Skip to main content
İstem Dergisi
  • Konya / Türkiye
  • İSTEM (İslâm, San'at, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi) Dergisi Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fa... moreedit
  • Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümüedit
Research Interests:
Emeviler, Bizans’ın güneydeki önemli üs merkezi olan Suriye bölgesinde kurulmuştur. Bu bölgenin nüfusu, çoğunlukla Bizans’ın bakiyesi olan Rumlardan ve Hristiyan Araplardan oluşmaktaydı. Muaviye tarafından Şam merkezli olarak kurulan... more
Emeviler, Bizans’ın güneydeki önemli üs merkezi olan Suriye bölgesinde kurulmuştur. Bu bölgenin nüfusu, çoğunlukla Bizans’ın bakiyesi olan Rumlardan ve Hristiyan Araplardan oluşmaktaydı. Muaviye tarafından Şam merkezli olarak kurulan Emeviler Devleti de bölgedeki yetişmiş, tecrübeli bürokratlardan yararlanma yoluna gitmiştir. Böyle bir uygulama, devraldıkları bu toprakların yönetiminde sürekliliği sağlamasında Emevilere destek olmuştur. Müslümanlar aynı siyaseti Irak-İran ve Mısır’da da uygulamışlardır. Sonuçta İslam tarihinde yaklaşık 90 yıl süren Emeviler dönemi, gayrimüslimler açısından oldukça rahat bir dönem olmuştur. Bu durum, kısmen İslam’ın gayrimüslimlere tanıdığı haklardan, daha çok da Emevilerin devlet yapısından kaynaklanmıştır.

Hz. Muhammed (sav) hayattayken başlayan ve Hulefa-yi Râşidîn tarafından devam ettirilen fetih hareketleri, Emeviler döneminde de hızla sürdürülmüştür. Bu dönemde çok geniş topraklar Emevilerin hâkimiyetine girmişti. Bizans ve Sasani gibi iki önemli köklü medeniyetten Müslümanların hâkimiyetine geçen devasa toprakların en az sorunla idare edilmesi için daha önce işleri yürüten kişilerden yardım almak mantıklı bir uygulama olarak kabul edilebilir. Müslümanlar da özellikle vergi toplama ve toplanan vergilerin divan kayıtlarına geçirilmesi gibi resmî görevlerde tecrübeli, işi bilen gayrimüslimlerden istifade etmişlerdir.

Bu çalışmada Emeviler döneminde ağırlıklı olarak divanlarda kâtip olarak istihdam edilen ve halifelere özel doktorluk görevinde bulunan gayrimüslimler ele alınacaktır. Bunun yanında, bu dönemde farklı işlerde ve alanlarda hizmet vermiş olan gayrimüslimler hakkında da örnekler verilecektir.
Anahtar Kelimeler
İslam Tarihi, Emeviler, Gayrimüslim, İstihdam, Katip, Doktor
Anadolu coğrafyasında müzik denilince akla ilk olarak gelen yerlerden birisi de şüphesiz Urfa’dır. Açık konservatuvar olarak tabir edilen Urfa’da halkın büyük bir çoğunluğu şarkı, türkü, ilahi, kaside, uzun hava, gazel ve hoyratlarla... more
Anadolu coğrafyasında müzik denilince akla ilk olarak gelen yerlerden birisi de şüphesiz Urfa’dır. Açık konservatuvar olarak tabir edilen Urfa’da halkın büyük bir çoğunluğu şarkı, türkü, ilahi, kaside, uzun hava, gazel ve hoyratlarla alakadar olmaktadır. Özellikle düğünlerde, kına gecelerinde, asbap gecelerinde, mevlitlerde, dağ yatılarında, sıra gecelerinde vb. halkın bir sebeple bir araya geldikleri mekan ve zamanlarda bu tür müzikler icra edilmektedir. Şanlıurfa’da yüzyıllardır usta-çırak ilişkisiyle devam eden mûsikî meşk silsilesi, son dönemlerde kurulan Türk halk müziği korosu, güzel sanatlar fakültesi, konservatuvar, eğitim fakültelerine bağlı müzik eğitimi anabilim dalları ve müzik eğitimi veren diğer kurumlar aracılığıyla bilimsel bir hüviyete bürünmeye başlamıştır. Bu makale nitel araştırma yöntemlerinden doküman taraması, veriler ise içerik analizi yoluyla ele alınmıştır. Bu çalışmanın evrenini Şanlıurfa geleneksel müziği ve icracıları oluşturmaktadır. Örneklem grubunu ise Şanlıurfa’da çokça okunan hoyrat formu ve Şanlıurfalı hoyratçılar oluşturmaktadır. Yukarıdaki bilgilere ilaveten Şanlıurfa’nın yetiştirmiş olduğu usta hoyratçılardan Yaşar Özden’in İstanbul İş Sanat Merkezi’inde Oxfordlular Sıra Gecesi Grubu tarafından icra edilen konserde okumuş olduğu Divan hoyratı ele alınıp notasıyla beraber analiz edilecektir. Kısaca bu makalede Şanlıurfa müziğinin genel yapısı, hoyrat formunun tanımı, yapısı, çeşitleri, Yaşar Özden’in hayatı, müzik geçmişi ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler
Müzik, Şanlıurfa, Sıra Gecesi, Türkü, Hoyrat, Yaşar Özden
Kudüs’te 1155 yılında Karmel Dağı’nda Hristiyan hacılar ve Haçlı askerleri tarafından kurulan Karmelit tarikatı, kökenlerini Peygamber İlyas ve Elyesa’ya dayandırarak 13. yüzyıla kadar kuruldukları coğrafyada, daha sonra ise Avrupa ve... more
Kudüs’te 1155 yılında Karmel Dağı’nda Hristiyan hacılar ve Haçlı askerleri tarafından kurulan Karmelit tarikatı, kökenlerini Peygamber İlyas ve Elyesa’ya dayandırarak 13. yüzyıla kadar kuruldukları coğrafyada, daha sonra ise Avrupa ve Amerika kıtasında faaliyette bulunmuşlardır. Katolik Hristiyan tarikatları arasından oldukça önemli bir tarikat olan Karmelitler, dünyalık nimetlerden kendilerini uzak tutmayı, insanlığa hizmet etmeyi ve günahlarından dolayı kendi nefislerine ceza vermeyi tarikatlarının genel kuralları olarak kabul etmişlerdir. Ancak bu kadar hümanist görünen bu tarikatın Müslümanlar için aynı duyguyu besleyip beslemediği merak konusu olmuştur. Nitekim kuruldukları yer ve zamana bakıldığında dönemlerinin İslam dünyasında ağır tahribatlara sebep olan Haçlı Savaşları dönemi olduğu görülmektedir. Kudüs merkezli bu tarikat, zamanla Avrupa ülkeleri arasında da yayılma fırsatı bulmuş ve kuruluş yıllarındaki gibi Müslümanlara karşı Hristiyanları koruma amaçlı çalışmıştır. Avrupa ülkelerinden biri olan Avusturya’da da bu tarikat oldukça etkin olmuş ve II. Viyana Kuşatması sırasında Türklere karşı savaş arkasında önemli yardımlarda bulunmuşlardır.

Bu çalışmada Karmelit tarikatının ortaya çıkışı, misyonları, Avrupa’ya yayılma nedenleri ve özellikle Avusturya’daki faaliyetleri üzerinde durulmuş, sonrasında da 1622 yılından 1780’li yıllara kadar olan zaman diliminde Avusturya’da yaşadığı sorunlar, gördüğü yardımlar ve Hristiyanlık adına yaptığı hizmetler detaylandırılmıştır. Çalışmada genellikle 18. ve 19. yüzyıla ait Almanca eserler kullanılmış ve eserlerde aktarılan bilgiler dönemin gazete haberleri ve Karmelitlerin güncel medya organlarındaki bilgiler ile desteklenmiştir.
Anahtar Kelimeler
İslam Tarihi, Hristiyanlık, Karmelit Tarikatı, Kudüs, Avusturya
Klasik Türk edebiyatı sanatçıları, matematikle dil estetiğini birleştirerek bir olayın veya durumun zamanını göstermek için tarih düşürme sanatına başvurmuşlardır. Tarih düşürme sanatı ebced hesabına dayanır. Klasik Türk şairi doğum,... more
Klasik Türk edebiyatı sanatçıları, matematikle dil estetiğini birleştirerek bir olayın veya durumun zamanını göstermek için tarih düşürme sanatına başvurmuşlardır. Tarih düşürme sanatı ebced hesabına dayanır. Klasik Türk şairi doğum, ölüm, evlenme, sünnet, mansıb ve tayin durumları, zaferler, fetihler, mimarî yapıların tamiri veya inşası başta olmak üzere akla gelebilecek hemen hemen her konuda bu sanata başvurmuştur. 18. yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başında yaşayan, kaynaklarda kendisine dair herhangi bir bilgiye rastlanmayan Bursalı İbrahim Râzî, Divan’ında 51 tarih manzumesine yer vererek bu türdeki maharetini bizlere göstermiştir. 1202-1249 (1787/1788-1833/1834) tarihleri arasında 46-47 yıllık bir zaman diliminin şahitliğini yansıtan bu tarih manzumeleri, taşıdığı estetik ve edebî değerinin yanı sıra dönemin sosyal, siyasî, tarihî ve mimarî görünümünü yansıtması açısından da önemlidir. Bu çalışmada Bursalı İbrahim Râzî Divanı’ndaki tarih manzumeleri biçim, muhteva, ve yöntem gibi farklı açılardan ele alınıp değerlendirilmeye çalışılacak, ortaya konulan görüşler tablolar ve sayısal veriler yardımıyla somut bir şekilde gözler önüne serilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Bursalı İbrahim Râzî, Divan, tarih düşürme, ebced, 19. yüzyıl
Sosyo-politik tarihi çalkantılarla dolu olan Ortadoğu, 2010 yılında buna bir yenisini eklemiştir. Arap Baharı olarak ifade edilen bu yeni sosyo-politik hareket, Tunus’ta ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra birçok Ortadoğu ülkesine hızlı... more
Sosyo-politik tarihi çalkantılarla dolu olan Ortadoğu, 2010 yılında buna bir yenisini eklemiştir. Arap Baharı olarak ifade edilen bu yeni sosyo-politik hareket, Tunus’ta ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra birçok Ortadoğu ülkesine hızlı bir şekilde yayılmıştır. Yayıldığı ülkelerde yönetim ve halkı sert bir şekilde karşı karşıya getiren bu hareket, pek çok ülkede baharın yerine etkisi hala hissedilen şiddetli bir kışın yaşanmasına yol açmıştır. Nitekim bu anlamdaki en şiddetli kışın yaşandığı Suriye’de meydana gelen iç savaşta ülke bütün kaynaklarıyla yerle bir olmuş, yüzbinlerce insanı ölmüş, milyonlarcası yaralanmış ve on milyonlarcası da iç ve dış göçle yerinden olmuştur. Dış göçle yerinden olan altı buçuk milyon Suriyelinin yarıdan fazlası kendilerine kucak açan Türkiye’ye sığınmıştır. Bir bölümü geçici barınma merkezlerinde çoğunluğu da şehir merkezlerinde kalan Suriyeli sığınmacılarla ilgili siyasi, sosyal, ekonomik ve güvenlik alanlarına ilişkin araştırma kuruluşları tarafından çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Alanında öncü bir niteliğe sahip bu makaleyle haklarında edebî anlamda herhangi bir çalışma yapılmamış olan Suriyeli sığınmacıların Türk ve Arap romanlarındaki yansımaları irdelenmiştir. Bu kapsamda nasıl bir hayat yaşadıkları, ekonomik geçimlerini ne şekilde sağladıkları, Türklerle nasıl bir sosyal ilişki geliştirdikleri ve toplumsal kurallara ne ölçüde uydukları gibi sorulara yanıt aranmıştır. Ulaşılan sonuçlarla kendileriyle ilgili kamuoyunda bilinen kimi yanlış bilgilere karşı doğru bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Arap Dili ve Belagatı, Modern Arap Romanı, Suriyeli Sığınmacılar, Arap Bahar
Türkler arasında en yaygın tarikatlardan biri olan Halvetiyye, nefsin kötülükten ve günahtan arındırılmasını esas almaktadır. Bunun için de etvâr-ı seb’a denilen metot kullanılmaktadır. Özellikle Halvetî tarikatına mensup çoğu mutasavvıf... more
Türkler arasında en yaygın tarikatlardan biri olan Halvetiyye, nefsin kötülükten ve günahtan arındırılmasını esas almaktadır. Bunun için de etvâr-ı seb’a denilen metot kullanılmaktadır. Özellikle Halvetî tarikatına mensup çoğu mutasavvıf nefsin yedi mertebesine işaret eden bu yedi tavır üzerine pek çok eser kaleme almıştır. Bu tarikatın önemli isimlerinden olan Cemâl-i Halvetî’nin de konuyla ilgili birkaç risâlesi olduğu bilinmektedir. Ayrıca son dönemde yayımlanmış olan Esrâr-ı Garîbe adlı mesnevisinde de bu konuyu ele aldığı tespit edilmiştir.

Esrâr-ı Garîbe klasik mesnevi tertibine uygun olarak yazılmıştır. Tevhidle başlayan eser sırasıyla Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin için yazılan na’tlerle devam etmektedir. Ardından eseri kaleme alma sebebinden bahseden şair Âgâz-ı Kitâb başlığıyla asıl konuya geçmiştir. Bu bölümde önce tasavvufî olarak kalbin yedi tavrına sonra her tavrın arkasından o tavırla ilgili bir hikâyeye yer vermiştir. Bölümün sonuna doğru kalplerin tavırlarının temsillerini tek tek ele almış, yedi peygamberi yedi tavrın temsili olarak belirlemiştir. Şair her tavrı Kur’an’dan ayetlerle de desteklemiştir.

Bu çalışmada Cemâl-i Halvetî’nin Esrâr-ı Garîbe adlı mesnevisi Halvetiyye’deki etvâr-ı seb’a yazma geleneği açısından değerlendirilmiş ve bu gelenek içerisindeki önemi ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler
Etvâr-ı Seb’a, Cemâl-i Halvetî
Bu çalışmada, Bingöl Solhan ilçesine bağlı Arakonak beldesi ve Hazerşah Köyü dokumalarından el yapımı seccâdeler işlenecektir. Solhan bölgesi el sanatları açısından zengin bir ürün yelpazesine sahiptir. Yaptığımız saha araştırmaları... more
Bu çalışmada, Bingöl Solhan ilçesine bağlı Arakonak beldesi ve Hazerşah Köyü dokumalarından el yapımı seccâdeler işlenecektir. Solhan bölgesi el sanatları açısından zengin bir ürün yelpazesine sahiptir. Yaptığımız saha araştırmaları sayesinde özellikle 20. yüzyılın başları ve ortalarından kalma el yapımı seccâdelerin varlığı tespit edilmiştir. Çalışma süresince elde ettiğimiz verilerden yola çıkarak Arakonak ve Hazerşah’ta el yapımı dokuma ürünlerinin geçmişini, yapılan işlemlerin süreçlerini ve kullanılan motiflerin anlam ve sembollerini ortaya çıkarmaya çalışacağız. Söz konusu bölgede daha önce de yaptığımız araştırmalardan elde ettiğimiz sonuçlara göre, bölgede dokuma kültürünün çok eskilere dayandığı saptanmıştır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren bu dokuma ürünlerini yapan kişilerden elde edilen verilerden anlaşıldığı kadarıyla, bölgedeki dokuma kültürü birkaç kuşaktır devam etmektedir. Bu sanatsal etkinliğin etkileşim ağı ve kültürel alt yapısı, yazılı veri eksikliğinden dolayı ortaya çıkarılması zor alanlardan birini oluşturmaktadır. Ancak yapılan motiflerin kültür dünyamızdaki diğer bölgelerle karşılaştırılmaları ve kullanılan bazı terimler bizleri daha niteliksel verilere götürmektedir. Bu nedenle çalışmanın saha ve tespit çalışmalarının yanında yakın kültürel bölgeler ile özellikle de Anadolu’da yapılan benzer sanat eserleri ile karşılaştırmaları; etkileşim, benzerliklerin ortaya konulması böylelikle bölgenin kültürel altyapısının kökenlerinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Günümüzde artık yapılmayan halı, seccade ve kilimlerin Anadolu insanının kültürünü ortaya koyması bakımından kayıt altına alınması ve nitelikli bilimsel çalışmalara konu olması mutlaka gerekmektedir. Bu kapsamda çalışmada bölgede tespit edilen 11 adet el dokuma seccadesi tanıtılacak ve bu seccadelerin motif, şekil benzerliklerinin etkileşimleri değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler
Bingöl, Arakonak, Dokuma, Seccâde, Motif
Öz İslâm tarihi boyunca çeşitli devletlerde hem resmî hem de halk merasimleriyle icrâ edilen mevlid-i nebî, toplumun kaynaşmasına, yönetimle buluşmasına, merasim dolayısıyla yazılan ve okunan mevlidiyyât kasidelerinden nasiplenmelerine... more
Öz
İslâm tarihi boyunca çeşitli devletlerde hem resmî hem de halk merasimleriyle icrâ edilen mevlid-i nebî, toplumun kaynaşmasına, yönetimle buluşmasına, merasim dolayısıyla yazılan ve okunan mevlidiyyât kasidelerinden nasiplenmelerine kapı aralayacaktır. Bu çalışmaya konu olan kutlamalar ise Hz. Muhammed’in vefatından sonraki yıllarda medhiyelerle ifade edilen sevginin kutlamalara dönüşmüş hali olarak Hz. Muhammed’in doğumunun çeşitli semboller, kaside ve dualarla ifade edildiği mevlid kutlamalarıdır.  Bağdat’tan Mağrib ve Endülüs’e taşınan bu merasimler Mağrib topraklarında siyasî, tasavvufî, edebî olarak geleneksel bir hal almıştır. Çalışmanın özel konusu ise Mağrib’in ikinci Endülüs olmasını engelleyen ve 986/1578 yılında Portekizliler’le yapılan Vadilmehazin/Kasrülkebir savaşı sonrası, Sa’dî şeriflerinin bir nişanesi olsun diye sultan Ahmed el-Mansûr’un yaptırdığı Kasrülbedî’de 999/1591 yılında kutlanan mevlid-i nebî merasimidir. Bu merasim yapılan mekânın ihtişamı, hazırlanan yiyecek ve hediyelerin bolluğu, okunan kasidelerin çokluğu dolayısıyla dönemin İslâm devletlerinin bu konuya verdikleri özel önemi göstermesi açısından da önemlidir. Sadece siyasî yahut edebî özellikleri değil aynı zamanda İslâm’ın doğduğu topraklardan epey uzakta olan bu bölgede Hz. Muhammed’e özlemin de ifadesi olması bakımından tarihteki yerini almıştır.
Anahtar Kelimeler: Mevlid-i Nebî, Mevlidiyyât, Mağrib, Sa’dîler, Ahmed el-Mansûr.

The Mawlid al-Nabawi Ceremony in the age of Ahmad al-Mansur the Sa’di Sultan of Maghreb


Abstract
Through the Islamic History in different states, The Mawlid al-Nabawi, which is performed both as official and public ceromonies, enables the society to unite and meet authority and opens a door for society to benefit from the qasidas written and red with reference to these ceromonies. The celebrations mentioned in this study are Mawlid celebrations, which were praise poems expressing the love of the Prophet Muhammad upon his birthday in earlier times, then they expanded into celebrations praising the Prophet Muhammad with different kinds of symbols, odes (qasidas) and prayers. These celebrations passed on to Maghreb and Andalusia from Baghdad, and in the lands of Maghreb they became conventional politically, sufic and literarily. In particular, the subject of this study is the ceremony of Mawlid al-Nabawi performed in the year of 999/1591 in Kasrülbedi built by sultan Ahmad al-Mansur, as a sign of the sharifs of Sa’di dynasty, after the war of Vadilmehazin/Kasrülkebir/Alcazarquivir with Portugueses in the year of 986/1578 which also prevents Maghreb from being the second Andalusia. This ceremony is also important as it shows the special interest of Islamic states of that era to this issue with the magnificence of place, the abundance of food and presents served and qasidas red during the celebration. It is imbedded in history not just for the political or literary features of it but also because of being the expression of yearning for the Prophet Muhammad in an area far away from the lands where Islam born.
Key words: The Mawlid al-Nabawi, Mewlidiyyat, Maghreb, Sa’di Dynasty, Ahmad al-Mansur.
Eğitim, bireyin dünyaya karşı bakış açısını, içinde yaşadığı toplumun kültürünü, inançlarını ve hayat şeklini belirler. Bireyin dünya ve kendi varlığı hakkında farkındalık oluşturma faaliyeti olan eğitim, hayatı boyunca karşı karşıya... more
Eğitim, bireyin dünyaya karşı bakış açısını, içinde yaşadığı toplumun kültürünü, inançlarını ve hayat şeklini belirler. Bireyin dünya ve kendi varlığı hakkında farkındalık oluşturma faaliyeti olan eğitim, hayatı boyunca karşı karşıya kalacağı kazanımlarını elde etmesini sağlar. Sanat eğitimi de günlük hayatla birlikte kazanılan kabiliyet ve düşüncelerin bireye aktarılması açısından önemli bir yoldur. Sanat bireylerin duygu ve düşüncelerini estetik yollarla dışavurumudur. Her toplumun kültürü, inançları, yaşama biçimleri kendine özgüdür. Bu araştırmada birey ve toplum açısından sanat eğitiminin geleneksel sanatlar merkezinde nasıl gerçekleştiğini vurgulamak amaçlanmıştır. Geleneksel sanatlarımızın eğitimi sürecinde izlenen kaideler, hoca-öğrenci ilişkisi şeklinde devam eder. Eğitim-öğretim sürecinde hoca-öğrenci münasebetleri, izlenen yol, metod ve teknikler, çalışmamızın temelini oluşturmaktadır. Hoca-öğrenci arasındaki eğitim metodunun tarihi süreçte var olan tüm sanat ve toplum teşkilatlarındaki durumu, bu düzenin sanat eğitimi açısından önemini ve devamlılığını vurgular.Bu açıdan değerlendirildiğinde geleneksel sanatlarımızda var olan eğitim modeli ve tarihi, uzun yıllar devamlılığını sürdürmüş, kendine has usul ve yöntemleriyle standart bir eğitim sisteminden farklı olarak gelişmiştir.
Sadeleştirdiğimiz bu metinler son dönem Osmanlı ulemâsından Yûsuf Zâhir İbnü’ş-Şeyh Mehmed Elîf Hasîrîzade’nin (1883-1956), 1925 yılının Şubat ve Eylül ayları arasında Mahfildergisinin 58, 60, 61, 62, 63, 64, ve 65. sayılarında yayınlanan... more
Sadeleştirdiğimiz bu metinler son dönem Osmanlı ulemâsından Yûsuf Zâhir İbnü’ş-Şeyh Mehmed Elîf Hasîrîzade’nin (1883-1956), 1925 yılının Şubat ve Eylül ayları arasında Mahfildergisinin 58, 60, 61, 62, 63, 64, ve 65. sayılarında yayınlanan müteselsil yedi makalesinden oluşmaktadır. Reddiye makamında yazılan makalelerin konusu, Hüseyin Câhid Bey (1875-1957) tarafından tercüme edilen ünlü İtalyan müsteşrik Leone Caetani’nin (1869-1935) İslâm Tarihi adlı kitabının İsnâd’ın Tenkîd-i Tarihîsi bahsindeki iddialarına cevap ve tenkit mahiyetindedir.



These texts we simplification are the articles written by Yûsuf Zâhir İbnü’ş-Şeyh Mehmed Elîf Hasîrîzade (1883-1956) one of the Ottoman scholars and published between February and September 1925, subsequent58, 60, 61, 62, 63, 64, and 65. numbers in the journal of Mahfil. The subject of the articles written as rejection is the answer and criticism of the claims in the chapter Historical Critique of İsnâdof the book of İslâmic Historyof the famous Italian orientalist Leone Caetani (1869-1935), translated by Hüseyin Câhid Bey (1875-1957).
İlkeli ve dürüst olmak demektir. Zaman, bağlam, kişi ya da konjonktürün etkisinde kalmadan inandığı doğrular istikametinde standart tavrı sürdürmek demektir. Samimiyet ve tevazu demektir. Olduğu gibi görünmek, gösterişten ve tasannudan... more
İlkeli ve dürüst olmak demektir. Zaman, bağlam, kişi ya da konjonktürün etkisinde kalmadan inandığı doğrular istikametinde standart tavrı sürdürmek demektir. Samimiyet ve tevazu demektir. Olduğu gibi görünmek, gösterişten ve tasannudan uzak durmak, içtenlikle yaklaşmak demektir. Diğerkâmlık ve îsâr demektir. Önce maiyyetindekiler, mesai arkadaşları ve öğrenciler; daha sonra kalırsa "ben" demektir. Sabır ve tahammül demektir. Acı haber karşısında soğukkanlılığını koru-mak; hastalık veya musibetten şikâyet etmemek; sabrın da bir ibadet olduğunu bilmek demektir. Toplumsal sorumluluğun farkında olmak demektir. Kesintisiz kırk yıla yak-laşan sohbet halkalarında her hafta İslam'ın hayat veren çağrısını duyurmak demektir. Akademik titizlik ve itkan demektir. Genel anlatıların baskın gücüne teslim olmayıp kaynaklardaki bilgileri çapraz okumalarla tahlil etmek ve metodolojik açıdan en doğru ve tutarlı olanı ortaya çıkarma gayreti içinde bulunmak demektir. Gelecek nesillere dair hayalleri olmak demektir. İlahiyat öğrencisinin hem ilmen, hem fikren hem de ahlaken daha nitelikli yetişebilmesi için örgün eğitim programlarını takviye edecek dört yıllık bir özel eğitim ve terbiye programı geliştirip uygulamak demektir. Denge ve ölçü demektir. Yeme-içme, gülme-ağlama, sevinme-üzülme,
Ey yokluğu onulmaz bir yara olup sızlatan yüreğimi… Ey gözlerime söz geçiremememin yegâne müsebbibi… Ey her bir hatırası aylardır gözlerimi selsebil kılan; yağmur damlalarına eşlik eden gözyaşlarımla toprağa en güzel kokuları yayan... more
Ey yokluğu onulmaz bir yara olup sızlatan yüreğimi… Ey gözlerime söz geçiremememin yegâne müsebbibi… Ey her bir hatırası aylardır gözlerimi selsebil kılan; yağmur damlalarına eşlik eden gözyaşlarımla toprağa en güzel kokuları yayan yattığı mezarından… Ey dipsiz acılarımı lâl eden; yokluğuyla kabuk bağlayamayan yaralarımı ince ince sızlatıp hâlimi pür melâl eden… Ey aylar önce öksüz bırakan ve ayrılık acısı ilk günkü gibi terrü taze duran içimde… "Kararlar yılan balığına benzer; yakalaması kolay, tutması zordur" sözü, sanki benim için söylenmiş. Üzerimde çok hakkın var saygıdeğer Ahmet Önkal Hocam. Vefatının ardından Zatıâlinizle ilgili bir yazı yazıp yazmamak konusun-da çok düşündüm. Acım, ıstırabım hafif olsaydı yazabilirdim kucaklar dolusu, dökerdim içimi için için yürek heybemden; lâkin yokluğunda öyle derin ki acıla-rım ben nasıl anlatabileceğim, nasıl yazabileceğim seni, bilmiyorum. Hüzün ikliminin hükümperva olduğu güz mevsiminin bir acımtırak gecesin-de, hiçbir mutsuzluğun doyuramadığı açgözlü hüznün pençesindeyim. Loş odamda, çalışma masamın başındayım. Sızım çok, yazım kış. Bakışlarım do-nuk. Düşüncelerim karmakarışık. Kalemim küt. Omuzlarım çökmüş, gönlüme
"İnsanın hayatta en çok zorlandığı işlerdendir" denir; çok sevdiği bir kimse-nin ardından onun anısına bir şeyler yazmak. Evet, gerçekten de öyle. İnsan ne-reden başlayacağını, duygularını nasıl ifade edeceğini bilemiyor. Muhterem hocamla... more
"İnsanın hayatta en çok zorlandığı işlerdendir" denir; çok sevdiği bir kimse-nin ardından onun anısına bir şeyler yazmak. Evet, gerçekten de öyle. İnsan ne-reden başlayacağını, duygularını nasıl ifade edeceğini bilemiyor. Muhterem hocamla tanışıklığımızın 1990'lı yıllara dayanan yani otuz yıla yakın bir mazisi var. Kendisini ilk defa lise yıllarımda, siyer alanında şaheser olarak gördüğüm "Rasulullah'ın İslam'a Davet Metodu" isimli kitabıyla tanımış-tım. Cismini henüz görmediğim bu eserin yazarına hayran olmuş, gıyabında kendisi için Allah'a dualar etmiştim. Zira o eser, sadece Hz. Peygamber'in İs-lamî tebliğde takip ettiği metodu değil, aynı zamanda Allah'ın rızasına ulaşmayı hedefine koymuş Müslüman bir gencin nasıl bir şahsiyette olması gerektiğini de anlatıyordu. Hem de kuru bir tarihsel bilgi yığını şeklinde değil. Her cümlesi özenle seçilmiş, içerisine âlemlere rahmet Hz. Muhammed (a.s.)'ın aşkını adeta bir nakkaş hassasiyetinde işlemiş bir şekilde. Büyük bir feraset ve samimiyetle ideal bir Müslüman genç portresini gönüllere nakşediyordu. Cümlelerinin kuv-vet ve tesirinin, ilmini amele dönüştürmüş olmasından kaynaklandığını okudu-ğunuz satırlarda rahatlıkla hissedebiliyordunuz. Aynı zamanda Allah'a tam tes-limiyetle gerçekleşen imanı, büyük bir samimiyetle yerine getirilen ibadetleri, insanlarla iyi geçinme üzerine temellenmiş muâmelât hayatı ve evrensel ahlakî ilkeleri yerli-yerine oturmuş bir bütün olarak görüyordunuz. 1995 tarihinde Üniversite yıllarımın daha ilk derslerinden biriydi. Sınıfa, öğ-rencilerine beslediği büyük sevgi ve onlara verdiği değerin bir nişanesi olarak ceketinin düğmelerini iliklemiş, içinde sakladığı hüznü yüzündeki tatlı bir tebes-sümle örtmüş, gözlerinin yeşilinde etrafa huzur ve sevgi dağıtan bakışlarıyla...
Prof. Dr. Ahmet ÖNKAL hocamız hakkında hatıra yazısı
Fatih Erkoçoğlu'nun Prof. Dr. Ahmet Önkal Hocamın vefatının ardından yazmış olduğu hatıra yazısı
Pelican yayınlarının tarih, sosyoloji ve politika gibi çeşitli alanlarda yayımlamış olduğu dizilerin bir parçası olan kitap, yazarın ifadesi ile hilâfetin ne olduğu, kelime anlamı, tarihi bir değer olması veya günümüzde de kullanılıp... more
Pelican yayınlarının tarih, sosyoloji ve politika gibi çeşitli alanlarda yayımlamış olduğu dizilerin bir parçası olan kitap, yazarın ifadesi ile hilâfetin ne olduğu, kelime anlamı, tarihi bir değer olması veya günümüzde de kullanılıp kullanılamayacağı gibi soruları yanıtlamak üzere kaleme alınmıştır (s. xi). Bibliyografya içermemesi ve bölümlerde dipnota çok fazla başvurulmamış olması sebebiyle akademik üsluptan bir nebze uzak olarak tanımlanabilir. Fakat bu eser, yazarın şimdiye kadar yapmış olduğu çalışmalardan hilâfet hakkında çıkarımlarını yansıtarak bu kavram üzerine genel bir çerçeveyi basit bir dille çizmeyi hedeflemiştir. On bir bölümden oluşan eserde ilk halifelerden başlayarak 20. yüzyıla kadar olan zaman dilimi kapsanmaya çalışılmıştır. Aynı konuda ve benzer şekilde daha önce yazılmış olan The Caliphate adlı eserin bu çalışmaya örneklik teşkil ettiği açıktır.
Bu çalışmada Prof. Dr. Hikmet ATİK tarafından hazırlanan Türk İslam Edebiyatı isimli eser incelenmiştir.
Research Interests:
Öz İlk dönem Abbâsî tarihine dair tartışma konularından birisi, dönemin siyasî hadiselerinde mevâlînin rolüdür. Özellikle Sâsânî-Fars tesirinin askerî, siyasî ve kültürel alanlarda damgasını vurması, bu tartışmaların başlamasında etkili... more
Öz İlk dönem Abbâsî tarihine dair tartışma konularından birisi, dönemin siyasî hadiselerinde mevâlînin rolüdür. Özellikle Sâsânî-Fars tesirinin askerî, siyasî ve kültürel alanlarda damgasını vurması, bu tartışmaların başlamasında etkili olmuştur. Böylece, dönemin birçok hadisesi benzer bir bakış açısıyla değerlendirilmiş, bu hadiselere ismi karışan bazı şahsiyetler hem klasik tarihçi-ler hem de günümüz araştırmacıları tarafından birtakım ithamlara maruz kalmışlardır. Bu şahsi-yetlerden biri de, Abbâsî ailesi içerisinde ilk iktidar kavgası olan Emîn ile Me'mûn arasındaki mü-cadelede aktif rol alan, Emîn'in hacibi ve veziri Fazl b. Rebîʿdir. Babası Rebîʿ b. Yûnus'un devlet-teki nüfuzu ve halife el-Mansûr'a olan yakınlığı sayesinde Abbâsî sarayına girdi. Kıvrak zekası ve biraz da talihinin yardımıyla devlet idaresindeki basamakları hızlıca tırmanmayı başardı. Bununla birlikte, Abbâsî tarihinde en çok üzüntü veren olaylardan ikisi; birincisi Bermekîlerin ortadan kal-dırılması, diğeri ise Abbâsî ailesinde veliaht Emîn'in idamıyla son bulan ilk iktidar kavgası, onun döneminde vukû buldu. Sonuçta, her iki olayın azmettiricisi olmakla itham edilmekten kurtula-madı. Çalışma kapsamında, Abbâsîlerin önde gelen devlet adamlarından olan Fazl b. Rebîʿin ha-yatı, döneminde meydana gelen belli başlı olaylardaki rolü ve izlenen siyasete etkisi ortaya kon-maya ve hakkındaki iddialar cevaplanmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Fazl b. Rebîʿ, Abbâsîler, Emîn, Mevâlî, Vezir. Abstract Life and Political Struggle of Al-Fadl b. Al-Rabīʿ Wich Was One of The Wazīrs of Early ʿAbbāsid Period One of the discussion topics of early ʿAbbāsid history is the role of mawālī (clients) in the political events of the period. Particularly Sāsānian-Persian influence on the military, political and cultural areas has been effective in beginning of this scientific debates. Thus, many events of the period were evaluated with a similar perspective and some people whose names were involved in these events were subjected to a number of accusations by both classical historians and contemporary researchers. One of them is al-Amīn's ḥājib and wazīr al-Fadl b. al-Rabīʿ, who had taken an active role in the struggle between al-Amīn and al-Maʾmūn, the first power struggle within the ʿAbbāsid family. Thanks to his father al-Rabīʿ b. Yunus' influence in the state and his closeness to the ca-ARAŞTIRMA Research
Öz Mevlânâ Celaleddin Rumî ile oğlu Sultan Veled'in sandukalarının bulunduğu Kubbe-i Hadrâ namıyla maruf Türbe yapısının 1274 yılında mimar Tebrizli Bedrettin tarafından inĢa edildiği bilinmektedir. Türbenin inĢasında Alâmeddin Kayser'in... more
Öz Mevlânâ Celaleddin Rumî ile oğlu Sultan Veled'in sandukalarının bulunduğu Kubbe-i Hadrâ namıyla maruf Türbe yapısının 1274 yılında mimar Tebrizli Bedrettin tarafından inĢa edildiği bilinmektedir. Türbenin inĢasında Alâmeddin Kayser'in maddi ve manevi desteklerinin bulunduğu bilinmekle birlikte günümüzdeki mevcut yapının o dönemde inĢa edilen ilk kubbe olup olmadığı, daha sonraki dönemlerde değiĢikliğe uğradığı hakkında farklı bilgiler nakledilmiĢ olmakla birlikte bugün için kesin bir bilgiye sahip değiliz. YeĢil kubbenin iç mekânında yer alan kalem iĢi tezyinatın Sultan II. Bayezid Döneminde yapıl-mıĢ olduğunu, Kalem iĢi tezyinatı yapan sanatçının da Halepli Mevlevi Mehmet oğlu Abdur-rahman olduğu güney cephenin duvar yüzeyinde yer alan kitabelerden anlaĢılmaktadır. Kita-bede tarih bulunmamakla birlikte II. Bayezid'in saltanat dönemi 1481-1512 yılları arası oldu-ğu dikkate alındığında tezyinatın da bu zaman diliminin herhangi bir noktasında yapılmıĢ oldu-ğu düĢünülmektedir. 2019 yılında tamamlanan restorasyon sonucunda ortaya çıkan ve söz konusu devrin özgün tezyinat özelliklerini taĢıyan nakıĢlar, Kubbe-i Hadrâ'nın beĢ yüz yıllık bir süreçte yapısal ve sa-natsal değiĢikliğe uğramadığını göstermektedir.
Öz İslamiyet'in yaygın olduğu coğrafyaya bakıldığında mimarînin bölgelere göre farklı özellikler gösterdiği görülür. Çünkü bir mimarî eser bulunduğu yerin coğrafî ve iklim özellikleri, tarihçesi, eseri inşa eden toplumun inanç kaideleri,... more
Öz İslamiyet'in yaygın olduğu coğrafyaya bakıldığında mimarînin bölgelere göre farklı özellikler gösterdiği görülür. Çünkü bir mimarî eser bulunduğu yerin coğrafî ve iklim özellikleri, tarihçesi, eseri inşa eden toplumun inanç kaideleri, kültürü, gelenek ve görenekleri ile sosyal hayatların-dan izler taşır. Mesela 16. yüzyılda Osmanlı döneminde yapılan bir câmi ile İran'da Safevîler tarafından yapılan bir câmi ya da Kuzey Afrika'da Fas'ta Sâ'dîler döneminde yapılan bir câmi mimarî olarak birçok farklılık gösterir. Hepsi câmi olmasına ve aynı zaman diliminde inşa edil-melerine rağmen yukarıda değindiğimiz farklılıklar sebebiyle o coğrafyaya has özelliklerle bi-çimlenir. Hazreti Peygamber (s.a.s)'in vefatından sonra çeşitli sebeplerle ortaya çıkan mezhepler de mimarîyi etkileyen bir başka husustur. Bu araştırmamızda Fas coğrafyasını esas alarak bölge-de yaygın olan mezhebin câmi mimarîsi üzerine etkilerini örneklerle açıklamaya çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Mimarî, câmi, mezhep, Malikîlik, Fas. Abstract The Impact of Madhab on Islamic Architecture: The Mosques of Morocco as a Case Study When we take a look at the regions where Islam is widespread, we see that the architectural styles vary from region to region. The reason is that the geographical location, climatic conditions and historical background of a place; the beliefs, culture, customs of the society and its social life have an impact upon the architecture. In this respect, when we examine a sixteen-century mosque which was built by different dynasties such as; Ottomans, Safavids of Iran or Saadians of Morocco, we realise that each of the mosque buildings has different architectural characteristics. Although all of them were built as mosques and constructed in the same time frame, each of them has been shaped by regional traditions of the place where it was built, as ARAŞTIRMA Research
Öz Muğla ilinin Datça ilçesi sınırları içerisinde yer alan eser, antik dönemden itibaren zengin kül-tür varlıklarına ev sahipliği yapan Datça Yarımadası´ndaki Osmanlı dönemine ait tek kilisedir. Osmanlı devletinde 1774 tarihli Küçük... more
Öz Muğla ilinin Datça ilçesi sınırları içerisinde yer alan eser, antik dönemden itibaren zengin kül-tür varlıklarına ev sahipliği yapan Datça Yarımadası´ndaki Osmanlı dönemine ait tek kilisedir. Osmanlı devletinde 1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan azınlıklara yeniden kilise inşa etme izni sonrasında gelişen süreçte, Anadolu'da Hıristiyan azınlıkların yaşadığı böl-gelerde yoğun imar faaliyetleri gerçekleşmiştir. Osmanlı padişahlarının himayesinde gerçekle-şen bu faaliyetlerde birçok eski yapı ya tamir edilmiş ya da yeni kiliseler inşa edilmiştir. Bu kapsamda inşa edilen yapılardan Anadolu'nun en güney batı noktasında yer alan, Datça Yarı-madası´ndaki tek Osmanlı dönemi kilisesi olan Datça Hızırşah Kilisesi çalışmamızın konusunu oluşturmaktadır. Ortaçağ'a ait bir kilise kalıntısı üzerine inşa edildiği düşünülen yapı, doğu-batı doğrultusunda tek nefli dikdörtgen planlıdır. Doğu cephesine eklenmiş içten yarım daire, dış-tan ise yedi cepheli bir apsisi bulunan eserin bir kitabesi bulunmamakla birlikte, son yıllarda gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarında naos duvarında ortaya çıkarılan 1890 tarihinin in-şa tarihi olabileceği düşünülmektedir. Kuzey girişin sövesindeki taş süsleme, naos içerisinde yer alan duvar paye başlıkları ve naos duvarlarındaki silmelerde bulunan stuko süslemeler ile naosun beşik tonoz örtüsünde yer alan kalem işi süslemeler, yapının süsleme programını oluş-turmaktadır. 2015-2017 yılları arasında gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları ile bugünkü halini alan yapı, günümüzde Hızırşah Kültür Evi olarak hizmet görmektedir. Bu çalışmada Dat-ça Hızırşah Kilisesi'nin mimari ve süsleme özellikleri ayrıntılı bir şekilde tanımlanarak; Osmanlı dönemi Anadolu kilise mimarisi içerisindeki yeri, benzer örnekler eşliğinde değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Gayrimüslim, Datça, Kilise, Hızırşah. Abstract Datca Hizirsah Church Located within the borders of district Mugla province, the building is the only Ottoman period church in Datca Peninsula, which has been a home to rich cultural assets since antiquity. With the Small Kaynarca Treaty of 1774, started a process in which the churches were rebuilt by the minorities in the Ottoman Empire borders. Within this scope, the construction activities intensively were made in the regions where minorities lived. Many old buildings were repaired or new churches were built under the auspices of the Ottoman Sultans. The only Ottoman church in the Datca Peninsula which was built in this scope, Datca Hızırsah Church is created of the ARAŞTIRMA Research
Öz Usûl, müziğin iki temel unsurundan (ses, ritm) biridir. Köklü geçmişi ile Türk müziği icrası ve eğitiminde önemli bir yere sahip olmuştur. Notanın mûsikî dünyasına girmesi ile birlikte usûl uygulamalı eğitim sistemi olan Meşkin... more
Öz Usûl, müziğin iki temel unsurundan (ses, ritm) biridir. Köklü geçmişi ile Türk müziği icrası ve eğitiminde önemli bir yere sahip olmuştur. Notanın mûsikî dünyasına girmesi ile birlikte usûl uygulamalı eğitim sistemi olan Meşkin kullanımı giderek azalmış ve Türk müziği eserleri batı nota sistemi esas alınarak notaya alınan nüshalardan icra edilir olmuştur. Cumhuriyet döne-minde yapılmış olan derleme çalışmalarında, türkülerin notaya alınması da aynı bakış açısı ile olmuştur. Türkülerin Türk müziği usûl kuramından uzak bir tutum ile kendi gereklerince irde-lenmemesi; türkülerde usûl tespitlerinin yanlış yapılmasına, türkülerin; okunması zor ve yöre, tür, tavır vb. açıları yansıtmaktan yetersiz bir şekilde notaya alınmasına sebebiyet vermiştir. Araştırmamıza konu olan Aksak usûlündeki türkülerin mevcut notalar ile icra edilemediği ve bu notaların THM eğitiminde kullanılamadığı görülmektedir. Dolayısıyla bu konunun çözüme ka-vuşturulması, mevcut âsarın doğru intikal edebilmesi için önemlidir. Bu araştırmada, TRT THM repertuvarındaki 9 zamanlı ölçülmüş türküler, Aksak usûlüne göre irdelenmiştir ve Aksak usûlündeki türkülerin öğretimine yönelik bir öğretim modeli önerilmiştir.
Öz İslâm tarihinde verâsete dayalı veliahtlık usûlü Muâviye'nin oğlu Yezîd'i veliaht tayin etmesiyle başlamış, aynı uygulama Emevîler'den sonra hilafete geçen Abbâsîler tarafından da bazı deği-şikliklerle devam ettirilmiştir. Abbâsî... more
Öz İslâm tarihinde verâsete dayalı veliahtlık usûlü Muâviye'nin oğlu Yezîd'i veliaht tayin etmesiyle başlamış, aynı uygulama Emevîler'den sonra hilafete geçen Abbâsîler tarafından da bazı deği-şikliklerle devam ettirilmiştir. Abbâsî halîfeleri, yönetimi devredecekleri veliahtların küçük yaş-tan itibaren iyi bir eğitimden geçmelerine önem vermişler, onların ilmî, idarî ve askerî açıdan donanımlı olabilmeleri için dönemin en iyi âlimlerini görevlendirmişlerdir. Veliahtlar çok küçük yaştan itibaren bu hocalardan Kur'an, hadîs, fıkıh gibi dinî ilimlerin yanısıra siyaset, Arap dili, belağat, şiir, hitabet, tarih, felsefe, astronomi gibi pozitif ilimleri de öğrenmişlerdir. Zekâsı, tec-rübesi ve ileri görüşlülüğü ile öne çıkan bazı âlimler, veliahtlara hilâfete geçtikten sonra da eş-lik etmeye devam etmişler, hatta onların çocuklarını eğitme işini de devralmışlardır. Bazı veliahtlar, kendilerini eğiten âlimlere tamamen teslim olmuşlar, onların onayı olmadan adım dahi atmamışlardır. Veliahtlar üzerinde güçlü bir nüfuza sahip olan eğitmenler, zamanla halîfelerin siyaset anlayışı ve düşünce yapısını dahi şekillendirmişlerdir. Bu bağlamda, biz ça-lışmamızda halîfelerin veliahtlık dönemlerini inceleyerek, onlar üzerinde nüfuza sahip olan eğitmenleri tanımayı hedefledik.. Anahtar Kelimeler: Abbâsîler, Halîfe, Veliaht, Eğitmen, Eğitim. Abstract The First Period Abbasid Crown Princes And Their Teachers (132-232/749-847)
Öz Türk müziğinin temel unsurlarından biri olan usûl; Türk müziğinin icrâsında, eğitim-öğretiminde ve geleceğe intikâl ettirilmesinde önemli bir role sahiptir. Bu sebeple usûl bilmek, geleneksel eğitim modeli olan meşk sisteminde ön koşul... more
Öz Türk müziğinin temel unsurlarından biri olan usûl; Türk müziğinin icrâsında, eğitim-öğretiminde ve geleceğe intikâl ettirilmesinde önemli bir role sahiptir. Bu sebeple usûl bilmek, geleneksel eğitim modeli olan meşk sisteminde ön koşul olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla usûl kavramına ilişkin ifâdeler de (usûl, ritim, düzüm, ölçü, gider, metronom, darb, mertebe ve velvele) usûlün anlaşılabilmesi açısından önem taşımaktadır. Mezkûr kavramların öğrenilmesi ve aktarılma-sında yazılı kaynaklarda farklılıklar gözlenmektedir. Takriben IX. yüzyıldan başlayarak, XX. yüzyıla kadar birçok âlim/teorisyen eserlerinde usûl ko-nusunu ele almıştır. XX. yüzyıldan günümüze gelinceye dek ise, batı müziği notasyonunun Türk müziğinde yaygınlık kazandığı dönem olması itibariyle bu konu üzerinde yapılan çalışmaların sayısında oldukça büyük bir artış görülmüştür. Bu çalışmada, XX. yüzyıldan itibaren Türk Müziği usûllerine yönelik kaleme alınmış kitaplardaki usûl ve usûlü oluşturan dinamiklerin tanımları irdelenmiş; bu tanımlara yönelik değerlendirme ve yorumlara yer verilmiştir. Türk Müziği usûl eğitim-öğretiminde kullanılan yazılı kaynaklardaki usûl kavramına ilişkin ifâde-lerin irdelendiği bu çalışmada, nitel araştırma yöntemi ve literatür tarama, doküman inceleme ve arşiv tarama teknikleri kullanılmış, elde edilen veriler üzerinde içerik analizi yapılmıştır. So-nuç olarak, örnekleme alınan kaynaklar incelendiğinde; usûl kavramının ve bu kavramı oluştu-ran dinamiklerin açıklamalarında bir standart olmadığı; kitapların hem kendi içlerinde hem de birbirleri arasında farklılıklar ve/veya çelişkiler olduğu tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Türk Müziği, Usûl, Yazılı Kaynaklar, Eğitim-Öğretim. Abstract Comparison of Descriptions Connected With "Usul" Matter in Written Sources Used in Turkish Music Usul Education Usul being one of primary element of Turkish Music has a important role in performing Turkish music, its education and its transfer to future. Therefore, to know usul was determined as prior condition in "meşk" system being traditional education model. Thus, factors connected with usul concept (usul, rhythm, düzüm, meter, gider, metronome, darb, mertebe and velvele) is ARAŞTIRMA Research
Research Interests:
Research Interests:

And 443 more