[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
OLMAK YA DA OLMAMAK! OLMAK, pişmek, demlenmek, fermente olmak, mayalanmak, dönüşüm kavramları ile de tanımlanan bir sürecin adıdır. Olmak süreci nedir? Olmak süreci kişide ne zaman ve nasıl başlar? Olmak sürecinden haberdar olanlar ile haberdar olmayanlar arasındaki farkın bugün yaşadığımız dünyadaki yansımaları nelerdir? Bilgi kaynakları iç ve dış kaynaklar olarak değerlendirildiğinde, birisi dış / zahir kaynaklar ki; internet, tv, basın yayın organları, hikaye, şiir, değiş, masal gibi sözlü aktarımlar, bu kaynaklardan gelen bilgi duyu organlarına ve akla hitap eder akıl kıyas etme, sınıflandırma, tartma işlevleri görür. İçsel kaynak, yani özden gelen bilgi, bu bilgi kaynağı ideal insan yapısı ÂDEM’in kurulum dosyalarını ihtiva eden mikroçip (SIR)’dır. Ancak bu mikroçip her insanda mevcut olmakla beraber birçok insanda aktif halde değildir. Babanın anne karnına gönderdiği nutfede mevcut olan bu mikroçip, insanın hayat denilen “bios pili”nin enerjisi tamamen tükenmeden aktif hale gelmesi ile insan bedeninde Âdem’in yaradılış süreci başlar. Peki, Âdem’in kurulum dosyalarını aktif hale getirecek olan süreç nasıl başlar, bu sürecin başlaması kalbe yapılacak bir dokunuş ile mümkün müdür? Bu durum tıpkı insanın ergenliğe ulaştığında kendi vücudunda keşfettiği değişimler gibi olup yaşanmadan bilinemez. Ruhsal ergenliğe ulaşıp halvete girip bu halvetin meyvesine gebe kalmadıkça bizim burada ne demek istediğimizin anlaşılması çok güçtür. Bu olma sürecine giden yollar birçok insan için sır olarak tanımlanmıştır. Bunun sebebi bu gizli bilgi ruhsal ergenliğe adım atanların ancak idrak edebileceği bir bilgi olmasındandır. Yoksa gizli bir kitabı vs. yoktur. Eğitimi öğretisi her şeyi ile aleni ve ortada olmakla beraber ruhsal olgunluk devresinde olmayanların anlayamamasından dolayı bu durum onlar için bir sır niteliğindedir. Örnek verdiğimizde sanırım bu işin sır olmadığı, ancak niçin anlaşılamadığı daha iyi idrak edilecektir: 21 yaşındaki bir insana sevgili ile karşılıklı duyulan sevgi aşk halvet beden anlatılırsa anlayacağı şey başka olur ve bu durumlar onun için pekte sır sayılmaz çünkü hormonal ve fiziksel düzeyde bunları yaşamaya hazır haldedir. Ancak henüz ergenliğe girmemiş birisi bu bilgileri, eline istemeden geçen bir kaynaktan işitir veya okur ise onun anlayacağı şeylerin çoğu onun için sır olma durumunu korur. İşte bizlerin antik ve ezoterik bilgi merkezlerinde yani Çin, Nepal, Hindistan, Katmandu, Eski mısır, Mezopotamya, Orta Asya stepleri, Afrika’nın bazı yerlileri, Güney Amerika kabileleri arasında kaybolup gittiği ya da bugün halen varsa yine bizim ülkemizden çok uzaklarda böyle yerlerde olabilir diye düşündüğü öğreti hemen yanı başımızda olabilir ancak ruhsal ergenliğe adım atılamadığı zaman bu bilgiler için henüz hazır değiliz ve bu öğretiler bizden çok uzaktadır. Peki bu eski öğreti merkezlerinin İslam ile ne ilgisi vardır? “Hz. Muhammed’e (s.a.s.) daha öncekilerden farklı bir şey vermedik” denilmektedir ayrıca İncil, Tevratı, Kuran ise İncil ve Tevratı kapsayıcıdır. “Bizim uyarıcı göndermediğimiz bir topluluk yoktur” ayetinden de anlaşılacağı üzere Bir’in uyarısı bir topluma başka bir diğer topluma başka olabilir mi? Bu bilgilerin gizli olduğu ve bizlerden uzak olduğu algısı; böyle bir varoluş ve dönüşüm sürecine girerek sır denilen bilgiyi alacak ve hazmedecek bir hazır bulunuşluk olgunluğuna erişememiş insanlar için böyledir. Evet onlardan bu bilgi çok çok uzaklarda bir yerdedir. Adeta ulaşılamaz bir ütopyadır. Bu olmaklık sürecine dâhil olabilmesi için, insanın bir hazırlık evresine dâhil olması gerekir. Bu hazırlık aşaması hayatın içinde bizzat toplum içinde gerçekleşir. Bu hazırlık aşamasını en çok hızlandıran şey ise aşktır kalpteki mikroçipi harekete geçirecek uyandıracak başlatma düğmesidir adeta aşk. Ruhsal ve varoluşsal dönüşüm/olmaklık sürecinin eğitiminin yapıldığı yüksek enstitünün kayıtları; liyakat ile ve toprak olan bedenin içinde saklı; gönül de denilen cevherin işlenmeye hazır oluşu ile bağlantılıdır. Fakültelerde bu işin olsa olsa sadece bilgisi ezberlenebilir olmak süreci başka bir şeydir, bu tıpkı sütün ve mayanın olmadığı bir yerde, bir sütün nasıl yoğurda dönüşeceğinin bilgisini kitabi olarak öğretip ezberletip sonradan gelen nesillere aktarmaya benzer işte fakülteler medreseler bunu yapmaktadır. Bu bilgi oradaki insanlarda mevcut olmasına rağmen yoğurdu hiç tatmamış hiç görmemiştirler. Süt sende mevcut mayayı ara bul ve sana maya çalınmasına izin ver ki ne demek istediğimiz anlaşılabilsin. Maya çalma işleminin yeri dergahtır maya çalma yetkisi olanın oturduğu yer de dergahtır. Bektaşi Tevhid Babası Hoca Nasreddin’in göle maya çalması ise ALLAH’ı okumuş ezber etmiş şeriat âlimi olan GÖL’e Allah mayası çalmak gibidir. Göl hiç maya tutar mı hoca? Ya tutarsa? Kişi irfan ehlinin hal ilmine arif kişinin yanına varınca yani arif rabbine sorar bu kütüğü işlesek bir şaheser çıkar mı diye? Hakk arife mana dili ile veya direkt konuşma ile hitap ederek o odunun halinden haber verir. Yani kütük talep etse dahi bu olmaklık sürecine dâhil edilmesi ve ondan bir eser meydana gelmesi söz konusu olmayabilir. Hakkın muradının ne olduğunu da ancak Hz. Süleyman’ın kuşdilini bilen arif bilir. Din kavramı toplumların dürüst, düzenli, saygılı, mutlu bir şekilde yaşaması için günümüzde kullanılmakta olup esas amacı bu olguların hiçbirisine dayanmaz. Dinin amacı bunlar değildir. Dinin olmadığı toplumlar gayet düzenli dürüst saygılı bir yaşam tarzını ortaya koyabilirler. İnsan evren de dediğimiz rahîmin içindeki yumurtanın adıdır. Döllenmeye hazır hale geldiklerinde bu ilahi yumurtalar Rahmana mazhar Kamil insan ile buluşarak ilahi bir teveccüh yolu ile döllenme gerçekleşir ve gebelik başlar üç karanlık evre sonunda gerçekleşen İsa’nın doğumu ve akabinde doğuşu gerçekleşenin gelişimi devam ederek Muhammedi bir ergenlik ile HABİBİM sevgilim hitabına mazhar olma işlemlerinin tümünün tarifinin toplamına DİN denir. Olmak bir halin yani olmamışlığın zıttı olan hali ifade etmektedir. Olmuşun hali ile olmamışın ne kadar olmadığının bilgisini ve ölçüsünü hal ilmine sahip olan kişi bilir. Bu kişi bu hal ilmini kitaptan değil olmak halinin aşamalarını geçerek HALLENME tecrübesi ile elde etmiştir. İlmi hal bilgisi kişinin bedeninin ibadeti abdesti nasıl yapacağının yani ritüellerin tarif kitabı değildir. İlmi hal ehli; olmaklık sürecine girecek olan kişiyi sezme, bu sürece dâhil olacak kişinin ne zaman dâhil edilmesi gerektiği, sürece girmiş kişinin halleri, bu sürece girmiş kişinin hangi aşamada olduğu ve yeni aşamalara geçiş için bir önceki oluşumunu tamamlayıp tamamlamadığı bilgilerine haiz kişilerin, hal ehlinin ünvanıdır. İnsanın içindeki mikroçipin işlevsel hale geçmesinin aşamaları Kuran’da mevcuttur. Ancak insanlar bu mikroçipi çalıştırıp aşama aşama kurulumu gerçekleştirmedikçe Kuran’ın gerçek manasını anlamaktan çok uzaktırlar. Hatta ayetler arasında çelişki olduğunu bile düşünebilmektedirler. Çünkü olmaklık sürecinin her aşamasının karşılığı bir ayet mevcuttur. O bakımdan insan-ı Kamil’e YÜRÜYEN KURAN ya da KONUŞAN KURAN (Kuran-ı Natık) denilir. İlmi hal dilinin farklı olduğu Süleyman kıssasında “biz ona kuşdilini öğrettik”, Yusuf kıssasında ise Yusuf’un rüya yorumlaması olarak sembolize edilmiştir. İnsanların anlayabilmesi için kuşdili ile ya da rüya tabiri ile sembolize edilmiş olan bu örtülü dili bilen kişi; OLMAK adayının oluş sürecindeki hangi hallerde olduğu ve bir sonraki hale geçiş aşamalarını bu dilden tercüme ederek OLMAK yolcusunun yabancı olduğu yolda ona REHBER’lik eder. Yusuf’un kuyudan çıkmak için KENAN İLİNDEN GELEN KERVAN’ın ipini kuyuya sarkıtması ile buluşma ve kuyudan çıkarak Mısır’da zindana girip orada belli bir olmaklık merhalesinden geçerek Hz. Yusuf’un Rüya yorumunu öğrendikten sonra Mısır’a sultan olması gerçekleşir. Yusuf artık Hazret olmayı hak etmiştir. Olmak sürecinin bir takım merhalelerini geçenlere verilen nişandır HAZRET nişanı. Bu merhalenin ardından tamamlanan bir merhale daha var ki orada SULTAN nişanı ile işaret edilir kişi. İşte Allah dostlarına Sultan lakabının takılması onların devlet adamlığından değil bu kıssadaki merhaleleri olmaklık, dönüşmek, mayalanmak aşamalarını tamamlamaları nedeniyledir: Pir Sultan Abdal, Emir Sultan, Eyüb Sultan, Karaca Ahmed Sultan, Nesimi, Hallacı Mansur, Muhittin Arabi, Hacı Bektaşi veli ve nice diğer sultanlar Kuran ayetlerinin kendilerinde tecelli ederek yaşayan Kuran olmuş kişilerdir. Kâğıda basılı Kuran’ı ezberleyene hafız diyoruz o zaman bir flaş disk en güzel hafızdır. Gerçek hafız Kuran ayetlerini ezberleyen değil tüm vücudunda ayetlerin OLMAK sürecinde peyderpey tecelli ettiği kişiye denmez mi? “terk edip namu nişanı giy bu melamet hırkasın Bu melamet hırkasında nice SULTANLAR gizlidir” Bir kervan her an sizin de yanınızdan geçmektedir. Sadece kervanın ipine tutunanlar kuyudan çıkma şansına sahip olacak ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayetinin tecellisi gerçekleşecektir. Ayetleri ezberlemek ile yaşamak arasında çok fark vardır. Ben şahidim ki Allah’tan başka ilah yoktur sözünü okumak ve ezberlemek için mi bu dünyadayız yoksa Allah’tan başka ilah olmadığına şahit olmak için mi? İlmi ezberleyerek öğrenmek olmak süreci değildir! Üzerine basa basa vurgulamak istiyorum gerçek bilgiye ulaşmak okuyarak öğrenmek ve ezber etmek ile mümkün değildir! Kadın ve Erkeğin İLİM öğrenmesi İslam dininde farzdır. İnsana farz olan ilim ezberlemek değil OLMAK sürecinin talim edildiği ilimdir. Yani OLMAK ile BİLMEK farklı kavramlardır: OLMAK sürecine bir başka örnek: İki gül tohumu olsun elinizde birini okula fakülteye gönderelim gül olmak ile ilgili her türlü bilgiyi ezberlesin. Bu gül tohumu sizce gül oldu mu şimdi? Yoksa gül olmayı ve gülün nasıl bir şey olduğunu mu ezberledi? Sonra diğer gül tohumunu ise bir bahçıvana emanet edelim ve O bahçıvan onu toprağa eksin sulasın ve o kupkuru tohum yeşersin ve gül OLSUN, işte O bahçıvan OLMUŞ bir zattır ve olmanın merhalelerini geçtiği için bizatihi kendisi OLMAKLIK bilgisine ve tecrübesine sahiptir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin Şems ile karşılaşmadan önceki mesleği MÜDERRİSLİKTİR: Fıkıh, Kelam, Tefsir, Hadis, ilimlerine vakıf, özetle bugünün önde gelen uzman ilahiyat profesörüdür yaşadığı dönemde. Peki, niçin bu kadar ilimle uğraşan birisi kitaplar ile olmaklık sürecine girmemiştir? Niçin bir ŞEMS ihtiyacı duymuştur çünkü Şems sütünü mayalamış, OLMAK sürecini tamamlamış ve bir başkasını da mayalamaya muvaffak olmuştur. İşte gerçek ilim bilgi okumak ve ezberlemek değil OLMAK, MAYALANMAK, FERMENTASYON, DÖNÜŞÜM’dür. Yabancı bir dilin konuşulduğu, yabancı bir memleket olan ATLANTİS’in sokaklarında REHBER’siz yolculuk eden kişinin yolunu kaybetme ihtimali çok yüksektir. Peki bu OLMAK ilmi bugün nerede bulunur? Sizce Nepal’de mi, Mısır da mı? Afrika kabilelerinde mi? Yoksa yanı başımızda olabilir mi? Olmak sürecinden haberdar olanlar ile haberdar olmayanlar arasındaki farkın bugün yaşadığımız dünyadaki en belirgin işareti İBN’İ ARABİ’nin kişilerin dimağlarındaki yeri ile görülebilir: Olmak sürecini bilen haberdar olanlar için Hakk ile vuslat ölmeden önce burada gerçekleşir ve onlar için İBN’İ ARABİ ŞEYH’UL EKBER yani en büyük pirdir. Olmak sürecinden haberdar olmayan ve ilmin ezberlenerek yapıldığı zannında olan ruhsal ergenliğe henüz girmemiş olanlar için ise sevgili ile vuslat ancak öldükten sonra gerçekleşir ve İBN’İ ARABİ onlar için ŞEYH’UL EKFER’dir en kafir şeyhtir. Coşkun TEKİN 06.11.2018 Bahçelievler/Ankara PAGE \* MERGEFORMAT 4