Skip to main content
Elinizdeki bu kitap, son dönemde başlangıçtaki liberal-demokratik eğiliminden ayrılıp daha devletçi/ulusalcı bir çizgiye kaymış görünse de, Türkiye’de son dönemde yaşanan bu kadar önemli değişim ve dönüşümlerin baş aktörü olan AK... more
Elinizdeki bu kitap, son dönemde başlangıçtaki liberal-demokratik eğiliminden ayrılıp daha devletçi/ulusalcı bir çizgiye kaymış görünse de, Türkiye’de son dönemde yaşanan bu kadar önemli değişim ve dönüşümlerin baş aktörü olan AK Parti’nin; siyasal felsefesini, dayandığı toplumsal tabanı, siyasal, sosyal ve ekonomik alandaki politikalarını, yerel yönetimler, çevre, finans vb. konulardaki yaklaşım ve uygulamalarını ortaya koymayı amaçlayan çalışmalardan oluşmaktadır.
Kitabın A. Vedat KOÇAL tarafından kaleme alınan ilk yazısı “Türkiye’de Muhafazakâr Dönüşümün Toplumsal Temelleri” başlığını taşıyor. Koçal, kapsamlı çalışmasında AK Parti’yi meydana getiren toplumsal süreçleri ve olguları ele alıyor. Bu bağlamda, AK Parti’yi başlı başına bir siyasal olay olarak değil, belirli somut koşulların somut sonucu olarak tanımlayan teorik bir kavrayışla, AK Parti’nin hangi sosyo-ekonomik temeller üstünde varlık kazanıp yükseldiğini konu ediniyor; AK Parti’nin oluşumunda ve iktidarında etkili olan tarihsel, kültürel, sosyo-ekonomik ve ideolojik unsurları ayrıntılarıyla ortaya koyuyor.
Kitabın “Yeni Sağ, Türkiye ve Adalet ve Kalkınma Partisi” başlığını taşıyan ikinci yazısında Nafiz TOK, küreselleşmenin ideolojisi olarak kabul edilen yeni sağ ideolojisinin Türkiye’deki tarihsel serüvenini genel olarak ortaya koyduktan sonra, özellikle iktidarı döneminde önemli değişim ve dönüşüm yaşanan AK Parti’nin siyasal ideolojisinin ne derece yeni sağ çizgisinde olduğunu değerlendiriyor. AK Parti’nin siyasal düşüncesi ve uygulamaları ile küresel alanda yükselen yeni-sağ ideoloji arasındaki bağlantıyı; muhafazakarlık, devlet ve ekonomi, demokrasi ve özgürlük anlayışları açısından çözümleyen Tok, aynı zamanda AK Parti’nin bazı anlayış ve uygulamalarının yeni sağ çizgisinden neden ve nasıl sapmalar gösterdiğini de ortaya koyuyor.
Bilal SAVAŞ’ın “Yeni Türkiye” Politik Ekonomisi: Türkiye’nin AK Parti’li Yılları” başlığını taşıyan çalışması Kitabın üçüncü yazısını oluşturuyor. Savaş, AK Parti iktidarının politik ekonomi uygulamalarını analiz ederek, AK Parti iktidarlarını kapsayan dönemler itibariyle seçilmiş bazı kurumları analiz ediyor. Çalışmasının temel bilimsel katkısı, AK Parti dönemini kapsayan kurumsal yapıyı inceleyen ilk bilimsel çalışma niteliği taşımasıdır. Savaş, literatür taramaları ve teorik analizlere dayanarak AK Parti’nin politik ekonomi proje ve uygulamaları çerçevesinde Türkiye’nin kurumsal değişim gereksinimini tartışıyor ve Türkiye’nin kurumsal sorunlarının çözümüne yönelik bir öneri planı sunuyor.
Ragıp YILMAZ, Kitabın dördüncü yazısını oluşturan“Teorinin Pratiğe Üstünlüğü: Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partili Yıllar” başlıklı çalışmasında, iktisat teorisinin yeni aklına (neoliberal akla) uygun şekilde ülkelerin, kendi farklılıklarını göz ardı ederek, her yerde doğru ve geçerli olduğu kabul edilen ilkelere dayalı politikalar uygulamaya koydukları, böylece teorinin pratiği dönüştürdüğü tezi üzerinden Türkiye’deki AK Parti dönemini ele alıyor. Neo-liberal aklın egemenliğinde küresele eklemlenme çabalarının, AK Parti döneminde de devam ettirildiğine dikkat çeken Yılmaz, iktisat teorisindeki dönüşümün pratik hayattaki yansımalarını değerlendirirken, Ekonomik Özgürlükler Endeksini (Economic Freedom Index) göz önünde bulundurarak, ekonomi politikalarındaki neoliberal öngörüye uygun sonuçları endeks değerleriyle karşılaştırmak suretiyle, kurumsal yapılanmadaki görünümleri belirlemeye çalışıyor; pratiğin teoriye ne ölçüde uyarlandığını inceliyor.
Samet EVCİ, “Adalet ve Kalkınma Partisi Döneminde Finansal Sistem” başlıklı çalışmasında; AK Parti iktidarı öncesinde ve AK Parti iktidarı döneminde finansal sistemin etkinliğini artırmak, finansal sektörün verimli çalışmasını sağlamak ve finansal istikrarı tahsis etmek için yapılan reform ve düzenlemeler ile bu düzenlemelerin sonuçlarını finansal sistemin temel yapı taşını oluşturan bankacılık sektörü üzerinden inceliyor.
Ragıp YILMAZ, bu Kitap için kaleme aldığı ikinci yazısı olan “Kapsamadan Çatışmaya: Sosyal Sermaye ve AK Parti İktidarı” başlıklı çalışmasında; devletin piyasadan çekildiği, refah devletinin politika araçlarının anlamını yitirdiği neo-liberal dönemde, dünya ekonomisinde oluşan bu değişimler neticesinde, güven unsuru, ağ ilişkileri ve karşılılıklığa dayalı sosyal sermayenin yeniden önem kazandığına işaret ediyor. Toplum içinde sosyal sermayenin, aile, arkadaşlık ilişkileri, dini topluluklar gibi çeşitli biçimlerde kendini gösterdiğine dikkat çeken Yılmaz; Türkiye’de sosyal sermaye bünyesinde yer alan dini grupların/cemaatlerin AK Parti ile ilişkilerini, siyasal, toplumsal ve ekonomik alandaki etkilerini ve bu etkileri nasıl sağlandıklarını irdeliyor.
Mehmet ÖZEL, “Türkiye’de Yerinden Yönetim Sorunu ve Milenyum Sonrası Gelişmeler” başlıklı çalışmasında, iki binli yıllarda, AK Parti yönetimindeki Türkiye’nin idarî rejimini, yerelleşme politikaları ve reformları bakımından ele alıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik görüşmeleri sürecinde önemli müzakere alanlarından biri de yerel yönetimlerin güçlendirilmesi idi. Özel, AK Parti’nin yerel yönetimler politikasını ve uygulamalarını, Avrupa Birliği düşüncesinin temel değerlerinden biri olan yerellik/yerelleşme ilkesi üstünden ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri açısından da değerlendiriyor.
“2000’li Yıllarda Türkiye’de Çevre Politikası Üstüne Bir Değerlendirme” başlıklı çalışmasında Selim KILIÇ, AK Parti’nin siyasal iktidarı boyunca devletin çevre politikalarını ele alıyor. Uluslararası toplumun da önemli ve öncelikli bir gündem konusu olan çevre politikaları ve sorunları, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren önemli içerikleri barındırıyor. Kılıç, AK Parti politikalarına bu açıdan yaklaşıyor ve AK Parti’nin siyasal yönetimindeki dönem boyunca devletin çevre konusundaki yaklaşımlarını ve uygulamalarını irdeliyor.
Bu çalışma, insanlığın coğrafya üstündeki egemenliğinin ve değiştirici müdahalesinin günümüzdeki en uç aşaması olan neoliberal kentleşme süreçlerini, imar, inşaat ve emlâk sektörleri üzerinden, kentsel alanın ve nüfusun büyümesi,... more
Bu çalışma, insanlığın coğrafya üstündeki egemenliğinin ve değiştirici müdahalesinin günümüzdeki en uç aşaması olan neoliberal kentleşme süreçlerini, imar, inşaat ve emlâk sektörleri üzerinden, kentsel alanın ve nüfusun büyümesi, bölünmesi, ayrışması, yenilenmesi ve dijitalleşmesi öğeleriyle ve Neomarksist kent kuramının yöntemsel ışığı altında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışmada, Diyarbakır’da kentin fiziksel değişiminin, aynı zamanda yerel toplumsal yapının ve kent kimliğinin dönüşümüyle eş zamanlı ve eş yönlü gerçekleştiği tespitinden yola çıkılarak, kentkırım sürecinin tarihsel, politik ve... more
Bu çalışmada, Diyarbakır’da kentin fiziksel değişiminin, aynı zamanda yerel toplumsal yapının ve kent kimliğinin dönüşümüyle eş zamanlı ve eş yönlü gerçekleştiği tespitinden yola çıkılarak, kentkırım sürecinin tarihsel, politik ve toplumsal etkenleri üzerinde durulacaktır.
Bu çalışma, Barzanî Yardım Vakfı’nın 6 Şubat 2023 depremlerinde Türkiye’ye gönderdiği yardımları, toplumsal temelleri ve AFAD’la ilişkileri üzerinden kamu diplomasisi kavramı ışığında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Modern Türkiye tarihi ve özellikle yakın geçmiş boyunca, mevcut duruma karşı eleştirilerin ve sorunlara ilişkin çözüm taleplerinin temsili olarak ortaya çıkan siyasal partiler, iktidara geldikten bir süre sonra, var oluşlarının... more
Modern Türkiye tarihi ve özellikle yakın geçmiş boyunca, mevcut duruma
karşı eleştirilerin ve sorunlara ilişkin çözüm taleplerinin temsili olarak
ortaya çıkan siyasal partiler, iktidara geldikten bir süre sonra, var oluşlarının temellerindeki sivil toplumsal öze yabancılaşmakta, çeşitli belirleyicilerin etkileri altında bürokratikleşmekte, devlete özgü ihtiyaçların icrasını, toplumsal taleplerin karşılanmasına yönelik hizmetlerin önüne geçirmekte, giderek, toplumun devlet nezdindeki temsilcisi olmaktan uzaklaşıp, devleti toplum karşısında temsil eden yarı bürokratik aygıtlara dönüşmektedirler.

İktidara gelen siyasal partiler, kuruluşlarındaki toplumsal taleplerden
uzaklaşırken, örgütsel, politik, ideolojik bakımlardan başkalaşmakta, sivil
toplum-devlet ikileminde devlete uyumu öncelikleştiren ve giderek devlete
hizmeti bir değer olarak idealleştiren bir dönüşüme uğramaktadır. İktidar
öncesinde sivil toplumla devlet arasında bir tür tampon veya köprü işlevi
gören siyasal partiler, iktidara geldikten sonra, devletin “müesses nizam”ını
koruma ve sürdürme iradesini topluma taşımayı önceleyen ve devlet
otoritesine itaate yönelik rıza üretip örgütleyen bir araca dönüşmektedirler.
Bu kurumsal, siyasal, ideolojik ve davranışsal dönüşümler, çoğunlukla
statükonun sürekliliğine uyum sağlama ya da “zıddına evrilme” biçiminde
gerçekleşmektedir.

Bu çalışma, modern Türkiye siyasal tarihi boyunca, iktidara gelen siyasal
partilerin bürokratikleşme eğilimli başkalaşma süreçlerini, temel etkenleri
bakımından incelemeyi ve tartışmayı amaçlamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Türkiye tarihinin kendinden sonraki dönemine etkileri bağlamında sosyo-ekonomik yapısı ve mirası üstüne, sayılamayacak kadar çok çalışma üretilmiştir. İdeolojik paradigmaları bakımından gelenekçi, milliyetçi,... more
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Türkiye tarihinin kendinden sonraki dönemine etkileri bağlamında sosyo-ekonomik yapısı ve mirası üstüne, sayılamayacak kadar çok çalışma üretilmiştir.  İdeolojik paradigmaları bakımından gelenekçi, milliyetçi, liberal ve Marksist algılarına ve açıklama biçimlerine bağlı olarak birçok konuda farklılıklar gösteren bu yaklaşımların, neredeyse bir bütün olarak benzeştiği yer, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupaî anlamda bir toplumsal yapılanma üret(e)mediği, bu bağlamda, kültürel ve ekonomik yapısal özelliklerine dayalı olarak sosyo-ekonomik yapısının kendisine özgü olduğu, bu özelliği ile de Avrupa coğrafyasına özgülenen evrensel sosyal evrim şemasının dışında nitelikler gösterdiği görüşüdür. ‘Özgücülük’ olarak adlandırılan bu ortak açıklamaya göre, tipik bir Türk-İslâm devleti olarak Osmanlı yönetim geleneği de, dinsel inancın gereği olarak Sultan’ın Tanrı adına mutlak yönetiminin, Avrupa’daki gibi devletten özerk bir sivil toplumun gelişmesinin önünde engel oluşturmuştur. Bu nedenle, İmparatorluğun ve devamında Cumhuriyet’in siyasal tarihi, ancak yönetici seçkinlerin ve genel olarak devletin/bürokrasinin iradesi ve eylemleri üstünden okunduğunda anlamlı ve doğru sonuçlar verebilir.
Bu çalışma, Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyo-ekonomik yapısı ve mirası üstüne geliştirilen yerleşik yaklaşımları, güncel veriler ışığında tartışmak ve özellikle Batılılaşma/Modernleşme sürecine ilişkin, Osmanlı’nın ‘içsel-sosyo-ekonomik’ kaynaklarına dayalı alternatif bir model önerisini tartışılmaya sunmak amacıyla kaleme alınmıştır.
Bu çalışmada, Osmanlı modernleşmesinin, özellikle Tanzimat reformları kapsamında, Osmanlı şehirlerinde ürettiği kentsel değişimler, ekonomik ve politik etkenleri ile mekânsal ve hukuksal sonuçları ışığında, kentleşme deneyimleri ile yerel... more
Bu çalışmada, Osmanlı modernleşmesinin, özellikle Tanzimat reformları kapsamında, Osmanlı şehirlerinde ürettiği kentsel değişimler, ekonomik ve politik etkenleri ile mekânsal ve hukuksal sonuçları ışığında, kentleşme deneyimleri ile yerel yönetim kurumları örnekleri üzerinden ele alınacaktır.
Türkiye’de askerî darbeler, rejimin ideolojik sınırlarını koruma düşüncesiyle kimi zaman muhafazakâr, kimi zaman da sol ideolojik kesimlere yönelik gerçekleştirildikleri söylemiyle gerekçelendirilmiş olsalar da, sonuçları açısından asıl... more
Türkiye’de askerî darbeler, rejimin ideolojik sınırlarını koruma düşüncesiyle kimi zaman muhafazakâr, kimi zaman da sol ideolojik kesimlere yönelik gerçekleştirildikleri söylemiyle gerekçelendirilmiş olsalar da, sonuçları açısından asıl işlevleri, toplumsal ve ekonomik güç odaklarını kontrol altına almak ve bu güç odaklarının siyasallaşmaya başlayan taleplerinin devletin zor gücüyle disipline edilmesi olmuştur. Bu çalışmada, Türkiye’de askerî darbelerin, iktidarı değiştirmeye yönelik siyasal hedeflerini incelemek yerine darbelerin toplumsal işlevleri ve özellikle 28 Şubat darbesinin sivil topluma etkileri ve sonuçları üzerinde durulmuştur.
AK Parti1, 3 Kasım 2002 Milletvekili seçiminin sonuçları ile kurduğu 58. Cumhuriyet Hükümeti’nden bu yana, on yılı geçik süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yönetimini yürütmektedir. AK Parti’nin, 3 Kasım 2002’den sonraki genel ve... more
AK Parti1, 3 Kasım 2002 Milletvekili seçiminin sonuçları ile kurduğu 58. Cumhuriyet Hükümeti’nden bu yana, on yılı geçik süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yönetimini yürütmektedir. AK Parti’nin, 3 Kasım 2002’den sonraki genel ve yerel seçimlerde elde ettiği oy oranları üstünde gözlenen sürekli yükseliş eğilimi ile ortaya koyduğu kalıcılık, destekleyen çevrelerde Tayyip Erdoğan’ın politik liderliğinde örgütlenen bir kadro hareketinin başarısı, karşı çevrelerde ise klasik “emperyalizm” kabulleri doğrultusunda, küreselleşme süreci içindeki uluslararası ekonomik-politik ilişkilerin, ABD’nin başını çektiği küresel güçlerin yürüttükleri Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) adıyla anılan bölgesel yeniden yapılandırma programı kapsamında Türkiye’ye dayatmaları bağlamında açıklanmaktadır.2 Bu tür siyasal gerekçeli algılarda, toplum ‘seçmen’ kimliği çerçevesinde, siyasal aktörler tarafından önüne konulan politikaları kabul etme veya etmeme davranışı ile sınırlı ve edilgin bir konumda ele alınmaktadır. Oysa, AK Parti de, günlük politik kabullerin dışında, bir siyasal olay niteliğiyle, başta ekonomik, sonra sosyolojik, tarihsel, kültürel, psikolojik ve nihayet politik boyutlarıyla belirleyen toplumsal süreçlerin ürünü ve sonucudur.
Bu çalışma, araştırma problemi olarak AK Parti’nin kendisini ve eylemlerini değil, örgütü, politikaları ve nihayet iktidarı üreten, başta iktisadî olmak üzere toplumsal koşulları seçmektedir. Bu koşullar, AK Parti’nin oluşumunda ve iktidarındaki etkileri bakımından tarihsel, ideolojik, kültürel ve sosyo-ekonomik kaynakları bağlamında ele alınacaktır.
‘Yeni Sağ’, küreselleşme sürecinde devletin ve toplumun yeni-liberalizmin kurallarına göre yeniden düzenlenmesini içeren, bu kapsamda sermayenin küreselleşmesi önünde engeller oluşturan ulus-devlet ve sosyal refah devleti yapılarının... more
‘Yeni Sağ’, küreselleşme sürecinde devletin ve toplumun yeni-liberalizmin kurallarına göre yeniden düzenlenmesini içeren, bu kapsamda sermayenin küreselleşmesi önünde engeller oluşturan ulus-devlet ve sosyal refah devleti yapılarının tasfiyesini öngören, bu bakımdan, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından kapitalizmin üçüncü yayılma evresini tanımlayan, küresel ölçekli bir ‘yeniden yapılan(dır)ma’ programıdır. ‘Yeni Sağ’, Türkiye’de, küreselleşmenin bölgesel etkilerine bağlı gerçekleşen yerel sermaye birikimi süreçlerinden doğan ve küreselleşmenin sağladığı olanaklarla küresel piyasaya eklemlenen, böylelikle çıkarları ulus devletin ve sosyal refah devletinin sınırlarını aşan yeni sınıfların ekonomik ve onlar üstünde biçimlenen kültürel ve siyasal taleplerinin pratiği olarak gelişmektedir. Bu bağlamda, AK Parti siyaseti ve iktidarı, temelde ulus devleti oluşturan klasik kapitalist piyasanın kurucusu ve yürütücüsü tarihsel blok ile onun bürokratik nitelikli klasik hegemonyasının alternatifi yeni bir tarihsel blok ve ona ait yeni bir hegemonya kuruluşu olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka deyişle, AK Parti, ekonomik ve siyasal merkezin dışsal ve içsel etkenlerin bileşimi altında yer değiştirişinin ve çeşitlenişinin kurumsal ifadesi olarak varlık kazanmıştır. Bu sosyo-ekonomik dönüşüm dolayımıyla yaşanan politik değişim çizgisi içinde, küreselleşme sürecinin ulus-devleti aşan ekonomi politik programı ile uyumlu yeni bir siyasal sistemin kuruluşu ve bu kapsamda ulus-devletin kurucu-yürütücü ideolojisinin giderilmesi gereği, yeni-alternatif bir ideolojik yapılanma ve bu yapılanmayı gerçekleştirip yürütecek yeni aygıtlar ve aktörler gereksinimi doğurmuştur. Bu gereksinim, Gramsci’nin ideolojik hegemonya ve organik aydın kavramsallaştırmalarında açıklamasını bulan yeni bir entelijansiyanın oluşturulması ile Althusser’in devletin baskı ve ideolojik aygıtları tanımları ışığında, yeni hegemonik yapılanmanın ideolojik aygıtlarının oluşturulması bağlamında, hem var olan basın kuruluşlarının yeniden yapılandırılması hem de yeni bir basın odağının kurulması yöntemiyle karşılanmaktadır. Bu çalışma, halen varlığını liberal–muhafazakâr tonlu söylemlerle yürüten bu yeni basın odağının kuruluşunu ve siyasal davranışını Gramsci’nin ‘Hegemonya’ ve Gramsci’yi izleyerek Althusser’in, ‘Devletin Baskı ve İdeolojik Aygıtları–(DİA)’ kavramsallaştırmaları ışığında incelemek amacıyla kaleme alınmıştır.
Küreselleşme sürecini betimleyen en belirgin özelliği, I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında ve bu kapsamda, özellikle 1929 buhranının ardından yaşanan yıkımın etkilerini gidermek amacıyla tasarlanıp uygulamaya geçirilen 'Sosyal Refah... more
Küreselleşme sürecini betimleyen en belirgin özelliği, I. ve II. Dünya Savaşları sonrasında ve bu kapsamda, özellikle 1929 buhranının ardından yaşanan yıkımın etkilerini gidermek amacıyla tasarlanıp uygulamaya geçirilen 'Sosyal Refah Devleti' düzenini yapı sökümüne uğratan ve öncesindeki klasik liberalizmi yeniden yapılandıran ve etkinleştiren 'Yeni-Liberal' ekonomi politik rejimidir. Özellikle 1970'lerin ikinci yarısından itibaren baş gösteren küresel petrol krizini takiben, sermaye birikimini artırmayı ve bu bakımdan üretim kaynaklarını ve tüketim pazarlarını genişletmeyi, bunun için de sermayenin küresel dolaşımını serbestleştirmeyi kriz çözüm yöntemi olarak belirleyen Yeni-liberal ekonomi politikalarının bu alandaki öncelikli hedefi, Sosyal Refah Devleti rejiminin temel ekonomik aracı olan Kamu müdahaleciliğini ve girişimciliğini sınırlandırmak ve giderek ortadan kaldırmak olmuştur. Kamu müdahaleciliğinin ve girişimciliğinin, öncelikle özelleştirme ve kamu hizmetlerinin özel sektöre devri yoluyla daraltılması, istihdamın, dolayısıyla işsizliğe ve böylece toplumsal gelirin düşüşüne ve yoksulluğa, buna karşılık, sermayenin lehine gelişmeler ve düzenlemeler de, emeğin yasal güvencelerinin ve haklarının kısıtlanmasına yol açmaktadır. Bu haliyle, Yeni-Liberalizm, sermaye dışında kalan sosyo-ekonomik gruplar açısından bir kriz ortamına dönüşmekte, bu da, hükümetler açısından Sosyal Politikayı dikkat çekici, önemsenmesi gereken bir alan olarak belirlemektedir. Türkiye de, gelişmekte ve küreselleşmeye eklemlenme sürecinde olan bir ülke olarak, bu küresel eğilimden doğrudan etkilenmektedir. Bu çalışmada, AK Parti iktidarı döneminde yürütülen sosyal politika rejiminin, kaynaklarına ve verilerine rahatlıkla ulaşılabilecek uygulamalarındansa, örneklerine sınırlı rastlanabilen biçimde, küresel ve ulusal ölçekli sosyo-ekonomik temelleri ve etkenleri çerçevesinde ele alınması tercih edilmiştir.
Bu çalışma, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine yol açan koşullara odaklanmakta ve bu kapsamda, rejmin hukuksal, siyasal ve tarihsel bir çerçevesini çizmeyi denemektedir.
Marksizm, bilimsel analizini ve Sosyalist ideolojisini dayandırdığı, ekonomik ve siyasal egemenliğin tarihsel ve toplumsal kaynaklarını inceleyen teorik çerçevesi itibarıyla, Devlet'e ve bu kapsamda bürokrasiye ilişkin geniş bir teorik... more
Marksizm, bilimsel analizini ve Sosyalist ideolojisini dayandırdığı, ekonomik ve siyasal egemenliğin tarihsel ve toplumsal kaynaklarını inceleyen teorik çerçevesi itibarıyla, Devlet'e ve bu kapsamda bürokrasiye ilişkin geniş bir teorik birikim ürettiği gibi, örnekleri aşağıdaki başlıklar altında incelenen güncel katkı ve tartışmalarla, bu alandaki canlılığını sürdürmektedir. Oysa Türkiyeli bazı kaynaklar, Marksizm'in, özellikle Marx’ın ve Engels’in devlet ve bürokrasi konusunu başlı başına ele alan bir kuramsal çerçeve 'bırakmadığı’  fikrindedirler. Bu değerlendirme, bilimi, pozitivist tarzda dallara, disiplinlere ayırma alışkanlığından kaynaklanan bir yanılsamadır. Çünkü, Marksizm, Tarihsel Maddecilik, Sınıfsallık, Ekonomik determinizm başta olmak üzere, içeriğinin kuramsal ilişkisel bütünlüğü bakımından, Felsefe, İktisat, Tarih, Sosyoloji, Siyaset ve Yönetim bilim dallarına ayrılarak, o bilim dallarına özgü başlıklar altında, parçalı şekilde ele alınması imkânsız bir alternatif bilim metodu içermektedir. Bu hali ile, Marksizm'in teorik esasına hakim olma ihtiyacı hissedilmeksizin, felsefî doğasına uygun biçimde bir multi-disipliner Yöntem-bilim olarak değil, belirli bir bilim dalının alanıyla sınırlı, teknik ve 'tarihsel' bir kuram olarak düşünülüp işlenmesi, önemli ve yaygın bilgi sorunlarına neden olmaktadır. Öncelikle bu saptamadan hareket eden bu çalışma, sadece okuruna Marksizm’in bürokrasi düşüncesi ve pratiği hakkında bilgi verme amacının dışında, bu alanda sık rastlanmadığı gözlenen bir örnek olarak, ilk kaynaklara atıfla, ikincil, hatta üçüncül aktarımlardan kaynaklanan bilgi karmaşasını kendi içeriğinde aşmayı, böylece, çoğunluğu genç okurunu gerçeğe en yakın yere yönlendirmeyi hedeflemektedir.
19. yüzyılda, sanayi devrimiyle ortaya çıkan sosyo-ekonomik eşitsizliklere ve özellikle emek-sermaye çelişkisine odaklanan ve kapitalizme alternatif sınıfsız bir toplum önerisi sunan Sosyalist düşüncede de, sanayileşmeyle ilgili salt... more
19. yüzyılda, sanayi devrimiyle ortaya çıkan sosyo-ekonomik eşitsizliklere ve özellikle emek-sermaye çelişkisine odaklanan ve kapitalizme alternatif sınıfsız bir toplum önerisi sunan Sosyalist düşüncede de, sanayileşmeyle ilgili salt üretim araçları üzerindeki mülkiyet ilişkisi ve çelişkisi üzerinde duran geleneksel tutuma karşı eleştirel yorumlar ve tartışmalar yöneltilmekte, kapitalizmin doğa üzerindeki yıkıcı sonuçlarını toplumsal sonuçlarından daha öne çıkaran yeni ideolojik yorumlamalar ve önermeler ileri sürülmektedir. Eko-Sosyalizm ve bir türevi olan Eko-Marksizm, doğal çevredeki bozulmaların nedenlerini ve sonuçlarını, kapitalizmle ilişkileri bakımından değerlendirerek, Sosyalizm’in kapitalizm karşısındaki toplumsal eşitsizliğe odaklı eleştirel konumunu, ekolojik krize odaklanan yeni bir kuramsal perspektifle, modern siyasal düşünce literatürüne katılmışlardır. Bu çalışmada, henüz gelişme aşamasında olan güncel bir kuramsal-ideolojik önerme olarak Eko-Sosyalizm ve Eko-Marksizm yaklaşımları, dayandırıldıkları gerekçeler ışığında ve felsefî metinleri örneğinde incelenecektir.
İnsanlık tarihinin erken dönemlerinden itibaren, Antik Grek medeniyetinde Polis ve Roma’da Civitas, Ortaçağ Avrupa’sında Bourg(e), Arap-Müslüman coğrafyasında Medîne,ve Mezopotamya kaynaklarında ekonomik temeline atıfla Bazar ve şehr,ve... more
İnsanlık tarihinin erken dönemlerinden itibaren, Antik Grek medeniyetinde Polis ve Roma’da Civitas, Ortaçağ Avrupa’sında Bourg(e), Arap-Müslüman coğrafyasında Medîne,ve Mezopotamya kaynaklarında ekonomik temeline atıfla Bazar ve şehr,ve nihayet, günümüzde çağdaş-evrensel dil olarak Anglo-Sakson sözlüğünde urban ve city olarak adlandırıldığı kadîm evrensel tarihi boyunca şehir, insanlığın ekonomik, kültürel, politik ve benzeri etkinlikleri etrafında, uygarlığın tüm birikimini günümüze ulaştıran bir belgelik-arşiv özelliğine de sahip olmuştur.
Bu anlamda tarihsel çerçevede, insanlığın tarımsal üretimle birlikte kalıcı yerleşime geçiş sürecinde erken ve gelişkin örnekleri Mezopotamya’da ve Anadolu medeniyet coğrafyalarında gözlenen Hattuşa, Alacahöyük gibi tarım şehirleri, şehrin, insanlık tarihi boyunca aldığı tarihsel biçimlerin kaydedilen ilk evresini oluşturmuştur. Daha sonra, Atina, Sparta, Truva, Efes, Milet ve benzeri örneklerde de kaydedildiği üzere, Akdeniz havzasında, özellikle İyon denizinde yerleşik medeniyetlerin deniz ticaretine dayalı ekonomi politik etkinlikleriyle oluşmakla birlikte, aynı zamanda birer bağımsız siyasal birim olarak da öne çıkan Antik Site, şehrin İlkçağ sürecindeki evrensel görünümünü ve coğrafî dağılımını oluşturmuştur.
Ortaçağ’a gelindiğinde, öncelikle, geniş çaplı istilâ hareketlerine karşı savunma ihtiyacına dayanarak, korunaklı yüksek surların içerisinde kurulmuş, günümüze uzanan en iyi örneklerini İngiltere’de Edinburgh’un ve Türkiye’de Diyarbakır’ın oluşturduğu kale şehirler, Kudüs, Mekke, Medine, Kerbela gibi, dinsel inanç odaklı kültürel temalar etrafında kurulmuş dinsel şehirler, İç Asya’da Semerkant ve Buhara, Anadolu’da Erzurum, Konya, Sivas, Diyarbekir gibi, kara ticaret yolları üstünde kurulan kervansaray kentleri, bu dönemin başlıca şehir türlerini oluşturmuştur. Roma, Bizans dönemi İstanbul’u, Arap-İslâm İmparatorluğu’nun başkentleri Şam, Bağdat ve Kahire gibi şehirler de, bu dönemin metropollerini oluşturan İmparatorluk şehirleri kategorisini oluşturmuşlardır.
Yeniçağ’a gelindiğinde, özellikle Haçlı Seferleri sürecinde belirginleşen Akdeniz’deki deniz ticaret yollarında gerçekleştirilen ticari faaliyeti etrafında büyüyen Floransa, Venedik, Selânik gibi liman şehirleri, bu çağın başat ekonomik ve siyasal gücünü oluşturmuş, nitekim ilerleyen tarihsel süreçte ulus-devletlerin geliştikleri coğrafî, ekonomik ve politik merkezlere dönüşmüşlerdir.
Yeniçağ’ın başlarında, okyanus aşırı coğrafi keşifleriyle başlayan birinci sömürgecilik çağı boyunca, Avrupa’nın, yenidünyaya ulaşımının güzergâhlarını barındıran okyanuslara açıldığı Lizbon ve Amsterdam gibi kolonyal şehirler, daha sonraki yüzyıllar boyunca gelişecek ve özellikle endüstri devriminin göç temelli etkileriyle biçimlenecek olan “metropol” ve giderek “dünya kenti” türünün çekirdeklerini oluşturmuştur.
Nihayet küreselleşme süreci, ülkeler arası para, meta ve insan dolaşımını serbestleştiren güçlü etkileriyle, ekonomi politiğine bağlı biçimlenen neoliberal/ küresel kent biçimini, şehrin insanlık tarihi boyunca ulaştığı en büyük fiziksel boyutu ve en kozmopolit türü olarakmeydana getirmiştir.
Şehrin tarihsel evrimi sürecinde, antik kara ticaret yolları üstünde kurulu Buhara, Semerkant, Tebriz, Isfahan, Konya ve Diyarbakır gibi başat örnekleriyle kervan ve Ortaçağ’da Venedik, Yeniçağ’da Lizbon gibi deniz ticareti, Endüstri Devrimi sürecinde Manchester gibi sanayi faaliyetleri etrafında ekonomik, İlkçağ’da Atina, Sparta ve Roma, yakın geçmişte Paris, Londra, Moskova ve Ankara gibi örneklerde siyasal merkezlik işlevine dayalı politik, Kudüs, Mekke, Medine, Delhi gibi inanç, gelenek, folklor gibi işlevler etrafında kültürel temalar, şehirlerin oluşumlarını belirleyen ve biçimlendiren temel etkenler olarak sınıflandırılabilir.
Müslüman toplumlarda da şehir ve şehircilik, şehir tarihinin insanlığın geçmişi boyunca gösterdiği dönemsel biçimlere uygun biçimde dönüşmüş, İlkçağ’ın geç evresinde, dönemin ve uygarlık coğrafyasının genel niteliğine uygun biçimde bir şehir devleti olarak ortaya çıkmış Medine’den, günümüzde Mekke, Kahire, ve özellikle İstanbul gibi, küresel piyasaya ve evrensel kapitalist uygarlığa eklemlenmiş metropol ve dünya kenti evrelerine ulaşmış olan güncel örneklerine varmıştır. Bu çalışma, şehrin, İslâm inancı, tarihi ve geleneği içerisinde gösterdiği oluşum, gelişim ve evrim süreçlerini incelemeyi amaçlamaktadır.
İslâmiyet’in ortaya çıktığı dönemde, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in önderliğinde kurulan Medine şehir devleti, literatürde ‘Medine Vesikası’ ya da ‘Sözleşmesi’ olarak bilinen kurucu ilkeleri ve hukuku ile yalnızca kurulduğu coğrafya ve... more
İslâmiyet’in ortaya çıktığı dönemde, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’in önderliğinde kurulan Medine şehir devleti, literatürde ‘Medine Vesikası’ ya da ‘Sözleşmesi’ olarak bilinen kurucu ilkeleri ve hukuku ile yalnızca kurulduğu coğrafya ve toplumsal ortamla değil, döneminin evrensel koşullarıyla karşılaştırıldığında bile oldukça ileri sayılabilecek bir çoğulcu anlayış geliştirmiştir. Bu çoğulcu ve yenilikçi anlayış temelinde Medine şehir devleti, içinde bulunduğu koşullardan farklılık gösteren ve çağdaş uygulamaları kat be kat aşan birçok kamusal kurumsallaşma örneğini de beraberinde getirmiştir. Ortaçağ öncesi Arap çöl topluluğu kültürel ortamında kurulan Medine şehir devletinin getirdiği yeniliklerden biri de malî alandaki uygulamalardır. Modern bir ekonomik kavram olarak kamusal bütçenin erken bir habercisi sayılabilecek olan Medine şehir devletindeki Beyt’ûl Mal uygulaması, bu kapsamda değerlendirilebilecek örneklerden biridir. Beyt’ûl Mal, en özet biçimiyle, Medine şehir devletinde ve daha sonra Arap-İslâm İmparatorluğu’nda, kamu fonlarının toplandığı ve kullanıldığı kurum olarak tanımlanabilir. Bu çalışmanın hazırlanış amacı, Medine şehir devletindeki Beyt’ûl Mal’ın hukuk ve uygulanış temelinde kurumsallaşmasını incelemek ve Beyt’ûl Mal’ı modern bütçe kavramı ve hukuku ile karşılaştırmasını yapmaktır.
Soğuk Savaş’ın 1980’lerin sonlarına doğru sona ermesiyle başlayan ve özetle, ekonomik alanda serbestleşme ve kapitalistleşme, siyasal alanda liberalleşme, teknolojik alanda bilişim ve iletişim devrimleriyle açıklanan küreselleşme süreci,... more
Soğuk Savaş’ın 1980’lerin sonlarına doğru sona ermesiyle başlayan ve özetle,
ekonomik alanda serbestleşme ve kapitalistleşme, siyasal alanda liberalleşme,
teknolojik alanda bilişim ve iletişim devrimleriyle açıklanan küreselleşme süreci,
Müslüman toplumların yaşadığı ülkelerde de bu doğrultularda köklü değişim dönüşüm
etkileri üretmektedir. Bu yapısal dönüşüm süreçlerinin en belirgin biçimde
gözlendiği alanlardan biri ve ilki ekonomik yaşam iken, bu kapsamdaki en dikkat
çekici unsurlardan biri, finansallaşmanın İslâmî inanç ilkelerine ve kurallarına
uyumlaştırılmasını ve İslâm’ın aynı zamanda bir ekonomik yaşam düzeni olarak
yorumlanışını ifade eden ve bu özelliği temelinde, konvansiyonel bankalardan
farklı çeşitli finansal araçlarla ve bu araçların müşteri ile buluştuğu bir takım farklı
modellerle çalışan “İslâmî” finans sistemi ve bankacılık uygulamalarıdır.
Başlıca örnekleri, Türkiye’de ‘Katılım Bankacılığı’, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri,
Arabistan gibi petrol ihracatçısı ülkelerde Petro-dolar fonları, İran’da, finansal devlet
girişimleri ve kamu bankacılığı gibi modellerde gözlenen bu yeni finansal sistemin
temel özelliği, kapitalizmin yalın kâr amacının ötesinde, İslâm inanç ilkelerine ve
hukukuna dayanması bakımından, öncelikle bir “ahlâk ekonomisi”nin parçası ve
aktörleri oluşlarıdır.
Küreselleşme süreci, insanlık tarihini köklü değişimlere uğratan genel niteliği itibarıyla, güvenlik algısını da kendi değerlerinin ve ölçülerinin etkisi altında yeniden biçimlendirmekte, bu konudaki politikaları da bu doğrultuda yeniden... more
Küreselleşme süreci, insanlık tarihini köklü değişimlere uğratan genel niteliği itibarıyla, güvenlik algısını da kendi değerlerinin ve ölçülerinin etkisi altında yeniden biçimlendirmekte, bu konudaki politikaları da bu doğrultuda yeniden inşa ettirmektedir. Kapitalist sistemin Sosyal Refah rejimi öncesi koşullarına geri dönüşü bağlamında, ekonomik yapısal dönüşüm, ülkelerin siyasal düzenlerini de yeniden şekillendirmekte, yeni yapılar, aktörler ve politikalar üretmektedir.
Bu çalışma, güvenlik kavramının ve politikalarının küreselleşme sürecinde aldığı biçimleri, önceki dönemlerle aralarındaki farklar çerçevesinde ve özellikle Yeni-liberalizmin krizi ve küresel yayılım gösteren güncel toplumsal hareketler gündemiyle ilişkili olarak, Politik Ekonomi yöntemi ışığında ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Türkiye’nin ekonomik coğrafyasının neoliberal küresel piyasaya eklemlenmesi sürecinde yerelde yaşanan sosyolojik dönüşüm biçimlerini, Güneydoğu Anadolu bölgesi ve özelde Diyarbakır örneğinde, ekonomik ve kentsel etkenler... more
Bu çalışma, Türkiye’nin ekonomik coğrafyasının neoliberal küresel piyasaya eklemlenmesi sürecinde yerelde yaşanan sosyolojik dönüşüm biçimlerini, Güneydoğu Anadolu bölgesi ve özelde Diyarbakır örneğinde, ekonomik ve kentsel etkenler etrafında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Her çağa özgü sosyo-ekonomik koşullar ve bu kapsamda üretim araçları, biçimleri ve ilişkileri, insan yerleşiminin dönemsel yapılarını belirleyen temel etkenler olmuştur. Köleci toplum yapısı antik siteyi ve feodalite kırsal toplumu ve... more
Her çağa özgü sosyo-ekonomik koşullar ve bu kapsamda üretim araçları, biçimleri ve ilişkileri, insan yerleşiminin dönemsel yapılarını belirleyen temel etkenler olmuştur. Köleci toplum yapısı antik siteyi ve feodalite kırsal toplumu ve yerleşimi üretirken, Endüstri Devrimi, nüfusu ticaret ve sanayi merkezi olan şehirlerde merkezîleştirerek günümüzdeki modern kentleri oluşturmuştur. Özetle, tarihsel süreçte tarım, ticaret ve sanayi gibi ekonomik etkenler, şehirlerin oluşumunu belirlemiştir (Keleş, 1993: 23-24).Günümüzü tanımlayan küreselleşme sürecinde de, ortaya çıkan sosyo-ekonomik koşullar, dünyanın her yerinde olduğu gibi, kentleşme süreçlerini ve modellerini de doğrudan etkilemekte ve biçimlendirmektedir. Küreselleşme sürecine özgü sosyo-ekonomik etkenlerin kentsel alanların yeniden düzenlenmesi üstündeki belirleyici etkilerinin Türkiye’de gözlendiği örneklerden biri de, Diyarbakır olmuştur. Küreselleşme sürecinin getirdiği etkenlere dayalı sosyo-ekonomik yapısal değişme, Diyarbakır’da da kentsel gelişimi ve mimarî yapılanmayı aynı yönde değişime uğratmaktadır (Özyılmaz ve Sahil, 2017). Bu çerçevede, Diyarbakır şehir merkezinde 2000’li yıllarda gerçekleşmekte olan kentleşme sürecinde, kentsel alanda gerçekleştiği gözlenen mekânsal değişmeler, eski şehir merkezini oluşturan Yenişehir’de ticarîleşme, kentin büyüme alanlarını oluşturan eski kırsal çevre olan Bağlar’da ve Kayapınar’da konutlaşma ve nihayet yine kentin dış çeperlerine yerleştirilmiş özel sanayileşme sahalarıyla sınıflandırılarak incelenebilir. Bu çalışmada, ikibinli yıllarda Diyarbakır kent merkezinde gerçekleşen mekânsal-kentsel değişme süreci ve biçimleri, küreselleşmenin neoliberal ekonomi politik ağlarıyla ve ekonomik etkileriyle yapısal ilişkileri ışığında,  neoliberal kentleşmenin tipik bir örneği olarak tartışılmaktadır.
Bu metin, Diyarbakır'da 2000’li yıllarda gerçekleşen kentleşme sürecinde imar edilen Diclekent, Mahabad, Fırat ve Mezopotamya bulvarlarının mekânsal ve toplumsal işlevlerini ve sonuçlarını, neoliberal kentin kavramsal ve Neomarksist kent... more
Bu metin, Diyarbakır'da 2000’li yıllarda gerçekleşen kentleşme sürecinde imar edilen Diclekent, Mahabad, Fırat ve Mezopotamya bulvarlarının mekânsal ve toplumsal işlevlerini ve sonuçlarını, neoliberal kentin kavramsal ve Neomarksist kent yaklaşımının kuramsal ışığı altında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
İnsanoğlunun barınma amaçlı mekân inşa etmesi başta fizyolojik temelli bir eğilim olsa da, zamanla mekâna farklı kazanımlar katarak, mekânı barınma ihtiyacının dışına taşan çok yönlü bir yapıya dönüştürmüştür. Bu dönüşüm sonucunda çok... more
İnsanoğlunun barınma amaçlı mekân inşa etmesi başta fizyolojik temelli bir eğilim olsa da, zamanla mekâna farklı kazanımlar katarak, mekânı barınma ihtiyacının dışına taşan çok yönlü bir yapıya dönüştürmüştür. Bu dönüşüm sonucunda çok geniş mekânlar olarak kabul edebileceğimiz şehirler ortaya çıkmıştır. Öte yandan, toplumların kendilerini bir mekân üzerinden var edip gerçekleştirdikleri düşünülecek olduğunda, insanlığın kendi arasındaki mücadelelerinin büyük bir kısmının bir mekâna egemen olma mücadelesi olduğu görülür; bu yüzden, tarih, iktidarların olduğu kadar, mekânların da hikâyesi olarak tanımlanır. ve daha pek çok eser veya mekân, Diyarbakır'ın tarihteki serüveninin birer hikâyesi sayılır. Mekân ve toplum arasındaki ilişki devamlılık arz eden bir ilişkidir. Toplum, insan ilişkilerinin yoğun olarak yaşandığı, kültürün içinde büyüdüğü ve karakterini kazandığı bir alandır. İbn-i Haldun'a göre toplum, "yatağı hiçbir zaman kurumayan bir ırmak" gibidir. Yatağında ilerlerken tepelere rastlar ve eğilmek zorunda kalır. Bu eğiliş bir şehir söz konusu olduğunda, o şehrin farklı kültürlerin etkisine uğraması veya farklı siyasi yönetimlerin güdümüne girmesi olarak değerlendirilebilir. Tarihi süreçte şehrin büründüğü kültürel ve siyasi kimlik, onu kimi zaman ilerleme ve kimi zaman da gerileme süreçlerine soksa da, şehrin öznesi olan toplum her zaman vardır ve sürekli yenilenerek kalıcılığını sürdürür.
Yakın geçmişe kadar, ekonomik ve kültürel bir havza niteliği taşıyan Nusaybin ve yakın çevresi, özellikle medeniyetler ve dinler tarihi açısından zengin bir kültürel birikime ev sahipliği yapmaktadır. Bu bağlamda, Nusaybin’in sadece... more
Yakın geçmişe kadar, ekonomik ve kültürel bir havza niteliği taşıyan Nusaybin ve yakın çevresi, özellikle medeniyetler ve dinler tarihi açısından zengin bir kültürel birikime ev sahipliği yapmaktadır. Bu bağlamda, Nusaybin’in sadece günümüzde değil, geçmişi boyunca, Roma ve Pers, Bizans ve Sasanî, Arap-İslâm ve Bizans, Osmanlı ve Safevî İmparatorluklarının sınır hatları arasında bulunuşunun tarihsel sürekliliği, kültür birikimini doğrudan belirleyen bir etken olmuştur. Erken Hıristiyanlık döneminde bir Süryanî dinsel eğitim kurumu olan Nisibis Akademisi, teolojik etkinliklerinin yanında, çeviri başta olmak üzere, Felsefe, Mantık ve Edebiyat gibi çeşitli alanlardaki faaliyetleri ile de kültürler arası taşıyıcılığın önemli bir kurumsal merkezi ve aracı olmuştur. Özellikle Helen dilinden yapılan çeviriler, Antik Helen ve Roma düşüncesinin aktarımı yoluyla Bâğdat ve Şam gibi merkezlerde gelişen Arap-İslâm rönesansının belirleyici kaynaklarından birini oluştururken, bu kurumda yetişen ruhbanların Avrupa başta olmak üzere Hıristiyan ülkelerine taşınmaları da Endülüs'te olduğu gibi, Doğu-Batı ve Hıristiyan-Müslüman eksenli kültürel geçişkenliğin bir başka yolu olmuştur. Diğer yandan, Hıristiyan inancına dayalı kültürel ilişkiler dışında, bulunduğu coğrafî konumun antik kara ticaret yollarının önemli bir durağı ve kavşağı oluşu, Nisibis Akademisi'nin Mezopotamya'dan Avrupa'ya ulaşan toplumlar arası bağlantıları için ekonomik altyapı sağlamıştır.
Bu çalışmada uyum sürecinin ne olduğu ve uyum sürecinden ne anlaşılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Uyum süreci hakkında kavramsal bir çerçeve çizmek ve daha anlaşılır hale getirmek, çalışmanın temel amacıdır. Çalışmada öncelikle... more
Bu çalışmada uyum sürecinin ne olduğu ve uyum sürecinden ne anlaşılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Uyum süreci hakkında kavramsal bir çerçeve çizmek ve daha anlaşılır hale getirmek, çalışmanın temel amacıdır. Çalışmada öncelikle uyum sürecine ilişkin bir kavramsal çerçeve çizilecektir. İkinci bölümde, uyum sürecini oluşturan öğelere yakından bakılacaktır. Son bölümde, göçmenlerin uyumu konusunda çözüm olarak önerilen yaklaşımlar ele alınacaktır.
Küresel İslami Finans Ödülü (GIFA) organizasyonunda, “Yılın İslami Finans Kitabı” ödülünü de kazanan İslami Finansta Din Âlimleri, Şer'i İlimler uzmanı Mohd Daud Bakar'ın, Şer'i hususlarda küresel finans camiasında edindiği deneyimlerini... more
Küresel İslami Finans Ödülü (GIFA) organizasyonunda, “Yılın İslami Finans Kitabı” ödülünü de kazanan İslami Finansta Din Âlimleri, Şer'i İlimler uzmanı Mohd Daud Bakar'ın, Şer'i hususlarda küresel finans camiasında edindiği deneyimlerini aktardığı, alan için son derece önemli bir kitaptır. Yazarın yirmi yıllık iş deneyiminden paha biçilmez ipuçları ve ticari sırlar sağlamakla beraber kitap aynı zamanda kariyerlerini bu alanda geliştirmek isteyen yeni nesil Şer'i İlimler uzmanlarına da ilham vermeyi amaçlamaktadır. 
Bu çalışma, günümüzde nüfus hareketlerinde gerçekleştiği gözlenen değişikliklerin, ortaya çıkan yeni boyutların ve biçimlerin göç kuramları üstündeki etkilerini ve bu kapsamda uluslararası göçün sürekliliğini sağlayan etkenlere odaklanan... more
Bu çalışma, günümüzde nüfus hareketlerinde gerçekleştiği gözlenen değişikliklerin, ortaya çıkan yeni boyutların ve biçimlerin göç kuramları üstündeki etkilerini ve bu kapsamda uluslararası göçün sürekliliğini sağlayan etkenlere odaklanan güncel bir kuramsal önerme olarak geliştirilen Göçmen İlişki Ağları Kuramı'nı incelemeyi amaçlamaktadır.
Küreselleşme sürecinde, sermayenin küresel akışkanlığını kolaylaştıran ve hızlandıran ulusaşırı ekonomik ilişkilerin ve yapılanmaların merkezî yönetimin gücünü ve belirleyici yetkilerini sınırlandıran güçlü etkileri doğrultusunda yerelin... more
Küreselleşme sürecinde, sermayenin küresel akışkanlığını kolaylaştıran ve hızlandıran ulusaşırı ekonomik ilişkilerin ve yapılanmaların merkezî yönetimin gücünü ve belirleyici yetkilerini sınırlandıran güçlü etkileri doğrultusunda yerelin küresel piyasaya eklemlenmesini sağlayan olanaklar, kentin sahip olduğu kaynaklar ve kentte üretilen tüm ekonomik değerlerle birlikte kent kimliğini de girişimciliğin konusu olacak yönde yeniden biçimlendirmektedir. Bu kapsamda, kentin kendine özgü coğrafî nitelikleri, tarihsel geçmişi ve kültürel varlıkları gibi unsurlar, özellikle turistik ilginin nesnesi ve dolayısıyla yatırımcıların hedefi hâline gelmekte,
kentsel mekân, kültür turizmi başta olmak üzere, turizm sektörünün talepleri doğrultusunda piyasalaşma sürecine girmektedir.

Bu çalışma, son yıllarda Antakya, Mardin ve Diyarbakır’da gözlenen kentleşme süreçlerini, biçimlerini ve politikalarını, küreselleşmenin ve neoliberalizmin kent üzerindeki etkilerinin sonucunda ortaya çıkan neoliberal kent tipinin bir türevi olarak turistik kent modeli çerçevesinde,
Neomarksist kent kuramının metodolojik ve teorik, özellikle mekânın üretimi ve kentsel mekânın sermayeleştirilmesi-metalaştırılması önermelerinin kavramsal ışığı altında tartışmayı amaçlamaktadır.
Bu çalışma, Güneydoğu Anadolu’da bulunan Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep ve Antakya kentlerinde bulunan eski şehir alanlarını, Anadolu ve Mezopotamya medeniyetlerinin mekânsal özelliklerini gösteren nitelikleri bakımından... more
Bu çalışma, Güneydoğu Anadolu’da bulunan Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep ve Antakya kentlerinde bulunan eski şehir alanlarını, Anadolu ve Mezopotamya medeniyetlerinin mekânsal özelliklerini gösteren nitelikleri bakımından incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Küreselleşme süreci, tüm ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel yapılarda olduğu gibi, güvenlik sorunlarında, politikalarında ve dolayısıyla düşüncesinde de genel eğilimine yapısal değişiklikler üretmiştir. Bu kapsamda, güvenlik... more
Küreselleşme süreci, tüm ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel yapılarda olduğu gibi, güvenlik sorunlarında, politikalarında ve dolayısıyla düşüncesinde de genel eğilimine yapısal değişiklikler üretmiştir. Bu kapsamda, güvenlik ihtiyaçlarının ve uygulamalarının, küreselleşen neoliberalizmin ekonomik özüne uygun olarak, aktörlerini devletlerin oluşturduğu diplomasiden bireylerin kendileriyle ve devletle aralarındaki ilişkileri içeren kamusal alana yöneldiği izlenmektedir. Özellikle son yıllarda, neoliberalizmin krizine bağlı olarak klasik güvenlik politikalarının da krize girdiği, güvenlik politikalarının, devletler arası rekabetin ve risklerin denetim altında tutulmasının ve dışsal tehditlerin caydırılmasının amaçlandığı klasik işlevinden, toplumsal sorunları baskılayan bir sosyal kontrol aracına dönüştüğü bir evrim geçirmekte olduğu gözlenmektedir. Bu çalışma, güvenlik tanımının ve politikalarının, küreselleşme sürecinde aldığı biçimleri, önceki dönemlerle aralarındaki fark çerçevesinde, Yeni liberalizm ve kriz kavramları ışığında, Politik Ekonomi yöntemiyle ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Marksizm’in Ahlâk’ı kavrayışının, onu inceleyişinin ve ona dair yorumlarının, kuramsal bütünlüğünün ve bilim yönteminin çerçevesi içinde bir inceleme alanından ibaret olduğu ya da Ahlâk felsefesinin başlı başına bir... more
Bu çalışma, Marksizm’in Ahlâk’ı kavrayışının, onu inceleyişinin ve ona dair yorumlarının, kuramsal bütünlüğünün ve bilim yönteminin çerçevesi içinde bir inceleme alanından ibaret olduğu ya da Ahlâk felsefesinin başlı başına bir akımı-okulu olarak değerlendirilebilirliği seçenekleri arasında, Marksizm’in kendine özgü bir Ahlâk felsefesi yaklaşımını içerip içermediğini tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Öz Yerleşim yerlerinin, üstünde yaşayanların düşüncelerinin temsili ile ilişkilendirilmeleri ve onların simgeleri haline gelişleri, Tarih kadar eski bir gelenektir. İnsanların, yaşadıkları yerleri toplumsal ve siyasal gelişimleriyle... more
Öz Yerleşim yerlerinin, üstünde yaşayanların düşüncelerinin temsili ile ilişkilendirilmeleri ve onların simgeleri haline gelişleri, Tarih kadar eski bir gelenektir. İnsanların, yaşadıkları yerleri toplumsal ve siyasal gelişimleriyle ilişkilendirmeleri ve onlarla ifade etmeleri, günümüze dek devam eden tarihsel bir sürekliliktir. Bunun ilk nedeni, yaşanılan alanların coğrafî ve iklimsel özelliklerinden kaynaklanan üretim araçlarının, biçimlerinin ve ilişkilerinin, insanların yaşayışları ve dolaylı olarak düşünsel üretimleri üzerindeki etkileridir. Böylece, kentlerin geçmişleri ve kentleşme süreçleri, üzerlerinde yaşayan toplumların sosyo-ekonomik ve siyasal tarihçelerinin de izdüşümünü vermekte, kentsel geçmiş, toplumların siyasal tarihlerinin izlenebildiği bir belgeliğe dönüşmektedir. Kentlerin, toplumsal özelliklerin ve siyasal yapının simgeleri haline gelişine örnekler, Türkiye'de de görülmektedir. Bu çalışmanın konusu olarak Diyarbakır'ın bu özelliği, benzer örnekler içerisinde dikkat çekicidir. Antik dönemden günümüze ilerleyen tarihsel köklerinin uzantısı üzerinde, Diyarbakır, üzerinde yaşanan toplumsal ve siyasal tarihin ifadesi olan verileri barındırmayı sürdürmektedir. Günümüze gelindiğinde, Kürt kimliğinin Türkiye sınırları içinde yaşayan kesiminin siyasal algısının ve örgütlenişinin merkezi olarak görünürlük kazanmaktadır. Bu durumun tarihsel temelleri olmakla birlikte, güncelliğinin nedenlerinden ilki, göç, kentleşme, ticaret gibi sosyo-ekonomik etkenlere dayalı bölgesel demografik merkezîleşme ve metropolleşme eğilimi ile, Kürt kimliğinin sosyo-ekonomik ve siyasal değişiminin gözlem merkezini, bir nevi laboratuarını oluşturmasıdır. Sonuç olarak, Diyarbakır, Kürt kimliğinin siyasal tarihinin ve bu kapsamda güncel gelişiminin ve değişiminin merkezini ve simgesel odağını oluşturmaya devam etmektedir. Bu çalışma, Diyarbakır'ın, Türkiyeli Kürt kimliğinin siyasal gelişimini ve özellikle Küreselleşme sürecinde uluslaşmaya varan güncel dönüşümünü temsil etme ve simgeleme niteliğini, politik ekonomik analiz yöntemi altında, göç, kentleşme, sınır ticareti ve siyasal değişme etkenleri ışığında ele almak ve tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Kürt etno-kültürel kimliğinin yoğunluk gösterdiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki göç etkinliğinin, coğrafî bakımdan, kırsaldan bölge kentlerine, ülkenin batısındaki metropollere ve nihayet, Kuzey Irak Özerk Bölgesi ile Avrupa... more
Kürt etno-kültürel kimliğinin yoğunluk gösterdiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki göç etkinliğinin, coğrafî bakımdan, kırsaldan bölge kentlerine, ülkenin batısındaki metropollere ve nihayet, Kuzey Irak Özerk Bölgesi ile Avrupa ülkelerine yönelik yurtdışına olmak üzere dört boyutlu gerçekleştiği gözlemlenmektedir.

Kente ve yurt dışına göçle oluşan demografik, toplumsal ve ekonomik değişme süreçleri, toplumsal yapıdaki değişime bağlı olarak, siyasal üst yapıda değişimi de kaçınılmaz olarak beraberinde getirmektedir. Üretim araçları, biçimleri ve ilişkileri bakımından kırsal tarım toplumundan kentli sanayi toplumuna geçiş, özetle kapitalistleşme ve kentleşme olgusu, bölgedeki siyasal hayatı oluşturan dinamikleri de aynı yönde yeniden yapılandırmaktadır. Bu çalışma, bu değişim sürecini göç hareketlerinin nedenleri ve sonuçları ile göçmen davranışları bağlamında incelemek ve tartışmak amacıyla üretilmiştir.

Anahtar Sözcükler: Göç, Güneydoğu Anadolu, Kürt kimliği, Siyasal değişme.

IMMIGRATION AS A FACTOR OF POLITICAL TRANSFORMATION:
The Case of Immigration in the Political Evolution of Kurdish Identity: Causes and Results
Laiklik, Türkiye düşünce tarihinde entelektüel tartışmaların ve akademik incelemelerin en yoğunluklu konularından birini, belki ilkini oluşturan ve güncelliğini sürdüren bir alanı ifade etmektedir. Bu durumun öncelikli nedeni, laikliğin... more
Laiklik, Türkiye düşünce tarihinde entelektüel tartışmaların ve akademik incelemelerin en yoğunluklu konularından birini, belki ilkini oluşturan ve güncelliğini sürdüren bir alanı ifade etmektedir. Bu durumun öncelikli nedeni, laikliğin devletin ideolojik kimliğini ve politikalarını belirleyen temel öğelerden birini oluşturmasıdır. Laikliğe ilişkin literatürün oldukça köklü ve zengin bir birikime sahip olması bu nedenledir. Konunun bu özelliğine dayalı olarak, bu çalışmada, laikliğin kavramsal-kuramsal ve tarihsel özelliklerinden çok, laikliğin Türkiye’deki uygulamasının, verili literatürün üstünde sıklıkla durmadığı gözlenen sosyo-ekonomik aidîyeti, işlevleri ve sonuçları üstünde durulmuştur.
Bir Sosyal Bilim yöntemi olarak ‘Merkez-Çevre ilişkisi/ikilemi’, kavramsal anlamda Edward Shils’in adıyla anılır. Shils, bu yöntemi The Constitution of Society adlı yapıtının “Center and Periphery / Merkez ve Çevre” başlıklı dördüncü... more
Bir Sosyal Bilim yöntemi olarak ‘Merkez-Çevre ilişkisi/ikilemi’, kavramsal anlamda Edward Shils’in adıyla anılır. Shils, bu yöntemi The Constitution of Society adlı yapıtının “Center and Periphery / Merkez ve Çevre” başlıklı dördüncü bölümünde (2002:70) “toplum, bir merkeze sahiptir. Toplumun yapısında bir merkezî bölge vardır. Topluma üye olmak, bu merkezî bölge ile kurulan ilişki tarafından şekillendirilir. …merkez veya merkezî bölge, toplumun değerlerinin ve inançlarının alanına giren bir fenomendir. Toplumu şekillendiren semboller, değerler ve inançlar düzeni toplumun merkezini oluşturur” diye açıklamaktadır. Uluslararası literatürde Shils’in adıyla anılan bu sosyal ve siyasal değişimi anlama ve açıklama yöntemini, Türkiye özeline kavramsal olarak ilk uygulayan ise Şerif Mardin’dir. Bununla birlikte, Mardin’den önce İdris Küçükömer’in Batılılaşma, Düzenin Yabancılaşması (1994) adlı başyapıtı ile Sencer Divitçioğlu’nun da katılımıyla yürüttüğü Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) tartışmaları, bu yöntemin bir habercisi sayılabilir. Bu çalışmada, AK Parti’yi3 ve O’nun ‘Muhafazakâr Demokrasi’ adını verdiği siyasal ideolojisini meydana getiren ve bu yolla 2002 yılından bu yana süren tek parti iktidarını yaratan siyasal değişim süreci, merkez-çevre ilişkileri bağlamında merkezle çevrenin yer değiştirişinin göstergesi olarak yorumlanmakta, bu sürecin güncel siyasal kurumsallaşması olarak kabul edilen AK Parti örneğinde ve sosyo ekonomik altyapısal neden- sonuç ilişkileri etrafında incelenmektedir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, sonradan Fırkası, iktidarda bulunduğu 1908-1918 yıllarıarasında ve daha sonra aynı kadrolarla, Bağımsızlık Savaşı’nı izleyerek Cumhuriyet dönemini de kapsayacak biçimde, aynı zamanda yöneticileri olan ordu... more
İttihat ve Terakki Cemiyeti, sonradan Fırkası, iktidarda bulunduğu 1908-1918 yıllarıarasında ve  daha sonra aynı kadrolarla, Bağımsızlık Savaşı’nı izleyerek Cumhuriyet dönemini de kapsayacak biçimde, aynı zamanda yöneticileri olan ordu komutasının iradesine dayalı bir otoriter yönetim sergilemiştir. Bu durum, klasik tarihçiliğimizin muhafazakâr ve modernleşmeci yorumları doğrultusunda, başta Enver Paşa olmak üzere yöneticilerin iktidar istemleriyle veya Jön-Türk geleneğinin batıcılığından kaynaklanan aydınlatma ve uluslaştırma düşüncesinin etkisiyle ve bu bağlamda aydın-asker önderlerin, Osmanlı Devleti’nin çöküşüne karşı çare arayışları ile açıklanagelmiştir. Bu geleneksel açıklayış biçimleri, tarihsel olayın yaratıcı etkenini kişi ve kişisel irade ile sınırlayarak, sosyo-ekonomik koşulların bir üstyapı kurumu olarak siyaset üstündeki belirleyici etkisini göz ardı eden bir yaklaşım sunmaktadır. Bu çalışma, 1908 İhtilâli ile somutlaşan Meşrutiyet idealinin Cumhuriyet’e uzanan etki süreci içinde diktatörlüğe evriminin sosyo-ekonomik nedenlerini tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yaklaşık on yıllık iktidarı döneminde Türkiye’de her alanda çok önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. AK Parti’nin bu kadar uzun süre tek başına iktidarda kalabilmesi ve devlet merkezli statükocu... more
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yaklaşık on yıllık iktidarı döneminde Türkiye’de her alanda çok önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. AK Parti’nin bu kadar uzun süre tek başına iktidarda kalabilmesi ve devlet merkezli statükocu bürokratik siyaseti toplum merkezli yeni bir siyasete dönüştürecek adımları atabilmesi, geniş halk kitlelerinin desteğini almasını sağlayan güçlü bir meşruiyet ağının varlığı ile açıklanabilir. Bu çalışma son on yıla damgasını vuran AK Parti iktidarının meşruiyet kaynaklarının Weberyan bir analizini yapıyor. Siyasal iktidarın meşruiyet kaynaklarını geleneksel, karizmatik ve yasal- bürokratik olmak üzere üçe ayıran Max Weber’in bu sınıflandırması açısından bakıldığında; AK Parti, iktidarının geleneksel meşruiyetini örgütsel kökeninden getirdiği siyasal İslâm geleneğinin küreselleşme sürecinin gereksinimlerine uygun biçimde yeni sağ çizgisinde modernize edilmiş bir uzantısı olarak muhafazakâr ideolojik kimliğine dayandırmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik, etkileyicilik ve örgütleyicilik özelliklerinin toplum tarafından algılanış ve onaylanış biçimi AK Parti iktidarının karizmatik meşruiyet kaynağını oluşturmaktadır. Seçmen kitlesini oluşturan toplumsal tabakaların siyasal davranışı olarak kendisine yönelen hukuksal demokratik destek ise AK Parti iktidarının yasal meşruiyetini oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, bu üç tür Weberyan meşruiyet kaynağının AK Parti iktidarında bir araya geldiğini ve birbirini besleyen bir toplu siyasal otorite ve meşruiyet alanı yarattığını göstermektir.
Küresel kapitalist düzenin, Coğrafî keşifleri izleyerek Endüstri Devrimi ve sömürgecilik aşamalarıyla devam eden Avrupa merkezli kuruluşu ve işleyişi, Avrupa’yı ve devamında Amerika’yı dünya ekonomisinin merkezi haline getirirken, bir... more
Küresel kapitalist düzenin, Coğrafî keşifleri izleyerek Endüstri Devrimi ve sömürgecilik aşamalarıyla devam eden Avrupa merkezli kuruluşu ve işleyişi, Avrupa’yı ve devamında Amerika’yı dünya ekonomisinin merkezi haline getirirken, bir yandan da dünya coğrafyası üzerinde meydana getirdiği eşitsiz ve bağımlı gelişimin sonucunda birçok küresel sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunlardan biri de, kapitalist küresel ayrışma
bağlamında Doğu-Batı ve Güney-Kuzey eksenli göç sürekliliğidir.
Bu çalışma, Avrupa ülkelerinin ve Türkiye’nin göçmen politikaları arasındaki farklılıkları, uygarlığın Doğulu ve Batılı temelleri üzerindeki ekonomik eşitsiz gelişim ilişkisi ve kültürel ayrılığı bakımından ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bilim ve eğitim anlayışı ile uygulamaları, ekonomik, politik, sosyolojik nedenlere dayalı kültürel değişme süreçlerinden doğrudan etkilenmiş, dönemsel yapılara özgü dönüşümler göstermiştir. Bu... more
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bilim ve eğitim anlayışı ile uygulamaları, ekonomik, politik, sosyolojik nedenlere dayalı kültürel değişme süreçlerinden doğrudan etkilenmiş, dönemsel yapılara özgü dönüşümler göstermiştir. Bu kapsamda, eğitim düşüncesi, öğretim politikası ve uygulamaları da dönemsel kültürel değişimlerin belirleyici etkileri tarafından biçimlendirilmişlerdir.
Bu çalışma, Osmanlı’dan günümüze ekonomi politik rejimdeki değişmelerin genel olarak eğitim anlayışı ve hayatı ve özelde yüksek öğrenim politikası üstündeki belirleyici etkileri kapsamında, Türkiye’de Kamu Yönetimi bölümünün tarihsel süreçteki dönüşümünü ve değişim eğilimlerini, Politik Ekonomik analiz yönteminin kuramsal ışığı altında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Yerleşim yerlerinin, üstünde yaşayanların düşüncelerinin temsili ile ilişkilendirilmeleri ve onların simgeleri haline gelişleri, Tarih kadar eski bir gelenektir. İnsanların, yaşadıkları yerleri toplumsal ve siyasal gelişimleriyle... more
Yerleşim yerlerinin, üstünde yaşayanların düşüncelerinin temsili ile ilişkilendirilmeleri ve onların simgeleri haline gelişleri, Tarih kadar eski bir gelenektir. İnsanların, yaşadıkları yerleri toplumsal ve siyasal gelişimleriyle ilişkilendirmeleri ve onlarla ifade etmeleri, günümüze dek devam eden tarihsel bir sürekliliktir. Bunun ilk nedeni, yaşanılan alanların coğrafî ve iklimsel özelliklerinden kaynaklanan üretim araçlarının, biçimlerinin ve ilişkilerinin, insanların yaşayışları ve dolaylı olarak düşünsel üretimleri üzerindeki etkileridir. Böylece, kentlerin geçmişleri ve kentleşme süreçleri, üzerlerinde yaşayan toplumların sosyo-ekonomik ve siyasal tarihçelerinin de izdüşümünü vermekte, kentsel geçmiş, toplumların siyasal tarihlerinin izlenebildiği bir belgeliğe dönüşmektedir. Kentlerin, toplumsal özelliklerin ve siyasal yapının simgeleri haline gelişine örnekler, Türkiye’de de görülmektedir. Bu çalışmanın konusu olarak Diyarbakır’ın bu özelliği, benzer örnekler içerisinde dikkat çekicidir. Antik dönemden günümüze ilerleyen tarihsel köklerinin uzantısı üzerinde, Diyarbakır, üzerinde yaşanan toplumsal ve siyasal tarihin ifadesi olan verileri barındırmayı sürdürmektedir. Günümüze gelindiğinde, Kürt kimliğinin Türkiye sınırları içinde yaşayan kesiminin siyasal
algısının ve örgütlenişinin merkezi olarak görünürlük kazanmaktadır. Bu durumun tarihsel temelleri olmakla birlikte, güncelliğinin nedenlerinden ilki, göç, kentleşme, ticaret gibi sosyo-ekonomik etkenlere dayalı bölgesel demografik merkezîleşme ve metropolleşme eğilimi ile, Kürt kimliğinin sosyo-ekonomik ve siyasal değişiminin gözlem merkezini, bir nevi laboratuvarını oluşturmasıdır. Sonuç olarak, Diyarbakır, Kürt kimliğinin siyasal tarihinin ve bu kapsamda güncel gelişiminin ve değişiminin merkezini ve simgesel odağını oluşturmaya devam etmektedir. Bu çalışma, Diyarbakır’ın, Türkiyeli Kürt kimliğinin siyasal gelişimini ve özellikle Küreselleşme sürecinde uluslaşmaya varan güncel dönüşümünü temsil etme ve simgeleme niteliğini, politik ekonomik analiz yöntemi altında, göç, kentleşme, sınır ticareti ve siyasal değişme etkenleri ışığında ele almak ve tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde küreselleşme sürecinde yaşanan sosyo-ekonomik dönüşümü, Politik Ekonomi yönteminin kuramsal ışığı altında ve özel öğretim ekonomisinin verileri ile yeni-orta sınıflaşma ilişkisi örneğinde... more
Bu çalışma, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde küreselleşme sürecinde yaşanan sosyo-ekonomik dönüşümü, Politik Ekonomi yönteminin kuramsal ışığı altında ve özel öğretim ekonomisinin verileri ile yeni-orta sınıflaşma ilişkisi örneğinde incelemek amacıyla hazırlanmıştır.

PRIVATE EDUCATION INTERFERENCE AS A SOCIOECONOMIC CHANGE INDICATIVE: THE CASE OF RELATIONSHIP BETWEEN MIDDLE CLASSIFICATION AND PRIVATE SCHOOLING IN DIYARBAKIR

This study aims to examine the socio-economic transformation of the Southeastern Anatolia Region in the process of globalization, under the theoretical light of the Political Economy method and in the case of the relationship between the data of the private educational economy and the local new-middle class.
Bu çalışma, Diyarbakır’ın güncel kentsel kimliğini, onu tarihsel süreçte inşa eden ve etkileriyle yerel kentsel kimliğin günümüzdeki gelişimini belirlemeye devam eden, göç, kentleşme, Kürt kimliği, toplumsal bellek, politikleşme,... more
Bu çalışma, Diyarbakır’ın güncel kentsel kimliğini, onu tarihsel süreçte inşa eden ve etkileriyle yerel kentsel kimliğin günümüzdeki gelişimini belirlemeye devam eden, göç, kentleşme, Kürt kimliği, toplumsal bellek, politikleşme, modernleşme gibi kurucu unsurları etrafında ve sosyo-ekonomik veriler ışığında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Diyarbakır’da güncel sosyo-ekonomik durumun en belirgin biçimde görünürleştiği özel eğitim işletmeciliğinin seyrini, ulusal ekonomik kriz, yerel ekonomik potansiyel ve toplumsal koşullar ışığında, yapısalcı bir yöntemle... more
Bu çalışma, Diyarbakır’da güncel sosyo-ekonomik durumun en belirgin biçimde görünürleştiği özel eğitim işletmeciliğinin seyrini, ulusal ekonomik kriz, yerel ekonomik potansiyel ve toplumsal koşullar ışığında, yapısalcı bir yöntemle incelemek amacıyla hazırlanmıştır.

PRIVATE SCHOOL BUSINESS AS A CASE OF LOCAL ECONOMIC COURSE IN DIYARBAKIR: A Structural Sectoral Analysis in The Light Of Recent Developments

This study is prepared to analyse the course of the special education business in Diyarbakır, on which the current socio-economic situation appears prominently, by a structural method in the light of the national economic crisis, local economic potential and social conditions.
Bu çalışma, Diyarbakır’da toplumsal politik algıyla ve tercihlerle simgesel bir bütünlük içeren kentsel kimlikle güncel yerel ekonomik durum arasındaki negatif yönlü ilişkiyi, güncel gerilimler ışığında ve örnekleminde tartışmak amacıyla... more
Bu çalışma, Diyarbakır’da toplumsal politik algıyla ve tercihlerle simgesel bir bütünlük içeren kentsel kimlikle güncel yerel ekonomik durum arasındaki negatif yönlü ilişkiyi, güncel gerilimler ışığında ve örnekleminde tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Türkiye’de Kürt sorununun Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ve Diyarbakır’a ilişkin toplumsal algı üstündeki bölgesel ayrımcılık eğilimli etkilerini, 2017 yılından bu yana Diyarbakır’da düzenlenmekte olan Uluslararası Ekonomi,... more
Bu çalışma, Türkiye’de Kürt sorununun Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ve Diyarbakır’a ilişkin toplumsal algı üstündeki bölgesel ayrımcılık eğilimli etkilerini, 2017 yılından bu yana Diyarbakır’da düzenlenmekte olan Uluslararası Ekonomi, Siyaset ve Yönetim Sempozyumu (ISEPA) örneği ışığında, akademik etkinliklere katılım davranışının bölgesel dağılımı üzerinde göstermek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Diyarbakır şehir merkezindeki kentleşme sürecini, kentsel alanın mekânsal dağılımı örnekleminde, David Harvey’in kent sosyolojisine dair düşüncelerinin kuramsal ışığında, sosyo-ekonomik yapılar ve ilişkiler çerçevesinde... more
Bu çalışma, Diyarbakır şehir merkezindeki kentleşme sürecini, kentsel alanın mekânsal dağılımı örnekleminde, David Harvey’in kent sosyolojisine dair düşüncelerinin kuramsal ışığında, sosyo-ekonomik yapılar ve ilişkiler çerçevesinde değerlendirmek amacıyla hazırlanmıştır.
1991’de I. Körfez Savaşı sonucunda 36. paralel kuzeyinin Birleşmiş Milletler kararı ile Irak merkezi yönetimine kapatılması, Kuzey Irak bölgesinde devlet denetiminden yoksun bir ekonomik pazar ve zamanla onun üstünde varlık kazanan bir... more
1991’de I. Körfez Savaşı sonucunda 36. paralel kuzeyinin Birleşmiş Milletler kararı ile Irak merkezi yönetimine kapatılması, Kuzey Irak bölgesinde devlet denetiminden yoksun bir ekonomik pazar ve zamanla onun üstünde varlık kazanan bir siyasal yönetim meydana getirmiştir. Bu ekonomik pazar, sınır ticareti ile gelişen dolaşım ağlarıyla, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde geniş ölçekli bir girişimcilik atılımının ve sermaye birikiminin kaynağını oluşturmuştur.

Körfez savaşları sonrasında, küresel güçlerin Baas yönetimine karşı uyguladıkları 36.paralel sınırı ile yönetsel ve dolayısıyla ekonomik bakımdan Irak merkezi yönetiminden koparılan Kuzey Irak’ın bütün bir ekonomik yaşamı, coğrafyasının sınırları neredeyse bütünüyle Türkiye ile ticarete dayandırılmıştır. Bu durumun temel nedeni, Kuzey Irak coğrafyasını denetimi altına alan özerk Kürt yönetiminin, çevresindeki Güney Irak (Şii Arap Bölgesi)-İran-Suriye otoriteleri ile çelişkili-çatışmalı ilişkileri ile sınırlanmışlığıdır. Sınırın bu yakasında, yani Türkiye’de ise, yerel girişimcinin, ekonomik varlığını ve etkinliğini Kuzey Irak’a taşımasının, taşımasa bile en azından Kuzey Irak ile ilişkilendirmesinin, dil ve tarih bağı gibi kültürel nedenlerden önceki temel ekonomik mantığı, İktisat ve İşletme bilimleri literatüründe yer alan tanımıyla “yatırımın maliyeti ve geri dönüş süresi” ile ilgilidir. Yani, ticari etkinliğe yatırılan anaparanın ve kazancın maliyet ve zaman ölçüsü üstündeki karşılaştırmada, Kuzey Irak kaynaklarının Türkiye’de bulunanlardan daha kârlı, verimli bulunması söz konusudur.

Yirmi yıldan bu yana, Kuzey Irak kaynaklarını, yasal veya yasa dışı “tanker-kamyon” ticareti yoluyla Türkiye piyasasına sunan ve Kuzey Irak coğrafyasının perakende tüketiminin hemen tümünü Türkiye’den karşılayan karşılıklı sınır ticareti, ve sonra, özellikle bölgesel müteahhitlik hizmetlerinin, Kuzey Irak inşaat sektöründeki ağırlığı ile yarattığı yatırım ve istihdam dolaşımı, bölgeler arası, doğrusu “bölgeleri birleştiren” ekonomik ilişkileri yatay ve dikey olarak büyütmektedir. Özellikle Gaziantep’te gözlenen endüstriyel gelişme, ağırlıkla Kuzey Irak’a dönük ihracat etkinliğine bağlıdır. Gaziantep, 1980’lerden itibaren sanayi üretiminde bir atılım yapmış ve bölgenin en önemli sanayi merkezi haline gelmiştir (Ayata, 2004). Gaziantep’in Türkiye sanayii içindeki payı 1980’de % 1.61’den 1992’de % 1.74’e, 1997’de % 2.73’e yükselmiştir.

Sermaye birikiminin yarattığı zenginlik, kentsel alanın hızla dönüşmesine ve genişlemesine neden olurken, sanayinin yarattığı istihdam da hem kente göçü tetiklemekte, hem de kentin çeperindeki kırsal alanların tarımsal istihdamdan sanayi işçiliğine geçmesine neden olmaktadır. GAP bölgesi kırsalından ve küçük ölçekli kentlerden, bölgenin metropol kentlerine doğru son 10-15 yılda yoğun göçün yaşandığı söylenebilir. GAP bölgesinde, toplam nüfusun neredeyse üçte ikisi Gaziantep, Diyarbakır ve Şanlıurfa illerinde yaşamaktadır. Bu illerin nüfusu son 15 yıllık periyotta hemen hemen iki misline çıkmıştır. (Yıldız, 2008:290-291). Köyden kente göçün yoğunlaşması ise, büyüyen kent merkezlerinin nüfusu ile birlikte fiziksel ve ekonomik çehresini de değiştirmektedir. Kentleşme süreçlerindeki hızlı ve yoğun değişim, yarattığı konut ve işyeri gereksiniminin karşılanması sürecinde, özellikle belediyelerin imar uygulamaları ile yaratılan arsa spekülasyonu ve inşaat hizmetleri ticaretiyle yerel sermaye birikiminin temel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Bu bağlamda, bölgesel yerleşim dokusunun, gerek ticari gerek konutsal mimari bakımından, lüks tüketimin çarpıcı boyutlara ulaştığı Diyarbakır kent merkezi örneğinde olduğu gibi açıkça gözlenen dönüşüm, bölgedeki sermaye birikimini işaret eden en belirgin örneklem alanıdır.

Buna karşın, Bölge’de yaşanan bu ticari merkezileşme üzerinde gözlenen kentleşme ve bu bağlamda toplumsal değişme süreçleri, temelde ideolojik-politik algılara dayalı kırsallık-köylülük, bölgesel kalkınmamışlık, yoksulluk gibi giderek gelenekselleşmiş yargılar olmaya varan ön kabullere dayalı yaklaşımlarda ve tartışmalarda gözardı edilmektedir. Küreselleşme öncesine kökenlenen ve güncel koşulları içermeyen, bu haliyle bilimsel gözleme dayanmaktan çok 1960’lı yıllarda beliren ideolojik-politik anlayışların uzantısı olduğu bilinen bu kabuller, günümüzde yaşanan süreci, tüm öğeleri ve değişkenleri ile açıklamakta yetersiz kalmaktadırlar.

Bu çalışma, kırsal yerleşim, köylülük, yoksulluk odaklı söylemlerden oluşan geleneksel-politik yaklaşımların verili-güncel durumu açıklamaktaki yetersizliklerine karşı, bölgede yaşanan merkezileşme-kentleşme sürecine ilişkin güncel gözlemlere dayalı bilimsel açıklamalar üretmek amacıyla kaleme alınmıştır. Bu anlayışla, çalışmada, nesnel olguyu çözümleme yöntemi, “Ekonomi Politik” olarak belirlenmiştir. Ekonomi Politik yöntemi, en basit anlamıyla ve açıklamasıyla toplumsal olgunun ekonomik alanla ilişkilendirilmesi, bir başka deyişle, toplumsal-siyasal olguyu açıklamak için ekonomik olayla toplumsal olay arasında neden-sonuç ilişkisi kurulmasıdır. Bu bakımdan, ticari pazarın merkezileşmesi ile oluşan kentleşme eğilimi, çalışmada, örneklem alanı olarak seçilen Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ilişkin sayısal verilerle ve gözlemlerle ortaya konulmuştur.

Anahtar Sözcükler: Sınır Ticareti, Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Ekonomik Etki, Kentleşme.
İnsan uygarlığının temelleri olarak kabul edilen İlkçağ uygarlıklarından Hint, Çin ve Mısır uygarlıklarının, yaşadıkları coğrafyadaki görece tekil egemenliklerinin sürekliliğine karşın, Antik Grek, Roma, Mezopotamya ve Türk-İslâm... more
İnsan uygarlığının temelleri olarak kabul edilen İlkçağ uygarlıklarından Hint, Çin ve Mısır uygarlıklarının, yaşadıkları coğrafyadaki görece tekil egemenliklerinin sürekliliğine karşın, Antik Grek, Roma, Mezopotamya ve Türk-İslâm uygarlıkları, egemenlik kurdukları coğrafyanın örtüşmesi nedeniyle, özellikle Anadolu yarımadasında kendi aralarında geçişkenlik ve aynı anda görünürlük gösterirler. İlkçağdaki Pers-Grek savaşları boyunca gelişen ve devamında Büyük İskender’in Asya seferi ile inşa etmeye çalıştığı İmparatorluk sınırları içinde Helenistik kültürle Asyatik kültürün etkileşimiyle başlayıp Ortaçağ’da Haçlı Seferleri, Moğol istilası ve Türk-İslâm kültürünün fetihçi geleneği sürecinde Avrupa ile Asya arasında süreklileşen medeniyetler arası ilişki, Antik Anadolu medeniyetlerinin kadîm mirası ile birleşince, Anadolu’nun uygarlık aidiyeti bakımından çeşitlilik göstermesi sonucunu doğurmuştur. Ulus devletin yüz yılı aşan tekil kimlik ve kültür inşası politikalarının çoğunlukla yok edici boyuta varan aşındırıcı etkilerine rağmen, Anadolu coğrafyasının bütününde, bu çeşitli-çok kültürlü tarihsel birikimin izleri görülmekte, hatta yer yer canlılığını korumaktadır.  Günümüzde, Anadolu’nun tümüne yayılan bu kültürel çeşitliliğin güncel görünürlüğünde, Antakya ile birlikte, Mardin ve Diyarbakır illeri de öne çıkmaktadır. Bu iller, kentsel tarihleri itibarıyla sahip oldukları kültürel çeşitliliğin canlılığını koruyor olması bakımından, Küreselleşme sürecinde yükselen, kültürel farklılıkların çatışmaya ve giderek savaşlara konu oluşu sürecinde,  bir arada barış içinde yaşanabilirliğin örneklerini barındırmakta ve bu özellikleri ile dikkat çekmektedirler.  Bu çalışma, özellikle Avrupa ve Ortadoğu uygarlıklarını meydana getiren kültürel birikime dair coğrafî paylaşımın, halklar arasında bir kültürel iletişim kaynağına dönüşme potansiyeli ile, kendiliğinden bir turizm kaynağını da üretmekte oluşundan hareketle, bu kaynağın etkili bir ekonomik faktör olarak değerlendirilebilirliğini konu edinmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kültür Turizmi, Medeniyetler arası Diyalog, Çok Kültürlülük, Mardin, Diyarbakır.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş aşamasının, bir başka deyişle ‘Osmanlı Modernleşmesi’nin siyasal aktörlerini ifade etmesi bakımından İttihat ve Terakki iktidarı ve onun öncülü olarak ‘Jön Türkler’ diye adlandırılan yenilikçi... more
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş aşamasının, bir başka deyişle ‘Osmanlı
Modernleşmesi’nin siyasal aktörlerini ifade etmesi bakımından İttihat ve Terakki iktidarı
ve onun öncülü olarak ‘Jön Türkler’ diye adlandırılan yenilikçi aydınlar-bürokratlar
kuşağı, Türkiye tarihinin önemli tarihsel kavşaklarından birini meydana getirmiştir.
Cumhuriyet’i kuran ve uzun yıllar boyu rejimi sürdüren bürokratik gücün toplumsal
kaynağını oluşturan bu kuşağın, ‘İttihatçılık’ diye adlandırılabilecek, en başta siyasal,
birçok boyutlu etkileri, günümüze dek uzanmakta ve güncelliğini korumaktadır.
Ordunun bir siyasal aktör olarak siyasete müdahaleye çağrılması, 28 Şubat ve 27 Nisan
benzeri müdahaleler ve bu bağlamda darbe girişimi iddiaları gibi güncel örnekler, askerîotoriter yönetim geleneğinin kökeni olarak İttihatçı düşünce ve örgütlenme biçiminin tarihsel geçmişe ait bir olay olarak kalmadığını, varlığını günümüzde de koruduğunu göstermektedir.

Bu çalışma, Jön Türk reformizmine temellenerek Cumhuriyet’in Kemalist kuruluş
sürecine varan etki süreçleri ışığında bürokrasinin siyasal sisteme müdahalesini, tarihsel deyimiyle İttihatçılığı, Osmanlı’nın iktisadî değişiminden, özetle, Asyatik-Doğulu tarım toplumundan kapitalist Avrupa sistemine eklemlenme sürecine geçişten doğan sosyoekonomik kaynakları bağlamında ele almaktadır.
15. yüzyılın sonlarında, İspanya ve Portekiz krallıklarının ‘El-hamra Fermanı’ ile Yahudî tebaalarını sürgün etmesiyle başlayan kitlesel göç, Osmanlı tarihinde yaşamsal bir dönüşümün başlangıcı olmuştur. “Seferad” denilen ve geldikleri... more
15. yüzyılın sonlarında, İspanya ve Portekiz krallıklarının ‘El-hamra Fermanı’ ile Yahudî tebaalarını sürgün etmesiyle başlayan kitlesel göç, Osmanlı tarihinde yaşamsal bir dönüşümün başlangıcı olmuştur. “Seferad” denilen ve geldikleri ülkelerin özellikle kentli ve tüccar kesimini oluşturan göçmenler, bu özelliklerinden yararlanılması amacıyla, Osmanlı yönetimi tarafından, Selânik ve İzmir başta olmak üzere, Osmanlı ülkesinin Akdeniz ticaretine eklemlenme alanları olan merkezlerde yerleştirilmişlerdir. Selânik limanı bu göçmen nüfusun yerleşiminin ve ticarî faaliyetlerinin merkezlerini oluşturmuştur. İberya sürgünü sonrası, Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi Avrupa’da da Akdeniz kıyılarına yayılan göçmen kitlesinin oluşturduğu ağlar, bu kesimin ekonomik faaliyetini ticaret ve finans alanlarında yoğunlaştırmıştır. 17. yüzyılın ortalarında, Yahudilerin bir kısmı, Müslümanlarla aynı haklara sahip olabilmek amacıyla ve başka öznel nedenlerle, özellikle Selânik merkezli olarak Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Bu yolla Osmanlı tebaası haline gelmişler, Müslüman olmanın tanıdığı hakların yanında, Avrupalılarla imzalanan kapitülasyon antlaşmalarından doğan himayelerle de ekonomik faaliyetlerinin çapını genişletmişler ve büyümelerini sürdürmüşlerdir. Konsolosluklar ve zamanla mason locaları, bu kesimin Avrupa ile ilişkilerinin ana kanallarını oluşturmuştur. Böylelikle, servetin ve politik gücün yanı sıra Müslümanlarla eşit toplumsal ve hukuksal haklara da kavuşan bu kesim, giderek Osmanlı toplumunun yeni seçkinlerini oluşturmaya başlamışlardır. Klasik Osmanlı döneminde ekonomik ayrıcalıklı kesimi genellikle Rum tüccarlar ve Ermeni zanaatkârlar oluştururken, bu durum, Yahudilerin lehine değişmeye başlamıştır. Osmanlı tebaasının geri kalanından farklılaşan bu kesimin, zamanla Osmanlı’nın geleneksel sosyo-ekonomik ve siyasal kalıplarını aşan talepleri, Osmanlı modernleşmesinin toplumsal temellerini üretmiştir. Özellikle Endüstri devrimi sonrasında Osmanlı coğrafyasının pamuk ihracatıyla Avrupa pazarına eklemlenmesinin özgün koşullarında, girişimciliğin ve dolayısıyla sermayenin bu kesimin elinde toplanması, Merkez- Çevre Yaklaşımı başta olmak üzere, Türkiye modernleşmesine dair kuramsal çalışmaların temelini oluşturan sosyo-kültürel farklılaşmanın aynı zamanda dinsel ve etnik farklarla da belirlenmesi sonucunu doğurmuştur. Bu belirleyici etkilerine rağmen, Selânik’in Osmanlı-Türkiye tarihindeki yeri ve etkileri hakkındaki akademik-entelektüel araştırma faaliyetinin yok denebilecek düzeyde sınırlı oluşu, ilgi çekici ve şaşırtıcıdır.
Bu çalışma, Selânik merkezli seçkinliğin, Cumhuriyet’e varan etki sürecinde modernleşmenin temellerindeki yerini, kapitalist gelişme ve toplumsal değişme süreçleri ile ilişkilendirerek, özellikle İttihatçılık örneğinde incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Türk- Kürt ilişkileri üstüne siyasal alanla sınırlı ve politik belirleyicilikler altındaki klasik açıklamaların ötesine geçerek, konuyu sivil toplum ekseninde ve tarihsel-toplumsal bir perspektife dayalı işleyen bir literatür... more
Bu çalışma, Türk- Kürt ilişkileri üstüne siyasal alanla sınırlı ve politik belirleyicilikler altındaki klasik açıklamaların ötesine geçerek, konuyu sivil toplum ekseninde ve tarihsel-toplumsal bir perspektife dayalı işleyen bir literatür oluşturma çabasına katkı sunmak, bu bağlamda, güçlü etkileri günümüze dek uzanan Türk-Kürt farklılaşmasının tarihsel kaynaklarını Osmanlı-Türkiye modernleşmesi sürecinin ürettiği dinamiklerde ve bunların sosyoekonomik temellerinde aramak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Türkiye’de özellikle Ermeni soykırımının yüzüncü yıldönümü vesilesiyle güncelleşen ve Kürt sorununda kalıcı ifadesini bulan etnik sorunu ve çatışmayı kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi yasası etrafında teorik bir... more
Bu çalışma, Türkiye’de özellikle Ermeni soykırımının yüzüncü yıldönümü vesilesiyle güncelleşen ve Kürt sorununda kalıcı ifadesini bulan etnik sorunu ve çatışmayı kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi yasası etrafında teorik bir çerçevede ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, küreselleşen yeni-liberal iktisat politikaları ile yeni-sağ ideoloji arasındaki altyapı-üst yapı ilişkisi üzerinden, Türkiye’de Muhafazakâr siyasetin yükselişini ifade eden güncel siyasal değişimi, bu siyasal alanın toplumsal... more
Bu çalışma, küreselleşen yeni-liberal iktisat politikaları ile yeni-sağ ideoloji arasındaki altyapı-üst yapı ilişkisi üzerinden, Türkiye’de Muhafazakâr siyasetin yükselişini ifade eden güncel siyasal değişimi, bu siyasal alanın toplumsal tabanını oluşturan ve‘Anadolu Sermayesi/Kaplanları’ denilen muhafazakâr kimlikli yerel sermayenin birikim kaynaklarından biri olması bakımından esnek üretim koşullarının yaygınlaşması ile ilişkilendirerek çözümlemeye çalışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışmanın kuramsal çerçevesi, tarihsel maddeci-diyalektik felsefi düşünceye dayalı Marksist kuramın tarihsel-sosyolojik görüşleri çerçevesinde belirlenmiş, bu kapsamda, “politik ekonomik analiz”, çalışmanın araştırma yöntemi olarak... more
Bu çalışmanın kuramsal çerçevesi, tarihsel maddeci-diyalektik felsefi düşünceye dayalı
Marksist kuramın tarihsel-sosyolojik görüşleri çerçevesinde belirlenmiş, bu kapsamda,
“politik ekonomik analiz”, çalışmanın araştırma yöntemi olarak benimsenmiştir.
Bu ekonomik determinist yöntem ışığında çalışma, modern Türkiye tarihi boyunca Muhafazakârlığın gösterdiği değişme biçimlerini, geliştikleri dönemlerin küresel, ulusal, bölgesel ve yerel sosyoekonomik dönüşüm süreçleri ile ilişkilendirmek, siyasal değişmeye, bu sosyoekonomik etkenlere dayalı neden-sonuç bağlantıları ile açıklamalar üretmek amacıyla hazırlanmıştır.
17 Aralık 2013 günü gündemleşen, fakat çok daha önce başlatıldığı anlaşılan adlî soruşturma, dolaylı biçimde Bakanlar Kurulu üyelerine ve Başbakan’a uzanan, görevdeki üç Bakan ile biri eski Bakan, altı milletvekilin istifalarına varan... more
17 Aralık 2013 günü gündemleşen, fakat çok daha önce başlatıldığı anlaşılan adlî soruşturma, dolaylı biçimde Bakanlar Kurulu üyelerine ve Başbakan’a uzanan, görevdeki üç Bakan ile biri eski Bakan, altı milletvekilin istifalarına varan boyutlarıyla siyasal tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu soruşturmanın oluşturduğu gündem, kamuoyunca, taraflarının karşılıklı söylemleriyle, öteden beriye süregeldiği söylenen, ilk işaretlerini 7 Şubat 2012’de bazı özel-yüksek bürokratlar hakkında soruşturma açılması ile veren, ardından Hükûmet’in bir dinî cemaatle özdeşleşen dershane sektörüne yönelik yasal düzenleme girişimi ile belirginleşip, 2004 yılındaki bir MGK toplantısında alınan ve bu cemaatin güvenlik risk unsuru olarak değerlendirildiğini gösteren kararların basında yayınlanmasından sonra açığa çıkan süreçle ilişkilendirilmiştir. Söz konusu taraflardan birinin dinî bir cemaatin, diğerinin ise ideolojik ve örgütsel kaynağını Türkiye İslâmcılığının yakın geçmişinden alan siyasal kadroların oluşu, Türkiye muhafazakârlığında bir yol ayrımını işaret etmektedir. Emniyet ve Adalet bürokrasisi ile dinî bir cemaat arasında kurulu olduğu var sayılan ağ ile muhafazakâr siyasal iktidar ile sivil bürokrasi arasında karşılıklı girişilen çatışmacı söylem ve uygulamalar, Osmanlı sahnesindeki Yeniçeri Ocağı-Esnaf loncaları-Bektaşî Dergâhı arasındaki bütünleşme ile, elinde bulundurduğu Halifelik ünvanı itibarıyla İslâmî bir vasfa sahip Saray ve ona bağlı sivil bürokrasi arasında yaşanan çatışmacı ilişki sürecinde Türkiye İslâmcılığının ilk yol ayrımını andırmaktadır. Bu tarihsel benzerliği gözeterek, bu çalışma, söz konusu güncel tartışmaları ve taraflaşmaları, Türkiye muhafazakârlığının Osmanlı modernleşmesine kökenlenen ve günümüze dek süregelen tarihsel seyri bağlamında, İdris Küçükömer’in sivil toplum-devlet ikilemine dayalı sosyo-ekonomik analizleri ve siyasal tezleri ışığında ele almak amacıyla hazırlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, İslâmcılık, Toplumsal Değişme, Cemaat, AK Parti.
Küreselleşen Yeni-Sağ’ın sosyal refah devletini tasfiyeye girişmesiyle, özellikle işçi sınıfının sosyo-ekonomik hak ve güvencelerinin yasal hak kategorisinden çıkarılmaya başlanması, başta yoksullaşma olmak üzere, toplumsal gerilim... more
Küreselleşen Yeni-Sağ’ın sosyal refah devletini tasfiyeye girişmesiyle, özellikle işçi sınıfının sosyo-ekonomik hak ve güvencelerinin yasal hak kategorisinden çıkarılmaya başlanması, başta yoksullaşma olmak üzere, toplumsal gerilim yaratan sosyo-ekonomik sorunlar üretmektedir. Bu sorunların çözümü için, kaynağını İslâm inancından alan hayırseverlik erdemine dayalı geleneksel sosyal yardımlaşma kültürü, muhafazakâr ideolojinin cemaat merkezli toplumsal örgüsü eliyle ve din kardeşliği söylemiyle devreye sokulmuştur. Özetle, dinsel inanç, yeni-liberal yapılanmada sosyal politikanın yerini almıştır. Bu çalışma, muhafazakârlığın liberal dönüşümü bağlamında, AK Parti iktidarının meşruiyet kaynaklarından biri olarak İslâmî kimlikli sosyal dayanışma olgusunu incelemek amacıyla hazırlanmıştır.

Anahtar Sözcükler: Küreselleşme, Sosyal Politika, Muhafazakârlık, Meşruiyet, AK Parti.
Küresel kapitalist düzenin, Coğrafî keşifleri izleyerek Endüstri Devrimi ve Sömürgecilik aşamalarıyla devam eden Avrupa merkezli kuruluşu ve işleyişi, Avrupa‟yı ve devamında Amerika‟yı dünya ekonomisinin merkezi haline getirirken, bir... more
Küresel kapitalist düzenin, Coğrafî keşifleri izleyerek Endüstri Devrimi ve Sömürgecilik aşamalarıyla devam eden Avrupa merkezli kuruluşu ve işleyişi, Avrupa‟yı ve devamında Amerika‟yı dünya ekonomisinin merkezi haline getirirken, bir yandan da dünya coğrafyası üzerinde meydana getirdiği eşitsiz ve bağımlı gelişimin sonucunda birçok küresel sorunu da
beraberinde getirmiştir. Bu sorunlardan biri de, kapitalist küresel ayrışma bağlamında Doğu- Batı ve Güney-Kuzey eksenli göç sürekliliğidir.
Küreselleşme sürecinin başından bu yana, özellikle gelişmemiş yarı kürede dikkat çekici ölçüde yaygınlaşan ve süreklileşen iç savaşların ve kargaşaların sonucu olarak ortaya çıkan ve son on yıldır giderek bir küresel insanî kriz boyut halini alan, ülkeler ve kıtalar arası yığınsal
göç ve sığınmacı hareketleri, sebepleriyle olduğu kadar, coğrafî güzergâhları ve tarafları arasındaki ilişkiler üzerinde gerçekleşen sonuçlarıyla da, toplumlararası ilişkiler hakkında fikir verici ve uyarıcı olmaktadır. Bu bağlamda, göç hareketlerinin özellikle gelişmişlik-geri
kalmışlık ekseni üzerindeki yapısı, küresel düzenin devletler ve toplumlar arası hiyerarşisinin ve çelişkilerinin de izdüşümünü vermektedir. Bu haliyle, göç edenler ile göçün hedefi olan toplumlar arasındaki karşılıklı algılar ve davranışlar, güncel görünümlerinin arkasında, tarihsel kodların bilinçaltı yansımalarını işaret etmektedir.
Bu anlayış ışığında, bu çalışmanın temel amacı, Avrupa ülkeleriyle Türkiye‟nin göçmen politikalarının uygulamadaki farklılıklarını belirleyen ve biçimlendiren aslî etkenlerini, tarihsel temellerinin ışığı altında açıklığa kavuşturmaya çalışmak ve tartışmaya açmaktır.
Bu çalışma, Osmanlı modernleşmesi sürecinde Osmanlı Yahudiliği ile Dönmelik arasındaki ihtilâflı ilişkinin, Türkiye siyasal kültüründe ve özellikle devlet geleneğinde Yahudi düşmanlığı söyleminin ortaya çıkışı ve gelişimi üstündeki olası... more
Bu çalışma, Osmanlı modernleşmesi sürecinde Osmanlı Yahudiliği ile Dönmelik arasındaki ihtilâflı ilişkinin, Türkiye siyasal kültüründe ve özellikle devlet geleneğinde Yahudi düşmanlığı söyleminin ortaya çıkışı ve gelişimi üstündeki olası etkilerini tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Türkiye’de, ulusal kültür, bu kapsamda toplumsal değerler, sosyal yaşam kuralları, temel vatandaşlık bilgileri gibi temel sosyal konular, ilköğretim sürecinde Hayat Bilgisi, Orta öğretim aşamasında ise Sosyal Bilgiler derslerinde... more
Türkiye’de, ulusal kültür, bu kapsamda toplumsal değerler, sosyal yaşam kuralları, temel vatandaşlık bilgileri gibi temel sosyal konular, ilköğretim sürecinde Hayat Bilgisi, Orta öğretim aşamasında ise Sosyal Bilgiler derslerinde işlenmektedir.

Osmanlı modernleşmesinden başlayarak, özellikle İttihat ve Terakki yönetiminin Türkçü ideolojik programından Kemalizm’e ve oradan günümüze varan ulus ve ulus-devlet inşası sürecinin belirleyici etkileri altında, “Türk kültürü” temalı değerler, Sosyal Bilgiler eğitiminin ve müfredatının ağırlık merkezini oluşturmuştur. Ancak, 1980’lerin sonundan itibaren, Soğuk Savaş’ın sonlanmasına bağlı uluslararası ekonomik serbestleşme ve özellikle iletişim-bilişim merkezli teknolojik gelişmenin etkileriyle ilerleyen küreselleşme sürecinin ürettiği dinamikler, ulus-altı kimlikleri ve yerel etnokültürel aidiyetleri, yeniden eğitimin konusu haline getirmektedir. Bu bağlamda, ABD, Kanada, Avustralya gibi kolonizasyon coğrafyaları, modernite öncesine kökenlenen yerel kültürlerin “çok kültürlülük, çok kimliklilik (multiculturalism)” başlığı altında bilime ve eğitime konu edildikleri ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye’de de, siyasal yapısındaki ulusal ünitarizmin belirleyici etkilerinin sürekliliğinin yanı sıra, çok kültürlülüğe dair toplumsal gerçeklikler, özellikle son yıllarda, bilim-eğitim faaliyetlerine yeniden dahil edilmeye başlanmıştır.

Bu çalışmada, etno-kültürel unsurların ve bu bağlamda çok-kültürlülük, çok-kimlilik konularının Türkiye’de öğretim faaliyetleri içerisinde ele alınışı ve işlenişi, halen İlk ve Orta öğretim müfredatında kullanılmakta olan Sosyal Bilgiler ders kitapları örneği üzerinde ve içerik analizi yönteminin ışığında incelenmesi amaçlanmaktadır.
Küreselleşme süreci, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yapısal değişim ve dönüşümler üretmekte, bu yolla, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını yeniden biçimlendirmektedir. Bu etkiler, ulusal, bölgesel ve yerel ölçeklere... more
Küreselleşme süreci, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yapısal değişim ve dönüşümler üretmekte, bu yolla, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını yeniden biçimlendirmektedir. Bu etkiler, ulusal, bölgesel ve yerel ölçeklere gözlenebilmektedir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi de bu değişim sürecinin etkilerinin gözlendiği alanlardan biridir.

1991’de I. Körfez Savaşı sonucunda 36. paralel kuzeyindeki bölgenin Birleşmiş Milletler kararı ile Irak merkezî yönetimine yasaklanması, Kuzey Irak’ta devlet denetiminden yoksun bir ekonomik pazar ve zamanla onun üstünde varlık kazanan bir siyasal yönetim meydana getirmiştir. Bu ekonomik pazar, sınır ticareti ile gelişen dolaşım ağlarıyla, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde geniş ölçekli bir girişimcilik atılımının ve sermaye birikiminin kaynağını oluşturmuştur. Kuzey Irak bölgesi ile doğrudan ticarî ilişkiler kurulmasından bu yana, başta ithalat ve ihracat olmak üzere, bölgesel-yerel ekonomik verilerde çarpıcı bir artış eğilimi söz konusudur. Kuzey Irak bölgesine açılan Habur Sınır Kapısı, giriş-çıkış hacimleri bakımından ülkenin en çok işlem gören gümrüğü durumundadır. Kuzey Irak pazarı, özellikle perakende ürün ve inşaat hizmetleri talebi ile, sanayileşme ve ihracat atılımı bağlamında ve başta Gaziantep olmak üzere, bölgesel ve yerel kalkınmanın öncelikli kaynağıdır. Üretim biçiminin geleneksel tarımdan ticarete dönüşümü, göç ve kentleşme başta olmak üzere, toplumsal değişmenin de ekonomik temelini oluşturmaktadır.
Sınır ötesi ticarete dayalı sermaye birikiminin yarattığı zenginlik, kentsel alanın hızla dönüşmesine ve genişlemesine neden olurken, sanayinin yarattığı istihdam da hem kente göçü tetiklemekte, hem de kentin çeperindeki kırsal alanların tarımsal istihdamdan sanayi işçiliğine geçmesine neden olmaktadır. GAP bölgesi kırsalından ve küçük ölçekli kentlerden, bölgenin metropol kentlerine doğru son 10-15 yılda yoğun göçün yaşandığı söylenebilir. GAP bölgesinde, toplam nüfusun neredeyse üçte ikisi Gaziantep, Diyarbakır ve Şanlıurfa illerinde yaşamaktadır. Bu illerin nüfusu son 15 yıllık periyodda hemen hemen iki misline çıkmıştır. Köyden kente göçün yoğunlaşması ise, büyüyen kent merkezlerinin nüfusu ile birlikte fiziksel ve ekonomik çehresini de değiştirmektedir. Kentleşme süreçlerindeki hızlı ve yoğun değişim, yarattığı konut ve işyeri gereksiniminin karşılanması sürecinde, özellikle belediyelerin imar uygulamaları ile yaratılan arsa spekülasyonu ve inşaat hizmetleri ticaretiyle yerel sermaye birikiminin temel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Bu bağlamda, bölgesel yerleşim dokusunun, gerek ticari gerek konutsal mimari bakımından, lüks tüketimin çarpıcı boyutlara ulaştığı Diyarbakır kent merkezi örneğinde olduğu gibi açıkça gözlenen dönüşüm, bölgedeki sermaye birikimini işaret eden en belirgin örneklem alanıdır.

Diğer yandan, kentleşme sürecinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki göç etkinliğinin, coğrafî bakımdan, kırsaldan bölge kentlerine, ülkenin batısındaki metropollere ve nihayet, Kuzey Irak Özerk Bölgesi ile Avrupa ülkelerine yönelik yurtdışına olmak üzere dört boyutlu gerçekleştiği gözlemlenmektedir. Kente ve yurt dışına göçle oluşan demografik, toplumsal ve ekonomik değişme süreçleri, toplumsal yapıdaki değişime bağlı olarak, siyasal üst yapıda değişimi de kaçınılmaz olarak beraberinde getirmektedir. Üretim araçları, biçimleri ve ilişkileri bakımından kırsal tarım toplumundan kentli sanayi toplumuna geçiş, özetle kapitalistleşme ve kentleşme olgusu, bölgedeki siyasal hayatı oluşturan dinamikleri de aynı yönde yeniden yapılandırmaktadır.

Bu çalışma, Küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkilerini, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve özellikle Diyarbakır kenti örneğinde bölgesel, ulusal ve yerel ölçekli sosyo-ekonomik temelleri ışığında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Türkiye’de İslâmcı siyasal, kültürel ve entelektüel alanlarda kadın kimliğine ve haklarına ilişkin güncel tartışmaları, gündelik yaşam sosyolojisi kapsamındaki temelleri, düşünsel argümanları ve siyasal sonuçları ışığında,... more
Bu çalışma, Türkiye’de İslâmcı siyasal, kültürel ve entelektüel alanlarda kadın kimliğine ve haklarına ilişkin güncel tartışmaları, gündelik yaşam sosyolojisi kapsamındaki temelleri, düşünsel argümanları ve siyasal sonuçları ışığında, Feminist düşüncenin ve özelde Toplumsal Cinsiyet yaklaşımının kuramsal çerçevesi içerisinde incelemek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Türkiye’de son yıllarda siyasal gündemi belirleyen ve halen AK Parti siyaseti ve iktidarı eliyle yürütülen Demokratikleşme-Reform başlıklı siyasal değişim sürecini toplumsal neden-sonuç bağıntıları ışığında Ortadoğu’daki... more
Bu çalışma, Türkiye’de son yıllarda siyasal gündemi belirleyen ve halen AK Parti siyaseti ve iktidarı eliyle yürütülen Demokratikleşme-Reform başlıklı siyasal değişim sürecini toplumsal neden-sonuç bağıntıları ışığında Ortadoğu’daki güncel değişim etkenleriyle ilişkilendirerek açıklamaya çalışmak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki 1875 moratoryumundan başlayarak 2008 ve 2015 ekonomik krizlerine varan tarihsel süreç boyunca ekonomik krizlerin Türkiye siyasal sistemi ve rejimi üstündeki etkilerini tartışmak amacıyla... more
Bu çalışma, Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki 1875 moratoryumundan başlayarak 2008 ve 2015 ekonomik krizlerine varan tarihsel süreç boyunca ekonomik krizlerin Türkiye siyasal sistemi ve rejimi üstündeki etkilerini tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.

Economic Crisis as A Political Transformator in the Context of Economic and Political Integrity: The Case of the Relations between Devaluations and Political Change in Turkey

Focusing on the connection between the chronology of devaluations and the evolution of the political system, this study will basically discuss the impacts of the economic crises on the political system of Turkey during the historical period starting from the 1875 moratorium to the 2008 and 2015 economic crises.
Siyaset, bilimsel terim anlamıyla, toplumsal tabakalaşmadan doğan çatışmaların ve/veya uzlaşıların güç dağılımı, otorite ve iktidar ilişkileri yoluyla kamusal alanda gerçekleşmesi olarak tanımlanır (Çam, 1995:24-25; Kapani,2003:17-18;... more
Siyaset, bilimsel terim anlamıyla, toplumsal tabakalaşmadan doğan çatışmaların ve/veya uzlaşıların güç dağılımı, otorite ve iktidar ilişkileri yoluyla kamusal alanda gerçekleşmesi olarak tanımlanır (Çam, 1995:24-25; Kapani,2003:17-18; Heywood, 2006:2; Duverger, 2004:22-23; Kışlalı, 2003:18-19; Türköne, 2011:28, 30-31). O halde, bir toplumsal kurum olarak Siyaset’in gerçekleşme alanı ve buna bağlı olarak Siyaset Bilimi’nin inceleme alanı toplumsal farklılaşma ve yöntemi de, toplumsal farklılaşma analizi olmaktadır. Türkiye siyasal tarihine bu bağlamda bakıldığında, toplumsal farklılaşmaların doğası ve tarihi üzerine tartışmalar gözlenir. ‘Modernleşmeci Kuram’ denilen bir açıklayışa göre, Doğu toplumlarının sosyo-ekonomik ve temelde İslâm dininin ilkelerine dayalı kültürel yapılarından dolayı, batıda olduğu gibi toplumsal farklılaşmalar, en azından sınıfsal çelişki, çatışma ölçüsünde yaşanmamıştır. Bu anlayışa göre, toplumu maddî ve manevî anlamda her bakımdan kuşatan, İslâmî geleneksel deyimiyle “Zillulah-ı fil alem (Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi)’ (Çaha, 1994:83) inancına dayalı ‘Tanrı Devlet’, bir başka ve Kemal Tahir’in kullandığı edebi deyişle ‘Kerim Devlet’ geleneği, bu bağlamda, başta İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu (1981) gibi savunucuları tarafından Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) olarak adlandırılan İktisat Tarihi okulunun öne sürdüğü görüşle, endüstri öncesi toplumunun temel üretim aracı olan toprak üstünde bireye özel mülkiyet hakkı tanımayan, ekonomik yaşamı devlet iradesinin belirlediği ‘mülk’ düzeni nedeniyle, doğu kültürünün bir üyesi olan Türkiye toplumunun geçmişinde, kendine özgü bir yapı olarak toplumsal farklılaşmadan doğan talepler, bunlara dayalı sınıfsal çelişme ve çatışmalar varlık kazanamamıştır (Çaylak vd., 32-35).
Oysa, özellikle Osmanlı İmparatorluğu süresince başta Venedik ve Cenevizliler olmak üzere, Avrupalı tüccarlara tanınan ayrıcalıklarla ve buna bağlı olarak daha sonraki demiryolu gibi ulaşım tekniği olanakları ile (Keyder vd., 1994:121-132) gelişen, liman kentlerinin ağırlık kazandığı belirli ticarî merkezlerde, ticarî etkinliğe ve kazanca dayalı toplumsal tabakalaşmanın olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda, Selânik, İzmir ve İstanbul (Pera-Galata), Osmanlı’nın son üç yüzyıllık tarihine damga vurmuştur. Ekonomik kaynağını Osmanlı’nın geleneksel tekstil hammaddesi olarak pamuk ve iplik, sonra meyve, sebze, üzüm, tütün ve tahıl gibi temel ihraç maddelerinin ticaretinden alan ( bu üç liman kenti, Cumhuriyet dönemine de uzayacak biçimde Osmanlı’nın ekonomik merkezini oluşturmuştur. Bu çalışma, temelde, bu üç ticarî merkezde oluşan tüccar sınıfının Osmanlı ve devamında Cumhuriyet tarihindeki siyasal yansımasını, evrimini incelemeyi amaçlamaktadır. Cumhuriyet’in kurucu iradesi olarak Kemalizm’in de doğrudan kökenlendiği İttihat Terakki’nin oluşumunda, Selânik’teki toplumsal yapı, her bakımdan belirleyicidir (Tekeli, İlkin, 2004)
II. Dünya Savaşı’nın ardından yeniden yapılanma sürecine giren Avrupa’nın ‘gıda ambarı’ işlevini yüklenen Türkiye ekonomik coğrafyası, 1950’li yıllarda, tarım sektörüne dayalı bir gelişme evresine girmiştir. Bu süreçte, özellikle, Çarşamba, Çukurova, Konya gibi verimli tarım arazileri önem kazanmış, bu yörelerde yeni ekonomik merkezler oluşmaya başlamıştır. Kurucularının siyasal kökeni itibarıyla bir merkez hareketi olan Demokrat Parti’yi ve uzantısı olarak daha sonra Adalet Partisi’ni ve Doğru Yol Partisi’ni iktidara taşıyan toplumsal taban, bu tarımsal kapitalizm gelişimi üstünde oluşmuştur (Çavuşoğlu, 2009).
24 Ocak ekonomik kararları ile başlayan liberalleşme sürecini ifade eden 1980’li ve devamında Küreselleşme’ye eklemlenme süreci olarak anılan 1990’lı yıllar boyunca, klasik ithal ikameci ekonomik rejiminin terki ve ihracata dönük büyüme politikası anlayışıyla geliştirilen bir serbestleşme politikası (Kazgan, 2006:118-120) ile ticarî etkinliğin ülke coğrafyasına yayılımı, böylece ekonomik merkezî tekelin de tasfiyesi süreci başlamıştır. Bu süreçte, girişimciliğin, özellikle ihracatın kamu politikalarıyla desteklenmesiyle yaratılan yerel sermaye birikimi (Çaylak vd., 2011:653) ile, sonraki yılların siyasal seçeneklerini üretecek olan yerel sınıflaşmalar ve toplumsal tabakalaşmalar ivme kazanmıştır. Yine bu süreçte, gerek para politikası, gerekse küreselleşmeye katılım amacıyla kamu politikaları ile desteklenen ve coğrafi özellikleri ile özellikle Muğla-Antalya yörelerinde yoğunlaşan kıyı turizmi, ekonomik merkezin çeşitlenmesindeki bir diğer alan olmuştur. Günümüzde de neredeyse bütünüyle aynı yörede sürdürülen turizm, Türkiye ekonomisinin en önemli girdi kaynaklarından biri olmayı sürdürmektedir. Yine 1990’larda, Körfez Savaşları’nın sonucunda 36. paralelin kuzeyinde oluşan ‘Kuzey Irak’ özerk bölgesi ile karşılıklı sınır ticareti, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde etkin ve hızlı bir sermaye dolaşımının ve birikiminin kaynağını oluşturmuştur (Koçal, 2012a). Bu ekonomik dolaşım ve birikim üstünde gerçekleşen ticarî merkezileşmenin ifadesi olarak kentleşme bağlamında yaşanan toplumsal ve siyasal dönüşüm, yerel siyasal dinamikler üstünden ulusal siyasetin de yeniden biçimlenmesine neden olmaktadır (Koçal, 2012b) 
2000’li yıllarda ise, finansal kaynağını temelde yerel yönetimlerin imar yetkilerinden alan arsa spekülasyonuna ve müteahhitlik hizmetlerine dayalı ticarî etkinlikle oluşan, yanı sıra AB Gümrük Birliği gibi küreselleşme sürecinin temel uluslararası ekonomik düzenlemelerinin elverişli etkisiyle ithalat-ihracat hizmetleriyle büyüyen muhafazakâr kimlikli yerel girişimciliğin gelişimine tanık olmuştur (Çaylak vd., 2011:659).  ‘Anadolu Kaplanları’ diye anılan ( Demir, 2005; Toprak vd.,2004) Konya, Kayseri, Denizli, Bursa, Gaziantep gibi endüstrileşme odaklı kentleşme eğilimi, bu gelişimin ürünüdür. Bu yerel sosyo-ekonomik gelişimle, günümüzde özellikle Anadolu yeni bir ekonomik, dolayısıyla siyasal merkez oluşmaktadır. AK Parti iktidarında ifadesini bulan bu yeni merkezleşme süreci (Koçal, 2012c), temelde geleneksel çevrenin (taşranın) merkezleşmesi, ulus-devletin tekil ekonomik ve siyasal merkezîleşmesinin tasfiyesi olarak değerlendirilebilir.
Sonuç olarak, siyasal otorite ile ekonomik merkez arasında doğrudan ve altyapı-üstyapı ilişkisine dayalı bir toplumsal bağ vardır. Ekonomik merkezin tekilliği otoriter merkezî yönetimin, çoğalması ve çeşitlenmesi ise siyasal çoğulculuğun, bir başka deyişle demokrasinin sosyo-ekonomik altyapısını oluşturmaktadır. Osmanlı’nın son döneminden başlayarak Türkiye siyasal tarihinde görülen otoriterizmden demokrasiye doğru yönelim çizgisi, bu doğal yapının yansımasıdır.
Research Interests:
Kürt etno-kültürel kimliğinin yoğunluk gösterdiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki göç etkinliğinin, coğrafî bakımdan, kırsaldan bölge kentlerine, ülkenin batısındaki metropollere ve nihayet, Kuzey Irak Özerk Bölgesi ile Avrupa... more
Kürt etno-kültürel kimliğinin yoğunluk gösterdiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki göç etkinliğinin, coğrafî bakımdan, kırsaldan bölge kentlerine, ülkenin batısındaki metropollere ve nihayet, Kuzey Irak Özerk Bölgesi ile Avrupa ülkelerine yönelik yurtdışına olmak üzere dört boyutlu gerçekleştiği gözlemlenmektedir.
Kırsaldan kente göçün temel etkenleri, itici ve çekici olarak iki kategori altında sıralanabilir. Son otuz, özellikle yirmi yıllık süreçte, göçün en önemli itici nedeni, kuşkusuz terör ortamı olmuştur. Gerek ayrılıkçı terör örgütünün kırsal toplum üstündeki baskısı, gerekse devletin güvenlik politikalarından kaynaklanan yayla yasağı, köy yakma gibi uygulamalar, kırsal toplumun yaşam alanını ve kaynaklarını kısıtlayıcı temel etken olmuştur. Bununla birlikte, bölgenin özellikle Güneydoğu kısmına egemen coğrafya ve iklim koşullarının sınırlayıcılığı da, göçün temel itici nedenlerindendir. Kırsaldan kente göçün itici nedenlerinden biri de yine son yirmi yıla yayılan etkisiyle üretim araçlarında ve ilişkilerindeki değişimdir. Özellikle GAP sürecinde, sulama yöntemlerindeki teknik  gelişmeler ve tarımsal üretimin mekanizasyonu, kırsaldaki kol emeğine dayalı işgücünü kente göç etmeye yönlendiren itici etkenlerden biri olmuştur. Çok eşlilik, yüksek doğurganlık oranı, geniş aile tipi gibi çeşitli geleneksel kültürel nedenlere dayalı hızlı nüfus artışı ve buna bağlı olarak gelişen geçinme ve barınma sorunları da kırsaldan kente göçün itici nedenlerinden biridir. Diğer yandan, geleneksel kültürün kan davası, aşiret çatışmaları gibi öğeleri de, kitlesel değilse bile, bireysel ölçekte kente göçün kayda değer nedenlerindendir. Göçün çekici nedenleriyse, özetle kentsel alanın cazibesidir. En başta, kentsel alandaki gelişmenin yarattığı emek talebi, kırsaldaki güvenlik sorununun görece çözümü, kentsel hizmetlerin konfor olanakları, kırsal toplumu kentlere çeken etkenlerin en önemlileridir. GAP sürecinde tarımsal endüstrileşmenin, diğer yandan, özellikle Körfez Savaşı’ndan sonra, Kuzey Irak özerk bölgesi ile karşılıklı sınır ticaretinin oluşturduğu sermaye birikimi, bölgedeki toplumsal farklılaşmanın ve bu bağlamda kente göçün maddî altyapısal öğelerinden bir başkasıdır. Diğer yandan, sınr ticareti ile gelişen bağımlı kentleşme süreci içinde, Kuzey Irak bölgesindeki ekonomik gelişmenin yarattığı emek talebi ile birlikte, güncel çatışma ortamının yanı sıra, geçmişte, 12 Mart ve 12 Eylül darbe süreçlerinin doğurduğu siyasal mültecilik akımı, yurt dışına yönelik göçün iki temel alanını oluşturmaktadır.
Kente ve yurt dışına göçle oluşan demografik, toplumsal ve ekonomik değişme süreçleri, siyasal değişimi de kaçınılmaz olarak beraberinde getirmektedir. Üretim araçları, biçimleri ve ilişkileri bakımından kırsal tarım toplumundan kentli sanayi toplumuna geçiş, özetle kapitalistleşme ve kentleşme olgusu, bölgedeki siyasal hayatı oluşturan dinamikleri de aynı yönde yeniden yapılandırmaktadır. Bu çalışma, bu değişim sürecini nedenleri ve sonuçları bağlamında incelemek ve tartışmak amacıyla üretilmiştir.
Bu çalışma, tarihsel ekonomik determinist yöntem tercihi ışığında modern Türkiye tarihi boyunca muhafazakârlığın gösterdiği siyasal değişmeler kapsamında Milli Görüş akımının oluşma ve gelişme süreçlerini, iç içe geçmiş küresel, ulusal,... more
Bu çalışma, tarihsel ekonomik determinist yöntem tercihi ışığında
modern Türkiye tarihi boyunca muhafazakârlığın gösterdiği siyasal değişmeler kapsamında Milli Görüş akımının oluşma ve gelişme süreçlerini, iç içe geçmiş küresel, ulusal, bölgesel ve yerel ölçekli sosyo-ekonomik dönüşüm süreçleri ile ilişkilendirilmiş neden-sonuç bağlantıları altında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.

The Political Economy of the Milli Gorus Tradition in the Context of Socio-Economic Basis of Political Change in Turkey: An Essay for a Historical Framework from Ottoman Modernization to February 28

In the light of its historical-economic deterministic method preference,
this study aims to examine the formation and development processes
of the Milli Gorus Movement, in the context of the political changes that conservatism has shown throughout the history of modern Turkey, in the light of cause-effect relations based on the nested processesof global, national, regional and local scaled socio-economic factors.
Bu çalışma, 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’de, yerel-taşralı ve muhafazakâr kimlikli sermayenin oluşumunda en önemli etken ve birikim kaynağı olarak, özellikle dinsel örgütlenmeler çerçevesinde üretilen geleneksel sosyal sermayenin... more
Bu çalışma, 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’de, yerel-taşralı ve
muhafazakâr kimlikli sermayenin oluşumunda en önemli etken ve birikim kaynağı olarak, özellikle dinsel örgütlenmeler çerçevesinde üretilen geleneksel sosyal sermayenin ticarîleşmesi ve giderek sınaîleşmesi süreçlerini, biçimlerini ve araçlarını, Muhafazakâr siyasetin yükselişi üzerindeki etkileri bağlamında ve Politik Ekonomi yöntemi ışığında ele almak ve tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.

Entrepreneurship as a Social ond Political Transformator in the Context of the Integrity of Economy and Politics: Local Development and Commercialization Process of Social Capital in Turkey the Case of the Relationship between Anatolian Tigers and Conservatism

This study intends to analyse the processes, forms and tools of the
commercialization and increasing industrialization of the traditional social capital produced in the framework of the religious organizations within the context of their effects on the rise of conservative politics in the light of the Political Economy method.
Bu çalışma, Türkiye’de, 16 Nisan 2017 halk oylaması vesilesiyle güncellenen Anayasal rejim tartışmalarını, Türk devlet geleneğinin tarihsel kökleri ile uluslararası literatürde yaygınlaşmakla birlikte, Türkiye akademik ortamında da... more
Bu çalışma, Türkiye’de, 16 Nisan 2017 halk oylaması vesilesiyle güncellenen Anayasal rejim tartışmalarını, Türk devlet geleneğinin tarihsel kökleri ile uluslararası literatürde yaygınlaşmakla birlikte, Türkiye akademik ortamında da örnekleri görülmeye başlanan ‘Otoriter Liberalizm’ başlıklı teorik tartışmaların ışığında ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Marksizm’in Ahlâk incelemesini, Ahlâk felsefesinin bir yorumu ve bir okulu olarak değil, insanlığın tarihsel öyküsünü bilimsel bir incelenişi olarak ele almak ve tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
İnsanın doğanın bir öğesi olması itibarıyla, iklim, coğrafya ve benzeri koşullar, insanın düşünsel yaşamında da belirleyici bir etken olmuştur. Yazılı tarih öncesinde, ilkel avcı toplayıcı aşama ile üretim aşaması arasındaki ayrım... more
İnsanın doğanın bir öğesi olması itibarıyla, iklim, coğrafya ve benzeri koşullar, insanın düşünsel yaşamında da belirleyici bir etken olmuştur. Yazılı tarih öncesinde, ilkel avcı toplayıcı aşama ile üretim aşaması arasındaki ayrım üstünden uygarlığı meydana getiren temel neden, dış koşulların insan yaşamı üstündeki etkisine bağlıdır. Özellikle, aynı zamanda dinlerin ve insan uygarlıklarının doğuşuna da coğrafî kaynaklık eden Antik Ege-Mısır-Arap-Hint-Çin ve nihayet modern Avrupa uygarlıklarının, Orta-Ilıman kuşak üstünde yer alması, iklim ve coğrafya koşullarının insan düşüncesi ve uygarlık üretimi üstündeki bu etkisinin göstergelerindendir. Nitekim, Tarihsel süreç içerisinde, modernite öncesi dönemde, aynı zamanda birer siyasal düzeni ifade eden dinler, özellikle Animizm, Şamanizm gibi doğa olaylarını kutsayan inanç sistemleri ve dinler, doğanın insan yaşamı üstündeki belirleyici etkisini ortaya koyan içeriklere sahiptirler. Din örneğinde açıkça görüldüğü gibi, coğrafya ve iklim temelinde dış yaşam koşulları, insanların sadece günlük yaşamının değil, buna bağlı olarak düşünsel yaşamının da belirleyici gücünü ve çerçevesini oluşturmuştur. İbnî Haldûn, Montesquieu, Marx ve Engels gibi daha birçok siyasal düşünür, kuramsal önermelerini, doğa ile insanın var oluşu ve bu bağlamda kişiliği ile bilinci arasındaki ilişkiye dayalı bu veri üstünde kurmuşlardır. Nihayet, bir bütün olarak Aydınlanma düşüncesi, Pozitivist bilim felsefesi ile, Newton, Kopernik ve Darwin’in bilimsel kuramları başta olmak üzere, tüm düşünsel yapılanmasını doğal işleyişe ve yasalara dayandırmıştır. Sadece doğa bilimleri değil, Tarih, Ekonomi, Sosyoloji, Siyaset gibi sosyal bilimler kategorisindeki tüm bilim dalları da bu temel yapılanmadan etkilenmişlerdir. Örneğin, John Locke’un ve Thomas Hobbes’un temsilindeki ‘Doğal Hukuk’, Adam Smith’in ‘Piyasa Dengesi-Doğal Denge’, Herbert Spencer’in ‘Sosyal Darwinizm’i, Nazizm örneğindeki Irkçılık-ulusun genetik tanımı anlayışı, bu etkinin izlerini taşıyan kuramsal önermelerdendir. Çevrecilik, Yeşiller Hareketi, Eko-Sosyalizm, Eko-Anarşizm, İlkelcilik (Primitivizm) gibi son döneme ait düşünsel ve politik yeni yapılanmalar da bu sürecin günümüze uzantılarıdır. Bu çalışma, doğal koşulların ve etkenlerin, bu bağlamda doğa bilimlerinin, siyasal düşünceye katkılarını ve etkilerini işlemek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Evrim Kuramı’na karşı Yaradılış efsanesi önermesi etrafında sürdürülen tartışmaların ve eğitim-kültür politikalarının sosyo-ekonomik alt-yapısını ve siyasal çerçevesini konu edinerek, doğa bilimcilerinin Evrim... more
Bu çalışma, Evrim Kuramı’na karşı Yaradılış efsanesi önermesi etrafında
sürdürülen tartışmaların ve eğitim-kültür politikalarının sosyo-ekonomik alt-yapısını ve siyasal çerçevesini konu edinerek, doğa bilimcilerinin Evrim Kuramı-Yaradılışçılık tartışmalarına dair ilgilerini ve dikkatlerini, salt bir doğa bilimi olarak Biyoloji’den, onu kuşatan toplumsal ve siyasal çerçeveye çekmeyi amaçlamaktadır.
İnsanlık tarihinin ekonomik, siyasal ve kültürel bakımlardan halen içinde bulunduğu Avrupa merkezli modern uygarlığın gelişimi sürecinde, insana ait tüm anlamların ve tanımların Avrupa kültürüne özgü yorumları, evrensel gerçeklik... more
İnsanlık tarihinin ekonomik, siyasal ve kültürel bakımlardan halen içinde bulunduğu Avrupa merkezli modern uygarlığın gelişimi sürecinde, insana ait tüm anlamların ve tanımların Avrupa kültürüne özgü yorumları, evrensel gerçeklik varsayımıyla ve özellikle Coğrafî keşifler, sömürgecilik yollarıyla yerküreye yayılmıştır. Bu kapsamda, özellikle Pozitivist düşünce akımının, Avrupaî kültürü ‘Bilgi’ ve Bilim ile bütünleştirerek mutlaklaştıran ve bilimsel yasalar varsayımı etrafında evrensel ölçüde genelleştiren etkisi, emperyalizmin savaş gücüyle birleşince, tekil merkezli bir küresel bilgi ve düşünce evreni oluşturmuştur. Pozitivist düşüncenin temel kaynağı kabul edilen Comte’un, fizik kurallarını insan ve toplum için de
geçerli kabul eden ‘Sosyal Fizik’ anlayışının uzantısı olarak toplumsal ve siyasal varlığın da, evrensel yasalara bağlı oldukları varsayılmış, toplumun ve devletin anlaşılmasına dönük ‘bilimsel bilgi üretimi’ faaliyeti dahilinde sayısız kuramlar, kavramlar ve tanımlar üretilmiştir. Siyasal ve toplumsal varlığın dinî inanç merkezîyetinde inşasını tanımlamak için de, ‘Teokrasi’ kavramı icad edilmiştir. İslâm da bu genellemeye katılmış, Müslüman topluluklarda da siyasal yapının ve günlük yaşayışın, kaynağını İslâm’dan alan tek merkezli ve mutlak bir hiyerarşiye
dayandırıldığı varsayılmıştır. Oysa Batılı bir terim olarak ‘Teokrasi’, Avrupa kültürünü belirleyen temel etken olan Katolik Hıristiyan teolojisinin siyasal yaklaşımı ve Avrupa siyasal tarihçesi ışığında, tek inanç merkezli ve hiyerarşik bir toplumsal ve siyasal düzeni açıklayabilir ise de, genelde Doğu medeniyetinin, özelde ise Müslüman toplumlarının ve devletlerinin tersi yöndeki özellikleri karşısında açmaza düşmektedir. Bu durumun ilk nedeni, Avrupa kültürünün çekirdeğini meydana getiren ana unsurlar olarak ve Hıristiyan teolojisinden önce, Antik Helen ve Roma Pagan kültürünün baskın etkileridir. Her iki sistemin de İmparatorun iradesinde tecelli ve ifade olunan tek inançlı, tek merkezli hiyerarşik kişiliklerine karşın, İslâm inancı ve düşüncesi, ilk toplumsallaşmasını ve yayılımını yaşadığı Arap sahrası-Anadolu ve

Mezopotamya coğrafyasının Antikite ve Helenizm öncesi-Kadîm medeniyetin birleşim alanı oluşu itibarıyla, Avrupaî tekilliğin tersine çoğul bir kültürel ortamda vücut bulmuştur. Perslerin Anadolu’yu ve Doğu Avrupa’yı istilâlarını takiben İskender’in Asya seferi, Roma’nın,
Moğolların ve Arapların Anadolu’yu istilâları, Haçlı seferleri ve Müslüman Selçukîler ile devamında Osmanlıların fetihleri süreci boyunca, kültürel ilişkisellik, zamanla bütünleşmeye ve kaynaşmaya dönüşmüştür. Diğer yandan, Avrupa coğrafyasında, Kavimler Göçü’nü takiben, etno-kültürel ilişkilerin, Antik Roma ile günümüz İtalyan ulusu, Cermen kavmi ile günümüz Almanları, veya Keltlerle günümüz Fransızları arasındaki etno-kültürel devamlılık örneklerinde olduğu gibi zamanla durağanlaşmasına ve yerleşikliğine karşın, Ön-Asya ve Ortadoğu sahası, Doğu ve Batı medeniyetlerinin karşılıklı gelgitleri sürecinde bu alanda canlılığını ve karmaşıklığını her zaman korumuştur. Böylece, bu coğrafyada yaşayan kavimler ve özelde Müslümanlar, Ön-Asya ve Mezopotamya tarihinin belirleyiciliği altında, Hıristiyanlığın ve Musevîliğin akıbetlerinden farklı olarak, Avrupa kültürünün tekçi etkilerinden görece çok daha sonra, ancak 19. yüzyıldan sonra etkilenmeye başlamış, bu tarihsel imkân sayesinde, Yaratıcı’nın çoğulcu iradesinin yaratılışın çeşitliliğinde tecelli ettiğini öngören Doğumedeniyetinin ve İslâm inancının, farklılıkların birlikte yaşamına, toplumsal ve siyasal uyumuna imkân veren sistemlerinden uzun süre faydalanmışlardır. Nitekim İslâm’ın çıkışı anındaki ‘Medine Sözleşmesi’ sistemi, ve devamında Osmanlı dönemi toplumsal düzeni olarak ‘Millet Sistemi’, Doğulu ve İslâmî kültürel çoğulculuğun ve çok hukukluluğun asırlarca sınanmış örneklemleri olmuşlardır. Buna karşılık, köleciliğin, feodalizmin, kapitalizmin ve endüstri devriminin sosyo-ekonomik temelleri üzerinde inşa olunan Avrupa kültür coğrafyası ise, üretim ilişkileri üzerinde bölünmüş, çelişkili ve giderek çatışmalı bir yapısallığın sürekliliğine sahip olmuştur. Sonuçta, Doğu medeniyetinin tarihsel kültürel genetik kodları ve İslâm inancının
öngördüğü toplumsal ve hukuksal kurumlar-kurallar itibarıyla, İslâm ülkelerinin siyasal ve hukuksal yapıları, bu çerçevede Müslüman toplumların modernite öncesi kimlik-kültür algıları ve günlük yaşayışları, ‘Teokrasi’ kavramı etrafında açıklanabilir olmaktan uzaktır. Özellikle
içinde bulunduğumuz çağda, kimlik ve kültür farklılıklarının, özelde İslâm inancının kanlı savaşlara gerekçe kılındığı küresel ve bölgesel ortamda, evrensel barış için İslâm inancı ve Müslüman toplumların tarihi ışığında, yeni ve Doğu medeniyetine özgü bir çoğulcu kavramsallaştırmaya ihtiyaç vardır. Bu çalışma, Doğu medeniyetinin tarihinden ve İslâm inancından kaynaklanan geleneksel ‘uyum’ kültürünü, modern Avrupâi iklimin kültürel
çeşitliliği çatışma konusu olarak gören yaklaşımına karşı bir seçenek olarak ele almak ve önermek amacıyla hazırlanmıştır.
Batılı Modern uygarlığın, Rönesans’la başlayan kısa kültürel geçmişi ‘Bilim’ ile özetlenebilecekken, Doğu medeniyetinin kadîm tarihi ise ‘Bilgelik’ ise özdeşleştirilebilir. Batı’nın bilimle yarattığı modern uygarlığın en temel... more
Batılı Modern uygarlığın, Rönesans’la başlayan kısa kültürel geçmişi ‘Bilim’ ile özetlenebilecekken, Doğu medeniyetinin kadîm tarihi ise ‘Bilgelik’ ise özdeşleştirilebilir. Batı’nın bilimle yarattığı modern uygarlığın en temel ürünlerinden ilki savaş iken, Doğu’nun günümüze ulaştıramadığı mirası, ‘uyum, uzlaşı ve bir arada yaşama’ geleneğidir. Bu bakımdan, çağımızın Müslüman toplumları ve onların düşünceleri için Batı merkezliliğe bağımlılıktan kurtuluşun imkânlarından biri, Doğu’nun tarihindeki kadîm bilgeliğin izlerini sürerek kendi çok kültürlü-çok kimlikli, kültürler arası mutlak uyuma dayalı özgünlüğüne ulaşmak, onu Batılılığın çatışmacı pozitivizmine karşı barışçıl bir seçenek olarak güncellemek olabilir. Bu çalışma, Doğu medeniyetinin tarihsel temellerini, Avrupa merkezli pozitivist uygarlığa alternatif bir yapı olarak değerlendirmek ve önermek amacıyla hazırlanmıştır.

THE CONTEMPORARY CRISIS OF MUSLIM SOCIETY AND ISLAMIC THOUGHT BETWEEN ORIENTALISM AND OCCIDENTALISM: REMEMBERING THE EASTERN COMPATIBILTY AS A POSSIBILTY

while the short cultural history of the modern western civilization can be summed up with the term of ‘science’, the ancient history of Eastern civilization can be identified as ‘wisdom’. While one of the main products of the modern Western civilization posed by science is ‘war’, the heritage of the East which can not be delivered today, is the tradition of ‘harmony, reconciliation and coexistence’. From this perspective, one of the possibilities of liberation from Western centrism for Muslim communities in our time and their thoughts may be to reach the multi-cultural and multi-identital originality based on absolute intercultural
harmony and to update it as a peaceful alternative to the Western confrontational positivism. In this study, the historical bases of the Eastern civilization will be evaluated and proposedas an alternative structure based the positivist Euro-centric civilization.
Soğuk Savaş’ın 1980’lerin sonundan itibaren sona ermesiyle başlayan ve özetle, ekonomik alanda serbestleşme ve kapitalistleşme, siyasal alanda liberalleşme, teknolojik alanda bilişim ve iletişim devrimleriyle açıklanan küreselleşme... more
Soğuk Savaş’ın 1980’lerin sonundan itibaren sona ermesiyle başlayan ve özetle, ekonomik alanda serbestleşme ve kapitalistleşme, siyasal alanda liberalleşme, teknolojik alanda bilişim ve iletişim devrimleriyle açıklanan küreselleşme süreci, Müslüman toplumların yaşadığı ülkelerde de bu doğrultularda köklü değişim-dönüşüm etkileri üretmektedir. Bu yapısal dönüşüm süreçlerinin en belirgin biçimde gözlendiği alanlardan biri ve ilki ekonomik yaşam iken, bu kapsamdaki en dikkat çekici unsurlardan biri, finansallaşmanın İslâmî inanç ilkelerine ve kurallarına uyumlaştırılmasını ve İslâm’ın aynı zamanda bir ekonomik yaşam düzeni olarak yorumlanışını ifade eden ve bu özelliği temelinde, konvansiyonel bankalardan farklı çeşitli finansal araçlarla ve bu araçların müşteri ile buluştuğu bir takım farklı modellerle çalışan “İslâmî Bankacılık” uygulamalarıdır. Bu çalışma, İslâmî finans düşüncesini ve İslâmî bankacılığı, Bangladeş’teki güncel gelişim süreci ve aktörleri örneği üzerinde incelemek amacıyla hazırlanmıştır.

FINANCIALIZATION AND ISLAMIC BANKING AS A VIEW OF ECONOMIC CHANGE IN
MUSLIM SOCIETES IN THE GLOBALIZATION PROCESS: THE BANGLADESH CASE

The process of globalization that started with the end of the Cold War by the end of the 1980s and which was explained by economic and political liberalization and also technological and communicational revolutions, produces radical change and transformation effects in the countries where the Muslim societies live. While one of the areas where these structural transformation processes are most obviously observed is the economic life, one of the most striking element in this context is the "Islamic Banking" applications that the financialization is harmonized with the principles and rules of Islamic belief and also that Islam is interpreted as an economic life order, and on the basis of this feature, which work with a variety of financial
instruments and a number of models tools different from conventional banks, in which the customers meet with these tools. This study aims to examine Islamic thought and also Islamic banking on the current development process and actors in Bangladesh.
İslâm inancının ortaya çıkış döneminde, İslâm Peygamberi önderliğinde kurulan Medine şehir devleti, literatürde ‘Medine Vesikası’ ya da ‘Sözleşmesi’ denilen kurucu ilkeleri ve hukuku ile, sadece kurulduğu coğrafî ve toplumsal ortama... more
İslâm inancının ortaya çıkış döneminde, İslâm Peygamberi önderliğinde kurulan Medine şehir devleti, literatürde ‘Medine Vesikası’ ya da ‘Sözleşmesi’ denilen kurucu ilkeleri ve hukuku ile, sadece kurulduğu coğrafî ve toplumsal ortama değil, o çağın evrensel koşullarıyla karşılaştırıldığında bile oldukça ileri sayılabilecek bir çoğulcu anlayış
geliştirmiştir. Medine şehir devleti, bu çoğulcu ve yenilikçi anlayış temelinde, içinden çıktığı koşullardan ayrışan birçok kamusal kurumsallaşma örneğini de beraberinde getirmiştir. Ortaçağ öncesi Arap çöl topluluğunda kurulan Medine şehir devletinin, ortaya koyduğu
yeniliklerden biri de, malî alandaki uygulamalarıdır. Modern bir ekonomik kavram olarak kamusal bütçenin erken bir habercisi sayılabilecek olan Medine şehir devletindeki ‘Beyt’ül Mal’ uygulaması, bu kapsamda değerlendirilebilecek örneklerden biridir. Beyt’ül Mal, en özet biçimiyle, Medine şehir devletinde ve daha sonra Arap-İslâm İmparatorluğu’nda, kamu fonlarının toplandığı ve kullanıldığı kurum olarak tanımlanabilir. İslâm inancına ve tarihine ait bir kavram ve deneyim olarak ‘Beyt’ül Mal’ uygulamasının modern çağa özgü Bütçe kavramından ilk temel farkı, ilkesel planda dinî bir inanç bütününün parçası olması itibarıyla, fayda, verimlilik, kârlılık gibi dünyevî-beşerî amaçlardan önce, adalet, eşitlik, inanç ilkelerine hizmet gibi soyut-manevî değerlere dayanmasıdır. İkinci fark ise, uygulamada iradî ve değişken nitelikli olmayışı, otorite ve meşruiyet kaynağını ilâhî-dinî kaynaktan alıyor oluşu itibarıyla cebrî ve kalıcı-sürekli icraya dayandırılmış olmasıdır. Bu çalışma, Medine şehir
devletindeki ‘Beyt’ül Mal’ kurumsallaşmasını, teorisi ve uygulanışı ışığında, modern bütçe kavramı ve modern hukuk ile karşılaştırarak ele almak amacıyla hazırlanmıştır.

'BAYT AL-MAL' AS AN EARLY EXPERIMENT OF PUBLIC BUDGET:
BUDGET IMPLEMENTATION IN THE MEDINA STATE IN THE
CONTEXT OF ISLAMIC ECONOMY

The city-state of Medina, which was established under the leadership of the Prophet of Islam in the emergence of Islamic belief, has developed a pluralistic understanding that can be considered quite advanced not only according to the geographical and social atmosphere that it has established, but also even when compared with the universal conditions of its age, by its foundational principles and law called 'Medina Document' or 'Medina Contract' in the literature. On the basis of this pluralistic and innovative understanding, the Medina city-state
brought many instances of public institutionalization that differed from the conditions in which it emerged together. One of the innovations introduced by the Medina city government, which was established in the pre-medieval Arab desert community, was the practices in the arena of public finances. Bayt al-Mal, in its most abstract form, can be defined as the institution in which the public funds are being collected and then used in the city-state of Medina and later in the Arab-Islamic Empire. The first major difference of the application of 'Bayt Al-Mal', as a concept and experience of Islamic belief and history, with the modern concept of budget is that—as being a part of religious belief system on the principal scale— the prior is based primarily on the spiritual values such as justice, equality and serving the principles of faith, before earthly-humanitic goals such as utility, efficiency, profitability. The second major difference is that the prior—as a result of getting the legitimacy from the divinereligious source—, is not volatile and variable in practice, but rather based on compulsive and permanent executioning. By considering to its theory and practice, this research is investigating into the institutionalization of 'Bayt Al-Mal' practice in the city-state of Medina by comparing it with the modern concepts of budget and law.
Osmanlı’nın son yıllarından başlayarak, Cumhuriyet’e geçiş aşamasını ifade eden İttihatçı ara dönemle birlikte Cumhuriyet tarihini kapsayan son yüzyıl, Türkiye’de, devletle toplum arasındaki kimlik ve kimliğe dayalı haklar temelli... more
Osmanlı’nın son yıllarından başlayarak, Cumhuriyet’e geçiş aşamasını ifade eden İttihatçı ara dönemle birlikte Cumhuriyet tarihini kapsayan son yüzyıl, Türkiye’de, devletle toplum arasındaki kimlik ve kimliğe dayalı haklar temelli çatışmaların tarihidir. 19. yüzyılın sonlarında Balkan uluslarının İmparatorluğa başkaldırılarıyla başlayıp 20. yüzyılda Ortadoğu uluslarının da peş peşe isyanlarıyla devam eden ve nihayet Kürt sorunu ile halen sürüp gitmekte olan bu süreç, Türkiye siyasal tarihini ve sistemini belirleyen temel etkenlerden birini oluşturmaktadır. Ne var ki, entelektüel ve akademik ortamda, İttihatçı ve Kemalist uluslaş(tır)ma politikaları ve süreci, altında yatan maddî neden-sonuç ilişkilerinden uzakta, Ermeni soykırımı ve Kürt sorunu gibi politik ikilemler çerçevesinde ele alınmakta ve bu nedenle, kuşkusuz trajik-travmatik belleklerinin daha güçlü etkileriyle bilimsel soğukkanlılıktan ve analizlerden çok, duygusal ve karşılıklı reflekslere konu olmaktadır. Diğer yandan, taraflar arasındaki gerilimli ilişkinin çatışma riskleri barındırması bakımından güvenlik duyarlılığı gerekçe sansür edilmektedir.

Bu çalışma, Türkiye’de özellikle Ermeni soykırımının yüzüncü yıldönümü vesilesiyle güncelleşen ve Kürt sorununda kalıcı ifadesini bulan etnik sorunu ve çatışmayı, Ermenilerin tehciri, Rumların mübadelesi ve Kürtlerin mecburî iskânı ve asimilasyonu politikalarını, tarihsel bir süreklilik olarak birbirleri ile bağlantılı kılan sosyo-ekonomik değişim süreci, bu bağlamda ulus-devletin kurucu ekonomik öğesi olarak kapitalist pazarın kuruluşu ve kurucu özne olarak yeni-burjuvazinin hegemonya inşası üzerinde incelemek ve bu anlamda kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi yasası etrafında teorik bir çerçevede ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, güvenlik tanımının ve politikalarının, küreselleşme sürecinde aldığı biçimleri, önceki dönemlerle aralarındaki fark çerçevesinde, Yeni-liberalizm ve kriz kavramları ışığında, Politik Ekonomi yöntemiyle ele almak amacıyla... more
Bu çalışma, güvenlik tanımının ve politikalarının, küreselleşme sürecinde aldığı biçimleri, önceki dönemlerle aralarındaki fark çerçevesinde, Yeni-liberalizm ve kriz kavramları ışığında, Politik Ekonomi yöntemiyle ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Bu çalışma, kentsel büyümeyi ve dönüşümü, yerel toplumsal değişimin sonuçlarından biri ve bu bağlamda sınıfsal ayrışmanın mekânsal temsili olarak, bu bakış açısına uyan Soylulaştırma kavramı ve kuramı ışığında ve Diyarbakır örneğinde ele... more
Bu çalışma, kentsel büyümeyi ve dönüşümü, yerel toplumsal değişimin sonuçlarından biri ve bu bağlamda sınıfsal ayrışmanın mekânsal temsili olarak, bu bakış açısına uyan Soylulaştırma kavramı ve kuramı ışığında ve Diyarbakır örneğinde ele almak amacıyla hazırlanmıştır.
Kapitalist üretim biçimi ve ilişkileri, bireyi, üretim süreci içerisinde emek-işgücü ve dışında kendisi olarak bölünmüş bir kişilik haline getirirken, onun günlük yaşayışının zamanlamasını da aynı parçalara bölmüş olmaktadır. Bu kapsamda... more
Kapitalist üretim biçimi ve ilişkileri, bireyi, üretim süreci içerisinde emek-işgücü ve dışında kendisi olarak bölünmüş bir kişilik haline getirirken, onun günlük yaşayışının zamanlamasını da aynı parçalara bölmüş olmaktadır. Bu kapsamda birey, üretim sürecinde bulamadığı aileyle zaman geçirme, dinlenme, sosyalleşme, bakım, gezme gibi kişisel etkinliklerini gerçekleştirme zamanı ve imkânı bulmuş olur. Böylece, üretim dışı görünen zaman, aslında, bireyin üretimdeki yerini yeniden almak için hazırlanışını içermesi bakımından, üretim sürecinin içinde yer
almakta ve pasif kısmını oluşturmaktadır. Sonuçta, boş zaman, üretim dışı görünürken, gerçekte üretimin yeniden üretiminin ve sürdürülebilirliğinin bir aracı olmaktadır. Üretim araçlarının, biçimlerinin ve ilişkilerinin doğrudan belirlediği alanlardan biri olan ve bu haliyle, ekonomi politik rejimin mekânsal üretimi ve yansıması olan kentler ve kentleşme süreçleri, günümüzde, neo-liberal kapitalizmin gereksinmelerine göre gerçekleşmekte, bu kapsamda, kentsel imar ve diğer kamu hizmetleri, bu gerçekliğe uygun yürütülmektedir. Kentsel alanlar konutsal, endüstriyel, ticarî bölgelerin genişlemesiyle hızla büyürken, bireylerin üretim dışı zamanlarını değerlendirmeleri için, New York’ta Central Park, Londra’da Hyde Park örneklerinde olduğu gibi, geniş kitlelerin kullanabileceği büyük kentsel park alanları üretilmektedir. Bu, aynı zamanda, işgücünü oluşturan bireylerin, üretim mekânı olan kentlerden, üretimi aksatacak mesafede ve zamanda uzaklaşmamalarını sağlamaya yarayan bir alternatifi oluşturmaktadır. Türkiye’de de, son yıllarda, merkezî ve yerel yönetimlerin, kentsel politikalarında, şehir
parklarına ve rekreasyon alanlarına özel bir önem verdikleri ve bu anlayışı, İstanbul’da Yenikapı, Kazlıçeşme ve Ankara’da Gölbaşı Şehir Parkı, Millet Bahçeleri gibi güncel örneklerde olduğu gibi, imar politikalarının ve siyasal propagandalarının başat bir unsuru haline
getirdikleri gözlenmektedir. Bu durumun, son yıllarda nüfusu bir milyonun üzerine çıkarak
metropolleşme aşamasına varan Diyarbakır şehir merkezinde de yansımasını bulduğu, Sümer Park, Rihan Parkı, Koşuyolu Parkı, Park Orman, Göletli Park, Tema Park, Park 75, Kent Meydanı, Dicle Vadisi Tema Parkı, Kardeşlik Parkı, Hazreti Süleyman Parkı gibi örneklerin yakın zamanda yerel toplumun hizmetine sunumu ile, gözlenmektedir. Bu çalışma, Diyarbakır’da, ikibinli yıllarda yaşanmakta olan kentleşme süreci ve imar politikası kapsamında, yerel yönetimler eliyle uygulanan şehir parkı modelini, küreselleşmenin bölgesel etkileri altındaki yerel kapitalistleşme sürecinin bir görünümü ve ürünü olarak ele almak, Henri
Lebefvre’nin, Devid Harvey’in ve Manuel Castells’in kentleşmeye ilişkin görüşlerinin kuramsal ışığında tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.

Reconstruction of the Leisure Time in the Context of the Spatial Production of Capıtalism: the Case of City Parks in Diyarbakir

While dividing his/her personality as labor in the process of production and himself/herself outside it, the capitalist mode of production and relations divides the the timing of individual’s daily life into the same pieces. In this context, the individual finds out time and opportunity to perform his/her personal activities such as spending time with his family, resting, socializing, caring and traveling. Thus, the time which appears as out of the production, is involved in the production process and constitutes its’ passive part in fact, as it includes the repreparation
of the individual to re-take place in production, As a result, leisure time is a means of reproduction and sustainability of production in fact, when it appears out of production. Cities and urbanization processes, which are one of the areas directly determined by the tools, modes and relations of production, and which are the spatial production and reflection of the
economic political regime, are recently exist according to the needs of neo-liberal capitalism, and in this context, urban reconstruction and other public services carried out in accordance with this reality. While urban areas are growing rapidly with the expansion of residential,
industrial, and commercial areas, large urban park spaces are produced for large masses, for individuals to evaluate their non-production times, such as the Central Park in New York and Hyde Park in New York. Therewithal, this creates an alternative for the individuals who make
up the labor to ensure that they do not move away from the cities which are the places of production, at the distance and time that would hinder production. In Turkey too, in recent years, it is observed that the central and local governments give a special importance to city parks and recreation areas in their urban policy, and they make this approach become a dominant element of urban policies and political propaganda, as in current examples such as the Yenikapi and Kazlıçeşme in Istanbul, Golbasi City Park in Ankara, and National Gardens. It is observed that this situation is also reflected in the city center of Diyarbakir, which has reached the stage of metropolization in recent years with its population exceeding one million, with the presentation of the examples such as Sümer Park, Rihan Park, Koşuyolu Park, Park Forest, Pond Park, Theme Park, Park 75, City Square, Dicle Valley Theme Park, Brotherhood Park, Hazreti Suleyman Park in the recent past. This study is prepared to aim to handle the cityparks model implemented by local administrations in the context of urbanization process and urban planning policy in Diyarbakır in the twenties, as a view and product of the local capitalization process under the regional effects of globalization, and to discuss it in the theoretical light of Henri Lebefvre, David Harvey and Manuel Castells’ views on urbanization.
Bu çalışma, Kürdistan’da siyasal yönetimin tarihsel gelişim sürecini ve günümüzdeki dönüşüm biçimlerini, siyasal yöneticiliğin otorite ve meşruiyet kaynakları bakımından, yani Weberyan analizin teorik ışığı altında incelemek amacıyla... more
Bu çalışma, Kürdistan’da siyasal yönetimin tarihsel gelişim sürecini ve günümüzdeki dönüşüm biçimlerini, siyasal yöneticiliğin otorite ve meşruiyet kaynakları bakımından, yani Weberyan analizin teorik ışığı altında incelemek amacıyla hazırlanmıştır.

HISTORICAL EVOLUTION AND ACTUAL TRANSFORMATION OF POLITICAL ADMINISTRATION IN KURDISTAN REGION IN TERMS OF AUTHORITY AND LEGITIMACY SOURCES: A WEBERIAN ANALYSIS OF BARZANI LEADERSHIP

This study is prepared to examine the historical development process of political administration in Kurdistan and the present transformational forms in terms of authority and legitimacy sources of political administration in the theoretical light of Weberian analysis.
Kişilerin doğumla kazandıkları biyolojik cinsiyet kavramından farklı olarak, sosyo-ekonomik işbölümü ve buna bağlı biçimde toplumsal yaşam içerisinde kişisel tercihleri, konumları, görevleri belirleyen cinsiyet rollerinin varlığı ve bu... more
Kişilerin doğumla kazandıkları biyolojik cinsiyet kavramından farklı olarak, sosyo-ekonomik işbölümü ve buna bağlı biçimde toplumsal yaşam içerisinde kişisel tercihleri, konumları, görevleri belirleyen cinsiyet rollerinin varlığı ve bu rollerin doğal-biyolojik etken dışında, devlet, iş, gelenek gibi ekonomik, kültürel ve siyasal etkenler altında biçimlenmekte
olduğu, modern Sosyal Bilimler, özellikle Psikoloji ve Sosyoloji çalışmaları kapsamında ve Toplumsal Cinsiyet
kavramsallaştırması ve kuramları ile gösterilmiştir.
Bu çalışma, toplumsal cinsiyetin Türkiye’de siyasal ve ideolojik yapılanmaya ve bu alandaki dönemsel değişimlere bağlı olarak eğitim yoluyla kurgulanış biçimlerini ve süreçlerini, toplumsal cinsiyeti bir bilinç ve kimlik üretim aracı işlevi bakımından devletin bir ideolojik aygıtı olarak değerlendiren Althusserian kuramsal analiz ışığında ve ilk ve orta öğretim ders kitaplarında kadın kimliğinin gösterilişi örneği üzerinde ele almak ve tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.

Women Image in School Textbooks in the Context of Political Composing Of Gender in Turkey

Except and unlike the concept of biological gender in which the person acquires by birth, it is shown that there are some gender roles that determine social preferences, positions,and duties depend on the socio-economic division of labor in the social life, and these gender roles are shaped by economic, cultural and political factors such as state, work, tradition except for natural-biological factors, by modern social sciences, in particular Psychological and Sociological studies, under Gender conceptualization and theories. This study aims to discuss the composing types and processes of gender in Turkey by educational apparatuses on the samples of the imagination of female identity in primary and secondary school textbooks due to periodic changes in Turkey's political and ideological structure, under the light of Althusserian theoretical analysis method, which evaluates gender as an ideological apparatus of the state in the terms of production of mind and the social identity.
Türkiye’de, ulusal kültür, bu kapsamda toplumsal değerler, sosyal yaşam kuralları, temel vatandaşlık bilgileri gibi temel sosyal konular, ilköğretim sürecinde Hayat Bilgisi, Orta öğretim aşamasında ise Sosyal Bilgiler derslerinde... more
Türkiye’de, ulusal kültür, bu kapsamda toplumsal değerler, sosyal yaşam kuralları, temel vatandaşlık bilgileri gibi temel sosyal konular, ilköğretim sürecinde Hayat Bilgisi, Orta öğretim aşamasında ise Sosyal Bilgiler derslerinde işlenmektedir. Osmanlı modernleşmesinden başlayarak, özellikle İttihat ve Terakki yönetiminin Türkçü ideolojik programından
Kemalizm’e ve oradan günümüze varan ulus ve ulus-devlet inşası sürecinin belirleyici etkileri altında, “Türk kültürü” temalı değerler, Sosyal Bilgiler eğitiminin ve müfredatının ağırlık merkezini oluşturmuştur. Ancak, 1980’lerin sonundan itibaren, Soğuk Savaş’ın sonlanmasına bağlı uluslararası ekonomik serbestleşme ve özellikle iletişim-bilişim merkezli
teknolojik gelişmenin etkileriyle ilerleyen küreselleşme sürecinin ürettiği dinamikler, ulus-altı kimlikleri ve yerel etnokültürel aidiyetleri, yeniden eğitimin konusu haline getirmektedir. Bu bağlamda, ABD, Kanada, Avustralya gibi kolonizasyon coğrafyaları, modernite öncesine kökenlenen yerel kültürlerin “çok kültürlülük, çok kimliklilik (multiculturalism)” başlığı altında bilime ve eğitime konu edildikleri ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye’de de, siyasal yapısındaki ulusal ünitarizmin belirleyici etkilerinin sürekliliğinin yanı sıra, çok kültürlülüğe dair toplumsal gerçeklikler, özellikle son yıllarda, bilim-eğitim faaliyetlerine yeniden dahil edilmeye başlanmıştır. Bu çalışmada, etno-kültürel unsurların ve bu bağlamda çok-kültürlülük, çok-kimlilik konularının Türkiye’de öğretim faaliyetleri içerisinde ele alınışı ve işlenişi, halen İlk ve Orta öğretim müfredatında kullanılmakta olan Sosyal Bilgiler ders kitapları örneği üzerinde ve içerik analizi yönteminin ışığında incelenmesi amaçlanmaktadır.

Multiculturalism Problem in the Turkey’s Education Policy:The Case of Social Knowledge Lesson Textbooks

In Turkey, the basic social issues such as national culture, social values, and social rules in this context, citizenship are processed inside of Life Science lessons in elementary stage of basic education and in Social Knowledge lessons in the secondary stage. Under the decisive influences of the nation and also the nation-state construction process starting from the Ottoman modernization and reaching today especially on the Turkist ideological program of the Committee of Union and Progress to the Kemalism, the social values based on "Turkish culture" have been the center of focus of Social Knowledge education and curriculum, However, since the end of the 1980s, the dynamics that produced by globalization which have been driven by the effects of international economic liberalization due to the end of the Cold War and especially to the technological development of communication and information, make the sub-national and local ethno-cultural identities a subject of education again. In this context, colonial geographies such as the USA, Canada and Australia are the leading countries where the local cultures originating before modernity are being made subjects of sicence and education under the title of "multi-culturalism". Although the continuity of the decisive influence of national unitarity in the political structure, multicultural social realities began to be reintroduced to the scientific and educational activities, especially in recent years in the Turkey too. In this study, it is aimed to analyse the usage of the ethno-cultural identites and in this context, the multiculturalism issues in the teaching activities in Turkey, on the case of textbooks of Social Knowledge lessons, which are currently being used in the curriculums of primary and secondary education stages, under the theoretical light of content analysis method.
Bu çalışma, yerel mekânın turistikleştirilmesi kapsamında çok kültürlülük kurgusunu, Mardin’in Savur ilçesine bağlı Kıllıt (Dereiçi) köyü örneğinde, coğrafyanın ve kentin Neo-Marksist analizi ve bu kapsamda, David Harvey'in ekonomik... more
Bu çalışma, yerel mekânın turistikleştirilmesi kapsamında çok kültürlülük kurgusunu, Mardin’in Savur ilçesine bağlı Kıllıt (Dereiçi) köyü örneğinde, coğrafyanın ve kentin Neo-Marksist analizi ve bu kapsamda, David Harvey'in ekonomik sistem ile mekân arasındaki yapısal ilişkisellik çerçevesinde mekânın yerleşim alanından sermaye birikim aracına dönüşümüne, böylece mekânın statüsünün de fiziksel kullanım değerinden ticarî değişim değerine kapitalist evrimine odaklanan metodolojik paradigmasının teorik ışığında tartışmak amacıyla hazırlanmıştır.
İstanbul, Esenyurt'ta bir büfede işlenen cinayet, mafya örgütlenmesinin ve mafya tipi yaşamın toplumsallaşması ile bireysel silahlanmanın vardığı boyutlarla sonuçları üstüne bilindik, alışıldık tartışmaları yeniden gündemleştirdi. Her ne... more
İstanbul, Esenyurt'ta bir büfede işlenen cinayet, mafya örgütlenmesinin ve mafya tipi yaşamın toplumsallaşması ile bireysel silahlanmanın vardığı
boyutlarla sonuçları üstüne bilindik, alışıldık tartışmaları yeniden gündemleştirdi. Her ne kadar söz konusu olay vesilesiyle ortaya çıkan güncel bir tartışma gibi görünse de bu da, Türkiye toplumsal bilincinin ve hafızasının, vakaların yaşanması, unutulması, yeniden yaşanarak hatırlanması ve tekrar unutulması arasında devridaim eden bir kısırdöngüden ibaret olan psikolojik doğasının unuttuğu ve güncel vaka dolayısıyla hatırladığı gündemlerden sadece biridir.
Bu yazı, Diyarbakır Barosu’nun bu istisnaî özelliğini
meydana getiren hazırlayıcı tarihsel koşullara,
belirleyici toplumsal etkenlere ve kurucu unsurlara,
sınırlarının el verdiği ölçüde ışık tutmayı
amaçlamaktadır.
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
"Uygarlık tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz." F. W. Nietzsche Biyolojik evrim, akademik alan dışındaki yaygın kanının tersine, doğanın tüm canlı öğelerinde olduğu gibi insanda ve... more
"Uygarlık tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz." 
F. W. Nietzsche

Biyolojik evrim, akademik alan dışındaki yaygın kanının tersine, doğanın tüm canlı öğelerinde olduğu gibi insanda ve çağımızda da sürmektedir. Evrim sürecinin modern insanla noktalandığı yanılgısının temel nedeni, evrimsel dönüşümlerin onbinlerce yıla varan süreçlerde gözlemlenişidir. Çeşitli doğal ve insan yapımı etkenler, canlıların biyolojik yapılarını başkalaşıma uğratmayı günümüzde de sürdürmektedir. Özellikle modern insanın doğa üstünde, başta klimatolojik ve topografik yapıda gerçekleştirdiği başkalaşımlar, canlıların yaşamını doğrudan etkileyen etkiler üretmiştir ve halen üretmektedir.
Buzulların kutuplara çekilişi ile oluşan ılıman-Orta kuşağın klimatolojik özellikleri, bu çevrede yaşayan insan topluluklarına toprak üstünde üretimde bulunma, böylece modern endüstri toplumuna varan uygarlık sürecini yaratma olanağı sağlamıştır. Ekvatora yakın tropik kuşak ve kutup bölgelerindeki topluluklarsa, yaşadıkları ortamın neden olduğu çeşitli sınırlılıklar nedeniyle ılıman-Orta kuşaktakilerin ürettiği uygarlık düzeyine erişememişlerdir. Özellikle su kaynakları bakımından yerleşilebilir alanların tarıma açılmasıyla avcılık-toplayıcılıkla geçinen toplulukların yaşam alanları da sınırlanmıştır. Homo Sapiens’in Neandarthallere karşı sağladığı üstünlük, bu temel veri ile açıklanmaktadır. Nitekim, İlkçağ ve Ortaçağ boyunca geliştiği bilinen tüm uygarlıkların, Aztek-Maya-İnka uygarlıklarının Orta Amerika, Mısır-Helen-Roma-Arap-Avrupa uygarlıklarının Akdeniz, Pers-Hint-Çin uygarlıklarının da Orta Asya çevrelerinde yaşamış olmaları bu doğal durumun sonucu ve göstergesidir. Böylece, modern endüstri toplumunun politik ekonomisine dayalı altyapısı dışında, sadece bir topluluğun ya da toplulukların diğerleri üstünde egemenlik kurması ve yürütmesi olarak ele alındığında, emperyalizm, tarihsel süreçte Orta-Ilıman kuşakta kurulmuş uygarlıkların, kendilerinden daha güneyde ve kuzeyde kalan toplulukları egemenlikleri altına almaları ve sömürmeleri olmaktadır. Teknoloji merkezli bir başka açıdan, bu tarihsel sürecin, tarımsal ve ticarî üretimin doğal sürekliliği olarak atlı-tekerlekli-kanatlı uygarlıklar çizgisinde geliştiği söylenebilir. Bu bakışla, 15. yüzyıl öncesinde, genellikle Doğu-Batı ekseninde süren ilk emperyal dönemin atlı ve tekerlekli ulaşımın, 15.-19. Yüzyılları kapsayan I.Sömürgecilik (Kolonyalizm) çağının kara ve deniz taşımacılığının, devamında, 20. yüzyıl boyunca süren ikinci sömürgecilik, ya da Dünya Savaşları dalgasının ve nihayet günümüzü tanımlayan Küreselleşme çağının da havacılığın ürünü olduğu ve bu gelişim çizgisinin, sömürgeciliği çıkış odağından daha fazla uzağa yaymaya dönük bir gelişim gösterdiği izlenebilir.
Sonuç olarak, geldiği uygarlık aşamasında ürettiği teknolojik donanımlarıyla insan, doğanın bir parçası olmaktan çok, onun efendisi, sahibi durumundadır ve doğal süreci doğrudan etkileme, biçimlendirme yeteneğine sahip olmuştur. Sayısız türün başına geldiği üzere, toplu yok edişe varan bu gücü ile insanın doğa üstündeki etkinlikleri, kendisi dışındaki canlı dünyasının yaşamını da dönüştürmektedir. Bu çalışma, insan topluluklarının aralarındaki ekonomik, politik, kültürel, askerî ve benzeri ilişkilerinin, etkileşimlerinin, canlıların, özellikle insanın kendi evrim sürecindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Research Interests:
“Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuş tek gelecektir. Birçok kadın ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmiştir ya da evli olmadığı için acı çekiyordur.” Simone de Beauvoir Özet Kadının kapitalist piyasa içindeki emek sunumu... more
“Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuş tek gelecektir. Birçok kadın ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmiştir ya da evli olmadığı için acı çekiyordur.” Simone de Beauvoir
Özet
Kadının kapitalist piyasa içindeki emek sunumu ve sorunları ile bu altyapının üstünde gerçekleşen toplumsal konumu ve işlevi, tarım toplumunun moderniteye uzanan kültürel sürekliliği içinde ataerkil bir algıyla erkek-kadın ikilemi/çelişkisi üzerinden değerlendirilmeye devam edilmektedir. Oysa, özellikle iletişim ve bilişim teknolojisinin ulaştığı güncel aşamada, kadının piyasadaki yeri toprağa ve kol emeğine dayalı tarım toplumu ile kıyaslanamaz düzeyde çeşitlenmiş ve genişlemiştir. Böylece, kapitalist emek piyasası, kadının işgören olarak sadece erkeğin değil, hemcinsinin de karşısına çıkmak durumunda kaldığı bir rekabet ortamını ifade etmektedir. Bu bakımdan, kapitalist piyasa içinde kadının kadınla rekabeti, yeterince değerlendirilmiş değildir. Bu çalışma, bu yetersizliğe dikkat çekmek amacıyla hazırlanmıştır.
Kadının kadınla rekabetinde önemli bir etken, iş ilanlarında sıkça kullanıldığı gözlenen ‘prezentabl’ sözcüğünde ifadesini bulan ‘dışsal-cinsel’ özelliği iken, bir diğeri toplumsal kurum ve kurallara uyumdur. Bu anlamda, kadının istihdamında özel sektörde psikolojik pazarlamanın bir öğesi olarak ‘kadınsılık-cinsel çekim’ özellikleri ön plana çıkarken, bürokraside ise, devletin geleneksel kimliğine ve erilliğine koşut olarak ataerkil etkiler söz konusu olmaktadır. Bu kapsamda ‘evlilik”, kadının bürokratik istihdamında etkili en önemli çerçeveyi oluşturmaktadır. Evli kadın çalışanın özlük hakları, bireysel ölçekte ve geleneksel duyarlılığa dayalı olarak yöneticiler tarafından olduğu gibi, ‘aile birliğinin korunması’ gerekçesiyle yasa tarafından da korunmaktadır. ‘Aile birliğinin korunması’ gereksinimi ise, sadece kapitalizmin toplumsal birimi olan ve ‘baba, anne ve çocuklar” üçlüsünden ibaret ‘çekirdek aile’ kapsamında ve sınırlılığında düşünülmektedir. Kapitalist bir siyasal biçim olarak ulus devlet ve onun ‘yurttaşlık ideolojisi’, altyapısındaki bireyci piyasa gerçekliğine bağlı olarak anne-baba ve çocuklarından oluşan bir ‘çekirdek aile’ kültü geliştirmiş ve hukuk normlarını ve bürokratik işleyişini buna göre düzenlemiştir. Böylece, aile algısı, insanın duygusal doğasına aykırı olarak, salt maddî koşullara bağlı biçimde ‘bakmakla yükümlü olunan’ kişiler kategorisine indirgenmiştir. Bu yapı içerisinde, özellikle bürokratik işleyişte, kadının istihdamında eşinin doğrudan ve dolaylı etkisi geçerliliğini sürdürmektedir. Bu bağlamda, erkeğin gelir düzeyi ve toplumsal-meslekî konumu çoğu zaman kadınınki açısından da belirleyici olmaktadır. Eğitimli ve işgücüne sahip kadın bile, bu durumu ‘doğal-onaylanabilir’ görmektedir. Bu durum, en basit biçimde çıkar güdüsü ile açıklanabilir. Toplamda, bu durum, evli kadının istihdamında evli olmayan hemcinsine karşı haksız rekabet gücü olarak ortaya çıkmaktadır. ‘Bekâr’ kadının meslekî yeteneği, birikimi ve deneyimi, yasal ve toplumsal-geleneksel kurum ve kurallar karşısında, evli olan hemcinsi karşısında ikincil olarak ele alınmakta, hatta daha gerçekçi bir bakışla hiç değerlendirilmemektedir. Tüm kurumlarda olduğu gibi, üniversitede de evliliğin kadının istihdamında akademik nitelikten daha öncelikli biçimde belirleyici, çoğunlukla olumlu etkide bulunduğu bilinmektedir. Sonuçta, kapitalist piyasanın gereksinimleri ile geleneksel toplum yapısının ve ideolojisinin kültürel talepleri ve koşulları, bekâr kadının istihdamı önünde bir engel olarak yükselmekte, evliliği bir sosyo-ekonomik gereksinme olarak dayatmakta, böylece bekâr kadını toplumsal yaşayışa olduğu kadar insan duygusuna da yabancılaştıran bir psikolojik ortam yaratmaktadır. Bu çalışma, bu duruma dikkat çekmek amacıyla hazırlanmıştır.

Anahtar Sözcükler, Toplumsal Cinsiyet, Kapitalizm, İstihdam, Kadın, Türkiye.
Research Interests:
Ekonomi ile siyaset arasında altyapı-üstyapı, bir başka deyişle neden-sonuç ilişkisi olduğu, modern ekonomi-politik bilimiyle, özellikle Marksist literatürle gösterilmiş bulunmaktadır. Bu temel kuramsal veri ışığında, ekonomik... more
Ekonomi ile siyaset arasında altyapı-üstyapı, bir başka deyişle neden-sonuç ilişkisi olduğu, modern ekonomi-politik bilimiyle, özellikle Marksist literatürle gösterilmiş bulunmaktadır. Bu temel kuramsal veri ışığında, ekonomik değişimlerle siyasal dönüşümler arasında doğrudan ve dolaylı bağlar olduğu bilinmektedir. Siyasal düşünce ve akımlar, piyasanın aldığı dönemsel biçimlere ve yeniden yapılanmalara içerik ve zamanlama bakımlarından paralel olarak yapısal ve söylemsel değişimler, dönüşümler göstermektedir. Özetle, siyaset, pratikte iktisadî üretim biçimlerinin ve ilişkilerinin yeniden üretimi anlamına gelmekte, böylece, bir toplumsal kurum olarak da iktisadî düzenin siyasî dille ve araçlarla ifadesi olmaktadır. Bu evrensel durum, Türkiye özelinde de deneyimlerle yerini ve ifadesini bulmaktadır. Bu yöndeki güncel örneklerin, özellikle ulus devlet kapitalizminin yerini yeni-liberalizmin küresel piyasasına ve bu bağlamda Keynesyen iktisat politikasının da post-Keynesyen esnek üretim koşullarına bırakmakta olduğu Küreselleşme sürecinde, genişlik ve yoğunluk kazandığı gözlemlenmektedir.
Bu çalışma, Türkiye siyasal tarihine yön veren, Kemalizm, Muhafazakârlık, Kürt siyasal hareketi gibi siyasal düşünce ve akımların kronolojik süreklilikleri ve kategorik bütünlükleri içindeki evrimlerini, yukarıda özetlenen iktisadî altyapıları ışığında incelemek amacıyla hazırlanmıştır. Bu bağlamda, söz konusu siyasal düşünce ve akımların çok çeşitli değişkenlere dayalı görsel farklılıklarının, hatta zıtlıklarının ötesinde, iç içe geçmiş küresel, ulusal, bölgesel ve yerel sosyo-ekonomik süreçlerin aynı yönlü etkileri altındaki değişim dinamikleri ve eğilimlerinin birbirleri ile benzeşmesi itibarıyla, ortak ve liberal bir siyasal alan yaratma sonucuna varmakta oldukları bulgusuna varılmıştır.

Anahtar Sözcükler: İktisat, Piyasa, Siyaset, Türkiye, Siyasal Değişme.
Research Interests:
AK Parti , 3 Kasım 2002 Milletvekili seçimi sonucunda kurduğu 58. Cumhuriyet Hükümeti’nden bu yana, on yılı aşkın süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yönetimini yürütmektedir. Anılan tarihten sonraki genel ve yerimler seçimlerle... more
AK Parti , 3 Kasım 2002 Milletvekili seçimi sonucunda kurduğu 58. Cumhuriyet Hükümeti’nden bu yana, on yılı aşkın süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yönetimini yürütmektedir. Anılan tarihten sonraki genel ve yerimler seçimlerle birlikte Anayasa değişikliğine ilişkin halkoyu yoklamalarında da AK Parti’nin oy oranının sürekli ve düzenli bir artış eğilimi içinde olduğu gözlemlenmektedir.
AK Parti’nin gerek siyasal bir örgüt, gerekse iktidar olarak temel tarihsel özelliği, Türkiye’nin siyasal yapısında meydana getirdiği köklü değişikliklerdir. Bu değişimler, en basit biçimde, Cumhuriyet öncesindeki Türk-İslâm kültüründen devralınan ‘Kerim-Yüce Devlet’ düşüncesine dayalı devlet merkezli geleneksel siyasal algının, yerini modern sivil toplum anlayışına bırakmakta oluşu ile özetlenebilir. Bunun temel nedeni ise, sivil toplumun, devletten geçmişe oranla özerkleşmesi, siyasal alanda etkin bir aktör olarak ortaya çıkışı, böylece siyasal katılımın artışı ile siyasal sistemin sivilleşme ve demokratikleşme yönündeki dönüşümüdür (Koçal, 2012a, 2012b). Bu dönüşümse, temelde, küresel, bölgesel, ulusal ve yerel bağlamlı dinamik sosyo-ekonomik ve politik süreçlerin iç içe geçmiş etkilerinin doğal sonucu ve ürünüdür (Koçal, 2012c, Tok ve Koçal, 2012). Oysa, bu gelişmelerin, genellikle AK Parti’nin varlığına, Genel Başkan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere parti kadrolarının aklına ve eylemine bağlı biçimde yorumlandığı gözlemlenmektedir. Böylelikle, aynı zamanda tarihsel olay niteliği taşıyan siyasal olay, kendisini yaratan nesnel-maddî koşullardan bağımsız biçimde, kişi öznesi çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu çalışma, AK Parti’nin Türkiye siyasal tarihi içindeki en belirleyici ve tanımlayıcı özelliği olarak sistem dönüştürücü etkinliğini, giderek AK Parti’nin kendisini, bu dönüşümün faili ve etkeni değil, tersine, onu meydana getiren içsel ve dışsal etkenlerin doğal ve kaçınılmaz sonucu ve ürünü olarak incelemek, böylece, AK Parti iktidarında yaşanan siyasal değişim gündemini de yine bu çerçevede tartışmak amacıyla üretilmiştir.

Anahtar Kelimeler: AK Parti, Siyasal Değişme, Demokratikleşme, Küreselleşme.
Research Interests:
Türkiye’nin Ortadoğu bölgesi ile başta tarihsel ve toplumsal bağlarıyla, bunlar üstünde gelişen ekonomik ve siyasal ilişkileri, iç politikayı da doğrudan ve dolaylı belirleyen öğeleri ve etkileri barındırmaktadır. AK Parti’nin, Ortadoğu... more
Türkiye’nin Ortadoğu bölgesi ile başta tarihsel ve toplumsal bağlarıyla, bunlar üstünde gelişen ekonomik ve siyasal ilişkileri, iç politikayı da doğrudan ve dolaylı belirleyen öğeleri ve etkileri barındırmaktadır.
AK Parti’nin, Ortadoğu coğrafyasına yönelen dil, tarih, inanç gibi kültürel benzeşmeye dayalı ortak bir kimlik tanımını (Tok, 2003:240) temel alan ve ‘Yeni-Osmanlı’ diye adlandırılan diplomatik stratejisi, yansımasını sadece uluslararası ilişkilerde değil, bu alandan daha önemli ölçüde iç politikada bulmaktadır. Gerek Batının baskısı karşısında hükümetleri, gerekse otoriter rejimler karşısında sivil toplumu muhatap alan ‘din kardeşliği’ vurgusuna dayalı himayeci söylem, Weberyan sosyolojinin kavramlarıyla, AK Parti’nin seçmen karşısındaki meşruiyetinin geleneksel kaynaklarından birini oluşturmaktadır (Koçal, 2012a). Özellikle İsrail-Filistin çatışmasında AK Parti iktidarının takındığı tutum, muhafazakâr seçmen davranışını etkileyen duygusal tavrın en belirgin kaynağı olmuştur. Buna karşılık, İran ve Suriye konusundaki Batı yanlısı politika ise, aynı çevrenin bu konudaki görüşlerini çeşitlendirmekte, iktidarın onayı dışında yine dinsel dayanışmayı merkez alan eleştirel bir duyarlılığın da konusunu oluşturmaktadır.
Ortadoğu ile ilişkilerde sağlanan yakınlaşmayla, Katar, Bahreyn, B.A.E. gibi Körfez ülkelerinde yerleşik petro-dolar sermayesinin yatırım ve daha önemlisi aktif para kaynağı olarak ülke ekonomisine girişi, seçmenin AK Parti iktidarına dönük onayının altında yatan temel gerekçelerden biri olan maddî refah-ekonomik iyileşme algısının kaynaklarından biridir. Körfez sermayesinin özellikle ‘faizsiz bankacılık-katılım ortaklığı’ olarak tanımlanan finans kanallarıyla Türkiye’ye girişi, ‘Anadolu Kaplanları’ diye adlandırılan muhafazakâr kimlikli yerel sermaye birikiminin gelişiminde önemli pay sahibi olmuştur. Muhafazakârlığın, geleneksel kalıplarını aşarak ekonomik ve siyasal sistemin ‘çevre’sinden ‘merkez’ine yöneliminin ve AK Parti’nin temsilinde merkeze dahil oluşunun altındaki toplumsal-maddî neden, bu zenginleşme ve ona bağlı kültürel-siyasal değişme sürecidir (Koçal, 2012b). Bu gelişim süreci, muhafazakârlığın toplumsal aidiyetindeki sınıfsal-kültürel dönüşüme bağlı olarak Batı karşıtı-devletçi siyasal İslâmcı geleneğinden uzaklaşarak liberalleşmesinde ve sonuçta AK Parti’nin ideolojisi olarak tanımladığı ‘Muhafazakâr Demokrasi’ anlayışının oluşumunda, böylece muhafazakârlığın geleneksel direncinin aşılarak sistemin meşruiyetinin genişletilmesinde maddî yaratıcı etken olmuştur.
Diğer yandan, Körfez Savaşları sonrasında Kuzey Irak’ta oluşan pazarla karşılıklı ticarî dolaşıma bağlı olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde gelişen sermaye birikimi ve bu temelde ortaya çıkan kentleşme-modern sınıflaşma süreci (Koçal, 2012c), bir yandan bölgenin kırsal-geleneksel toplumsal yapısını çözerken, bir yandan da Kürt siyasal hareketinin bu çözülme üzerinde gerçekleşen dönüşümü üzerinden ülke siyasetini yeniden yapılandırmaktadır (Koçal, 2012d). Kürt siyasal hareketinin, ülkede yaşayan etno-kültürel grupların devlet tarafından yaratılan ortak kültür ve kimlik içerisinde asimilasyonunu içeren ulus inşa edici (Tok, 2003b)  tek kimlikli devlet paradigması karşısındaki direnci, AK Parti’nin ‘Kürt açılımı’ diye anılan reformist söyleminde ifadesini bulan çok kimlikli-çok kültürlü resmî politikaya evrimin temel etkeni olmuştur.
Gerek Arap petro-dolar sermayesinin, gerekse Kuzey Irak ticaretinin etkisiyle ekonomik merkezin yer değiştirişi ve çeşitlenişi, ulus devletin tekil ekonomik merkezi üstünde yapılanan siyasal tekelinin de gerilemesi sonucunu doğurmaktadır (Koçal, 2012e). Bu altyapısal dönüşüm üstünde, AK Parti’nin gerek Ortadoğu-Arap coğrafyası ile diplomatik ilişkilerde, gerekse Kürt sorunu bağlamında yürüttüğü ‘ulus devlet-ulusal kimlik’ çerçevesini aşan muhafazakâr-kozmopolit söylemi ve politikası, çağdaşlaşma-uluslaşma anlayışını pozitivist felsefesinin doğrultusunda seküler temelde ‘Asya-Ortadoğu İslâm uygarlığından kopuş’ biçiminde tanımlayan ve uygulayan Kemalist paradigmanın çözülüşünü beraberinde getirmektedir. Çünkü, siyasal statükonun değiştirilmesi, ülkedeki kültürel gruplar arasında siyasal gücün yeniden dağıtımı, bu da, egemen kültürel gruplar için siyasal, sosyal ve kültürel güç üzerindeki egemenliğin bırakılması anlamına gelir. Daha önemlisi, egemen kültürel grupların kolektif kimlikleriyle ilgili yeni bir anlayışa sahip olmalarını gerektirir (Tok:2003:163).
Bu çalışmada, AK Parti yönetimi süresince Ortadoğu ile ilişkilerin iç siyasete etkileri, ilk elde küreselleşmeye eklemlenmenin sosyo-ekonomik altyapıları bağlamında ele alınmaktadır. Bu bağlamda yaşanan dönüşümlerle, ulus devletin kurucu ideolojisi ve iradesi olarak Kemalist bürokratik hegemonyanın, muhafazakârlığın ve Kürt siyasal hareketinin geleneksel temsilindeki sivil toplumun yükselişi karşısında çözülüşünün, Türkiye’nin küreselleşmeye eklemlenme sürecinin belirleyici öğelerinden birini oluşturduğu savunulmaktadır.


KAYNAKÇA
Koçal, Vedat (2012a) “Siyasal İktidarın Weberyan Otorite ve Meşruiyet Kaynakları Açısından bir Adalet ve Kalkınma Partisi Analizi”, III. Siyasal ve Sosyal Bilimler Ulusal Öğrenci Kongresi, (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi:26-28 Nisan 2012), Ankara.
____ ____, (2012b) “Çevreden Merkeze Yönelim Bağlamında Türkiye’de Muhafazakârlığın Dönüşümü, Siyasal İslâmcılıktan Muhafazakâr Demokratlığa AK Parti Örneği”, Bilgi Dergi, ‘İslâmcılığın Dönüşümü’ Özel Sayısı, Cilt 13, Sayı:1 (Yayın aşamasında).
____ ____, (2012c) “Kuzey Irak’la Sınır Ticaretinin Güneydoğu Anadolu Bölgesine Etkileri Bağlamında Kentleşmenin Ekonomi Politiği”, Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi, (Selçuk Üniversitesi:29 Haziran-1 Temmuz 2012), Konya. Bildiri Özet Kitabı, s.35, www.tlck.org.tr, Son Erişim Tarihi:10.07.2012.
____ ____, (2012d) “Güncel Kimlik ve Yurttaşlık Tartışmaları Bağlamında Kürt Sorunu: Bir Çözümleme Modeli Önerisi Olarak Politik Ekonomi Yöntemi”, IX. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ulusal Öğrenci Kongresi, (Afyonkarahisar Üniversitesi:18-20 Nisan 2012), Afyonkarahisar.
____ ____, (2012e) “Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Siyasal Değişimin Sosyo-Ekonomik Temelleri: Bir Analiz Modeli Önerisi Olarak Ekonomik Merkezin Yer Değiştirişi”, I. Ulusal Genç Sosyal Bilimciler Kongresi, (Bülent Ecevit Üniversitesi:6-8 Eylül 2012), Zonguldak, Bildiri Özet Kitabı, s.70-72.
Tok, Nafiz (2003) Kültür, Kimlik ve Siyaset, (İstanbul:Ayrıntı Yay.)
____ ____, (2003b) “Günümüz Milliyetçi Hareket ve Çatışmaları ve Siyasal (Sivil) Milliyetçilik Anlayışı”, Arka Plan, Aralık/2003, http://www.foreignpolicy.org.tr/arkaplan/aralik03/index.htm, Son Erişim Tarihi: 10.07.2012.
Research Interests:
Research Interests:
Kesinstiz biçimde son otuz yıldır, ancak Kürt sorununun yüz yılı aşan tarihi boyunca aralıklarla süregelen siyasal şiddet ve askerî çatışma ortamı, toplumun bir parçası olarak kadını da doğrudan etkilemekte, kadın kimliğini ve onun... more
Kesinstiz biçimde son otuz yıldır, ancak Kürt sorununun yüz yılı aşan tarihi boyunca aralıklarla süregelen siyasal şiddet ve askerî çatışma ortamı, toplumun bir parçası olarak kadını da doğrudan etkilemekte, kadın kimliğini ve onun toplumsal işlevlerini başkalaşıma uğratan çok çeşitli etkenler üretmektedir.
Kürt sorununun ürettiği siyasal şiddet ve askerî çatışma ortamının bir tarafı olarak Devlet’in tanımlamasında kadın, ayrılıkçı şiddet hareketinin propaganda ve eylem için ‘kullandığı’ çocuklar ve kadınlar ile ‘kandırılmış genç kızlar’ kategorileri içerisinde, evde kalıp ‘kadınlığının gereğini’ yapması gereken, böylece, geleneksel topluma özgü cinsiyet rolleri ışığında tanımlanmış, yani, toplumsallaşmamış ve siyasallaşmamış bir alt-kimlik biçimindedir. Çatışmanın diğer tarafında ise, kadınlara özgü örgütsel birimler, hatta askerî birlikler kurulmakta, çatışmada ölen kadınlar, erkeklerden farklı, özel ve ayrıcalıklı bir kategoride anılmakta, bu haliyle kadın, salt bir savaşçı olarak yüceltilmekte, bu yolla, çatışmaya katılımda, feodal erkeklik algısının kamçılanmasında bir simge olarak kullanılmaktadır. Bunların dışında, çatışma ortamının her iki tarafının ortaklaştığı tanımlama ise, özellikle ‘Şehit Anneleri’ ve ‘Cumartesi Anneleri’ gibi örneklerle somutlanan, ‘oğullarının ölümünden acı çeken analar’ olma özelliğidir. Bu bakımdan, kadının, tarım toplumuna özgü geleneksel aile içerisindeki yeri ve rolüyle,  bölgesel çatışma ortamı içerisindeki güncel ele alınış biçimleri arasında belirgin bir benzerlik olduğu söylenebilir. Sonuçta, çatışmanın taraflarının algısında ve bu yöndeki iddiaları karşısında, kadının ‘kadın’ olma özelliği dışında modern birey ve özgür yurttaş olarak ele alınıp alınmadığı, sorgulanmayı gerektirmektedir.
Bu çalışmada, Kürt kadını kimliğinin, siyasal şiddet ortamı içerisinde ve onun aktörlerince ele alınış biçimlerinin eleştirel değerlendirmesiyle birlikte, temelde, tarım toplumundan modern kapitalist/kentli topluma ilerleyen sosyo-ekonomik değişim sürecinin göç, kentleşme, üretime katılma-gelir üretme gibi alt-yapısal etkenleri karşısında gösterdiği değişimin nedenleri ve sonuçları üstünde durulmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Kürt Sorunu, toplumsal değişme, çatışma, siyasal şiddet, Kürt kadını.
Research Interests:
Beliefs and identities are seen as irreconcilable and conflict factors in inter-communal relations, and these differences are perceived as a threat to peace by Eurocentric conception of history and civilization. The sectarian and identity... more
Beliefs and identities are seen as irreconcilable and conflict factors in inter-communal relations, and these differences are perceived as a threat to peace by Eurocentric conception of history and civilization. The sectarian and identity conflicts, especially ‘Thirty Years War’, produced a decisive impact on the European history and cultural structure of society. The feudal localness of the monarchic centralization along with the adventures of the nationalization process solving the cosmopolitan structure of the empires confirm this definition. Nation-state was defined as a result of cultural conflicts which broke up the multi-cultural and multi-ethnic empires. In fact, secularization and nation-building, which were the main foundation factors of the modern European civilization, are considered as conflicting processes against religion. In this respect, science and culture are defined as the acquisitions of the Enlightenment-Reformation struggle against religion. In the construction of Western civilization, freedom of the 'terrain' was considered to be contradictory and in conflict with the domination of the authority of 'sky'. This is mainly about the Christian faith that forms the basis of European civilization. Output location of Christianity under the rule of the powerful Roman and Jewish authorities creates the dualist essence of Christianity between the authorities of 'terrain' and the 'sky'. Thus, European history reads the development of civilization as continuity of conflict between before and after, which marks philosophical thought by the Hegelian and Marxist dialectic. Every age is described as liquidation of the previous age.
The culture reading of Eurocentric History was formed within the framework of this conflict. Ancient Persian-Greek wars and Crusades and Jihad experiences of Middle Age are identified and emphasized as the historical origin of the conflict between civilizations. According to this view, every religion aims to eliminate the others and rule alone. This pessimistic perception about the cultural diversity which considers the liquidation of this diversity as the possibility of peace is the main base of the European positivist thought. Indeed, as contemporary categories, anti-Western radical Islamism and Islamophobia spreading in the West are formed on this perception. As committed by Hungtington in his thesis in which he called it as 'clash of civilizations', a fault line on East-West axis is drawn between civilizations for the future of humanity.
The main problem in the perception considering Eastern civilization to be a threat to the Western civilization is the identification of East by Western eyes within the concept of Western History's data. The acceptance of the Eastern civilization as a cross-cultural conflict subject on the front of the Western perception is about not being sufficiently known. For this reason, the conflict perception of Western civilization on the culture is incapable of resolving the multi-identity and multi-cultural continuity of the Eastern civilization based on the ancient compatibility between before and after - past, today and the future-. As such, the compliance of the Eastern civilization is an option for ensuring universal peace towards the West's confrontational climate. Cultural background of Southeastern Anatolia Region is one of the best examples of this. As an example, Diyarbakir city center is a homeland of multi-identity and multicultural population as well as the other central placements around even if they are increasingly tended to decrease in number. It is known that the Arab-Armenian-Turkish-Kurdish identities were neighbors in the city until recent years. The diversity of the temples in the terms of belief and historical periods along with their permanence reaching today documents the compatible life of cultural differences. This situation indicates that the clash of cultures was not taken place in East as in European history. On the other hand, it is significant that the weakening of cultural pluralism and harmony, as in the case of mass deportations of 1915, gradually coincided with nationalism the source of which was West.
This study is prepared to present some knowledge about the accumulation of cultural diversity and harmony of Eastern civilization in the context of an option of co-existence and peaceful life towards cross-cultural conflicts of the modern era. This study also aims to document them in the case of temples in Diyarbakir.

Keywords: Civilization, West, Conflict, Eastern compatibility, Diyarbakır
Research Interests:
Basın, sadece haber verme-bilgilendirme aracı değil, aynı zamanda bir propaganda, düşünce üretim ve yayma aracıdır. İlk örneklerinin ortaya çıkışından bu yana dünyanın her yerinde Basın, haber-bilgi verme kaynağından çok politika... more
Basın, sadece haber verme-bilgilendirme aracı değil, aynı zamanda bir propaganda, düşünce
üretim ve yayma aracıdır. İlk örneklerinin ortaya çıkışından bu yana dünyanın her yerinde Basın,
haber-bilgi verme kaynağından çok politika oluşturma ve yayma aracı olarak kullanılmıştır.
Türkiye örneğinde de, siyasal alana ilişkin taleplerin ve entelektüel etkinliğin öncelikli zemini,
hemen her zaman basın olagelmiştir. Devletin otoritesini toplumsallaştırma aracı olmakla birlikte,
sivil toplum alanında da istisnasız tüm siyasal akımlar ve hareketler de kendilerini ifadede Basın
araçlarını tercih etmişlerdir. Bu bakımdan, Basın’ın siyasal niteliği, aynı zamanda siyasal alanı ve
onun sosyo-ekonomik alt yapısını, yansıtmaktadır. Dolayısıyla, Basın’ın siyasal evrimi, ülkenin
sosyo-ekonomik ve siyasal değişim süreçleri ile parallelik göstermektedir. Çalışmada, basının
siyasal işlevinin Türkiye’deki tarihinden hareketle, siyasal ve toplumsal alt-yapı ile ilişkileri
incelenmektedir.

Anahtar Sözcükler: Basın, İdeolojik Aygıt, Siyasal Değişme, Türkiye.
Research Interests:
Research Interests: