Geleneğin İcadı
0 Followers
Recent papers in Geleneğin İcadı
Özet Arkaik köklere dayanan ve kuşaktan kuşağa aktarılarak yakın zamana kadar getirilmiş olan pek çok kültürel miras örneği, başta değişen yaşam şartları olmak üzere çeşitli sebeplerle modern dünyada yaşama şansını yakalayamamaktadır.... more
Özet
Arkaik köklere dayanan ve kuşaktan kuşağa aktarılarak yakın zamana kadar getirilmiş olan pek çok kültürel miras örneği, başta değişen yaşam şartları olmak üzere çeşitli sebeplerle modern dünyada yaşama şansını yakalayamamaktadır. Özellikle modern medya aygıtlarının, kültürleşme süreçlerinin yoğun bir şekilde yaşanmasına olanak tanıdığı çağdaş dünyada, gelenekte var olan ve çeşitli işlevleri üstlenen kültürel yaratmaların yerini, tek bir merkezden üretilip bu medya aygıtları ile dünyaya dağılan kültürel unsurlar almakta ve bu durum sonucunda da yeryüzündeki pek çok yerel ve ulusal kültür yaşama şansını kaybetmektedir. Uzun vadede bu problemin doğuracağı tektipleşme tehlikesinin aslında insanlık adına evrensel bir tehlike oluşturduğunun farkına varılması ile birlikte bu tehlike olasılığı ile Birleşmiş Milletler öncülüğünde çok uluslu bir mücadele başlatılmıştır. İşaret edilen tehlike içerisindeki modern dünyada, başta SOKÜM Sözleşmesi’nin doğurduğu farkındalıkla, geleneksel olanı korumanın yolları aranmaktadır. SOKÜM Sözleşmesi’nde belirtilen kimlik saptaması, belgeleme, araştırma, muhafaza, koruma, geliştirme, güçlendirme, aktarma ve canlandırma gibi koruma biçimlerinden bazıları; halkbilimcilerin uygulamalı halk bilimi, fakelore, geleneğin icadı gibi kavramlar üzerinden yürüttüğü yenilikçi koruma yaklaşımları ile kesişmektedir. Bu kesişim kümesinde yürütülen çalışmaların ortaya çıkmasını sağlayan başta ticaret olmak üzere, eğitim, sanat gibi farklı motivasyon kaynakları bulunmaktadır. Politika da bu motivasyon kaynakları içerisinde, geleneğin yeniden yaratılmasında etkin ve güçlü itici kuvvetlerden biri olarak belirmektedir. Türkiye’de özellikle İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra ortaya çıkan milliyetçi derneklerin folklorik imgeleri çeşitli şekillerde kullanmasından Cumhuriyet’in erken yıllarındaki güçlü uluslaşma sürecinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin izlediği politikalarda İslam Öncesi ve Türkistan merkezli mitolojinin canlandırılmasına; Milliyetçi Hareket Partisi’nin 1969 yılında mitolojiden aldığı Bozkurt imgesini modern dünyaya adapte etmesinden, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin atlı okçuluk gibi geleneksel sporları canlandırma faaliyetlerine ve alplık-gazilik kurumlarının etkisinde geliştirilen hikâyelerin televizyon dizilerinde işlenmesine kadar, bu uygulama örnekleri geniş bir kümeyi oluşturmaktadır. Bu çalışmada, kaynağını politik yapılanmalardan alan belli başlı uygulama örneklerinin uygulanış biçimleri, hedefleri ve sonuçlarının incelenmesi amaçlanmaktadır. Uygulama örneklerinin belirlenmesinde SOKÜM Sözleşmesi’ndeki tasnif sistemi temel alınmıştır. Buna göre beş kategoriye ayrılan somut olmayan kültürel mirasa dair seçilen örnekler şu şekildedir: Birinci kategori olan somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar kümesine dâhil edilebilecek bozkurt imgesi, seçilen ilk örnektir. İkinci kategori olan gösteri sanatlarına giren askeri bando organizasyonu olan mehter uygulamaları, çalışmada kullanılacak bir başka örnektir. Toplumsal uygulamalar ritüeller ve şölenler şeklinde belirtilen üçüncü kümeye dâhil edilebilecek örnekse atlı okçuluk uygulamaları olarak belirlenmiştir. Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar kategorisine dâhil olan Nevruz etrafında oluşan inanç ve uygulamalar ve son küme olan el sanatları geleneğine dâhil edilebilecek olan hat geleneği ise çalışmada ele alınacak diğer örnekleri oluşturmaktadır. Söz konusu beş kültürel mirasın, siyaset eliyle modern dünyada yeniden yaratılması, canlandırılması ya da güçlendirilmesi şeklindeki uygulama örneklerinin hedefleri ile sonuçlarının örtüşüp örtüşmediği araştırılacaktır. Çalışma kapsamında veriler, medya kanalları ve sahada kaynak kişilerle yapılacak olan anketlerden elde edilecektir. Toplanacak olan bilgi yorumlanarak, folklordan alınarak gündelik hayatın içine siyasi bir motivasyonla yerleştirilen geleneksel unsurların üzerine yapışan politik anlamlar olup olmadığı, geleneğin yeniden yaratılmasında hangi aygıtların kullanıldığı, yeniden yaratılan geleneğin işlevsel bir dönüşüm yaşayıp yaşamadığı, geleneğin yeniden yaratılmasında siyasal güçlerin olumlu ve olumsuz sonuçlarının neler olduğu gibi konular üzerine genellemelere ulaşılmaya çalışılacaktır. Araştırma sonucunda elde edilecek olan genellemelerden hareketle, SOKÜM Sözleşmesi’nin hedefleriyle de bağlantılı olarak gelecekte yapılacak olan uygulamalı halk bilimi örneklerinde nelere dikkat edilmesi gerektiğine ulaşılmaya çalışılarak, ileriye dönük uygulama demelerinden olumlu sonuçların alınmasına katkı sağlanması hedeflenmektedir.
Arkaik köklere dayanan ve kuşaktan kuşağa aktarılarak yakın zamana kadar getirilmiş olan pek çok kültürel miras örneği, başta değişen yaşam şartları olmak üzere çeşitli sebeplerle modern dünyada yaşama şansını yakalayamamaktadır. Özellikle modern medya aygıtlarının, kültürleşme süreçlerinin yoğun bir şekilde yaşanmasına olanak tanıdığı çağdaş dünyada, gelenekte var olan ve çeşitli işlevleri üstlenen kültürel yaratmaların yerini, tek bir merkezden üretilip bu medya aygıtları ile dünyaya dağılan kültürel unsurlar almakta ve bu durum sonucunda da yeryüzündeki pek çok yerel ve ulusal kültür yaşama şansını kaybetmektedir. Uzun vadede bu problemin doğuracağı tektipleşme tehlikesinin aslında insanlık adına evrensel bir tehlike oluşturduğunun farkına varılması ile birlikte bu tehlike olasılığı ile Birleşmiş Milletler öncülüğünde çok uluslu bir mücadele başlatılmıştır. İşaret edilen tehlike içerisindeki modern dünyada, başta SOKÜM Sözleşmesi’nin doğurduğu farkındalıkla, geleneksel olanı korumanın yolları aranmaktadır. SOKÜM Sözleşmesi’nde belirtilen kimlik saptaması, belgeleme, araştırma, muhafaza, koruma, geliştirme, güçlendirme, aktarma ve canlandırma gibi koruma biçimlerinden bazıları; halkbilimcilerin uygulamalı halk bilimi, fakelore, geleneğin icadı gibi kavramlar üzerinden yürüttüğü yenilikçi koruma yaklaşımları ile kesişmektedir. Bu kesişim kümesinde yürütülen çalışmaların ortaya çıkmasını sağlayan başta ticaret olmak üzere, eğitim, sanat gibi farklı motivasyon kaynakları bulunmaktadır. Politika da bu motivasyon kaynakları içerisinde, geleneğin yeniden yaratılmasında etkin ve güçlü itici kuvvetlerden biri olarak belirmektedir. Türkiye’de özellikle İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra ortaya çıkan milliyetçi derneklerin folklorik imgeleri çeşitli şekillerde kullanmasından Cumhuriyet’in erken yıllarındaki güçlü uluslaşma sürecinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin izlediği politikalarda İslam Öncesi ve Türkistan merkezli mitolojinin canlandırılmasına; Milliyetçi Hareket Partisi’nin 1969 yılında mitolojiden aldığı Bozkurt imgesini modern dünyaya adapte etmesinden, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin atlı okçuluk gibi geleneksel sporları canlandırma faaliyetlerine ve alplık-gazilik kurumlarının etkisinde geliştirilen hikâyelerin televizyon dizilerinde işlenmesine kadar, bu uygulama örnekleri geniş bir kümeyi oluşturmaktadır. Bu çalışmada, kaynağını politik yapılanmalardan alan belli başlı uygulama örneklerinin uygulanış biçimleri, hedefleri ve sonuçlarının incelenmesi amaçlanmaktadır. Uygulama örneklerinin belirlenmesinde SOKÜM Sözleşmesi’ndeki tasnif sistemi temel alınmıştır. Buna göre beş kategoriye ayrılan somut olmayan kültürel mirasa dair seçilen örnekler şu şekildedir: Birinci kategori olan somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar kümesine dâhil edilebilecek bozkurt imgesi, seçilen ilk örnektir. İkinci kategori olan gösteri sanatlarına giren askeri bando organizasyonu olan mehter uygulamaları, çalışmada kullanılacak bir başka örnektir. Toplumsal uygulamalar ritüeller ve şölenler şeklinde belirtilen üçüncü kümeye dâhil edilebilecek örnekse atlı okçuluk uygulamaları olarak belirlenmiştir. Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar kategorisine dâhil olan Nevruz etrafında oluşan inanç ve uygulamalar ve son küme olan el sanatları geleneğine dâhil edilebilecek olan hat geleneği ise çalışmada ele alınacak diğer örnekleri oluşturmaktadır. Söz konusu beş kültürel mirasın, siyaset eliyle modern dünyada yeniden yaratılması, canlandırılması ya da güçlendirilmesi şeklindeki uygulama örneklerinin hedefleri ile sonuçlarının örtüşüp örtüşmediği araştırılacaktır. Çalışma kapsamında veriler, medya kanalları ve sahada kaynak kişilerle yapılacak olan anketlerden elde edilecektir. Toplanacak olan bilgi yorumlanarak, folklordan alınarak gündelik hayatın içine siyasi bir motivasyonla yerleştirilen geleneksel unsurların üzerine yapışan politik anlamlar olup olmadığı, geleneğin yeniden yaratılmasında hangi aygıtların kullanıldığı, yeniden yaratılan geleneğin işlevsel bir dönüşüm yaşayıp yaşamadığı, geleneğin yeniden yaratılmasında siyasal güçlerin olumlu ve olumsuz sonuçlarının neler olduğu gibi konular üzerine genellemelere ulaşılmaya çalışılacaktır. Araştırma sonucunda elde edilecek olan genellemelerden hareketle, SOKÜM Sözleşmesi’nin hedefleriyle de bağlantılı olarak gelecekte yapılacak olan uygulamalı halk bilimi örneklerinde nelere dikkat edilmesi gerektiğine ulaşılmaya çalışılarak, ileriye dönük uygulama demelerinden olumlu sonuçların alınmasına katkı sağlanması hedeflenmektedir.
Bu çalışmada, kültürlerin ve geleneklerin hiçbir zaman ‘saf’ ve ‘özgün’ hâlde bulunmadıkları, ‘yaratılışlarının’ mübadele, uzlaşma, temellük etme, adaptasyon, melezleşme gibi süreçlere dayandığı varsayımından yola çıkılmıştır. Buna göre... more
Bu çalışmada, kültürlerin ve geleneklerin hiçbir zaman ‘saf’ ve ‘özgün’ hâlde bulunmadıkları, ‘yaratılışlarının’ mübadele, uzlaşma, temellük etme, adaptasyon, melezleşme gibi süreçlere dayandığı varsayımından yola çıkılmıştır. Buna göre bir kültürün veya geleneğin oluşması, zorunlu olarak diyalogdan geçer; bölgesel ve uluslararası çevreyle karşılıklı ilişki içinde gelişir. Bunun yanında her gelenek, belirli toplumsal ihtiyaçlar ışığında sonradan icat edilir ve yeniden icat edilir. Bu yaratılış süreci, bazen nispeten ‘doğal’ denebilecek yollarla gerçekleşirken, zaman zaman ise bilinçli bir senkretizm çabasına dayanır. Bu makale, kendilerini ‘Osmanlı şehir müziği’ yapan bir grup olarak tanımlayan ve tahayyül ettikleri bu ‘geleneksel’ müziği popüler müzik çalgılarından da faydalanmak suretiyle ‘modernleştirerek’ icra eden Kırıka özelinde; geleneğin canlandırılması, yeniden yaratılması ve tahayyül yoluyla icat edilmesi sacayağında konuya hem analitik bir yaklaşım getirmeye çalışır, hem de geleneğin yaratılma süreçlerindeki varsayımlara yönelik eleştirel bir bakış geliştirmeyi amaçlar.
*
This study relies upon the hypothesis that cultures and traditions are never ‘pure’ and ‘genuine’, and their ‘creation’ is based on processes like cultural exchange, reconciliation, appropriation, adaptation, and hybridization. In line with this assumption, a culture or a tradition can only form by dialog, and they develop by interacting with regional and international milieu. In addition, each tradition gets invented and reinvented afterwards in concert with certain social needs. This creation process sometimes bears upon manners that can be called relatively ‘natural’, while it also takes deliberate stabs at syncretism from time to time. This paper, investigating the case of Kırıka which describe themselves as a band performing ‘Ottoman urban music’ but use pop music instruments at the same time and modernize such ‘imagined’ traditional music by doing so, attempts to give an analytical insight for the topic based on the concepts of revival, recreation and invention of tradition, and develops a critical approach towards the assumptions employed while fabricating the tradition.
*
This study relies upon the hypothesis that cultures and traditions are never ‘pure’ and ‘genuine’, and their ‘creation’ is based on processes like cultural exchange, reconciliation, appropriation, adaptation, and hybridization. In line with this assumption, a culture or a tradition can only form by dialog, and they develop by interacting with regional and international milieu. In addition, each tradition gets invented and reinvented afterwards in concert with certain social needs. This creation process sometimes bears upon manners that can be called relatively ‘natural’, while it also takes deliberate stabs at syncretism from time to time. This paper, investigating the case of Kırıka which describe themselves as a band performing ‘Ottoman urban music’ but use pop music instruments at the same time and modernize such ‘imagined’ traditional music by doing so, attempts to give an analytical insight for the topic based on the concepts of revival, recreation and invention of tradition, and develops a critical approach towards the assumptions employed while fabricating the tradition.
Dede Korkut Hikâyelerinin Sinemaya Aktarımında Geleneğin İcadı, Dilin Adaptasyonu ve Kurgunun Yeniden Yaratımı: “Salur Kazan: Zoraki Kahraman” Filmi Örneği / The Invention of Tradition, the Adaptation of the Language and the... more
Dede Korkut Hikâyelerinin Sinemaya Aktarımında Geleneğin İcadı, Dilin Adaptasyonu ve Kurgunun Yeniden Yaratımı: “Salur Kazan: Zoraki Kahraman” Filmi Örneği / The Invention of Tradition, the Adaptation of the Language and the Reconstruction of Fiction in the Transfer of Dede Korkut Stories to Cinema: “Salur Kazan Zoraki Kahraman”
Culture is a set of values that are based on the processes of nationalization and the coexistence of societies. Culture is created by people as a result of historical and social processes and is the sum of material and spiritual elements that determine all the characteristics and acceptances of society. In this respect, cultural elements derive their source from the experiences, practices and material-spiritual products that society has brought about for centuries. Oral narratives such as myth, saga, legend and fairy tale contribute greatly to the reflection of cultural accumulation and its transmission from generation to generation. These elements of oral culture, which are passed through the historical processes in order to be transferred in a literal way, were later recorded with the invention of writing and moved to "electronic culture environment" with technological developments. The stories of Dede Korkut are one of the most important texts of Turkish culture without exception, transferred from oral tradition to writing. In this respect, it contains almost all the building blocks of Turkish culture. From the date it was written to date, it has been the source of many artistic products such as radio programs, Theatre, short stories, novels, cartoons, cartoons and movies. Dede Korkut stories, which occupy an important place in cultural transfer through direct reflection, literary transformation and re-creation, have recently been presented to the interlocutors with different cinema and writing methods. The film “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)”, which is written and directed by Burak Aksak, is an example of one of the Dede Korkut stories being transferred to cinema with a new style and technical understanding, in a way that differs from the examples produced to date of “The Story of The House of Salur Kazan Was Looted”. In the film, the use of different techniques such as anachronism, structure-solution, structure-distortion, adaptation/adaptation of epic language to the present day, re- editing and creation takes the film to a different point than the other examples. In this work, the film “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” will be examined in the context of the invention of tradition, the adaptation of language and the re-creation of fiction”. In terms of language and text characteristics of the narrative, the way it is transferred to the film will be examined and it will be discussed how effective these elements are in matters such as the transmission of content and understanding by the interlocutors.
/////////////////////////////////////////////////////////////
Kültür, toplumların milletleşme ve bir arada yaşayabilme süreçlerinin temelinde yer alan, yine insanlar tarafından tarihî ve içtimâî süreçlerin sonucu olarak ortaya konan, toplumun bütün hususiyet ve kabullerini belirleyen maddî ve manevî değerler silsilesidir. Bu yönüyle kültürel unsurlar, kaynağını toplumun asırlar boyu taşıdığı birikimler, teamüller ve meydana getirdiği maddi-manevi ürünlerden almaktadır. Mit, destan, efsane, masal gibi sözlü anlatımlar, kültürel birikimlerin yansıtılmasına ve nesilden nesile aktarılmasına büyük katkı sağlamaktadır. Tarihî süreçlerden geçerken sırasıyla şifâhî yolla aktarılan bu sözlü kültür unsurları, daha sonra yazının icadıyla kayıt altına alınma imkânına kavuşmuş ve teknolojik gelişmelerle beraber elektronik kültür ortamına taşınmıştır. Dede Korkut Hikâyeleri, sözlü gelenekten yazıya aktarılmış, Türk kültürünün istisnasız en önemli metinlerinden biridir. Bu yönüyle, Türk kültürünün neredeyse bütün yapıtaşlarını barındırmaktadır. Yazıya geçirildiği tarihten bugüne kadar radyo programları, tiyatro, öykü, roman, karikatür gibi birçok sanatsal ürüne metinsel bağlamda kaynaklık etmiş; zamanla çizgi film ve sinema ürünlerine de konu olmuştur. Doğrudan yansıtma, edebî dönüştürüm, yeniden yaratım gibi yollarla kültürel aktarımda önemli bir yer işgal eden Dede Korkut Hikâyeleri, son zamanlarda, farklı sinema ve yazım metotlarıyla, muhataplara sunulmaktadır. Senaryosu ve yönetmenliği Burak Aksak’a ait olan “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” filmi, “Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boy”un bugüne kadar üretilen örneklerden farklı olacak şekilde, Dede Korkut boylarından birinin yeni bir üslup ve teknik anlayışla sinemaya aktarılma örneğidir. Filmde, anakroni, yapı-çözüm, yapı-bozum, destan dilinin günümüze intibakı/adaptasyonu, yeniden kurgulanması ve yaratılması gibi farklı tekniklerin kullanılması, bahsi geçen filmi, diğer örneklerden farklı bir noktaya taşımaktadır. Bu çalışmada, “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” filmi, geleneğin icadı, dilin adaptasyonu ve kurgunun yeniden yaratımı” bağlamında incelenecektir. Boydaki anlatının dil ve metin hususiyeti bakımından filme aktarılış şekli irdelenerek, yazılı kültür ortamından elektronik kültür ortamına geçen bu unsurların, muhtevayı iletme, muhataplarca anlaşılma gibi hususlarda ne derece etkili olduğu tartışılacaktır.
Culture is a set of values that are based on the processes of nationalization and the coexistence of societies. Culture is created by people as a result of historical and social processes and is the sum of material and spiritual elements that determine all the characteristics and acceptances of society. In this respect, cultural elements derive their source from the experiences, practices and material-spiritual products that society has brought about for centuries. Oral narratives such as myth, saga, legend and fairy tale contribute greatly to the reflection of cultural accumulation and its transmission from generation to generation. These elements of oral culture, which are passed through the historical processes in order to be transferred in a literal way, were later recorded with the invention of writing and moved to "electronic culture environment" with technological developments. The stories of Dede Korkut are one of the most important texts of Turkish culture without exception, transferred from oral tradition to writing. In this respect, it contains almost all the building blocks of Turkish culture. From the date it was written to date, it has been the source of many artistic products such as radio programs, Theatre, short stories, novels, cartoons, cartoons and movies. Dede Korkut stories, which occupy an important place in cultural transfer through direct reflection, literary transformation and re-creation, have recently been presented to the interlocutors with different cinema and writing methods. The film “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)”, which is written and directed by Burak Aksak, is an example of one of the Dede Korkut stories being transferred to cinema with a new style and technical understanding, in a way that differs from the examples produced to date of “The Story of The House of Salur Kazan Was Looted”. In the film, the use of different techniques such as anachronism, structure-solution, structure-distortion, adaptation/adaptation of epic language to the present day, re- editing and creation takes the film to a different point than the other examples. In this work, the film “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” will be examined in the context of the invention of tradition, the adaptation of language and the re-creation of fiction”. In terms of language and text characteristics of the narrative, the way it is transferred to the film will be examined and it will be discussed how effective these elements are in matters such as the transmission of content and understanding by the interlocutors.
/////////////////////////////////////////////////////////////
Kültür, toplumların milletleşme ve bir arada yaşayabilme süreçlerinin temelinde yer alan, yine insanlar tarafından tarihî ve içtimâî süreçlerin sonucu olarak ortaya konan, toplumun bütün hususiyet ve kabullerini belirleyen maddî ve manevî değerler silsilesidir. Bu yönüyle kültürel unsurlar, kaynağını toplumun asırlar boyu taşıdığı birikimler, teamüller ve meydana getirdiği maddi-manevi ürünlerden almaktadır. Mit, destan, efsane, masal gibi sözlü anlatımlar, kültürel birikimlerin yansıtılmasına ve nesilden nesile aktarılmasına büyük katkı sağlamaktadır. Tarihî süreçlerden geçerken sırasıyla şifâhî yolla aktarılan bu sözlü kültür unsurları, daha sonra yazının icadıyla kayıt altına alınma imkânına kavuşmuş ve teknolojik gelişmelerle beraber elektronik kültür ortamına taşınmıştır. Dede Korkut Hikâyeleri, sözlü gelenekten yazıya aktarılmış, Türk kültürünün istisnasız en önemli metinlerinden biridir. Bu yönüyle, Türk kültürünün neredeyse bütün yapıtaşlarını barındırmaktadır. Yazıya geçirildiği tarihten bugüne kadar radyo programları, tiyatro, öykü, roman, karikatür gibi birçok sanatsal ürüne metinsel bağlamda kaynaklık etmiş; zamanla çizgi film ve sinema ürünlerine de konu olmuştur. Doğrudan yansıtma, edebî dönüştürüm, yeniden yaratım gibi yollarla kültürel aktarımda önemli bir yer işgal eden Dede Korkut Hikâyeleri, son zamanlarda, farklı sinema ve yazım metotlarıyla, muhataplara sunulmaktadır. Senaryosu ve yönetmenliği Burak Aksak’a ait olan “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” filmi, “Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boy”un bugüne kadar üretilen örneklerden farklı olacak şekilde, Dede Korkut boylarından birinin yeni bir üslup ve teknik anlayışla sinemaya aktarılma örneğidir. Filmde, anakroni, yapı-çözüm, yapı-bozum, destan dilinin günümüze intibakı/adaptasyonu, yeniden kurgulanması ve yaratılması gibi farklı tekniklerin kullanılması, bahsi geçen filmi, diğer örneklerden farklı bir noktaya taşımaktadır. Bu çalışmada, “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” filmi, geleneğin icadı, dilin adaptasyonu ve kurgunun yeniden yaratımı” bağlamında incelenecektir. Boydaki anlatının dil ve metin hususiyeti bakımından filme aktarılış şekli irdelenerek, yazılı kültür ortamından elektronik kültür ortamına geçen bu unsurların, muhtevayı iletme, muhataplarca anlaşılma gibi hususlarda ne derece etkili olduğu tartışılacaktır.
Gelenek, bir milletin tarih sahnesine çıktığı ilk andan başlayarak tarihî, içtimaî birikimler ve kültürel unsurlar çerçevesinde oluşturduğu, birtakım tekrar, sembol ve uygulamalara dayanan toplumsal kabullerdir. Bu yönüyle toplumu kuşatır... more
Gelenek, bir milletin tarih sahnesine çıktığı ilk andan başlayarak tarihî, içtimaî birikimler ve kültürel unsurlar çerçevesinde oluşturduğu, birtakım tekrar, sembol ve uygulamalara dayanan toplumsal kabullerdir. Bu yönüyle toplumu kuşatır ve topluluğun bütün unsurları üzerinde etki sahibidir. Toplumsal kabuller, geleneğin bağlayıcılığı neticesinde belirlenir. Gelenek, toplumun mazisiyle bugününü, tarihî birikimi kullanmak suretiyle harmanlar ve nesilden nesile aktarım yoluyla geleceğe uzanır. Bu sebeple kültürün aktarıcısı gelenektir. Teknik ve teknolojik gelişmeler, zamanla, geleneği de etkilemektedir. Gelenek, ihtiyaçlar ve çağın şartları çerçevesinde değişir, dönüşür ve güncele uyarlanır. Değişim, geleneğin yeni unsurlarla bütünleşmesi yoluyla meydana gelmekteyken; dönüşüm ve uyarlanma, maziye ait unsurlardan esinlenmek yoluyla yeni kabul, uygulama ve ürünlerin ortaya çıkarılması şeklinde gerçekleşir. Bu süreçler dışında, gelenek yeniden icat edilerek de çağa ayak uydurur. “İcat edilmiş gelenek” veya “geleneğin icadı”, geçmişin bağlarına dayanan yeni bir geleneksel yorum ve yer yer tamamen yeni bir gelenek meydana getirir. Bu bakımdan icat edilmiş gelenek, küreselleşen dünyada kültürel unsurların yaşatılması ve geleceğe aktarılmasında önemli bir rol üstlenir. Nasreddin Hoca; hazır cevaplığı, zekâsı, olaylar karşısındaki tutumu ve dünya görüşüyle Türk kültürünün en önemli yapıtaşlarından birisidir. Geçmişten günümüze, ismi çevresinde anlatılagelen fıkralar, Türk toplumunun mizah ve eğlenme ihtiyaçlarına cevap vermekle beraber, didaktik birer anlatı olma özelliği de taşımaktadır. Bu sebeple “Nasreddin Hoca” ismi, kolektif bellekte yaşayan fıkraları da aşarak bütün sanat eserlerinde kendine yer bulmayı başarmıştır. Gelenekte kendi başına yaşayabilme başarısı gösteren Nasreddin Hoca tipi; tiyatro, sinema, öykü ve roman gibi edebi ürünlerde sıklıkla kullanılmasının yanı sıra karikatür sanatında da kendine yer bulmuş ve birçok karikatüre konu edilmiştir. Mizahî yönü ve toplumu kuşatıcılığının da yardımıyla karikatürlerde önemli bir tip haline gelmiştir. Anakronik öğeler ve dönüştürümlerin kullanımıyla modern dünyaya taşınması, fıkralarının günümüz mizah anlayışıyla yeniden değerlendirilmesi, Nasreddin Hoca çerçevesinde yeni bir gelenek “icat” etmiştir. İcat edilmiş bu gelenek sonucunda Hoca’nın ismi etrafında anlatılan yeni fıkralar meydana gelmiştir. Çünkü karikatürlerde Nasreddin Hoca fıkralarına yapılan her bir gönderme, ekleme çıkarma, dönüştürüm, yeni, daha önce anlatılmamış bir fıkra yaratmaktadır. Bu çalışmada, farklı mizah dergilerinde yayınlanan Nasreddin Hoca karikatürleri, geleneğin icadı bağlamında incelenecektir. Nasreddin Hoca’ya atfedilen hangi fıkraların ne şekilde kullanıldığı, ne gibi anakronik ve edebi dönüştürümler yapıldığı, fıkralardan hareketle yeniden yaratımın ne şekilde gerçekleştirildiği ve kurgunun bozularak yeni formlara ne şekilde büründürüldüğü incelenecektir. Elde edilen bulgulardan hareketle, Nasreddin Hoca etrafında icat edilen yeni geleneğin vasıfları tartışılacaktır. /////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////// Tradition is a social acceptance based on several repetitions, symbols, and practices that a nation has formed within the framework of historical, social accumulations and cultural elements from the moment it first appeared on the stage of history. In this aspect, it surrounds the community and influences all elements of the community. Social admissions are determined by the binding of tradition. Tradition blends the past and present of society and extends to the future through generation to generation transmission. For this reason, tradition is the transponder of culture. Technical and technological developments, over time, also affect tradition. Tradition changes, changes and adapts to the present within the framework of needs and conditions of the age. While change occurs through the integration of tradition with new elements, transformation and adaptation take place in the form of new acceptance, practices and products through inspiration from the elements of the past. Apart from these processes, tradition is re-invented and keeps up with the times. “The invented tradition” or “the invention of tradition” creates a new traditional interpretation based on the bonds of the past and, in places, a completely new tradition. In this respect, the invented tradition plays an important role in sustaining and transferring cultural elements into the future in the globalized world. Nasreddin Hodja is one of the most important building blocks of Turkish culture with his ready-to-answer, intelligence, attitude towards events and world view. From the past to the present, the jokes that are narrated around the name of Nasreddin Hodja respond to the needs of Turkish society for humor and fun, but they are also didactic narratives. For this reason, the name “Nasreddin Hodja” has managed to find its place in all works of art by transcending the jokes that live in the collective memory. Nasreddin Hodja type, who is successful in living on his own in the tradition, has found a place in the art of caricature as well as being frequently used in literary products such as theatre, cinema, short stories and novels and has been the subject of many caricatures. With the help of his humorous direction and his encirclement of society, Hodja became an important type in cartoons. A new tradition has been “invented” within the framework of Nasreddin Hodja, to convey his jokes to the modern world through the use of anachronistic elements and transformations, to reassess his jokes with the modern sense of humor. As a result of this invented tradition, new jokes around Hodja's name have emerged. Because every reference to Nasreddin Hodja jokes in cartoons, adding, removing, converting, creates a new, previously untold joke. In this study, the caricatures of Nasreddin Hodja published in different humor magazines will be examined in the context of “the invention of tradition”. It will be examined how the jokes attributed to Nasreddin Hoca were used, what anachronistic and literary transformations were made, how the re-creation was performed based on the jokes, and how the fiction was distorted and taken into new forms. Based on the findings, the characteristics of the new tradition invented around Nasreddin Hodja will be discussed.
Laughing is an act as old as human history and it has a huge impact on human behavior and culture. Laughing with aesthetic and relaxing side, in the name of strictness in the social memory gives all flexibility. Thus, it makes social... more
Laughing is an act as old as human history and it has a huge impact on human behavior and culture. Laughing with aesthetic and relaxing side, in the name of strictness in the social memory gives all flexibility. Thus, it makes social coexistence and cohesion possible. Today, humor magazines are one of the main media in which the elements of humor are reflected in print. Caricaturists, draw in these magazines, create unique laugh elements by feeding on culture and thus are instrumental in integrating society in the context of the act of laughing. The caricaturists feed on oral culture as well as written culture and transform these literary genres with humorous aspects of folk culture elements. In this way, elements of folk culture are updated and transformed and culture is provided without interruption. One of the elements of folk culture used by the caricaturists as a laughing material is the tradition of minstrelsy. Cartoonists such as Selcuk Erdem and Özer Aydogan adopt different aspects of the culture of love to the younger generations in ways such as "cultural deviance, contrast, misunderstanding, logic errors and inter-culturalism". These artists embrace the power of humor and create a portrait of a “tradition of love and minstrelsy” in young minds. Thus, cultural transmission is ensured by preventing media and technology from uniformizing culture and human lives through rapid content consumption and corruption. In this study, how the minstrel tradition, which has been negatively affected by the modern era and the media, is dealt with through cartoons; how the cartoons are fed from the minstrel tradition and how and how much they affect the collective culture will be examined in the context of the media, caricature and minstrel tradition. /////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////// Gülme, insanlık tarihi kadar eski bir eylem olmakla beraber insan davranışları ve kültür üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Estetik ve rahatlatıcı yanıyla, toplumsal bellekte katılık namına ne varsa hepsine esneklik kazandırır. Böylece toplumsal birlikteliği ve kaynaşmayı mümkün kılar. Günümüzde güldürü öğelerinin basılı halde yansıtıldığı temel mecralardan biri de mizah dergileridir. Bu dergilerde çizerler, kültürden beslenmek suretiyle özgün güldürü öğeleri oluşturur ve böylelikle gülme eylemi bağlamında toplumda bütünleşmeye vesile olur. Çizerler, yazılı kültür kadar sözlü kültürden de beslenir ve halk kültürü öğelerinin mizahi yanlarıyla bu edebî türleri dönüştürür. Bu yolla halk kültürü unsurları güncellenip, dönüştürülerek kültürde kesintisizlik sağlanır. Çizerlerin, yoğun bir biçimde güldürü malzemesi olarak kullandığı halk kültürü unsurlarından biri de âşıklık geleneğidir. Geleneğin bütününden güldürü malzemesi çıkaran başta Selçuk Erdem ve Özer Aydoğan gibi karikatüristler, genç nesillere âşık kültürünün farklı yanlarını kültürel sapma, zıtlık, yanlış anlama, mantık hataları ve kültürlerarasılık gibi yollar ve mizahın gücüyle benimsetip genç dimağlarda bir “âşık ve âşıklık geleneği” portresi oluşturmaktadır. Böylece, medyanın ve teknolojinin, kültür ve insan hayatlarını hızlı içerik tüketimi ve yozlaştırma yoluyla tek tipleştirmesinin önüne geçilip, kültürel aktarım sağlanmaktadır. Bu çalışmada, modern çağ ve medyanın etkilerinden olumsuz biçimde etkilenen âşıklık geleneğinin karikatürler aracılığıyla ne şekilde ele alındığı; bahsi geçen karikatürlerin âşıklık geleneğinden ne derece beslendiği ve kolektif kültürü nasıl ve ne kadar etkilediği, medya, karikatür ve âşıklık geleneği bağlamında incelenecektir.
- by Hasan Kızıldağ and +1
- •
- Mizah, Karikatür, Aşıklık Geleneği, Geleneğin İcadı
ÖZ Hıdırellez, bahar ve bolluk bayramı olarak gerek Türk dünyasında gerekse Türkiye’nin birçok bölgesinde varlığını sürdüren mevsimsel ritüelistik kutlamalardandır. Çoğunlukla 5-6 Mayıs tarihlerinde kutlanan bu bayramın ismi, Hızır ve... more
ÖZ
Hıdırellez, bahar ve bolluk bayramı olarak gerek Türk dünyasında gerekse Türkiye’nin birçok bölgesinde varlığını sürdüren mevsimsel ritüelistik kutlamalardandır. Çoğunlukla 5-6 Mayıs tarihlerinde kutlanan bu bayramın ismi, Hızır ve İlyas kelimelerinin halk ağzında birlikte söylenmesiyle oluşturulmuştur. İnanışa göre Hızır ve İlyas adında doğaüstü niteliklere sahip iki peygamber, evlere gelerek bolluk ve bereket getirmekte ve zaman zaman insanların yardımına koşmaktadır. Hızır bu görevi karada, İlyas ise denizde yapmaktadır. Hızır ve İlyas senede bir gün, 6 Mayıs tarihinde bir araya gelmekte ve bu birliktelikten kaynaklı olarak da Hıdırellez kutlamaları yapılmaktadır. Tarihi İslamiyet’ten önceki dönemlere uzanan Hıdırellez’in, son zamanlarda özellikle belediyeler tarafından yeniden canlandırılarak şehir merkezlerinde festival havası içerisinde kutlandığı görülmektedir. Çalışmada, bu kutlamalardan biri olan Ankara Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi ve Altındağ Belediyesi tarafından organize edilen Hamamönü Hıdırellez Şenlikleri; fakelore, geleneğin icadı ve uygulamalı halk bilimi kavramları çerçevesinde ele alınmıştır. 2019 yılında dokuzuncusu düzenlenen şenlik, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü akademik personeli ile öğrencilerinin katkıları ve belediyenin desteğiyle Hamamönü’nde bulunan bir parkta 5 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Şenlik esnasında ateşten atlama, tuz ekmek hakkı, âşık çadırı, masal çadırı, orta oyunu, çocuk oyunları, nisan tası gibi birçok uygulamaya yer verilmektedir. İçerisinde, yukarıda bahsedilen ritüelleri barındıran bu tür kutlamalar, kimi zaman beraberinde fakelore tartışmalarını da getirmektedir. Fakelore, İngilizce “fake / sahte” ve “lore / bilgi” kelimelerinden oluşturulan ve sahte folkloru tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Çalışmada Hamamönü Hıdırellez Şenlikleri, fakelore, geleneğin icadı ve uygulamalı halk bilimi bağlamında; geleneğin kutlanma zamanı, mekânı, ritüelistik özellikleri, işlevi ve katılımcıları açısından incelenmiştir. Şenliğin gelenek temelli olması ve herhangi bir maddi kaygı gözetmemesi, fakelore kavramından ziyade, çağdaş kente uyarlanmış bir uygulamalı halk bilimi örneği olarak ele alınması gerektiği sonucunu ortaya koymuştur.
ABSTRACT
Hıdırellez is one of the seasonal ritualistic celebrations that exist as a spring and abundance festival in many regions of Turkey and the Turkic world. The name of this festival which is mostly celebrated on May 5-
6, has been created by the words Hızır and İlyas together in colloquial speech. According to the belief, the two prophets who have supernatural qualities called Hızır and İlyas bring abundance and fertility coming to the houses and running to help people from time to time. Hızır does this task on land and İlyas on the sea. Hızır and İlyas meet on May 6 once a year. They are made of Hıdırellez celebration due to this meeting. It is seen that Hıdırellez, whose history goes back to the periods before Islam, is celebrated in the festival atmosphere in the city centres, recently revived especially by municipalities. In this study, one of these celebrations, Hamamönü Hıdırellez Festival organized by Ankara Intangible Cultural Heritage Museum and Altındağ Municipality, has
been examined within the framework of fakelore, the invention of tradition and applied folklore. The festival, which was held for the ninth time in 2019, was held on May 5 at a park in Hamamönü, with the contributions of the academic staff and the students of Ankara Hacı Bayram Veli University, Department of Turkish Folklore and with the support of the Municipality. During the festival, there are many rituals such as jump from fire, tuz ekmek hakkı (salt and bread distribution), the poet tent, tent of tale, theatre in the round, children's games, nisan tası. Such celebrations, which include the above-mentioned rituals, sometimes bring fakelore discussions with it. Fakelore is a concept created from the words “fake / fake” and “lore / information” in English and is used to describe fake folklore. In the study, Hamamönü Hıdırellez festivals have been studied in terms of the time of celebration of tradition, place, ritualistic features, function and participants in the context of fakelore, tradition of invention and applied folklore. The fact that the festival is tradition-based and does not have any financial concerns has revealed the conclusion that it should be considered as an example of applied folklore adapted to the modern city rather than the concept of fakelore.
Hıdırellez, bahar ve bolluk bayramı olarak gerek Türk dünyasında gerekse Türkiye’nin birçok bölgesinde varlığını sürdüren mevsimsel ritüelistik kutlamalardandır. Çoğunlukla 5-6 Mayıs tarihlerinde kutlanan bu bayramın ismi, Hızır ve İlyas kelimelerinin halk ağzında birlikte söylenmesiyle oluşturulmuştur. İnanışa göre Hızır ve İlyas adında doğaüstü niteliklere sahip iki peygamber, evlere gelerek bolluk ve bereket getirmekte ve zaman zaman insanların yardımına koşmaktadır. Hızır bu görevi karada, İlyas ise denizde yapmaktadır. Hızır ve İlyas senede bir gün, 6 Mayıs tarihinde bir araya gelmekte ve bu birliktelikten kaynaklı olarak da Hıdırellez kutlamaları yapılmaktadır. Tarihi İslamiyet’ten önceki dönemlere uzanan Hıdırellez’in, son zamanlarda özellikle belediyeler tarafından yeniden canlandırılarak şehir merkezlerinde festival havası içerisinde kutlandığı görülmektedir. Çalışmada, bu kutlamalardan biri olan Ankara Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi ve Altındağ Belediyesi tarafından organize edilen Hamamönü Hıdırellez Şenlikleri; fakelore, geleneğin icadı ve uygulamalı halk bilimi kavramları çerçevesinde ele alınmıştır. 2019 yılında dokuzuncusu düzenlenen şenlik, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü akademik personeli ile öğrencilerinin katkıları ve belediyenin desteğiyle Hamamönü’nde bulunan bir parkta 5 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. Şenlik esnasında ateşten atlama, tuz ekmek hakkı, âşık çadırı, masal çadırı, orta oyunu, çocuk oyunları, nisan tası gibi birçok uygulamaya yer verilmektedir. İçerisinde, yukarıda bahsedilen ritüelleri barındıran bu tür kutlamalar, kimi zaman beraberinde fakelore tartışmalarını da getirmektedir. Fakelore, İngilizce “fake / sahte” ve “lore / bilgi” kelimelerinden oluşturulan ve sahte folkloru tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Çalışmada Hamamönü Hıdırellez Şenlikleri, fakelore, geleneğin icadı ve uygulamalı halk bilimi bağlamında; geleneğin kutlanma zamanı, mekânı, ritüelistik özellikleri, işlevi ve katılımcıları açısından incelenmiştir. Şenliğin gelenek temelli olması ve herhangi bir maddi kaygı gözetmemesi, fakelore kavramından ziyade, çağdaş kente uyarlanmış bir uygulamalı halk bilimi örneği olarak ele alınması gerektiği sonucunu ortaya koymuştur.
ABSTRACT
Hıdırellez is one of the seasonal ritualistic celebrations that exist as a spring and abundance festival in many regions of Turkey and the Turkic world. The name of this festival which is mostly celebrated on May 5-
6, has been created by the words Hızır and İlyas together in colloquial speech. According to the belief, the two prophets who have supernatural qualities called Hızır and İlyas bring abundance and fertility coming to the houses and running to help people from time to time. Hızır does this task on land and İlyas on the sea. Hızır and İlyas meet on May 6 once a year. They are made of Hıdırellez celebration due to this meeting. It is seen that Hıdırellez, whose history goes back to the periods before Islam, is celebrated in the festival atmosphere in the city centres, recently revived especially by municipalities. In this study, one of these celebrations, Hamamönü Hıdırellez Festival organized by Ankara Intangible Cultural Heritage Museum and Altındağ Municipality, has
been examined within the framework of fakelore, the invention of tradition and applied folklore. The festival, which was held for the ninth time in 2019, was held on May 5 at a park in Hamamönü, with the contributions of the academic staff and the students of Ankara Hacı Bayram Veli University, Department of Turkish Folklore and with the support of the Municipality. During the festival, there are many rituals such as jump from fire, tuz ekmek hakkı (salt and bread distribution), the poet tent, tent of tale, theatre in the round, children's games, nisan tası. Such celebrations, which include the above-mentioned rituals, sometimes bring fakelore discussions with it. Fakelore is a concept created from the words “fake / fake” and “lore / information” in English and is used to describe fake folklore. In the study, Hamamönü Hıdırellez festivals have been studied in terms of the time of celebration of tradition, place, ritualistic features, function and participants in the context of fakelore, tradition of invention and applied folklore. The fact that the festival is tradition-based and does not have any financial concerns has revealed the conclusion that it should be considered as an example of applied folklore adapted to the modern city rather than the concept of fakelore.
Öz Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından bağımsızlığına kavuşan Kazakistan, millî unsurlarını öne çıkaran devlet politikasıyla dikkat çekmektedir. Kazakistan’da kurucu Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev öncülüğünde ortak Türk... more
Öz
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından bağımsızlığına kavuşan Kazakistan, millî unsurlarını öne çıkaran devlet politikasıyla dikkat çekmektedir. Kazakistan’da kurucu Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev öncülüğünde ortak Türk kimliğini ve Kazak millî kimliğini güçlendirmeye yönelik faaliyetler yürütülmektedir. Kazak halkının millî kültürü, Kazak millî kimliğinin güçlendirilmesinde önemli bir kaynak olarak görülmektedir. Bu kapsamda devlet eliyle Kazak halkına özgü özel günlerin, millî bayramların kutlanmasına büyük önem verilmektedir. Kazaklara özgü bu bayramlardan biri Amal Merekesi/Körisüv Küni (Amal Bayramı/Görüşme Günü) adını taşımaktadır. Bu gelenek, Kazakistan’da 14 Mart’ta, Nevruz Bayramı’ndan bir hafta önce kutlanmaktadır. Körisüv Küni geleneği, Nevruz Bayramı ile büyük bir benzerlik göstermektedir. Bu bayram Güneş takvimine göre 13 Mart’ta kış mevsiminin biterek 14 Mart itibariyle bahar ayı olan Amal (Hamal) ayının başlamasıyla kutlanmaktadır. Bayram bu nedenle Amal Merekesi olarak da adlandırılmıştır. Öte yandan, konargöçer Kazak yaşayışı da bayramın Körisüv Küni olarak adlandırılmasında etkili olmuştur. Uzun kışın ardından baharda halkın birbiriyle görüşmesi bu ismin çıkış noktasıdır. Bayram, günümüzde özellikle Batı Kazakistan’da yaygın olarak kutlanmaktadır. Batı bölgelerindeki yerel yönetimler bu bayramda ses getiren etkinlikler düzenlemektedir. Daha çok yerel bayram özelliği taşıyan Körisüv Küni, son birkaç yıldır ise devlet eliyle ülke geneline mal edilmeye çalışılmaktadır.
Bu makalede Kazak halkının Körisüv Küni geleneği hakkında bilgiler verilmiştir. Körisüv Küni’nin tarihi, kutlanması, bu bayramda yapılan ritüeller üzerinde durulmuştur. Geçmişte ve günümüzde Körisüv Küni’nin nasıl kutlandığı ele alınmıştır. Körisüv Küni’nin yerel bir gelenek iken son yıllarda ulusallaşarak ülke çapında kutlanan bir bayrama dönüş serüveni ortaya konulmuştur. Bayramın yerelden genele dönüşünün neden ve nasıl değiştiğine odaklanılmıştır. Ayrıca Kazakistan’ın farklı bölgelerinde yaşayan kaynak kişilerin görüşleri doğrultusunda Körisüv Küni’nin Kazak insanının zihninde günümüzde ne ifade ettiği, bu bayramın nasıl algılandığı, halk nezdinde gerçekten yerel bir gelenekken ulusal bir geleneğe dönüşüp dönüşmediği, Körisüv Küni geleneğinin nasıl ortaya çıktığı, icat edilen bir gelenek mi yoksa yerelken ulusallaşan bir gelenek mi olduğu sorularına yanıtlar aranmıştır.
Kazakistan’ın farklı bölgelerinde yaşayan kaynak kişilerle yapılan görüşme verileri ve eldeki diğer veriler Körisüv Küni’nin Nevruz Bayramı’na dayandırılarak icat edilmiş bir gelenek olduğu izlenimini vermektedir. Geçmişte Rus yoğunluğu ve baskısı Kazakistan’ın batı bölgelerinde daha çok hissedildiği için Sovyet devrinde Nevruz Bayramı’nı açık açık kutlayamayan Batı Kazakistan halkı, kendi halk takvimine uygun olarak Nevruz’un bütün ritüellerini muhafaza ederek “Körisüv Küni” adıyla Nevruz Bayramını kutlamıştır. 1988’de Nevruz Bayramı’nın 21-22 Mart tarihinde sabitlenmesinin ardından ise Nevruz Bayramı ile birlikte 14 Mart’ta kutlanan “halk hafızasındaki Nevruz” da Körisüv Küni adıyla kutlanmaya devam etmiştir. Günümüzde Körisüv Küni, içeriği bakımından Kazak millî kimliğinin güçlendirilmesinde argüman olarak kullanılmaya oldukça elverişlidir. Bayramın içeriğinde yer alan ve millî kimliği temsil eden ritüeller son yıllarda bayramın devlet eliyle kutlanmasında etkili bir unsur olmuştur. Kazak halkının millî kimliğini öne çıkaran, Kazaklara özgü unsurlara dikkat çeken Körisüv Küni, günümüzde Kazak halkı açısından önemli ve özgün bir gelenektir.
Anahtar Kelimeler
Amal Merekesi/Körisüv Küni, Kazak, millî kimlik, geleneğin icadı, Nevruz.
Abstract
Kazakhstan, which gained its independence after the collapse of the Soviet Union, draws attention with its state policy emphasizing its national elements. In Kazakhstan, under the leadership of its founding President Nursultan Nazarbayev, activities are being carried out to strengthen the common Turkish identity and Kazakh national identity. The national culture of the Kazakh people is seen as an important resource for strengthening the Kazakh national identity. In this context, the state attaches great importance to the celebration of special days and national holidays indigenous to Kazakh people. One of these Kazakh holidays is called Amal Merekesi / Körisüv Küni (Amal Holiday/ Meeting Day). This tradition is celebrated in Kazakhstan on March 14, one week before the Newroz Festival. The Körisüv Küni tradition is very similar to the Newroz Festival. This holiday is celebrated when the winter ends on March 13 and the Amal (Hamal) month, which is a spring month, begins on March 14 in line with the solar calendar. Therefore, this festival is also called Amal Merekesi (Amal Holiday). On the other hand, the holiday is also called Körisüv Küni (Meeting Day) due to Kazakh's nomadic way of living. This name was given because after the long winter people meet in the spring. This holiday is widely celebrated today, especially in Western Kazakhstan. Local governments in western regions organize events that highlight this holiday. Körisüv Küni is mainly a local holiday, but the Kazakh government has been trying to spread this holiday throughout the country in the last few years.
This article provides information about the Körisüv Küni tradition of the Kazakh people. The history of Körisüv Küni, its celebration and rituals performed during this holiday were examined. This article discussed how this holiday was celebrated in the past and how it is celebrated today. How Körisüv Küni became a nation-wide national holiday from being a local tradition was presented. The article focused on how and why this holiday was transformed from a local holiday to a national one. Moreover, answers were sought to the following questions by collecting opinions of people living in different parts of Kazakhstan: What does Körisüv Küni mean for Kazakh people today, has this holiday really changed from a local tradition to a national holiday according to Kazakh public, how did this tradition come about, was this tradition invented or is it a tradition that existed locally and changed to a national tradition?
Interview data collected from the people living in different parts of Kazakhstan and other available data give the impression that Körisüv Küni is an invented tradition based on the Newroz Festival. In the past, people could not celebrate the Newroz Festival in the Soviet era because the Russian intensity and pressure was felt more in the Western regions; therefore, they preserved all the rituals of Newroz Festival and celebrated the festival by naming it "Körisüv Küni" in order not to disturb the Soviet authorities. In 1988, the date of the Newroz Festival was fixed on March 21-22, but people continued to celebrate Newroz on March 14 in the public memory as Körisüv Küni. Nowadays, Körisüv Küni is quite suitable to be used as an argument for strengthening the Kazakh national identity in terms of its content. The rituals within the holiday that strengthen the national identity have been effective in the decision of the state to spread the holiday to whole country. Körisüv Küni, which strengthens the national identity of the Kazakh people and has helped to promote the elements indigenous to the Kazakh people, is an important and unique tradition for the Kazakh people today.
Keywords
Amal Merekesi / Körisüv Küni (Amal Holiday / Meeting Day), Kazakh, national identity, invention of tradition, Newroz.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından bağımsızlığına kavuşan Kazakistan, millî unsurlarını öne çıkaran devlet politikasıyla dikkat çekmektedir. Kazakistan’da kurucu Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev öncülüğünde ortak Türk kimliğini ve Kazak millî kimliğini güçlendirmeye yönelik faaliyetler yürütülmektedir. Kazak halkının millî kültürü, Kazak millî kimliğinin güçlendirilmesinde önemli bir kaynak olarak görülmektedir. Bu kapsamda devlet eliyle Kazak halkına özgü özel günlerin, millî bayramların kutlanmasına büyük önem verilmektedir. Kazaklara özgü bu bayramlardan biri Amal Merekesi/Körisüv Küni (Amal Bayramı/Görüşme Günü) adını taşımaktadır. Bu gelenek, Kazakistan’da 14 Mart’ta, Nevruz Bayramı’ndan bir hafta önce kutlanmaktadır. Körisüv Küni geleneği, Nevruz Bayramı ile büyük bir benzerlik göstermektedir. Bu bayram Güneş takvimine göre 13 Mart’ta kış mevsiminin biterek 14 Mart itibariyle bahar ayı olan Amal (Hamal) ayının başlamasıyla kutlanmaktadır. Bayram bu nedenle Amal Merekesi olarak da adlandırılmıştır. Öte yandan, konargöçer Kazak yaşayışı da bayramın Körisüv Küni olarak adlandırılmasında etkili olmuştur. Uzun kışın ardından baharda halkın birbiriyle görüşmesi bu ismin çıkış noktasıdır. Bayram, günümüzde özellikle Batı Kazakistan’da yaygın olarak kutlanmaktadır. Batı bölgelerindeki yerel yönetimler bu bayramda ses getiren etkinlikler düzenlemektedir. Daha çok yerel bayram özelliği taşıyan Körisüv Küni, son birkaç yıldır ise devlet eliyle ülke geneline mal edilmeye çalışılmaktadır.
Bu makalede Kazak halkının Körisüv Küni geleneği hakkında bilgiler verilmiştir. Körisüv Küni’nin tarihi, kutlanması, bu bayramda yapılan ritüeller üzerinde durulmuştur. Geçmişte ve günümüzde Körisüv Küni’nin nasıl kutlandığı ele alınmıştır. Körisüv Küni’nin yerel bir gelenek iken son yıllarda ulusallaşarak ülke çapında kutlanan bir bayrama dönüş serüveni ortaya konulmuştur. Bayramın yerelden genele dönüşünün neden ve nasıl değiştiğine odaklanılmıştır. Ayrıca Kazakistan’ın farklı bölgelerinde yaşayan kaynak kişilerin görüşleri doğrultusunda Körisüv Küni’nin Kazak insanının zihninde günümüzde ne ifade ettiği, bu bayramın nasıl algılandığı, halk nezdinde gerçekten yerel bir gelenekken ulusal bir geleneğe dönüşüp dönüşmediği, Körisüv Küni geleneğinin nasıl ortaya çıktığı, icat edilen bir gelenek mi yoksa yerelken ulusallaşan bir gelenek mi olduğu sorularına yanıtlar aranmıştır.
Kazakistan’ın farklı bölgelerinde yaşayan kaynak kişilerle yapılan görüşme verileri ve eldeki diğer veriler Körisüv Küni’nin Nevruz Bayramı’na dayandırılarak icat edilmiş bir gelenek olduğu izlenimini vermektedir. Geçmişte Rus yoğunluğu ve baskısı Kazakistan’ın batı bölgelerinde daha çok hissedildiği için Sovyet devrinde Nevruz Bayramı’nı açık açık kutlayamayan Batı Kazakistan halkı, kendi halk takvimine uygun olarak Nevruz’un bütün ritüellerini muhafaza ederek “Körisüv Küni” adıyla Nevruz Bayramını kutlamıştır. 1988’de Nevruz Bayramı’nın 21-22 Mart tarihinde sabitlenmesinin ardından ise Nevruz Bayramı ile birlikte 14 Mart’ta kutlanan “halk hafızasındaki Nevruz” da Körisüv Küni adıyla kutlanmaya devam etmiştir. Günümüzde Körisüv Küni, içeriği bakımından Kazak millî kimliğinin güçlendirilmesinde argüman olarak kullanılmaya oldukça elverişlidir. Bayramın içeriğinde yer alan ve millî kimliği temsil eden ritüeller son yıllarda bayramın devlet eliyle kutlanmasında etkili bir unsur olmuştur. Kazak halkının millî kimliğini öne çıkaran, Kazaklara özgü unsurlara dikkat çeken Körisüv Küni, günümüzde Kazak halkı açısından önemli ve özgün bir gelenektir.
Anahtar Kelimeler
Amal Merekesi/Körisüv Küni, Kazak, millî kimlik, geleneğin icadı, Nevruz.
Abstract
Kazakhstan, which gained its independence after the collapse of the Soviet Union, draws attention with its state policy emphasizing its national elements. In Kazakhstan, under the leadership of its founding President Nursultan Nazarbayev, activities are being carried out to strengthen the common Turkish identity and Kazakh national identity. The national culture of the Kazakh people is seen as an important resource for strengthening the Kazakh national identity. In this context, the state attaches great importance to the celebration of special days and national holidays indigenous to Kazakh people. One of these Kazakh holidays is called Amal Merekesi / Körisüv Küni (Amal Holiday/ Meeting Day). This tradition is celebrated in Kazakhstan on March 14, one week before the Newroz Festival. The Körisüv Küni tradition is very similar to the Newroz Festival. This holiday is celebrated when the winter ends on March 13 and the Amal (Hamal) month, which is a spring month, begins on March 14 in line with the solar calendar. Therefore, this festival is also called Amal Merekesi (Amal Holiday). On the other hand, the holiday is also called Körisüv Küni (Meeting Day) due to Kazakh's nomadic way of living. This name was given because after the long winter people meet in the spring. This holiday is widely celebrated today, especially in Western Kazakhstan. Local governments in western regions organize events that highlight this holiday. Körisüv Küni is mainly a local holiday, but the Kazakh government has been trying to spread this holiday throughout the country in the last few years.
This article provides information about the Körisüv Küni tradition of the Kazakh people. The history of Körisüv Küni, its celebration and rituals performed during this holiday were examined. This article discussed how this holiday was celebrated in the past and how it is celebrated today. How Körisüv Küni became a nation-wide national holiday from being a local tradition was presented. The article focused on how and why this holiday was transformed from a local holiday to a national one. Moreover, answers were sought to the following questions by collecting opinions of people living in different parts of Kazakhstan: What does Körisüv Küni mean for Kazakh people today, has this holiday really changed from a local tradition to a national holiday according to Kazakh public, how did this tradition come about, was this tradition invented or is it a tradition that existed locally and changed to a national tradition?
Interview data collected from the people living in different parts of Kazakhstan and other available data give the impression that Körisüv Küni is an invented tradition based on the Newroz Festival. In the past, people could not celebrate the Newroz Festival in the Soviet era because the Russian intensity and pressure was felt more in the Western regions; therefore, they preserved all the rituals of Newroz Festival and celebrated the festival by naming it "Körisüv Küni" in order not to disturb the Soviet authorities. In 1988, the date of the Newroz Festival was fixed on March 21-22, but people continued to celebrate Newroz on March 14 in the public memory as Körisüv Küni. Nowadays, Körisüv Küni is quite suitable to be used as an argument for strengthening the Kazakh national identity in terms of its content. The rituals within the holiday that strengthen the national identity have been effective in the decision of the state to spread the holiday to whole country. Körisüv Küni, which strengthens the national identity of the Kazakh people and has helped to promote the elements indigenous to the Kazakh people, is an important and unique tradition for the Kazakh people today.
Keywords
Amal Merekesi / Körisüv Küni (Amal Holiday / Meeting Day), Kazakh, national identity, invention of tradition, Newroz.
Kültür, toplumların milletleşme ve bir arada yaşayabilme süreçlerinin temelinde yer alan, yine insanlar tarafından tarihî ve içtimâî süreçlerin sonucu olarak ortaya konan, toplumun bütün hususiyet ve kabullerini belirleyen maddî ve manevî... more
Kültür, toplumların milletleşme ve bir arada yaşayabilme süreçlerinin temelinde yer alan, yine insanlar tarafından tarihî ve içtimâî süreçlerin sonucu olarak ortaya konan, toplumun bütün hususiyet ve kabullerini belirleyen maddî ve manevî değerler silsilesidir. Bu yönüyle kültürel unsurlar, kaynağını toplumun asırlar boyu taşıdığı birikimler, teamüller ve meydana getirdiği maddi-manevi ürünlerden almaktadır. Mit, destan, efsane, masal gibi sözlü anlatımlar, kültürel birikimlerin yansıtılmasına ve nesilden nesile aktarılmasına büyük katkı sağlamaktadır. Tarihî süreçlerden geçerken sırasıyla şifâhî yolla aktarılan bu sözlü kültür unsurları, daha sonra yazının icadıyla kayıt altına alınma imkânına kavuşmuş ve teknolojik gelişmelerle beraber elektronik kültür ortamına taşınmıştır. Dede Korkut Hikâyeleri, sözlü gelenekten yazıya aktarılmış, Türk kültürünün istisnasız en önemli anlatılarından biridir. Bu yönüyle, Türk kültürünün neredeyse bütün yapıtaşlarını barındırmaktadır. Yazıya geçirildiği tarihten bugüne kadar radyo programları, tiyatro, öykü, roman, karikatür gibi birçok sanatsal ürüne metinsel bağlamda kaynaklık etmiş; zamanla çizgi film ve sinema ürünlerine de konu olmuştur. Doğrudan yansıtma, edebî dönüştürüm, yeniden yaratım gibi yollarla kültürel aktarımda önemli bir yer işgal eden Dede Korkut Hikâyeleri, son zamanlarda, farklı sinema ve yazım metotlarıyla, muhataplara sunulmaktadır. Senaryosu ve yönetmenliği Burak Aksak’a ait olan “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” filmi, “Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boy”un bugüne kadar üretilen örneklerden farklı olacak şekilde, Dede Korkut boylarından birinin yeni bir üslup ve teknik anlayışla sinemaya aktarılma örneğidir. Filmde, anakroni, yapı-çözüm, yapı-bozum, destan dilinin günümüze intibakı/adaptasyonu, yeniden kurgulanması ve yaratılması gibi farklı tekniklerin kullanılması, bahsi geçen filmi, diğer örneklerden farklı bir noktaya taşımaktadır. Bu çalışmada, “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” filmi, geleneğin icadı, dilin adaptasyonu ve kurgunun yeniden yaratımı” bağlamında incelenecektir. Boydaki anlatının dil ve metin hususiyeti bakımından filme aktarılış şekli irdelenerek, yazılı kültür ortamından elektronik kültür ortamına geçen bu unsurların, muhtevayı iletme, muhataplarca anlaşılma gibi hususlarda ne derece etkili olduğu tartışılacaktır. ///////// Culture is a set of values that are based on the processes of nationalization and the coexistence of societies. Culture is created by people as a result of historical and social processes and is the sum of material and spiritual elements that determine all the characteristics and acceptances of society. In this respect, cultural elements derive their source from the experiences, practices and material-spiritual products that society has brought about for centuries. Oral narratives such as myth, saga, legend and fairy tale contribute greatly to the reflection of cultural accumulation and its transmission from generation to generation. These elements of oral culture, which are passed through the historical processes in order to be transferred in a literal way, were later recorded with the invention of writing and moved to "electronic culture environment" with technological developments. The stories of Dede Korkut are one of the most important texts of Turkish culture without exception, transferred from oral tradition to writing. In this respect, it contains almost all the building blocks of Turkish culture. From the date it was written to date, it has been the source of many artistic products such as radio programs, Theatre, short stories, novels, cartoons, cartoons and movies. Dede Korkut stories, which occupy an important place in cultural transfer through direct reflection, literary transformation and re-creation, have recently been presented to the interlocutors with different cinema and writing methods. The film “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)”, which is written and directed by Burak Aksak, is an example of one of the Dede Korkut stories being transferred to cinema with a new style and technical understanding, in a way that differs from the examples produced to date of “The Story of The House of Salur Kazan Was Looted”. In the film, the use of different techniques such as anachronism, structure-solution, structure-distortion, adaptation/adaptation of epic language to the present day, re-editing and creation takes the film to a different point than the other examples. In this work, the film “Salur Kazan: Zoraki Kahraman (2017)” will be examined in the context of the invention of tradition, the adaptation of language and the re-creation of fiction”. In terms of language and text characteristics of the narrative,
the way it is transferred to the film will be examined and it will be discussed how
effective these elements are in matters such as the transmission of content and
understanding by the interlocutors.
the way it is transferred to the film will be examined and it will be discussed how
effective these elements are in matters such as the transmission of content and
understanding by the interlocutors.
Öz Bu makale, Çerkeslerin diasporik bir grup olup olmadığını tartışmaktadır. Bu tartışmada şu iki bakış açısından hareket edilmiştir: (i)-Çerkesler için “geleneğin yeniden icadı” kavramı, Çerkeslerin göç tarihinde anlamlı olan, yakın... more
Öz
Bu makale, Çerkeslerin diasporik bir grup olup olmadığını tartışmaktadır. Bu tartışmada şu iki bakış açısından hareket edilmiştir: (i)-Çerkesler için “geleneğin yeniden icadı” kavramı, Çerkeslerin göç tarihinde anlamlı olan, yakın dönem Çerkes tarihinde önemli değişimlerle paralellik kurulabilecek üç evreye (birinci, ikinci ve üçüncü dalga) karşılık gelmektedir. (ii)-Çerkes kimliği incelemelerinde; sadece Çerkeslerin biricikliği düşüncesi ile yetinilmemeli, ayrıca Türkiye’deki ve Dünyadaki diğer gruplarla benzerlikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Diaspora tanımları ele alınırken özellikle Alman sosyolog Robert Hettlage’in sınıflandırmasından yararlanılmıştır. Onun geniş tanımlama, kategorik tanımlama ve oksimoron tanımlamaları ortaya konarak her bir tanım grubu için Çerkeslerin durumu ayrı ayrı değerlendiriliştir. Çerkeslerin hemen her açıdan diaspora kimliğine sahip olduğu ortaya konduktan sonra bunun Çerkesler için avantajları ve dezavantajlarının neler olabileceği anlatılmıştır. Tartışmalar sonucunda, bir diasporik grup olarak Çerkeslerin hem kendileri hem anavatan olarak tanımladıkları Kuzey Kafkasya hem de Türkiye için ciddi bir sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik avantaj sağlama potansiyeline sahip oldukları görülmüştür. Bu potansiyel Türkiye’de yaşayan Çerkeslerde mevcut olmakla birlikte; bu potansiyelin açığa çıkıp çıkmayacağı tarafların (Türkiye, Kuzey Kafkasya halkları ve Çerkes diasporasının) işbirliği yapıp yapmayacaklarına bağlı kalacaktır.
Anahtar Kelimeler: Diaspora, Diasporalaşma, Diasporik Bilinç, Çerkesler, Geleneğin İcadı.
TO BE OR NOT TO BE A DIASPORIC COMMUNITY: ANALYSIS OF A VITAL ISSUE FOR CIRCASSIANS
Abstract
The aim of this paper is to provide an answer to the question "are Circassians a diasporic group or not?” To do so, the following two approaches were used: (i)-The concept of "reinvention of tradition" for Circassians was considered in the form of three waves, corresponding to three significant stages in the history of Circassians' migration. (ii)-While examining Circassian identity; both the idea of uniqueness of the Circassians and the similarities approach among the groups in Turkey and the world was used. To discuss the definitions of diaspora, German sociologist Robert Hettlage's classification was preferred. The situation of Circassians was evaluated for each kind of definition in Hettlage's classification. Circassians in Turkey have a diasporic identity in almost every aspect of the diasporas' definitions. Being a diasporic community has both some advantages and disadvantages. Circassians have the potential to gain socio-cultural and socioeconomic advantages for themselves, for Turkey, and for the North Caucasus where they are defining as their motherland. As a result, Circassian diasporic community has ability to communicate between their "root country" and “the host country where they are currently living. This article shows that Circassians in Turkey, undoubtedly have that potential. Although they have this potential, it does not guarantee the potential to reveal. Revealing the potential will depend on whether the three parties (the host country, the root country and the diasporic community) will cooperate or not.
Keywords: Diaspora, Diasporization, Diasporic Consciousness, Circassians, Invention of Tradition
Bu makale, Çerkeslerin diasporik bir grup olup olmadığını tartışmaktadır. Bu tartışmada şu iki bakış açısından hareket edilmiştir: (i)-Çerkesler için “geleneğin yeniden icadı” kavramı, Çerkeslerin göç tarihinde anlamlı olan, yakın dönem Çerkes tarihinde önemli değişimlerle paralellik kurulabilecek üç evreye (birinci, ikinci ve üçüncü dalga) karşılık gelmektedir. (ii)-Çerkes kimliği incelemelerinde; sadece Çerkeslerin biricikliği düşüncesi ile yetinilmemeli, ayrıca Türkiye’deki ve Dünyadaki diğer gruplarla benzerlikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Diaspora tanımları ele alınırken özellikle Alman sosyolog Robert Hettlage’in sınıflandırmasından yararlanılmıştır. Onun geniş tanımlama, kategorik tanımlama ve oksimoron tanımlamaları ortaya konarak her bir tanım grubu için Çerkeslerin durumu ayrı ayrı değerlendiriliştir. Çerkeslerin hemen her açıdan diaspora kimliğine sahip olduğu ortaya konduktan sonra bunun Çerkesler için avantajları ve dezavantajlarının neler olabileceği anlatılmıştır. Tartışmalar sonucunda, bir diasporik grup olarak Çerkeslerin hem kendileri hem anavatan olarak tanımladıkları Kuzey Kafkasya hem de Türkiye için ciddi bir sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik avantaj sağlama potansiyeline sahip oldukları görülmüştür. Bu potansiyel Türkiye’de yaşayan Çerkeslerde mevcut olmakla birlikte; bu potansiyelin açığa çıkıp çıkmayacağı tarafların (Türkiye, Kuzey Kafkasya halkları ve Çerkes diasporasının) işbirliği yapıp yapmayacaklarına bağlı kalacaktır.
Anahtar Kelimeler: Diaspora, Diasporalaşma, Diasporik Bilinç, Çerkesler, Geleneğin İcadı.
TO BE OR NOT TO BE A DIASPORIC COMMUNITY: ANALYSIS OF A VITAL ISSUE FOR CIRCASSIANS
Abstract
The aim of this paper is to provide an answer to the question "are Circassians a diasporic group or not?” To do so, the following two approaches were used: (i)-The concept of "reinvention of tradition" for Circassians was considered in the form of three waves, corresponding to three significant stages in the history of Circassians' migration. (ii)-While examining Circassian identity; both the idea of uniqueness of the Circassians and the similarities approach among the groups in Turkey and the world was used. To discuss the definitions of diaspora, German sociologist Robert Hettlage's classification was preferred. The situation of Circassians was evaluated for each kind of definition in Hettlage's classification. Circassians in Turkey have a diasporic identity in almost every aspect of the diasporas' definitions. Being a diasporic community has both some advantages and disadvantages. Circassians have the potential to gain socio-cultural and socioeconomic advantages for themselves, for Turkey, and for the North Caucasus where they are defining as their motherland. As a result, Circassian diasporic community has ability to communicate between their "root country" and “the host country where they are currently living. This article shows that Circassians in Turkey, undoubtedly have that potential. Although they have this potential, it does not guarantee the potential to reveal. Revealing the potential will depend on whether the three parties (the host country, the root country and the diasporic community) will cooperate or not.
Keywords: Diaspora, Diasporization, Diasporic Consciousness, Circassians, Invention of Tradition
İcat edilmiş gelenek, doğrudan ya da dolaylı olarak kabul edilmiş kurallarla yönlendirilen, sembolik bir niteliği bulunan ve geçmişle bir süreklilik bağı bulunan pratiklerdir. Bu çalışma, banknotlar, posta pulları, resmi bayrak ve... more
İcat edilmiş gelenek, doğrudan ya da dolaylı olarak kabul edilmiş kurallarla yönlendirilen, sembolik bir niteliği bulunan ve geçmişle bir süreklilik bağı bulunan pratiklerdir. Bu çalışma, banknotlar, posta pulları, resmi bayrak ve törenlerden ve bu pratiklerin taşıdıkları milli ve dini sembollerden hareketle Pehleviler Dönemi’nde İran’da ulus ve ulusal kimlik oluşum sürecini ve bu süreçte geçmişten yola çıkılarak icat edilmiş geleneklerin rollerini ve kullanımlarını ele alacaktır. Bu bağlamda, 1925 ve 1979 yılları arasında İran’da milli kimlik oluşumunun tarihsel ve kültürel bir analizi yapılacaktır. 1925’te Pehlevi hanedanının kurulmasından, 1979 yılındaki devrime kadar olan süreçte önemli ulusal ve uluslararası değişimlere sahne olan İran, ulusal kimlik oluşturma ve ulusun inşa edilmesi konusunda geçmiş dönemlerin mirasını ön plana çıkararak hem içeride hem de dışarıda kendisine meşruiyet sağlama gayretinde olmuştur. Çalışmada Pehlevi monarşisinin benimsediği İranlılık kimliğinin icat edilmiş bir kimlik olduğu iddia edilecektir. Çalışma, modern dönemin araçları ile geçmiş dönem pratiklerini ele alması ve milli kimlik ile icat edilmiş gelenek kavramlarını bir arada işlemesi dolayısıyla literatüre katkıda bulunma iddiasındadır.
Çalışmamızda Ömer Seyfettin'in Kızılelma, Forsa ve Pembe İncili Kaftan hikayeleri Geleneğin İcadı kavramı özelinde Durmuş Hocaoğlu ve Mehmed Niyazi'nin perspektifleri uyarınca incelenmiştir.