Skip to main content
Kadir  Gömbeyaz
  • Kocaeli Universitesi Ilahiyat Fakultesi
    Umuttepe Kampusu
    Rektorluk Binasi
    41380 Kocaeli/Turkey

Kadir Gömbeyaz

Research Interests:
Mullā Khusraw who is an important Ottoman scholar who held several official positions such as Mudarris, qadi, qadi-askar, mufti and sheikh al-islam. He has several valuable works in many disciplines of the Islamic thought, especially... more
Mullā Khusraw who is an important Ottoman scholar who held several official positions such as Mudarris, qadi, qadi-askar, mufti and sheikh al-islam.
He has several valuable works in many disciplines of the Islamic thought, especially his al-Durar wa-al-Gurar that is a very important text in the field of Islamic jurisprudence and a handbook of Muslim jurists and judges in the Ottoman Empire.
This symposium aims to discuss Mullā Khusraw from his different aspects with contributions of eminent scholars from different countries.
This symposium, in fact, is a third link of a symposium series the first two of which was held in Bursa again on Molla Fanari on 4-6 December 2009, and on Khojazāda on 22-24 October 2010.
The online program book can be downloaded via the link below.
http://ilahiyat.uludag.edu.tr/images/stories/faaliyetler/Molla_Husrev.pdf
The book consists of several papers in Turkish and English that treat Muslih al-Din Mustafa Khojazada (838-893/1434-1488) who is one of the most prominent thinkers of Ottoman period and the author of Tahafut al-falasifa, a comparison and... more
The book consists of several papers in Turkish and English that treat Muslih al-Din Mustafa Khojazada (838-893/1434-1488) who is one of the most prominent thinkers of Ottoman period and the author of Tahafut al-falasifa, a comparison and trial of al-Ghazali's claims and arguments about the Muslim philosophers, in many aspects.

For two years, Faculty of Theology (Ilahiyat)-Uludağ University and Bursa Metropolitan Municipality have been organizing several symposiums to discover the Ottoman tradition of philosophy, thought and culture. The last two symposiums were held with the contribution of researches from several countries on Mulla Fanari (4-6 December 2010, Bursa) and Khojazada, scholars who were originally born or educated in the Bursa of the Ottoman State. The proceedings of Mulla Fanari Symposium was published last year.
The book is composed of the proceedings presented in the International Symposium on Molla Fanari which be held in Bursa, Turkey in 4-6 December 2009, and some additional papers related to Molla Fanari.
RVHI YDQ (VV eVODPaEQ LON DVUEQGDQ PLODGv RQ GRNX]XQFX DVUD NDGDU RODQ VUHoWHNL IEUDN HGHEL\DWEQE GHWD\OE ELU eHNLOGH LQFHOHPLeWLU EN] 'HU (LQH XQG GDV $QGHUH %HREDFKWXQJHQ DQ LVODPLVFKHQ KlUHVLRJUDSKLVFKHQ 7H[WHQ & , ,, %HUOLQ... more
RVHI YDQ (VV eVODPaEQ LON DVUEQGDQ PLODGv RQ GRNX]XQFX DVUD NDGDU RODQ VUHoWHNL IEUDN HGHEL\DWEQE GHWD\OE ELU eHNLOGH LQFHOHPLeWLU EN] 'HU (LQH XQG GDV $QGHUH %HREDFKWXQJHQ DQ LVODPLVFKHQ KlUHVLRJUDSKLVFKHQ 7H[WHQ & , ,, %HUOLQ 1HZ <RUN 1LWHNLP eHKULVWkQv HO 0LOHOaGHNL PHWRGRORMLVLQL §KHU IEUNDQEQ J|UeQ VDKvKLQL IkVLGLQGHQ GReUXVXQX \DQOEeEQGDQ D\EUPDNVE]EQ RQODUEQ OHKLQGH ELU WDDVVXS J|VWHUPHGHQ YH\D DOH\K OHULQH ELU PGkKDOHGH EXOXQPDGDQ NLWDSODUEQGD EXOGXeXP eHNOL\OH DNWDUPD\E NHQGLPH ELU eDUW RODUDN NReX\RUXP¨ LIDGHOHUL\OH RUWD\D NR\DU EN] (E€aO )HWK 0XKDPPHG E $EGLONHUvP He eHKULVWkQv HO 0LOHO YHaQ QLKDO WKN (PvU $Ov 0HKQk $Ov +DVDQ )D©€U %H\UXW , eHKULVWkQvaGHQ \DNODeEN \DUEP DVEU VRQUD \DeDPEe RODQ )DKUHGGvQ HU 5k]vaQLQ | 0DYHUDQQHKU YH +LQW E|OJHVLQGHNL VH\DKDWOHUL VEUDVEQGD \DSWEeE WDUWEePDODUE DNWDUGEeE HO 0Qk]DUkW DGOE HVHULQGH DQODWWEeE ELU KDGLVH HO 0LOHO YHaQ QLKDOaLQ QVKDODUEQEQ 0DYHUDQ QHKU E|OJHVLQH XODeWEeEQE YH HVHULQ GLNNDWH GHeHU ELU e|KUHWH NDYXeWXeXQX J|VWHUPHNWHGLU EN] (E€ $EGLOOkK )DKUXGGvQ 0XKDPPHG E =L\kLGGvQ gPHU HU 5k]v 0Qk]DUkWX )DKULGGvQ HU 5k]v Iv ELOkGL 0kYHUkLQQHKU WKN )HWKXOODK +XOH\I %H\UXW V 7UNoH oHYLULVL § )DKUHWWLQ HU 5k]vaQLQ 7DUWEePDODUE ,,¨ oHY gPHU $OL <EOGEUEP eEUQDN hQLYHUVLWHVL eODKL\DW )DNOWHVL 'HUJLVL & 6D eEUQDN V
İslam literatüründe gerek akademik merakın bir sonucu olarak gerekse de belli bir fikrî ve mezhebî kimlik açısından tenkît gayesi ile İslam toplumu içerisinde ortaya çıkan itikâdî fırkaları ve görüşleri biraraya getirme ve belli şekilde... more
İslam literatüründe gerek akademik merakın bir sonucu olarak gerekse de belli bir fikrî ve mezhebî kimlik açısından tenkît gayesi ile İslam toplumu içerisinde ortaya çıkan itikâdî fırkaları ve görüşleri biraraya getirme ve belli şekilde tasnif etme faaliyeti erken dönemlerden itibaren Müslüman âlimlerin ilgi duyduğu uğraşlardan biri olmuştur. Özellikle İslam ümmetinin 73 fırkaya bölüneceğini ifade eden hadisin referans alınmasıyla bu tasnifler daha sistematik ve şematik bir şekle bürünmüştür. Fırka tasnifleri gerek kullandıkları fırak malzemesi, gerekse de fırkaları tasnif ederken takip ettikleri metot ve usul bakımından birbirinden çoğu zaman farklılaşan girişimlerdir. Bu da aralarındaki kaynaklık ilişkisi, benzerlikler ve farklılıklardan hareketle belli geleneklerin varlığına dair tespit ve öneriler yapılmasını mümkün kılmaktadır.Hususen İslam’ın ilk yedi asrında vücuda getirilen ve farklı türde eserler içerisinde karşımıza çıkan fırka tasniflerini inceleyen bu çalışma fırkaları t...
Kocaeli muhtemelen bir geçiş güzergâhı olması gibi sebeplerden olsa gerek çok sayıda ilim adamı çıkarmış bir belde olamamıştır. Kara Davut ve Şeyhzâde gibi meşhur birkaç müellif dışında çoğu zaman Kocaelili olduklarını kütüphane... more
Kocaeli muhtemelen bir geçiş güzergâhı olması gibi sebeplerden olsa gerek çok sayıda ilim adamı çıkarmış bir belde olamamıştır. Kara Davut ve Şeyhzâde gibi meşhur birkaç müellif dışında çoğu zaman Kocaelili olduklarını kütüphane kataloglarında geçen “el-Kocavî”, “el-İzmitî” veya “el-İznikmîdî” gibi nisbeler vesilesiyle öğrendiğimiz bazı ilim adamları bulunmaktadır. Bunlardan biri, Osmanlı dönemi meşhur âlimlerinden ve gerek kendisi gerekse de görüşleri etrafında tartışmaların ve mülahazaların gerçekleştiği Mehmed b. Pir Ali el-Birgivî’ye (ö. 981/1573) nispet edilen ve birkaç satırdan oluşan Kelîme-i Tevhîd’e dair lugazı üzerine yazdığı bir şerh vasıtasıyla ismini öğrendiğimiz İbrahim b. Ali el-İznikmîdî’dir. Hayatı ve yaşadığı dönem hakkında pek fazla bilgi bulunmayan müellifin gerek ele aldığımız risalesinin nüshalarından birinin sonundaki ifadeden gerekse de Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yer alan bazı mahkeme kayıtlarından 1720’li yıllarda günümüzde İzmit’te Fevziye Camii civarındaki parkta bulunduğu anlaşılan Yusuf b. Abdilkerîm Darulhadis/Medresesi’nde müderris olduğunu öğrenmekteyiz. 12./18. yüzyıl Osmanlı düşünce tarihinde Birgivî’ye nispet edilen Kelîme-i Tevhîd lugazı üzerine pek çok âlimin şerhler kaleme aldığı bir dönemdir. Müellifimiz de bu kervana katılan isimlerden biridir. Onun şerhinin en önemli özelliği lugazdaki ifadeleri açıklamaktan ziyade onu anlamaya katkı sağlayacak açıklayıcı bir mukaddime hazırlamasıdır. Bu mukaddime okuyucunun söz konusu lugazda ne denmek istediğini anlamasını kavrama noktasında değerli bir yardım sunmaktadır. Bu çalışmada İzmitli bir müderris İbrahim b. Ali el-İznikmîdî hakkında ulaştığımız bilgiler ile bunlardan hareketle oluşturduğumuz tahminler ortaya konacak; daha sonra da risaleye geçilecektir. Risale ile ilgili bölümde risalenin konusu, muhteva özellikleri, taşıdığı özgün noktalar ile tespit edebildiğimiz nüshaları ele alınacak; nihayetinde de risalenin neşri ve Türkçe tercümesi yer alacaktır.
1298/1881'de Iraklı âlim Nu'mân el-Alûsî, on dördüncü yüzyıl Hanbelî âlimi İbn Teymiyye'yi savunmak için yazılmış en dirayetli eserlerden biri olan Cilâ'ü'l-'ayneyn fî muhâkemeti'l-Ahmedeyn adlı kitabını... more
1298/1881'de Iraklı âlim Nu'mân el-Alûsî, on dördüncü yüzyıl Hanbelî âlimi İbn Teymiyye'yi savunmak için yazılmış en dirayetli eserlerden biri olan Cilâ'ü'l-'ayneyn fî muhâkemeti'l-Ahmedeyn adlı kitabını yayımladı. Bu makale, yazarının hayatı ve öğrenim çevresi, kitabın mevzuu, görünür hale geldiği formatı ve yayımlanış şartlarını araştırmak suretiyle Cilâ'ü'l-'ayneyn'in önemini ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Cilâ'ü'l-'ayneyn'in büyük Arap kent merkezlerinde çağdaş Selefîliğin ortaya çıkmasında inşa edici bir metin olduğu hususunda pek az şüphe vardır. Vehhâbî hareketin Selefî İslam'ın yeniden dirilişindeki katkısını göz önünde bulunduran bu makalenin amaçlarından birisi, çağdaş Selefîliğin çeşitli ifade biçimlerini incelemektir. Nu'mân el-Alûsî'nin eserinin etkisinin önemli bir vechesi, onun, konusunu Müslümanların gele-neklerine dair tasavvurlarında İbn Teymiyye'nin bıraktığı mirası yeniden oluşturarak el...
This paper deals with a short heresiographical epistle which is not mentioned among al-Bâbarti's works in bibliographical sources, but whose writer is noted in its many manuscript copies as Shaikh al-Islâm Akmal al-Din. Firstly, it... more
This paper deals with a short heresiographical epistle which is not mentioned among al-Bâbarti's works in bibliographical sources, but whose writer is noted in its many manuscript copies as Shaikh al-Islâm Akmal al-Din. Firstly, it questions whether or not it is belonged to him by seeking its copies in manuscript libraries, and the notes about the author written by copyists. It is seen that in the catalogues of the libraries, while some of the copies are attributed to al-Bâbarti, some are recorded without any author and some are wrongly attributed to another writer such as Ibn Kamal Pasha. The notes written on the copies signifies that it is one of al-Bâbarti's works, as well as the classification of theological sects in the epistle which reflects the characteristics of Hanafite Firaq Tradition strengthens its belonging to al-Bâbarti, who is known as a faithful follower of Hanafism. In the second part, the paper describes the main structure of the text, the features of the h...
Bu makale, Yahudiler’in 71, Hiristiyanlar’in 72, Muslumanlar’in 73 firkaya ayrilacagini ve bu firkalardan yalnizca birinin kurtulup, digerlerinin Cehennem’e gidecegini haber veren “73 firka hadisi”nin ozellikle Islam tarihi boyunca ortaya... more
Bu makale, Yahudiler’in 71, Hiristiyanlar’in 72, Muslumanlar’in 73 firkaya ayrilacagini ve bu firkalardan yalnizca birinin kurtulup, digerlerinin Cehennem’e gidecegini haber veren “73 firka hadisi”nin ozellikle Islam tarihi boyunca ortaya cikan siyasi-itikadi firkalari ve goruslerini tasnif etmek uzere kaleme alinan firak eserleri uzerindeki etkisini incelemektedir. Bu hadis, firak eserlerinin gerek bicim gerekse de mezhepleri ele alis tarzinda belirleyici olmus; firak yazarlarinin kendi mensup oldugu firkaya ve diger firkalara bakisina etkide bulunmustur. 73 firka hadisinin sihhat durumuna dair bir sorusturmaya girmeyerek etkisini arastiran bu makale, oncelikle hadisin meshur rivayet formunu nakletmekte; hadisin metni uzerinde dusunuldugunde akla gelebilen birtakim problemli meselelere dikkat cekmektedir. Daha sonra 73 firka hadisi karsisinda firak yazarlarinin takindigi belli basli uc tavra isaret etmekte ve bunlari ‘73 firka hadisini sahih kabul edenler’, ’73 firka hadisini sahih...
hukukudur. Dolayisiyla sempozyumdaki bircok teblig onun bu yonunu cesitli vechelerden ortaya koymaya calisti. Recep Cici, kimilerince ‘zamaninin Ebu Hanife’si’ olarak nitelenen ve otorite
Kitap degerlendirme yazisi, bir kitabin ilgili oldugu konudaki/sahadaki yeri, onemi, degeri ve katkisina dair cok yonlu elestirel analizidir. Bir tanitim, ozet veya reklam olmayip ciddi akademik bir faaliyettir. Kitap... more
Kitap degerlendirme yazisi, bir kitabin ilgili oldugu konudaki/sahadaki yeri, onemi, degeri ve katkisina dair cok yonlu elestirel analizidir. Bir tanitim, ozet veya reklam olmayip ciddi akademik bir faaliyettir. Kitap degerlendirmeleri akademisyenler icin calistiklari veya ilgi duyduklari konu(lar)/saha(lar)da yeni cikan kitaplardan haberdar olma, bu kitaplarin tasidiklari onem ve deger ile sahaya yaptiklari katkiya dair bir uzman gorusu almak suretiyle bir kanaat olusturarak zamandan tasarruf etme; yayinevleri icin cogu zaman akademya gibi sinirli bir cevre icinde kalan yayinlarinin tanitiminin gerceklesmesi; yazarlar icin de yayinina dair bir donut alma ve sonraki baskilar icin yetkinlestirme imkâni sunma gibi fonksiyonlar icra eder. Kisiselolmalari ve degerlendirenin kisisel fikir ve yorumlarini yansitmasi sebebiyle kitap degerlendirme yazilari icin tek bir dogru usul bulunmamakla birlikte, bu yazi, kitap degerlendirme yazisi yazmak isteyenler icin faydali bir rehber olma umidiyl...
vesayeti altina girmis ve Islam ulkelerini parcalamak amaciyla mezhep farkliliklarini ana govdeden kopma yonunde gudumleyecek calismalara yonelmistir. Bu, iceride de yeni bir arayisi tetiklemis, Mezhepler tarihinin sinirlari, sorunlari ve... more
vesayeti altina girmis ve Islam ulkelerini parcalamak amaciyla mezhep farkliliklarini ana govdeden kopma yonunde gudumleyecek calismalara yonelmistir. Bu, iceride de yeni bir arayisi tetiklemis, Mezhepler tarihinin sinirlari, sorunlari ve yonteminin yeniden belirlenmesi yonunde adimlar atilmasina sebep olmus, Darulfunun Ilahiyat fakultesi ve sonrasinda acilan Ankara Universitesi Ilahiyat Fakultesi gibi kurumlarda hem mensubu kalmamis hem de gunu- muzde yasayan mezhepler uzerinde arastirmalar yapilmistir
The book consists of several papers in Turkish and English that treat Muslih al-Din Mustafa Khojazada (838-893/1434-1488) who is one of the most prominent thinkers of Ottoman period and the author of Tahafut al-falasifa, a comparison and... more
The book consists of several papers in Turkish and English that treat Muslih al-Din Mustafa Khojazada (838-893/1434-1488) who is one of the most prominent thinkers of Ottoman period and the author of Tahafut al-falasifa, a comparison and trial of al-Ghazali's claims and arguments about the Muslim philosophers, in many aspects. For two years, Faculty of Theology (Ilahiyat)-Uludağ University and Bursa Metropolitan Municipality have been organizing several symposiums to discover the Ottoman tradition of philosophy, thought and culture. The last two symposiums were held with the contribution of researches from several countries on Mulla Fanari (4-6 December 2010, Bursa) and Khojazada, scholars who were originally born or educated in the Bursa of the Ottoman State. The proceedings of Mulla Fanari Symposium was published last year.
Ziyâd b. Ebîh Müslüman toplumun ilk iç karışıklıklarının cereyan ettiği hadiselerde ön plana çıkarak olayların gidişatını yönlendiren ve "Arap dâhileri" olarak anılan kişilerden biridir. Diğer dâhi olarak nitelenen Muaviye b.... more
Ziyâd b. Ebîh Müslüman toplumun ilk iç karışıklıklarının cereyan ettiği hadiselerde ön plana çıkarak olayların gidişatını yönlendiren ve "Arap dâhileri" olarak anılan kişilerden biridir. Diğer dâhi olarak nitelenen Muaviye b. Ebi Süfyan, Amr b. el-As ve Mugîre b. Şube'den Cemel ve Sıffîn gibi Müslümanların karşı karşıya geldikleri hadiselerden uzak kalması ve asil bir soydan gelmemesi gibi yönlerden ayrılmaktadır. Hatta babasının belli olmaması sebebiyle tahkir edilmiş birisidir. Ancak buna rağmen yetenek ve donanımlarıyla Hz. Ömer döneminde başlayan siyasî kariyerini Muaviye döneminde zirveye taşımasını bilmiş ve erken dönem İslâm tarihinin dikkat çekici bir figürü olmayı başarmıştır. Ziyâd, Muaviye'nin onu kendi tarafına çekmek için nesebine katarak baba bir kardeşi olduğunu ilan etmesi ile gündeme gelen ve bu bağlamda kaynaklarda ele alınan bir kişidir. Bu çalışma önemli bir tarihî şahsiyet olan Ziyâd b. Ebîh'in biyografisini hayatı, şahsiyeti ve devlet adam...
Some works narrated by his students on the Islamic creed are attributed to Abū Ḥanīfa. The most famous of these is al-Fiqh al-akbar. However, although there is not a single work under the name of al-Fiqh al-akbar even if it is... more
Some works narrated by his students on the Islamic creed are attributed to Abū Ḥanīfa. The most famous of these is al-Fiqh al-akbar. However, although there is not a single work under the name of al-Fiqh al-akbar even if it is mentioned under the same name in the sources, there are two different texts one of which is narrated by his student Abū Muṭī al-Balkhī and the other one is narrated by his son Ḥammād. The fact that these two different texts are referred to with the same name has created the problem of which text is meant in the references to the work. Also, the commentaries (sharḥs) written on the work caused confusion about which text was commented, and even sometimes wrong evaluations were made. This study, being aware of the problematic situation in question tries to determine the first sharḥ written on al-Fiqh al-akbar narrated by Ḥammād. As a result of the findings obtained, it reaches that the first sharḥ(s) on the work were written in the 9th/15th century and then makes some suggestions, focusing on the possible reasons why al-Fiqh al-akbar was commented after about seven centuries for the first time.
This article deals with the influence of the "73 sects ḥadīth," which states that Muslims will be separated into 73 sects, when Jews had 71 and Christians had 72 sects, and that only one of them will be saved whereas the others will go to... more
This article deals with the influence of the "73 sects ḥadīth," which states that Muslims will be separated into 73 sects, when Jews had 71 and Christians had 72 sects, and that only one of them will be saved whereas the others will go to Hell, on, particularly, Islamic heresiographical works written to examine and classify theological sects and their beliefs in the Islamic community from the beginning. This ḥadīth has had a crucial and decisive role in those works' form and way to study the sects as well as their authors' perception of their own sect and the other sects. Studying the influence, not the authenticity, of the 73 sects ḥadīth, the article first mentions the famous narration of the ḥadīth, noting other different narrative versions; then points out some questions that would be arisen in one’s mind about the implication of the ḥadīth. The article mainly discusses the attitudes of Muslim heresiographers towards 73 sects ḥadīth and describes by placing them in main three categories: ‘Those who consider the 73 sects ḥadīth authentic,’ ‘Those who do not con- sider the 73 sects ḥadīth authentic,’ and ‘Those who do not take notice of the 73 sects ḥadīth.’ Considering the ḥadīth authentic, most of heresiographers have different views about the meaning of the number 73 mentioned in the ḥadīth. Some thinks that the number is for a fact and, accordingly, divides the sects to reach up 73 with different formulas and some are of the opinion that the number is a metaphor and a mere allusion on abundance as a common usage in the Arabic language and, accordingly, do not limit the number of the sects to 73. The article ends up with a discussion of the problems of the consideration of the 73 sects ḥadīth a measure for studying and classifying theological groups.
KEYWORDS
Islamic Theological Sects, Islamic Heresiography, Sect (Firqa), 73 Sects Ḥadīth, Saved Sect (al-firqa al-nājiya)
Öz: Bir kitabın ilgili olduğu konudaki/sahadaki yeri, önemi, değeri ve katkısına dair çok yönlü eleştirel bir analizi demek olan kitap değerlendirme yazıları söz konusu kitabın bir tanıtımı, özeti veya reklamı olmayıp ciddi akademik bir... more
Öz: Bir kitabın ilgili olduğu konudaki/sahadaki yeri, önemi, değeri ve katkısına dair çok yönlü eleştirel bir analizi demek olan kitap değerlendirme yazıları söz konusu kitabın bir tanıtımı, özeti veya reklamı olmayıp ciddi akademik bir faali-yettir. Bu yazı kitap değerlendirme yazılarının mahiyeti ile ilgili kısa bir tasviri, ideal bir kitap değerlendirme yazısının nasıl oluşturulabileceğine dair bir öneriyi ve birtakım teknik notları içermektedir. Anahtar Kelimeler: Kitap, Kitap Değerlendirme, Bilimsel Yayın, Eleştirel Analiz, Akademik Faaliyet.
Abstract: A book review, which is a multifaceted critical analysis of a book and an evaluation on the quality, value/meaning, significance, and contribution of the book to its own subject/area, is not a report, summary, or advertisement, rather is a serious scholarly work. This note provides a brief description of the nature of book reviews, offers a guide on how to compose an ideal book review, and mentions some relevant technical notes.
Keywords: Book, Book reviews, Scholarly journals, Critical analysis, Academic
work.
cumhuriyet ilahiyat dergisi - cumhuriyet theology journal 18, no. 1
Özet İslam tarihinin oldukça erken bir döneminde ortaya çıkmış, belli bir dönem varlığını ve etkinliğini sürdürmüş, ancak daha sonra kâhir ekseriyetiyle mevcudiyetini kaybetmiş Hâricîler, gerek akademik gerekse de popüler yazında... more
Özet
İslam tarihinin oldukça erken bir döneminde ortaya çıkmış, belli bir dönem varlığını ve etkinliğini sürdürmüş, ancak daha sonra kâhir ekseriyetiyle mevcudiyetini kaybetmiş Hâricîler, gerek akademik gerekse de popüler yazında günümüzde yaşayan ancak birbirinden kalın çizgilerle ayrılan iki mezhebî grup (İbâdîler ve Selefîler) ile çeşitli bağlamlarda irtibatlandırılmaktadır. İbâdîlerin köken itibariyle Hâricîlerin ‘günümüze kadar ulaşan tek kolu’ ve ‘organik devamı’ olarak görülmesinde haklılık payı bulunmakla birlikte özellikle Ezârika üzerinden oluşturulan Hâricîlik resmi üzerine İbâdîliğin iliştirilmesi birtakım problemli neticeleri husûle getirmektedir. Aralarında herhangi bir organik bağ bulunmamasına rağmen Selefîlerin tümünün veya belli bazı alt gruplarının Hâricîlerin ‘günümüzdeki görünümleri’ veya ‘neo-Hâricîler’ şeklinde tanımlanması ise bir zihniyet veya pratik benzerliği temelinde yükselmektedir. Ancak bu durum da bazı netameli durumları gündeme taşımaktadır. İşte bu çalışma özelde İbâdîlerin ve Selefîlerin Hâricîlerin günümüzdeki devamı olarak nitelenmesinin doğurduğu metodik problemler genelde de bu örneklem üzerinden mezhep araştırmalarının mahiyet ve metodolojisi üzerine odaklanmaktadır. Bunu yaparken birtakım yargılara varma değil, metodik problemleri gündeme taşıma ve bunların halline dair tartışma ve önerileri provoke etme amacını gözetmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hâricîlik, İbâdîlik, Selefîlik, Metodoloji, İslam fırkaları, Ezârika, tekfîr, IŞİD/DÂİŞ, Metodoloji

Abstract
Is Modern Khārijīs Ibāḍīs or Salafīs 
-A Discussion on Methodology-
Khārijīs, who appeared in the relatively early period of Islamic History, maintained its existence and efficiency for a certain time and later went out of the existence of its majority, has been sometimes correlated, in both some scholarly and popular publications, with Ibāḍīs or Salafīs, who are living Islamic groups today, however both disassociate each other. A convinction that Ibādīs, as its origin, are ‘the only surviving sub-sect of Khārijīs’ or ‘Khārijīs’s organic continuation” has a point. However, attaching Ibāḍīs to Khārijīs on a picture of Khārijism drawn on the basis of ideas and practices of Azāriqa, the most radical sub-sect of Khārijism, brings about some methodic problems. On the other, a definition that Salafism as a whole or its some certain sub-groups are ‘modern appearances of Khārijism’ or ‘Neo-Khārijīs’ although there is no organic connection to Khārijism, is based on a similarity of mentality or practices. This raises some problematic issues, too. This study focuses on methodic problems resulted by the description of both Ibāḍīs and Salafīs as the continuation of Khārijīs and aims, with special reference to this case, to provoke discussions on the nature and methodology of a research of Islamic sects.
Key Words: Khārijism, Ibāḍism, Salafism, Methodology, Islamic Sects, Azāriqa, takfīr, ISIS/Daesh, Methodology
Research Interests:
(First Paragraph) On 12-14 November 2009, the Centre of Islamic Studies at the School of Oriental and African Studies (SOAS), University of London, hosted a conference entitled “The Qurʾān: Text, Interpretation and Translation”, during... more
(First Paragraph) On 12-14 November 2009, the Centre of Islamic Studies at the School of Oriental and African Studies (SOAS), University of London, hosted a conference entitled “The Qurʾān: Text, Interpretation and Translation”, during which a total of 35 papers were ...
ÖZET İslam tarihi boyunca ortaya çıkan siyasî-itikâdî oluşumları/fırkaları ve onların görüşlerini ele alan fırak edebiyatının şüphesiz en başarılı ve en çok bilinen örneği Ebû’l-Feth eş-Şehristânî’nin (ö. 548/1153) el-Milel ve’n-nihal... more
ÖZET
İslam tarihi boyunca ortaya çıkan siyasî-itikâdî oluşumları/fırkaları ve onların görüşlerini ele alan fırak edebiyatının şüphesiz en başarılı ve en çok bilinen örneği Ebû’l-Feth eş-Şehristânî’nin (ö. 548/1153) el-Milel ve’n-nihal isimli diğer dinleri de kapsayan eseridir. El-Milel yazılmasının akabinde kısa bir süre içerisinde İslam coğrafyasının pek çok köşesine ulaşmış ve özellikle nispeten tarafsız ve ilmî üslubu sebebiyle değişik fırka mensupları tarafından dahi başvurulan temel bir kaynak olmuştur. Bunun örneklerinden biri Şehristânî’den kısa bir süre sonra yaşadığı anlaşılan Uman’ın Kalhât şehrinden İbâdî âlim Ebû Abdillâh el-Kalhâtî’nin (ö. 7./13. yy) el-Keşf ve’l-beyân adlı eseridir. Bu makale el-Keşf’in ikinci cildinin otuz sekiz ile ellinci bâbları arasında yer alan İslam fırkalarının tasnif edildiği bölüm üzerine odaklanarak Şehristânî’nin el-Milel’indeki fırka tasnifi ile yapılan mukayeseler sonucu görülen çarpıcı benzerliklerden hareketle Kalhâtî üzerinde Şehristânî etkisinin mevcudiyetini iddia etmekte ve bunu ispatlamaya çalışmaktadır. Bunun yanı sıra Şehristânî’den ciddi ölçüde yararlandığı anlaşılan Kalhâtî’nin niçin eserinin hiçbir yerinde Şehristânî’den veya el-Milel’den bahsetmediği sorusuna da birtakım öneriler sunmaktadır. Son olarak Kalhâtî’nin tasnifinin Şehristânî’nin tasnifinden nerelerde ve hangi bakımdan farklılaştığını tespit etmek suretiyle Kalhâtî’nin tasnifinin kendine özgü niteliklerini başlıklar halinde ortaya koymaya çalışmaktadır.
Anahtar kelimeler: İbâdîlik, Kalhâtî, Şehristânî, Uman, Fırak Edebiyatı

THE INFLUENCE OF AL-SHAHRASTĀNĪ ON IBĀḌĪ HERESIOGRAPHY
-The Case of al-Qalhātī-
ABSTRACT
The most successful and well-known example of Islamic heresiography that examines political-theological sects/firaq throughout Islamic history and their views is al-Milal wa-l-niḥal, that includes also other religions, by Abū l-Fatḥ al-Shahrastānī (d. 548/1153). Copies of al-Milal reached various regions of Islamic world in a short time just after it had been written and became a major source of reference in its area even by authors with different sectarian identities, particularly due to its relatively neutral approach and scientific method. The influence of al-Milal could be apparently seen in al-Kashf wa-l-bayān by an Ibāḍī scholar, Abū ʿAbd Allāh al-Qalhātī (d. 7th/13th century) who lived in Qalhāt, a southern coastal city of Oman, just less than a century after al-Shahrastānī. This paper focuses on the parts between the thirty-eighth and fiftieth chapters of the second volume of al-Kashf regarding Islamic sects and makes comparisons with al-Milal and, as a result, claims the existence of al-Shahrastānī’s influence on al-Qalhātī and tries to prove it based on striking similarities between two texts. On the other it offers suggestions about the reasons why al-Qalhātī mentioned neither al-Shahrastānī nor al-Milal anywhere in his al-Kashf even if he seemingly widely utilized al-Milal. Finally it attempts to describe the characteristics of al-Qalhātī’s heresiological classification by pointing out where and how it differs from al-Shahrastānī’s.
Key words: Ibāḍism, al-Qalhātī, al-Shahrastānī, Oman, Islamic Heresiography
Research Interests:
Bu çalışma, Ekmeleddîn el-Bâbertî’nin hayatı ve eserlerinden bahseden tabakât kitaplarında ismi zikredilmeyen, ancak pek çok nüshasında yazarının Şeyhü’l-İslâm Ekmeleddîn olduğu belirtilen küçük hacimli, yazma halindeki bir fırak... more
Bu çalışma, Ekmeleddîn el-Bâbertî’nin hayatı ve eserlerinden bahseden tabakât kitaplarında ismi zikredilmeyen, ancak pek çok nüshasında yazarının Şeyhü’l-İslâm Ekmeleddîn olduğu belirtilen küçük hacimli, yazma halindeki bir fırak risâlesini ele almaktadır. Öncelikli olarak bu risâlenin Bâbertî’ye ait olup olmadığı problemini konu edinen çalışma, risâlenin nüshalarını tespit ederek ve nüshalarda yer alan müstensih notlarından hareket ederek bir sonuca varmaya çalışmaktadır. Kütüphane kataloglarında risâlenin nüshalarının bir kısmının Bâbertî’ye nispet edildiği, bir kısmının yazarı belirtilmeksizin kaydedildiği, bazısının da İbn Kemal Paşa gibi bir başka müellife nispet edildiği görülmüştür. Nüshalara düşülen müstensih notları eserin Bâbertî’ye ait olduğuna işaret ettiği gibi, ortaya konan fırka tasnifinin de Hanefî Fırak Geleneği’nin karakteristiklerini yansıtıyor olması, sıkı bir Hanefî olarak bilinen Bâbertî’nin bu eserin yazarı olabileceği kanaatini pekâlâ güçlendirmektedir.
Çalışmanın ikinci bölümünde risâlenin ana çatısı ortaya konmuş, benimsenen fırka tasnifinin özellikleri tasvir edilmeye çalışılmış ve risâlenin aslında Ömer en-Nesefî’nin tefsirinde yaptığı fırka tasnifinin esas alınarak baş ve son kısımlarına birtakım ilaveler yapılmak suretiyle oluşturulduğu tespit edilmiştir. Risâlenin niçin kaynaklarda Bâbertî’ye nispet edilmediği hususunda bazı fikirler öne sürülmüş, kesinlik olmamakla birlikte eserin Bâbertî’ye ait olduğu, diğer ilmî nitelikleri yanında Bâbertî’nin aynı zamanda bir fırak yazarı olarak da nitelenebileceğini ve yazdığı fırak risâlesinde, takip ettiği tasnif usûlüyle Hanefî kimliğini öne çıkararak Hanefî Fırak Geleneği’nin tipik bir örneğini verdiği sonucuna ulaşılmıştır.


This paper deals with a short heresiographical epistle which is not mentioned among al-Bābartī’s works in bibliographical sources, but whose writer is noted in its many manuscript copies as Shaikh al-Islām Akmal al-Dīn. Firstly, it questions whether or not it is belonged to him by seeking its copies in manuscript libraries, and the notes about the author written by copyists. It is seen that in the catalogues of the libraries, while some of the copies are attributed to al-Bābartī, some are recorded without any author and some are wrongly attributed to another writer such as Ibn Kamal Pasha. The notes written on the copies signifies that it is one of al-Bābartī’s works, as well as the classification of theological sects in the epistle which reflects the characteristics of Hanafite Firaq Tradition strengthens its belonging to al-Bābartī, who is known as a faithful follower of Hanafism.
In the second part, the paper describes the main structure of the text, the features of the heresiographical classification, and reaches the conclusion that the epistle, in fact, was based on the classification that Najm al-Dīn ‘Umar al-Nasafī made in his tafsir and composed with some additions to the beginning and ending parts. It also makes several suggestions on why the epistle was not mentioned among al-Bābartī’s works in the sources. Consequently, it asserts that this heresiographical epistle belongs, without any certainty, to al-Bābartī, so he is also defined as a heresiographer aside from his other scientific titles and with the classification he made in his epistle, he highlighted his Hanafite identity and gave a typical example of Hanafite Firaq Tradition.
This article deals with the questions that would be arisen in one’s mind about the implication of the “73 sects hadith” which states that Muslims will be separated into 73 sects, when Jews had 71, and Christians had 72 sects and that... more
This article deals with the questions that would be arisen in one’s mind about the implication of the “73 sects hadith” which states that Muslims  will be separated into 73 sects, when Jews had 71, and Christians had 72 sects and that only one of them will be saved whereas the others will go to the Hell. It examines, too, the influence of the hadith on Islamic heresiographical works as to both their content and form, and on thinking of writers of these works. In addition, the attitudes of these writers towards the hadith is described by placing them in categories.
(First paragraph) H. A. R. Gibb was one of the leading orientalist scholars of his day. He published books, articles, encyclopedia entries, and book reviews on such diverse subjects as early Islamic history, modern Arabic literature,... more
(First paragraph)
H. A. R. Gibb was one of the leading orientalist
scholars of his day. He published books, articles,
encyclopedia entries, and book reviews on such diverse
subjects as early Islamic history, modern Arabic
literature, political thought in medieval Islam, and
modern trends in Islamic society. He played a major role in important developments in the field after World
War II.
"First Paragraph from the entry: "Kâtip Çelebi (1609–1657) was a prominent Ottoman intellectual of the seventeenth century, the author of important works on history, geography, and bibliography. He was also known as Ḥājjī Khalīfah... more
"First Paragraph from the entry:
"Kâtip Çelebi (1609–1657)
was a prominent Ottoman intellectual of the seventeenth
century, the author of important works
on history, geography, and bibliography. He was
also known as Ḥājjī Khalīfah (Hacı Kalfa) to the
rulers and officials because of his posts in the
Ottoman
bureaucracy....""
Kadir Gömbeyaz & Recai Çetres, “Osmanlı Döneminin En Yaygın Fıkh-ı Ekber Şerhi ve Müellifi Manisalı (Mağnisâvî) Ebu’l-Müntehâ (ö. 1000/1592?)”, Manisa: Akademik Araştırmalar Işığında cilt-3: (Türk Dili ve Edebiyatı & İlahiyat &... more
Kadir Gömbeyaz & Recai Çetres, “Osmanlı Döneminin En Yaygın Fıkh-ı Ekber Şerhi ve Müellifi Manisalı (Mağnisâvî) Ebu’l-Müntehâ (ö. 1000/1592?)”, Manisa: Akademik Araştırmalar Işığında cilt-3: (Türk Dili ve Edebiyatı & İlahiyat & Sosyoloji), ed. Tanju Kahraman, Sagıp Atlı, Ayşe Gönüllü Atakan, Burak Şahiner (Ankara: Berikan Yayınevi, 2022), 299-308.

Meşhur İslâm âlimi ve Hanefîlik mezhebinin kurucu imamı Ebu Hanife’ye (öl. 150/767) nispet edilen bazı akaid risaleleri bulunmaktadır. Bunların başında oğlu Hammâd b. Ebî Hanîfe kanalıyla rivayet edilen el-Fıkhu’l-ekber gelmektedir. Bu eser gerek nüfus gerekse de nüfuz bakımından Hanefîliğin hâkim mezhep olduğu Osmanlı Dönemi’nde ulemanın kendisine hususi ilgi gösterdiği kaynakların başında gelmiştir. Eser üzerine pek çok Osmanlı âlimi şerh, tercüme veya manzûme türü çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bunlar içerisinde biri vardır ki Osmanlı’da en yaygın şekilde okunmuş ve tanınmıştır. Bu da Manisalı âlim Ebu’l-Müntehâ Ahmed b. Mehmed el-Mağnisâvî’nin (ö. 1000/1592?) Arapça kaleme aldığı bir şerh çalışması olan Şerhu’l-Fıkhi’l-ekber’idir. Günümüzde Türkiye’deki yazma eser kütüphanelerinde yüz elliye yakın el yazma nüshasının bulunması kendisine ne denli teveccüh gösterildiğine işaret etmektedir. Diğer Fıkh-ı Ekber şerhleri ile mukayese edildiğinde oldukça kısa ve sade bir şekilde yazıldığı ve eğitim amaçlı kullanmaya elverişli olduğu görülen şerh, yine Osmanlı döneminde ayrıca Türkçe’ye çevrilmiş, üzerine şerhler kaleme alınmış ve kaynaklarda referanslarda bulunulmuştur. Yine günümüz Türkçe’sinde yapılmış tercümeleri ve çeşitli baskıları da mevcuttur. Şerhi bu denli meşhur olmakla birlikte Ebu’l-Müntehâ hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Genel anlamda hayat hikayesi, ilmî kariyeri, Fıkh-ı Ekber Şerhi’ni ne zaman yazdığı ve ölüm tarihi gibi hususlarda belirsizlikler veya ihtilaflar bulunmaktadır. İşte bu çalışma, Manisalı bir Osmanlı âlimi Ebu’l-Müntehâ el-Mağnisâvî hakkındaki bilgileri netleştirmeye çalışacak, şerhinin özelliklerini ve niçin Osmanlı’da bu denli yoğun teveccühe mazhar olduğunu açıklamaya gayret edecektir.
Research Interests:
İslam dünyasında ortaya çıkan siyasî-itikadî mezhepleri tasnif etmek ve buna dair fırka listeleri oluşturmak erken dönemlerden itibaren Müslüman âlimlerin ilgi konularından biri olmuştur. Bu bağlamda fırkaları tasnifte geliştirdikleri... more
İslam dünyasında ortaya çıkan siyasî-itikadî mezhepleri tasnif etmek ve buna dair fırka listeleri oluşturmak erken dönemlerden itibaren Müslüman âlimlerin ilgi konularından biri olmuştur. Bu bağlamda fırkaları tasnifte geliştirdikleri formülasyonları, dayandıkları bilgi malzemesi, fırkaları ele alış tarzı ve metodu gibi hususiyetlerde kendine özgü yol çizen birtakım fırak geleneklerinin varlığı ileri sürülmüştür. Bunlardan biri Horasan ve Mâverâünnehr bölgesinde özellikle Hanefî ulema arasında neş’et etmiş ve daha sonra bu ulemanın Batı’ya doğru göçüyle buralara taşınmış ve birçok örneği kendisini özellikle Hanefî ve/veya Mâtürîdî olarak niteleyen müelliflerce verilmiş “Doğu Hanefî” veya “Hanefî-Mâtürîdî” şeklinde nitelendirilen fırak geleneğidir. Bu geleneğin tümüne ve/veya bu geleneğin ürünü olan bazı kitap ve risalelere dair birtakım akademik çalışmalar gerçekleştirilmiş ve bazı tespit ve mülahazalar serdedilmiştir. İşte bu çalışma buna bir katkı sunma amacına matuftur.
“İslam Literatüründe İtikadî Fırka Tasnifleri” başlıklı doktora tezimiz esnasında bu fırak geleneğine ve ürünlerine dair gerçekleştirdiğimiz derinlemesine araştırmalar neticesinde ulaştığımız birtakım yeni tespitleri, geçmişte yapılan bazı tespit ve yorumlara getirdiğimiz düzeltme önerileri ve eleştirileri, bunun yanı sıra yeni iddia ve mülahazaları da bu çalışma vesilesiyle bilim dünyası ile paylaşmayı arzu etmekteyiz. Bu bağlamda geleneğin Ebû Hanîfe ile irtibatlandırılabilme imkanı; geleneğin elimize ulaşan en erken örneği olan Ebû Mutî Mekhûl en-Nesefî’nin er-Redd’inin geleneğin aynı zamanda ilk örneği olup olmadığı; Nesefî’nin mezhebi kimliği ve bu kimliğin tasnife etkileri; geleneğin fırka tasnifindeki ana fırkaların kimlikleri; geleneğin içerisinde birbirinden farklılaşan alt geleneklerin mevcudiyeti; geleneğin bilinen örneklerinden biri olan Irakî’nin kimliğine ve eserine dair yeni bulgular; geleneğin tespit ettiğimiz yeni örnekleri gibi meseleler ortaya konulup araştırmacıların ilgi ve değerlendirmesine sunulmuştur.


Abstract
The practice of classifying and making lists of Islamic political-theological sects (firaq) that emerged in Islamic community has been an interest of Muslim scholars from the early period. In this context, it is maintained that there have been several firaq traditions following distinctive methods in listing the sects and treating them, and special sources and materials that they refer to and utilize. One of these firaq traditions is one identifed as “Eastern Hanafite” or “Hanafite-Maturidite” that was brought out by particularly Hanafite scholars in Khurasan and Transaxonia and then moved to the Western Muslim World through immigrations. The samples of the tradition have been given by the scholars who defined themselves as Hanafite and/or Maturidite. Some modern academic researches has been done on the whole tradition and/or various books and treatises that are productions of the tradition and some suggestions, claims, and remarks has been proposed. The present study aims to make a contribution to this subject area.
Through this paper, i would like to present my new findings, suggestions of correcting some previous results and interpretations, as well as new claims and remarks to the attention and evaluation of researchers studying on the subject. In this frame,  i will deal with the possibility of the connection between the tradition and Abu Hanifa; whether the first extant sample of the tradition, Abu Muti Makhul al-Nasafi’s al-Radd is actually the first original sample; al-Nasafi’s sectarian identity in theology and its influence on his classification;  a suggestion of sub-traditions of this firaq tradition; new findings about another known sample of the tradition, Uthman al-Iraqi and his heresiographical work; and other samples of the tradition
Kocaeli muhtemelen bir geçiş güzergâhı olması gibi sebeplerden olsa gerek çok sayıda ilim adamı çıkarmış bir belde olamamıştır. Kara Davut ve Şeyhzâde gibi meşhur birkaç müellif dışında çoğu zaman Kocaelili olduklarını kütüphane... more
Kocaeli muhtemelen bir geçiş güzergâhı olması gibi sebeplerden olsa gerek çok sayıda ilim adamı çıkarmış bir belde olamamıştır. Kara Davut ve Şeyhzâde gibi meşhur birkaç müellif dışında çoğu zaman Kocaelili olduklarını kütüphane kataloglarında geçen “el-Kocavî”, “el-İzmitî” veya “el-İznikmîdî” gibi nisbeler vesilesiyle öğrendiğimiz bazı ilim adamları bulunmaktadır. Bunlardan biri, Osmanlı dönemi meşhur âlimlerinden ve gerek kendisi gerekse de görüşleri etrafında tartışmaların ve mülahazaların gerçekleştiği Mehmed b. Pir Ali el-Birgivî’ye (ö. 981/1573) nispet edilen ve birkaç satırdan oluşan Kelîme-i Tevhîd’e dair lugazı üzerine yazdığı bir şerh vasıtasıyla ismini öğrendiğimiz İbrahim b. Ali el-İznikmîdî’dir. Hayatı ve yaşadığı dönem hakkında pek fazla bilgi bulunmayan müellifin gerek ele aldığımız risalesinin nüshalarından birinin sonundaki ifadeden gerekse de Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yer alan bazı mahkeme kayıtlarından 1720’li yıllarda günümüzde İzmit’te Fevziye Camii civarındaki parkta bulunduğu anlaşılan Yusuf b. Abdilkerîm Darulhadis/Medresesi’nde müderris olduğunu öğrenmekteyiz.
12./18. yüzyıl Osmanlı düşünce tarihinde Birgivî’ye nispet edilen Kelîme-i Tevhîd lugazı üzerine pek çok âlimin şerhler kaleme aldığı bir dönemdir. Müellifimiz de bu kervana katılan isimlerden biridir. Onun şerhinin en önemli özelliği lugazdaki ifadeleri açıklamaktan ziyade onu anlamaya katkı sağlayacak açıklayıcı bir mukaddime hazırlamasıdır. Bu mukaddime okuyucunun söz konusu lugazda ne denmek istediğini anlamasını kavrama noktasında değerli bir yardım sunmaktadır.
Bu çalışmada İzmitli bir müderris İbrahim b. Ali el-İznikmîdî hakkında ulaştığımız bilgiler ile bunlardan hareketle oluşturduğumuz tahminler ortaya konacak; daha sonra da risaleye geçilecektir. Risale ile ilgili bölümde risalenin konusu, muhteva özellikleri, taşıdığı özgün noktalar ile tespit edebildiğimiz nüshaları ele alınacak; nihayetinde de risalenin neşri ve Türkçe tercümesi yer alacaktır.
İslâm toplumunda ortaya çıkan itikadî ve siyasî fırkalara dair mâlûmatı toplamak, bu fırkalarla görüşlerini çeşitli şekillerde tasnif etmek ve kimi zaman 73 fırka hadisine referansla söz konusu rakamla uyumlu fırka listeleri oluşturmak... more
İslâm toplumunda ortaya çıkan itikadî ve siyasî fırkalara dair mâlûmatı toplamak, bu fırkalarla görüşlerini çeşitli şekillerde tasnif etmek ve kimi zaman 73 fırka hadisine referansla söz konusu rakamla uyumlu fırka listeleri oluşturmak hemen her fırkadan âlimin çok erken dönemlerden itibaren ilgileri arasında yer almıştır. Bu bağlamda Eş‘arî müelliflerin önemli bir yeri bulunmaktadır. Ana fırkalar ile bunların alt kollarının gerek kimlikleri gerekse de sayıları bakımından birbirinden farklılaşan çeşitli fırka tasniflerinin oluşturulduğu Eş’ari fırak geleneği içerisinde belli bir dönemden sonra özellikle bir fırka tasnifinin standartlaştığı ve çokça tekrar edildiği görülmektedir. Bu, Seyfeddîn el-Âmidî’nin Ebkâru’l-efkâr’ının son kısmında yer verdiği, aslında Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin el-Fark beyne’l-fırak’ı ile Ebû’l-Feth eş-Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’inden çokça istifade etmekle birlikte kendi tasarrufları ile oluşturduğu tasnif olup sonraki dönemlerde sadece Eş‘arîler tarafından değil, diğer Sünnî grupların yanı sıra Şiî, İbâzî gibi Sünnî olmayan fırkaların mensubu müellifler tarafından da ve hususan işaret etmek gerekirse Osmanlı ulemâsınca en çok tekrar edilen fırka tasniflerinin başında gelmektedir. Bu durumun gerisinde ise Âmidî’nin bu tasnifini el-Mevâkıf isimli kelâm eserinin sonuna ek (tezyîl) olarak ve muhtasar bir şekilde ekleyen Adudüddîn el-Îcî bulunmaktadır. Böylece Îcî, Âmidî’nin fırka tasnifini muhtasar olarak nakletmek suretiyle aslında fırak literatürü açısından küçük ve önemsiz görünen, ancak gerek kendi ilmî şahsiyeti ve eserleri gerekse de Kirmânî ve Cürcânî gibi kudretli şârihleri vasıtasıyla “İslâm düşüncesi ve özellikle Osmanlı ilim anlayışı üzerinde kalıcı bir tesir bırakan” bir âlim karizmasıyla sonraki dönemin en çok tekrar ve tercih edilen bu tasnifin meşhur hâle gelmesine vesile olmakla etkili bir katkı yapmıştır.
Research Interests:
Özet İbâdiyye mezhebi, Sıffîn Savaşı sonunda savaşan iki ordu arasındaki problemin iki taraftan belirlenen birer kişinin hakemliğinde çözülmesi (tahkim) şeklindeki kararı Kur’ân’a aykırı bularak Hz. Ali’nin ordusunu terkeden ve sonraki... more
Özet
İbâdiyye mezhebi, Sıffîn Savaşı sonunda savaşan iki ordu arasındaki problemin iki taraftan belirlenen birer kişinin hakemliğinde çözülmesi (tahkim) şeklindeki kararı Kur’ân’a aykırı bularak Hz. Ali’nin ordusunu terkeden ve sonraki kaynaklar tarafından Hâricîler olarak isimlendirilen grubun içerisinden sonraki süreçte çıkmış bir mezheptir. Basra’da teşekkül eden ve mezhebin savunucularından Abdullah b. İbâd’a nispetle İbâdiyye olarak anılan mezhebin müntesipleri mezheplerinin kurucusu olarak tâbiûnun ileri gelenlerinden Câbir b. Zeyd’i kabul eder. Câbir sonrasında mezhebin lideri kabul edilen Ebû Ubeyde döneminde Emevîlerle ilişkilerin bozulması neticesinde Basra’dan göç etmek zorunda kalan mezhep tâbileri ayrıca Ebû Ubeyde tarafından oluşturulan ve hameletü’l-ilim şeklinde adlandırılan davet teşkilatıyla Yemen, Uman ve Kuzey Afrika gibi merkezden uzak bölgelerde yaşama imkânı bulmuştur. Mezhep diğer Hâricî fırkalara nazaran ılımlı görüşler benimsemesi ve dış dünyadan kendisini izole etmesi sebebiyle günümüze değin yaşamayı başarmıştır. Hem itikatta hem de amelde müstakil bir mezhep olan İbâdiyye sonraki dönemlerde Sünnî fıkhına gerek metot gerekse de görüşler bakımından yakınlaşmıştır. Zekât meselesi bunun bir örneğini teşkil etmektedir. Zekâta dair meselelerde Sünnî mezheplerin görüşleriyle benzeşen görüşlere sahip olan İbâdîler yalnızca sığırın nisabı ve zekâtın dağıtımı meselesinde kendilerine özgü bir duruş sergilemişlerdir.
Zekâta dair meselelerin İbâdiyye’deki ele alınışını ele alan bu çalışmada öncelikle çoğu zaman Hâricîler üzerinden oluşturulan menfi algı ve muhaliflerce kaydedilen yanlış bilgiler sebebiyle gerçek kimliğinden farklı bir imaj ile tanınan İbâdiyye’ye dair genel bir çerçeve çizilecek, akabinde İbâdiyye fıkhı temel karakterleri itibariyle ortaya konulacak ve son olarak da zekât konusundaki görüşleri özet bir şekilde verildikten sonra farklılaştıkları iki mesele üzerinde durulacaktır.
Research Interests:
Bu çalışmanın temel problematiği, günümüzde varlığını sürdüren iki müslüman grubun, yani İbâdîler ile Selefîlerin birbirlerine açık bir muhalefet içerisinde olmalarına rağmen nasıl olup da çeşitli araştırmalarda, basında veya değişik... more
Bu çalışmanın temel problematiği, günümüzde varlığını sürdüren iki müslüman grubun, yani İbâdîler ile Selefîlerin birbirlerine açık bir muhalefet içerisinde olmalarına rağmen nasıl olup da çeşitli araştırmalarda, basında veya değişik platformlarda aynı mezhebin yani Hâricîliğin devamı olarak nitelenebildiği meselesidir. Zira İbâdîler, kendilerinin Selefîlerden ne denli uzak olduğunu ispat çabası içerisinde iken Selefîler de İbâdîleri tekfîr edecek kadar muhaliftirler. O halde aralarında bu derece münâferet bulunan iki topluluğun her biri nasıl Hâricîliğin devamı olarak görülebilir? Bu soruya bir çırpıda İbâdîlerin Hâricîliğin “organik bir yapı” olarak devamı; Selefîlerin ise “zihniyet veya dinî anlayış ve pratikler” bakımından devamı olduğu şeklinde cevap verilebilir. Ancak burada önemli bir soru daha ortaya çıkmaktadır: Organik bir bağlantısı olmadığı halde bir mezhep başka bir mezhebin zihniyet olarak nasıl devamı olabilir? İşte bu çalışma Hâricîliğin devamı olarak nitelenen İbâdîler ile Selefîlerin bu devam oluşlarının mahiyetini, “bir mezhebin devamı” ifadesinin ne anlama geldiğini ve hem bu üç fırkanın birbirleriyle ilişkileri hem de genel olarak fırkalara dair araştırmaların mahiyeti ve metodolojisi ile alakalı meseleleri irdelemeye çalışmaktadır. Bunu yaparken birtakım yargılara varma değil, metodik problemleri gündeme taşıma ve bunların halline dair tartışma ve önerileri provoke etme amacını gözetmektedir.
Research Interests:
İlyas b. İbrahim es-Sinobî, aslen Sinoplu olup ömrünün büyük çoğunluğunu Bursa’da geçirmiş, döneminin en prestijli eğitim kurumlarından biri olan Bursa’daki Sultaniyye Medresesi’nde müderrislik yapmış ve bu görevindeyken vefat etmiş,... more
İlyas b. İbrahim es-Sinobî, aslen Sinoplu olup ömrünün büyük çoğunluğunu Bursa’da geçirmiş, döneminin en prestijli eğitim kurumlarından biri olan Bursa’daki Sultaniyye Medresesi’nde müderrislik yapmış ve bu görevindeyken vefat etmiş, ebedî istirahatine Bursa’da çekilmiş, fakat gerek çağdaşları gerekse de sonrakiler tarafından her zaman “Sînobî” yani “Sinoplu” olarak anılmış bir Osmanlı âlimidir. Kelam, tefsir, Arap dili ve edebiyatı sahalarında eserler yazmıştır. O daha çok İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhu’l-ekber isimli itikada dair meşhur eseri üzerine 865/1460 tarihinde yazdığı ve Fatih Sultan Mehmed’e hediye ettiği şerhi ile tanınır ve bu sebeple kaynaklarda “Fıkh-ı Ekber Şârihi” olarak tanıtılır. Bu şerhin çok sayıda yazma nüshasının mevcut oluşu, eserin Osmanlı ilim çevreleri tarafından büyük kabul gördüğünü göstermektedir. Sinobî’nin kabrinin dönemin seçkin âlim ve ileri gelen kişilerinin gömüldüğü Bursa’daki Zeyniler Kabristanı’nda bulunuyor olması, döneminde sahip olduğu yüksek mevki ve itibara işaret etmektedir.
Bu çalışma, hayat çizgisi Sinop’tan başlayıp Bursa’ya uzanan, Osmanlı’nın kuruluş dönemini tamamlayıp yükselişe geçtiği bir devirde en başta gelen ilim kurumlarından birinde hocalık yapmış bir Osmanlı âlimi İlyas b. İbrahim es-Sinobî’nin, kaynakların verdiği sınırlı bilgiler ve araştırmalarımız sonucunda ulaştığımız bulgular çerçevesinde, hayatı, kariyeri, eserleri, tesirleri ve ilmî konumu üzerinde durmakta ve Sinop ile Bursa’yı buluşturan bu Osmanlı âlimini Sinop ilinin bir değeri olarak tanıtmayı amaçlamaktadır.

ANAHTAR KELİMELER: Sinobî, Bursa, Osmanlı, Fıkh-ı Ekber Şerhi, Zeyniler
Research Interests:
“Doğu Hanefî Fırak Geleneği” tabiri, Doğu İslam dünyasında (Horasan ve Mâverâünnehr) Hanefî ulema tarafından itikâdî fırkaları tasnif ederken ‘73 fırka hadisi’ni ve hadiste geçen 73 rakamını esas almak suretiyle kurtuluşa eren fırka hariç... more
“Doğu Hanefî Fırak Geleneği” tabiri, Doğu İslam dünyasında (Horasan ve Mâverâünnehr) Hanefî ulema tarafından itikâdî fırkaları tasnif ederken ‘73 fırka hadisi’ni ve hadiste geçen 73 rakamını esas almak suretiyle kurtuluşa eren fırka hariç tutulduğunda geriye kalan 72 fırkaya her biri 12’şer alt koldan oluşan 6 sapkın ana fırka belirlemek suretiyle (6x12=72) formülü ile ulaşan fırak türü eserlerin oluşturduğu literatürü ifade etmektedir. Elimize ulaşan en erken örneği Ebû Mutî Mekhûl b. el-Fadl en-Nesefî’nin (ö. 318/930) er-Redd alâ ehli’l-bida’ı olan bu gelenek, Doğu Hanefî ulemanın batıya göçüyle Suriye, Mısır gibi diğer İslam bölgelerinde de tanınmış, hatta Osmanlı döneminde en çok tercih edilen fırka tasnif geleneklerinden biri olmuştur. Tasnifin neredeyse sadece Hanefî ulema tarafından benimsenmesi tasnifin kaynağının Ebû Hanîfe ile irtibatlı olma ihtimalini akla getirmektedir. Nitekim meşhur Osmanlı âlimi Birgivî’ye (ö. 981/1573) nispet edilen Tuhfetü’l-müsterşidîn isimli fırak risalesinde 6x12’lik tasnif Ebû Hanîfe’ye isnat edilmiştir. Bu bilginin nispeten oldukça geç bir tarihte yaşamış birine nispet edilen bir eserde veriliyor olması tasnifin Ebû Hanîfe ile irtibatlandırılmasının bir realiteye işaret etmekten ziyade tasnifi mezhep imamı ile ilintilendirerek meşruiyet zemini kazandırma çabası olarak görülmesine sebebiyet vermektedir. Ancak yine de tasnifin neredeyse yalnızca Hanefî âlimlerce tercih edilmesi Hanefî kimlikle veya Ebû Hanîfe ile bir şekilde irtibatlandırılmasını gerekli kılmaktadır. Üstelik tasnifin kullanıldığı özellikle erken dönem bazı eserlerde Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in ne olduğu şeklindeki soruya Ebû Hanîfe’nin “ne nasb ne rafz, ne cebr ne kader, ne teşbih ne ta’tîl” şeklinde cevap verdiğini aktaran rivayetin geleneğin bazı eserlerindeki 6x12’lik tasnifte yer alan ana fırkaların kimlikleri (Nasıbiyye/Haruriyye-Rafıziyye, Cebriyye-Kaderiyye, Müşebbihe-Muattıla) ile uyuşması tasnifin Ebû Hanîfe ile irtibatlı olduğu veya sonradan Hanefî ulema tarafından irtibatlandırıldığı izlenimini vermekte ve Tuhfetü’l-müsterşidîn’de tasnif ile Ebû Hanîfe arasında kurulan ilişkinin bir gerçekliğinin olabileceği ihtimalini ciddiye almayı gerekli kılmaktadır. Bu tebliğ Doğu Hanefî Fırak Geleneğinin Ebû Hanife ile irtibatlandırılmasının imkânını sorgulayarak geleneğin gelecekte gün yüzüne çıkarılabilecek örnekleriyle doğrulamasının yapılabileceği birtakım tezler ileri sürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ebû Hanîfe, Doğu Hanefî Fırak Geleneği, Birgivî, Tuhfetü’l-müsterşidîn, 73 fırka hadisi, Mürcie
Research Interests:
The most significant and well-known work of Aḥmad Ḍiyāʾ al-Dīn al-Gumushkhānawī in which he expressed his opinions and remarks on Islamic theological groups is Jāmiʿ al-mutūn. Apart from this he has a short Arabic firaq treatise titled... more
The most significant and well-known work of Aḥmad Ḍiyāʾ al-Dīn al-Gumushkhānawī in which he expressed his opinions and remarks on Islamic theological groups is Jāmiʿ al-mutūn. Apart from this he has a short Arabic firaq treatise titled al-Natāʾij al-iʿtiqādiyya as reported by his disciple Ḥasan b. ʿUmar al-Ṣunqūrī in his Zubdat al-ʿaqāʾid. Moreover al-Gumushkhānawī gave this treatise to him on the condition that he translates it into [Ottoman] Turkish and then Zubdat al-ʿaqāʾid came out. Al-Natāʾij al-iʿtiqādiyya whose existence we are aware of through this notice, however was neither available for us until now nor mentioned by name in modern studies concerning al-Gumushkhānawī as one of his works. Luckily our research on a manuscript in the Vahid Paşa Manuscript Library in Kütahya, Turkey drew us to the conclusion that the manuscript is none other than al-Gumushkhānawī’s lost treatise, al-Natāʾij al-iʿtiqādiyya. Although the identity of the author of the treatise is not explicitly written in the text, the title of the treatise is mentioned in the same way as al-Ṣunqūrī referred to and the information he gave about and quotations he made from al-Natāʾij al-iʿtiqādiyya in his Zubdat al-ʿaqāʾid are consistent with the text.
This paper firstly questions the authenticity of the treatise by comparing both al-Ṣunqūrī’s translation and the other kalam-firaq treatise of al-Gumushkhanawī, Jāmiʿ al-mutūn, and then examines the classification of theological Islamic groups made by al-Gumushkhanawī with its sources and characteristics and the tradition it belonged. Through this paper a lost treatise of al-Gumushkhanawī will come to light and be available in the use of researchers.


Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî’nin itikâdî İslam fırkaları ile alakalı görüşlerini açıkladığı en önemli ve bilinen eseri Câmi’u’l-mütûn’dur. Bunun dışında müridi Hasan b. Ömer es-Sunkûrî’nin Zübdetü’l-akâid adlı eserinde bildirdiğine göre, Gümüşhanevî’nin en-Netâyicü’l-i’tikâdiyye isimli küçük hacimli bir Arapça fırak risalesi daha vardır. Nitekim Gümüşhanevî bu eserini Türkçeye tercüme edilmek kaydıyla müridi es-Sunkûrî’ye vermiş ve Zübdetü’l-akâid bu şekilde ortaya çıkmıştır. Varlığından bu vesileyle haberdar olduğumuz en-Netâyicü’l-i’tikâdiyye adlı eserin şu ana dek herhangi bir yazması bilinmiyordu ve bu nedenle Gümüşhanevî üzerine yapılan modern çalışmaların pek çoğunda bu eser zikredilmemekteydi. Ancak Kütahya Vahid Paşa Yazma Eser Kütüphanesi’ndeki yazma eserler arasında bulduğumuz bir yazma üzerinde yaptığımız tetkikler, bizi bu yazmanın Gümüşhanevî’nin kayıp olan fırak eseri en-Netâyicü’l-i’tikâdiyye olduğu kanaatine ulaştırmıştır. Yazmada her ne kadar müellifin ismi geçmemekteyse de içerisinde risalenin ismi tıpkı es-Sunkûrî’nin belirttiği gibi zikredilmekte ve yine es-Sunkûrî’nin eserin içeriğiyle alakalı verdiği bilgiler ve yaptığı nakiller örtüşmektedir.
Bu bildiri öncelikle sözkonusu yazma nüshayı hem es-Sunkûrî’nin tercümesi hem de Gümüşhanevî’nin diğer kelam-fırak türü eseri Câmiu’l-mütûn ile karşılaştırarak onun Gümüşhanevî’ye aidiyetini sorgulamakta, bunun yanı sıra Gümüşhanevî’nin bu risalesinde yaptığı fırka tasnifini incelemeye alarak hangi gelenekten geldiğini, kaynaklarını ve özelliklerini tespit ederek taşıdığı değeri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Bu bildiri vesilesiyle Gümüşhanevî’nin kayıp bir eseri gün yüzüne çıkmış ve ilim dünyasına kavuşturulmuş olacaktır.
This study focuses on the classification of the Islamic theological sects as presented in Abkar al-afkar of Sayf al-Din al-Amidi, the prominent Ash‘arite scholar, by giving a detailed analysis of the book to determine the value of this... more
This study focuses on the classification of the Islamic theological sects as presented in Abkar al-afkar of Sayf al-Din al-Amidi, the prominent Ash‘arite scholar, by giving a detailed analysis of the book to determine the value of this classification and to call attention to the ways in which it differs from other classifications.  To this end, al-Amidi’s classification is compared with some of the heresiographical works of earlier scholars, who wrote within the Ash‘arite tradition and must have been the possible sources of al-Amidi, such as al-Ash‘ari’s Maqalat al-Islamiyyin, Abd al-Qahir al-Baghdadi’s al-Milal wa’l-nihal and al-Farq bayn al-firaq, Abu al-Muzaffar al-Isfaraini’s al-Tabsir fi’l-din, Shahrastani’s al-Milal wa’l-nihal, and Fakhr al-Din al-Razi’s Itikadat firaq al-Muslimin wa’l-mushrikin. The study also aims to investigate the place of al-Amidi and his classification not only within the general genre of classifications of theological groups, but also, and more specifically, within the Ash’arite tradition. 
By doing so, it is hoped to uncover the sources used by al-Amidi  in his classification, and to show, with concrete examples, that it was one of the most preferred and repeated classifications by later Ash‘arite scholars. This line of argument will allow us to talk about, what can be called, an Amidi line within the classifications of theological groups.
Bu çalışma, çeşitli kaynaklarda Molla Fenârî’ye ait olduğu söylenen eserlerin gerçekten ona ait olup olmadığını sorgulamakta ve bir Molla Fenârî Bibliyografyası oluşturma çabasına girişmektedir. Çalışmada öncelikle Molla Fenârî’ye ait... more
Bu çalışma, çeşitli kaynaklarda Molla Fenârî’ye ait olduğu söylenen eserlerin gerçekten ona ait olup olmadığını sorgulamakta ve bir Molla Fenârî Bibliyografyası oluşturma çabasına girişmektedir. Çalışmada öncelikle Molla Fenârî’ye ait eserlerin genel özellikleri, ona nispet edilen eserlerde karşılaşılan aidiyet problemleri ve bunların çözümüne dair bazı ipuçları sunulmuştur. Çalışmanın önemli bir yekününü tutan bibliyografya denemesi, Molla Fenârî’nin matbu haldeki eserleri, yazma halindeki eserleri, varlığını çeşitli kaynaklardaki atıflardan öğrendiğimiz, ancak elimize nüshası ulaşmamış eserleri şeklinde üç alt başlıkta ele alınan, ona ait olduğunu kesin olarak bildiğimiz veya en azından aidiyet konusunda şüphelerin en düşük olduğu eserlerini; sonrasında aidiyeti hususunda kesin bir hükme varamadığımız, şüpheli ve tartışmalı noktaların bulunduğu eserleri ile yanlışlıkla Molla Fenârî’ye nispet edilen eserleri içermektedir. Bu bilgiler çeşitli kaynaklar karşılaştırılmak suretiyle ve daha önemlisi başta İstanbul kütüphaneleri olmak üzere Türkiye’deki çeşitli kütüphanelerde bulunan Molla Fenârî adına kayıtlı yazmaların incelenmesiyle şekillenmiştir. Aidiyeti şüpheli olan veya yanlışlıkla nispet edilen eserlerde bunların sebepleri ve ulaşılan hükümlerin delilleri serdedilmiştir. Son olarak bibliyografyaya Fenârî’ye ait olan icazetname, mektup, vakfiye vs gibi birtakım dokümanlar hakkında kısa bilgiler içeren bir bölüm ve merkezinde Türkiye’deki çalışmalar olmak üzere Molla Fenârî hakkında yazılmış kitap, tez, makale gibi modern çalışmaların bir listesi ilave edilmiştir.
Çalışma Molla Fenârî hakkında araştırma yapanlar için onun eserleri hakkında sağlıklı bilgiler sunmak ve temel bir referans kaynağı olmak amacındadır.


This paper deals with the attribution problem about the works attributed to Molla Fanārī in various works which includes information about him, and questions whether or not each of them belongs to him. In doing so, firstly, it talks about the characteristics of Molla Fanārī’s books which is definitely known to have belonged to him, some problems encountered in this research, and some clues to solve them.
Also the paper attempts to compose a bibliography on Molla Fanārī. This bibliography as the main part of the paper consists of three main parts:
1. The works we surely know or have only small doubts under three sub-divisions: (a) printed works – (b) unprinted works (manuscripts) – (c) works which we know through references in various books, but are not extant to us. 
2. The works whose belonging to Fanārī is spurious or suspicious.
3. The works mistakenly attributed to Fanārī
To reach a conclusion about the status of each work attributed to Molla Fanārī, i compared different sources and more importantly examined on the manuscripts existed in the Turkish manuscript libraries, especially those ones in Istanbul. Also i stated the reasons or arguments regarding to the spurious, or mistakenly attributed works.
Finally i added short information about some documents i.e. permissions (ijāzatnāma), letters, foundation (waqf) records connected to or signed by Fanārī, and a list of modern works (dissertations, books, articles etc.) done on Molla Fanārī particularly in Turkey.
This paper aims to give accurate data on the works of Molla Fanārī, and to be a reference source for scholars who will study on this prominent Ottoman scholar.
Research Interests:
"On 12-14 November 2009, the Centre of Islamic Studies at the School of Oriental and African Studies (SOAS), University of London, hosted a conference entitled “The Qurʾān: Text, Interpretation and Translation”, during which a total of 35... more
"On 12-14 November 2009, the Centre of Islamic Studies at the School of Oriental and African Studies (SOAS), University of London, hosted a conference entitled “The Qurʾān: Text, Interpretation and Translation”, during which a total of 35 papers were presented in English over eleven sessions. This series, which has been running biennially since 1999, aims to bring together academics from a number of Qurʾān-related disciplines and provide an ongoing forum to investigate the ways in which we read, understand, interpret, debate and represent Qurʾanic discourse..."
(First Paragraph) Takfīr, the act of accusing an individual or group that self-identifies as muʾmins/believers of in fact being kāfirs/unbelievers because of their beliefs and/or acts, is not simply a practice of nam-ing. Rather, it has... more
(First Paragraph)
Takfīr, the act of accusing an individual or group that self-identifies as muʾmins/believers of in fact being kāfirs/unbelievers because of their beliefs and/or acts, is not simply a practice of nam-ing. Rather, it has serious theological, legal, and social consequences. Thus branding someone as an unbeliever entails that that person will be subject to the special laws governing unbelievers, including prohibitions against marrying or remaining married to a Muslim, inheriting from a Muslim, being buried in a Muslim graveyard when he/she dies, and so on. Therefore, the practice of takfīr should not be undertaken lightly. It should be kept in mind that the act of naming someone as kāfir in takfīr is a label given by the other, and is not a self-appellation. Faith and unbelief are, however, inner states, and cannot be known by other individuals. To declare that someone is an unbeliever is to claim to know his/her inner beliefs, sincere thoughts, and feelings. However, how could that be possible for a human being? If it is not possible, why issue the accusation of unbelief? Because takfīr is a useful weapon, which allows someone to get rid of his/her op-ponents instead of having to encounter them intellectually. Declaring that someone is an unbeliever trivializes what that person says or suggests regarding religious issues.
İslam dünyasında ortaya çıkan siyasî-itikadî mezhepleri tasnif etmek ve buna dair fırka listeleri oluşturmak erken dönemlerden itibaren Müslüman âlimlerin ilgi konularından biri olmuştur. Bu bağlamda fırkaları tasnifte geliştirdikleri... more
İslam dünyasında ortaya çıkan siyasî-itikadî mezhepleri tasnif etmek ve buna dair fırka listeleri oluşturmak erken dönemlerden itibaren Müslüman âlimlerin ilgi konularından biri olmuştur. Bu bağlamda fırkaları tasnifte geliştirdikleri formülasyonları, dayandıkları bilgi malzemesi, fırkaları ele alış tarzı ve metodu gibi hususiyetlerde kendine özgü yol çizen birtakım fırak geleneklerinin varlığı ileri sürülmüştür. Bunlardan biri Horasan ve Mâverâünnehr bölgesinde özellikle Hanefî ulema arasında neş’et etmiş ve daha sonra bu ulemanın Batı’ya doğru göçüyle buralara taşınmış ve birçok örneği kendisini özellikle Hanefî ve/veya Mâturîdî olarak niteleyen müelliflerce verilmiş “Doğu Hanefî Fırak Geleneği” veya “Hanefî-Mâturîdî Fırak Geleneği” şeklinde isimlendirilen fırak geleneğidir. Bu geleneğin tümüne ve/veya bu geleneğin ürünü olan bazı kitap ve risalelere dair birtakım akademik çalışmalar gerçekleştirilmiş ve bazı tespit ve mülahazalar serdedilmiştir. İşte bu çalışma buna bir katkı sunma amacına matuftur.
“İslam Literatüründe İtikadî Fırka Tasnifleri” başlıklı doktora tezimiz esnasında bu fırak geleneğine ve ürünlerine dair gerçekleştirdiğimiz derinlemesine araştırmalar neticesinde ulaştığımız birtakım yeni tespitleri, geçmişte yapılan bazı tespit ve yorumlara getirdiğimiz düzeltme önerileri ve eleştirileri, bunun yanı sıra yeni iddia ve mülahazaları da bu tebliğ vesilesiyle bilim dünyası ile paylaşmayı arzu etmekteyiz. Bu bağlamda geleneğin Ebû Hanîfe ile irtibatlandırılabilme imkanı, geleneğin elimize ulaşan en erken örneği olan Ebû Mutî Mekhûl en-Nesefî’nin er-Redd’inin geleneğin aynı zamanda ilk örneği olup olmadığı, Nesefî’nin mezhebi kimliği ve bu kimliğin tasnife etkileri, geleneğin fırka tasnifindeki ana fırkaların kimlikleri, geleneğin içerisinde birbirinden farklılaşan alt geleneklerin mevcudiyeti, geleneğin bilinen örneklerinden biri olan Irakî’nin kimliğine ve eserine dair yeni bulgular, geleneğin tespit ettiğimiz yeni örnekleri gibi meseleler ortaya konulup araştırmacıların ilgi ve müzakeresine açılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Fırak Geleneği, Mezhep, Doğu Hanefi, Maturidiler, Fırka, Mekhûl en-Nesefî, el-Irakî
Research Interests:
İslâm toplumunda ortaya çıkan itikadî ve siyasî fırkalara dair mâlûmatı toplamak, bu fırkalarla görüşlerini çeşitli şekillerde tasnif etmek ve kimi zaman 73 fırka hadisine referansla söz konusu rakamla uyumlu fırka listeleri oluşturmak... more
İslâm toplumunda ortaya çıkan itikadî ve siyasî fırkalara dair mâlûmatı toplamak, bu fırkalarla görüşlerini çeşitli şekillerde tasnif etmek ve kimi zaman 73 fırka hadisine referansla söz konusu rakamla uyumlu fırka listeleri oluşturmak hemen her fırkadan âlimin çok erken dönemlerden itibaren ilgileri arasında yer almıştır. Bu bağlamda Eş‘arî müelliflerin önemli bir yeri bulunmaktadır. Ana fırkalar ile bunların alt kollarının gerek kimlikleri gerekse de sayıları bakımından birbirinden farklılaşan çeşitli fırka tasniflerinin oluşturulduğu Eş’ari fırak geleneği içerisinde belli bir dönemden sonra özellikle bir fırka tasnifinin standartlaştığı ve çokça tekrar edildiği görülmektedir. Bu, Seyfeddîn el-Âmidî’nin Ebkâru’l-efkâr’ının son kısmında yer verdiği, aslında Abdülkâhir el-Bağdâdî’nin el-Fark beyne’l-fırak’ı ile Ebû’l-Feth eş-Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal’inden çokça istifade etmekle birlikte kendi tasarrufları ile oluşturduğu tasnif olup sonraki dönemlerde sadece Eş‘arîler tarafından değil, diğer Sünnî grupların yanı sıra Şiî, İbâzî gibi Sünnî olmayan fırkaların mensubu müellifler tarafından da ve hususan işaret etmek gerekirse Osmanlı ulemâsınca en çok tekrar edilen fırka tasniflerinin başında gelmektedir. Bu durumun gerisinde ise Âmidî’nin bu tasnifini el-Mevâkıf isimli kelâm eserinin sonuna ek (tezyîl) olarak ve muhtasar bir şekilde ekleyen Adudüddîn el-Îcî bulunmaktadır. Böylece Îcî, Âmidî’nin fırka tasnifini muhtasar olarak nakletmek suretiyle aslında fırak literatürü açısından küçük ve önemsiz görünen, ancak gerek kendi ilmî şahsiyeti ve eserleri gerekse de Kirmânî ve Cürcânî gibi kudretli şârihleri vasıtasıyla “İslâm düşüncesi ve özellikle Osmanlı ilim anlayışı üzerinde kalıcı bir tesir bırakan” bir âlim karizmasıyla sonraki dönemin en çok tekrar ve tercih edilen bu tasnifin meşhur hâle gelmesine vesile olmakla etkili bir katkı yapmıştır.
Research Interests:
Research Interests:
Classifying theological Islamic dissidents/sects and their views has been a scholarly activity for Muslim scholars from the earliest times. Under the influence of the functional content of the 73-sect ḥadīth saying that the Muslim... more
Classifying theological Islamic dissidents/sects and their views has been a scholarly activity for Muslim scholars from the earliest times. Under the influence of the functional content of the 73-sect ḥadīth saying that the Muslim community will be divided into 73 sects, firaq lists with 73 items appeared and has gained currency as a religious literary genre until now. Ottoman scholars, too, wrote books and treatises including such these lists. When the related literature during the Ottoman time is examined, two main firaq lists was widely referred to and frequently repeated: One is the list made by an Ashʿarī scholar Sayf al-Dīn al-ʿĀmidī (d. 631/1233) in his Abkār al-afkār, which Ottoman scholars mostly became aware of it through writings of ʿAḍuḍ al-Dīn al-Ījī and al-Jurjānī. The other is the list of a Ḥanafī scholar ʿUmar al-Nasafī (d. 537/1142) in his tafsīr, which is a list abridged from that of Abū Muṭīʿ Makḥūl al-Nasafī’s firaq work, al-Radd ʿalā l-ahwā. Consequently, Ottoman firaq tradition was largely dominated by both Ashʿarite and Eastern Ḥanafite Firaq Traditions. The present paper will examine the samples and characteristics of Ottoman firaq tradition with special reference to the two mentioned influential firaq lists. Also it will point out the fact that there was not almost any influence of Fakhr al-Dīn al-Rāzī’s firaq works on Ottoman firaq tradition although al-Rāzī was a surely determinative figure on Ottoman religious thought, and will briefly discuss the reasons behind it.
Research Interests:
Rahmet ve Çatışma Bağlamında İslam Mezhepleri Sempozyumu [Symposium on Islamic Religious Groups in the Context of Mercy and Conflict], 25-27 Mart 2016, Karaman.
Research Interests:
Research Interests:
İlyas b. İbrahim es-Sinobî, Sinop’ta dünyaya gelmiş, ömrünün büyük çoğunluğunu Bursa’da geçirmiş, Bursa’daki Sultaniyye Medresesi’nde müderrislik yapmış ve Bursa’da vefat etmiş bir Osmanlı âlimidir. Kelam, tefsir ve edebiyat sahalarında... more
İlyas b. İbrahim es-Sinobî, Sinop’ta dünyaya gelmiş, ömrünün büyük çoğunluğunu Bursa’da geçirmiş, Bursa’daki Sultaniyye Medresesi’nde müderrislik yapmış ve Bursa’da vefat etmiş bir Osmanlı âlimidir. Kelam, tefsir ve edebiyat sahalarında eserler yazmıştır. O daha çok İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhu’l-ekber isimli itikada dair meşhur eseri üzerine 865/1460 tarihinde yazdığı ve Fatih Sultan Mehmed’e hediye ettiği şerhi ile tanınır. Bu şerhin çok sayıda yazma nüshasının mevcut oluşu, eserin Osmanlı ilim çevreleri tarafından büyük kabul gördüğünü göstermektedir. Sinobî’nin türbesinin Bursa’da Zeynîler Kabristanlığı’nda bulunuyor olması, bu kabristanlığın Zeynîler tarikatıyla olan bağlantısı göz önünde alındığında Sinobî’nin tasavvufî hayatla da irtibatı olan ve fıkıh, kelâm gibi zâhirî ilimlerle tasavvufî neşveyi kendisinde birleştiren Osmanlı ulema tipinin klasik bir örneğini yansıttığı söylenebilir.
Bu bildiri, hayat çizgisi Sinop’tan başlayıp Bursa’ya uzanan, Osmanlı’nın kuruluş dönemini tamamlayıp yükselişe geçtiği bir devirde en başta gelen bilim kurumlarından birinde hocalık yapmış bir Osmanlı âlimi İlyas b. İbrahim es-Sinobî’nin ilmî kariyerini, eserlerini ve hakkında bilinenleri ele almakta ve Osmanlı ilim hayatında meşhur olmasını sağlayan Fıkh-ı Ekber Şerhi’nin özellikleri, önemi ve etkisi üzerinde durmakta ve Sinop ile Bursa’yı buluşturan bu Osmanlı âlimini Sinop ilinin bir değeri olarak tanıtmayı amaçlamaktadır.
Background of A Criticism: Bursawī’s ideas on the religious status of the Prophet’s parents and his uncle, Abū Ṭālib, and An Inquiry into the causes of the criticisms directed against him concerning those ideas The issue of the... more
Background of A Criticism: Bursawī’s ideas on the religious status of the Prophet’s parents and his uncle, Abū Ṭālib, and An Inquiry into the causes of the criticisms directed against him concerning those ideas

The issue of the religious status of the Prophet’s parents and those who protected him such as ʿAbd al-Muṭṭalib and Abū Ṭālib has become an interest of Muslims. Given that His parents and grandfather died before Islam, and his uncle died as unbeliever according to most of reports, Muslim scholars have suggested different ideas on whether they died as believer, or as unbeliever, or that silence is the best way. Adopting as a basic principle the doctrine of al-Nūr al-Muḥammadī that is the first thing created by God and transferred in the generations from Adam to the Prophet, Sufis and Ismāʿīl Ḥaqqī al-Bursawī as a Sufi assert that the Prophet’s parents are believers/muʾmin. Bursawī’s view on Abū Ṭālib, however, is different. Accepting ʿAbd al-Muṭṭalib as muwaḥḥid since he left polytheism he followed in the earlier times of his life, Bursawī emphasizes that Abū Ṭālib died as unbeliever. Regarding his view, some Sufi groups particularly Bayramī Malāmīs and Shams branch of Mawlawiyya severely criticized and declared even not to visit his grave.
This presentation first briefly mentions the different ideas and their basic arguments about the religious status of the Prophet’s parents and Abū Ṭālib throughout the history of Islam, and then tries to explore the views of Bursawī on this issue through his books such as Silsila-nama-i Jalwatī, Farāḥ al-Rūḥ/Sharh al-Muḥammadiyya and Rūḥ al-bayān and also the criticisms directed against him. It aims to inquire the background of these criticisms by noting that they are not simply about Bursawī’s ideas on the issue, but rather related to the character of the relationship Bursawī and the groups who criticized him, Bayramī Malāmīs and Shams branch of Mawlawiyya.

Özet

Hz. Peygamber’in anne ve babasının, kendisine kol kanat geren dedesi Abdülmuttalib ve Ebû Tâlib’in dinî ve uhrevî durumları Müslümanlar tarafından merak konusu olagelmiştir. Zira Hz. Peygamber’in ebeveyni ve dedesi İslam gelmeden önce vefat etmiş, amcası Ebû Tâlib ise çoğu rivayete göre iman etmeden ölmüştü. Konu hakkında âlimler farklı kanaatler serdetmiş, kimisi ebeveyn-i resulün mümin olduğunu, kimisi kâfir olarak öldüğünü, kimisi de haklarında konuşulmaması gerektiğini söylemiştir. Allah’ın ilk yarattığı şeyin Hz. Peygamber’in nuru olduğu ve bu nurun Hz. Adem’den Hz. Peygamber’e değin nesilden nesile aktarılageldiği şeklinde “nur-i muhammedî” prensibini en temel öğretilerinden biri olarak gören mutasavvıflara ve dolayısıyla İsmail Hakkı Bursevî’ye göre ebeveyn-i Resul mümindir. Fakat Bursevî’nin Ebû Tâlib konusundaki kanaatini farklıdır. Abdülmuttalib’in başlangıçta şirk inancındayken daha sonra bunu terk edip muvahhid olduğunu kabul eden Bursevî, Ebû Tâlib’in küfür üzere öldüğünü kesin bir dille ifade eder. Bu görüşü sebebiyle özellikle Bayramî Melâmîleri ve Mevlevîlerin Şems kolu onu şiddetle eleştirir ve kabrinin dahi ziyaret edilmemesi gerektiğini söyler.
İşte bu bildiri, öncelikle ebeveyn-i Resul ve Ebû Tâlib konusundaki İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan farklı görüşleri ve bunların temel tezlerini öz bir şekilde sunduktan sonra özellikle Bursevî’nin bu konudaki görüşlerini bahis konusu ettiği Silsilenâme-i Celvetî, Ferahu’r-rûh/Şerhu’l-Muhammediyye, Rûhu’l-Beyân gibi eserlerinden derlemeye ve bu hususta ona yöneltilen eleştirileri tespit etmeye çalışacaktır. Bu eleştirilerin Bursevî’nin sadece ilgili konudaki görüşleri sebebiyle olmayıp Bursevî ile bu eleştiriyi yönelten gruplar olan Bayramî Melâmîleri ve Mevlevîlerin Şems kolu arasındaki ilişkilerin mahiyeti ile alakalı durumlara dikkatleri çekerek Bursevî’ye yöneltilen bir tenkidin arka planını sorgulamaya gayret edecektir.
Islam has had its own heresiology and heresiologists. Although it is well known that Islam has no Church-type or ecclesiastical council with an authority to determine a universally accepted dogma, it does have a consensual orthodoxy.... more
Islam has had its own heresiology and heresiologists. Although it is well known that Islam has no Church-type or ecclesiastical council with an authority to determine a universally accepted dogma, it does have a consensual orthodoxy. Classical Muslim Heresiography dedicated to describing and cataloguing dissidents provides us with a rich genre on a number of heresiological movements in the early Islam. Ibāḍī heresiology is one striking example of this heresiography. Al-Kashf wa-l-bayān is a well known example of Ibāḍī heresiography. Written by Abū ʿAbd Allāh Muḥammad b. Saʿīd al-Qalhātī, an Omanī-Ibāḍī scholar of the 6th/12th to early 7th/13th centuries, it has received much attention by scholars who specialize in Ibāḍism. Among various topics treated in al-Kashf, al-Qalhātī devotes a chapter that proposes a classification of heretical groups, designed according to the number 73 that refers to the ḥadīth concerning 73 sects. It is recognized here that it has a remarkable similarity with al-Shahrastānī’s al-Milal wa-l-niḥal. Based on this similarity, K. Lewinstein suggested that al-Qalhātī is one of the main sources of al-Shahrastānī as the result of sharing the conviction of his supervisor Michael Cook, arguing that al-Qalhātī is a scholar of 5th/11th century. The later studies and new findings, especially J. Wilkinson’s, have proven that al-Qalhātī lived after al-Shahrastānī, making the latter the unacknowledged source of the former. Recently J. van Ess in his bulky volume on Islamic heresiography provided an analysis on al-Qalhātī’s heresiological account. This paper will attempt to identify the sources of al-Qalhātī in his heresiological classification, particularly in its parts with regard to Khawārij and Ṣifātiyya/Ḥashwiyya, which appear to utilize other sources different from al-Shahrastānī. It will also explore the characteristics of this classification by comparing and contrasting the similarities and differences with other examples of Islamic heresiography. In doing so, the paper attempts to show the shifts occurred in the Ibāḍī heresiography such as the shift from a kind of ‘thematic’ presentation of sīra books to the ‘schematic’ structure of al-Qalhātī, which is common in other heresiographical traditions like Ashʿarites’,  Ḥanafites’, and others. Consequently it is hoped that the discussion in this paper will reveal the sources and references of an Omanī-Ibāḍī author of 6th-7th/12th-13th century in heresiography.
Research Interests:
Heresy is probably as old as human history. Heresy and Orthodoxy are two sides of the same coin when we speak about religions. Although the concepts of “orthodoxy” and “heresy” in Islam do not have the same meaning, content and... more
Heresy is probably as old as human history. Heresy and Orthodoxy are two sides of the same coin when we speak about religions. Although the concepts of “orthodoxy” and “heresy” in Islam do not have the same meaning, content and connotations as they do in Christian context, early Islam too provided a fertile ground for the development of a significant literature of Islamic heresiography dedicated to describing and classifying the theological dissidents. It is however well known that Islam does not have any 'church'-like institutional authority that defines what is right/orthodox or wrong/heretical. Nevertheless it is significant that some kind of heresiography has emerged within the theological tradition of Islam. The result was a vast literary genre (maqālāt) that has described, criticised and classified about almost all Muslim theological groups/sects. In the modern period, Islamicists have shown special interest in this classical Islamic heresiographical works, nevertheless, most of which have focused on selected samples from Islamic heresiography not on heresiographical classifications as a whole. This paper attempts to explore heresiographical classifications made in not only theological works but in all major disciplines of Islamic studies by comparing and determining similarities and differences which enables to propose that there are more than one 'tradition' of classifying heresies in Islamic literature, and that each classification has its own distinctive features in form, method, content and material. It also seeks answers to questions of when, why and how they emerged and what functions they served, and describes their characteristics some of which are regarded as deficiency by modern scholarship.
Research Interests: