerindeki gerileme ve özellikle devletin dolaylı vergiler ile çalışanlarından
aldığı sosyal güvenlik primlerindeki düşüş, durağanlığa hatta ekonomide küçülmenin başladığına işaret etmektedir. Özellikle 2008 yılının ikinci çeyreğiyle
birlikte petrol fiyatlarındaki artış ve küresel ısınmanın getirdiği kuraklık ile tüketim ürünlerindeki fiyat artışı, üretim maliyetlerini artırdığı gibi tüketicilerin
alım güçlerinin göreli bir şekilde azalmasına neden olmuştur. Bütün bu olumsuz
iç ve dış kaynaklı gelişmelerle, devletin gelirleri azalmış ve katı olan harcamalarından dolayı finansman gereği artmıştır. Devletin bu finansman gereksinimini
harç, fon ve kamu ürün ile hizmetlerindeki fiyat artışları yoluyla karşılamaya
çalışması, ekonomide üretim maliyetlerinin artmasının yanında, vatandaşların
satın alma güçlerinin de azalmasına neden olmuştur. 2008 yılının ilk yarısına
hakim olan ekonomik durgunluk 2008’in ikinci yarısında küresel ekonominin
hızla bozulması sonucu yerini gerilemeye bırakmıştır. Göstergeler 2008 yılında
ekonominin küçülme ihtimalinin dahi olduğuna işaret etmektedir.
3.4 KKTc Ekonomisinde Yapısal Sorunlar
Yukarıdaki bölümde değinilen dönemsel şok ve krizlerden de görüleceği üzere, KKTC ekonomisi istikrarlı ve sürdürülebilir bir yapıya sahip değildir. Dış
faktörler (ambargo ve izolasyonlar) dışında, ülke içerisinde yıllardır uygulanan
yanlış ekonomi politikaları nedeni ile ekonomik alanda birçok yapısal bozukluklar oluşmuştur. KKTC ekonomisinde serbest piyasa ekonomisinden çok, kamu
harcamalarına dayalı bir yapı oluşmuştur. Genel olarak ekonomi kamu ağırlıklı
ve dış yardımlara bağlı olarak gelişimini sürdürmektedir.
1 - Enflasyon, faiz ve kur: KKTC’nin son 34 yıllık ekonomik geçmişi incelendiğinde, özellikle dış kaynaklı şoklardan derinden etkilenildiği gözlemlenmektedir. Ortak para alanında olduğu Türkiye’deki TL’nin istikrarsız seyri sonucunda;
enflasyon, faiz ve kur gibi makroekonomik göstergelerdeki değişimlerin birebir KKTC ekonomisine yansıması, KKTC’nin istikrarsız bir yapı sergilemesine
neden olmuştur (Bkz Ek A.2) Bu gerçek, KKTC gibi ekonomik yapısı güçsüz
küçük bir ekonominin daha istikrarlı bir para rejimine sahip olması gerekliliğini
ortaya koymaktadır. Yapısı itibariyle TL’den kaynaklanan derin dalgalanmaları
hazmetme kapasitesi olmayan KKTC ekonomisinin, istikrarlı bir para biriminin
kullanılması halinde dış şokları önemli ölçüde elimine edeceği öngörülebilir.
50
2 - Maliye politikası: Özellikle KKTC gibi para politikasından yoksun bir
ekonomide, ekonomideki kaynak kullanımını etkin kılmada ve ekonomiye yön
vermede maliye politikaları önem kazansa da, maliye politikası, KKTC ekonomisini şoklara karşı korumada başarılı olamamıştır. Dönemsel olarak yaşanan
şoklarda bütçe kaynaklarında esnek bir yapıya sahip olunmaması nedeniyle yaşanan sorunların çözümüne yönelik, geniş açılımlar yapacak politikalar geliştirilememiştir. Mevcut vergi politikasının etkin olmaması nedeni ile vergi toplama
performansı istenilen düzeye getirilememiştir. Bir taraftan uygun vergi politikası, diğer taraftan da etkin kamu harcamaları maliye politikalarına esneklik kazandırarak, KKTC ekonomisini dış şoklara karşı daha güçlü kılabilecektir.
3 - Bütçe açıkları ve mali disiplin: Mali disiplini sağlama yönünde önlemler almayan devlet yüksek bütçe açıklarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bütçe gelirlerinin (ulusal gelirler) bütçe harcamalarını karşılamada yetersiz oluşu nedeni
ile Türkiye’den sağlanan mali yardımlar da cari harcamaları ve bütçe açıklarını
karşılamada kullanılmaktadır. GSMH’nın %10’unun üzerinde seyreden bütçe bu
açıklarının ekonominin %10’nun üzerinde büyüdüğü yıllarda bile devam etmesi,
kamu harcama politikasında yapısal sorunlar olduğunu işaret etmektedir (Bkz.
Ek. A.3). Sosyal güvenlik açığı, tarım sübvansiyonları, KİT gibi kurumların artan finansman ihtiyaçları ve diğer transferler gibi ödenmesi gereken kalemlerden dolayı katı olan bütçe harcamaları, kaynak tahsisinde esneklik oluşmasını
engellemektedir. Bu da, özellikle personel ve transferler nedeniyle (sosyal ve diğer), ekonominin yavaşladığı dönemlerde büyük sorunlara sebebiyet vermektedir. Kamu harcamalarının %35’i personel harcamalarının %25’i sosyal transferlere gitmektedir. Maliye, politikalarına manevra imkanı sağlamayan harcamaları
karşılamak için ek vergi ve harçlara başvurmanın yanı sıra, kamu ürün fiyatlarını
arttırma yoluna gitmektedir. Bütün bunlar KKTC ekonomisini kırılgan kılmakla
beraber, yaşanan şokların derinleşerek krize dönüşmesine neden olmaktadır.
4 - Kamu sektörü: Kamu sektöründe aşırı istihdam ve bunun üzerine bir de
sektörün sunduğu hizmetin kalitesiz ve verimsiz olması ekonomide istikrarsızlığa neden olan önemli etkenlerden biridir. Bu ise kamu sektörüne yapılan kaynak
aktarımının doğruluğunun tartışılmasına neden olmaktadır. Aldığı kamu hizmetinden memnun olmayan vatandaşın vergi bilinci olumsuz etkilenmektedir. Bunun ötesinde ekonomik büyüme sürecine destek verecek, özel sektörün önünü
açacak bir yapıya sahip olması gereken kamu sektörü, hantal yapısıyla ekonomik
gelişimde en büyük engeller arasında yapısal bir sorun olarak yer almaktadır.
51
5 - Fiziki altyapı eksikliği: Kamu harcamalarının ağırlıklı olarak personel
harcamaları ve sosyal transferlere gitmesi sonucu yatırımlara ayrılan kaynak
azalmaktadır. Özellikle son beş yılda ekonomideki hızlı büyüme ile birlikte ortaya çıkan alt yapı ihtiyacı kendini çok net hissettirmiştir. Elektrik, su, haberleşme
ve ulaşım gibi alanlarda ciddi yatırım ihtiyaçları ortaya çıkarken, var olan şebekelerin de yetersiz ve geri kalmış olması da, yeni yatırımlar dışında yenilenme
ihtiyacını da gündeme taşımıştır. Altyapı yetersizliği KKTC’de farklı sektörlerin
gelişiminde büyük engel oluşturmaktadır. Üretken her ekonomik yapıda vazgeçilmez bir unsur olan enerji altyapısı, her yıl artan ihtiyaç oranında geliştirilirken
alternatif enerji kaynaklarının da devreye konulması ile doğa ile uyumlu enerji
üretimine imkan tanınmaktadır. KKTC’de ise enerji alanında ortaya çıkan ani
talep artışı yanında elektrik ihtiyacının önemli bir kısmını sağlayan Teknecik
santralının eski teknolojiye sahip olması elektrik maliyetlerinin yükselmesine
neden olurken kullanılan yakıt türü ve yetersiz donanım nedeniyle de çevre kirliliği yaratılmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda Teknecikte kurulan ilave santral ünitesi
yanında yap işlet devret modeli ile ihale edilen Kalecik santralı da bu alanda ihtiyacı karşılamaya yetmemiş ve 2008 yılı içerisinde yeni bir ilave santral yatırımı
öngörülmüştür. Benzer şekilde, haberleşme alanında da var olan telefon şebeke
alt yapısının eski ve yetersiz oluşu artan talebe cevap verememektedir. Özellikle
şehir dışı bölgelerde ortaya çıkan yapılaşma nedeniyle belirli bölgelere haberleşme hizmeti kamu eliyle götürülemediğinden, özel sektörün bu alanlara girmek
istediğini ancak hukuki alt yapının da bu alanda engel teşkil ettiği görülmüştür.
Kamuya bağlı ilgili birimlerin söz konusu eksikliği gidermek için, hızlı çözüm
sağlayacak olan kablosuz şebeke ve santral sistemi kurmak üzere ihaleye çıktığı
ancak çok hızlı sonuç alınamadığı görülmüştür.
6 - Aksak piyasa koşulları: Sürdürülebilir kalkınma, teknoloji gelişimi ve
sosyal paylaşım için önemli olan serbest piyasa koşullarının olmaması, KKTC’de
birçok alanda yapısal zayıflıkların oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle belli
bir kritere bağlı olmayan, denetlenmeyen ve şeffaf olmayan devlet yardımları
ülke içerisindeki piyasa işleyişini bozmakta ve piyasada haksız rekabet oluşmasına neden olmaktadır. Ayrıca, günümüze kadar herhangi bir yasal altyapının
bulunmayışı piyasaların etkin işleyişine engel teşkil ederek, gerek fiyat oluşumu
sürecinde gerekse piyasadaki aktörlerin hakim durumu kötüye kullanmaları sonucunda negatif sonuçlar doğurmuştur. Kamu ağırlıklı ekonomiden bir türlü
kurtulamayan KKTC, olası dış şoklar karşısında özel sektörün dinamizminden
52
yararlanamayarak, şokları derin yaşamakta veya kısa sürede atlatamamaktadır.
Serbest piyasa koşullarının olgunlaşması için gerekli mevzuat düzenlemesini yeterli ölçüde yapamayan KKTC, mal ve hizmet sunumlarında piyasa koşullarını
yeterince oluşturamamış, ürün piyasasında esneklikler yaratamamıştır. Gerek
literatürdeki çalışmalardan gerekse yaşanan örneklerden görülmektedir ki; etkin bir kaynak dağılımı etkin çalışan bir serbest piyasa düzeni ile mümkündür,
bunun da başarılabilmesi için gereken koşullardan biri gerekli yasal mevzuat ve
bu sistemi yürütebilen bir yargı sistemidir. Ancak ne var ki; KKTC’de yılardır
serbest piyasa sistemi uygulandığı iddia edilse de, sistemin vazgeçilmezi kabul
edilen birçok yasa henüz çıkarılmamıştır. Örneğin rekabetin korunması yasası,
tahkim yasası gibi temel yasaların boşluğu görülürken, geçen yüzyılın başından
kalan ve günümüz ekonomik sistemine cevap veremeyen birçok yasa da sistemi
zaman zaman kilitleyebilmektedir. Bunların yanında, herhangi bir sanayi politikasının geliştirilmemesi de, ülkedeki ürün çeşitliliğinin oluşmasına engel olmaktadır.
7 - Verimsizlik ve düşük kapasite kullanımı: Bunun yanında üretimde emek
yoğun KKTC ekonomisinde emeğin pahalı olması ve işgücü verimliliğinin düşük olması, üretim maliyetlerinin yüksek olmasına neden olmaktadır. Ekonomide yaşanan istikrarsızlıklar nedeniyle, ülkenin kapasite kullanımı da düşüktür.
Bu, özellikle kaynakların atıl kalmasına neden olmakta ve faktör verimliliğinin
azalmasına yol açmaktadır.
8 - Yardım ve kredi bağımlılığı: Diğer yapısal bir sorun da, TC’den sağlanan
yardım ve kredilerin akışı ile ilgilidir. Bu kaynak akışındaki yavaşlama ekonomik
büyümeyi önemli ölçüde etkilediği ve KKTC ekonomisinin aslında yardıma dayalı ve bağımlı bir ekonomiye sahip olduğunu işaret etmektedir. Türkiye’den gelen
yardım ve krediler iki ülke arasında imzalanan Ekonomik İşbirliği Protokolleri
çerçevesinde sağlanmaktadır. Ek A.3’de ayrıntılı olarak incelendiği üzere, TC
yardımları 2006 yılında GSMH’nın %7’si ve bütçenin de %15’ine ulaşmaktadır.
Ancak Türkiye’den sağlanan yardımların da doğru alanlara kanalize edilememesi
sonucunda ülkede üretken bir yapı oluşturulamamıştır. Ayrıca protokollerde yer
alan hususlar da geçen yıllara rağmen, tam olarak hayata geçirilememiş ve ekonomiye beklenen katkıyı yaratamamıştır.
9 - Tarım sektörü: KKTC’de yapısal sorun olan diğer bir alan ise tarım sektörüdür. Tarım sektörünün GSYİH içerisindeki payının yıllar içerisinde azal53
masına rağmen ihracata olan katkısı, imalat ve hizmet sektörüne sağladığı hammadde nedeniyle ekonomide önemli bir yere sahiptir. Ancak kuraklıktan dolayı
su kaynaklarının yetersiz oluşu ve tarımsal arazinin elverişliliğinin az olması,
tarım sektörünün gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Tarım sektöründe
faaliyet gösteren işletmelerin çoğunluğu küçük aile işletmelerinden oluşmaktadır. Tarım sektöründe profesyonel anlamda faaliyet gösteren işletme sayısı çok
azdır. Bu da tarımsal alanda faaliyet gösteren üreticilerin çoğunluğunun esas
gelirlerini tarım dışı sektörlerden elde ettiğini göstermektedir. Bu nedenle üreticiler piyasa taleplerine göre kaliteli ürün üretmeye veya maliyetleri düşürücü
teknolojik gelişime ve modernizasyona yönelmemektedirler. Tarımda modernizasyona geçilememesi, eski teknoloji kullanımı, yetersiz ve pahalı girdi kullanımı tarım sektörünün karşılaştığı önemli sorunlardandır. Bunun sonucunda da,
üretimde verimlilik ve talebe yönelik ürün çeşitliliğinin ortaya çıkması engellenmektedir. Tüm bunların yanında kamu, KİT’ler ve kamusal kurumlar aracılığı ile
tarım sektörüne müdahale etmektedir. Bu çerçevede ilgili kamu kurumları ürün
fiyatı açıklamakta ve ürün alımı yapmaktadır. Uygulanan yanlış sübvansiyonlar
ve etkin olmayan tarımsal teşvik unsurları sonucunda serbest piyasa sisteminin
çalışması engellenmekte, kalitesiz üretim teşvik edilmekte ve tarım sektörünün
rekabet edebilirliği azalmaktadır. Tarım sektörüne her yıl ödenen kuraklık tazminatları ve diğer tarım teşvikleri altında aktarılan kaynaklar bütçe üzerinde de
olumsuz etki yaratmaktadır.
10 - Kamu iktisadi teşebbüsleri ve kamusal kurumlar: Yeniden yapılandırılması gereken bir alan ise; Kamu İktisadi Teşebbüsleridir. Kamu yönetimde
olan KİT ve benzeri kurumlarda aşırı istihdam yaratılmakta ve verimsiz çalışmaları nedeni ile de, bu kurumlarda görev zararları oluşmaktadır. Bu kurumlardaki
yönetimlerin siyasi müdahalelerin etkisi altında olması, kurumların etkin yönetilememelerine neden olmaktadır. Ekonominin en temel sorunlarından birisi
de, bütçe üzerinde büyük bir yük oluşturan görev zararlarıdır. Her yıl bütçeden
görev zararlarının finansmanı için bu kurumlara transferler yapılmaktadır. Bütçe gelirlerinin yeterli olmadığı KKTC’de KİT ve benzer kuruluşların görev zararları borçlanma yolu ile finanse edilmekte ve bu da kamu borçlanma gereğini
arttırmaktadır. Diğer taraftan, KİT ve benzer kurumların varlığı devletin ekonomideki varlığını arttırmakta ve rekabetçi piyasaların oluşmasını engellemektedir.
54
4
BÖLÜM
ÇÖZÜM SÜRECİ DİNAMİKLERİ
ÇERÇEVESİNDE
REFORM İhTİYAÇLARI
4. ÇÖzÜM SÜREcİ DİNAMİKLERİ ÇERÇEVESİNDE
REFORM İhTİYAÇLARI
Kıbrıs konusunda devam etmekte olan siyasi belirsizlik, KKTC’nin tanınmamış olması ve izolasyonların yarattığı olumsuzluklar, Kıbrıs Türk halkının
ekonomik kalkınmasını engellemektedir. Her ne kadar Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüm
bulma yolunda iki lider arasında tam kapsamlı doğrudan görüşmeler başlamış
olsa da, anlaşmanın ne zaman olacağı, nasıl gerçekleşeceği ve görüşmelerin sonuç verip vermeyeceği konularının net olmayışı, belirsizliğin devamına neden
olmaktadır. Çözüm dinamiklerinin olduğu bu konjonktürde, gerek yıllardan beri
var olan yapısal sorunlara çözüm üretmek ve Kıbrıs Türk halkının refahını arttırmak, gerekse Kıbrıs’ta olası bir anlaşma durumunda, çözüme ve AB’ye üyelik
sürecini kolaylaştırmak için Kıbrıslı Türklerin üzerlerine düşeni yerine getirmesi
gerekmektedir.
Bunun yanında, bölgesel ekonomik dinamiklerin değişmesi; Güney Kıbrıs’ın
AB üyesi olması, kapıların açılması ve kısmi de olsa emek, mal ve hizmetlerin ada
içerisinde dolaşması, Türkiye’nin yeni AB üyesi ülkelerle gümrük birliğine girmesi ve üyelik müzakerelerine başlaması, Kuzey Kıbrıs’ın belirli ekonomik gerçeklerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Kıbrıslı Türklerin dışa açılma
sürecinin arttığı bu konjonktürde, toplumun bundan daha iyi yararlanabilmesi
ve sürdürülebilir kalkınma yolunda ilerleyebilmesi için ekonomisinde kurumları
ile birlikte süratle bir modernleşme sürecine girmesi gerekmektedir. Bu girişim,
Kıbrıs sorunu ile ilgili çözüm sürecinden bağımsız, çözümün gerçekleşmesi ya
da gerçekleşmemesi halinde de yapılması zorunlu bir icraattır.
4.1. Yeni Bir Ekonomik Sisteme Doğru
Çalışmanın ikinci ve üçüncü kısımlarında ve Ek. 1’de ayrıntılı bir şekilde incelendiği üzere, KKTC ekonomisi uyguladığı politikalarla sürdürülebilir ekonomik kalkınmayı başaramamıştır. Yapılan analizlerdeki tespitlerden de görüleceği
üzere, başarısızlığın nedenleri kısmen siyasi tanınmamışlıktan kaynaklansa da,
sürdürülebilir kalkınmada yol alamamanın temel nedenlerini uygulanan yanlış
ve eksik ekonomik politikalar oluşturmaktadır.
57
Ekonomin mevcut yapısıyla sürdürülebilir bir yapıda olmayışı, uygulanmakta
olan politikalarda değişikliğe gidilmesi gerektiğini göstermektedir. Ekonominin
yüksek oranlı büyüdüğü dönemlerde bile ekonomideki yapısal sorunlara çözümler getirilememesi ekonomi yönetiminde sorunlar yaşandığını göstermektedir.
Kamu sektörünün ekonomide giderek artan bir eğilim sonucu %50’yi aşan
ağırlığı, kamu yönetimi sorunu, bütçedeki yapısal sorunlar, ekonomideki yatırım ikliminin iyileştirilememesi ve serbest piyasa koşullarının oluşturularak özel
sektörün gelişememesi, verimsizlik ve düşük kapasite kullanımı sorunu, sosyal
güvenlik çıkmazı, kayıt dışı ekonomi sorunu ve Türkiye’ye olan mali bağımlılık
temel sorunlar arasındadır.
4.1.1. Devletçi Ekonomiden Piyasa Ekonomisine
Kuzey Kıbrıs ekonomisini modernleştirme sürecinde KKTC halkının, iş imkanlarının artık kamu sektörü tarafından değil, özel sektörün gelişmesi ile sağlanabileceğini anlaması gerekmektedir. Hükümetler uygulayacakları vergi, harcamalar, ücret ve diğer ekonomik politikalarla, ekonomik büyümenin ancak özel
sektör motoru ile olabileceğini göstermelidir. KKTC ekonomisinin kendi çapında yaşadığı tecrübe ve bunun yanında uluslararası deneyimler, artık kamuya dayalı ekonomik büyüme modelinden çıkılması gerektiğini göstermektedir.
Ekonomideki kaynak kullanımının etkin kılınması için özel sektörün kurumsallaşmasını sağlayacak yapılandırmaya gidilmesi gerekmektedir. Bu ise modernleşme sürecinin özel sektör odaklı bir yapıda olmasını gerektirmektedir.
Geliştirilecek ekonomik politikalar, ekonomideki üretim faktörlerinin istihdamını, özel sektörün büyümesi ve geliştirilmesine yönelik şekilde kullandırılmalıdır. Siyasi nedenlerden ötürü küreselleşme sürecine dezavantajlı durumda
dahil olan Kuzey Kıbrıs ekonomisinin bu coğrafyada rekabet edebilecek yapıya
gelebilmesi için, özel sektörün gelişimine yönelik ve yatırım ikliminin iyileşmesini sağlayacak politikalar reform gündeminin ana maddelerini oluşturmalıdır.
4.1.2. Ekonomide Vizyon ve hedefler
Ekonomideki üretim faktörlerinin etkin kullanımı, yatırımların doğru şekilde
yönlendirilmesi, teknolojik gelişimi sağlama ve adaptasyon, kurumsallaşma ve
58
benzeri bütün değişim süreçleri, ekonomik kalkınmanın kritik unsurlarıdır. Yalnız bu reform süreçlerinin, halkın bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçları ve istekleri
ile birisi uyum içerisinde olması gerekir. Bunun yanında reformlar, toplumun
ihtiyaçları ve isteklerini karşılayabilmesi için gerekli fırsat ve potansiyelleri arttıracak niteliklere sahip olmalıdırlar. Ancak o zaman toplum reformlardan yararlanır ve gerçek anlamda sürdürülebilir kalkınma yolunda başarılı olunabilir. Bu
ise yapılacak reformların toplum katında kabul görmesini gerektirir.
KKTC’nin ekonomisi incelendiğinde, gerçek anlamda bir ekonomik vizyona
ve ekonomik hedefe sahip olmadığı görülecektir. Her ne kadar 1990’lı yılların
sonlarına kadar beş yıllık kalkınma planları Hükümetler tarafından hazırlanmış
olsa da, bunların gerçekte uygulamaya geçirilmediği, bugün dahi var olan yapısal
sorunlar nedeniyle rahatlıkla görülebilir.
Kıbrıs Türk halkının, belirlenen yapısal sorunlara etkin çözümler getirebilmek, dış şoklara karşı kırılganlığı asgariye indirmek ve ekonomik kalkınma yolunda ilerleyebilmek için ekonomik vizyona ihtiyacı vardır.
Kıbrıs Türk halkının Ekonomik Vizyonu;
“Adada çözüm ve AB üyeliği sağlanmasıyla, yüksek rekabet gücü ekonomisiyle
bölgede çekim merkezi olacak, halkına AB standartlarında yaşam kalitesine sağlayacak, çevresel zenginliklerini de koruyan ve geliştiren, sürdürülebilir bir ekonomik
yapı oluşturmaktır.”
Sürdürülebilir ekonomik kalkınma vizyonunun AB ve çözüm perspektifli olması gerekmektedir. Bu perspektif, Kıbrıslı Türklerin olası bir çözüm durumunda mevzuat, kurumsal ve ekonomik gelir olarak AB’yle daha kolay yakınsaması;
daha da önemlisi adadaki siyasi çözümü kolaylaştırabileceği için gereklidir.
Belirlenen vizyona ulaşmak için uygulanacak politikalar aşağıdaki gibi olmalıdır:
• Sürdürülebilir ekonomik büyüme için güçlü kamu maliye yapısına ve bütçe
disiplinine sahip olunması,
• Kamunun ekonomideki rolünün üretici ve üretim kaynaklarının kullanımında
59
belirleyici olmak yerine, ekonomiyi düzenleyen ve denetleyen, özel sektörü tamamlar nitelikte olması,
• Serbest piyasa ekonomisinin kural ve kurumlarıyla ekonomide yer alması,
• Ekonomik büyümenin motorunun özel sektör olması için sektörün önünün
açılması ve yatırım ikliminin iyileştirilmesi,
• Özel sektörün gelişimi ve istihdam yaratması için verimli, güçlü ve yenilikçi bir
ekonomik yapıya sahip olması,
• Yerel kanun, kural ve standartlarının AB mevzuatına uyumlaştırılması,
• Üretim kapasitesini taşıyacak ve artmasını sağlayacak fiziki altyapı kalitesi,
• Vatandaşların bilgi ve becerilerini artıracak yenilikçi ekonomiye işgücü sağlayacak etkin bir eğitim sistemi,
• İyileştirilmiş sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleri,
• Dış talebe bağlı sektörleri taşıyabilecek su kaynakları ve
• Sürdürülebilir kalkınmada başarılı olabilmek için korunmuş ve geliştirilmiş bir
çevre.
4.1.3. Reform Sürecinin Yönetişimi
Tespit edilen yapısal sorunların aşılması için belirlenen vizyon çerçevesinde
bütünlüklü ekonomik politikalar geliştirilmelidir. Ekonomik planlama ve politikaların geliştirilmesindeki yöntem şeffaf ve katılımcı bir yaklaşım içerisinde
olmalıdır. Bunun için ülkedeki ilgili tüm paydaşların; sektör temsilcilerinin, sivil
toplum örgütleri vb, politikaların geliştirilmesi aşamasında sürece dahil edilmeleri şarttır. Bu yaklaşım sayesinde yapılacak reformların, toplum nezdinde siyasi
ve sosyal olarak kabul görmesine ve daha etkili bir şekilde sonuç alınmasına
ortam hazırlayacaktır. Buradaki temel zorluk, değişik paydaşların kısa vadeli kazançlarını bütün toplumun orta ve uzun vadeli refahı için feda etmeleri yönünde
ikna edilmeleri olacaktır.
Geliştirilen ekonomik planın hayata geçirilmesi için aksiyon planlarının oluşturulması gerekir. Bu sayede belirlenen hedeflere ulaşma yolunda icraatların performansı ölçülebilecektir. Bunun ötesinde hazırlanacak ekonomik programın
kaynak gereksinimi de olacaktır. Söz konusu ekonomik kalkınmanın finansman
ihtiyaçları ve bu ihtiyacın hangi kaynaklardan sağlanacağı bütçeleme yöntemiyle
belirlenmelidir.
60
4.2. Makroekonomik Reformlar
1974’den bugüne KKTC ekonomisinin en büyük eksikliklerinden biri olan
makroekonomi yönetimi, yukarıda anlatılan vizyona erişmek için belirlenecek
politikaların etkin uygulanabilmesi için çok önemlidir. Siyasi iradenin tam olarak
yansımasının şart olduğu makroekonomi yönetiminde, sürdürülebilirlik olgusu
esas alınmalıdır. Sınırlı yerel kaynaklar ile sağlanan dış kaynakların rasyonel kullanım gereksinimi vardır. Bunun yanında makroekonomi yönetiminde etkinliği
sağlamak için kurumlar arasında koordinasyon ve işbirliği gerekmektedir. Bu
sayede politika yapıcıların uyguladığı politikalarda çelişkiler olmayacak ve ekonomik program bütün kurumların sorumluluğunda etkin sonuç verecek şekilde
uygulanabilecektir.
Kıbrıs Türk halkı ekonomisini modernleştirmek adına başta istikrarı sağlamak için kamu maliyesini rasyonel politikalarla disiplin altına almayı ve güçlü
bütçe yapısıyla istikrarlı bir para birimine geçmeyi hedeflemelidir. Bunun yanında ticaretin kolaylaştırılması için gerekli prosedürel düzenlemelerle bürokrasiyi azaltarak özel sektörün gelişimi için gerekli yasal ve kurumsal altyapıyı
oluşturması gerekmektedir. Ülkedeki yatırım ikliminin iyileştirilmesi için fiziki
altyapının güçlendirilmesi ve AB uyum sürecinin hızlandırılması ana reform politikaları arasında gelmelidir.
Hükümetlerin katılımcı ve şeffaf bir yaklaşım ile paydaşlarla birlikte yapısal
sorunlara çözüm getirecek bir dizi makroekonomik reformları hayata geçirmesi
gerekmektedir:
4.2.1 Mali Disiplinin Sağlanması
• KKTC’nin ekonomik kalkınma sürecinde en temel sorunlarından biri olan
istikrarın sağlanabilmesi ve ekonomik dalgalanmalarda etkin rol üstlenebilecek
güçlü ve şoklara karşı esnek bir kamu maliye yapısına ihtiyaç duyulmaktadır.
Para politikalarından yoksun KKTC ekonomisinin Türk Lirası kullanımından
kaynaklanan kur, faiz ve enflasyondaki hızlı değişimleri (şokları) asgariye indirebilmesi için bütçe disiplini gerekmektedir. Mevcut yapısıyla kamu kaynaklarının
çoğu yatırımdan fazla tüketime yöneliktir. Mali kaynakların kullanımını etkin
61
kılmak ve israfı önlemek için yasalarla sınırlandırılmış ve performansa dayalı bir
harcama yapısı ile bütçe yeniden formüle edilmelidir. Bunun için süratle performansa dayalı bütçe uygulamasına gidilmelidir.
• Kamu maliyesinde yapılacak reformlar kendi kendine yeten bir maliye yapısını hedeflemelidir. Bu çerçevede bütçe harcamalarının en büyük kalemini oluşturan personel harcamalarında yerel kaynakların daha yararlı kullanılabilmesi
için kamunun süratle ücret politikasında değişikliğe giderek, maaşların tamamen
performansa dayalı bir yapı içerisinde yapılmasının sağlaması gerekmektedir.
Bunun yanında, kamuda, istihdamda emekliye ayrılan sayısına göre daha düşük
bir istihdam uygulamasına gidilmesi ve bunun siyasetteki değişimden etkilenmesini engellemek için yasalarla bağlayıcı kılınması gerekmektedir. Bu uygulamalarla personel harcamalarının bütçe içerisindeki payı azalacak ve kaynakların
daha fazla yatırımlara yönelmesine olanak sağlanacaktır.
• Mevcut ve gelecekteki sosyal güvenlik açığının bütçe üzerindeki mali baskısını asgariye indirmek için 2008 yılında yürürlüğe giren yeni sosyal güvenlik
sistemine, bugünkü sosyal açığa neden olan eski sistemin aşamalı olarak dahil
edilmesi gerekmektedir. Bu sayede, kendi kendine yeten bir sosyal güvenlik sistemi hedeflenecektir.
• 2000’li yıllarla birlikte bütçedeki ekonomik ve finansal transferlerin oranı
GSMH’nın %10’nu aşmış durumdadır. Bütçenin bu mali baskıdan kurtulması
için öncellikle belediyelerin mevcut hizmet alanlarını geliştirerek, KKTC sınırları içerisindeki tüm bölgelerde yaygınlaştırılması gerekmektedir. Bu sayede yerel
yönetimlerin büyük sorunu olan ölçek sorunu büyük ölçüde aşılmış olup, yenilenecek yönetim biçimleriyle daha sağlıklı kaynaklar yaratılabilecektir.
• Bütçe dışı idareler ve kamu iktisadi teşekküllerine (KİT) yapılan transferlerin ekonomik açıklaması bulunmamaktadır. Bu sonu belirsiz transferler bir
taraftan bütçeye yük getirirken, diğer taraftan ise serbest piyasa koşullarının olgunlaşmasını engellemekte ve kamunun piyasaya ürün ve fiyatlarıyla müdahalesine neden olmaktadır. Bu idare ve teşekküllerin esaslı bir çalışma çerçevesinde
özelleştirilmeleri gerekmektedir. Bu uygulama ile bir taraftan yapılacak transferlerin ekonomik esaslara göre yapılması sağlanırken, diğer taraftan da kamu ma-
62
liyesinde rahatlama sağlanacak ve kamunun gerçek anlamdaki mali sorumluluğu
tanımlanabilecektir.
• KKTC’deki gelir vergisi uygulamasında reforma gidilerek, oranların %10 ile
%30 gibi kabul edilebilir seviyelere çekilmesi ya da düz oran uygulamasına gidilmesi gerekmektedir. Buna paralel olarak, teknolojik gelişimlerden yararlanarak
vergi yönetiminin modernizasyonu, kazançların tümünün sisteme dahil etmesi
ve denetlenmesi gerekmektedir. Bu sayede vergi denetiminin genişletilmesiyle,
vergi tabana yayılacak ve ülkenin önemli sorunlarından biri olan kayıt dışı ekonomik faaliyetler kayıt altına alınmış olacaktır.
• Uygulanmakta olan maliyetli, karmaşık ve çok oranlı KDV sisteminden vazgeçerek, basit ve uygulanması kolay olan üç oranlı (örneğin %0-1, %5 ve %15)
ve yerli-ithal mal ayırımı gözetmeyen uygulamaya geçilmelidir.
• Mükelleflerin vergi verme isteği, kamunun vatandaşına karşı şeffaf olması
ve sunduğu hizmetlerin kalitesiyle doğru orantılıdır. Bu bağlamda ülkedeki vergi
bilincini artırmak ve vergi mükellefliğini iyileştirmek için kamunun, topladığı
vergileri halkın hayat standartlarını artırmak için doğru yerlere harcadığını, politikalarıyla şeffaf bir şekilde ortaya koyması gerekmektedir.
• Bütçe finansman açığını finanse etmek için sağlanan kredi ve yardımların
mutlak surette proje bazlı gerçekleştirilmesi ve cari bütçenin tüketime yönelik
harcamaları için kullanılmaması gerekmektedir. Bu yaklaşım, harcamaların disiplin altına alınması yanında, sağlanan dış kaynakların orta ve uzun vadede gelir
yaratacak alanlara yönlendirilmesi açısından da çok önemlidir.
• Projelendirme kapasitesi yetersiz olan kamu, TC hükümetleri tarafından
sağlanan kaynakların KKTC ekonomisinde etkin ve zamanlı kullanımını etkilemektedir. Bu bağlamda kamunun yatırım bütçelerini hazırlamasında ve bunların
projelendirilmesi için gereken niteliklere sahip personelin yetiştirilmesinde, beşeri sermayeye yatırım yapılması gerekmektedir. Bu sayede KKTC ekonomisine
sağlanan mali kaynaklar daha etkin bir şekilde absorbe edilebilecek ve doğru
alanlara yönlendirilmesi sağlanabilecektir.
63
4.2.2. İstikrarlı Para Birimine Geçiş
• Makro ekonomi yönetiminin önemli araçlarından biri olan para politikası,
Türk Lirası kullanımından dolayı, hiçbir dönem KKTC ekonomisinin politika
aracı olmamıştır. Kaldı ki, ekonomi literatüründeki birçok çalışmada KKTC gibi
serbest kambiyo rejimi altındaki küçük bir ekonomide para politikasının etkin
olmadığı ortaya konulmuştur. Dışa açık küçük ekonomilerin entegre oldukları
ekonomiye bağlı sabit kur sistemi ya da o ekonominin para birimini kullanmaları, etkin makro ekonomi yönetimi için önerilen en optimal politika seçeneği
olarak gösterilmektedir. Ancak entegre olunan ekonominin fiyat istikrarına sahip olması gerekmektedir. Türk Lirasının uzunca bir süredir istikrarlı olmaması, KKTC’nin istikrarlı başka bir para birimine geçilmesi yönünde ihtiyaçlarını
artırmıştır. Her ne kadar son yıllarda TL göreceli olarak istikrara kavuşmuş olsa
da, tam anlamıyla istikrarlı olduğu söylenememektedir. Bunun yanında, KKTC
ekonomisinde mal ve hizmet piyasasındaki fiyatlandırma ve halkın tasarruf tercihlerinin Türk lirası dışında olduğu görülmektedir. Bu ise daha istikrarlı bir
paraya geçişin piyasa tarafından talep edildiğini göstermektedir.
• Gelişen koşullar değerlendirildiğinde, Kuzey Kıbrıs’ın ileride entegre olma
ihtimali yüksek olduğu AB’nin birçok ülkesinin ve özellikle, AB üyesi Güney
Kıbrıs’ın Euro alanı içinde oluşu ve Kuzey Kıbrıs’ın en önemli ticari partneri
olan Türkiye ekonomisinin ağırlıklı ticaret ortağının AB olması dikkate alındığında, KKTC’de tek taraflı Euro’ya geçişin ekonomik kazançları maliyetinden
daha yüksek olacaktır.
• Para birliğine giren ülkelerin üstlendiği en önemli maliyetlerin başında bağımsız para ve kur politikasından yoksun olmaları, son kredi merciinin olmayışı
ve senyoraj kayıpları gelmektedir. Halbuki Kuzey Kıbrıs halihazırda bunların
hiçbirine sahip olmadığından, para birimi değişimi ile üstlenilecek ilave maliyetler olmayacaktır. Bu nedenle KKTC’de Euro’ya geçiş ilave maliyetler yaratmayacaktır. Bununla birlikte, Euro’ya geçiş için bazı düzenlemelere ihtiyaç
duyulabilecektir. Başta bütçe disiplini ile açıkların kontrol altına alınması, sosyal
güvenlik sisteminin yarattığı yükün giderilmesi ve kamu borç stokunun sürdürülebilir hale getirilmesi gerekmektedir.
64
• İstikrarlı bir paraya geçiş ile birlikte hem ticari ilişkileri güçlendirmek ve
geliştirebilmek hem de rekabet gücünü artırılabilmek için verimlilik artışına ve
buna bağlı olarak işgücü piyasalarında gerekli esnekliklere imkan tanıyacak düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Para ve döviz kuru politikalarından yoksun
bir ekonomi, ancak bunların sağlanması halinde gelecek negatif şokları absorbe
etme kapasitesine sahip olabilecektir. Ekonomik entegrasyon düzeyinin yüksek
olduğu Türkiye ekonomisi ile olan ekonomik faaliyetlerin devalüasyon riskiyle
kaybedilmemesi için özellikle hizmetler alanında ücret esnekliklerine bağlı verimlilik artışları gereklidir.
4.2.3. Dış Ticaret Reformları
• KKTC’nin küçük bir ada ekonomisi oluşu, dış ticareti ekonomi için kaçınılmaz derecede önemli hale getirmektedir. Bu bağlamda KKTC’de yıllardır liberal bir ticaret rejimi uygulanmaya çalışılsa da, zaman zaman üreticilerden gelen
baskılarla korumacı tedbirlere veya ihracatta teşvik uygulamalarına rastlanmaktadır. KKTC bu aşamada artık dışa açılma engellerini asgari düzeye indirmeli ve
hedef olarak AB gümrük uygulamalarını benimsemeli, bu alanda AB’ye uyumu
sağlamalıdır. Bunun yanında, Türkiye dışında ülkelerle ikili ticaret anlaşmaları
yapamasa veya çok taraflı ticaret anlaşmalarına taraf olamasa da, Dünya Ticaret
Örgütü’nce belirlenmiş dış ticaret prensiplerini ve uygulamalarını benimseyecek
düzenlemelere gidilmelidir.
• Her ne kadar KKTC’de uygulanan gümrük tarifeleri AB’nin ortak gümrük
tarifeleriyle uyumlu olsa da, gümrük prosedürlerinde eksiklikler ve aksaklıklar
vardır. Bu bağlamda, AB gümrük prosedürlerine uyumlu olacak şekilde, teknolojiden de yararlanarak gümrüklerdeki prosedürlerde değişikliğe ve yenilenmeye
gidilmelidir. Bu sayede izin alınması gereken makamların (sağlık sertifikası, ithal
izni gibi) bir noktada (gümrükte) toplanması prosedürü basitleştirecek, emek ve
zaman tasarrufu sağlanabilecektir. Bu değişiklikler ithalat ve ihracat maliyetlerinin azalmasına da yardımcı olabilecektir.
• Gümrüklerde uygulanan gümrük vergisi dışındaki fon adı altında alınan vergilerin, dış ticaret rejiminde basitliği ve uygulamasında kolaylığı sağlamak adına,
“Özel Tüketim Vergisi” adı altında toplanarak sınırlandırılmalıdır.
65
• 2007 yazında yeniden uygulamaya giren ve peşin vergi tahsilatı anlamına
gelen gelir vergilerinin ithalat aşamasında “stopaj” adı altında ithal edilen mal
üzerinden alınması, ithalatçılara ilave maliyet yüklemiş ve mal fiyatları üzerinde
olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Bu uygulamaya son verilmesi piyasada yaratılan
sapmaları asgariye indirecektir.
• Tarımsal ürünlerde, ürünün hasat dönemine bağlı olarak ithalatta miktar
kısıtlamaları yapılmaktadır. Yerli üretimi korumak adına ithalatı tamamen yasaklamak yerine, üretimi pazarda oluşan fiyat koşulları ile ilişkilendirerek, serbest
piyasaya müdahale etmeden düzenlemeler yapılması gerekmektedir.
4.2.4. Serbest Piyasa Ekonomisinin Kurumsallaştırılması
• Özel sektör odaklı modernleşme sürecinde KKTC’de serbest piyasa koşullarının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için bir dizi düzenleyici ve denetleyici mevzuatın yasallaştırılmasına ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, piyasa koşullarının kurum
ve kuralları ile hayata geçirilebilmesi için ilk adım olarak rekabetin korunması
ile ilgili mevzuatın süratle yasallaştırılması ve ilgili kurumların (Rekabet Kurulu)
yapılandırılması gerekmektedir.
• Devlet ekonomide artık üretici ve tüketici olmaktan çıkıp, bunun yerine, piyasayı düzenleyen ve denetleyen bir aktör olarak hareket etmelidir. Bu anlayışla
devletin ekonomideki ağırlığı azaltılabilecek ve fiyat mekanizmasına müdahalesi
asgariye indirilecektir. Bu nedenle işletmelerin serbest piyasa ortamında daha
iyi rekabet etme koşulları iyileşebilecektir. Devlet, geliştirilecek olan rekabetin
korunması ile ilgili mevzuatla, enerjisini ve kaynaklarını özel sektörün gelişimi
için gerekli altyapı ve piyasanın ihtiyaç duyacağı beşeri sermaye kaynaklarını geliştirme yönünde kullanmalıdır.
• Liberalleşme yolunda, devletin kontrolünde bulunan işletmeler ve kurumların özelleştirilmesi gerekecektir. Bu sayede kamu kuruluşlarına yapılan destekler
daha rasyonel ve piyasa koşulları çerçevesinde yapılabilecektir. Piyasaya girişin
sınırlı olduğu sektörlere derinlik kazandırılması ya da devletin hakim durumda
olduğu; enerji, ulaşım ve iletişim gibi sektörlerin özel sektöre açılması için gereken deregülasyonları yerine getirmesi ve bunları düzenleyecek ve denetleyecek
üst kurullar oluşturması gerekmektedir.
66
• Ticari uyuşmazlıkların tahkim yoluyla hakem veya hakemler tarafından çözümlenmesinin sağlanması, ülkedeki yatırım ikliminin iyileştirilmesine büyük
katkı sağlayabilecektir. Bununla birlikte ticari mahkemelerin kurulması için gerekli yasal ve anayasal düzenlemelere gidilmelidir.
4.2.5. Fiziki Altyapının İyileştirilmesi
• KKTC ekonomisinin modernleşme sürecinde ülkenin yatırım ikliminin iyileştirilebilmesi ve üretimin daha düşük maliyetlerde rekabet edebilecek bir şekle
gelmesi için altyapı eksikliklerinin giderilmesi gerekmektedir. Özel sektör odaklı
öngörülen KKTC ekonomisinin modernleşme sürecinde devletin temel fonksiyonu, özel sektörün gelişimi için gerekli altyapı yatırımlarını planlamak ve bütçelemektir. Bu çerçevede özel sektör ile işbirliği içerisinde; kamu-özel ortaklığı,
yap-işlet, yap-işlet-devret gibi modellere de başvurarak devletin, özel sektörün
gelişimi için gerekli altyapı imkanları sağlaması gerekmektedir.
• Enerji sektöründe üretimin özel sektöre de açılması ve üretimin önemli
girdisi olan elektriğin daha uygun çevresel koşullarda ve maliyetlerde üretilmesi sağlanmalıdır. Ticaretin büyük ölçüde gerçekleştirildiği Mağusa limanı gerek
yapısal gerekse teknik olarak güçlendirilmeli ve yeni teknolojilerin kullanımı ile
ticarete yarattığı ek maliyetler asgariye indirilmeli, kapasitesi artırılmalıdır.
• Hizmet sektörünün ağırlıklı olduğu KKTC ekonomisinde başta üniversiteler
olmak üzere, çağrı merkezi odaklı hizmet üretimi için hızlı iletişim imkanlarına
ihtiyaç vardır. Bu bağlamda kablolu ve kablosuz iletişim imkanlarının (internet,
broadband) artırılarak uygun maliyetlerle ekonomiye sunulması, sektörlerin rekabet gücünü arttırabilecektir.
• Ekonominin üretim yapısına çeşitlilik sağlayacak telekomünikasyon kapasitesinin yükseltilmesi de altyapı öncelikleri arasında yer almalıdır. Ülkenin turizm ve yüksek öğrenim gibi hizmetler üretimine dayalı sürdürülebilir büyüme
sağlayabilmesi için, turizm ve yüksek öğrenimin ekonomiye getireceği tüketici
sayısını dikkate alan su, çöp ve atık unsurlarının çevreyi de gözetecek şekilde
yönetilebilmesine olanak tanıyacak altyapı yatırımları gerekmektedir.
• Ada genelinde ulaşım ağını etkinleştirecek yatırımlara öncelik verilmelidir.
67
4.2.6. Avrupa Birliği uyum Sürecinin hızlandırılması
• KKTC’nin sosyal ve ekonomik yaşamını iyileştirmek ve yaşam standartlarını yükseltmek için yasal mevzuat ile ilgili yapılması gereken birçok düzenleme
vardır. Bunun özellikle yukarıda sıralanan reformlar için ve/veya onları tamamlayıcı kılmak için eş zamanlı yapılması gerekmektedir. Kıbrıs Türk halkının siyasi tercihleri içerisinde AB’nin bir parçası olma gerçeği, AB mevzuatının Kuzey Kıbrıs’ta bir rehber olarak kullanılması ve mevcut yasalarımıza yansıtılarak,
uyumlu hale getirilmesi yer almaktadır. Bu uyumlaştırma süreci çözüm sürecine
bağlı olmadan, Rum tarafının engellemelerine rağmen, Kıbrıslı Türklerin yaşam
standartlarını iyileştirme ve AB’ye yakınlaşma amacıyla yapılmalıdır.
• AB mevzuatının uyumlaştırılması ticaretin liberalleşmesine yardımcı olacağı
gibi KKTC ekonomisinde rekabetin artmasına ve kaynakların piyasa koşullarında
daha doğru tahsis edilmesine de yardımcı olacaktır. Mal ve hizmet piyasalarında
artan rekabet, kalkınma başarısına katkı sağlayacaktır. Bu bağlamda AB Genişleme Komiserliğince başlatılan teknik desteğin daha etkili ve hızlı bir şekilde
hayata geçirilmesi için KKTC’deki koordinasyonun güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede Başbakanlıkta oluşturulan AB Koordinasyon merkezi beşeri
kaynak açısından da güçlendirilmelidir. Bunun yanında uyumlaştırma sürecinin
etkili olabilmesi için ilgili bakanlık ve kamu kurumlarında yeniden yapılandırmaya gidilerek bu kurumlar, uzman ve altyapı bakımından güçlendirilmelidir.
• Meclisin AB mevzuatını daha etkin ve uygun şekilde yasallaştırması için siyasi erkin bu sürece tam destek vermesi şarttır.
4.3. Mikro Ekonomik ve Düzenleyici Reformlar
KKTC ekonomisi üzerine yapılan çalışmalarda ekonomik zayıflıklar ortaya koyulurken sıkça makro ekonomik unsurlar üzerinde durulmakta, çözümler makro ekonomik istikrarın tesisine yönelik politika önerilerini içermektedir.
Özellikle kamu ve bütçe tarafındaki dengesizlikler irdelenerek, kamuda harcama
disiplinine yönelik kamu reformunun önemine dikkat çekilmektedir. Çalışmanın
gerek önceki, gerekse bu bölümünde makro ekonomik reform konuları ele alın-
68
mıştır. Bir ekonominin kalkınabilmesi ve sürdürülebilir büyüme sağlayabilmesi
için makro ekonomik istikrar oldukça önemli bir faktördür. Ancak, makro ekonomik istikrar, ekonomik kalkınma ve sürdürülebilir büyüme için yeterli koşul
değildir. Bu bağlamda, önceki başlıkta ele alınan makro ekonomik reformların
KKTC ekonomisine sürdürülebilir ve istikrarlı bir büyüme sağlama hususunda
tek başına yeterli olamayacağı anlaşılmalıdır. Reform sürecinin mikro ekonomik
reformlarla da desteklenmesi gerekmektedir. Makro ekonomik istikrarın sağlanması ve korunmasına yönelik politikalar uygulanırken, ekonomiyi dış pazarlara
açacak, ekonominin dünya ile entegrasyonunu geliştirecek, serbest piyasa ekonomisinin kurumsal altyapısını güçlendirecek ve ekonomide faaliyet gösteren
oyuncuların dış pazar odaklı faaliyetlere yönelmesi ve rekabet edebilmesi için
verimliliği esas alacak olan mikro temelli reformlara da ihtiyaç duyulmaktadır.
Bölüm 3’de büyümenin belirleyicileri irdelenirken, KKTC gibi küçük bir ekonominin sürdürülebilir büyüme sağlamasında dışa açık olmasının önemine değinilmişti. Bu önem, makro istikrarın tesisine yönelik reformların tek başına
yeterli olmayacağını destekleyen diğer bir unsuru ortaya koymaktadır. Politika
yapıcılar ciddi bir ekonomik programla bütçe disiplini sağlayacak, üretim altyapısını güçlendirecek, işgücü piyasasındaki kamu-özel dengesizliğini giderecek
tedbirleri uygulasa dahi, bu yolla sağlanacak makro ekonomik istikrarın KKTC
ekonomisinde özel sektör yatırımlarını artıracağını ve ekonominin hızlı büyüme
sürecine gireceğini beklemek yanlış olacaktır. Bütçe disiplini ile sağlanacak makro istikrar, ekonominin küçülmesine ve işsizliğin artmasına yol açabilecektir.
Bölüm 3’de büyümenin kaynakları arasında kamunun rolü dikkate alındığında,
ekonomiyi dış pazarlara açacak unsurlardan yoksun bir programın daha düşük
düzeyli bir ekonomik aktiviteye yol açabileceği öngörülmüştür. Kamuya dayalı
politikalardan vazgeçmek istemeyen politika yapıcıların esas çıkmazı da bu noktada kendini göstermektedir. Düşük düzeyli ekonomik faaliyetlerden ve düşük
gelir düzeyinden sakınmak için Türkiye’den sağlanan finansmanla kamuya dayalı
bir ekonomik model tercih edilmektedir.
Uzun dönem yüksek büyüme hızı sağlamış olan KKTC benzeri küçük ülkelerin ekonomilerine bakıldığında, bu ülkelerin dışa açıklık (openness) olarak adlandırılan mal ve hizmet ihracatlarının gayrisafi milli gelirlerine oranları
%50’nin üzerinde olduğu, bazı ülkelerde %80’i aştığı görülmektedir 1. KKTC’de
1 Güney Kıbrıs %54; Barbados %51; Malta %103; Mauritius %64.
69
ise bu oran %50’nin altındadır. Yıllık ortalama %10,3 ekonomik büyüme sağlanan 2002-2007 dönemine büyümeye dış talep yönünden bakıldığında, dış talebe
dayalı sektör gelirlerinde önemli bir artış görülmesine rağmen, bu sektörlerin
milli gelir paylarının çok fazla artmadığı, bununla birlikte inişli çıkışlı bir seyir
izledikleri görülmektedir.
2002-2007 arası ekonomi hızlı büyürken, mal ihracatının GSMH’ya oranı
2002 yılında %4,4’den 2007 yılında %2,3’e gerilemiştir. Bu dönemde mal ihracatı yıllık %12,2 büyümesine rağmen, ekonomik büyümede mal ihracatının katkısı
sınırlı kalmıştır. Ekonomiye olan katkısı mal ihracatına konu sektörlerden daha
yüksek olmakla birlikte, hızlı büyüme döneminde turizm sektörünün ekonomik
büyüme üzerindeki etkisi de sınırlı kalmıştır. Bu dönemde sektör gelirleri yıllık
ortalama %26,9 büyümesine rağmen, 2002 yılında %12,2 olan turizm gelirlerinin GSMH’ya oranı 2007 yılında %11’e inmiştir.
Turizm gelirlerinin büyüme üzerindeki etkisi düşük olmakla birlikte, sektörde
yaratılan gelir istikrarsızlık göstermiştir. Turizm gelirleri dışında yüksek öğrenim gelirleri gibi diğer hizmetlerden ve işgücü gelirlerinden oluşan diğer hizmet gelirlerine aynı dönem itibarıyla bakıldığında, GSMH oranının 2002 yılında
%17,4’den 2007 yılında %23,9’a yükseldiği görülmektedir. Diğer hizmet gelirlerindeki gelişme, mal ihracatı ve turizm gelirlerine göre ekonomik büyümeye
daha fazla katkı sağlamıştır. Ancak benzer istikrarsızlık diğer hizmet gelirleri
için de geçerlidir.
Dış talebe dayalı olan mal ihracatı, turizm ve diğer hizmet sektörlerinin yüksek ekonomik büyüme döneminde milli gelir paylarının çarpıcı büyüme sağlamaması, KKTC ekonomisinin yeterli ölçüde dışa açık bir ekonomi olmadığını
doğrulamaktadır. KKTC’nin dışa açık olmamasını önemli ölçüde ekonomik izolasyonlarla açıklamakla birlikte, ekonomik izolasyonların kalkması halinde ne
kadar dışa açılabileceği, küresel rekabete konu dış talebe dayalı ürünlerde rekabet edebilirliği ve işletmelerin ne ölçüde dışa dönük bir yapıda olduğu bu noktada önem kazanmaktadır. Ekonominin bu yapısı, dış pazarlara açık bir büyüme modeline olan ihtiyacı daha belirgin hale getirmektedir. Politika yapıcıların
ekonomide istikrarsızlığın temeli olan ve dış finansmana bağımlı kamuya dayalı
modelden, dış pazarlara dayalı bir modele geçebilmesi için, makro ekonomik
70
reformlarla birlikte ekonomiyi küresel rekabete konu dış talebe dayalı mal ve
hizmetler sektörlerine açabilecek, bu sektörleri ekonomik büyüme üzerinde rol
oynayacak hale getirecek ve bu sektörlere rekabet gücü kazandırabilecek mikro
ekonomik reformları da uygulaması gerekmektedir.
Grafik 4.1: Dış Alem Gelirlerinin GSMh Paylarındaki Gelişme ( %, 2002-2007)
Kaynak: DPÖ Ekonomik ve Sosyal Göstergelerden derlenmiştir.
Mikro ekonomik reformlar ve düzenlemelerden beklenen serbest piyasa altyapısını güçlendirmesi, işletmelerin küresel düzeyde rekabet edebilirliklerini artırması ve KKTC ekonomisinin dış pazarlara erişimini sağlamasıdır. Bu nedenle, mikro reformların ürün ile üretim faktörlerine yönelik olması gerekir. Bu
çerçevede mikro reformların iki temelde ele alınması gerekmektedir. Birincisi,
ekonominin dışa açılmasını sağlayacak ürün ve işletme stratejileri geliştirecek
politikalar, ikincisi ise rekabet gücünü artıracak ve teşvik edici olacak politikalardır. Bu iki temel çerçevesinde mikro ekonomik reformlardan anlatılmak istenen, dış pazarlara yönelik ürün geliştirilmesi ve bu ürünlere odaklanılmasıdır.
Dış pazarlara yönelik ürünlerden kastedilen yalnızca mallar değil, özellikle kü-
71
çük ekonomi yapısına uygun hizmetlerdir. Turizm, finansal hizmetler ve yüksek
öğrenim, dış talep yaratan hizmetlerin başında gelmektedir. KKTC ekonomisi
bu ürünlere sahip olmakla birlikte, bu ürünlerin dış pazarlara erişimleri oldukça
sınırlıdır. Ayrıca, bu ürünleri rekabet edilebilir kılacak ölçüde çeşitlendirmek
gerekmektedir. Bu nedenle mikro reformların birinci bacağını dış talebe dayalı
ürün geliştirme ve bu ürünlerde uzmanlaşma sağlayacak politikalar oluşturmaktadır.
Reformların ikinci adımını ise söz konusu ürünleri üretecek ve dış pazarlarda
pazarlayacak olan işletmelerin geliştirilmesine yönelik politikalar oluşturmaktadır. İşletmelerin dış pazar odaklı örgütlenmelerini sağlayacak düzenlemeler,
KOBİ geliştirme politikaları, teşvik modelleri, yabancı sermaye yatırımlarını
ekonomiye çekecek politikalar ve pazarlama tekniklerindeki yenilikler bu politikaların temelini oluşturmalıdır. Tüm bu politikaların, rekabet gücü sağlayacak
reformlarla desteklenmesi halinde, ekonomide özel sektöre ve dış pazara dayalı
bir kalkınma modeli uygulanması mümkün olacaktır. Üretime nitelikli iş gücü
sağlayacak ve işgücü verimliliğini artıracak istihdam politikaları yanında, kaliteyi
esas alan, girdi maliyetlerini düşürücü düzenlemeler, dış pazar odaklı ürünlerde
rekabet gücünün sağlanmasına ve artırılmasına yol açabilecektir.
4.3.1. Ürün Geliştirme ve uzmanlaşma Politikaları
KKTC’de politika yapıcılar, benzer ülke örneklerinden hareket ederek ekonomide hizmet sektöründe uzmanlaşma stratejisi geliştirmek suretiyle dış talebe
dayalı ürünlere yönelik politikalar ortaya koymuş ancak bu politikalar sınırlı
başarılar sağlamıştır. Turizm ve yüksek öğrenim bu çerçevede başarılı olunan
sektörler olmakla birlikte, küresel rekabetin getirdiği yeni ekonomik çevre, bu
iki sektörde yenilikler getirilmemesi halinde orta vadede zorluklarla karşılaşılacağını göstermektedir. Bu nedenle, KKTC’nin büyüme stratejisinin bir unsuru
olarak küresel düzeyde rekabet edebileceği, yüksek katma değer yaratan ve istihdam sağlayan yeni ürün geliştirilmesine yol açacak politikalar ortaya koyması
gerekmektedir. Bugüne kadar dışa açılmada başarı sağlanmış turizm ve yüksek
öğrenim gibi sektörlerde ise önceden sağlanan rekabet avantajını güçlendirecek
politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.
72
Ölçek ve teknoloji sınırları nedeniyle küçük ekonomilerin küresel ürünlerde
rekabet edebilme kabiliyetleri oldukça sınırlıdır. Bu nedenle, küçük ekonomilerin katma değeri yüksek, fiyat rekabeti düşük olan (fiyat esnekliği düşük), yüksek
kalitede ürünlere yönelmeleri gerekmektedir. KKTC’nin ekonomik kaynakları itibarıyla turizm, yüksek öğrenim, finansal hizmetler, transit yük depolama
(off shore hizmetler) ve sağlık hizmetleri, uzmanlaşma sağlayabileceği potansiyel ürünler/sektörler olarak dikkat çekmektedir. “Niche” ürünler olarak da
adlandırılan bu sektörlerin temel özelliği, küresel rekabete konu olmaması ve bu
nedenle fiyat rekabetinden uzak olması, yüksek gelir grubuna hitap eden kalite
standardı yüksek, küçük üretim kapasitesine rağmen yüksek katma değerli ürünler olmasıdır.
KKTC ekonomisinin dışa açılmasına yol açacak bu “niche” alanlar aşağıdaki
gibi özetlenebilir. Bu niche ürünler, yaratıcı işletmelerin ortaya çıkardığı, farklılaştırılmış yapıları ile talep yaratabilecek ve sınırları belli olmayan ürünlerdir. Bu
nedenle, ürün yelpazesini aşağıdaki gibi sınırlı düşünmemek, aksine işletmelerin
bu tür ürünleri geliştirmelerine olanak tanıyacak teşvikler sağlamak, politika
yapıcıların öncelikleri olmalıdır. Ancak, bu teşvikler ve politikalar tasarlanırken
baştan belirlenmiş bir süre için geçerli olmalarına dikkat edilmelidir. Desteklenecek faaliyet kollarının şeffaf ve katılımcı bir süreçte belirlenmesi, bir alanda
uygulanacak teşvikin diğer faaliyet kollarına yaygınlaştırılması doğrultusundaki
siyasi taleplerin önünü kesecektir.
A - Turizm Sektörü
KKTC’nin güneş, deniz, kum konseptine dayalı geleneksel ve küresel turizm
ürünleri ile bölgesinde rekabetçi olması mümkün değildir. Bu nedenle, turizm
potansiyelinden daha fazla yararlanabilmek için özel ilgi turizmine (nichlere)
yönelmesi gerekmektedir. Haçlı seferleri güzergahında bir ada olarak sahip olduğu tarihsel ve kültürel zenginlik kültür turizmi için potansiyel içermektedir.
Kültür turizmi yanında, yüksek gelir grubuna hizmet eden golf turizmi (kısıtlı
su kaynaklarına rağmen), marinacılık, agro turizm, spor turizmi, kongre turizmi
gibi özel ilgi alanlarının geliştirilmesine yönelik teşviklere ve politikalara ihtiyaç
vardır.
73
B - Yüksek Öğrenim Sektörü
KKTC dış talebe bağlı sektörler arasında yüksek eğitim sektöründe önemli
sayılacak bir gelişme göstermiş olmasına rağmen, sektörün orta ve uzun vadede
avantajını yitirecek tehditlerle karşı karşıya olduğu bilinmektedir. Sektörün ağırlıklı olarak Türkiye pazarına dayalı olmasının yanında, kalite yönünden kendini
geliştirememiş olması da söz konusu tehditlerin başında gelmektedir. Yine de
yüksek gelir sağlayacak alanlara yönelik uzmanlaşma politikaları, kalite standartlarının yükseltilmesi ve farklı pazarlara yönelik çeşitlilik sağlayacak politikalarla,
yüksek öğrenim sektörü, karşı karşıya olduğu zorlukları ve tehditleri aşabilecektir.
c - Sağlık hizmetleri
Bu alanda, yüksek beşeri sermayeye sahip KKTC’nin tıp alanındaki teknolojik gelişmelerin transferi ile dış pazarlara yönelik sağlık hizmetlerini geliştirme
potansiyeli vardır. Yaşlanan Avrupa nüfusu ve bu nüfusa cevap vermekte zorlanan Avrupa ülkelerindeki sağlık hizmetleri, KKTC ekonomisi için bir fırsat
yaratmaktadır. Bu tür yeni faaliyetlere yönelik teşvikler geliştirerek, bu fırsatı
ekonomik avantaja çevirme kabiliyeti gösterilmelidir.
D - Finansal hizmetler
Finansal hizmetlerin geliştirilmesi için yasal altyapı yürürlükte olmasına rağmen, KKTC bu sektörden yeterli düzeyde yararlanamamıştır. Finansal hizmetler
sektörünün gelişmesinde diğer ülkelerle yapılan çifte vergilendirme anlaşmaları
önemli rol oynamaktadır. KKTC’nin siyasi tanınmamışlığı bu bağlamda sektörün gelişimi için bir engeldir. Bununla birlikte, çifte vergilendirme anlaşması
yapılan Türkiye’deki şirketlerin faaliyetleri dahi KKTC’ye yeterli düzeyde çekilememiştir 2. Son dönemlerde kara paranın aklanması ve terör faaliyetlerinin
finansmanı gibi konular bu tür merkezlerin mercek altına alınmasına ve daha
sıkı düzenlemelere maruz kalmalarına yol açmıştır. Ancak buna rağmen birçok
ülke ekonomisinde finansal hizmetler önemli yer tutmaktadır. KKTC için de
2 Bu hususta Türkiye ekonomisindeki kayıt dışılık da rol oynamıştır.
74
bu sektörün uluslararası düzenlemelere bağlı kalmak suretiyle, ekonomik fayda
potansiyeli devam etmektedir. Tanınmamışlığa rağmen Türkiye ve İslam ülkeleri ile finansal hizmetlerin geliştirilmesi sektörün bu ülkelerde etkin tanıtımı ile
sağlanabilecektir.
E - Diğer hizmetler
İklimi, sahip olduğu eğitimli işgücü ve doğasıyla KKTC, uluslararası şirketlerin iş merkezi olma yönünde bir strateji geliştirebilir. İş merkezi olabilmenin asgari koşulları, çifte vergilendirme anlaşmaları, düşük vergi uygulamaları, olumlu
iş iklimi, telekomünikasyon ve ulaşım gibi güçlü altyapı, kaliteli eğitim ve sağlık
olanaklarıdır. İş merkezi yüksek eğitimli işgücüne istihdam olanakları sağladığı
gibi, ülke içinde yaratılan katma değere de önemli katkı sağlamaktadır. Bunun
yanında, KKTC’nin turizm, eğitim ve sağlık gibi dışa açılmak istediği alanlarda
da tamamlayıcı bir özellik taşımaktadır.
İş merkezi yaratma stratejisinin yanında, girişimcilerin dünyaya outsourcing
yapacak bilişim teknoloji alanlarına yönelmeleri, bulunduğumuz bilgi çağında
önemli bir alan olarak görülmektedir. KKTC bu alanda uzmanlaşacak yetişmiş
kalifiye işgücüne sahiptir. Telekomünikasyon altyapısının güçlendirilmesi ile dış
talebe yönelik bu alanda gelişmeler sağlanacaktır.
Bölgemizde, Mısır ve Beyrut transit konteynır taşımacılığında birer hub olabilmişlerdir. Lübnan’daki siyasi istikrarsızlık, Mısır’ın ise bu alandaki yoğunluğu,
Gazimağusa limanın bir hub olarak gelişmesi için bir potansiyel doğurmaktadır. Transit konteynır taşımacılığı yüksek dışsallığa sahip, istihdam sağlayan bir
sektördür. Gazimağusa limanın bu alana yönlendirilmesi, KKTC ekonomisine
önemli katkı sağlayacaktır. KKTC’nin bu sektörlere yönelik ürün geliştirme
stratejisi dışa açık sektörlerde ürün çeşitliliği sağlayacak ve bu ürün çeşitliliği
ekonominin dış şoklar karşısında kırılganlığını azaltacaktır.
KKTC’nin ürün çeşitliliğine giderken öncelikler arasına alması gereken diğer
bir alan ise telekomünikasyon alanında yaygınlaşan ve çağrı merkezi olarak bilinen, uluslararası telekomünikasyon hizmetleridir. Pasifik’te bulunan bazı ada
ülkeleri bu alanda faaliyet gösteren ülkelere örnek teşkil etmektedir. Teleko-
75
münikasyon altyapısı ile güçlendirilmesiyle haberleşme ve internet alanlarında
hizmet veren bir merkez olma stratejisi izlenmelidir.
4.3.2. Özel Sektörün Geliştirilmesine Yönelik Teşvik Politikaları
Küresel rekabet KKTC’de faaliyet gösteren şirketlerin daha verimli çalışmalarını ve daha yüksek katma değer yaratmalarını zorunlu kılmaktadır. KKTC’de
faaliyet gösteren şirketler önemli oranda KOBİ, hatta mikro sayılacak küçük aile
şirketleridir. Ayrıca işletmelerin birçoğu dış pazar odaklı değil, iç piyasa odaklı
faaliyet göstermektedir. Haliyle işletmeler, küresel rekabet gücü sınırlı, ölçekleri
küçük, kayıt dışılıkları yüksek ve kurumsal yapıdan uzak bir görünüm arz etmektedirler. Bu yapılarıyla şirketlerin yatırım ve iş yapma kapasitelerinin artırılması
mümkün değildir. Bu nedenle politika yapıcıların işletmelerin dışa açılmalarını
sağlamaları, iş yapma olanağı yaratmaları ve işletmelerin rekabet güçlerini artırmaları için bir dizi mikro reformları hayata geçirmeleri gerekmektedir.
Bu alandaki mikro reformlar işletmeleri dış pazar odaklı hale getirecek, kurumsallaşmaların ve kayıt altına girmelerini sağlayacak, iş yapmalarının önündeki engelleri kaldıracak, kalite standartlarını yükseltecek, finansman olanaklarına
erişimlerini artıracak ve serbest piyasa altyapısını güçlendirecek bir dizi düzenlemeleri içermelidir. Yapılacak olan idari ticari ve yatırımların önündeki engeller ile piyasa ekonomisinin etkin çalışmasını önleyen uygulamaları kaldıracak
düzenlemeler, bu hususta yapılması gerekenleri kapsamaktadır. Bunun yanında
dış pazar odaklı ürünlerde doğrudan yabancı sermayeyi ekonomiye kazandıracak yabancı sermaye stratejisi ve teşvik sistemi de reformların önemli bacağını
oluşturmaktadır.
A - Piyasaya Yönelik Düzenlemeler
Yeni işletmelerin kurulabilmesi özendirici düzenlemeler piyasaya yeni girişleri
artırarak rekabetin artmasına yol açacaktır. Bunun sonucunda, verimsiz çalışan
işletmeler piyasadan çekilecek ve piyasa koşullarında rekabet edebilen işletmelerin faaliyetlerine olanak tanınacaktır. Şirket kuruluş süresinin kısalığı, kuruluş
aşamasındaki bürokrasinin hafifletilmesi ve kuruluş maliyetlerinin azaltılması, yeni işletmelerin kurulabilmesini özendirici düzenlemeleri oluşturmaktadır.
Özellikle tek duraklı (One Stop Shop) şirket kurma kolaylığı gerek yerli gerekse
76
yabancı girişimcilerin sektörlere girişlerini kolaylaştıracak tedbirlerin başında
gelmektedir. Ekonomide giriş kolaylıkları kadar çıkış kolaylıkları da yatırım ve
iş yapma iklimini olumlu etkilemektedir. KKTC’de gönüllü ve gönülsüz iflas
düzenlemeleri bulunmakla birlikte pratikte bu düzenlemenin işlerliği ya da ne
kadar engel oluşturduğu çok fazla test edilmemiştir 3. Yine de çıkış işlemlerinde hukuki sürecin uzun ve bu bağlamda maliyetli olacağı öngörülmektedir. Bu
nedenle gerek giriş gerekse çıkışı engelleyici düzenlemelerin bürokratik süreçlerden arındırılması ve daha kolay hale getirilmesi, iş yapma ve yatırım yapmayı
cazip hale getirecektir.
İş yapmayı teşvik eden giriş-çıkış kolaylıkları yanında haksız rekabetin önlenmesine yönelik düzenlemeler de piyasa altyapısını güçlendirmekte, iş yapmayı
kolaylaştırmaktadır. KKTC’de son yıllarda bu yönde önemli adımlar atılmış ve
haksız rekabeti önlemeye yönelik düzenleme yasallaşmak üzere meclis gündemine alınmıştır. Raporun yazıldığı dönemde henüz yasallaşmasa dahi kısa sürede
yasallaşması ve yürürlüğe girmesi beklenmektedir.
B - Yargı Sistemine Yönelik Düzenlemeler
KKTC’de mevcut yargı sistemi iş yapmayı zorlaştıran ve yatırımı dışlayan bir
yapı arz etmektedir. Anlaşmazlıkların çözümünde olsun, alacakların tahsilinde
olsun yargı sistemi ağır çalışmakta, sonuç alınması oldukça uzamaktadır. Yargı
sistemi sözleşme hukukunun çalışmasını engelleyecek düzeyde bir hantallığa sahiptir. Bunun yanında yargının sözleşme hukukuna yaklaşımı, sözleşmeye taraf
olanların suiistimallerine olanak tanımaktadır. Şöyle ki, yargı nezdinde borçlu
(ya da yükümlü) sözleşmedeki zayıf taraf görülmekte, yargı zayıf tarafı kollayan
yaklaşımı borçlunun sistemi kendi lehine kullanmasına ve bu da dolaylı olarak
ahlaki zafiyetin artmasına yol açmaktadır. Karşılıksız çeklerin tahsili davaları
dahi iki üç yıldan fazla sürmektedir. Yargı sistemi yanında icra işlemleri de etkin
çalışmamakta, iflas işlemleri yıllar almaktadır. Son dönemlerde faize sınır getirilmesi yönünde başlatılan imza kampanyası dahi, ekonomideki ahlaki zafiyetin
hangi noktalara geldiğinin önemli bir göstergesidir.
Yargı ve icra sisteminde bir dönüşüm kaçınılmaz görülmektedir. Sözleşmelerde bağlayıcılığın sağlanması, uyuşmazlıkların ve alacak davalarının süratle ve
3 Dünya Bankası Raporu “Kıbrıs’ın Kuzeyinde Ekonomik Sürdürülebilirlik ve Büyümenin Kaynakları” , Haziran 2006.
77
etkin bir şekilde sonuçlandırılması, icra ve iflas müesseselerinin etkin çalışmasını sağlayacak düzenlemelerin bu çerçevede hayata geçirilmesi etkin bir iş iklimi
için kritik konuların başında yer almaktadır.
c - Yatırımı ve Girişimi Teşvik Politikaları
KKTC’deki mevcut teşvik politikalarının yetersizliği çeşitli çevrelerce tartışılmaktadır. Sahip olunan çok başlı yapının yanı sıra (DPÖ, Kalkınma Bankası, Turizmden sorumlu Bakanlık ve Maliye Bakanlığı), teşvik unsurlarının vergi
indirimi, ithal ürünlerde vergi muafiyeti, arazi tahsisi ve finansman olanakları
gibi geleneksel unsurları içermesi ve hedeften yoksun yapısı, teşvik sisteminin
etkinliğini sınırlamaktadır. Bunun yanında, etkinliği ölçmeyen, teşvikin dönüşünü takip etmeyen pasif bir sistem oluşu, diğer handikapları oluşturmaktadır.
Bu nedenle, yatırımları artıracak, girişimcileri ülkenin temel ihtiyacı olan dış pazarlara yönlendirecek, kontrol edilemeyen ve rekabet gücü üzerinde olumsuzluk
yaratan unsurlara çözüm getirecek bir teşvik sistemine ihtiyaç bulunmaktadır.
Geliştirilecek teşvik sistemi tek elden yönetilmeli, aktif bir yapıda olmalı, teşviklerin etkinliğini ölçerek değerlendirmelidir. Dış pazarlara yönelik alanlarda
küresel düzeyde faaliyet gösteren yabancı sermayeyi ülkeye çekebilecek politikalara ve yetkiye sahip olmalıdır. Bu çerçevede standart teşvik sistemi yerine,
yatırım alanına uygun olarak dizayn edilebilecek bir sisteme geçilmelidir. Yüksek
katma değer ve kaliteyi esas alan üretim alanlarına ve üretim teknolojisini yenileyen sektörlere ağırlık verecek şekilde düzenlenmelidir.
Bu yıl içinde yatırımları teşvik ve yönlendirmek için dünyadaki örneklerine
benzer şekilde Yatırımları Geliştirme Ajansı kurulmuştur. YA-GA olarak adlandırılan ajans halen strateji belirleme ve organizasyon aşamasında olduğundan,
yukarıdaki çalışma programı detayları ile bilinmemektedir. Yine de yabancı yatırımları çekme, tek elden işlerin yürütülmesini sağlama, yatırımları teşvik stratejileri belirleme ve teşviklerde etkinlik sağlama yönünden YAGA’nın kuruluşu
önemli bir adımdır.
78
D - Finansal Kaynaklara Erişim
Bearing Point tarafından 2005 yılında işletmelere yönelik yapılan bir çalışmada, finansal kaynaklara ulaşım ankete katılan işletmeler tarafından özel sektördeki sorunların başında gösterilmiştir 4. Dış pazarlara açılacak yatırımların
yapılabilmesi, iş kurmanın arttırılabilmesi ve rekabetçi bir ekonomik çevre yaratılabilmesi için işletmelerin ihtiyaç duydukları finansal kaynaklara erişimlerinin
güçlendirilmesi gerekir. KKTC’de uzun vadeli finansman olanakları oldukça sınırlıdır ve yalnızca Kalkınma Bankası tarafından teşvik alan yatırımların finansmanı için kullandırılmaktadır. Kuruluş sermayesi olanakları, Vakıflar Bankası
tarafından kullandırılan tercihli kredilerle küçük miktarlar için karşılanmaktadır.
Bankalar tarafından verilen krediler ise overdraft niteliğinde çalışma sermayesi
ihtiyacı için verilmektedir.
KKTC’de işletmelerin finansman olanaklarına erişimlerinin önünde birtakım
engeller bulunmaktadır. Reformlar ve düzenlemeler bu engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik olmalıdır. Bu çerçevede finansmana erişim önündeki engelleri
belirlemekte yarar vardır.
• Dış finansman kaynaklarına erişim kısıtlaması 5 ,
• Yerel kaynakların kısa vadeli ve yarısına yakınının TL cinsinden olması nedeniyle yüksek faiz oranlarına sahip olması,
• Yüksek aracı maliyetleri nedeniyle finansman maliyetinin (faiz oranlarının)
yüksekliği,
• Kaynakların önemli bir oranda kamusal alanlarda kullandırılması (kamu kredileri yüksek payı),
• Borç verenin alacağının tahsilini güçleştiren yargı ve icra sistemi, kamu alacaklarının önceliği ve yargının kredilere uyguladığı kat sınırı,
• İşletmelerin mali yapıları ve geçmiş kredi performansları hakkında bilgi paylaşımı kısıtlaması. Bu kısıtlama nedeniyle etkin kredi değerlendirmesi yapılamaması,
• İşletmelerin gerçeği yansıtmayan mali tabloları ve kayıt dışında faaliyet göstermeleri,
4 Bearing Point , “Cyprus Partnership for Economic Growth: Analysis and Findings”, Ocak 2005.
5 Bankaların sermaye yapısı, ülke ve banka kredi derecelendirmeden yoksun olunması ve uluslararası siyasi tanınmamışlık bu
unsurun en büyük nedenleridir.
79
• İşletmelere yönelik uluslararası geçerli muhasebe standartlarının eksikliği,
• Ticari Bankacılık dışındaki diğer finansman yöntemlerinin ve sermaye piyasasının gelişmemiş olması,
• Kredi Garanti Sistemi gibi KOBİ’lerin teminat yetersizliği nedeniyle finansmana erişim sorunlarının aşılmasını sağlayacak sistemlerin eksikliği 6,
• Yurtiçi kredileri sigortalayacak sigorta sisteminin ve hukuki zemininin eksikliği.
Söz konusu engellerin ortadan kaldırılması ve işletmelerin finansal kaynaklara
ulaşımını sağlamak için bir dizi kurumsal düzenlemeler yapılması gerekmektedir.
Piyasa düzenlemelerinin geliştirilmesi KKTC’de yatırım iklimini güçlendireceği
gibi ekonomideki verimliliği artıracak ve sürdürülebilir büyümeyi sağlayacaktır.
Söz konusu piyasaya yönelik mikro düzenlemeler, özel sektörün sahip olduğu
potansiyeli ortaya çıkaracak, kayıt dışılığı azaltıp şirketlerin büyümesine yol açacak ve bu sayede üretkenlik ve yatırımlar üzerinde belirleyici bir rol oynayacak
olan kritik öneme sahip unsurlardır.
E- İşgücü ve İstihdam Politikaları
KKTC’nin dışa açık büyüme stratejisinin başarısı, mal ve hizmet ürünlerini
dış pazarlarda rekabet edecek düzeyde ulaştırması ile mümkündür. Küresel rekabet ortamında uluslararası pazarlardan pay elde etmenin yolu sahip olunan
rekabet gücüne bağlıdır. Bu çerçevede KKTC’nin rekabet gücünü hedef alan
politikaları uygulaması ve rekabet gücünü sürekli izlemesi gerekmektedir. Dışa
açık ülkeler geçmiş dönemlerde kur politikası ve fiyat sübvansiyonları ile rekabet gücünü korumaya çalışmışlardır. Günümüzde makro ekonomik istikrarın
bir unsuru olarak parasal birliklerin genişlediği ve dalgalı kur sisteminin birçok
ekonomi tarafından benimsendiği dikkate alındığında, kur politikası etkinliği
zayıflamış, zaten etkin olmayan fiyat sübvansiyonları da terk edilmiştir. Rekabet
gücünü para ve döviz politikaları ve fiyat sübvansiyonları ile sürdürmek yerine,
verimliliğin artırılması ile rekabet gücünü artırmak ve korumak daha sürdürülebilir politikalar olarak tercih edilmektedir.
6 Raporun son halinin verildiği 2009 başında kredi garanti sistemi yasal altyapısı için çalışmalar başlatılmıştır
80
Kutu 4. 1: Yatırımcı Ne İster – Ne İstemez?
Yatırımcılar, yerli ya da yabancı olsun getiri (kar) beklentisiyle yatırım kararları verirler. Ancak kar, yatırım kararını belirleyen tek faktör değildir. Uluslararası
kurumlar veya yatırım ajansları, çeşitli araştırmalarla, yatırımcıları bir ekonomiye yapılacak yatırım kararında rol oynayan getiri dışındaki diğer unsurları da
belirlemeye çalışırlar. Yapılan araştırmalardaki sonuçlara göre yatırımcıların iyi
bir getiri dışında başka neleri aradığını şöyle özetleyebiliriz:
• Yatırımcı için bilgi ve yatırım sürecini işler kılacak açık ve belirlenmiş kurallar ile etkin yönetsel prosedürler,
• O ekonomideki siyasi istikrar, özellikle yerel veya merkezi hükümetin yatırım sözleşmesinin işlerliğini sağlayacak olması,
• Kurulan işletmeyi, istikrarlı ve şeffaf düzenlemeler çerçevesinde özgürce
yönetebilme olanağı,
• Uzun vadede aşırı kiraya yol açmayacak uzun vadeli arazi kiralama olanağı
ve güvenli, ipotek edilebilir ve satılabilir arazi mülkiyet edinme olanağı,
• İşletmeyi istendiğinde serbest piyasada satabilme güvencesi,
• Rekabet edebilir maliyetlerle yararlanabilecek enerji ve telekomünikasyon
hizmetler ile sağlam altyapı olanakları,
• Her an ulaşılabilir yetişmiş ve yarı yetişmiş işgücü ile bu işgücünün sendikal
çatışma içinde olmaması, rekabet içindeki bölge ülkelerine göre düşük ücrete
sahip olması,
• Güçlü, rekabetçi maliyetlere sahip, eşit koşullarda ulaşılabilecek finansal
sistem
• İstikrarlı ve kar ve gelir üzerinden alınan düşük vergi yüküne sahip vergi
sistemi ile yatırım mallarının ithaline sağlayacak vergi muafiyetleri,
• Aşağıdaki unsurlar ise yüksek getiri oranına rağmen yatırımları caydırıcı olabilir.
• İstikrarsız, belirsiz ve öngörülemeyen vergi sistemi ile düzenleyici çevre,
• Yerel ortaklık, yönetici vs gibi zorlayıcı düzenlemeler,
• Yatırım maliyetini artıran, görünmeyen maliyetlere yol açan bürokrasi ile
bürokrasi arasında güç kavgasının ve anlaşmazlıkların varlığı.
81
Ekonomideki verimlilik düzeyini yukarıya çekebilmenin yolu üretim faktörlerini etkin kılmaktan geçmektedir. İşgücü piyasası düzenlemeleri, istihdam politikaları, beşeri sermaye kalitesini artırmaya yönelik politikalar, yüksek teknolojiye
sahip teçhizat yatırımları ve düşük girdi maliyetleri, üretimde verimliliğin artırılması için gerekli politikaların çerçevesini oluşturmaktadır.
KKTC’deki işgücü piyasası üzerindeki en önemli olumsuzluk, kamunun istihdam ve ücret politikalarıdır. Kamu kesiminin uyguladığı özel sektöre göre yüksek maaş ve ücret politikası, iş güvencesi, çalışma saatleri gibi unsurlar işgücü
piyasasının etkinliğini sınırlamaktadır. Bunun yanında kamu üzerindeki istihdam
baskısına cevap veren istihdam politikası da nitelikli işgücünün kamuyu tercih
etmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda, işgücü piyasasına esneklik kazandırabilmek için kamunun istihdam ve ücret politikalarını değiştirmesi, iş güvenliği ve
çalışma saatlerinde özel sektör ile uyumu sağlaması gerekmektedir. Sosyal haklar
bağlamında da kamu-özel sektör dengesizliği bugüne kadar bir faktör olmasına
rağmen, 2008’de yürürlüğe giren ve tüm çalışanları tek şemsiye altında toplayan
sosyal güvenlik yasası, bu bozucu etkiyi kısmen zayıflatmıştır. Yine de yasanın
yürürlüğe girmesinden önce işgücüne katılanların önceki sosyal güvence sistemleri altında çalışmakta olmaları işgücü piyasası üzerindeki etkisini tam anlamıyla
ortadan kaldırmamıştır.
KKTC verimlik düzeyi ve kalifiye işgücü kriterleri dikkate alındığında yüksek
ücret düzeyine sahip bir ekonomidir7. Yüksek ücretler dışa açılması gereken
ekonominin rekabet gücünü zayıflatmaktadır. Yüksek ücret düzeyi, işgücü piyasasındaki düzenlemelerden çok makro ekonomik faktörlerin bir sonucudur.
Eşel mobil sistemi ve asgari ücret gibi uygulamalar bu makro ekonomik faktörlerin başında gelmektedir. Bununla birlikte işgücü üzerindeki vergi ve benzeri
yükler işgücü maliyetini daha da artırmaktadır. Örneğin net olarak eline 1,900
YTL geçen bir çalışanın işverene maliyeti 2,650 YTL’dir. Bu rakamlar net ücretin üzerinde %40 ilave maliyet anlamına gelmektedir ki, bu yüksek sayılabilecek
bir maliyeti işaret etmektedir8. İşgücü üzerindeki yüksek yükler ayrıca işverenleri kayıt dışılığa itmekte, verimliliği olumsuz etkilemektedir.
İşgücü piyasasındaki mevcut düzenlemeler, piyasayı bozucu, esnekliği azaltı7 Dünya Bankası Raporu , “Sustainability and Sources of Economic Growth in the Northern part of Cyprus”,Haziran 2006.
8 KKTC’de aynı ücret düzeyindeki bir çalışanın işveren ve işçi payı olarak ödediği oran brüt ücret üzerinden %38’dir. Bu oranın
AB ortalaması %36, orta gelir düzeyi ülkeler ortalaması ise %25dir.
82
cı yönde olmamasına rağmen işe alma, işten çıkarma, iş güvencesi, özel sektör
çalışma saatleri, sendikalaşma zorunluluğu, belirli sayıda işçi istihdamı gibi, hükümetin son dönemdeki piyasayı olumsuz yönde regüle etme çabaları, piyasa esnekliğini bozacak unsurlar içermektedir. Ayrıca, bugünkü hükümetin verimlilik
artışından bağımsız olarak asgari ücreti, dolayısıyla ücret düzeyini suni olarak
artırma eğiliminde olması ve son beş yılda asgari ücreti reel olarak %66 oranında artırması9, işgücü piyasasını ve rekabet gücünü olumsuz etkilemiştir. Ucuz
yabancı işgücüne dayalı sektörler bu politikadan olumsuz etkilenmektedir.
KKTC’nin işgücü piyasası dinamizmden yoksun, ücretler genel gelir düzeyi
ve işgücü verimliliğine göre yüksektir10. İşgücü piyasasında verimliliği öne çıkaracak ücret esnekliği sınırlıdır. İşgücü piyasasını dolayısıyla ekonomiyi olumsuz
etkileyen unsurların bir politika çerçevesinde ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu çerçevede öncelikli olarak mevcut asgari ücret uygulamasına son verilmesi veya yetkinlik-beceriye dayalı objektif sektörel asgari ücret uygulamasına
geçilmesi gerekmektedir. Mevcut uygulama ile emek piyasasına müdahale edilmekte, piyasa koşullarına (emek arzı ve talebi) göre belirlenmesi gereken ücretler belirlenememektedir.
Özellikle mukayeseli avantajımızın olması beklenen hizmetler (Otel, restoran
vb.) dikkate alındığında, sektörel asgari ücret uygulaması hizmetler sektörüne
pozitif yönde katkı sağlayabilecektir.
KKTC ekonomisinde işgücünün verimliliğini ve hizmetler sektörü ile birlikte
hafif imalat sanayinde rekabet gücünü arttırmak için olumsuz regülasyonlardan
kaçınılmalı, ücret artışı, verimlilik zeminine oturtturulmalıdır. İşgücü piyasasında kamunun ücret ve istihdam politikalarından kaynaklanan ücret katılıkları
esnek hale getirilmelidir. Ayrıca, beşeri sermaye gelişiminin rekabet gücü ve
ekonomik büyüme üzerindeki olumlu etkisi dikkate alındığında, beşeri sermayenin gelişimini sağlayacak işgücü eğitim programlarının, meslek edindirme programlarının ve yerel işgücünün işgücü piyasasına girişini sağlayacak programların
geliştirilmesi gerekmektedir.
9 Aynı dönemde GSYİH reel %58 büyüme göstermiştir.
10 Dünya Bankası Raporu, a.g.e, Haziran 2006.
83
İşgücü verimliliğinin artırılması ekonomik rekabet gücünün artırılması konusunda önemli bir yere sahip olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Üretim
maliyetleri üzerinde, elektrik ve ulaşım gibi altyapı girdi maliyetlerinin ve bürokrasinin de olumsuz etkisi vardır. İşgücü piyasasında yapılacak düzenleme ve
politika değişiklikleri ile birlikte, enerji sektörünü rekabete açarak, özel sektör
yoluyla ulaşım kapasitesini ve limanların etkinliğini artırarak ve bürokrasiyi para
ve zaman yönünden daha düşük maliyetli yapıya dönüştürerek, KKTC’nin rekabet gücünün artırılması yönünde bütünlüklü politikalar tercih edilmelidir.
84
5
BÖLÜM
ALTERNATİF SİYASİ ÇÖZÜM
SENARYOLARINA GÖRE
KKTC EKONOMİSİNİN GELİŞİMİ
5. ALTERNATİF SİYASİ ÇÖzÜM SENARYOLARINA
GÖRE KKTc EKONOMİSİNİN GELİŞİMİ
Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında 2004 yılı referandumu sonrası kopan müzakere süreci ancak 2008 Mayıs ayında Rum başkanlık seçimi sonrasındaki dönemde hareketlenmeye başlamıştır. Güney’deki başkanlığın Şubat 2008’de el değiştirmesi ve Kıbrıs konusunda nispeten daha uzlaşmacı bir politika izleyeceğini
vaat eden Hristofyas’ın başkanlığa geçmesi, adanın her iki tarafında da umudu
yeşertmiştir. Yaratılan olumlu havayla birlikte, iki liderin önce gayri resmi düzeyde görüşerek, özel danışmanları gözetiminde müzakerelere ön hazırlık çalışmalarına başlamaları var olan olumlu havayı daha da pekiştirmiştir. Mayıs ayı
sonunda her iki taraftan 7 teknik komite ve 6 çalışma grubundan oluşan heyetler
arası görüşmeler başlamış, heyetler arası görüşmeler sürerken üç kez de liderler
düzeyinde görüşmeler gerçekleştirilerek hazırlık süreci tamamlanmıştır. Temmuz ayı içerisinde komite ve grupların ön çalışmalarını tamamlamasıyla, BM
Genel Sekreteri de Özel Temsilci atamasını gerçekleştirerek, BM’yi bu süreçte
daha da aktif bir konuma taşımıştır. İki liderin de mutabık kaldıkları şekliyle,
liderler arası müzakerelere 3 Eylül 2008 tarihi itibarıyla başlanmıştır.
Bu bölümde adada 40 yılı aşkın bir süredir devam etmekte olan Kıbrıs sorununun önümüzdeki dönemde ulaşabileceği aşamaların hukuki ve siyasi sonuçlarından ve etkilerinden çok, ekonomik sonuçları ve etkileri üzerinde durularak üç farklı senaryo analizi yapılmaktadır. Birinci senaryoda mevcut durumun,
yani çözümsüzlük durumunun devam etmesi varsayımı üzerinde durularak bu
durumun sonuçları değerlendirilirken, ikinci durumda bütünlüklü bir çözüme
ulaşılmasa dahi KKTC’nin gerek AB ile gerekse dünya ile daha ileri düzeyde
ilişkiler geliştirebilmesi varsayımları üzerinde durularak olası sonuçları değerlendirilmektedir. Üçüncü senaryoda ise Kıbrıs sorununa bütünlüklü bir çözüm
bulunarak, AB üyesi federal bir devlette gerek ada içindeki iki ekonominin bir
birine yakınsaması ve sonuçları gerekse Kuzey Kıbrıs ekonomisinin AB içerisindeki gelişimi değerlendirilmektedir.
5.1 Mevcut Durumun Devamı
Bu kısımda adada devam eden görüşmelerden bir sonuç alınmaması durumda
ne gibi ekonomik sonuçların ortaya çıkacağının analizi yapılmaktadır.
87
Söz konusu analizleri yapabilmek için öncelikle mevcut durumda Kuzey
Kıbrıs ekonomisinin Türkiye ve AB ile olan ilişkileri ele alınarak bir durum
tespiti yapılmıştır.
5.1.1 KKTc-Tc İlişkileri
Türkiye dışında başka bir ülke tarafından tanınmayan KKTC, Türkiye
Cumhuriyeti ile gerek siyasi gerekse ekonomik alanlarda yakın bir işbirliği
geliştirmiştir. Daha önceki bölümlerde de aktarıldığı üzere, KKTC ekonomisinde
yaşanan ekonomik sıkıntıların giderilmesi ve ekonomide istenilen gelişimin
gerçekleşmesi için iki ülke arasında protokoller ve anlaşmalar imzalanmıştır.
Protokoller neticesinde Türkiye’den belirli miktarlarda yardım ve krediler KKTC
ekonomisine aktarılmaktadır. Söz konusu protokoller yalnızca aktarılacak parasal
tutarı değil, ayrıca hangi alanlarda kullanılması gerektiğini de içermektedir. Bu
nedenle çoğu protokol belirli bir ekonomik hedefe yönelik düzenlenmekte
ve detaylı amaçlar içermektedir. Genel hedef ise iki ülke arasında ekonomik
dengelerin güçlendirilmesi ve KKTC ekonomisinin sürdürülebilir bir yapıya
kavuşması için gerekli yapısal değişimin gerçekleşmesi, üretim ve refah düzeyinin
arttırılmasıdır.
Ekonomik protokoller, izolasyonlardan ve verimsiz kamu yönetiminden kaynaklanan sorunların çözülmesi ve KKTC’de istikrarın oluşması için yapısal reformların gerçekleştirilmesine kadar, geniş bir perspektifte katkı sağlanmasını
amaçlamaktadır. Protokollerin yanı sıra, iki ülke arasında Ticari İşbirliği Antlaşmaları da imzalanmaktadır. Bu anlaşmalarla iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin
arttırılması ve ticari mevzuatın uyumlaştırılması da hedeflenmektedir. Ticari işbirliği yanında birçok alanda daha işbirliği protokolleri de imzalanarak işbirliği
ve yardımlaşma amaçlı projeler desteklenmektedir. Bu kapsamda sağlık, güvenlik, eğitim, kültür, ulaştırma ve daha birçok alanda işbirliği anlaşmaları ile iki
ülke arasındaki uyum arttırılmaktadır.
Genellikle ilişkilerin ana çerçevesini oluşturan protokoller, KKTC’de kamu
finansman dengesinin sağlanması ve kamunun sürdürülebilir bir yapıya kavuşması için yeniden yapılandırılması, sosyal güvenlik ve maliye politikalarına ilişkin
düzenlemeler, bankacılık ve finans sektörünün güçlendirilmesi için mali sektöre
88
ilişkin düzenlemeler, yatırımların teşvik edilerek ekonomiye dinamizm kazandırılması amacıyla altyapı yatırımlarının gerçekleşmesi ve teşvik sağlanması için
reel sektöre ilişkin düzenlemeler gibi temel hedefleri içermektedir.
Söz konusu protokoller kapsamında yılda ortalama 400 milyon dolar tutarında bir kaynak TC’den KKTC’ye aktarılmaktadır. Son olarak 2007 yılında imzalanan ve 2007-2009 dönemlerini kapsayan “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Yeniden
Yapılandırma ve Destek Programı” çerçevesinde KKTC’ye üç yılı kapsayan süre
içerisinde toplam 1,875 milyar YTL mali destek verilmesi öngörülmüştür. Yine
bu protokol kapsamında yer alan alt programlara göre “Kamu Reformu”, “Sosyal Güvenlik Reformu”, “Yerel Yönetimler Reformu” ve “KİT Reformu” gibi
alt hedefler belirlenmiştir. Tüm bu uygulamaların mali disiplin içerisinde sürdürülmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede ayrıca bir “KİT Yeniden Yapılandırma
Komisyonu” oluşturularak KİT’lerin etkin olarak çalışması ve KİT’lerde çalışan
sayısının kademeli olarak azaltılarak görev zararlarının giderilmesi öngörülmüştür. Buradaki esas amaç kamu giderlerinde tasarruf sağlanması ve bütçe açığının
3 yıl içerisinde kademeli olarak azaltılmasıdır. Belirlenen hedeflere göre 2007
yılında 125 milyon, 2008 yılında 100 milyon ve 2009 yılında 75 milyon YTL’lik
bir bütçe açığı öngörülmüştür. Ancak 2007 rakamlarına baktığımız zaman fiili
bütçe açığının öngörülenin çok üzerinde bir rakama ulaştığı tahmin edilmektedir.
Türkiye’den alınan desteğin bir kısmı da var olan izolasyon ve ambargoların aşılmasına yöneliktir. Deniz ve havalimanlarının uluslararası taşımacılık ağı
dışında kabul edilmesi nedeniyle ulaşımda ortaya çıkan teknik ve siyasi engeller Türkiye liman ve havalimanlarının kullanılması yoluyla aşılmaya çalışılıyor
olsa da, bu uygulamalar maliyetler üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır.
İhracata yönelik olarak uygulanan bazı sübvansiyon ve desteklerin söz konusu ilave maliyetlerin etkisini gidermeye yönelik olduğu bilinmektedir. Örneğin
konfeksiyon sektöründe navlun desteği ile turizme yönelik yapılan uçuş koltuk
destekleri bunlardan bazılarıdır.
Benzer şekilde, uluslararası finans ve sermaye piyasalarına KKTC’den erişim
olanağı bulunmadığından, ekonomide ihtiyaç duyulan dış kaynaklı finansman
da Türkiye üzerinden sağlanmaktadır. Gerek resmi krediler gerekse özel kesime
yönelik faiz sübvansiyonlu krediler sağlanması, hatta bazı dış kaynaklı yatırım
89
projelerinin özel kredi imkanlarını kullanarak yatırımların yapılması bunlara örnek olarak verilebilir.
Gerek iki ülke arasındaki ticaret hacmi, gerekse fon akışı göz önünde bulundurulduğunda KKTC ile TC arasında güçlü bir ekonomik ve ticaret bağı olduğu gözlemlenmektedir. Ancak ne var ki bunca protokol ve işbirliğine rağmen
hedeflenen reformların gerçekleştirilebildiğinden ve hatta istikrar hedeflerine
ulaşılabildiğinden bahsetmek pek mümkün değildir. Sürekli artan harcamalar
nedeniyle ciddi açıklar veren KKTC bütçesi, bu açığı ancak TC yardım ve kredileri ile finanse edebilmektedir. Bu nedenle iki ülke arasında imzalanan ekonomik
ve mali protokollerin kaynakları çoğunlukla verimsiz bütçe harcama kalemlerini
finanse etmekte kullanıldığından, protokollerin öngördüğü uygulamalar tam anlamıyla hayata geçirilememekte ve uygulanan programlar istenilen ölçüde başarıya ulaşamamaktadır
Özellikle iktidara gelen partilerin siyasi tercih ve öncelikleri, seçim dönemlerindeki ilave harcama alışkanlıkları, gereksiz istihdamlar gibi verimsiz birçok
harcama bütçe üzerinde kalıcı yükler oluşturarak kaynak dağılımına olumsuz
etkide bulunmaktadır. Zaman zaman Türkiye’deki iktidarların da siyasi bazı gerekçelerle bir takım verimsiz harcamalara göz yumuyor olmaları da bu alışkanlığın sürdürülüyor olmasına neden olmaktadır. Ülkede 2000 yılında yaşanan bankacılık krizi sonrası mali sektörde yapılan düzenleme ve reformlar ile sağlanan
istikrar ve güven dışında çok fazla bir ilerlemeden bahsetmek mümkün değildir.
Sosyal Güvenlik sistemindeki çarpık yapı ve açıklar, KİT’lerin yönetim sorunları ve bunlardan kaynaklanan finansman sorunları, yerel yönetimlerin açıkları,
kamudaki verimsiz yapılar ve istihdam fazlasına bağlı bütçe açıkları ekonomide
acilen çözüm bekleyen temel sorunlardır.
Tüm bu nedenlerledir ki Kıbrıs’ta bir anlaşma yolu ile çözüme ulaşılamaması durumunda
KKTC ekonomisi dünya ekonomisinden daha da izole edilmiş olacak ve ekonomik yapıyı düzeltmek için gerekli yapısal reformların yerine
getirilmesi daha da kaçınılmaz olacaktır. Bu anlamda da, belirli bir süre, daha
çok dış yardıma ihtiyaç duyulacağı açıktır. Böyle bir siyasi gelişme neticesinde,
KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durabilecek bir yapıya kavuşması için; hem
Kıbrıs Türk tarafının hem de Türkiye’nin üstlenmesi gereken ciddi sorumluluklar olacaktır .
90
5.1.2. 2004 Referandumu Sonrası AB ile İlişkiler
Kırk yıllı aşkın bir süredir adada devam eden çözüm ve müzakere arayışları
sürecinin sonuca en çok yaklaştığı dönem 2004 yılıdır. Dönemin BM Genel
Sekreteri Kofi Annan’ın adıyla anılan plan, 24 Nisan 2004 tarihinde adanın her
iki tarafında referanduma sunulmuş ve Kuzey’de %65 oyla kabul, Güney’de
ise %75 gibi net bir oy oranıyla reddedilmiştir. Ancak oylama sonucu, 1 Mayıs
2004 tarihinde adanın AB üyesi olması sonucunu değiştirmemiştir. (Tek farkla,
Kıbrıslı Rumlar tek başlarına üye olurken, plana onay veren Kıbrıslı Türkler
dışarıda kalmışlardır).
Referandum sonucu belli olduktan sonra, AB’nin yeni üyeleri birliğe katılmadan önce, AB Konseyi 26 Nisan 2004 tarihinde toplanarak Kıbrıslı Türklere yönelik bir takım çalışmalar yapılması için Avrupa Komisyonu’na görev verilmesi
kararını almıştır 1. Söz konusu çalışmalardan birincisi, Güney ve Kuzey Kıbrıs
arasındaki ticari ve insani geçiş koşullarını düzenleyen “Yeşil Hat Tüzüğü”; ikincisi Kıbrıslı Türklere mali yardımı öngören ve Ağustos 2004 tarihinde yasallaşan
“Mali Yardım Tüzüğü” ve sonuncusu da bir türlü yasalaşamayan “Doğrudan
Ticaret Tüzüğü”dür. Her ne kadar, bu düzenlemeler Kıbrıslı Türkler üzerindeki
izolasyonları kaldırıcı bir etki yapmıyor olsa da, AB ile resmi anlamda temas
kurulmasına ve ölçülü de olsa ticaretin önünün açılmasına katkı yapmaktadır.
Her düzenleme kendi içinde farklı içerik ve koşullara sahip olsa da, hedef alınan kitle Kıbrıslı Türkler; amaçlanansa izolasyonların yarattığı olumsuz etkileri
hafifletmektir.
Yeşil hat Tüzüğü ve Ada İçi Ticaret
Kıbrıs adasının 1974 yılında ikiye bölünmesinden ve iki toplum arasındaki
temasın kesilmesinden sonra en radikal değişim 2003 yılında adada iki taraf
arasında geçişlerin başlamasıyla yaşanmıştır. Yaklaşık 30 yıl aradan sonra iki
kesimden insanların karşılıklı olarak diğer tarafı ziyaret edebilmesine imkan tanınması, iş ve yatırım imkanlarını da beraberinde getirmiştir. Özellikle çalışmak
üzere belirli sayıda Kıbrıslı Türk’ün her gün Güney kesimine geçmesi, her iki tarafa gelen turistlerin de karşılıklı olarak günlük geçişlerde bulunarak, alış-verişte
bulunmaları ekonomik sonuçlar doğuran aktiviteler olmuşlardır. Ancak Güney
1 AB Konsey Kararı
91
Kıbrıs’ın AB üyesi olması beraberinde, söz konusu geçişlerin AB yasalarına uygun düzenlemesi ihtiyacını doğmuştur.
Güney Kıbrıs’ın imzaladığı 16 Nisan 2003 tarihli katılım antlaşmasıyla,
Kıbrıs Ada’sı bütün olarak AB toprağı kabul edilirken, 1 Mayıs 2004 sonrası AB
mevzuatının (Acquis Communitaire) sadece Güneyde geçerli olacağı, Kuzey’de
ise askıda olacağı deklare edilmiştir. AB yasalarının uygulanmadığı Kuzey ile
AB toprağı kabul edilen Güney arasındaki kişilerin, malların ve hizmetlerin
dolaşımını düzenlemek üzere yasal bir çerçeve Avarupa Komisyonu tarafından
hazırlanarak yürürlüğe konmuştur. Kısaca adına “Yeşil Hat Tüzüğü 2” denilen
belge, iki bölge arasındaki kişilerin, malların ve hizmetlerin geçiş koşullarını
düzenlemektedir. Tüzük uyarınca tamamıyla Kuzeyde üretilmiş veya üretiminde
“yeterince” katma değer yaratılmış ürünlerin yetkili kurum kılınan Kıbrıs Türk
Ticaret Odası’ndan menşe belgesi alınması koşuluyla Güneye veya Güney
limanlarından AB ülkelerine serbestçe satılabilmesine imkan tanınmaktadır.
Ayrıca, Kuzey’e gelen AB vatandaşı veya Kıbrıs Cumhuriyeti’ne girişte vize
gerektirmeyen ülke vatandaşlarının yeşil hattan geçiş yapabilmesini mümkün
kılmaktadır. Ayrıca Güney’den Kuzey’e geçen her şahsın 135 Euro tutarında kişisel
nitelikli alışveriş yaparak, bu alışverişlerini beraberlerinde geçirebilmelerine de
imkan tanınmaktadır 3.
Bununla beraber, geçişine imkan tanınan ürünlerin yanı sıra geçişi tamamen
yasaklanmış ürünler ve geçişine sınırlama getirilecek koşullarda da bu tüzük
kapsamında tanımlanmıştır. Örneğin, Kuzey’deki hayvansal üretim AB standartlarını karşılayamadığı için, Kuzey’de üretilmiş herhangi bir hayvansal ürün ile
süt ve süt ürünlerinin Kuzey’den Güney’e geçişi yasak kapsamındadır. Yine aynı
şekilde KKTC menşeli olmayan ithal ürünler ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ne girişte
vize gereksiniminde olan şahısların geçişine de izin verilmemektedir. Müsaade
edilen geçişlerin ise AB pazarını tehdit etmesi, kamu sağlığına zarar vermesi
veya kamu güvenliğini tehdit ettiğinin saptanması halinde, Komisyonun raporu
doğrultusunda Konseyin nitelikli çoğunluk getiren kararı ile yasaklanabileceği
hükmüne de tüzükte yer verilmiştir.
2 Council Regulation (EC) No: 866/2004
3 24 Mayıs 2008 tarihinden itibaren bu sınır 260 Euro’ya yükseltilmiştir.
92
Yeşil Hat Tüzüğünün yürürlüğe girmesiyle birlikte Kıbrıslı Türk ve Rum işadamları arasında bağlantılar kurulması sonucu, sınırlı miktarlarda da olsa ticaret
gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Ancak, Kuzey’deki yönetimin mütekabiliyet ilkesinden yola çıkarak Güney’den ithal edilecek ürünlerde yerli olma koşulu ve
bunu kanıtlayacak menşe belgesi talep etmesi ve söz konusu belgeyi vermekle
yetkili Rum Sanayi ve Ticaret Odası’nın bu belgeyi Kıbrıs içi ticarette vermeyi
reddetmesi üzerine karşılıklı ticaretin önü tıkanmıştır. Aşağıdaki tablodan yıllar
itibarı ile Yeşil Hat’ta Kuzey’den Güney’e yapılan ihracatın miktarı ve içeriği
görülmektedir.
Tablo 5.1: Yeşil hat Ticareti ile Kuzeyden Güneye İhracat (EuRO)
2004*
Meyve Sebze
2005
2006
2007
2008
(6 aylık)
103,000
171,000
636,500
694,253
1,328,677
Ahşap Mobilya
26,485
176,383
347,526
433,623
340,322
Al. ve PVc
kapı ve pencere
7,764
49,246
298,535
59,407
134,878
13,205
128,716
232,044
355,779
250,096
3,081
102,046
195,735
224,752
420,737
0
28,908
134,459
318,121
234,428
43,416
140,288
84,725
92,621
24,689
78549
162,703
229,746
Yeşil hat İhRAcAT
275,500
959,290
2,159,270
2,414,575
3,111,035
TOPLAM İhRAcAT
15,186,896**
53,607,187
49,343,508
54,221,100
Yapı malzeme
taşları
Plastik ürünler
hurda metal
Kağıt ürünleri
Diğer
Kaynak: KTTO
*Tüzük Ağustos ayında yasallaştığından resmi olarak ada içi ticaret 2004 Ağustosunda başlamıştır.
** Ağustos-Aralık dönemi Toplam İhracat
93
Çok ilginçtir ki; Tablo 5.1’de yer alan ve ada içi ticarette ağırlığı oluşturan ürünlerin hiç biri Kuzey Kıbrıs’ın geleneksel ihraç ürünleri arasında yer almamaktadır. Diğer bir deyişle, ada içi ticaret Kuzey Kıbrıs açısından ticaret saptırıcı
olmak yerine ticaret yaratıcı bir etki ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar, toplam
ihracat içerisindeki pay, düşük gibi görünse de yıllar itibarıyla bu oranda ciddi
artışlar gözlenmiştir.
Tabloda dikkat çekici bir diğer unsur da, ticareti yapılan ürünlerin genellikle
emek yoğun ürünler olmasıdır. Kuzey’in özellikle nitelikli işgücü maliyetleri açısından daha avantajlı olması, bazı alanlarda yarı mamul ürünlerin Kuzey’e geçirilerek söz konusu emek avantajı kullanılmak suretiyle, ilgili ürünler tamamlanmış olarak Güney’e geri gönderilmektedir. Tablodaki ürünlerden KDV dışında
diğer vergi ve harçların alınmaması da ticareti olumlu yönde destekleyen bir diğer unsurdur. Söz konusu şartlar Kuzey’den tüm AB ülkelerine Güney kanalıyla
yapılacak ihracatı kapsamasına rağmen Güney limanları üzerinden AB’ye ihracat
neredeyse hiç yapılmamıştır 4.
Mali Yardım Tüzüğü
Avrupa Birliği’nin Kıbrıslı Türk’lere yönelik hazırladığı bir diğer hukuki
mevzuat ise “Mali Yardım Tüzüğü 5” olarak bilinen ve Kıbrıslı Türklerin
ekonomik ve sosyal gelişimine katkıda bulunmayı hedefleyen uygulamadır.
Yine AB Konseyi’nin 2004 Nisanında aldığı karar sonucu Komisyon tarafından
hazırlanan ancak 2006 yılında yasalaşabilen bir belgedir. Tüzük, Kıbrıslı
Türklerin ekonomik ve sosyal düzeylerinin yükseltilmesi ve AB mevzuatına
uyumlaştırılması gibi amaçları içermektedir. Uygulama dönemi olarak 2004–
2006 yıllarını kapsayan süre için toplam 259 Milyon Euro tutarında bir kaynağın
AB yapısal fon bütçesinden ayrılmasına karar verilmiştir. Yardım uygulamasının
Avrupa Komisyonu tarafından ve AB mevzuatı hükümleri uyarınca ihale edilerek
kullandırılması öngörülmüştür. Hatta tüzüğün yasallaşması sonrası Avrupa
Komisyonu Kıbrıslı Türklerle teması arttırmak ve programın uygulanmasına
birebir katkıda bulunabilmek maksadıyla Kuzey Kıbrıs’ta ilk kez “irtibat” ofisi
adı altında bir yapılanmaya gitmiştir.
4 Hasat döneminde AB’ye satılmak üzere bir kaç kez narenciye ve patates sevkiyatı denenmiş olmasına rağmen Kıbrıslı Türk nakliyeciler, gemi acente temsilcileri ve liman işçileri tarafından engellenmiştir.
5 Council Regulation (EC) 389/2006
94
Ancak mali yardım uygulaması kapsamındaki birçok proje Güney’in veto engeline takılmıştır. Özellikle Kuzey’deki resmi otoritenin tanınması korkusuna
ilave olarak henüz çözümlenmemiş bir konu olan mülkiyet konusu bahane edilerek ihalesi yapılmış birçok proje uygulanma aşamasında durdurulmuştur. Hatta bununla yetinmeyerek Güney kesimi yönetimi bazı projeleri Avrupa Adalet
Divanı’na taşıyarak beş adet dava açmışlardır. Ancak mahkemenin verdiği olumsuz görüş neticesinde açılan davalar geri çekilmiştir.
İlk olarak 2004–2006 dönemi için öngörülen ancak Güney kesimi engellemeleri sonucu gecikmeler yaşanan ve mali yardım paketinin ihale dönemi 2007–2009
yıllarına kaydırılarak, ihalesi sonuçlanmış projelerin uygulama süresi de 2012
yılına kadar genişletilmiştir. Programın menfaattarları olarak; Kuzey Kıbrıs’taki
özel kişiler, sivil toplum örgütleri, kar amacı gütmeyen kurumlar ve yerel idareler olarak atanmıştır. Kamu kurumları tanınma endişesi ile Kıbrıslı Rumların
baskısıyla özellikle dışarıda bırakılmıştır. Mali Yardım paketi uygulamada olduğu
sürece aşağıdaki beş başlığın uygulanması öngörülmektedir:
i. Ekonomik ve sosyal kalkınmayı teşvik
ii. Altyapı yatırımlarının geliştirilmesi
iii. Uzlaşı ve güven yaratıcı unsurlar ile sivil toplumun desteklenmesi
iv. Kıbrıs Türk Toplumunu AB’ye yakınlaştırmak
v. Teknik yardım
Yardım paketinin önemli bir kısmı alt yapı yatırımları ile ekonomik ve sosyal
kalkınma projelerine ayrılmış olmakla beraber, özellikle Kıbrıslı Türkleri AB’ye
yakınlaştırmak ve Kuzey’deki mevzuat ile uygulamaları da AB’ye uyumlaştırmak
maksadıyla projelerin yapılması öngörülmüştür.
AB uyum Çalışmaları
Kıbrıslı Türkler AB dışında kalmış olsalar da, AB tarafı askıda duran müktesebatın bir gün indirileceğini hesaba katarak, Kıbrıslı Türklere yönelik teknik
yardım uygulama programını hayata geçirmiştir. AB’nin Genişleme Komiserliği
altında faaliyet gösteren Teknik Yardım Ofisi TAIEX gayrı resmi de olsa Kıbrıslı Türklere yönelik teknik yardım programını uygulamaya koyarak 12 başlık-
95
ta Kıbrıslı Türkleri yıllık programlarına dahil etmek suretiyle AB’ye hazırlama
yoluna gitmiştir. Mali yardım paketinden 4 milyon Euro değerinde bir kalem
de TAIEX’e ayrılarak teknik yardımı yürütmek üzere yetkilendirilmiştir. Kuzey
Kıbrıs’ın ne aday ülke ne de üye ülke sınıflandırmasına girmemesi sonucu söz
konusu ilişkilerin kurulmasında sıkıntılarla karşılaşılsa da çalışmalara dört yıldır
artan bir oranda devam edilmektedir.
Teknik yardım uygulaması kapsamında AB uzmanlarının adaya gönderilerek
kamu personeline yönelik kurs ve seminerler düzenlenmesi, yasa hazırlama konularında takviye sağlanmasının yanı sıra Kıbrıslı Türk kamu personelinin AB’ye
üye ülkelerde kısa süreli eğitim çalışmalarına gönderilmesi gibi değişik içerik ve
nitelikte çalışmaları kapsamaktadır. Teknik yardım sunulan ve hatta bir ön tarama niteliği de taşıyan alanlar şunlardır: Tarım, Kırsal Kalkınma, Balıkçılık,
Veterinerlik, Gümrükler, Rekabet ve Devlet Yardımları, Çevre, Ulaştırma ve Yol
Güvenliği, Çalışma ve İşçi Sağlığı, Finansal Hizmetler ile İstatistik konuları.
Uyum çalışmalarının yanı sıra, iki kesim arasında güven yaratıcı uygulamalara
da yer verilmekte ve Mali Yardım paketinden bu içerikteki projelerin finansmanı da sağlanmaktadır. Bu kapsamda, ara bölgedeki mayınların temizlenmesine
yönelik bir projeye finansman aktarılırken, yine Kıbrıs sorununda önemli bir
husus olan “Kayıp Kişilerin” bulunmasına yönelik iki toplumlu bir genetik laboratuar kurulmasına da destek verilmiştir. Ayrıca, iki kesim arasında daha çok
sayıda geçiş noktası açılabilmesi için yardımlar özendirilirken, iki taraftaki tarih
kitaplarının yenilenmesi ve fanatizmden uzak bir ders içeriği kazandırılması yönünde sosyal içerikli projelerde bulunmaktadır.
5.1.3. Çözüm Olmaması Durumunda Olası Senaryolar
İki toplum lideri arasında Eylül 2008’de başlayan müzakerelerin başarıya
ulaşmaması durumunda nasıl bir durumun ortaya çıkabileceğinin analiz edildiği bu
kısımda siyasi ve hukuki sorunlardan çok ekonomik yönleri üzerinde durulmaya
çalışılmıştır. Kıbrıs Türk tarafı son 3-4 yıldır gerek AB, gerekse AB içinden ve
dışından bazı ülkelerle geliştirmeye çalıştığı ilişkileri 2004 yılındaki referandumda
verdiği olumlu oy sonucunda kazanmıştır. Resmi tanınma getirmese de gerek
direk uçuş denemeleri, gerekse üst düzey bürokrat ve yöneticilerin Kuzey Kıbrıs
96
ziyaretleri, bu dönemin kazanımları arasında değerlendirilebilir. Bu sonuçlar
Güney kesiminin uzlaşmaz tutumuna devam etmesi sonucunda ortaya çıkabilecek
durum hakkında bir mesaj verebilme niteliğindedir. Ancak yeni süreçteki çözüm
çabalarının hangi tarafça sekteye uğratıldığına göre farklı sonuçlar çıkacaktır.
Bu kısımda, ağırlıklı olarak, sürecin Türk tarafından kaynaklanan nedenlerle
tıkanması ve çözüme ulaşılmaması durumunda ne tür sonuçlar olabileceğine
yönelik analizlere yer verilmiştir.
AB ile İlişkilerin Askıya Alınması
Türk tarafından kaynaklanacak bir tıkanıklık ve çözümsüzlük durumunda ilk
akla gelebilecek sonuçlardan biri, AB ile kurulmuş olan bazı ilişkilerin askıya
alınması ihtimalidir. Gerek Mali Yardım çalışmaları gerekse AB Parlamentosu
Kıbrıslı Türklerle Temas Grubu çalışmaları, bazı üye ülkelerin (özellikle
İngiltere’nin) organize ettiği yardım faaliyetleri, askıya alınması beklenen
ilişkilerin başında gelmektedir. Böylesi bir durumda, Kuzey Kıbrıs’ın daha fazla
içe kapanması sonucu ekonomik şartlarda ciddi ağırlaşmaların ortaya çıkacağı
beklenen bir gerçektir. Özellikle bütçe finansmanının yanı sıra, ödemeler
dengesindeki açıkların TC yardımları olmaksızın finanse edilmesi imkansız bir hal
alacaktır. Ayrıca yurtdışından emlak yatırımında bulunan yabancıların piyasadan
iyice çekilmesi sektörel sorunları derinleştirme ihtimali taşımaktadır. AB rotası
gevşeyen hükümetlerin popülist politikaları daha rahat uygulamaya koymaları ve
mali disiplinin bozulması riskinin daha da artması, bu süreçte olası sonuçlardır.
AB uyum çalışmalarının durması etkisini, en çok serbest piyasa yapısının AB
uyumlu yasalarla yapılması çalışmalarının sekteye uğraması ve yapısal sorunların
artması şeklinde gösterecektir.
Yeşil hattın Kapanması
Bir çözümsüzlük durumu, hem sosyal hem ekonomik olarak en ağır maliyeti
yaratabilecek durum olarak değerlendirilebilir. Geçişlerin başladığı 2003 yılından bu yana gerek Güney’e ihracat, gerekse işçi gelirleri ve gerekse Güney’den
turist ve ziyaretçi geçişleri yoluyla ekonomiye ciddi katkılar yapan bu kanalın,
yaptırım anlamında kapatılması sonucu ekonomide ciddi sıkıntılar baş gösterecektir. Bu durum, öncelikle Güney’de çalışan 5000 civarı insanın işsiz kalması
97
anlamına gelecektir. Bunun da ötesinde, bu yolla Kuzey ekonomisine enjekte
olan yıllık 100 milyon dolar civarında bir kayıptan bahsetmek de mümkündür.
Günü birlik geçiş yapan turistler yanı sıra, Güney’deki tüketicilerin Kuzey’den
yaptıkları sınırlı da olsa tüketim de ekonomide ciddi kayıplara neden olabilir.
Yeşil hat üzerinden Güney piyasasına mal veren (ihracat yapan) işletmelerin iş
kayıpları ve neden olacağı işsizliği de olası maliyetlere eklemek gerekmektedir.
Özellikle başka pazarlara ihracat yapmayan, yalnızca Güney’e ihracatta bulunan
işletmelerin ciddi sıkıntı yaşayacağı da çok açıktır. Tüm bu ekonomik sıkıntıların
daha da ötesinde, günübirlik geçişlerde bulunan ve hatta uluslararası seyahatlerinde, Güney liman ve havalimanlarını kullanan Kıbrıslı Türklerin yaşayabileceği
sosyal huzursuzlukları da dikkate almakta fayda vardır.
uluslararası Tecridin Artırılması
Türk tarafının süreci tıkamasının olası sonuçlarından bir tanesi de var olan
tecridin daha da arttırılması olasılığıdır. Belli başlı ülkelerin Kıbrıs’ın kuzeyini
riskli bölgeler arasına alması, turist hareketleri anlamında ciddi sonuçlar doğurabilir. Ayrıca üniversitelerde okuyan yabancı uyruklu öğrencilerin ülkelerinde
karşılaşabilecekleri diploma kaynaklı sorunlar bu sektörü dolayısıyla da ekonomiyi olumsuz etkileme potansiyeline sahiptir.
Türkiye’nin Yaptırımlara Maruz Kalması
Olası bir çözümsüzlükten Türkiye’nin sorumlu tutularak uluslararası ortamda
yaptırımlara maruz kalması olasılıklar arasında en ciddi sonuçları doğurabilecek
olanıdır. Özellikle Türkiye’nin AB üyelik sürecinin askıya alınması sonucu, AB
rotasından çıkma ihtimali ekonomiyi olumsuz etkilemesinin ötesinde, siyasal anlamda da önemli istikrarsızlıklar yaratma potansiyeli taşımaktadır. Her ne kadar,
Türkiye Büyük Millet Meclisi AB uyumlu birçok yasayı yürürlükten geçirmişse
de, Türkiye’ye yönelik dış piyasalardaki risk algılamasının artmasıyla ekonomiyi
ciddi şekilde etkileyebilecek sermaye çıkışları ve akabinde de mali ve finansal
piyasalarda çalkantı yaşanması olasılık dahilindedir. Türkiye’nin böylesi bir durumla karşı karşıya kalması Türkiye ekonomisinde ciddi sıkıntılar doğurabileceğinden Türk lirasını kullanan ve TC yardımlarına birebir bağımlı olan Kuzey
Kıbrıs ekonomisinde bu durum iki üç misli bir etkiyle hissedilecektir.
98
Siyasi Çözümsüzlük Nedeniyle Güney Kıbrıs’a ve Dış Ülkelere
Göçün hızlanması
Ekonomik etkilerinden çok sosyal ve siyasal sonuçları daha ağır basabilecek
olan bu durumda özellikle ciddi bir nüfus kayması sonucu işgücü ve gelir kayıpları Kuzey ekonomisini ciddi anlamda sıkıntıya sokacaktır.
Yeşil hattın güneyinde refah düzeyi artmaya devam ederken, mevcut şartlarda
KKTC’de ekonomik büyüme çok daha sınırlı olacaktır. KKTC ekonomisinin
bugünkü mali yardım ve kredi bağımlılığı yapısından kurtulması için Türkiye’den
gelecek olan mali kaynakların bütçe açıklarını finanse etmekten çok, daha verimli
bir şekilde kullanılarak yatırımlara yönlendirilmesi ve ekonominin sürdürülebilir
bir temele oturtulması gerekmektedir. Gelen mali yardımlar, özel sektörün önünü açması beklenen altyapı yatırımlarına aktarılmalıdır. Bu nedenle, birçok alanda bugüne kadar yapılmayan ve geciktirilen yeniden yapılandırma ve reformlara
ihtiyaç duyulacaktır. Hayata geçirilecek yapısal reformlar (kamu reformu, sosyal
güvenlik reformu ve tarım reformu) ile yatırım ikliminin iyileştirilmesi ve özel
sektörün önünün açılarak yeni iş imkanlarının yaratılmasına yönelik politikalar
geliştirilmelidir. Yine de yapısal anlamda yapılması zorunlu reformlara rağmen,
çözümsüzlüğün Türk tarafından kaynaklanması senaryosu, KKTC ekonomisinin sürdürülebilir büyüme patikasına girmesi için gerekli şart olarak koşulan,
gelişmiş dış pazarlara erişimin sağlanmasına önemli darbe vuracaktır. Bu da, yapısal reformlara rağmen başarılı dışa açılma stratejisinin yürütülmesini oldukça
güç kılacaktır
5.2 Kısmi Çözüm: AB’nin İzolasyonları Kaldırması ve
AB’ye Yakınlaşma
Kısmi çözüm ile ifade edilen; iki taraf arasında üzerinde anlaşılan ve var olan
statükoyu değiştiren bir çözüm anlaşmasına ulaşılmamış olsa bile, Kıbrıs Türk
tarafının üzerindeki izolasyon ve ambargoların kısmen gevşetilmesi ve dünya ile
daha yakın ilişkiye girilmesi durumu anlatılmaktadır. Daha önceki kısımda da
belirtildiği gibi, bu yönde bir açılım ancak Kıbrıs Rum tarafının çözümü engellemesi veya oyalaması ve aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin bu yöndeki çabalarını
net olarak dış dünyaya gösterememesi durumunda ortaya çıkacağı durum de-
99
ğerlendirilmektedir. Kuzey Kıbrıs üzerindeki izolasyon ve ambargoların kısmen
kaldırılması ancak belirli alanlarda mümkün olabileceği düşünülerek, bu alanlar
belirlenmeye çalışılmış ve bu açılımların olası ekonomik etkileri üzerinde durulmaya çalışılmıştır.
5.2.1. Ada İçi Gelişmeler
Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulunmaması durumunda, adadaki taraflar
aralarındaki ilişkilerin seviyesini yükseltmek yoluna gidebilecekleri gibi
halihazırda oluşmuş olan ekonomik ilişki düzeyini de geliştirecek açılımlarda
bulunabilecekleri değerlendirilmektedir. Özellikle AB tarafından atılabilecek
adımlara Kıbrıs Rum tarafının da taraf olma gereği bu açılımların temel
motivasyonunu oluşturabilir niteliktedir.
Bu anlamda en önemli fırsat, Türkiye-Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki ilişikleri
normalleştirme yoluna gidilmesi olasılığına karşılık Kıbrıslı Türklerin çıkarına
olabilecek uygulamaların hayata geçirilmesinin zorlanmasıdır. Bunların başında
Türkiye menşeli ürünlerin Güney piyasalarına Kuzey Kıbrıs üzerinden erişimine
imkan tanınması gelmektedir. Ayrıca Kıbrıslı Rum şirketlerin Türkiye piyasasına
erişimine de Kıbrıslı Türk işletmelerin aracılık etmesi de Kuzey’in avantajına
olabilecek açılımlar olarak değerlendirilmektedir.
Kuzey Kıbrıs’ta AB uyumlu Yasal Reformlar
Uzun yıllar uluslararası dünyadan izole bir yapıda idare edilen bir ekonomi
olduğundan, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin uluslararası şartlara uyum göstermesi
zaman alacaktır. Bu anlamda, AB tarafının etkin bir şekilde teknik destek sağlaması bu süreci kolaylaştıracaktır. Liberal ekonomi düzeninin temel şartlarının
geçerli olduğu tek pazara uyum dolaylı yoldan Kuzey Kıbrıs ekonomisinin de
liberal bir yapıya kavuşması anlamına gelecektir. Kurumsal ve hukuksal yapıların oluşturulmasının ardından daha etkin ve verimli bir yapının oluşması kaçınılmazdır. İdari ve teknik anlamda başarılacak bu reformların piyasada faaliyet
gösteren işletmeleri de olumlu etkileyeceğinden, uluslararası rekabette belirli
avantajların elde edilmesi daha olası görülmektedir.
100
Kıbrıslı Rum ve Türk Girişimcilerin Ortak Yatırım Girişimleri
Özellikle AB kaynaklı açılımların adada var olan işbirliğinin geliştirilmesine
yönelik katkıda bulunması, iki taraftan iş adamlarının ortak projelerde yer almasına imkan tanıyacaktır. Özellikle turizm, eğitim, pazarlama gibi hizmet alanlarında gerek yurtiçi gerekse yurtdışına yönelik ortak girişimlere ulaşılması daha
kolay ve ucuza olacaktır. İki tarafın da, benzer hizmetleri dış pazarlarda pazarlıyor olması ve ortak girişim üstlenilmesi durumunda, belirli maliyet ve strateji
avantajları sağlanabileceği çok açıktır.
Türkiye’nin Güney Kıbrıs Bandıralı Gemilere Limanlarını, Kuzey Kıbrıs’taki
Limanlarında uluslararası Trafiğe Açılması ile İlişkilendirmesi
Türkiye’nin AB ile yürüttüğü müzakere sürecinin Ulaştırma başlığı altında
yer alan üye ülkelere limanların ve havalimanlarının kullandırılması ile ilgili hüküm, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne kısıtlanmış durumdadır. AB’den gelecek baskılar
sonucunda Türkiye’nin bu yönde adım atması beklenmektedir. Ancak bu yönde
atılacak bir adımın Kıbrıs Türk tarafının avantajına olabilecek bir açılımla ilişkilendirilmesi Türk tarafı için bir kazanım yaratabilecektir.
Dünyada gelişen deniz taşımacılığında önemli bir paya sahip olan Güney Kıbrıs
denizcilik sektörü, Türkiye deniz ticaretinden de pay almak istemektedir. Özellikle
Bakü-Ceyhan boru hattının devreye girmesiyle, bölgede artan tanker trafiğinden
Güney’deki sektörün mahrum kalması ciddi ekonomik kayıplar yaratmaktadır.
Bu nedenle bir an önce bu pazara erişme çabası gözlemlenmektedir. Bu nedenle,
bu yönde yapılacak bir açılımın Kuzey Kıbrıs liman ve hava limanlarının da
uluslararası taşımacılığa açılması ile ilişkilendirilmesi, Kuzey üzerindeki en
önemli kısıtlamanın kalkması anlamına gelecektir.
Türkiye’nin Gümrük Birliği Anlaşmasını Güney Kıbrıs’a yönelik
genişletmesini Kuzey’in de dahil edilmesi ile ilişkilendirmesi
Türkiye’nin AB ile imzaladığı Ortaklık Anlaşması’nı (Ankara Anlaşması)
“Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kapsayacak şekilde genişletmesi, Güney Kıbrıs ile
Gümrük Birliği koşullarında bir entegrasyona gidilmesi anlamına gelmektedir.
101
Bu yönde atılacak bir adım Güney Kıbrıs ile Türkiye arasında mal dolaşımına
imkan tanınması demektir. Bu yönde kurulacak bir ilişkide, Kuzey Kıbrıs dahil
edilmediği takdirde, Kuzey ekonomisinin Güney Kıbrıs’a pazar kaptırmasına
neden olabilecektir.
Güney Kıbrıs yaklaşık 5 milyar dolar civarı bir dış ticaret hacmine sahip
bir ekonomidir. Bu miktarın 3-3,5 milyar dolarlık kısmı ithalattır. Bu ticaretin
önemli bir bölümü (yaklaşık %60-70 civarı) AB ülkeleri ile gerçekleşmektedir.
Yani AB’den yaklaşık yılda 2 milyar dolar civarı bir ithalat yapılmaktadır. Türkiye
ile Gümrük Birliği’ne girilmesi sonucu muhtemelen bir kısım ithalat Türkiye
üzerinden yapılmaya başlanacaktır. Bu oranın başlangıçta %5 civarı olması
durumunda bile, TC-Güney Kıbrıs arası ticaretin 100 milyon doları bulması
beklenmektedir. (Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’den ithalatı şu anda yaklaşık 900 ile
1,000 milyon dolar civarındadır).
Özellikle başlangıçta Rum tüketicilerin olumsuz düşünceleri nedeniyle düşük hacimle ve sadece yatırım mallarına yönelik ürünlerle başlaması muhtemel
olan ticaretin, tüketim mallarına doğru genişleme göstermesi durumunda, TC’li
firmaların Kuzey’deki mevcut bayiliklerini devreye koyması hızlı pazar erişimi
yanında, güvenli bir yapının devam etmesini de mümkün kılacaktır.
İki Toplum Arasında İnsani Konularda Daha Yakın İşbirliği
Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olması Kıbrıs’ta yeşil hat tüzüğünün koşullarını
yerine getirme konusunda Güney Kıbrıs’ı yetkili ve sorumlu kılmaktadır. Yani
diğer bir deyişle, Güney Kıbrıs, ticaretin AB ekonomik koşullarına ve tüketicilerine zarar vermemesini, insani geçişlerin AB güvenliğini tehdit etmemesini
ve bunun yanı sıra, hem mal hem de insani geçişlerin AB kamu sağlığını tehdit eder duruma gelmemesini gözetmek durumundadır. Tüm bu sorumlulukları
Avrupa Komisyonu adına yerine getirirken Kıbrıs Türk otoritesinin işbirliğine
ihtiyaç duyulmaktadır. Gerek gümrük uygulamalarında gerekse insani konularda
(sağlık, çevre, altyapı vs.) iki tarafın işbirliğine gitmesi, sonuçları etkilemektedir.
Bu nedenle bu yönde kurulacak mekanizmalar Kıbrıs Türk tarafını AB’ye yakınlaştıracaktır. Özellikle son zamanlarda yaşanan kaçak mülteci geçişleri nedeniyle, Kıbrıs Rum tarafının ciddi eleştiriler aldığı ve daha etkin koruma yapması
102
yönünde uyarıldığı Komisyon tarafından hazırlanan yıllık değerlendirme raporlarından görülmektedir.
5.2.2. Avrupa Birliği ile İlişkilerde Gelişmeler
Kuzey Kıbrıs’ın AB ile ilişkileri resmi olarak ancak 2004 referandumu sonrası
şekil almaya başlamıştır. Adada eşzamanlı yapılan referanduma Türk tarafının
olumlu destek vermesinin karşılığı olarak mali yardım tüzüğü devreye konulurken doğrudan ticaret tüzüğü yasalaşamamıştır. Bunun da ötesinde, Yeşil Hat
üzerinden ticaretin geliştirilmesi yolu tercih edilmiş ancak bu kanal da çok etkin
olarak işletilememiştir. Kıbrıs sorununda olası bir çıkmaz durumunda, AB tarafının Kıbrıslı Rumların varlığına rağmen, ileri adım atması nispeten zor görünse de bazı alanlarda ilerleme sağlanabilmesi mümkün görülmektedir. Öncelikle
tasarı olarak COREPER düzeyinde bekletilen Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün
yasalaşması gündeme getirilebilir. Kıbrıs Türk bandrollü gemi ve uçakların AB
limanlarını kullanmasına imkan tanınabilir, Kıbrıslı Türklerin AB parlamentosu
ve diğer kurumlarda gözlemci statüsünde temsiline imkan tanınabilir, Mali yardım paketi genişletilerek süresi uzatılabilir ve Kıbrıslı Türk bürokratların twining benzeri uygulamalarla AB kurumlarında çalışmasına imkan sağlanabilir.
Doğrudan Ticaret Tüzüğü
Tüzük, AB Konseyi’nin referandum sonrasında Kıbrıslı Türklere yönelik
önerdiği ikinci uygulamadır ve adanın Kuzey’inden AB’ye doğrudan ticarete imkan tanımaktadır. Bu konuda taslak, bir tüzükte ortaya çıkmış olmasına rağmen,
Konsey’de nitelikli oy çokluğu gerektiğinden, Konsey Hukukçularının olumsuz
raporu ve Kıbrıslı Rumların engellemeleri sonucu, halen daha yasalaşabilmiş
değildir. İngiltere ve Finlandiya dönem başkanlıklarında ciddi müzakereler yapılmış olmasına rağmen belgenin yasalaşması mümkün olamamıştır.
Her ne kadar, Kuzey’den AB’ye ihracat kısıtlı miktarlarda yapılıyor olsa da,
söz konusu ürünler ya Türkiye limanları üzerinden gönderilmekte ya da AB’ye
girişte gümrük ve diğer vergilere tabii olmaktadır. Oysa söz konusu düzenleme
Kıbrıs Türk orijinli ürünlere AB pazarına girişte muafiyet hakkı tanıyacağından,
ürünler vergi ve harç muafiyeti nedeniyle maliyet avantajı yakalayabileceklerdir.
103
Özellikle Türkiye limanlarından ihracatın yapılması hem maliyeti arttırmakta
hem de zaman kayıplarına yol açmaktadır.
Her ne kadar, Kuzey Kıbrıs ekonomisi mal ihracatı konusunda çok büyük bir
potansiyele sahip olmasa da, AB gibi büyük ve gelir düzeyi yüksek bir pazara
erişim, Kıbrıslı Türk girişimcilerin bu konuda daha üretken ve yaratıcı olmalarına neden olabilecektir. İkinci bölümde yer alan Tablo 1.9’dan da görülebileceği
gibi, geçmişte özellikle ATAD kararları alınmadan önce AB pazarına yönelik
ihracat oranı %70–80 aralığındayken ATAD kararı sonrasında epeyce gerilemiş, hatta Çin’in piyasaya girmesiyle birlikte konfeksiyon pazarının neredeyse
tümünü kaybetmiş durumdadır. Tarımsal ürün ihracatı çoğunlukla sertifikasyon
gibi idari uygulamaların tanınmamasından dolayı AB pazarına erişememektedir. İdari sorunların ortadan kalkması öncelikle tarım ürünlerine ve sonrasında
da standartlarını AB seviyesine getirebilen işlenmiş tarım sanayi ürünlerine AB
pazarına erişim şansı verebilecektir. Bu alanlar dışında Kıbrıs’a has el işçiliğine
dayalı “niche” ürünlerin de AB pazarlarında yer edinebilme imkanı bulunmaktadır.
Doğrudan uçuş İmkanı
Kuzey Kıbrıs ekonomisinin hizmet üretim ve ihracatına dayalı bir yapıda oluşu
ve turizmin en önemli hizmet üretim alanı olması, ülkenin dış bağlantılarını
önemli hale getirmektedir. Genellikle ulaşım maliyetleri, bir ülkenin turistik
hizmetlerinin pazarlanmasına etki eden en önemli etkenlerin başında gelmektedir.
KKTC’nin tanınmamış olması neticesinde, havalimanları Türkiye haricindeki
uçuşlarda kullanılamamaktadır. Avrupa ülkelerine yapılan uçuşlar da hep Türkiye
üzerinden ve Türkiye’ye kayıtlı havayolu şirketleriyle yapabilmektedir. Bugün
KKTC milli havayolu konumundaki Kıbrıs Türk Hava Yolları Türkiye’de kayıtlı
bir şirket olarak faaliyetlerini yürütebilmektedir.
Turizm pazarında, coğrafi yakınlık ve diğer faktörler de dikkate alındığında
%60-%70 oranında Türkiye kaynaklı bir profil görülmektedir. Türkiye pazarını
İngiltere pazarı takip etmektedir. Bunun birinci nedeni orada yaşayan Kıbrıslı
Türk nüfusun yoğunluğudur. Bir diğer neden de, İngiliz turistlerin geleneksel
olarak eski bir İngiliz sömürgesi olan, Kıbrıs’ı tercih ediyor olmasıdır. Bu ne-
104
denle KTHY ve diğer özel havayolları haftanın her günü İngiltere’nin farklı
şehirlerine uçuşlar düzenlemektedirler. Ancak bu uçuşların tümü Türkiye üzerinden yapılmaktadır. Uluslararası hava taşımacılığında en önemli maliyet kalemi akaryakıt gideri iken ve uçakların en çok yakıt tüketimi iniş ve kalkışlarda
gerçekleştiği göz önüne alındığında, söz konusu transit uçuşların yarattığı ilave
maliyetlerin boyutu da anlaşılabilir.
Ayrıca Kuzey Kıbrıs’ta yer alan birçok turistik tesisin yurt dışı bağlantısı yaparken Kuzey’e uçan yabancı havayolu işletmelerinin olmayışı ve turizm alanında
önemli bir paya sahip olan charter uçuşların dahi olmaması, Kıbrıs Türk turizminin etkin pazarlanmasını ve daha verimli ve kaliteli hizmet üretmesini engellemektedir. Bu nedenle İngiltere gibi belirli ülkelerin Kuzey Kıbrıs’a doğrudan
uçuş imkanı tanıması Kuzeydeki turizm potansiyelini aktive edebilecek önemli
bir faktördür. Böylesi bir imkanın yaratılması hem ülkedeki turizm hizmet çeşitliliğini arttırabilecek hem de kalitesinin gelişimine olumlu katkı yapabilecektir.
KKTc Üniversitelerinin Bologna Sürecine Dahil Olmaları
Kuzey Kıbrıs’ta en önemli ekonomik aktivitelerin başında gelmekte olan üniversiteler sektörü son yıllarda AB genelinde yapılan akreditasyon düzenlemeleri
dışında kalma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Verilecek diplomaların karşılıklı tanınmasından, öğrenci ve öğretim elemanı değişimine kadar çeşitli işbirlikleri ve
standartları içeren kısaca “Bologna Süreci” olarak adlandırılan sürece, Kıbrıs
Türk üniversitelerinin dahil olması sürekli olarak Rum tarafının itiraz ve karşı
koymaları ile engellenmektedir. Ortaya çıkacak yeni durumda bu platformda ileri
düzeyde kazanımlar elde edilmesi muhtemel görülmektedir. Böylesi bir kazanım,
sektörün önünü açarken özellikle ada dışından gelebilecek öğrenci potansiyelini
canlı tutarak sektörün ve dolayısıyla ekonominin gelişimine katkı sağlayacaktır.
5.3 BM Parametreleri Çerçevesinde Kapsamlı Bir Çözüm
Olası senaryolar arasında tüm tarafların en çok kazanımı elde edebilecekleri
senaryo, kapsamlı bir çözümün gerçekleştiği durumdur. 40 yılı aşkın bir süredir uluslararası camiayı meşgul eden bu sorunun çözüme ulaşması taraf olan
ülkeleri olumlu etkilemesi bir yana, bölge ülkeleri açısından da olumlu bir hava
105
doğmasına katkı yapacak düzeydedir. Sorunun Birleşmiş Milletlere havale edilmesinin ardından, farklı dönemlerdeki Genel Sekreterlerin girişimleri ile değişik
çözüm önerileri sürekli gündemde olmuştur. Her öneri, gerek ilgili genel sekreterin gerekse o dönemin konjonktürel etkilerini içermektedir. Ne var ki, şu
ya da bu şekilde gündeme gelen önerilerin hiçbiri her iki tarafça da aynı anda
kabul görmemiştir. Hazırlanan her yeni öneri setinin kendinden öncekilerin ruhunu taşıması genel bir prensip halini almıştır. Bu nedenle 2008 yılında başlayan iki toplumlu görüşmelerin de bir önceki kapsamlı öneri planı olan “Annan
Planı’ndan” esintiler içermesi kaçınılmazdır. Şu ana kadar, her iki tarafın üzerinde anlaşamadığı birçok nokta bulunsa da, genel prensip olarak yeni ortaklığın
iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitlik statüsünde tek egemenlik ve vatandaşlığın
olacağı bir federal yapıda şekilleneceği konusunda liderler arasında anlaşmaya
varılmıştır.
Siyasi eşitliğe dayalı olması kaçınılmaz olan yeni ortaklık, gelir farklılığı olan
iki ekonominin federal bir çatı altında AB üyesi olması anlamına gelecektir. Öngörülen siyasi yapının sürdürülebilirliği, iki ekonomi arasındaki gelir farklılığını
giderecek ve yakınsama sağlayacak ekonomik model ile mümkün olabilecektir.
Bu bağlamda, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin gerek Güney Kıbrıs gerekse AB ile
entegrasyon süreci, bu gerçeği dikkate alarak geliştirilmelidir. Söz konusu modelin, geliştirilecek ve uygulanacak politikalarla gelir farklılığının giderilmesine
yardımcı olması gerekmektedir. Hatta sadece iki kesim arasındaki yakınsamayı
sağlamak değil, göreli olarak daha düşük gelir düzeyindeki Kıbrıs Türk ekonomisinin AB ile yakınsaması da önem arz etmektedir. Bu yüzden ada içi uygulanacak
makroekonomik politikalar yanında AB’nin uygulayacağı bölgesel politikaların
da bu amaca hizmet etme gerekliliği bulunmaktadır.
Kıbrıs konusundaki çözümsüzlük, KKTC’nin yasal statüsünün tanınmamış
olması ve kurumlarının uluslararası camia tarafından kabul görmemesi, Kıbrıslı
Türklerin sosyal ve ekonomik gelişimini büyük ölçüde olumsuz etkilemiştir. De
facto politik durumun neden olduğu ana problemler arasında Kuzey Kıbrıs menşeli malların ve Kıbrıslı Türk bireylerin serbest dolaşımı ve uluslararası pazarlara
erişim sorunları gelmektedir. Bunun yanında, siyasi çözümsüzlüğün yarattığı belirsizliklerle devam eden mülkiyet sorunları, sermayenin Kuzey Kıbrıs’a akışını
engelleyen koşullar ve tüm bu kısıtların girişimciler üzerinde yarattığı olumsuz
106
havanın yanı sıra, dış yatırımcıların Kuzey Kıbrıs’a yönelik tercihlerini de olumsuz yönde etkilemektedir. Dışa açılımda siyasi engellere maruz kalan Kıbrıslı
Türkler, Ortadoğu’daki bölge ülkelerine ve özellikle AB gibi alım gücü yüksek
piyasalara coğrafi olarak yakın olmalarına rağmen, ekonomik olarak bu pazarlara uzak kalmıştır.
Kıbrıs sorununa bulunacak kapsamlı bir çözüm, Kıbrıslı Türklere sadece ekonomik kazanımlar değil siyasi kazanımlar da getirecektir. Adadaki siyasi belirsizliğin ortadan kalkmasıyla; başta Kıbrıslı Türklerin dışa açılabilmeleri ve AB’ye
tam üye olmalarının getireceği ekonomik faaliyetlerdeki artış ve yaratılacak istihdam imkanları sayesinde, toplum üzerinde net bir refah etkisi yaratılacaktır.
Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü, Kıbrıslı Türklerin birçok uluslararası kuruluşa üyeliğini de engellemiştir. Bunlar arasında IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi
ekonomik örgütlerin yanında, Air Transportation Association, the International
Civil Aviation Organization, Interpol, Universal Postal gibi sektörel kuruluşlar
da gelmektedir. Olası bir çözüm durumunda federal yapının tüm bu kurumlara
üye olacak olması Kıbrıslı Türkleri de dünyayla buluşturacaktır.
Bir anlaşma durumunda; emek, sermaye, mal ve hizmetlerin ada ve AB içinde
serbest dolaşımı ekonomik faaliyetlerin genişlemesine ve istihdam olanaklarının
artmasına imkan sağlayacaktır. Bu üretim kapasitelerindeki genişleme adanın ölçek ekonomisi fırsatlarından yararlanmasına zemin hazırlayarak, Kıbrıs ekonomisini çeşitlendirmeye ve belli sektörlerde uzmanlaşmaya gidilmesi için gerekli
olan ekonomik iklimi hazırlayacaktır. Adada bulunacak bir çözüm, yabancı yatırımcıların ilgisini çekeceği gibi, adaya yeni teknoloji ve ‘know-how’ın gelmesini
de sağlayacaktır.
5.3.1 Kuzey ve Güney Ekonomilerinin Entegrasyonu
Bir anlaşma durumunda adadaki iki ekonominin doğru entegrasyonu, siyasi çözümün sürdürülebilir olmasında kilit rol oynayacaktır. Bunun için Kıbrıs
sorununa bulunacak kapsamlı çözümde ekonomilerin entegrasyon süreçlerinin
nasıl tasarlanacağı çok önemlidir.
107
AB mevzuatının rehber olarak alınması ve adaptasyonu, özellikle Kıbrıslı
Türklerin AB’ye yakınlaşmasını sağlamasının yanında, iki ekonominin birbirleriyle yakınlaşması, entegre olmaları ve gelirlerin yakınsaması için de önemli bir
araç olacaktır.
Yeni ortaklıkta hedef, Birleşik Kıbrıs’ın AB içerisinde işlevsel ve yaşayabilir
bir ekonomik yapıya sahip olmasıdır. Kıbrıs Türk tarafının Rum ekonomisi ve
AB ile yaşayacağı entegrasyon sürecinin başarılı kılınması ve nihai hedef olan
refah artışının sağlanması için belli hazırlıklar yapılması gerekmektedir. Bunların
başında, Kıbrıslı Türklerin kendi ekonomilerinde rekabet baskılarının oluşacağı
anlaşma sonrasına hazırlanılması ve serbest piyasa koşullarının tam anlamıyla
işleyişini tamamlanması gerekmektedir. Bunun yanında, AB’nin kural ve politikalarını adapte edip, uygulayabilecek kapasiteyi kendi çapında geliştirmelidir.
Bütün bunlar, bir anlaşma durumunda Kıbrıs Türk tarafının gerek Rum tarafı ve
gerekse AB ile sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomik entegrasyon yaşayabilmesi
için belli bir geçiş dönemine ihtiyaç duyduğunu işaret etmektedir.
Kurulacak yeni ortaklıkta merkezi hükümet ve kurucu devletler işbirliğiyle
güdülecek ekonomik politikaların Kıbrıs Türk ekonomisini bu sürece hazırlar
nitelikte olması ve nihai olarak ekonomik yakınsamayı (gelir ve mevzuat) başarmayı hedeflemelidir. Bu çerçevede kurulacak olan ekonomik yapıda aşağıdaki
politikaların ve prensiplerin esas alınması yeni ortaklığı destekleyecektir.
Federal Maliye ve Bütçe Politikaları
Ekonomi yönetimi için başvurulan para politikalarını Avrupa Birliği Merkez
Bankası’na (ABMB) devretmiş olan Kıbrıs, ekonomide kaynak yönlendirmesi,
tahsisi ve yönetimini ağırlıklı olarak maliye politikalarıyla gerçekleştirmektedir.
Dolayısıyla bir anlaşma durumunda Federal hükümetin Kıbrıs Türk ekonomisini Güney Kıbrıs ekonomisi ve AB ile entegrasyon sürecini hazırlamak ve gelir
yakınsamasını desteklemek için, maliye politikaları kritik rol oynayacaktır.
Bunun için federal hükümetin kurucu devletlere yapacağı kaynak transferinde
iki ekonomi arasındaki gelir farklılığı dikkate alınarak, maliye araçları bu sorunu asgariye indirme yönünde kullanılmalıdır. Bu bağlamda merkezi hükümetin
108
kaynak transferini ekonomik büyüklüğe göre değil, nüfusa göre yapması gelir
farklılığı sorununa etkin çözüm bulma yönünde etkili olabilecektir.
Kıbrıs Türk tarafındaki ekonomik gelişimin özel sektörün büyümesi sayesinde olacağı dikkate alınırsa, merkezi hükümetin, Kıbrıs Türk tarafındaki yatırım
ikliminin iyileştirilmesi; fiziki altyapı eksikliğinin giderilmesi ve beşeri sermaye
yatırımlarının artırımı için federal bütçeden kaynak ayrılması yönünde tercih
kullanması gerekmektedir.
Bölgesel Yatırım ve Teşvik Politikaları
Kıbrıs Türk tarafının Rum tarafına göre gelir farklılığı dikkate alınırsa, adanın
AB nezdinde iki ayrı ekonomik bölge olarak tanımlanması, bölgesel yatırım ve
teşvik politikalarının daha doğru geliştirilmesine zemin hazırlayacaktır. Bu bağlamda, Kıbrıs Türk kurucu devletinin, AB bölgesel politikaları çerçevesinde yapısal ve diğer var olan fonlardan daha fazla yararlanması, entegrasyon sürecine
olumlu katkı sağlayarak, ekonomik yakınsamayı hızlandıracaktır.
Bunun ötesinde, özellikle KOBİ’lerin fonlardan yararlanarak gerek yönetim
gerekse sermayelerinin güçlendirilerek dışa açılma yolunda desteklenmesi, işletmelerin rekabet etme imkanları arttıracaktır.
Sektörel Politikalar
Adada, fiziki, beşeri ve finansal kaynakların sınırlı oluşu dikkate alındığında,
iki ekonomide var olan sektörlerin tamamlayıcı bir ekonomik yapı oluşturmaları
yönünde teşvik edilmeleri yerinde olacaktır. Bunun için iki kurucu devlet işbirliği içerisinde, adanın iki kesimindeki sektörler arası rekabet yaratma yerine, tamamlayıcı olma yolundaki politikalar geliştirilerek, sektörel sinerjiler yaratılabilir. Bununla ilgili özellikle turizm sektöründe çeşitlendirmeye gidilerek, bölgesel
imkanlar çerçevesinde ürün çeşitlendirmesi teşvik edilmelidir.
Bunun yanında, özellikle altyapı yatırımlarında duplikasyondan kaçınılarak
kaynak israfı engellenmelidir.
109
5.3.2 Kuzey Kıbrıs’ın AB ile uyumu ve Entegrasyonu
Kıbrıs’ta gerçekleşecek çözümün AB boyutlu olması, şu ana kadar AB üyeliğini gerçekleştiremeyen Kıbrıslı Türkler için önemli kazanımlar sağlayacaktır. Bunlar arasında, özelikle AB mevzuatının askından kaldırılması ve tümüyle
Kuzey’de uygulamaya girmesi, Kıbrıslı Türklerin yaşam standartlarının iyileştirmesinde büyük katkı sağlayacaktır.
AB üyeliği, KKTC ekonomisinin var olan yapısal sorunlarına, mevzuatın uygulamada çalışmasıyla, kökten çözümler getirilmesini gerektirecektir. Bu, özellikle
yatırımcıların, iş çevrelerinin beklentilerini olumlu kılacak ve yatırım eğiliminin
artmasına katkı sağlayacaktır. AB üyeliği, Kıbrıslı Türklerin geniş sermaye kaynaklarına erişiminin kolaylaşması ve ucuzlaması anlamına da gelecektir. Buna
ilaveten, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin uyumlaştırılması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesi için AB fonlarından ( kalkınma, teknik ve diğer fonlar) yararlanma
imkanları da doğacaktır.
5.3.2.1. Yasal ve Kurumsal uyum
Kıbrıs Türk ekonomisinin gerek Rum gerekse AB ile entegrasyonunun başarılı bir şekilde sağlanması için esaslı bir tarama (screening) sürecine ihtiyaç vardır.
Bu tarama süreci sektörel, kurumsal ve mevzuat durumunun tespitine yardımcı
olacaktır. Bu süreç sayesinde, gerekli sektörel derogasyonlar ve diğer geçiş dönemlerinin şartları ve süresi belirlenebilecektir. Bu sayede, Kıbrıs Türk ekonomisi gerek Rum gerekse diğer AB üyesi ekonomiler ile pürüzsüz ve problemsiz
bir geçiş dönemiyle entegrasyonu mümkün kılacaktır.
5.3.2.2 Ekonomik Yakınsama
Kurulacak yeni ortaklıkta, ekonomik yapılandırma, iki ekonominin kurumsal, mevzuat, sektörel ve toplamda gelirlerinin yakınsamasına dayalı bir rejim
üzerine kurulmalıdır. Özellikle gelirlerinin yakınsamadığı bir ortaklık gelecekte
anlaşmayı tehlikeye sokacaktır.
110
Şekil 5.1: KKTc ve GKRY Gelir Yakınsaması (Oran, %)
60
56
51
51
2005
2006
49
50
40
36
38
37
36
34
33
32
30
20
10
0
1980
1985
1990
1995
2000
2002
2003
2004
2007
Yıllar
Kaynak: DPÖ (2007) ve World Development Indicators
KKTC’nin son yıllarda kaydettiği yüksek oranlı büyüme GKRY ile arasındaki
gelir farkını da önemli ölçüde kapatmıştır. Yukarıdaki şekilde de görüleceği üzere 80’li ve 90’lı yıllarda KKTC kişi başına düşen gelir GKRY’ ne göre %35’ler civarında seyrederken, bu oran özellikle 2004 yılından sonra müthiş artarak 2007
yılı itibarıyla %56’ya ulaşmıştır.
İki ekonomi arasındaki gelir farkı yüksek olsa da, son yıllarda çözüm umutlarının artmasıyla KKTC’de yaşanan yüksek oranlı büyüme, iki ekonomi arasındaki gelirin çok daha kısa sürede yakınsayabileceğini göstermektedir.
Satın alma paritesi rakamlarıyla gelir farklılığı karşılaştırıldığında, 2007 rakamlarıyla KKTC kişi başına düşen gelirin GKRY’ ne göre %67 olduğu gözlemlenmektedir. Dünya Bankasının 2006 yılında KKTC ekonomisine yönelik hazırladığı raporda özellikle kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin de dahil edilmesiyle
gelirin %20-%35 arasında daha fazla olabileceğini ve satın alma paritesine göre
111
Kuzey-Güney gelir oranın 2004 rakamlarıyla %76 olabileceğini hesaplamıştır.
Yine aynı çalışmada iki ekonomi arasındaki gelirin satın alma paritesi yaklaşımına göre 2020 yılında eşitlenebileceği öngörülmüştür.
Bu gerçekler Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında sorun olarak duran gelir
farklılığının doğru politikalarla bir anlaşma sonrasında kısa sürede ortadan kalkabileceğini göstermektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken konu, iki ekonomi arasındaki gelirin yapay
olarak yakınsamasından çok, iki ekonominin sektör ve yapılarıyla yakınsamasıdır. Yakınsama modelinin iki ekonomiyi entegre ederek, aralarındaki ilişkiyi ve
faktör verimliliğini arttırılarak başarılması gerekmektedir. İki ekonomi birbirinden ayrı bir şekilde gelişir ise, bu durum, yeni ortaklığa katkı sağlayamayacaktır.
Bu bağlamda, Kıbrıs konusunda bir anlaşma sürecinde bu hususa dikkat edilmelidir.
BM parametreleri çerçevesinde, adada gerçekleştirilecek bir çözüm sonrasında ekonomik ve ticari fırsatlar ortaya çıkacaktır. Bunların başında, iki ekonominin büyüme kaynakları arasında olan turizm, yüksek öğrenim, inşaat ve ticaret
sektörleri gelmektedir. Her ne kadar, Kıbrıs’ta gerçekleştirilecek bir çözümün
yaratacağı ticari ve ekonomik değeri, bu aşamada tam olarak ön görmek zor
olsa da, bu konuda belli öngörüler vardır. Oslo Uluslararası Barış Enstitüsünün Kıbrıs Ofisi (PRIO) tarafından Nisan 2008’de yayımlanan “Çözüm Sonrası
Ticari Fırsatlar” adlı çalışma da belli sektörlerde büyük gelişme yaşanacağını
öngörülmüştür 6. PRIO’nun raporuna göre Birleşik bir Kıbrıs’ta ticaret, turizm,
yükseköğrenim, taşımacılık, inşaat, emlak, muhasebecilik ve hukuk hizmetlerinden elde edilecek gelir ile çözüm sonrasında yılda ortalama 1.8 milyar Euro
değerinde ek gelir yaratılacağı öngörülmüştür. Bu da KKTC’deki mevcut ortalama gelirin %40 artacağını ve bunun kişi başı 5,500 Euro’luk bir ek gelir yaratacağı hesaplanmıştır. Yapılan çalışmanın ekonominin sadece belli sektörlerinin
faaliyetlerdeki gelişmeye göre öngörülerde bulunduğu dikkate alınırsa, çözüm
ile birlikte ortaya çıkacak olan yeni iş imkanları sayesinde aslında bu rakamın
çok üzerinde bir gelir artışı yaratılacağını savunmak abartılı olmayacaktır. Sonuç itibariyle, halkına gelecek ve refah sunacak bir siyasi meselenin çözümünde
6 PRIO, “Ertesi Gün: Çözüm sonrası Ticari Fırsatlar”, (2008).
112
ekonomi büyük bir rol oynamaktadır. Siyasi sorunlarından arınmış bir birleşik
Kıbrıs, Akdeniz’in doğusunda yüksek kalitede hizmetler ihraç eden bir merkez
olma potansiyeline sahiptir. Coğrafik konumundan da yararlanarak, çok kültürlü
yapısıyla Kıbrıs, AB, Akdeniz ve Orta Doğu’ya başta turizm olmak üzere, yüksek öğrenim, finansal hizmetler, limancılık, bilgi teknolojileri, sağlık hizmetleri
ve danışmanlık gibi kaliteli, katma değeri yüksek hizmetler sunan bir ada olabilir. Bunu başarmak için yeni ortaklığın doğru siyasi yapılandırmasının yanı
sıra, bunu destekleyecek ve yaşamasına zemin oluşturacak gerçekçi, çalışır bir
ekonomik yapıya ihtiyaç vardır.
113
Kutu 5.1: Ertesi Gün: Kıbrıs Sorununun Çözümü Sonrasında Ticari Fırsatlar
Mart 2008’de Uluslararası Barış Enstitüsü (PRIO) Kıbrıs Merkezi tarafından yayınlanan
“çözüm sonrası ticari fırsatlar” adlı çalışmaya göre Kıbrıs sorununun çözülmesi sonucunda adaya, Türkiye ile ticaret ve diğer fırsatlarla birlikte en az 1.8 milyar Euro’luk bir barış
kazancı sağlanacağı saptanmıştır. Bu rakam KKTC’nin mevcut ortalama gelirinin %40’ına
denk gelmektedir. Bu da ortalama ek 5.500 Euro gelire eşittir.
Söz konusu çalışmada herhangi belirli bir çözüm modeline dayanmaksızın adada her iki
tarafın çoğulcu destek alacak olan bir çözümün siyasi ve ekonomik olarak sürdürülebilir
olduğu tespiti yapılmıştır. Çalışma, 1999 yılında Yunanistan ile Türkiye arasında buzların
erimesi ile iki ülke arasındaki ekonomi ve ticarette meydana gelen gelişmelere dayanarak
Kıbrıs ekonomisinin, dinamik sektörlerine bakarak, hem yeniden birleşme hem de bölünme
senaryoları için tahmin yapmaktadır. Yunanistan ve Türkiye’nin mal ve hizmet ticareti 200006 yılları arasında yılda ortalama % 25, turizm ise ortalama olarak yılda % 275 oranında
büyümüştür. Türkiye’ye yapılan yabancı yatırımlar içerisinde Yunanistan dokuzuncu sırada
yer almakta ve Türkiye ise Yunanistan için en hızlı büyüyen turizm pazarlarından birisi durumundadır.
Çalışma kapsamında her iki ekonominin de lokomotifi olan sektörlerde (turizm, yükseköğrenim, muhasebe hizmetleri, inşaat, emlak, ticaret, hukuk hizmetleri gibi) meydana
gelecek olan sinerji ile bu sektörlerdeki gelişiminden dolayı çözümün yaratacağı ek gelirler
belirlenmiştir. Bu çerçevede olası bir çözümün ilk yedi yılında bu sektörlerden elde edilecek
ortalama gelir:
Yılda 700 milyon Euro – 385 milyon Euro’su Türkiye’den olmak üzere – ek turizm geliri,
Yılda 393 milyon Euro ek inşaat geliri,
Yılda 155 milyon Euro ek emlak geliri,
Yılda 162 milyon Euro Kıbrıs’taki ek yüksek öğrenim geliri,
Yılda 103 milyon Euro ek muhasebe ve hukuk hizmetleri geliri,
Yılda 184 milyon Euro Kıbrıs’a gelecek yeni yabancı doğrudan yatırımlardan,
Yılda 618 milyon Euro Türkiye ile yapılacak olan ek mal ve hizmet ticareti geliri olarak
hesaplanmıştır.
Yıllık ek gelirler ise 2009’da (birinci yıl) 283 milyon Euro ve 2015’te (yedinci yıl) 3,9
milyar Euro olarak tahmin edilmiştir. Diğer bir ifade bu rakam iki tarafın toplam GSYİH’
sının yaklaşık %10’nu eşittir. Rapor sadece en fazla sinerji yaratacak sektörlere odaklandığı
için, tahmin edilen sonuçlar olası bir çözüm sonrasında en azından beklenebilecek olan ekonomik gelişimi yansıtmaktadır. Ayrıca, Bakü-Ceyhan petrol boru hattından dolayı ortaya
çıkacak yeni iş olanakları (1.3 milyar Euro) ve Ankara Protokolü’nün uygulanması (187 milyon Euro) gibi önemli bölgesel gelişmeler de dikkate alınacak olunursa, raporda öngörülen
ek ekonomik gelirlerin daha yüksek olabileceği tahmin edilmektedir.
114
6
BÖLÜM
SONUÇ
SONuÇ
Bu çalışmada, KKTC ekonomisinin çözüm dinamikleriyle yüzleştiği bu dönemde, hem olası çözümün ekonomik açıdan taşıdığı potansiyeli hem de yıllardan beridir var olan yapısal sorunlara çözümler üreterek olası bir anlaşma durumunda, çözümü ve AB üyelik sürecini kolaylaştırmak için yapılması gerekenler
ile hangi politikalar üzerinde durulması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Çözüm dinamiklerinin yoğun olduğu bu döneme gelinene kadar geçilen safhalar adadaki son otuz yıllık yapının ve süredurumun değişmesine önemli katkı
yapmıştır. Güney Kıbrıs’ın AB adaylık ve uyum süreci, sonrasında tam üye olması, hem politik hem de hukuki olarak adada bir takım parametrelerin yeniden
yorumlanmasını ve tarafların konumlarını yeniden gözden geçirmesini zorunlu
kılarken özellikle Kıbrıs Türk tarafına ciddi bir AB perspektifi kazandırmıştır.
Ancak adada insani ve ekonomik sonuçlar doğuran asıl değişim iki taraf arasında karşılıklı geçişlerin başlaması ile ortaya çıkmış oldu. Bu geçiş serbestîsi son
otuz yılda yaşanan en radikal değişimdi. Kuzey-Güney arası dolaşımın serbest
bırakılmasıyla kısmi de olsa emek, mal ve hizmetlerin de ada içerisinde serbest
dolaşımı sağlanmış oldu. Özellikle Kuzeyden Güneye yapılan ihracat yanında
kişilerin dolaşımı yoluyla karşı bölgelerde tüketilen mal ve hizmetlerin yarattığı
ekonomik döngü, turistlerin dolaşımına bağlı gerçekleşen ekonomik aktiviteler
ve Kıbrıslı Türklerin Güneyde çalışmasının hem işgücü piyasaları hem de genel
ekonomi üzerindeki etkileri bu dönemin ekonomik sonuçları arasındadır.
Kıbrıs’ın AB üyesi olması fakat AB müktesebatının Kuzey’de askıda olması
sonucu yukarda sayılan ekonomik ilişkilerin AB orijinli veya uyumlu yasalarla
düzenleme ihtiyacı doğmuştur. Bu nedenle ada içi mal, hizmet ve emek dolaşımı “Yeşil Hat Tüzüğü” olarak adlandırılan AB Konsey tüzüğü ile sağlanmıştır.
Bu tüzük kapsamında Kuzeyden Güneye yapılan ihracatın hacmi şu aşamada
5-6 milyon Euro seviyesinde olsa da ileriki yıllarda kapsamın genişletilmesi ile
artma potansiyeli taşımaktadır. Bunun yanında Güney ekonomisine göre nispeten daha geri kalmış Kuzeyin ekonomik ve sosyal olarak gelişmesi ve adanın
birleştirilmesi ile ulaşılacak çözümde Kıbrıs Türk tarafının AB ile mevzuat uyumu sağlanabilmesi amacıyla 259 milyon Euro tutarında bir mali paket de 2006
yılından beridir uygulamadadır.
117
Adadaki konjonktürün ve bulunacak çözümün AB perspektifi taşıması sadece
ada içi gelişmeleri etkilemekle kalmamış Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini de
önemli ölçüde etkiler konuma gelmiştir. Adaylık statüsü tanınması aşamasından,
müzakerelere başlanmasına, bazı başlıkların askıya alınmasına kadar geçilen her
aşamada Türkiye’nin konumu Kıbrıs konusu ile ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle adada bulunacak çözümden en fazla kazanç elde edebilecek tarafların başında
Türkiye gelmektedir. Adada ortaya çıkacak barış ve istikrar ortamının ekonomik
gelişme üzerinde olumlu etki yapması Türkiye’nin AB ilişkileri ve dış politika
alanında rahatlatması potansiyeline sahiptir. Bunun yanı sıra çözümün yaratacağı dinsında Türkiye ekonomisi ile Güney Kıbrıs ekonomisi arasında oluşabilecek ticari ve ekonomik ilişkiler gelmektedir.
Kıbrıs sorununa bulunacak kapsamlı bir çözümün Kıbrıslı Türklerin karşı
karşıya bulunduğu ekonomik sorunların çözümünde önemli bir kaldıraç görevi
göreceği ortadadır. Kıbrıslı Türklerin yanı sıra adada yaşanabilecek istikrar ve
barış ortamından Kıbrıslı Rumların da önemli kazançlar elde edeceği öngörülmektedir. Özellikle ada içi ortak işbirliği, yatırım imkanlarının geliştirilmesi ve
askeri harcamalara gerek kalmaması ötesinde adadaki barış ve istikrarın adanın
önemli hizmet üretim alanı olan turizm ve benzeri hizmet alanları üzerinde
oluşturacağı potansiyel oldukça yüksektir. Bunun yanında Türkiye ile ilişkilerin
geliştirilmesinin, Türk limanlarının Rum bandıralı gemilerin kullanımına açılması, turizm ve işgücü alanlarındaki potansiyel işbirliği gibi alanlarda Güney
ekonomisi için yüksek potansiyel taşıyan alanlar olarak tespit edilmiştir.
Tüm taraflar için böylesi yüksek kazanç potansiyeli taşıyan çözüm sürecinde Kıbrıs Türk tarafının daha dikkatli ve organize bir şekilde çözüm sonrası
sürece kendini hazırlaması kaçınılmazdır. Bu yönde yapılacak çalışmalar ortaya
çıkabilecek olası olumsuzluklardan etkilenme riskini azaltmakla kalmayacak aynı
zamanda oluşacak fırsatlardan da azami oranda yararlanabilme potansiyelini artıracaktır. Bu anlamda KKTC ekonomisinin geliştirilmesi, modernleştirmesi ve
AB ile uyumu sürecinde yapılması gereken mikro ve makro bazı reformların gerekliliği tespit edilerek raporda belirtilmiştir. Öncelikli olarak Kuzey Kıbrıs ekonomisinin en önemli açmazı olan kamu sektörünün rehabilitasyonuna yönelik
olarak kamu yönetimine yönelik reformlar yanında bütçedeki yapısal sorunların
118
giderilmesine ve serbest piyasa koşullarının yaratılmasına yönelik düzenlemelere
ilişkin reform önerileri ortaya konmuştur. Bu alanlarda yapılacak iyileştirmelerin gerek yatırım iklimi gerekse ekonomik büyüme üzerinde önemli etkiler
yaratabileceği öngörülmektedir. KKTC’nin yıllardan beridir yaşadığı tecrübe
ve günümüz ekonomik konjonktüründe artık kamuya dayalı ekonomik büyüme
modelinden çıkılması ve özel sektör odaklı bir yapıya geçilmesi hedeflenmelidir.
Ekonomideki büyümenin motorunun özel sektör olması için uygulanacak ekonomik politikalar bu anlayışı destekler niteliklere sahip olmalıdır.
Ekonominin gelişmesine yönelik uygulanabilecek mikro ölçekli reformların da
ekonomiyi dış pazara açacak, dünya ile entegrasyonunu geliştirecek, işletmelerin
dış pazara yönelmelerini teşvik edecek ve rekabet için verimliliği esas alacak AB
perspektifli olması önem arz etmektedir. Bu çerçevede mikro reformlar, makro reformları destekler niteliklerde olmalıdır. Kamunun bu konudaki rolü özel
sektöre yön çizmek açısından oldukça önemlidir. Adada yılardan beridir devam
eden çözümsüzlük ve bunun yarattığı izolasyon ve belirsizlik özel sektörün de
dinamik ve rekabetçi bir anlayış benimsemesini engellemiştir. Bu nedenle adada
yaşanacak bir çözüm ve istikrarın en çok özel sektör anlayışının değişmesinde ve
ekonomide daha aktif rol alabilmesi üzerinde ortaya çıkacağı düşünülmektedir.
Gerek yurtdışı pazar erişimi, gerekse yurtdışı finans kaynaklarına erişim imkanlarının ortaya çıkması Kuzey ekonomisinin hızlı gelişme potansiyelini artıracaktır.
Sonuç olarak müzakerelerin devam ettiği şu günlerde ilgili tüm tarafların çözümün yaratacağı olumlu potansiyeller üzerine yoğunlaşarak pozisyonlarını gözden geçirmeleri oldukça önemlidir. “Kazan-Kazan” formülünden yola çıkarak
karşılıklı kazanç koşullarının yaratılabilmesine imkan tanıyacak şekilde ortak bir
ekonomik yapının tasarlanması, olası çözümün sürdürülebilir olması açısından
olmazsa olmaz bir koşul durumundadır. Son otuz yıllık süre zarfında soruna
müdahil olmuş tarafların; başta Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere gibi güçlerin de dünya istikrarına katkı da bulunmaları gerekmektedir. Dünyayı, yarım asırdır uluslararası camiayı meşgul eden
önemli bir sorundan kurtarmak, ortaya çıkmış olan fırsatları değerlendirmek
adına taraflara eşit ve dengeli bir şekilde destek olup cesaretlendirmek adada
özlenen çözüme ulaşılmasını kolaylaştıracaktır.
119
120
KAYNAKÇA
Bearing Point, Cyprus Partnership for Economic Growth: Analysis and Findings, January 2005.
Besim ve Jenkins, Informal But Not Significant: Unregistered Workers in
North Cyprus, Social Science Research Network, 2006.
Doğu Akdeniz Üniversitesi Ekonomik Araştırmalar Merkezi: KKTC İmalat
Sanayi Rekabet Gücü Rapru, 2005
Dünya Bankası, Kıbrıs’ın Kuzeyinde Ekonomik Sürdürülebilirlik ve Büyümenin Kaynakları, Haziran 2006.
European Union, EC Council Decision, 26 April 2006.
European Union, Financial Aid Regulation, Council Regulation (EC) No:
389/2006
European Union, Green Line Regulation, Council Regulation (EC) No:
866/2004
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi: İstatistik Dairesi Yayınları.
Kıbrıs Türk Ticaret Odası, http://www.ktto.org
KKTC Devlet Planlama Örgütü: Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2008,
http://www.devplan.org
KKTC Devlet Planlama Örgütü: Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2007.
KKTC Devlet Planlama Örgütü: Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, 2006.
KKTC Merkez Bankası: Bülten, http://www.kktcmb.trnc.net
KKTC Merkez Bankası: Yıllık Raporları, http://www.kktcmb.trnc.net
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı: Çalışma Dairesi Kaynakları, http://csgb.eu
Peace Research Institution of Oslo, The Day After I: Commercial Opportunities Following A Solution To The Cyprus Problem, March 2008.
Türkiye Cumhuriyeti, Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları , http://www.
tuik.gov.tr
Türkiye Cumhuriyeti-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ekonomik ve Mali
İşbirliği Protokolü, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Yeniden Yapılandırma ve Destek Programı” 2007.
United Nations Conference On Trade And Development, http://www.
unctad.org
121
122
EKLER
GEÇMİŞTEN BUGÜNE
KUZEY KIBRIS EKONOMİSİ
A. Geçmişten Bugüne Kuzey Kıbrıs Ekonomisi
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) küçük ölçekli pazarı, kısıtlı doğal ve
insan kaynağı yapısıyla tipik ada ekonomileri özellikleri taşımaktadır. Ada ülkesi
olmanın getirdiği kısıtlar da eklendiği zaman ekonomi üzerindeki maliyetler ve
kırılganlıklar artmaktadır. Bundan dolayı bu ekonomik zafiyetlerin giderilmesi
için daha fazla çaba ve kaynak gereksinimi duyulmaktadır. Mikro ekonomisiyle
KKTC, yapı olarak diğer küçük ülke ekonomilerinde olduğu gibi istihdam ve
üretim anlamında, ağırlıklı olarak hizmet sektöründe yoğunlaşmaktadır. Her ne
kadar 1974 sonrası ortaya çıkan durum, farklı yapılanmalar olsa da zaman içerisinde hizmetler sektörünün payını giderek artırdığı görülmüştür.
KKTC ekonomisinin yeterince dışa açık olmaması, ekonomik faaliyetlerde
kamunun özel sektörden daha önemli bir rol edinmesine sebebiyet vermiştir.
Bu nedenle, KKTC ekonomisinin gelişimi dikkate alındığında, kamu kesiminin
istikrarının, ekonominin tümüne önemli etkiler yapabileceği gözlemlenmiştir.
Kamu yönetiminden kaynaklanan bütçe açıkları, sosyal güvenlik açıkları ve cari
açık gibi dengesizliklerin yanı sıra, ekonomik kalkınmada önemli rol oynayan
doğrudan yabancı sermaye girişinin istenilen düzeyde olmaması, ekonomik istikrarın ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi gibi hedeflere ulaşılmasını engellemiştir.
KKTC’nin siyasi tanınmamışlık sorunu, KKTC’nin mal ve hizmet piyasalarına erişimini zorlaştırmanın yanı sıra, uluslararası finans piyasalarından kaynak
sağlama imkanını adeta imkansız kılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden
sağlanan kredi ve yardımlar dışında, KKTC’nin başka ülkelerden finansman
sağlaması imkansızlaşmaktadır. Bunun yanı sıra, 1980’li yıllardan bu yana, benimsenmeye çalışılan liberal serbest piyasa politikalarının işleyişini sağlayacak
yasal ve kurumsal altyapının bir türlü oluşturulamamış olması da, ekonomide
istenilen istikrarlı büyümeyi yakalamayı zorlaştırmaktadır.
125
A.1. Milli Gelir Yapısı ve Büyüme hızı
Milli gelir göstergeleri, bir ülkenin zenginliğinin ve gelişmişlik düzeyinin belirlenmesinde, en önemli göstergeler arasında yer alır. Ülkenin üretim yapısını
ortaya koymanın yanı sıra, kaynak dağılımı ve uzmanlaşma hakkında da fikir
vermektedir. Kuzey Kıbrıs ekonomisi de diğer küçük ada ekonomilerinde olduğu üzere, ağırlıklı olarak hizmet üreten bir yapıya sahiptir. Her ne kadar, belirli
bir oranda hafif sanayi ve tarımsal üretim yapısına sahip olsa da, ağırlıklı olarak
hizmet sektörü ekonomide önemli bir paya sahiptir. DPÖ yayınlarına göre 2007
yılı cari fiyatları ile Gayri Safi Milli Hasıla değerinin 3,460 milyon ABD dolarıdır. Yine 2007 yılı fiyatlarıyla kişi başı milli gelir 14,765 ABD doları olarak
gerçekleşmiştir. 1
Tablo A.1: GSYİh Sektörel Paylar (%)
Sektörler
1. Tarım
2. S anayı
3. İ nşaaT
4. TıcareT ve Turızm
5. u laşTırma -H aberleşme
6. m alı müeSSeSeler
7. KonuT S aHıplığı
8. S erbeST meSleK ve H ızmeTler
9. K amu H ızmeTlerı
10. İTHalaT vergılerı
gSyİH ($ mılyon )
2007
9.2
13.3
15.7
17.3
12.2
4.0
5.4
12.5
15.2
12.5
$3,410
K aynaK : DPÖ( 2008) 2006 Sosyal ve Ekonomik Göstergeler,
Küçük bir ada ekonomisi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, benzer küçük
ülkeler gibi kısıtlı kaynak ve iç pazar yapısı gibi yapısal kısıtlar nedeniyle zaman
zaman ciddi ekonomik sorunlar yaşamaktadır. Söz konusu yapısal kısıtların yanı
sıra, tanınmamışlık ve izolasyonlar nedeniyle de, KKTC ilave zorluklarla karşı
karşıyadır. Türkiye dışında başka bir ülke tarafından KKTC’nin tanınmıyor olması, ulusal ekonominin tüm sektörlerini olumsuz etkilerken, ekonomik olarak
1 Kişi başına milli gelir, 2007 ortalama ABD dolar kuruna göre hesaplanmış olup, Satın alma paritesine göre hesaplanmış değer
değildir.
126
Türkiye ekonomisine bağımlı bir yapıyı da beraberinde getirmektedir. Ayrıca
Türk Lirası’nın yasal para birimi olarak kullanılıyor olması da, ülke ekonomisini,
Türkiye ekonomisindeki şoklara ve enflasyonist baskılara birebir açık bırakmaktadır. Bahsi geçen sebeplerden ötürü, KKTC milli gelir büyüme hızı Türkiye
ekonomisinin büyüme hızına paralel bir seyir izlemekte, hatta zaman zaman
Türkiye ekonomisinin yaşadığı krizlere paralel, ekonomik olumsuzluklar yaşayabilmektedir.
KKTC ekonomisindeki son on beş yıllık büyüme oranlarına bakıldığında;
1994, 2000 ve 2001 yıllarında ekonomik daralma yaşandığı görülecektir. 1994
yılında TC kaynaklı TL devalüasyonu, ekonominin %5’e yakın küçülmesine
neden olmuştur. 2000 yılında KKTC bankacılık sektöründe ortaya çıkan kriz,
ekonominin büyümesini frenlemiş ve ekonominin %0,6 daralmasına sebebiyet
vermiştir. Baş gösteren bankacılık krizinin yanı sıra, 2001 yılında TL’nin aşırı
devalüasyonu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik etkilerin sonucu olarak ekonomideki durgunluk krize dönüşerek %5,4 daralma kaydedilmiştir.
Şekil A.1: KKTc Reel Büyüme ( %, 1993–2007)
Kaynak: DPÖ (2008)
Ancak 2002 yılından itibaren ekonomi büyüme trendine girerken, 2002–2006
arası GSMH ortalama %13,4 civarında artış göstermiştir. KKTC ekonomisinde
127
yaşanan bu yüksek oranlı büyümeden sonra 2007 yılında ulusal ekonomi yalnızca %1,5 oranında büyümeyi başarabilmiştir. Yukarıdaki şekilden de görüleceği
üzere, KKTC ekonomisi son on beş yıllık dönemde derin bir daralma ve yüksek
oranlı büyüme rakamları ile istikrarsız bir büyüme trendi sergilemiştir.
A.1.1 KKTc Ekonomisinde Dönemsel Gelişim
Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik gelişimi analiz edilirken, son otuz yıllık dönemi
dört ayrı alt döneme ayrılarak incelenecektir. İlk dönemi, 1974 sonrası dönem
olarak tanımlanabilir. Bu dönemin başlıca özelliği, Kıbrıslı Türklerin Kuzey’e,
Kıbrıslı Rumların Güney’e göç ederek yer değiştirmesi ve coğrafik olarak adanın
iki bölgeye ayrıştırılması ile Kuzey’de yeni bir idari yapının kurulmasıdır. Yine
bu dönemde, dünyada yaşanan ekonomik yeniden yapılanmanın yanı sıra ülkede
yeterli yerel özel girişimci bulunmaması nedeniyle ekonomide hem üretim hem
de istihdam anlamında kamu iktisadi teşekküllerinin hakim olduğu bir dönem
geçirilmiştir. 1980’li yılların ortalarına kadar devam eden bu süreçte ağırlıklı
olarak hafif sanayi ve tarımsal ürün işlemeye dayalı sanayi tesislerinin faaliyetlerinden oluşan bir ekonomik yapıdan söz edilebilir. Ancak KİT statüsünde olan
bu işletmelerin birçoğu, gerek iyi yönetilememekten, gerekse ihtiyaç duyulan
yenilenme yatırımlarının zamanında yapılmamasından kaynaklanan verim kayıpları neticesinde, rekabetçi olma özelliklerini yitirerek devre dışı kalmışlardır. Bu
yapısal dönüşümle birlikte ülkenin ticaret mevzuatında sağlanan liberalleşme ile
özellikle uzak doğu ülkelerinden ithal edilen birçok ürün, Türkiye’den turistik
amaçla Kıbrıs’a gelen yolcular aracılığıyla Türkiye pazarına ihraçta bulunulmuştur. Bu dönemde Türkiye’nin dış ticaret mevzuatının oldukça korumacı ve kısıtlayıcı olması söz konusu transit bavul ticaretinin gelişmesine katkı yapmıştır.
1980’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’de uygulanmaya başlanan liberalizasyon politikaları sonucu, söz konusu transit ticaret giderek önemini yitirmeye başlarken, Kıbrıslı bir Türk işadamı olan Asil Nadir’in de önemli hissedarı
olduğu çok uluslu bir şirket olan PolyPeck International ekonomide söz sahibi
olmaya başlamıştır. Bu şirketin tarımsal ürün işleme ve ihracatından, turizme,
taşımacılıktan konfeksiyona kadar birçok alanda önemli yatırımlarının bulunması, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin üçüncü kez yapısal bir değişim dönemine girmesine neden olmuştur.
128
Poly Peck International (PPI) şirketlerinin yatırımlarının, hem istihdamı hem
de ihracatı artırması, milli gelire bu dönemde olumlu katkı yapmıştır. Ancak
1990’lı yılların başlarında hem şirketin İngiltere’de açılan davalar sonucu mali ve
hukuki sıkıntılar yaşaması, hem de Rumların Avrupa Topluluğu Adalet Divanı
(ATAD)’a açtıkları davaların bir sonucu olarak; Kıbrıs Türk menşeli ürünler, AB
pazarını kaybetme noktasına gelmiştir. PPI’ın piyasalardan çekilmesiyle Kıbrıs’ta
birçok tesis el değiştirirken, bazıları da kapanarak devre dışı kalmıştır. Fakat bu
döneme damgasını vuran en olumsuz gelişme, ATAD kararlarının alınmasıdır.
ATAD kararları sonrası ortaya çıkan pazar kaybını ve piyasadan çekilen PPI’ın
yarattığı boşluğu doldurmak amacıyla, yeni teşvik politikalarıyla üretime yön verilmeye çalışılmıştır. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan nüfusa ekonomik aktarımda bulunabilmek amacıyla, küçük ve büyük baş hayvancılık desteklenmiştir.
Hayvancılığın desteklenmesi sonucu artan hayvan sayısıyla ekonomide süt arzı
fazlası ortaya çıkmış ve hükümet de oluşan süt arzının giderilmesi amacıyla, süt
işleyen ve ihraç eden firmalara sübvansiyon uygulamasını devreye sokmuştur.
Yaratılan teşvikle, söz konusu sübvansiyonlardan faydalanmak amacıyla, birçok işletme piyasaya girmiştir. Bu uygulama sonucu, işlenmiş süt ürünü olarak
Kıbrıs’a ait yerel bir ürün olan hellim ve peynir ihracatında artışlar yaşanmaya
başlanmıştır.
Ekonomide yaşanan söz konusu gelişmelerin sonucunda istihdam yapısında
da bir takım değişiklikler ortaya çıkmıştır. Özellikle tarım alanında ortaya çıkan ihtiyaç fazlası işgücünün ağırlıklı olarak hizmetler sektörüne kaydığı görülmektedir. Aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi tarım sektöründe yaşanan
azalmaya bağlı olarak hizmetler ve inşaat alanında paralel artışlar yaşanmıştır.
Sanayi sektörünün istihdam payı çok fazla değişmezken ulaştırma, haberleşme
ve mesleki hizmetler alanında ciddi artışlar görülmüştür. Bu sektörlerin bazılarında yaşanan işgücü açığı ise Türkiye işgücü piyasasından karşılanılması yoluna
gidilmiştir.
129
Tablo A.2: İstihdamın Sektörel Dağılımı (%)
Sektörler
1. Tarım
2. Sanayi
3. İnşaat
4. hizmetler
4a. Ticaret ve Turizm
4b. ulaştırma haberleşme
4c. Finansal Kuruluşlar
4d. Şahsi Mesleki hizmetler
4e. Kamu hizmetleri
1987 1997
30
20
10
10
10
14
50
57
9
11
7
9
3
3
8
14
23
20
2007
11
9
20
60
12
9
2
18
19
Kaynak: DPÖ (2008)
Özellikle inşaat sektörü niteliği düşük işgücü ithal ederken, turizm ve bankacılık sektörleri ise daha nitelikli işler için Türkiye’den iş gücü istihdam etme
yoluna gitmiştir. Öte yandan, kamu sektörünün özel sektöre göre çekiciliğini
koruması, tüm sektörler üzerinde ciddi bir tehdit yaratmakta ve uzun süre özel
sektörde çalışmış kişilerin dahi kamu güvencesi çekiciliğiyle kamuda açılan münhallara başvurmaya devam ettikleri görülmektedir. Her ne kadar da kamu istihdam oranları genel pay itibarı ile belirli bir gerileme gösteriyorsa da bulunduğu
seviyenin çok yüksek bir oran olduğu ve finansman açısından sıkıntılar yarattığı
bilinmektedir (Bu konu diğer bölümlerde daha detaylı analiz edilmektedir).
A.1.2 Çözüm umutlarının Ekonomik Kazanca Dönüştüğü Dönem
Kıbrıs Sorunu’nun 1974 yılından bu yana çözümsüz kalmış olması, gerek yerli
yatırımcıların, gerekse dış yatırımcıların kararlarını sürekli olarak olumsuz yönde
etkilemiştir. Özellikle dış yatırımların çok kısıtlı miktarlarda seyretmesi ekonominin gereken hamleyi göstermesini engellemiştir. Bununla birlikte ekonomide,
büyük oranda Türkiye menşeli, turizm, taşımacılık, haberleşme ve tarımsal ürün
işlemeye yönelik yatırımların gerçekleştirildiğinden bahsedilebilir. Özel kesim
yatırımları dışında, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından finanse edilen pek
çok altyapı yatırımının da ekonomiye ciddi katkıda bulunduğundan söz etmek
mümkündür.
130
Son otuz içinde pek çok kez adadaki siyasi soruna çözüm bulunabilmesi için
görüşmeler ve temaslarda bulunulmuş ancak hiçbiri sonuca ulaşamamıştır. Ancak
2002 yılında dönemin liderleri olan Rauf Denktaş ve Glafkos Klerides arasında
başlayan doğrudan görüşmeler sonrasında BM Genel Sekreterinin de sürece dahil olmasıyla görüşmelerin sonuçları 2004 yılında nihai bir çözüm planına dönüşebilmiştir. Bu plan adada yaşayan her iki toplumun da onayına sunulmuştur. Eş
zamanlı referandumlarla onaylanan BM Çözüm Planı Kuzey’de yaşayan Türkler
tarafından büyük bir çoğunlukla kabul edilirken Güney’de yaşamakta olan Rumlarca büyük bir çoğunlukla reddedilmiştir.
Söz konusu planın diğerlerinden farkı, sadece oylamaya kadar gidebilmiş olması değil; Kıbrıs’ta ulaşılacak bir çözümün parametrelerinin ne olacağını da çok
net ortaya koymuş olmasıydı. Bu nedenle piyasa aktörlerinin plandaki algılamaları sonucu o güne kadar en tartışmalı konulardan biri olan mülkiyet konusunda bir takım belirsizliklere açılımlar getirilerek emlak piyasası canlandırılmıştır.
Ağırlıklı olarak yabancı talebinin yaşandığı gayrimenkul piyasasında ciddi fiyat
artışları yaşanırken konut sektöründe deyim yerindeyse tam bir patlama yaşanmıştır. Ortalama olarak yılda 400–500 arası konut ruhsatı verilirken söz konusu
dönemde yılda 1500–2000 rakamlarına kadar ulaşılmıştır.
Konut arzında ortaya çıkan bu artış beraberinde başta inşaat sektörü olmak
üzere ilgili birçok sektörü de canlandırmıştır. İnşaat malzemesi ithalatı yanında
araç ithalatı ve elektronik eşya ithalatında da ciddi artışlar yaşanmıştır. İthalat
artışının yanı sıra, özel kesim yatırımlarında da önemli oranda artışlar kaydedilmiştir. Özellikle birçok firmanın, artan talebe cevap verebilmek için makine ve
araç parkını yenilemesi sonucu, sabit sermaye yatırımlarında artışlar yaşanmıştır.
Tablo A.3: İnşaat Sektöründe Faaliyet Gösteren Firma Sayısı
2003
İnsaat Müteahhitliği Taşeronluğu
65
2004
312
2005
586
Kaynak: KKTC Çalışma Dairesi
*Nisan 2007 itibariyle
131
2006
854
2007*
927
A.2 KKTc Ekonomisinde Enflasyon ve Faiz Oranlarının Seyri
1974 sonrasında Türk Lirasını resmi para birimi olarak kabul eden KKTC
ekonomisi, Türkiye ekonomisinin seyrine paralel olarak, TL’nin yaratmış olduğu
istikrarsızlığı uzun dönemden beri hissetmektedir. KKTC ekonomisi, TL kullanımı nedeniyle kendi makro hedefleri doğrultusunda bir para politikası izleyememektedir. Buna ilaveten, TL kullanımı, Türkiye ekonomisindeki enflasyon,
devalüasyon ve yüksek faiz oranlarının KKTC ekonomisine taşınmasına sebebiyet vermektedir. Türkiye ekonomisinde yaşanan makro istikrarsızlıklar, söz konusu değişkenlerle KKTC ekonomisine taşınmakta ve makro dengelerin bozulmasına neden olmaktadır. Ayrıca, TL kullanımı Türkiye ekonomisinde yaşanan
finansal ve reel şoklar karşısında KKTC ekonomisini de kırılgan kılmaktadır.
KKTC ekonomisinde yıllık enflasyonun seyri, Şekil 2’de verildiği gibi, uzun
süreden beri yüksek düzeyde seyretmektedir. TL kullanımı nedeniyle, Türkiye
enflasyon oranları ile KKTC enflasyon oranları arasında yüksek korelasyon bulunmaktadır. Söz konusu ilişki, KKTC enflasyonunun Türkiye’den ithal edildiği
sonucunu doğurmaktadır. Fakat KKTC’nin kendi yapısal sorunlarından kaynaklanan enflasyonu da dikkate almakta fayda vardır. Bunun yaratılmasında, devletin kaynak yaratma adına kamu ürünlerine getirmiş olduğu fiyat artışları önemli
bir kalemi oluşturmaktadır. Piyasa koşullarının tam olarak tesis edilememesi de
ek fiyat artışlarına neden olmaktadır.
Enflasyonun yaratmış olduğu makro ekonomik istikrarsızlık, ülkedeki kaynak
dağılımını bozduğu gibi, hane halklarının tüketim, yatırım ve tasarruf kararlarını etkilemek suretiyle, makro dengeleri bozmaktadır. TL kullanımının taşımış
olduğu, yüksek faiz oranlarının, para maliyeti üzerindeki etkisi hem yatırım kararlarında hem de KKTC’de üretilen mal ve hizmet fiyatlarında tahribat yaratmıştır. Yüksek enflasyon-yüksek faiz sarmalı tasarrufların yatırma dönüşmesini
engellediği gibi, bankaların kredi politikalarını da olumsuz etkileyerek; kaynakların yüksek getiriye, ancak daha düşük riske sahip TC hazine borçlanma senetlerine kaymasına neden olmuştur. Bu durum 2001 sonrasında enflasyona paralel
düşen faiz oranları neticesinde değişmiş olmakla birlikte, ekonomide var olan
faiz oranları (özellikle TL faiz oranları) yatırımları tetikleyecek düzeyin uzağındadır.
132
KKTC’nin uzun bir süre en önemli sorunlarından biri yüksek enflasyon
olmuştur. İthalata dayalı KKTC ekonomisi için döviz kuru değişim oranı ile
enflasyon oranını ilişkilendirilirse bu iki oranın genelde doğru orantılı hareket
ettikleri (Şekil A.2) görülmektedir. KKTC’de TL kullanımı nedeniyle KKTC
Merkez Bankası’nın para politikası otoritesi bulunmamaktadır. Bunun yanında,
KKTC’nin rekabet gücünde belirleyici olan döviz kurunun yönetimini de etkisiz kılmaktadır. KKTC kendi makro ekonomik ihtiyaçlarına ve rekabet gücüne
göre değil, Türkiye ekonomisi kaynaklı etkilere göre döviz kurunun yönetimini
zorunlu kılmaktadır. TL kullanımı nedeniyle ortaya çıkmış olan tüm bu olumsuzluklar, KKTC’nin ekonomik performansını olumsuz yönde etkilemektedir.
Şekil A.2: Enlasyon, Döviz Kuru Ve Faiz Oranı Yıllık Değişim Oranları
( %, 1978-2007)
,
Kaynak: DPÖ (2008) ve KKTCMB Yıllıkları
2001 yılından itibaren Türkiye’de uygulanmaya başlanan fiyat istikrarı kazandırmaya yönelik para politikası neticesinde; gerek düşük seyreden, hatta yabancı para
133
birimleri karşısında değer kazanan Türk Lirası, gerekse enflasyonun Türkiye’de
süratle düşerek iki haneli rakamların altına gelmesi nedeniyle, KKTC ekonomisinde de enflasyonun gerilediği gözlenmiştir. Ancak, ekonomide fiyat istikrarının tam olarak sağlandığını söylemek oldukça güçtür. Türkiye’de para istikrarına
yönelik para politikasının, son yıllarda dünya ekonomisindeki hammadde, petrol
ve gıda fiyatlarından olumsuz etkilenmesi yanında, küresel düzeyde yaşanan finansal krize paralel dünyada azalan likidite ve Türkiye ekonomisinin olumsuz
gelişmelere karşı var olan kırılganlıkları, Türk Lirasında hedeflenen istikrarın
sağlanmasını zorlaştırmaktadır. Bu durum ise gerek döviz kurlarındaki yukarıya
doğru hareket, gerekse Türkiye’deki enflasyonun artması nedeniyle, KKTC’deki
enflasyonu ve fiyat istikrarını olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir.
A.3 Kamu Maliyesi
Ülkelerin egemenliği için vazgeçilmez temel taşlarından biri olarak kabul edilen kamu maliyesi, ekonomik gelişim sürecinde, çağdaş ve sosyo-ekonomik aktivitelere öncü ve destekleyici olacak şekilde geliştirmelidir. Para politikalarından
yoksun KKTC özelinde, kamu maliyesi bir o kadar daha önem arz etmektedir.
Buradan hareketle, KKTC’nin ekonomik gelişimi çoğunlukla maliye ağrılıklı
politikalarla gerçekleştirilmiştir. Bunun ötesinde ekonominin dışa açılma sorunları yaşaması ve özel sektörünün istenilen ölçüde gelişme kaydedememesi nedeniyle, kamu ağırlıklı ve kamu güdümlü bir ekonomik yapı oluşmuştur
A.3.1 Kamu Kesimi Dengesi
KKTC ekonomisi otuz dört yıllık dönem boyunca devamlı surette yüksek
bütçe açıkları vermiştir. Aşağıda bütçe dengesini gösteren şekilde de görüleceği
üzere bütçe açıkları yıllar içerisinde GSMH’nın %15’leri civarında seyretmiş,
yalnızca 1988–1990 yıllarında sırasıyla %3 ve %5 gibi düşük oranlarla mali yıl
kapatabilmiştir.
KKTC ekonomisi 1980’li yılları başından bugüne kadar yaklaşık 16 kat büyüyerek GSMH’yi 200 milyon Amerikan dolarından 3,5 milyar dolara ulaştırmış
olsa da, kamunun ekonomideki rolünün küçülmediği aksine büyüyerek; bugünlerde GSMH’nın yarısı kadarına ulaştığı söylenebilir. Buradan hareketle, ekono134
mideki büyümenin kamu harcamaları ile paralellik gösterdiği tespitini yapmak
mümkündür. Bu gerçek, KKTC ekonomisinde kamu rolünün büyük olduğunu
ve kamu güdümlü bir büyüme yapısına sahip olduğunu açıklamaktadır.
KKTC gibi küçük bir ada ekonomisinde böylesine yüksek oranlı kamu açıklarının nasıl sürdürülebildiği konusu Türkiye’den sağlanan mali desteğe bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. DPÖ istatistiklerine göre 2006 yılında TC
Devleti’nin sağladığı yardım 320 milyon YTL’dir. Bu GSMH’nın %7,8’ine, aynı
yıl bütçesinin de %20’sine tekabül etmektedir. Buna ilaveten yine 2006 yılında
TC yardımları 293 milyon YTL, GSMH’ deki payı %7,2 ve bütçe finansmanının
da %15’ini karşılamaktadır. KKTC Devlet bütçesinin %35’lik finansmanının
TC’den sağlanması bu bütçenin neden yıllardan beridir yüksek oranda açık verdiğini açıklamaktadır. Bu kadar yüksek açıkların verilmesi, bir taraftan kamu
harcamalarının rasyonel yapılmadığını göstermekte, diğer taraftan is KKTC’nin
TC’ye mali bağımlılığının ne denli yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Şekil A.3: Bütçe Dengesi, GSMh’ya Oranı (%)
Kaynak: DPÖ (2008)
KKTC özelinde bütçe açıkları için iki farklı tanımlama yapılmalıdır. Ekonominin gelişimi için gereken altyapı yatırımlarının önemli kısmı TC Devleti tara-
135
fından finanse edilmekte ve yardımlar başlığı altında bütçede yer almaktadır. Bu
yardımlar sayesinde KKTC konsolide bütçesi %10’lar üzerinde açık vermektedir. Yatırımlar bütçesi dışındaki normal cari bütçe dengesine bakılacak olunursa
kamu finansman gereğinin yıllar içerisinde ortalama GSMH’nın %5 ile %10’u
arasında olduğu gözlemlenebilir. Yatırım bütçesi dışında bile cari bütçenin bu
kadar açık vermesi, KKTC bütçe açıklarının yalnızca yatırımlardan kaynaklanmadığını, cari harcamalardan da önemli oranda etkilendiğini göstermektedir.
KKTC bütçe açığının yapısal bir sorun olduğu ekonomik büyüme ile karşılaştırma yapıldığında da ortaya çıkmaktadır. Ekonomide yüksek oranlı büyüme
yaşanan yıllarda; örneğin 2002–2006 yıllarında, ekonomi ortalama %13,4 gibi
yüksek oranlı bir büyüme performansı sergilemiş olmasına rağmen, bütçe açığında gerileme görülmemiştir. Aksine, ekonomik büyüme ile kamu finansman
gerekliliğindeki artış paralellik göstermiştir. Bu bir taraftan, kamu harcamalarındaki artışın büyümeye kaynak oluşturduğuna işaret etmekte, diğer taraftan
da ekonomik büyüme sayesinde kamunun yarattığı gelirlerinin yanlış harcama
politikalarıyla israf edildiğini göstermektedir.
A.3.2 Bütçe Giderlerinin GSMh’ye Oranındaki Artış
Kamu finansman gereğinin bu kadar yüksek olmasının başlıca nedeni kamu
harcamalarının sürekli olarak artan bir eğilim içerisinde olmasıdır. Kamu harcamalarının GSMH içerisindeki payı 1980’li yıllarda %30–40 seviyelerinde iken,
1990’lı yıllarda bu oran %40–50 seviyelerine yükselmiş ve hatta iki binli yıllarda
%50’yi aşmıştır. Aynı dönemde ulusal gelirlerde GSMH’nın %15’inden %30’ları
aşan kayda değer bir artış yaşanmasına rağmen, kamu harcamalardaki daha
yüksek oranlı artış, bütçe açıklarının ve bu açıkların finansmanı için kamu borçlanma gereğinin artmasına neden olmuştur.
Gelişme süreçlerinde, kamu kesiminin özel sektörün önünü açacak ve gelişimi için gerekli yatırım iklimini hazırlayacak altyapı yatırımları yapması gereklidir.
Bunun sonucunda da kamu harcamaları artış gösterebilir. Ancak, KKTC’deki
kamu harcamalarına detaylı bir şekilde bakıldığında, bunun pek de bu yönde
olmadığı gözlemlenmektedir. Kamu harcamalarının yarıdan fazlasını kamu çalışanları maaş ve emeklilik harcamaları oluşturmaktadır. 1980’li yılların başında
136
personel harcamalarının GSMH içerisindeki payı %12 iken bu rakam 2000–2006
yılları arasında ortalama %15’lere yükselmiştir. 2007 rakamlarıyla 700 milyon
YTL’yi aşan personel harcamaları bütçenin %35’ini oluşturmaktadır. Her ne
kadar son yıllarda kamu istihdam rakamları toplam istihdam rakamları içerisinde gerileme gösterse de, devletin kamu çalışanlarına yönelik maaş politikasında
cömert davranması, kamu çalışanları maaşlarının GSMH içerisindeki payının
artmasına neden olmuştur.
Şekil A.4: Dönemler İtibarıyla Bütçe Gider Kalemlerinin Gsmh Oranları
Bütçe Giderleri (GSMH Oranı,%)
50
45
Yatırımlar
Diğer Cari Giderler
5
Finansal ve konomik Transferler
40
GSMH %
35
3
Sosyal Transferler
5
Personel Giderleri
2
4
30
2
4
5
3
2
25
3
20
3
15
7
13
6
4
12
11
12
8
10
13
15
16
12
15
1981-1985
1986-1990
1991-1995
1996-2000
2002-2006
5
0
Yıllar
Kaynak: DPÖ (2008)
Kamu harcamalarında göze çarpan diğer önemli bir kalem ise transferlerdir.
1980’li yıllarda GSMH içerisinde %10 payı olan transferlerin, 2000’li yıllarda milli
hasıla payı %25’e ulaşmıştır. Bu da bütçedeki %40’nı aşan kaynakların transferlere ayrılmasına ve kamu harcamaları içerisinde en büyük kalemi oluşturmasına
neden olmuştur. Transferlerin önemli bir kısmını oluşturan sosyal transferler,
emeklilik maaşları için ilgili fonlara yapılan kaynak aktarımlarıdır. 1980’li yıllarda zımni olan bu sorun iki binli yıllarda hissedilir bir şekilde daha belirgin hale
137
gelerek artmaya başlamış, GSMH’nın %12 sine, bütçenin ise %25’ine ulaşmıştır.
Özellikle kamu emeklilik sisteminde erken emekliliğin olması, çalışanlardan yapılan kesintilerin yetersiz ve ilgili fonlarda nemalanmaları için etkin bir model
geliştirilememesi, emeklilik sisteminin kamu maliyesine büyük bir mali yük oluşturmasına neden olmuştur. Sosyal transferlerin diğer önemli bir ayağı da, özel
sektör çalışanlarının emeklilik müesseselerinde yaşanan sorun, Sosyal sigortaların erken emeklilik vermesi ve aktüeryal dengesizlik, sosyal sigorta fonunun
açık vermesine neden olmuştur. Son zamanlarda hükümetin kayıt dışı çalışma
hayatına dair başarılı bir mücadele sergilemesine rağmen, sosyal güvenlik fonu
açık vermeye devam etmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlar ile belediyelere yapılan ekonomik ve finansal
transferlerdeki artış bu kuruluşların mali yapılarındaki bozukluğun devam ettiğini göstermektedir. GSMH’nın %13’ne tekabül eden ve KİT’lerden tarıma
aktarılan sübvansiyona kadar otuz civarında değişik türde desteği içeren sosyaldışı bu transferler, bütçenin %26’sını oluşturmaktadır. Toplamda bu tür transferlerin artması, maliye politikaları çerçevesinde gerçekleştirilen harcamaların
ayarlanmasını zorlaştırmakta, orta ve uzun dönemde kamu maliye yükümlülüklerini artırmaktadır.
Yine aynı dönemde yatırımlara bakıldığında, milli gelir ve bütçe içerisinde
yatırımların paylarının fazla değişmediği gözlemlenmektedir. Şekil 4’te de görüleceği üzere, yatırımların GSMH’ye oranı %4 – %5’ inde seyrederek, diğer
harcamalar kalemlerinin aksine, düşük oranlarda kalmıştır. Bütçenin %10’nu
kadar kaynak aktarılan yatırımların özellikle temel ihtiyaçlara yönelik olan eğitim, sağlık ve diğer altyapı yatırımlarında yetersiz kaldığı gözlenmektedir. Bunun
yanı sıra, kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi ve altyapılarının korunması ile ilgili
yetersiz kaynak tahsisi, ekonomik kalkınma için elzem olan enerji, haberleşme
ve ulaşım imkanlarının yetersiz kalmasına neden olmuştur.
A.3.3 Kamu Gelirleri
Kamu maliye politikaları çerçevesinde uygulanan harcamalar politikalarının
önemi kadar, gelirler politikası da, üzerinde önemle durulması gereken diğer bir
konudur. Kamu gelirlerinin, sırf bütçeye finansman sağlaması açısından değil,
ülkedeki emek, sermaye ve girişimcilik gibi ekonomik faktörlerin de etkin ve
138
yerinde kullanılmasını sağlayacak araçlar olarak düşünülmesi gerekmektedir. Bu
bağlamda, vergi politikaları ekonomiyi düzenleyecek, etkin kaynak tahsisini sağlayacak, gelir dağılımını koruyacak/düzeltecek ve istikrarı sağlama konusunda
kullanılacak araçlar olmalıdır.
Tablo A.4: Seçilmiş Yıllar İtibarıyla Kamu Gelirlerinin Dağılımı (%)
Kamu Gelirleri
1981
1986
1991
1996
2001
2006
Dolaysız Vergiler
29%
44%
47%
42%
39%
27%
Dolaylı Vergiler(Fonlar dahil)
46%
36%
35%
38%
40%
57%
Diğer Gelirler
25%
21%
18%
20%
22%
16%
100% 100%
100%
100%
100%
Toplam Yerel Gelirler
100%
Kaynak: DPÖ (2008)
Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere, Kamu yerel gelirlerinin %80’ini aşan
kısmı vergi gelirlerinden elde edilmektir. Geriye kalan %20’ye yakın kısmını ise
vergi dışı; harç, kira, ceza gibi kalemler oluşturmaktadır. Bu toplam gelirler bütçe harcamalarının %70’ini finanse etmekte ve bunun sonucunda da, yukarıda da
belirtildiği üzere, kamu borçlanma gereği yüksek çıkmaktadır.
KKTC’deki vergi yüküne bakıldığında, bunun %30’ları aşan seviyelerde olduğu gözlemlenmektedir. Bu oranın OECD ülkeleri vergi yükü ortalamasına yakın
olması itibarıyla, düşük olmadığı söylenebilir. Yalnız buradaki sorun, kamunun
bu vergileri nasıl topladığı ile ilgilidir. Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere, yerel gelirler ağırlıklı olarak dolaylı vergilerden sağlanmaktadır. Bu eğilim
özellikle iki binli yıllarda daha da belirginleşmiştir. 2006 yılında, bütçe yerel
gelirlerinin %57’si dolaylı vergilerden sağlanırken, dolaysız gelirlerden sağlanan
gelir %27’ler civarında kalmıştır. Bunun temel sebebi ülkedeki gelir vergisi yönetiminde yaşanan sorunlardır. Özellikle gelir vergisi sisteminin çok oranlı, karmaşık ve kayıt dışılığı teşvik eder şekilde yüksek oranlarda olması sistemin etkin
çalışmasını engellemektedir. Bunun ötesinde kayıt düzeninin istenilen ölçüde
gerçekleştirilememesi vergi netinin düşük olmasına ve gelir beyanının yetersiz
kalmasına neden olmaktadır. Bunların sonucunda vergi tabana yayılamamış, vergi yükü belirli kesimlerin üzerinde kalmıştır.
139
Kazançların doğru ve etkin vergilendirmesini sağlayamayan kamu, daha kolay
bir yolu tercih ederek, tüketimi vergilendirmeyi tercih etmiştir. Önemli miktarda tüketim malının ithal edilmesi nedeniyle, tüketim üzerindeki verginin büyük
bölümü de gümrük aşamasında tahsil edilmektedir. Kurumları da vergilemekte
zorlanan Maliye, ithalat yapan şirketlerden yaptıkları ithalat aşamasında, gümrük beyannamesi üzerinden %4’lük stopaj adı altında peşin vergi almaktadır 2.
Maliyenin 2007 yılında yeniden peşin vergi uygulamasına gitmesinin arkasında,
vergi toplama performansının iyi olmaması ve kamunun 2007 yılı içerisinde erken finansman gereksiniminde bulunması yatmaktadır. Böylesi bir uygulama bir
taraftan fiyatlara yansırken, diğer taraftan ekonomideki tüketim davranışlarını
olumsuz yönde etkilemektedir. Bu tür uygulamalar, hiç kuşkusuz, vergi anlayışını ve vergi mükellefiyetliğini olumsuz etkilemekte ve vergi tabanının zayıflamasına neden olmaktadır.
KKTC’de vergi bilincinin yeterince gelişmemiş olması ve bunun yanı sıra, kamunun sunduğu hizmetlerden mükelleflerin yeterince memnun olmayışı, özellikle gelir vergileri nedeniyle kayıt dışılığa neden olmaktadır. Bütün bunların sonucunda Maliye de gelir yaratmak için etkin ve kabul edilebilir bir vergi sistemi
kurmak ve vatandaşa sunduğu hizmetleri iyileştirmeye çalışmak yerine, dolaylı
yöntemlerle vergilendirmeye gitmeyi tercih etmektedir.
KKTC ekonomisi otuz dört yıllık dönemde kendi yerel kaynaklarıyla kendine
yeten bir kamu maliye yapısı oluşturmayı başaramamıştır. Bugün gelinen aşamada kendi yerel gelirleri bütçesinin cari harcamalarını bile karşılayacak durumda
değildir. Bunun temelinde bir taraftan katılaştırılan kamu harcamalarındaki politika yanlışlığı, diğer tarafında ise gelirler politikasının ekonomik anlayıştan uzak
olması yatmaktadır.
A.4 KKTc Bankacılık Sektörü
Hizmetler sektörüne dayalı KKTC ekonomisi için mali müesseselerin
GSYİH’ye katkısı önem arz etmektedir. Mali müesseselerin GSYİH içerisindeki
payı, reel olarak istikrarsız bir seyir izlemesine rağmen, yaklaşık %5 seviyeleri civarında gerçekleşmiştir. Ancak son yıllarda GSYİH’ deki yüksek büyüme hızı ve
2 Gümrük beyannamesi üzerinden tahsil edilen stopaj, kurumların yılsonu hesaplarına göre ödeyecekleri vergiden mahsup edilmektedir.
140
bu büyümenin mali müesseslerden çok diğer sektörlerden de kaynaklanması sonucu mali müesseslerin payı %3’lere gerilemiştir. Mali müesseselerin GSYİH’ye
katma değerinin reel büyüme hızı, 1999 yılı sonunda KKTC’de baş gösteren
bankalar krizinin etkisiyle, 2000 yılında %-6.8, 2001’ de %-18 ve 2002 yılında
%-10.1 olarak gerçekleşmiştir.
Sektörde 2000–2002 döneminde yaşanan ve kaynağı büyük oranda “Bankalar
Krizi” olan daralma sonrasında hayata geçirilen, yeniden yapılanma süreci
sonrasındaki olumlu gelişmeler neticesinde daralma büyümeye dönüşmüştür.
Bu gerileme 2003 yılından itibaren büyüme yönüne doğru dönmekle beraber,
sektörün 2003–2007 dönemindeki ortalama %4.7’lik büyüme hızının diğer
sektörlerin altında kalması nedeniyle, bankacılık sektörünün GSYİH içindeki
payı azalarak %3’lere kadar gerilemiştir.
KKTC finans sisteminde bankacılık sektörü, sistemdeki yaklaşık yüzde
1990’lık payı ile kesimler arası fon akışını sağlayan en önemli ve etkin aracı finansal kuruluş konumundadır. Ticari bankalar yanında, kooperatif kredi kuruluşları ve diğer kredi kuruluşları da yaklaşık %10’luk bir sektörel paya sahiptir.
Bankacılık sektörünün finansal sistem içinde ağırlıklı paya sahip olması, bono,
tahvil ve hisse senedi gibi araçlara sahip sermaye piyasasının yasal altyapıya rağmen gelişme gösterememiş olması ve bu nedenle doğrudan finans kanallarının
tıkanık olması gibi etkenlerle açıklanabilir.
Tablo A.5: Mali Müesseselerin Ekonomideki Yeri
YILLAR
1981
1991
1994
2000
2005
2007
Mali Müesseselerin GSYİh İçerisindeki
Payı (%)
3,9
4,9
5,1
5,9
3,2
3,3
Mali Müesseselerin Katma
Değerinin Reel Büyüme hızı (%)
0,6
5,2
2,1
-6,8
5,9
2,0
Kaynak: DPÖ (2008)
KKTC’de 1980’li yıllardan itibaren uygulanan selektif kredi politikalarının
kaldırılması, faiz oranlarının serbestçe belirlenmesi ve liberal kambiyo düzenlemeleri sonucunda sistem önemli yapısal değişikliklere uğramıştır. Bu yapısal değişiklikler etkisini banka sayısı, istihdam, hizmet çeşitliliği ve teknolojik altyapı
141
konularında göstermiş olmasına rağmen, bankacılık sektöründe 1994 ve 2000
yılları içerisinde ciddi krizler meydana gelmiştir. 1994 yılındaki krizde Türkiye’de
yaşanan ekonomik kriz önemli ölçüde rol oynarken, KKTC’deki bankacılık sektörüne bu etkinin yansıması, KKTC’de faaliyet gösteren Türkiye kökenli bankalar aracılığıyla olmuştur. Bununla beraber, 2000 yılındaki kriz KKTC’de faaliyet
gösteren Türkiye kökenli bankaların tetiklemesi ile başlamış ve sektördeki kırılgan yapının yaygınlaşmasına yol açmıştır. Sektörün yaşanan krizlerden önemli
derecede etkilenmesinde makroekonomik politikaların zayıflığı, düzenleme ve
denetleme mercilerinin politize olması nedeniyle denetim ve gözetim alanlarındaki etkinsizlikler ve zayıf yasal altyapı gibi faktörler sebep olmuştur.
2000 yılında başlayan ve 2001 yılında sektörde bulunan zayıf bankaların sistem dışına çıkarılmasıyla devam eden finansal sarsıntı, bankacılık alanındaki yasal ve kurumsal düzenlemelerin değişen koşullara ve uluslararası standartlardaki
gelişmelere uyumu konusunda önemli adımlar atılmasına neden olmuştur. Bu
kapsamda, bankalar yasası yenilenmiş, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu yasası
çıkarılmış ve önemli ölçüde bağımsızlık sağlayacak şekilde KKTC Merkez Bankası yasası değiştirilmiştir. KKTC Merkez Bankası’na bağımsızlık kazandırılması
ile bankacılık denetim ve gözetimini etkinleştiren düzenlemeler ve sistemler süratle uygulamaya konulmuştur.
Tablo A.6 1985 sonrasında sektördeki gelişmeleri vermektedir. Dönemler itibarıyla sektörde önemli büyüme rakamları kaydedilmiştir. 2001 krizi sonrasında
gerçekleşen büyüme oranları da bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir. Sektörün
1985 yılında 200 milyon dolar civarındaki aktif büyüklüğü son krize kadar olan
süreçte 7,5 kat büyüyerek 1,5 milyar dolara yükselmiş, 2001 krizi sonrası altı
yıllık dönemde ise 3,5 kat büyüyerek, 5 milyar doların üzerine çıkmıştır. Benzer
eğilim bankaların en önemli kaynağı olan mevduatlarda da gözlenmektedir. Bunun yanında öz kaynaklar dikkat çekici gelişme gösteren diğer önemli bir büyüklük olmuştur. Yapılan düzenlemeler bankaların sermayelerini güçlendirmelerine
katkıda bulunmuştur. 2000 yılı krizi öncesinde 78 milyon dolar düzeyindeki öz
kaynak tutarı, kriz sonrasında güçlenerek 2007 itibarıyla 500 milyon dolar düzeyine ulaşmıştır.
142
Tablo A.6: Banka Bilanço Büyüklükleri ( Milyon $)
1985 1990 1994 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007
Toplam
Aktiler
200
426
696
1572 1422 1204 1379 2077 2705 3143 3967 5104
Toplam
Krediler
114
157
235
845
595
397
366
Toplam
Mevduat
71
234
424
889
865
824
1162 1786 2406 2707 3330 4239
Özkaynak
14
Toplamı
37
51
59
78
59
100
106
136
202
244
487
Top, Aktif,/
83
GSMh(%)
72
126
163
137
132
146
153
135
151
153
189
Top Kredi/
47
GSMh(%)
27
42
106
57
44
39
44
46
62
44
87
Mevduat/
30
GSMh(%)
40
76
92
83
91
123 136 116 126 136 157
GSMh
591
554
964
1040 909
240
941
475
784
1079 1651 2348
1284 1765 2328 2625 2704
Kaynak: KKTCMB Bültenleri, DPÖ (2008)
KKTC Bankacılık sektörünün büyüklüğü AB ortalamasının altında olmakla
birlikte, AB’ye yeni üye olmuş ülkelerle kıyaslandığında, sektörün daha iyi
bir durumda olduğu söylenebilir. Sektörün toplam aktiflerinin GSMH oranı
%168 ile Türkiye başta olmak üzere; Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti
gibi ülkeleri geride bırakmaktadır. Mevduatların GSMH oranı ise AB’nin son
genişlemesinden önceki 15 üyesinin ortalaması olan %98’in üzerindedir ve İtalya,
İsveç, Finlandiya gibi ülkelerdeki oranının oldukça üzerinde bir orana tekabül
etmektedir. Aktiflerin ve mevduatların GSMH içindeki payı yüksek olmasına
rağmen, kredilerin GSMH’ye oranının görece düşüklüğü dikkat çekmektedir.
143
Geçiş ekonomileri olarak anılan, AB’deki yeni üyeler dışındaki ülkelerin
(Finlandiya hariç) kredilerin GSMH’deki payı %100’ü aşmaktadır. KKTC’de
ise son dönemlerde toplam kredilerdeki büyümeye rağmen, bu oran, 2007 yılı
haricinde %50’nin altında kalmıştır. Bu tablo KKTC’de kredi kanalının etkin
işlemediğinin ve bankaların, tasarrufların yatırımlara dönüşmesindeki görevlerini
tam olarak yerine getiremediklerinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Bununla birlikte, ekonomide şube şeklinde faaliyet gösteren Türkiye sermayeli
bankaların sektör içindeki paylarının yüksekliği, bu bankaların yurtiçine kredi
kullandırmadaki isteksizlikleri, kredi kullandırışını zorlaştıran düzenlemeler,
kredi teminatı olarak kullanılan mülkiyete konu sabit varlıklara karşı var olan
hukuki zayıflıklar ve bankaların görece zayıf sermaye yapıları, kredi kullandırmayı
etkileyen en önemli etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sektörün bilanço yapısı incelediğinde (Tablo A.7), KKTC’deki bankacılığın
çok karmaşık olmayan, geleneksel bankacılık faaliyetlerine sahip bir yapısı olduğu
gözlemlenmektedir. Banka kaynaklarının en önemli kısmını tasarruf mevduatları oluşturmaktadır. Mevduat toplamı ise aktiflerinin %85’i oranındadır. Toplam
sermayenin ise toplam kaynakların %10 olduğu dikkate alındığında, bankaların
mevduatlar dışında yabancı kaynak kullanımlarının olmadığı görülmektedir. Bu
nedenle sektörün farklı risklerle karşı karşıya kalmasına yol açabilecek pasif
yönetimi yapısı bulunmamaktadır. Bununla birlikte mevduat kaynaklarının para
birimi cinsinden dağılımı yaklaşık YTL ve döviz mevduatları arasında yarı yarıya
olduğu görülmektedir.
Kaynakların kullanımı itibarıyla, sektörün toplam brüt kredileri, toplam aktiflerin %40’ı düzeyindedir. Krediler dışında diğer aktiflerin, önemli oranda (aktiflerin %43’ü) likit değerler olarak tutulmaktadır. Likit değerler, disponibilite ve
zorunlu karşılık gibi zorunlu tutulması gereken likit değerlerle, bankaların serbest likit değerlerinden oluşmaktadır. Likit değerlerde gözlenen yüksek oranın
en önemli nedeni, şube olarak faaliyet gösteren Türkiye sermayeli bankaların,
kaynaklarının %80’ini Türkiye’deki ana firmalarında tutmalarıdır. Bu bankaların
yurtiçi ekonomiye kaynak aktarımları son dönemde artış göstermekle birlikte
düşük bir düzeyde seyrettikleri gözlemlenmektedir. Likit değerler içinde diğer
önemli bir kalem ise, menkul kıymetlerdir. Ağırlıklı olarak TC hazine kağıtlarından oluşan bu portföyün toplam likit değerler içindeki payı %10 civarındadır.
144
Tablo A.7: Banka Bilanço Büyüklüklerinin Yıllık Ortalama Reel Değişim hızı(%)
85-90 90-91 91-94 94-99 99-00 00-01 01-02 02-03 03-04 04-05 05-06 06-07
Aktiler
Krediler
113% -2.6% 67.8% 125.8% -9.5% -15.% 14.5% 50.6% 30.2% 16.2% 26.1% 28.6%
38% -21.4% 90.5%
Mevduat
228% 10.5% 64.0%
Özkaynak
158% 26.6%
260% -29.6% -33.% -7.8% 29.7% 65.2% 37.5% 53.1% 42.1%
110% -2.6% -4.8%
8.0% 16.7% 31.2%
41% 53.6% 34.7% 12.5% 23.0% 27.2%
-24% 68.0%
6.4% 28.3% 48.5% 20.6%
10 %
Kaynak: KKTC Merkez Bankası Bültenleri
Sektörün aktif yapısı da farklı risklerin oluştuğu, karmaşık bir yapıyı temsil
etmemektedir. Bankalar ana kaynakları olan mevduatları ya kredi olarak tutmakta ya da Merkez Bankası serbest mevduata hesabı gibi oldukça likit ve riski düşük alanlara yatırmaktadırlar. Bu yapı sektörün kredi riski ve vade uyumsuzluğu
dışında önemli bir riske maruz kalmadığını ortaya koymaktadır. Bankaların YTL
ve döviz kaynağı yaklaşık olarak eşit oranlara sahip olmaları kur riskinin varlığına da dikkat çekmekle birlikte, mevcut düzenlemelerle kur riski üstlenebilmesini
önemli ölçüde sınırlamıştır. Bu nedenle sektörün üzerindeki kur riski oldukça
küçüktür. Ancak, sektördeki kredi riski hariç düşük risk yapısına rağmen kamu
kredilerinin toplam krediler içindeki payı kaynakların ekonomik gelişmeye yönelik alanlara yönlendirilmesini engellemektedir. Kamu kredileri toplam kredilerin
yaklaşık yarısına tekabül etmektedir (Şekil A.5). 2001 yılından sonra yapılan geri
ödeme planı nedeniyle, kamu kredilerinde bir düşüş görülürken, kamu kredilerinin toplam plasmanlar içerisindeki ağırlıklı payı devamlılık göstermektedir.
Bu durum, sektörde çözülmesi gereken en önemli sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Kamuya ait kredilerin yanı sıra, sektörde sorun olarak görülen
diğer faktörler ise, sektörün sahip olduğu düşük sermaye yapısı ve fazla sayılabilecek sayıda kurumun sektörde faaliyet göstermesidir.
145
Şekil A.5: Kamu Kredilerinin Toplam Plasmanlara Oranı (1985–2007)
Kaynak: KKTCMB Bültenleri
A.5 Dış Ticaret Yapısı
KKTC bir ada ekonomisi olarak dış pazarlara bağımlı durumdadır. Gerek
ihtiyaçların karşılanabilmesi için ithalata, gerekse üretilen ürünlerin satışı için
ihracat yönünden dış pazarlara bağımlıdır. Hem coğrafik yakınlık hem de politik
koşullar Türkiye pazarını KKTC ekonomisi için vazgeçilmez kılmaktadır. Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti dönemlerinde yapılmış olan bir takım ticari anlaşmalar
sonucu uzun yıllar İngiltere pazarı da ihracatta önemli bir pazar olma özelliğini
koruyabilmiştir.
1961 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti ile İngiltere arasında imzalanan Tercihli Ticaret
Anlaşması’na göre belirli mallar üzerindeki gümrük vergilerinin indirilmesi
öngörülmüştür. Benzeri bir anlaşmanın 1972 yılında o dönemki adıyla Avrupa
Ekonomik Topluluğu ile imzalanması, Kıbrıs menşeli ürünlere tüm AB pazarına
erişim şansı tanımıştır. Kıbrıs’ta 1974 sonrasında da Kıbrıslı Türkler Ortaklık
Anlaşması’nın 5. Maddesi uyarınca AB üyesi ülkelere ve özellikle İngiltere
ile Almanya’ya, Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın verdiği Bitki Sağlığı Belgesi
146
(Phytosanitary Certificate) ve dolaşım belgeleri (EUR1) ile tarım ürünlerinin
ihracatına 1994 yılına kadar devam edilmiştir.
5 Temmuz 1994 tarihinde ATAD, Kıbrıslı Rumların başvurusu doğrultusunda almış olduğu kararlar nezdinde, Kıbrıs’tan ithal edilecek patates ve narenciye ürünlerinin Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından yetkilendirilmiş otoritelerin
düzenlediği belgeleri taşıması gerektiğine karar vermiştir. ATAD, resmi olarak
KKTC’den ithal edilecek ürünlere ambargo koymamış, ancak verdiği kararın
sonuçları, pratik olarak Kuzey Kıbrıs’tan AB’ye mal ihracatını ekonomik olarak
olanaksız hale getirmiştir. KKTC’den Avrupa Topluluğu’na ihraç edilecek olan
ürünlerde geçerli bir EUR.1 dolaşım belgesi olmaksızın ihracat yapmak mümkün olmasına rağmen, ürünler üçüncü ülkelerden yapılmış ithalat olarak kabul
edileceği için, AB tarımsal ürünlere %3 ile %32 arasında değişen, konfeksiyon
ürünlerine de %14 oranında gümrük vergisi uygulamaya başlamıştır.
KKTC firmalarının AB üyesi ülkelere yaptıkları konfeksiyon ihracatında ödedikleri gümrük vergisinin devlet tarafından karşılanması yoluna gidilmiştir. Ayrıca, havayolu ile yapılan konfeksiyon ihracatında nakliye için ödenen kargo bedelinin bir kısmı da devlet tarafından sübvanse edilmesi yoluna gidilmiştir. Ancak
ATAD kararı nedeniyle, KKTC makamlarınca verilen diğer belgelerle birlikte
Bitki Sağlık Sertifikaları da Avrupa Birliği ülkeleri tarafından kabul edilmediği
için, gümrük vergileri ödenmiş olsa bile, KKTC tarım ürünleri AB ülkelerine
ihraç edilememiştir. Bu yasaklama karşısında KKTC tarım ürünlerinin Türkiye
üzerinden ve TC makamlarınca verilen Bitki Sağlık Sertifikalar ile söz konusu
ülkelere ihracatı yoluna gidilmiştir. Ancak yükleme boşaltma, liman değiştirme
gibi nedenlerle maliyet artığından ürünlerin rekabet etme gücü azalmış ve bu
piyasalara girişleri de zorlaşmıştır.
Her ne kadar da ortaya çıkan durum devlet kanalıyla sunulan sübvansiyonlar
yoluyla dengelenmeye çalışılsa da, ihracat ATAD kararı sonrası dönemde yön
değiştirmiştir. Sadece ihracatın yön değiştirmesiyle kalınmamış aynı zamanda
ekonomik yapı da değişmeye başlamıştır. KKTC’nin geleneksel ihracatının başta narenciye ve patates ağırlıklı olmak üzere konfeksiyon ürünleri ihracatından
oluştuğu söylenebilir.
147
2006 yılı verilerine bakıldığında ihracat performansının aradan geçen zaman
içerisinde çok da değişmemiş olduğu saptanmaktadır. Değer olarak 60–70 milyon ABD doları aralığında bir banda sıkışmış olan ihracat rakamları zaman zaman TL’deki değer değişimlerine bağlı olarak oynaklıklar gösterebilmektedir.
Uygulanan teşvik sistemlerinin de ihracatı arttırmayı başaramadığı, daha çok
ürün kompozisyonu ile pazar destinasyonlarını etkilediği görülmektedir.
Tarımsal ürün ihracatı KİT statüsünde olan Cypruvex (Kıbrıs Meyve Sebze
İşleme Şirketi) uzun yıllar boyunca büyük bir oranda gerçekleştirmiştir. Söz
konusu işletme dış pazarlama alanında faaliyet göstererek yerli narenciye ürününün ihracatı için farklı pazar arayışları içerisine girmiştir. Şirketin kapasitesinin yetersiz kalması sonucu, özel işletmeler de bu piyasaya girerek narenciye
ürününü (ağırlıklı olarak “valencia” türü portakal) yeni bir pazar olan Rusya ve
Ukrayna’ya pazarlamaya çalışmışlardır. AB pazarı gelir düzeyi daha yüksek ve
seçici bir pazar olduğundan bu pazara satılan ürün genellikle birinci sınıf ürün
kalitesindeyken, yeni pazar olan Rusya pazarı ise daha fazla düşük kalite ve
nispeten ucuz ürünleri talep ettiğinden narenciye üretimi giderek azalmaya ve
üretilen ürünün kalitesinde de gerilemeler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Tablo A.8: Önemli İhracat Kalemleri (Milyon ABD Doları)
Ürünler
Narenciye
1993
2003
2006
16.6
17.8
19.2
Konfeksiyon
19
10.2
7.8
Süt Ürünleri
1.1
7.9
16.5
Patates
1.3
0.5
1.9
Alkollü İçecekler
0.3
4.4
2.9
Diğer
16.2
9.8
19.8
TOPLAM
54.5
50.6
68.1
Kaynak: DPÖ (2008)
Geleneksel ihraç ürünleri olan narenciye, patates ve konfeksiyonun AB pazar
paylarını kaybetmesi ve yurt içinde uygulanan tarımsal politikaların sonucu olarak, alternatif bir ihraç ürünü olan işlenmiş süt ürünleri 1990’lı yıllarla birlikte
ortaya çıkmıştır. Uygulanan hayvancılık desteği politikaları ve buna bağlı oluşan
süt fazlasını gidermeye yönelik sağlanan süt ürünleri ihracat teşviki, işlenmiş
148
süt ürünleri ihracatını yıllar itibarıyla arttırmıştır. Toplam ihracatta çok ciddi
bir artış olmakla beraber, konfeksiyon pazar kaybı ve narenciyenin fiyat kayıpları nedeniyle süt ürünlerinin ihracatı yeni bir pazar olan Ortadoğu ve Körfez
ülkelerini hedef almıştır. Ağırlıklı olarak Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ile
Katar’a da ihracat yapma yolları denenmiştir. Avrupa Birliği’nin gıda ürün ithalat rejiminin çok katı olmasının yanı sıra, KKTC kurumlarının verdiği sağlık
sertifikalarının da AB resmi makamlarınca tanınmaması sonucu, bu pazarlara
yönelme zorunluluğu doğmuştur.
Önemli bir ihraç ürünü kategorisini oluşturan hazır giyim ihracatının pazar
payını yitirmesini ise, ATAD kararları kadar, genel konjonktür de olumsuz yönde etkilemiştir. Ağırlıklı olarak İngiltere’den geçici ithal yoluyla getirilen kumaş
ve malzemenin işlenerek geri ihraç edilmesi işlemine dayanan hazır giyim ihracatı, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) getirdiği ciddi liberalizasyonlar ve dünya pazarlarında ortaya çıkan maliyet avantajları nedeniyle gerilemiştir. Kuzey
Kıbrıs hem küçük bir ada ekonomisi olması, hem de siyasi ve hukuki sorunlar
dolayısıyla ilave maliyetler üstlenmesi sonucu, ihracat sektörlerini dış pazarların
dışına itmek zorunda kalmıştır. Konfeksiyon sektörü, gerek ihracat payı, gerekse yarattığı katma değer ve istihdam payı olarak, giderek gerilemiş ve bugün için
sadece üç-dört firmanın faaliyet gösterdiği bir yapıya dönüşmüştür.
ATAD kararları sadece ihracattaki ürün kompozisyonu değişikliği ile değil
ihracat pazarlarının değişimi ile de kendini belli etmiştir. ATAD kararları
alınmadan önce toplam ihracatının %75 ile %80’lik kısmı başta İngiltere
olmak üzere AB ülkelerine yapılmaktaydı. Oysa hukuki kararların sonucunda,
bu piyasanın cazibesini yitirmesi, alternatif pazar arayışlarını da beraberinde
getirmiştir. Yine bu dönemde en yakın ticari ortak konumda olan Türkiye
ile Rusya ve bazı Ortadoğu ülkeleri pazarları da bu arayışlardan nasiplerini
almışlardır. Ülke grupları itibarıyla yapılan değerlendirmede, Türkiye’ye yönelik
ihracatın toplam ihracat içindeki payının zaman içerisinde arttığı görülmektedir.
Özellikle yeni gelişen ürünler olarak değerlendirilebilecek olan işlenmiş süt
ürünleri ile alkollü içecekler ağırlıklı olarak Türkiye pazarına yönlendirilmeye
başlanmıştır. İşlenmiş süt ürünlerinin, aynı zamanda Kuveyt başta olmak üzere,
Ortadoğu ülkelerine de ihracatı yapılmaya başlanmıştır. Geleneksel AB pazarını
kaybeden narenciye ürününün kalitesinde de gerilemeler yaşanmış Rusya ve bazı
149
diğer Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinde de bu doğrultuda pazar bulma
arayışlarına girişilmiştir.
Tablo A.9: Seçilen Yıllar İtibarıyla İhracatın Ülkelere Göre Dağılımı
Toplam
Yıllar
İhracat
(milyon $)
1980
1990
1994
2000
2007*
44
66
53
50
79
Türkiye
AB
Diğer
(%pay)
(%pay)
(%pay)
13
12
19
38
38
80
77
64
40
26
7
11
17
22
36
Kaynak: DPÖ (2008) , * Tahmini
İthalat hacminde ciddi artışlar ithalattaki pazar değişikliğinden çok, 2002
sonrası dönemde ekonomide yaşanan hızlı büyüme sonucu yaşanmıştır. Genel
olarak 300–400 milyon dolar aralığında gerçekleşen yıllık ithalat hacmi, 2007
yılı itibarıyla 1,430 milyar dolar düzeylerine ulaşmıştır. Ağırlıklı olarak akaryakıt, otomotiv, elektronik eşyalar, gıda, inşaat malzemesi gibi ürün ithalatından
oluşan yapı son yıllarda ekonomide yaşanan inşaat patlamasından da nasibini
almıştır. Başta Türkiye olmak üzere Avrupa ve Uzak Doğu’dan gerçekleştirilen
ithalatta da maliyeti etkileyen sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Tablo A.10: Önemli İthal Ürünleri (Milyon ABD Doları)
Ürünler
1993
2003
2006
Taşıt Araçları
20.2
59.6
143.4
Yakıt
23.5
23.5
209.7
Sigara
9.1
17.5
17.9
İlaç
6.2
13.8
20.9
Konfeksiyon
3.9
11.5
32.9
İnşaat Demiri
6.0
11.3
48.2
Diğer
295
340.5
902,5
363.9
477.8
1,376.2
TOPLAM
Kaynak: DPÖ (2008)
150
Ülke ekonomisi ölçeğinin küçük olması ve siyasi tanınmamışlık gibi sorunlardan dolayı, uluslararası deniz taşımacılığı firmalarının Kuzey Kıbrıs limanlarına
düzenli seferler (line) yapmamaları nedeniyle, çoğu ithal ürün Mersin limanında
toplanarak daha küçük gemilerle Kuzey Kıbrıs’a taşınmaktadır. Bu durumsa,
ihracatta olduğu gibi, ithal ürün maliyetlerini de olumsuz etkilemektedir.
Ülke grupları itibarıyla ithalatın kompozisyonuna baktığımız da, benzer bir
durumun olduğunu söylemek mümkündür. 1982 yılı itibariyle Türkiye ile AB’nin
toplam ithalat içerisindeki payları birbirine çok yakınken, 2005 yılına gelindiğinde bu payların değiştiği görülmektedir. Türkiye’nin ithalattaki payı %69’a yükselirken, AB’nin payı ise %18’e gerilemiştir.
Tablo A.11: Seçilmiş Yıllar İtibarıyla Ülkelere Göre Toplam İthalat
(Milyon ABD Doları)
TOPLAM
Türkiye
AB
Diğer
1998
430
251
113
66
2003
477
299
115
63
2004
853
512
224
117
2005
1,255
817
264
174
2006
1,376
946
247
183
2007
1,467
998
310
159
Kaynak: DPÖ (2008)
İhracat performansının aradan geçen zaman içerisinde çok da değişmemiş olduğu görülmektedir. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise, geçen yıllar içerisinde
azalmaktadır. Dış ticarette oluşan açık, net turizm gelirleriyle, yüksek öğretim
gelirleriyle ve diğer görünmeyen hizmet gelirleriyle karşılanmaktadır. Dış ticaret
açığı ve cari işlemler açığı KKTC ekonomisinde yapısal bir sorun haline gelmeye
başlamıştır. DPÖ’ nün 2006 yılı verilerine göre, 2006 yılında dış ticaret açığının
GSMH’nin %50’sine ve cari açık ise GSMH’nin %7’sine ulaşmıştır.
İthalatın ihracattan hızlı artışı neticesinde, ticaret açığı büyümektedir. Bunun
arkasındaki en önemli neden, ihracata yönelik üretim imkanlarının sınırlı olması
ve ekonominin ithalata yüksek derecede bağımlılığıdır. Uluslararası alandaki
politik belirsizlik, ambargolar, rekabetin piyasadaki eksikliği, yatırım maliyetinin
151
yüksek olması, yüksek orandaki korumacılık, ölçek avantajından yararlanamamak, eski teknoloji kullanımı gibi nedenlerden dolayı yüksek üretim maliyetleri
ve düşük kaliteli ürün üretimi, KKTC’nin ihracatta rekabet edebilirliliği yakalayamamasına neden olmuştur. Ayrıca ulaşım konusunda var olan uçak kargo taşımacılığındaki dar kapasite, navlunda yaşanan aksaklıklar nedeniyle malların zamanında ve hasarsız ulaşımının sağlanamaması, yükleme ve boşaltma gibi liman
hizmetlerinin tekelleşmiş olması ve bu durumun maliyetleri olumsuz etkilemesi
KKTC ürünlerinin dış pazarlarda rekabetini olumsuz yönde etkilemektedir.
Aşağıdaki ödemeler dengesi tablosundan da görülebileceği gibi, çok yüksek
dış ticaret açığı kısmen turizm, kısmen de, diğer görünmeyen işlem gelirleri ile
finanse edilmeye çalışılmaktadır. Diğer görünmeyen işlem gelirleri altında ağırlıklı olarak üniversitelere yurtdışından gelerek eğitim gören öğrenci harcamaları
ile Güney Kıbrıs’ta günü birlik geçişlerle çalışan işçi gelirlerinden oluşmaktadır.
Güney Kıbrıs’ta çalışan işçi sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, gerek Rum
Sosyal Sigorta kayıtları gerekse KKTC Muhaceret Dairesi’nin günlük geçiş rakamlarına bakıldığı zaman söz konusu sayının beş bin kişi civarında olduğu tahmin edilmektedir. Güney’de çalışan kişiler ağırlıklı olarak inşaat ve tarım alanlarında istihdam edildikleri ve Kuzey–Güney arasındaki ücret farklılığının temel
çekim noktasını oluşturdukları bilinmektedir. Kuzey Kıbrıs’ta 2007 yılı sonu
itibarıyla asgari ücret 956 YTL iken Güney Kıbrıs’ta bu rakam aşağı yukarı 1,500
YTL civarındadır. Ayrıca inşaat sektöründe istihdam edilen Kıbrıslı Türklerin
birçoğunun nitelikli sayılabilecek düzeyde olması elde edilen gelir düzeyini de
arttırmaktadır.
KKTC’nin turizm gelirleri açısından istenilen noktada olduğu söylenebilir.
KKTC’yi yılda ortalama 800,000 civarı turist ziyaret ederken, bunların %80’ninden fazlası Türkiye’den gelenler ve kısa süreli geceleme yapan turistler olması
nedeniyle, özlenen gelir yaratılamamaktadır. Hatta son yıllarda kumar turizmi
olarak adlandırılabilecek tarzda sadece hafta sonlarını kapsayan kapalı paket turlar ile adaya gelen grupların otel ve kumarhane dışına dahi çıkmadan ülkeden
ayrıldıkları görülmektedir.
152
Tablo A.12: Ödemeler Dengesi (Milyon ABD Doları)
2006
2007
-203.6
-178.0
- 1308.1
- 1372.1
68.1
81.1
Dış Alım
1376.2
1453.3
Görünmeyen İşlemler Dengesi
1104.5
1194.2
Turizm (net)
303.2
376.2
Diğer Görünmeyen
801.3
818.0
390.9
316.7
Tc Yardım ve Krediler
218.0
166.7
Diğer Sermaye
172.9
150.0
3.Rezerv hareketler
-433.3
-264.0
246.0
125.3
1.cari İşlemler
Dış Ticaret
Dış Satım
2.Sermaye hareketleri
4.Net hata ve Noksan
Kaynak: DPÖ (2008)
153
Başta siyasi tanınmamışlık ve buna bağlı olarak KKTC’nin Avrupa veya diğer
bölgelere doğrudan uçuş imkanlarının olmayışı, etkin dış tanıtımın yapılmayışı
ve turistik tesislerin yüksek kalitede hizmet sunamaması gibi nedenler, yıllardır
Türkiye dışındaki pazarların gelişimini engellemektedir. İngiltere, Türkiye’den
sonra ikinci önemli turizm pazarı durumundadır. Özellikle İngiltere’de yaşayan
Kıbrıslı Türkler yanında iklim şartlarından dolayı yılardır tatillerinin bir bölümünü Kıbrıs’ta geçirmeye alışmış yaşlı nüfusa sahip bir İngiliz turist kesimi de
bulunmaktadır. Ancak son yılarda bu emekli İngiliz turistlerin çoğu KKTC’de
konut sahibi olma yoluna giderek, gecelemelerini otellerden kendi konutlarına
kaydırmışlardır.
Güney Kıbrıs’ın yılda 2,5 milyonun üzerinde turisti ağırladığı düşünülürse,
KKTC’nin turizm alanında bir ada ekonomisi olarak ne kadar yetersiz kaldığı
daha iyi anlaşılabilecektir. Adanın güneyine göre daha bakir ve kumluk sahillere
sahip olmasına rağmen gerek siyasi gerekse yönetime bağlı nedenlerle istenilen düzeyde faaliyet yapılamamaktadır. Son yıllarda özel ilgi turizmi adı altında
alternatif turizm alanlarının geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapılmaktadır.
Özellikle Kıbrıs’a has endemik bitkilerin görülmesi, agro-turizm olarak seçilmiş
köylerde yerel yaşamla iç içe programlar, dalış turları gibi farklı alanlar denenmektedir.
Son iki yılın ödemeler dengesinde net hata ve noksan kaleminin yüksekliği
dikkat çekmektedir. Cari işlem açığına yakın tutarda olan net hata ve noksan kalemi DPÖ ödemeler dengesi hesaplama yöntemine göre ölçülemeyen iki unsuru
ortaya koymaktadır. Bunlardan birincisi, görünmeyen işlemlerin hesaplanandan
daha yüksek olduğu, ikincisi ise hesaplanandan daha yüksek sermaye girişi olduğudur. Sermaye hareketlerinin bankacılık sistemi içinde hesaplanmasının kolaylığı dikkate alındığında, konu tutarın görünmeyen işlemlerden kaynaklandığı
düşünülmektedir. Yine de, DPÖ sermaye hareketleri hesaplama yöntemindeki
belirsizlik, yüksek net hata ve noksan kalemindeki tutarının nedeni hakkına öngörüde bulunulmasını zorlaştırmaktadır.
154