[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
ADIGE OLABİLMEK TDK Sözlüğü: ‘1. isim Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus 2. Bir yerde bulunan kimselerin bütünü, herkes.’ Şeklinde tanımlıyor, Millet kavramını. Şüphesizdir ki millet sözcüğünün onlarca tanımı vardır. Bu da tek bir tanımda neredeyse birleşmenin mümkün olmadığının bir göstergesidir. Ancak biz, millet kelimesini irdelerken kimin, nasıl tanımladığına girmekten çok Adıge dilindeki Lhepkh (лъэпкъ) kelimesi ekseninde ele almaya çalışacağız. Etimolojik ve morfolojik açıdan kelimeleri irdelerken zaman zaman kullandığım bir ifadem vardı: Dil insanla konuşabilmelidir. Lhepkh (лъэпкъ) kelimesi de tamda buna güzel bir örnek. Kelime adeta insanla konuşuyor, yani insana kendisini anlatıyor. Öncelikle Lhepkh (лъэпкъ) kelimesini etimoloji, morfoloji ve semantik yönleriyle ele almamız gerekmektedir. Lhı (лъы) kelimesinin kan anlamına geldiğini; Lhe (лъэ) kelimesinin de erkeğin çiftleşmesi anlamında kullanıldığı gibi ayağın, kalçadan parmaklara kadar ki ayak uzvunu da ifade etmektedir. Yani lhe (лъэ) kelimesi bize vücut bulmanın, varlığın kandan geldiğini ifade etmektedir. Yüce kitap: ‫ﺴﺎَن ِﻣْﻦ‬ َ ‫َﺧﻠََﻖ ا ْ ِﻹﻧ‬ ‫ﻖ‬ َ : O insanı ‘alak’dan yarattı.1 Alak kelimesinin etimolojisi ise ‘a lhıkh’ ٍ َ ‫ﻋﻠ‬ kelimesidir ki bu kelime Adıge dilinde kan pıhtısı anlamına gelmektedir. Lh (лъ) sesi, ses değişimine uğrayarak telaffuzunda birbirlerine çok yakın olan L sesine evirilmiştir. Ayrıca Adıge dilinde, sülale anlamında kullandığımız lhekho (лъэкъо) (ayak) sözcüğünün anlamı irdelendiğinde kho (къо) kelimesinin oğul anlamına geldiğini de düşünerek bir evlilikten doğan oğul(lar) şeklinde anlamak yanlış olmayacaktır. Böylece hem sülale hem boy ve hem millet kelimelerinin kökeni kan anlamındaki Lhı (лъы) kelimesinden neşet etmiş olması son derece manidardır. Hatta Millet kelimesindeki -le sesinin etimolojisi 1 ‫ﻖ‬ ٍ َ‫( َﻋﻠ‬Alak): Kan pıhtısı de lhe (лъэ) kelimesinden gelmiş olma ihtimali de oldukça yüksektir. Unutmamak gerekir ki sözcüklerin, sözlük ve ıstılah anlamlarının dışında bir de bugün lengüistik bilimin pek kabul etmediği, ‘seste anlam’ kavramını taşıdıkları bir gerçektir. İlksel süreçlerde seste anlam olmadan kelimelerin oluşması düşünülemez. Yani başlangıçta her ses aynı zamanda birer kelime idi ve her kelimede birer ses halinde idi. Bütün bu irdelemelerden sonra Adıgecede millet kavramının bir karşılığı vardır ki oda lhepkh (лъэпкъ) kelimesidir. Tamamen damarlardaki kana dayanır. Adıge Lheplh (Adıge Milleti), Arap lhepkh Arap Milleti), Tırku lhepkh (Türk Milleti), Fransız lhepkh (Fransız Milleti) vd… Peki, Adıgeler lhepkh kelimesini sadece millet / ulus anlamlarında mı kullanıyorlar? Elbette ki hayır. Adıgeler, aynı inanca sahip insan toplulukları için de lhepkh (лъэпкъ) kelimesini kullanmaktadırlar. Mıslımen Lhepkh (Müslüman Milleti), Xhırıstıyan Lhepkh (Hristiyan Milleti), Cawur Lhepkh (Gavur Milleti) vd. Adıgecede lhepkh (лъэпкъ) kelimesinin diğer canlı toplulukları için de kullanıldığı bir gerçektir. Bılım lhepkh (былым лъэпкъ): hayvan ırkı, he lhepkh (хьэ лъэпкъ): köpek ırkı, mel lhepkh (мэл лъэпкъ): koyun ırkı vb. Burada kelime, tamamen ırk, cins, soy anlamlarında kullanılmaktadır. Elbette amacımız Lhepkh (лъэпкъ) kelimesinin irdelenmesindeki amacımız kelimemin sosyal anlamıyla millet kelimesidir. Yukarıda konuyu verebildiğimiz kadarıyla, kan, soy, boy, millet kavramlarının kökenine indiğimizde Adıgabze (Адыгабзэ) Adıge dili ve Adıgelerin, kadim yapılarını anlamak mümkün olacaktır. Burada Lhı (лъы) (kan) kelimesinin nereden gelmesi gerektiğinin cevabını vermediğimizin farkına varmış olabilirsiniz. Çeşitli konuşmalarımda, zaman zaman dile getirmiş olsam da bunu şimdilik burada yazmayacağımı belirtmek isterim. TDK sözlüğüne göre millet olabilmeniz için birçok neden sıralamaktadır. Örneğin ülkü birliğini sayar. Oysaki aynı soydan gelip aynı ülküyü paylaşmayan ve hatta birbirleriyle kanlı bıçaklı olan onlarca millet vardır. Duyguları, tarihleri, coğrafyaları da ayrı olan aynı milletler de vardır. Tarih bunların örnekleriyle doludur. Tarihin ilerleyen zamanı içerisinde büyüyen, çoğalan ve yayılan insan topluluklarının, kendi geliştirdikleri bir dile sahip olmaları da son derece normaldir. Zamanla diller farklılaşmış birbirlerinden ayrışmış ve biri diğerini anlayamaz hale gelmişlerdir. Millet olabilmek için bir coğrafyada yaşamak ta şart değildir. Farklı coğrafyalarda yaşayan ancak aynı milletten olan nice topluluklar da vardır. Millet olmak için devlet de şart değildir. Tarih sahnelerinde bunların çeşitli örneklerine şahit olmak mümkündür. Burada şu gerçeği atlamamak gerekir. Devlet ve vatan, milletler için özellikle günümüz şartlarında vaz geçilmez bir gerçektir. Ancak bunun 19.yy. ulusalcılığı içerisinde değerlendirmek beraberinde büyük sorunları getireceği de bir gerçektir. Günümüzde birçok milletin birer veya birden çok devletleri ve ülkeleri olabildiği gibi, birçok milletinde ortak bir ülkeleri ve ortak bir devletleri olabilmektedir. Bugün ABD’nin içerisinde birçok dil, din, millet olmasına rağmen tek devletleri, tek ülkeleri, tek bayrakları vardır. Hemen hemen imparatorluk bakiyesi devletlerin çoğu da böyledir. Araplar da aynı millet olmalarına rağmen birden çok devlete sahiptirler. Öyleyse bir topluluğun millet olması için iki önemli faktör vardır. Birincisi kan bağı, ikincisi ise dildir. Tarihi geçmiş bunları tamamlayan bir unsurdur. Çünkü tarih sahnesinde var olmadan Millet Olma Hakkı’nı elde etmek te pek mümkün değildir. Yani insan toplulukları rüştünü ispatlamak zorundadırlar. Ancak millet olmak için değil ama millet olarak güç birliği kazanılması için inanç birliği, güven ve istikrar için de ülke ve devlet birliği elzemdir. Modern terminolojide bunu yurttaş sözcüğüyle karşılamak daha doğru olacaktır. Yurttaş olmak için ise aynı millet olma zorunluluğu yoktur. Irkçı bir anlam çıkartılmamak adına hemen önemli bir soru soralım ve cevabını verelim ki muradımız daha net anlaşılsın. - Peki ‘İnsanlar birlikte yaşamak için aynı kandan gelmek ve aynı dili kullanmak zorunlu mudur? - Asla zorunlu değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı, yer yüzü bomboş iken Kabil kardeşi Habil’i öldürmezdi. Kardeşler birbirleriyle savaşmazdı. Tarihin çeşitli dönemlerinde baba cephenin bir tarafında, oğul karşı tarafta yer almazdı. Taht kavgaları olmaz, ülkeler ve milletler kardeş kavgaları yüzünden helak olmazdı. Oysa bir arada yaşayabilmek için insanların anlaşabilmeleri gereklidir. Mevlana’nın deyimiyle ‘Aynı dili kullananlar değil anlaşanlar, anlaşanlar aynı şeyi söyleyenlerdir.’ Demek ki insanların anlaşmaları, bir arada yaşamaları, mutlu olmaları için illa ki bir milletten olmak gerekmez ama ortak çıkarların olması, ortak gayelerin olması ve herkesi kuşatan ortak hukukun olması gibi birçok insani, adil ve modern ünitelerin olması gerekmektedir. Öyleyse aynı milletten olmak için inanç birliği gerekmeyeceği gibi aynı şeye inanmak içinde aynı milletten olmak gerekmemektedir. Günümüz ileri demokrasisi de böyle bir şey olsa gerekir. Bugün yeryüzü milletler mezarlığıyla doludur. Ancak her geçmiş milletin bugün ardıllarının olması da gayet normaldir. Öyle ki neredeyse günümüz toplumların hemen hepsi kendilerini çok çok eskilerde kalmış milletlere ve medeniyetlere dayandırma eğilimindedirler. Amaçları kendilerinin ne kadar kadim bir toplum olduklarına herkesi inandırarak büyüklük taslamaktır. Bu rahatsızlık verici bir konudur. Ancak toplumların tarihlerini objektif olarak incelemek kadar doğal bir şey de olamaz. Bilimsel veriler kullanılır, sonuçta ne çıkarsa kaderine razı olursun. Yoksa önce kararı verip sonra kararını kanıtlamaya çalışmak bilimsellikle bağdaşmamaktadır. Bugün bilim insanları bu gibi konularda bir sonuca varabilmek için ellerindeki doneler nelerdir? Bilim insanlarının geçmiş toplumlarla ilgili incelemeler yaparlarken elindeki dayanakların neler olduğuna bir bakmak gerekmez mi? Elbette ki gerekir. Bakalım o zaman, elimizde neler varmış? 1. Şüphesiz ki ilk akla gelen, ele dişe değecek şekilde görünen Arkeolojidir. Yeraltı yaşam merkezleri, antik kentler, yaşam aletleri, yaşama biçimleri, savaş aletleri, giysiler, mezarlar, ibadet yerleri, yazılı tabletler vs.dir. 2. Yazının olmadığı çağları da göz önüne aldığımızda önem kazanan bir diğer nokta ise mitolojidir. İnsanoğlu yeryüzünde meskûn olmaya başladığından beridir konuşmaktadır. Ve o günden beridir de hep bir mücadele içerisindedir. Dolayısıyla açıları, mutlulukları, coşkuları, kahramanlıkları yaşamış, zulümleri fazlasıyla görmüştür, fazlasıyla olaylara şahit olmuş, çoğunun da faili olmuştur. Bu ve benzerleri acı yada mutluluk dolu olayları dillendirmemesi, onları dile getirirken insanın duygularına hitap etmemesi düşünülemez. Dolayısıyla bunların kalıcı söylemlere, ezgilere, destanlara dönüşeceği, dönüştüğü kesindir. 3. Dini kaynaklardan gelen rivayetler ve ilahi kitaplar da önemli dayanaklar, kaynaklardır. 4. Bütün bunların dışında bana göre en önemli en etkili ve en inandırıcı kaynağımız şüphesizdir ki dildir. Mitolojide de dil vardır, arkeolojide de dil vardır, tabletler de de dil vardır. Kaldı ki tabletler zaten dilin taşıyıcısıdır. Aynı zamanda dil insan oğlunu mezara kadar hiç terk etmeyen bir kazanımdır. Ülkeler, dinler, elbiseler, yemekler, adetler ve birçok şey insanoğlunu terk etmekte ama dil ise insanla beraber mezara kadar gitmekte ve geride kalan insanlarla birlikte gelişerek, değişerek, serpilerek yaşamaktadır. Şimdi, tamda burada bir soru daha soralım: ‘İnsanlık ailesi içerisinde, bunca geçen zaman sürecinde ADIGE (Çerkes) toplumu milletleşebilmiş midir? Bu sorunun, Toplumsal göçleri de göz önüne alarak cevaplanması gerektiği kanaatindeyim. Birinci kaynak olarak arkeolojiye baktığımızda Adıgey’de, 300 bin yıl öncesine dayanan, demirin ve bakırın henüz bilinmediği zamanlarda çakmak taşı denen taş (Mıjo ştaw) balta, kama, çakı vb. delici ve kesici araçlar olarak kullanıldığına şahit oluyoruz. Myekhuape (Maykop) yazıtlarının en az 5500 yıldan beri orada olduğunu ve Adıgece ibarelerinin olduğunu biliyoruz. Kuban - Terek kültürünün insanlık tarihinde yerleşik kültüre geçilen kültür olarak tahmin ediyoruz. Ayrıca Hatt Kültürü’nün de Maykop menşeli olduğunu konusunda artık kuşku duymuyoruz. Çorum’da bulunan altın boğa heykelinin, Maykop’ta bulunan altın boğa heykeliyle neredeyse bire bir aynı olması, Her iki coğrafyadaki arkeolojik bulgular, balta ağızları, Maykop kültürünün 1000 yıl daha eski olduğunu; Adıgelerin, 1997 yılında Truva bölgesinde bulunan tablet sayesinde, Truvalıların da Kafkasya’dan Anadolu üzerinden Anadolu’ya geldiklerini ve Luw (Луу) toplumlardan olduklarını da biliyoruz. Dolayısıyla Adıgelerin hep var oldukları coğrafyanın Hazar denizi ile Karadeniz arasındaki Kuzey Kafkasya toprakları olduğunu ve oradan Anadolu’ya ve Karadeniz’in Kuzeyinden İspanya’ya kadar yayıldıkları benim açımdan kuşku götürmez bir gerçektir. Mitolojiye gelince, bugünkü yüzlerce milletin içerisinde sadece on iki millet destan sahibidir. Bunları çoğu yakın tarih denecek kadar bir geçmişe sahip. Adıgelere ait Nart Destanları dünyanın en eski destanlarından birisidir. Bu destanlar Hadağalh’e Asker / ХьадэгъалІэ Аскер tarafından yedi cilt halinde derlenmiş ve Adıge Edebiyatına kazandırılmıştır. Günümüzde bile makamıyla söylenen bölümleri vardır. Makamıyla söylenen başka bir destan örneği olduğunu sanmıyorum. Üçüncü ve oldukça önemli bir konu da dini verilerdir. Günümüz Çerkeslerin çoğunda yaratılmış olan yanlış algıya bakarsanız, Adıgelerin ilahi dinlerle bir ilgileri olmamış. Oysaki bunu kanıtlayan o kadar çok şey dilimizde ve Xabze’de vardır ki burada anlatmak an itibariyle mümkün değildir. Bu tamamen apayrı bir çalışma konusudur. Dördüncü ve en önemlisi de dil kaynağıdır. Dilimizde sadece, yukarıda lhı lhe (лъы -лъэ) kelimelerine değindim. Bilenler bilir, Adıge dili bunun gibi yüzlerce kelimeye sahiptir. Çok daha geniş izahını yapabildiğimiz ses ilmine vakıfız. Demek ki Adıgeler milletleşebilmişler midir? sorusu zavallı ve cahilane bir sorudur. Adıgeler bunca eski bir dile sahip olduklarına göre şüphe yoktur ki dilleri de oldukça eskidir. Hatıkhoy diyalektiğini baz alırsak 73-74 sese sahip bir bilin insanlığın ortak mirası olduğu apaçık ortada durmaktadır. Öyleyse insanlık tarihi açısından bu mirasın hem korunması hem yaşatılması hem de irdelenmesi gerekmektedir. Adıge dili, evrenin diğer delilleriyle birlikte dimdik karşımızda durmaktadır. Keşfedilmeyi bekliyor. İddia ediyorum ki o, yerin altında olanlardan çok daha fazla sır saklamaktadır. Dillerin oluşumundaki birinci evre bugünün bilim dünyası için karanlık gibi gözüküyor. Adıgece için bu, mezağo (ayışı) gibi aydınlık. Adıgeler, aynı zamanda sadece dilleri yönüyle değil sosyal, kültürel, tarih, medeniyet ve yaşam felsefeleri açısından araştırılmasını bekleyen geniş bir arşiv gibi bilim meraklılarını bekliyor. Ayrıca Adıge toplumundaki Adıge Ane ( Адыгэ 1анэ): Adıge sofrası, Adıge Wune (Адыгэ унэ): Adıge evi, Adıge çıle (Адыгэ чылэ): Adıge yerleşkesi, Adıge Şuaşe (Адыгэ шъуашъэ): Adıge kıyafeti, Adıge Şıw (Адыгэ шыу): Adıge atlısı, Adıge bze(Адыгэ базе): Adıge dili, Adıge Pşaşe (Адыгэ пшъашъэ): Adıge Kızı, Nart Şaw (Нарт шау): Adıge Delikanlısı, Adıge Aşe (Адыгэ 1ашъэ): Adıge Silahı, Adıge Cegu (Адыгэ джэгу): Adıge Düğünü, Adıge Xabze (Адыгэ хабзэ): (Adıge medeniyeti), Adıgağe (Адыгагъэ): Adıgelik vb. konularına baktığımızda Jaquas de Morgan, Adıgeleri, dünyada özgün kültür yaratabilmiş dört milletten birisi olarak gösterirken Adıgeler milletleşebilmişler midir? diye bir soru sormak abesle iştigaldir. Yapılması gereken bu Milleti yeniden anlayabilmektir, yani yeniden Adıge Olabilmek.