[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
İSLAMİYET ve CİHAD ANLAYIŞI Özet İslamiyet, doğuşundan bugününe kadar birçok zorluklarla karşılaşmış ve karşılaşmaya da devam edecektir. Bu zorluklarla mücadele edip dinini yaşayabilmek de cihat kavramını doğurmuştur. Cihat her daim savaş yoluyla değil bilakis sabır ve hoşgörü ile olmuştur. Kişinin hayattaki en büyük engeli olan kendisi ile mücadelesi de en büyük cihattır. Kişi kendisini terbiye edemediğinde kontrolsüz bir güç olur. Bu kontrolsüz güç de her türlü yozlaşmaya açıktır. Kişi toplumu, toplum da insanlığı etkiler. Eğer iyi bir etkilenme olursa medeni, kötü bir etkilenme olursa yabani bir insanlık ortaya çıkar. Burada işin temelinde kişinin aydınlanmasını sağlayan şey, gayesini rıza-ı ilahi yapmaktır. Allah için yaşayan ve dünyadan vazgeçen bir birey ona ulaşmanın hayaliyle kendinden geçer. Dolayısıyla da artık günlük dünyevi problemler ortadan kalkar. Çünkü artık dünya işleri mevzu bahis değildir. Bu çalışmada da cihat kavramının Hz. Muhammed zamanında oluşum ve gelişiminin yanı sıra bu zamandaki cihadın anlayışına da değinilmeye çalışıldı. Savaşın ötesinde sabır ve hoşgörü ile asıl büyük cihadın nasıl olduğu ele alınmaya gayret gösterildi. Anahtar Kelimeler: Cihat, Hoşgörü, Nefis, Rıza-ı İlahi Abstract The Islam has lots of difficulties from beginning to these days and it will have. To struggle with these difficulties and the wish of live religion free make the concept of jihad was born. Jihad does not always happen with bloody war. Far from it, jihad has a patient and tolerated face. The biggest jihad is to struggle with people’s biggest handicap which is theirselves. When a person could not discipline himself, he becomes an uncontrolled power. This uncontrolled power can cause collapse. Person affects society and societies affect the humanity. If there will be good effectiveness, people would be civilized. Otherwise people would be formed as wild societies. The fundamental thing which makes people illuminate is Allah’s sake. People should make their goal as Allah’s sake. The person who lives just for Allah and give up the world just for him have a dream to achieve him. Therefore, the daily problems will disappear automatically. Because the world is not important anymore. In this study, the term of jihad is tried to touched which includes it’s beginning and development in Prophet Mohammed’s time. Besides, understanding of jihad is also tried to touched. Lastly, how the real jihad can happen with patient and tolerance far from the bloody war is tried to explain. Key Words: Jihad, Tolerance, Self (Nefs), Sake of Allah GİRİŞ İslamiyet ilk başladığı zamanlardan itibaren keskin bir muhalefet ile karşılaşmıştır. Bu ilk zamanda insanların kendilerini ve yaratıcılarını unuttuğu bu devre cahiliye devri denilmekteydi. Cahiliye devrinde yozlaşmışlık zirve noktasında idi. Zorbalıktaki zirveden kemalattaki zirveye yani insan-ı kâmile gitmek de elbette kolay olmayacaktı. Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed ise bu yolda en çok çile ve cefayı çeken kişi olacaktı. Kendisinin ulu ve temiz bir soydan gelmesi sebebiyle kimse ailesine laf etmeye cüret edemiyordu. Yine kendisinin çok temiz ve örnek bir karakteri olması sebebiyle kendisine de dil uzatamıyorlardı. En tutulur yalan olarak Hz. Peygamber’e sihirbaz ve büyücü sıfatlarını kullanarak onun tebliğ ettiklerinin doğruluk payının olmadığına insanları inandırmaya çalışıyorlardı Yasin Yılmaz, Cihad Kavramı ve Hz. Peygamber’in (sav) Mekke ve Medine’deki Uygulamaları, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı 22, Ekim, 2013, s. 295.. Tüm olan mucizeler karşısında bu ne büyük büyüdür diyorlardı. Fakat tüm bunların yanında inanmayanların dahi hayretler içinde kabul ettikleri bir mucize vardı. O mucizenin adı Kur’an-ı Kerim’di. Mucizeler kavimlerin ileri oldukları veya kendilerini mahir gördükleri konularda gelirlerdi. Arap toplumunda ise bu edebiyat alanında oldu Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa’dan Peygamber Efendimiz’in Hayatı, Çamlıca Yayın, İstanbul, 2014, s. 67.. Araplar fesahat ve belagat konusunda birbirleriyle yarış ederler, panayırlarda hatipler çıkıp konuşmalar yaparlardı. Şairler şiirler yazar ve en güzel şiir Kâbe’nin duvarına asılırdı. Daha güzeli yazılana kadar da o şiir oradan indirilmezdi. Tüm bu yarış ve gelenekler Allah lafzı Kur’an ile durmuştur. Kur’an ayetleri nazil olmaya başlayınca Kâbe duvarına asılan ayetler oradan indirilemiyordu. Her yerde Kuran okunuyor ve birçok kişi tesirinde kalıp Müslüman oluyordu Ahmed Cevdet Paşa, Age., s. 71.. Bu yüzdendir en büyük mucize Kur’an-ı Kerim’dir denir. Allah’ın yerleri ve gökleri yaratan tek tanrı olduğunu ve ancak ona ibadet edileceğini, bunun yanında Abdullah oğlu Muhammed Mustafa’nın Allah’ın resulü ve peygamberi olduğunu kabul etmek İslamiyet inancının temelini oluşturuyordu. O zamanlar çoğunluğu teşkil eden Mekkeli müşrikler bu temel akideye uymayı reddetmekle birlikte uyanlara karşı da bir eza ve cefa uygulamalarını başlatmışlardı. İnananlara karşı türlü işkenceler ve zulümler ardı sıra geliyordu. Tüm bunlara rağmen Hz. Peygamber Taif’te taşlandığı vakit yaralandığında vahiy meleği Hz. Cebrail yanına gelerek “Beni Rabbin gönderdi. Emret şu dağları bunların başına yıkayım” dediğinde Hz. Peygamber nesillerinden inananların çıkmasını murat ederek “Hayır” dedi ve “Allah’ım, onları affet. Çünkü onlar bilmiyorlar” diyerek dua etti Buhari, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh, çev. Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, 4. Baskı, Konya, Kasım 2004, s. 474.. Her şartta ve koşulda Hz. Peygamberin şefkat ve merhametine İslam tarihi boyunca rastlamaktayız. Bu yaşanan hadiseler aynı zamanda da tüm inananlara küfür ve zulümle nasıl başa çıkılacağı konusunda açıkça ders vermektedir. İslamiyet’te Cihat Hz. Peygamber’e kırk yaşında iken peygamberlik gelmiş ve 63 yaşına kadar bil fiil ve ruh me’al ceset bu görevini dünyada sürdürmüştür. Bu yirmi üç senenin de on üç senesini Mekke’de ve on senesini de Medine’de geçirmiştir. Bu ayrım önemlidir. Çünkü İslamiyet’in doğması ve gelişmesi dolayısıyla cihadın da ilerleyişi ve şekillenişi bununla orantılıdır. Öyle ki Mekke döneminde nazil olan ayetlerde sabır ve hicret ile ilişkili cihat emredilmiş, Medine döneminde ise savaş anlamında cihat emredilmiştir Yasin Yılmaz, Agm., s. 289.. Bunları uygulama alanında karşımıza çıkan cihat şeklinde söyleyebiliriz. Ama özünde Hz. Peygamber cihat için “Mücahit, nefsine karşı Allah için cihat edendir” İzzeddin Belik, Ayet ve Hadislerle İslami Hayat, cild 3, İklim Yayınları, 1992, s. 434; Tirmizî, Cihad, 2; İbn Hibban, 1624; Ahmed, 6/20, 22. buyurarak cihadın aslında kişinin bir iç savaşı olduğunu belirtmektedir. Ayrıca cihat ibadeti hasen li gayrihi bir ibadettir. Yani kişinin kendisi için değil gayrısı yani toplum için güzel olan ibadetlerdir Saffet Köse, Cihad Şiddete Referans Olabilir Mi?, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı 9, 2007, s. 49.. Bununla ilgili olarak “Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysaki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Bakara 2/216. ayetiyle bu durumun açıklanışını görmekteyiz. Bizim için iyi olanı, kötü gözükse de elbette Allah bilir. Yine hasen li zatihi ibadetler vardır. Kişinin kendisi için güzellikler olan ibadetlerdir ki namaz ve orucu buna örnek verebiliriz Saffet Köse, Agm., s. 49.. Lügat manasına da bakacak olursak cihat; güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmaktır Yasin Yılmaz, Agm., s. 287.. Cihat sözcüğü arabi dil bilgisinde ise müfaale babından ikinci mastardır. Müfaale babı da müşareket yani bir karşılıklılık içindir Online Arapça Sözlük, Sülasi Mezid Fiiller ve Anlam Değişiklikleri, Müfaale Babı (Erişim Tarihi: 02.01.2016) http://www.arapcasozluk.net/fiil/sulasi_mezid_fiiller.asp.. Yani dil bilimsel olarak cihat tek başına işlenecek bir fiil değil en az iki ve daha fazlası ile karşılıklı olabilecek bir hadisedir. Bu bağlamda insan kimlerle ve kimlere karşı cihat eder sorusuna cevap arayacak olursak öncelikli olarak karşımıza bi zatihi insanın kendisi çıkmaktadır. Buna büyük cihat denmektedir. İkinci olarak da insanların birbirleri ile karşılıklı olarak yaptıkları cihattır. Bu Müslümanlar arasında da olabilir veya gayri Müslimlerle de olabilir. Buna da küçük cihat denmektedir. Bahsetmiş olduğumuz büyük cihat ve küçük cihat ayrımını da Hz. Peygamber kendisi yapmıştır. Bizanslılara karşı yapılan ve savaşsız bir şekilde sonuçlanan Tebük seferi sonrasında Hz. Peygamber “küçük cihattan büyük cihada gidiyoruz” diye buyurmuşlardır. Bunun üzerine ashap “Ya Resulallah bundan büyük cihat ne olabilir ki?” diye sormuşlar ve cevaben de Hz. Peygamber “nefisle olan cihat” buyurmuşlardır Ahmet Taşgetiren, Büyük Cihad, Altınoluk Dergisi, sayı 285, Kasım, 2009, s. 3.. Peki kimdir bu nefis. Nefis insanın kendi içinde barınan özündeki ruh-u hayvaniyi temsil eden şeydir Adem Yıldız, İmam Gazzali’ye Göre Nefis ve Nefis Eğitimi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüü, Selçuk Üniversitesi, Konya, 2007, s.9.. İnsana her daim kötülüğü emreder ve kişinin Allah’a ulaşmadaki en büyük engelidir. Buradan da ulaşacağımız sonuç her şeyden en önemlisi öncelikli olarak Allah’a ulaşmaktır. Bu pozitif akıl ile anlaşılabilecek bir şey değildir. Çünkü bu ulaşma işinde a noktasından b noktasına saatte şu kadar hızla gidilmesi vesaire konular mevzu bahis değildir. Olay tamamen mana aleminde cereyan eden bir hadisedir. Gaye ise rıza-ı ilahidir. Cihat da temel öge Allah’ın rızasıdır. Allah için savaşmak, Allah için ölmek, Allah için teslim olmaktır. Teslimiyet ayrıca bir önemlilik arz eder. Çünkü Allah’a ve Resulüne tam manasıyla teslim olunmadığı zaman kişinin olgunlaşması ve kaliteli bir Müslüman olması gittikçe zorlaşır. Allah’ın rızasına kavuşabilmek için de öncelikle dünyevi hayattan adım adım kendini çekmek gerekir. Dünyaya olan her bir bağ ezeli ve ebedi olan Rabbine tam olarak dönmek konusunda gevşeklik oluşturur. Bu gevşekliği ortadan kaldırabilmek için de kişinin kendini tanıması ve disiplinize etmesi gerekmektedir. Kendini tanıyamadığın zaman kendini kontrol edemezsin ve kendini kontrol edemediğin zamanda hesabını vermekte zorlanacağın plansız hareketler yaparsın. Bu disiplini sağladığın zaman sabredersin ve hicret ile beraber en güçlü olursun. Disiplinini sağlayamazsan da öfkenin esiri olup yok olur gidersin. Mekke Dönemi Cihat Hz. Peygamber İslamiyet’i ilk tebliğe başladığı zamanlar onu dinlemediler ve dahi konuşturmadılar. İlk zamanlar İslamiyet bir azınlık konumundaydı. İnananlar gizlice Hz. Peygamberin seçtiği yer olan Dar’ul Erkam’da buluşuyor ve görüşüyorlardı. Bu topluluğa ne zaman ki Hattab oğlu Ömer katıldı o zaman dışarıya doğru yöneldiler ve dinlerini açıkça yaşamaya başladılar. Bu zamanda Hz. Ömer ile birlikte sayıları kırk olmuştu Ahmed Cevdet Paşa, Age., s. 63.. Bu hadise Müslümanların kabuklarından çıkıp seslerini duyurmaları ve dolayısıyla dinlerini yaşama konusunda göstermiş oldukları gayret bakımından bir nevi cihat sayılabileceğinden önemlidir. Bu zamandaki Müslümanların azlığından yararlanmak isteyen müşrikler psikolojik, sosyolojik ve hatta fiziksel baskılar ile inananları yıldırmaya çalışıyorlardı. Fakat tüm bu yaşananlara rağmen bu dönemde zorla ve şiddetle değil de güzellik ve hoşgörü ile İslamiyet’in anlatılması öne çıkmıştır. “Sizin dininiz size benim dinim de banadır” Kafirun 109/6. ayeti ile o şartlarda bir hoşgörünün olduğunu söyleyebiliriz. Yine tüm olan bitene ve ashabın da savaşmak konusundaki ısrarlarına Hz. Peygamber “ben bana bildirilmediği müddetçe savaşmaya izin veremem” diyordu Yasin Yılmaz, Agm., sf. 294.. Bu dönemin cihadı açıkça görmekteyiz ki sabırdır. Sabrederek kendini olgunlaştırma ve disipline etmedir. Saldırılara karşı kılıçla değil kalemle mukavemet edilmesini “Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur’an’la büyük bir mücadele ver.” Furkan 25/52. ayetiyle Allah Resulüne bildirir. Yine bu dönem içinde olan hüzün senesine de dikkatli bakmak gerekir. Hz. Peygamber’in amcası Ebu Talip ve zevcesi Hatice’yi kaybettiği seneye hüzün senesi denmektedir. Bu sene içindedir ki miraç mucizesi vuku bulmuştur. Zaten zor şartlar altında bir dönem geçirilirken bir de en yakınındaki iki büyük destekçisini kaybetmesi Hz. Peygamberi büyük bir hüzne sevk etmiştir. Ama buna da göstermiş olduğu duruş ve sabır neticesi Allah kendisini yanına almıştır Fatmatüzzehra Akmaz, İslam Tarihi Açısından İsra ve Mirac, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Selçuk Üniversitesi, Konya, 2011, s. 31.. Allaha ulaşmak diye bahsetmiştik. İşte burada bunun en büyük örneğini görmekteyiz. O makamlar bizler için hayal edilemeyecek uzaklıktadırlar fakat sabrın ve mana âleminin önemini belirtmek için bu mevzudan bahsetmek istedim. Kişinin belirli bir etkinliğe ve yetkinliğe erişmesi için ciddi manada önem arz eden bu bekleyiş, yontulma ve sabır süreci kolay olmamakla beraber meyvesi de tatlı olmaktadır. Bir başka etkileyici hadise olarak da şecere hadisesi diyebileceğimiz Hz. Peygamberin ağaçlarla olan ilişkisini söyleyebiliriz. Mekke döneminde Peygamberimiz müşriklerinin ona inanmayıp eza ve cefa göstermeleri üzerine hüzne kapılırlardı. Yine böyle bir günde Hz. Cebrail onun yanına gelerek Allah’ın müjdesini vermiş ve Hz. Peygamberin bir işaretiyle işaret ettiği ağaç hareketlenerek kelime-i tevhit getirmiştir. Arz ve sema, ağaçlar ve otlar salat ve selam getirerek kendisine moral vermiştir Mevlana Şibli, mütercim Mehmed Rıza, Peygamberimizin Ruhani Hayatı, Asar-ı İlmiye Kütüphanesi, cild 2, İstanbul, 1928, s. 1656.. Buradan anlayacağımız şey Allah’a tevekkül ettiğimizde ve ona dayandığımızda her şeyin değişebildiğidir. Dünya ve içindekilerin önemsiz oluşudur. Mekke döneminde bahsetmiş olduğumuz sabırla, teşvikle ve güzellikle yapılan cihat anlayışını uygulama açısından da ele almak gerektiğini düşünüyorum. Bu uygulama alanına öncelikli olarak bireysel diyebileceğimiz faaliyetler girmektedir. İbadet etmek bunlardan bir tanesidir ve ibadete vakit ayırmakla insan bir nevi Allah’a yaklaşmış olur. Bunun içinde önem arz eder. İbadet başlığının altına Kuran okumayı da koyabiliriz Yasin Yılmaz, Agm., s. 290.. Neticede o da bir ibadettir. Hz. Peygamber’in “Her kim Rabbiyle konuşmak isterse Kuran okusun” Müttakî el-Hindî, Kenz'ül-Ummâl fi Süneni'l-Akval ve'l-Ef'al, 2257. Hadis. hadisi ile anlayacağımız üzere Kuran okumak da kişiyi Allaha yaklaştıran bir fiildir. Nitekim Hz. Ömer de Kur’an-ı Kerim’in okunmasından etkilenmesi sonucu Müslüman olmuştur Ahmed Cevdet Paşa, Age., s. 59.. Buradan da anlayabiliriz ki bir Müslümanın dinini yaşaması bile etrafındakileri aydınlatmaya yetmektedir. İşte Mekke döneminde cihat bu fiillerle kalplere nakış nakış işleyerek ve tesir ederek icra ediliyordu. Medine Dönemi Cihat Mekke’de artık eza ve cefanın sonu gelmemiş ve gelen bir emirle Hz. Peygamber öz yurdundan hicret etmek durumunda kalmıştı Ahmed Cevdet Paşa, Age., s. 88.. Bu hicret hadisesinden diğer Müslümanlara da eğer dininizi yaşayamadığınız bir yerdeyseniz yaşayabileceğiniz bir yere gidin manasını da çıkarabiliriz. Kişisel hak ve özgürlükler dini yaşamayı da etkiler. Dar’ul harp durumu olduğu zaman artık dinini özgürce yaşayacak bir yere gitmek veyahut da mücadele edip bulunduğun yeri dinini yaşayabilecek bir hale getirmek lazım gelir Mustafa Özipek, Ebussuud Tefsirinde Cihad Kavramı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hitit Üniversitesi, Çorum, 2013, s. 16.. Hz. Peygamberin Medine’ye göç etmesinden sonra ise artık Müslümanların durumu ve konumları da değişikliğe uğramıştı. Medine de artık güçlenmişler ve hüküm sürme olgunluğuna ulaşmışlardı. Medine dönemi ile beraber harp ve savaş manalarındaki cihat emri de “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez” Bakara 2/190. ayeti gelmişti. Bu ayetten de anlayacağımız üzere savunma amaçlı bir savaş algısı vardır ve savaşın da bir sınırının olduğu belirtilmiştir. Bu konuyla ilgili olarak özellikle Bedir Savaşı ile alakalı bazı kimseler eleştiriler yapmaktadırlar. İslam ordusunun Mekke müşriklerinin kafilesine yapmış olduğu hamle sonucu Bedir Savaşı olmuştur. Fakat buradaki maksat ganimet değil bilakis müşriklerin ekonomik olarak kan kaybetmesini sağlayarak Müslümanların üzerine yüklenmelerini önlemekti. Ebu Sufyan’ın o kafileden gelecek parayla silah ve mühimmat almak niyetinde olduğu da bilinmekteydi. Binaenaleyh buradaki saldırı taktiksel bir amaç içermektedir Şadi Eren, Cihad ve Savaş Kuran’ın Işığında, Nesil Yayınları, İstanbul, 1996, s. 163.. Medine döneminde değinmemiz gereken bir diğer husus da Medine’nin medeni bir yer olması ve İslam Devleti’nin merkezi konumunda olmasıdır. Peki, bu merkezilik ve medenilik nasıl oluyor sorusuna bir cevap aramak gerekmektedir. Hz. Peygamberin Medine’ye geldiği zaman ilk yaptığı şeylere bakacak olursak öncelikle bir mescit inşası yaptırmaktadır. Sonrasında ise mescidinin bitişiğine ashab-ı suffenin bulunduğu bir eğitim yeri yaptırmaktadır. Burada eğitim görenler İslam’ı anlatmak üzere etrafa gönderilir ve İslam’ı anlatırlardı. Ayrıca Medineli gayri müslim ve Yahudilerle bir antlaşma yaparak birlik ve düzeni sağlamayı amaçlamıştır Şadi Eren, Age., s. 133.. Medine vesikası olarak bilinen bu antlaşma bazı kesimler tarafından tarihte ilk anayasa olarak da kabul edilmektedir. Yine bu barış ortamının vesilesiyle de insanları ticarete teşvik etmiştir. Buradan da anlayabiliriz ki bir beldenin modernleşmesinde ve insanlarının medenileşmesinde cami, medrese ve çarşı ciddi önem arz etmektedir. Bunları yapmaktaki maksadının öncelikli olarak yine kişinin kendisini tanıması ve disiplinize etmesi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü burada dünyevi mücadele alanı olan çarşı önem sırasında sonlardadır. Öne çıkan müesseseler cami ve medresedir. Yani her şeyden evvel kişiye kendisini tanıması ve içini doldurması fikri aşılanmakta idi. Ayrıca yine o dönemde bu hususların yanında, her kesimle anlaşıldığı sürece zaten savaşa müsaade olunmadığından sözel olarak bir barış ortamı oluşturmak da bir cihad olarak karşımıza çıkmaktadır. Atılan adımlar bize hep göstermektedir ki önce kişilerin belirli bir etkinliğe ve yetkinliğe erişmesi amaçlanmaktadır. Çünkü savaşta en önemli şeylerden bir tanesi de disiplindir. Kendini disipline etmeyen bir orduyu yönetmek de gerçekten zordur. Bu disiplin ihmalinin en acı örneğini de Uhud Savaşında görmekteyiz. Ayneyn tepesine yerleştirilen okçuların Hz. Peygamberin “her ne olursa olsun burayı terk etmeyeceksiniz” uyarısına rağmen okçular galip gelmekte olan İslam ordusunu görünce ganimet telaşına girmişler ve tepeyi terk etmişlerdir. O zamanlar daha İslam dinine geçmemiş olan Halit bin Velid kumandasındaki bir birlik ise o tepenin ardından dolanarak savaşı çevirmişler ve Müslümanlar mağlup olmuşlardır Ahmed Cevdet Paşa, Age., s. 164.. Buradaki emre itaat konusundaki gevşeklik askeri anlamda her daim hatırlana gelmiş bir meseledir. Bu savaş Müslümanları ciddi anlamda kötü bir duruma sokmuştur. Hem Uhud hem de Hendek savaşında da dikkat etmemiz gereken bir diğer konu olarak Hz. Peygamber’in istişareye verdiği öneme değinmek gerekir. Hz. Peygamber Uhud savaşı için esasen savunmayı tercih edecek iken ashabın görüşleri doğrultusunda saldırı şeklinde bir savaşı tercih etmiştir Ahmed Cevdet Paşa, Age., s. 147.. Burada Hz. Peygamber istişareden çıkan karara saygı duymuş ve bunu uygulamaya koymuştur. Zırhını giydikten sonra da kararından vazgeçenlere ise bir peygamber zırhını giydikten sonra çıkarmaz demesiyle alınmış olan kararın uygulanmasındaki kararlılığını da görmekteyiz. Bu istişare ve çıkan neticeye karşı olan kararlılık şüphesiz Müslüman âlemi için oturtulmak istenen bir düzendir. Yani Müslümanlar için böylelikle konuşmaya, tartışmaya ve en doğru kararı bulmaya ve sonuç ne olursa olsun onu uygulamaya yönelik bir düzen oluşturmaktır Şadi Eren, Age., s. 210.. Şüphe yok ki Hz. Peygamber istese idi hiç sorma ihtiyacı hissetmez kendi kararını uygulardı ve kimse de bir şey diyemezdi. Bu konuyla alakalı diğer bir örneği de Hendek savaşında görmekteyiz. Selman-ı Farisi’nin biz İran’da böyle yapardık diyerek hendek tavsiyesi üzerine bu kabul görmüş ve savaş Hendek Savaşı olmuştur Ahmed Cevdet Paşa, Age., s. 181.. Bir başka örnek de Bedir Savaşında yaşanmış, ordugahların yerleştirilmesi sırasında bir sahabe Hz. Peygamberin yanına gelerek “Ya Resulallah bu yaptığın Allah’ın bir buyruğu mudur yoksa senin kararın mıdır?” diye sormuştur. Hz. Peygamber de benim kararım deyince sahabe şöyle yapsak daha iyi olmaz mı diyerek ordugahın suyun olduğu tarafa doğru yerleştirilmesini sağlamıştır Şadi Eren, Age., s. 211.. Burada önemli olan nokta ashab-ı kiramın Hz. Peygamber’in risalet ve beşeriyet konusundaki ayrımını yapabilmeleridir. Allah’tan bir emir geldiğinde veya Hz. Peygamberin peygamberlik sıfatıyla bir karar aldığında herkes buna tabidir. Fakat beşeri meselelerde her konu Hz. Peygamber tarafından istişareye açılmıştır. Bunların yanında yine savaş anlamında cihat hususunda teşvik edici konulardan biri ayette de belirtilen iki güzelden birine ulaşmaktır. Birisi Allah yolunda şehit olmak, diğeri ise Allah yolunda gazi olmaktır Tevbe 9/52.. Belirtmek gerekir ki burada iki şey önemlidir: birincisi Allah yolunda olmak, ikincisi ise şehitlik mertebesine erişmek. Cihat, Kuran’da geçerken Allah yolunda olmak ibaresiyle beraber geçmektedir. Yani Allah için savaşmak. Ganimet elde etmek, şöhret yapmak ve nefsi için adam öldürmek olarak değil de Allah için yapabilmek. Allah için bunu yapmak nasıl olur. Öncelikli olarak kendini tanımak ve terbiye etmekle olur. Bunun en önemli örneklerinden birini Hz. Ali’de görmekteyiz. Gazalardan birinde bir düşman meydana çıkıp dövüşmek için er istedi. Hz. Peygamber’e seslenip “meşhur pehlivanlarından Ali bin Ebu Talib’i gönder” dedi. Hz. Ali de dövüşmek isteyince Peygamberimiz razı oldu ve vuruşmaya başladılar. Münakaşanın sonunda Hz. Ali düşmanının üstünde kılıcını da onun boğazına tutmuş halde iken o kişi Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hz. Ali ayağa kalkıp kılıcını kınına koydu. Bu durum karşısında şaşıran düşmanı nedenini sorunca Hz. Ali cevaben “evvelde seni öldürmeye çalışmam Allah içindi. Ama sen bana böyle yapınca nefsime zor geldi. Seni nefsimin arzusu ile öldürmüş olurum korkusu ile senden el çektim.” buyurdu Şemsüddin Ahmed Efendi, Dört Büyük Halife (Menakıb-i Çehar Yar-ı Güzin), Bedir Yayınevi, İstanbul, 1981, s.303.. Allah aşkını kendisinin ve her şeyin önüne koymak böyle olsa gerektir. Diğer önemli konu dediğimiz şehitlik ise Allah’ın kendisi için canını veren kullarına lütfettiği bir nimettir. Onları deyim yerindeyse yanına almaktadır. Bununla ilgili olarak da “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rabb’leri katında rızıklanmaktadırlar” Ali İmran 3/169. ayeti ile de şehitlerin ölmeyip Allah katında oldukları sonucuna varabiliriz. Şehitlik de lügat manasında şahit olmak, görmekten gelmektedir Ahmet Emin Seyhan, Ebu’l Hasan El Harakani’nin Tasavvuf ve Şehitlik Anlayışı, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 1, Kars, 2014, sf. 159.. Bununla da Allah’a şahit olduklarını çıkarabiliriz. Buradan da böyle bir nimet ve fırsat için ön saflarda olmanın ve Allah için, ona ulaşmak için ölmenin önemini anlayabiliriz. Şehitlik Allah’ın verdiği ve kullarına lütfettiği onun emrindeki ilahi bir makamdır. Şöyle ki Hz. Ali şehitliğin önemini anlatırken bir hadiseyi aktarır. Nevfel isimli bir sahabe Hz. Peygamberin huzurunda şehit olmak için dua eder ve savaşta şehit düşer. Savaş dönüşü Nevfel’in iki yetim çocuğunun anası ve hanımı Hz. Peygamber’e kocasını sorar. Hz. Peygamber de kadının çok üzülmesine vesile olmamak için cevap vermeyip eliyle arkasını işaret eder. Arkadan gelen Hz. Ali de aynısı yapar. Hz. Osman ve Hz. Ömer de aynısını yapıp elleriyle arkayı işaret edince mesele Hz. Ebubekir’e kalır. Hz. Ebubekir “Ya Rabbi, bir gönül yıkmaktan Habib-i Ekrem’in sakındı ve Ali, Osman, Ömer kaçındı. Ben zor vaziyette kaldım. Eğer Nevfel’in şehadet haberini verirsem Habibine muhalefet etmiş olurum. Eğer geride kaldı geliyor desem yalan söylemiş olurum. Doğru söylesem bir gönül yıkmış olurum, yalan söylesem din yıkılır. Sen bana bir söz ilham et veya hatunun gönlünü teselli edecek bir kolaylık ihsan et” diye dua eder ve içinden gelerek “Ya Allah” der. Bunun üzerine Nevfel elinde kılıç ile gelir ve “Beni mi çağırdın Ya Sıddık” der ve Hz. Ebubekir’in elini öper. Bu hadise karşısında Hz. Cebrail gelir. Hz. Peygamber’e Allah’tan haber getirdiğini ve Hz. Ebubekir’in bir kere daha Allah demiş olsaydı bütün şehitleri dirilteceğini bildirir ve Allah’ın “Ben Ebubekir’den razıyım. O da benden razı mıdır? Onun sözünün üzerine Nevfel’i dirilttim. Çünkü o cahiliyet devrinde yalan söylememiştir” sözlerini de iletti Şemsüddin Ahmed Efendi, a.g.e., sf. 46.. Burada da gördüğümüz gibi Hz. Ebubekir’in “yalan söylersem din yıkılır” sözü çok etkileyici bir yer teşkil eder. Hz. Ebubekir’in Allah’a olan samimiyeti, doğruluğu ve bağlılığı karşısında tüm dünyayı karşısına alarak Allah’a başvurması olmayacak olan şeyi oldurmuştur. Yani buradan da çıkaracağımız sonuç, şehitlik önemli bir makamdır ama Allah ile olan irtibat ve muhabbet daha ötesindedir. SONUÇ Allah yolunda cihat etmek sadece kılıçla kalkanla değil aynı zamanda sabırla, güzel sözle ve nasihatle de olmaktadır. Cihad-ı ekber olarak nitelenen ise sabır diyerek bahsetmiş olduğumuz ikinci kısımdır. İslamiyet’in ilk tebliğinden Hz. Peygamberin irtihallerine kadar geçen süreçte cihat kavramı öyle bir işlenmiş ve uygulamaya konulmuştur ki bunlar geçerliliklerini kıyametin sabahına kadar koruyacak kıvamdadır. Fakat bazı başıbozuk topluluklar ve fitne tohumu saçan belirli zümreler cihada verilen bu kutsal manayı çarpıtmakta ve yanlış empoze etmektedirler. Hak din olan İslamiyet’i yaşamak sadece görüneni değil görünmeyenleri de tahayyül edip ona göre yaşayabilmektir. Bu aşamada ise ilk olarak karşımıza nefisle mücadele çıkmaktadır. Kişi nefsini terbiye ettikçe ve öz yönetimini ele aldıkça hem kaliteli bir Müslüman hem de omurga sahibi bir karakter olarak günlük hayatta karşımıza çıkar. Nefsi terbiye, kendini aşma ve nihayetinde kendini Allah için adayarak tüm hareketlerini bu doğrultuda yapmasını bilen birisi tam manasıyla cihat eder ve dinin yaşanmasına ve gelişmesine vesile olur. Dinin yaşanmasındaki engelleri kaldırmak da silah ve şiddetten daha çok tesir meydana getirir. Günümüzde de bu doğrultudan hareketle nefislerin fethi ve kalplerin keşfi ile İslamiyet’in hakiki manasıyla çarpıtılmadan tüm dünyada yayılması en büyük temennimizdir. KAYNAKÇA Kitaplar: Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa’dan Peygamber Efendimiz’in Hayatı, Çamlıca Yayın, İstanbul, 2014. BELİK, İzzeddin, Ayet ve Hadislerle İslami Hayat, cild 3, İklim Yayınları, 1992. DERVEZE, Muhammed İzzed, Allah Yolunda Cihad, İlkbahar Yayınevi, İstanbul, 1998. EREN, Şadi, Cihad ve Savaş Kuran’ın Işığında, Nesil Yayınları, İstanbul, 1996. KELEŞ, Ahmet, Cihad-Kılıç-Tebliğ Bağlamında İslam’ın Yayılışı, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz: Muhammed (Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri 13-15 Nisan 2007/Konya), Fecr Yayınevi, Ankara, 2007, sf. 249-280. Mehmed Sadık, Alem-i İslam Cİhad-ı Ekber, Amedi Matbaası, İstanbul, h. 1339/1342. Mevlana Şibli, Peygamberimizin Ruhani Hayatı, mütercim Mehmed Rıza, Asar-ı İlmiye Kütüphanesi, cild 2, İstanbul, 1928. NOTH, Albrecht, Müslümanlıkta ve Hristiyanlıkta Kutsal Savaş ve Kutsal Mücadele, Özne Yayınları, İstanbul, 1999. Şemsüddin Ahmed Efendi, Dört Büyük Halife (Menakıb-i Çehar Yar-ı Güzin), Bedir Yayınevi, İstanbul, 1981. Makaleler: ELİK, Hasan, El-Cihad fi Sebilillah, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 31, Şubat, 2006, sf. 119-132. EMANET, Celal, Haçlı Seferinden Önceki Dönemde İslam’da Cihad Düşüncesi, EKEV Akademi Dergisi, sayı 60, 2014, sf. 503-511. İskilipli Mehmed Atıf, Cihad Esbab-ı Maddiye ve Esbab-ı Maneviye, Beyanülhak, İstanbul, 23 Eylül 1328. KALIN, İbrahim, Islam and Peace: A Preliminary Survey on the Sources of Peace in the Islamic Tradition, İslam Araştırmaları Dergisi, sayı 11, 2004, sf. 1-37. KÖSE, Saffet, Cihad Şiddete Referans Olabilir Mi?, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı 9, 2007, sf. 37-70. Mustafa Asım, Cihad-ı Ekber ve Cihad-ı Asgar, Beyanülhak, İstanbul, 8 Teşrinievvel 1328. Nasuhi Dede, Cihad-ı İslam: Hayata Sarılmak Ölümden Korkmak, Sebilü'r-Reşad, Ankara, 3 Mart 1337. Nasuhi Dede, Cihad-ı İslam (Hadis-i Şerif Mana-ı Şerifi), Sebilü’r-Reşad, Ankara, 24 Şubat 1337. SEYHAN, Ahmet Emin, Ebu’l Hasan El Harakani’nin Tasavvuf ve Şehitlik Anlayışı, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 1, Kars, 2014, sf. 135-168. ŞAHİN, Harun, Kur’an- Kerim’deki Cihad Ayetleri Bağlamında İslam’ın İnsana Bakışı, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 17, Ocak-Haziran, 2007. Salih eş-Şerif et-Tunusi, Fi Sebilillah Cihadın Hakikatı Gayesi Hükmü Mücahidinin Vezaifi, Sebilü'r-Reşad, İstanbul, 13 Teşrin-i Sani 1330. TAHİR, Ali Rıza, İslam’ın Cihad Kavramı (Felsefi Bir Analiz), çeviri Faruk Özdemir, Interdisciplinary Journal of Contemporary Research in Business, Eylül, 2012, sf. 119-128. TAŞGETİREN, Ahmet, Büyük Cihad, Altınoluk Dergisi, sayı 285, Kasım, 2009. YILMAZ, Musa K., Cihad Ayetleri ve İnsan Hakları, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 3, Şanlıurfa, 1996. YILMAZ, Yasin, Cihad Kavramı ve Hz. Peygamber’in (sav) Mekke ve Medine’deki Uygulamaları, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı 22, Ekim, 2013, sf. 285-307. Tezler: AKMAZ, Fatmatüzzehra, İslam Tarihi Açısından İsra ve Mirac, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Selçuk Üniversitesi, Konya, 2011 (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İLDEŞ, Mehmet Fatih, Kur’an-ı Kerim’in Cihad ve Teröre Bakışı, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Üniversitesi, Ankara, 2008 (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). ÖZİPEK, Mustafa, Ebussuud Tefsirinde Cihad Kavramı, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hitit Üniversitesi, Çorum, 2013 (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). YILDIZ, Adem, İmam Gazzali’ye Göre Nefis ve Nefis Eğitimi, Sosyal Bilimler Enstitüü, Selçuk Üniversitesi, Konya, 2007 (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). 12