Botanik

During the last years in the Ruhr area and in the Rheinland area several fern species have been detected new to the wild flora of Germany. These are the neophytic taxa Adiantum raddianum, Pteris cretica, Pteris cretica var. albo-lineata, Cyrtomium fortunei var. clivicola, as well as Selaginella kraussiana. Additionally, new locations have been found for the already known Adiantum capillus veneris and Pteris multifida.

This is the first complete facsimile edition of the herbal "A Curious Herbal" by Elizabeth Blackwell, who achieved fame as a draughtswoman and engraver. The 'Blackwellianum' (1750-1773), published by the physician Christoph Jacob Trew, is the German enhanced translation of Blackwell's treatise  'A Curious Herbal' (1737-1739). Blackwell's herbal contained 500 plant illustrations and plant description, to which Trew added 100 hundred additional illustrations with descriptions. The treatise is one of the most prominent herbal books in history. Its amazing genesis, the quality of its engravings, and the fact that it is the first ever written herbal by a woman make it one of the most prominent and exceptional plant books in history.

The facsimile is introduced by an extensive commentary and contains the complete transcription of the texts of 'A Curious Herbal" descriptions of the plants exterior, the plants habitat and their curative effects. The introduction studies the herbal's status within the history of female flower painters.

Kazdağları sadece mitolojik derin bir geçmişe değil bünyesinde barındırdığı birçok endemik bitki
türüne de ev sahipliği yapmaktadır. Edremit Körfezinin en nezih bölgesinde yer alan oksijeni bol,
denize hakim konumdaki bu dağlar maalesef ki bizler tarafından önemi tam manası ile anlaşılamamış
lakin Osmanlı devrinde özellikle Sultan Abdülaziz ve Sultan 2.Abdulhamid döneminde topraklarımızda
casus kılığında dolaşan arkeologlar ile birlikte doğa bilimciler de topraklarımızın altındakilerini
çaldıkları yetmediği gibi toprak üstündeki endemik türleri de çalıp çoğaltarak kendi vatanlarına
götürmüşlerdir.
Alman Botanikçi Eczacı ve Bitki Koleksiyoncusu Paul Ernst Emil Sintenis'de bu işgalci ve sömürücü
anlayışa sahip olup doğayı ihya etme ve çevreyi koruma görüntüsü adı altında ticaretini yapmaya
çalışan şahıslardan biridir.. Özellikle Almanların, Osmanlı topraklarında bu kadar aktif olmalarının
sebebi Prusya ekolünün yani alman politikası ve askeri disiplin ve anlayışının Osmanlı Sultanları
tarafından uygulanmak istenmesinden kaynaklıdır. Prusya Krallığı, Alman imparatorluğunun merkezi
konumunda olup Sultan 2. Abdülhamid zamanında Almanya ve Osmanlı arasındaki ikili ilişkiler
geliştirilmek suretiyle Osmanlı Askeri Kuvvetlerinin reformize edilmesi için Alman Heyetleri davet
edilmiş ve birçok Alman Subayı, ordu da istihdam edilmiştir. Almanların sadece siyasi ve askeri
alanlarda dil iktisadi sinai ve tarihi birçok alanda yoğunlaşması neticesinde arkeoloji ve botanik
alanlarındaki Alman etkisi de artmıştır.
Kazdağları, Alp’ler den sonra Dünya da en çok oksijenin yoğun olduğu, büyük bir endemik flora
yapısına sahip olmasına rağmen önemi 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren Alman ve İngilizler
tarafından keşfedilmiştir. Özellikle Paul Sintenis, Kazdağlarından topladığı bitkiler ile Alman İlaç
Sanayisinin gelişmesine büyük bir fayda sağlamıştır. Alman Sintenis, yer üstündeki endemik bitkileri
toplayıp kaçırırken aynı zamanda Troya Antik Kentinde kazı çalışması yapan İngiliz Arkeolog Frank
Calvert de Alman Heinrich Schliemann ile birlikte yer altındaki antik eserleri çalmakla uğraşıyordu,
kazıdan arta kalan zaman ile de İngiliz Calvert Kazdağları’na da giderek doğası ve tarihi için de
araştırmalar yapmış ne kadar daha yağma edebiliriz diye detaylı gözlemlerde bulunmuştur.

Bitkilerin gayet zeki olduğu ve iletişim kurabildiği bir gezegen hayal edin.
Bu hayali gezegende bitkiler kendi aralarında bilgi alışverişi yapabiliyor. Köklerinden en tepesindeki yaprağa kadar her türlü bilgiyi aktarabiliyor. Çevresinde kendi türünden olanlarla diğerlerini ayırabiliyor. Tuzak kurarak avlanabiliyor. İklim geçişlerine, kuraklığa ya da aşırı yağmurlara karşı tedbir alabiliyor.

Daha da ileri gidip, diğer bitkilerle ve bazı hayvanlarla ağ kurabiliyorlar. Kendilerini korumak ve otçullardan sakınmak için, başka canlılardan yardım alabiliyorlar. Üremek için işbirliği geliştirebiliyorlar.
Bu sessiz, pasif ve savunmasız gözüken bitkilerin en küçük kök solucanından insanlara kadar, etraflarındaki herkesi yönlendirerek ve onlarla iletişime geçerek yaşamlarını organize ettiği bir gezegen hayal edebiliyor musunuz? Boşuna uğraşmayın, bu gezegen zaten var: Dünya’ya hoş geldiniz.

Bu kitapta yazılanları bize çok önce öğretilmiş bilgilerle anlamamız  imkansız. Yeni bir perspektif ve zarif bir bakış açısıyla bilindik bitkilere yönelik bütün yargılarınız temelden sarsılabilir. Dünyanın her yanında ses getirmeye aday bu yepyeni kitap, şimdiden pek çok dergiye kapak oldu ve insanlık bir kez daha doğru bildiklerini kenara itmek zorunda kalacak gibi.

“Birkaç saatliğine alışık olduğunuz insan merkezciliğinizi bir kenara bırakın. Daha zengin ve daha muhteşem diğer dünyaya adım atın. Pişman olmayacaksınız ve bu yeni dünyadan asla eskisi gibi çıkamayacaksınız.” Michael Pollan, yazar

Batı Avrupa’da tıp doktoru ve botanikçi olarak ün salmış Fransız Joseph Piton de Tournefort; “Güneş Kral” XIV. Louis’nin hayali olan “Aydınlanmış” Fransa‘nın inşası sürecinde, Paris Kraliyet Botanik Bahçesi için araştırmalar yapmak üzere “Şark”a gönderilmişti. 1700 senesinde ayrıldığı ülkesine, Ege Adaları’ndan Erivan ve Tifis’e uzanıp Osmanlı topraklarını da içine alan geniş bir coğrafyaya dair gözlemleri ve tam 1346 yeni bitki türüyle, 1702 yılında döndü.
Bu çalışmanın amacı, bir seyyahın Osmanlı ülkesinde şahit olup Avrupa kamuoyuna aktarmaya değer bulduğu tıbbî tecrübe ve geleneklerin izini sürerek, belli bir zaman ve mekânda karşılaşan özne ve nesnenin etkileşimini kritik bir okumaya tâbi tutmak suretiyle o kesişme noktasındaki tarihsel gerçekliğe dair bir kavrayış geliştirmektir. Tournefort seyahatnamesi, bu bakımdan, 18. yüzyıl başında Osmanlı coğrafyasındaki gerçekliğe dair önemli bilgiler içermektedir. Tournefort’un ilmî donanımı ve görevi sayesinde; ziyaret ettiği bölgelerdeki hastalıklar, tedavi usulleri, kullanılan ilaçlar, beslenme ve temizlik alışkanlıkları, hekimlik, hekimliğin yöneticiler ve halk nezdindeki değeri, ölüm olgusu, din olgusunun hastalık ve sağlık algısı üzerindeki etkisi, coğrafya-insan ilişkisi gibi konularda birinci elden ufuk açıcı bilgiler edinmekteyiz. Ayrıca, seyyahın ziyaret ettiği bölgenin genişliği bize, bu bölgelerde meskûn çok çeşitli etnik ve dinî kökenden topluluğun söz konusu alanlardaki tutum ve algılarını karşılaştırarak, tıp geleneklerinin kökeni ve mahiyeti hakkında derinlemesine bir kavrayış imkânını sunmaktadır.
Bir seyyahın, yabancı bir toplumu, kendi kültürüyle olan benzerlik ve farklılıklar üzerinden gözlemlemeye olan meyli, uzmanlığı ve görevine ek olarak, elbette Tournefort için de geçerlidir. Bu bağlamda, Tournefort’un Fransız Aydınlanması’nı temsil eden bir bilim adamı olduğu gerçeği, çalışmanın analitik perspektifine içkin olup, seyyahın gözlem nesnesine bakışının, bize, kendisi hakkında ne anlattığı da çalışma boyunca izi sürülen bir diğer husustur.


The French botanist and medical doctor Joseph Piton de Tournefort had already been well-known all over the Western Europe when he was sent into “the Orient” in 1700 by France’s “Sun King” XIV. Louis in order that he made researches for the Royal Botanical Garden in Paris, as a part of Louis’s dream of building the “Enlightened” France. Tournefort returned France from his two-years-long voyage in 1702 with exactly 1346 new plant species, as well as pages of notes including his observations on the wide area from Aegean Islands to Yerevan and Tbilisi.
The purpose of this study is to trace up the medical culture which Tournefort encountered in Ottoman lands and considered important to convey the European public. His book entitled “A Voyage into the Levant” provides us with much signifcant information about the 18th century Ottoman reality. By the virtue of the Tournefort’s profession, we obtain stimulating first-hand accounts about medical practices in the regions where Tournefort traveled; he gives detailed accounts of diseases, treatment modalities, medications, food and hygiene habits, medical professions, causes of and rituals related to death, relation of religion to the health issues, impact of geography on people. Besides, having travelled far and wide, Tournefort’s account provides us the opportunity of making comparison among the inhabited communities varied ethnically and religiously and by this way, we get the chance to a have grasp of the origins and the nature of medical traditions over the territory at stake.
On the ground of the fact that a voyager’s observations of a foreign culture mostly based upon the diferences and similarities to his own; what the observer’s considerations of his subject tells us about himself is an implicit question throughout my critical reading of the account, as the secondary aim of the study.

Türkçe Bitki Adları Tarantısının bu ilk cildinde yosun (Bryophyta), eğrelti (Polypodiophyta) ve açıktohumlu kozalaklı bitkiler (Gymnospermae) yer almaktadır. Bunun daha sonraları hazırlanacak olan ikinci ve üçüncü ciltleri ise kapalıtohumlular (Angiospermae) üzerinedir.

Gelişmiş ve sürdürülebilir özelliklere sahip bir botanik bahçesinin kuruluşu maliyetli, sabır ve emek isteyen bir süreçtir. Bu süreç boyunca projede öngörülemeyen olumsuzluklarla karşılaşmak mümkündür. Ancak, üniversitemizin organizasyon yapısı, yerleşik çalışma disiplini ve bilgi düzeyi bu olumsuzlukları bertaraf edecek güçtedir. Bu çalışmada ortaya konulduğu gibi Akdeniz Üniversitesi bünyesinde oluşturulacak bir botanik bahçesi toplumun konuyla ilgili bilgi ve bilinç düzeyinin artırılması yanında, iç ve dış turizm etkinlikleri bakımından hem ülkemiz hem de Antalya için bir gerekliliktir. Bu yapı yukarıda açıklanan bir işletme modeli etrafında oluşturulduğunda ve yapılan analizde ortaya konulan zayıf yönler kontrol altında tutularak elimine edildiğinde kurulabilir. Sonuç olarak Akdeniz Üniversitesi Botanik Bahçesi’nin bilimsel, eğitsel ve toplum yararını dikkate alan bir anlayışla geliştirilebilmesi ve sürdürülebilirlik ilkesini hakim kılmak için,  verimli ve kârlı çalışan bir işletme özelliğini kazanmasıyla da yakından ilgili olacaktır.

AKDENIZ UNIVERSITY BOTANIC GARDEN ORGANIZATION AND OPERATING MODEL

Establishing a botanical garden with sophisticated and sustainable features is a costly process that requires patience and effort. During this process it is possible to encounter unforeseen adversities in the project. However, the organizational structure of our university, the established working discipline and the level of knowledge are strong enough to overcome these drawbacks. As set forth in this study, it is a botanical garden to be formed within the Mediterranean University; Contributes to increasing the level of knowledge and awareness of the community on the subject. It is necessary in terms of domestic and foreign tourism activities. This structure can be established when it is built around a business model as described above and when the weaknesses revealed in the analysis are eliminated and eliminated. As a result, the Mediterranean University Botanical Garden can be developed with an understanding of scientific, educational and public interest, and to make sustainability principle prevalent; Will also be closely related to the ability to acquire a business that is productive and profitable.

Uzay, hepimizin bildiği gibi insan yaşamına elverişli olmayan ve içinde hiçbir madde bulunmayan yani boşluktur. Özellikle de yaşama izin vermemesi nedeni ile insanoğlunun dikkatini uzun yıllardır çekmektedir. İnsanoğlunun bu merakı onu uzaya çıkma ve orada yaşam olup olmadığını keşfetmeye sürüklemiştir. İlk uzaya çıkış fikirlerinin oluşmasında edebiyatın büyük önemi vardır. Uzay hakkında birçok yazar kitaplar ve yazılar yazmıştır ama bence bunlardan en önemlisi Jules Verne'in " Aya Yolculuk " adlı bilim kurgu öyküsüdür. Kitapta Amerikan iç savaşı sırasında, Maryland eyaletinin Baltimore şehrinin zengin ailelerinin bir araya gelerek kurduğu Silah Kulübü, savaştan sonra sessizliğe bürünür. Savaş sonrasında bir araya gelen üyeler, yeni hedeflerini, Ay'a gidecek bir uzay gemisi inşa etmek ve onunla Ay' gitmek olarak belirler. Verne'in seyahate dair yaptığı hesap ve tahminlerin, onun zamanındaki tüm bilgi eksikliklerine rağmen, gerçeğe son derece yakınlığı açısından şaşırtıcıdır. Bu kitap açık bir şekilde aya çıkma fikrinin temeli olmuştur. İnsanoğlu bir düşünceye göre sonsuzluğa olan tutkusu ve uzaya olan merakı yüzünden uzaya çıkmıştır. Bir diğer düşünce de şöyledir:1945'te patlatılan 2 atom bombası insan türünün yeryüzündeki varlığının insan eliyle bitirilebileceğini göstermiştir. Tehlikeye giren tür ne yapar? Mekanını terk eder. Yani insanın varlığının tehlikeye girmesiyle yeni yaşam alanları bulmak için uzaya çıktığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak… İNSANOĞLU UZAYDA 1957'de SSCB'nin Sputnik 1 yapay uydusunu yörüngeye yerleştirmesi ile insanlık adına büyük bir adım atmakla beraber bir Uzay Savaşı başlatmıştır. Bu olay sonucu Rusya halkı gayet gururlu, Amerika ise endişeli durumdadır. Bilim ve teknoloji alanında geri kaldığını düşünen ve zaten başkanlık koltuğuna Ay'a çıkma vaatleri ile geçen John F. Kenndy uzay, uydu ve uzay gemisi gibi kavramları okul müfredatına konulmasını istemiş, sonucunda Amerikan gençleri arasında uzay gemisi maketi yapmak hobi haline gelmiştir. Çok değil Sputnik 1'den 4 ay sonra ABD Explorer 1 uydusunu fırlatmış ve başarılı olmuştur. Sovyetler Birliği 12 Nisan 1961 yılında tarihe geçecek olan Yuri Gagarin isimli cesur astronotu Vostok 1 adlı araç ile yörüngeye yerleştirmeyi başardı. Bu hareket insanlık tarihinin en önemli ve cesur hareketlerinden biriydi. ABD, Sovyetlerin bu atağı karşısında çalışmalarını hızlandırdı ve 25 Nisan 1961'de ilk uzay adamını Vostok 1'e göre daha dar ve küçük olan Mercury-Redstone 3 aracı ile uzaya gönderdi ancak bu araç yörüngeye bile giremeden dünyaya geri döndü. Yörüngeye oturan ilk Amerikalı bu talihsiz olaydan 10 ay sonra Mercury 4 aracı ile yörüngeye oturmuştur(John Glenn). Sovyetler kazandıkları bu ivme ile uzay yarışında ilklere de imza attı. 1965'te Aleksei Leonov ilk uzay yürüyüşünü gerçekleştirdi. ABD 1969 yılında Ay'a insan göndermiş ve oradan kaya ve toprak numuneleri almayı başarmıştır. ABD'nin Ay'a çıkmasına rağmen uzay yarışını Rusya kazanmıştır diyebiliriz. Ama günümüzde NASA'nın RSA'dan daha çok gündemde oluşu ABD'nin bu konuda önde olduğuna işarettir. Günümüzde uzaya uydu ve ya insan göndermek normalleşmiş, insanoğlu uzay ve Ay hakkında birçok bilgiye sahip olmuştur. Ama bu bile yetmemiş uzayda devasa istasyonlar, gelişmiş uydular vb. birçok araç uzaya fırlatılmıştır. Bu yarışa Almanya, Fransa, İngiltere ve Hindistan gibi birçok ülkenin de katılımı ile Dünya'nın çevresi metal yığınlarıyla kaplanmış adeta bir uydu çöplüğü olmuştur. ULUSLAR ARASI UZAY İSTASYONU

The geographical structure of Turkey causes rich plant diversity. Turkey has about 10,000 plant species and approximately 3000 of them is endemic plants. In this research the identification of botanical tourism and endemic plants are made and the diversity of plants has been studied in some countries and comparisons with Turkey have been made. In many countries, although they don't have plant diversity as much as our country, they give more importance to plants than our country. Our country is open to tourism development in terms of botany. Plant museums and botanic gardens should be set up and their promotion should be made, too. In this way as well as economic interests, nature will be preserved and developed and people will become conscious. While converting this wealth to economic interests, showing the sensitivity required for the protection of the ecological wealth of vital resources are provided.

On 48 former industrial sites in the Ruhr Basin the spontaneous woody shrub and forest vegetation developed from primary succession and dominated by birch, goat willow and different poplar species was investigated and documented by 332 relevés. Further, the examinations include 20 relevés in afforested black locust stands on seven different coal mining and steel work heaps, and 19 relevés in earlier succession states dominated by herbs and woody plant species.

From documents in the Ottoman Archives of Office of the Prime Minister it has been determined that many European researchers made scientific examinations of plants in the Ottoman Lands of the nineteenth and twentieth centuries. There, many important archival documents belonging to these researchers and related fields have been examined. Those to be discussed in this paper were researchers who worked extensively on the flora in the Balkans. The paper will focus on
their botanical studies in Crete, Ioannina, Albania, Salonica, Kosovo and Bitola. The focus of this study will be on the travels of an Italian, Antonia Baldacci, a lecturer at the University of Bologna, who made a study of plants in the Balkans between 1892 and 1905; and on the Austrian botanist, Edward Formanik, who appears to have undertaken research on the flora of the regions of Salonica, Bitola and Kosovo between the years 1895 and 1899.

Orta Asya’dan Anadolu’ya ve oradan Hellas aracığıyla, bütün Avrupa’ya yayılmıştır. “Hint keneviri” ya da “kendir” olarak bilinen bu bitki, lifli bir yapıya sahiptir. Bu lifler, özellikle urgan, yastık ve çeşitli dokumaların yapımında kullanılmıştır. Tekstil endüstrisi dışında, tohumları yağ üretiminde ve hayvan yemi yapımında, lifleri kağıt yapımında kullanılmaktadır.

“Cannabis sativa” also known hemp is from Cannabinaceae family.  It has been used from 7th millenium BCE. in Central Asia, Africa and Anatolia. It has been used for medicinal purposes from 900 BCE. It was cultivated in Mesopotamia and was called “gu-nu-bu” in Assyrian texts . Hemp plant was also depicted in Egptian temples from 3rd millenium BCE. and it was written as “ smsm t”. Hemp plant has been also used for textiles, papers and pillows.  The parts of hemp,  such as roots, rhizomes,  tubers,  bulbs,  leaves,  seeds,  flowers, fruits has been used for some purposes.

Alem: Plantae., Şube: Magnoliophyta, Sınıf: Magnoliopsida.
Takım: Asparagales, Familya: Amaryllidaceae, Botanik Adı: Narcissus
Türkçe Adı: Nergis.

In Greek mythology Narcissos was a young and beautiful boy and when he saw his own reflection in a river, fell in love with it. When he died near the river, flower grew.  Narcissos was also associated with Persephone the goddess of underworld and was snatched into the underworld while picking the narcissi by the god Hades.
Narcissus was the symbol of spring, the eye of gardens and long lasting love. Narcissus was also found near the graves in ancient Greco-Roman cultture and also frequently found on frescoes and mosaics. The narcissus plant was important in ancient perfume making. Ancient writers Socrates, Theoprastus, Virgilius, Ovidius, Pausanias, Plinius mentioned the Narcissus.

Antik dönem Ege ve Akdeniz kültürlerinde yaygın bilinen bir bitkidir. Kelimenin kökeninin uyuşturmak anlamına gelen narkao’dan geldiği düşünülmektedir. Grekçe Narkissos, Latince Narcissus’tur. Baharı müjdeleyen çiçeklerden biridir.
Antik mitolojide, Gaia ve Demeter-Persephone (Kore) ile ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Narkissos’u toprak ana Gaia ekmiştir.  Persephone, arkadaşları ile birlikte çiçek toplarken, nergisin güzelliğine kapılmıştır. O sırada toprak açılır, Hades belirir ve yeraltı dünyasına gider. Persephone’nin annesi Demeter, kızını bütün dünyada arar. Dokuz gün boyunca aradıktan sonra, güneş tanrısı Helios’a gider ve Helios, tanrı kadına kızının Zeus tarafından, kardeşi Hades için kaçırıldığını söyler.....

D A P H N E  (D E F N E)
Laurus nobilis
Laurus (Latince), Daphne (Grekçe).

Laurus nobilis (laurel) was originated from Meditarranean and Balkans. It was used in cooking, perfume industry, bath and medical threatments in ancient times. Daphne, was the plant of Apollon in classical mythology.  It was the beautiful nymphe and she was attracted inttention of Apollon. Apollon felt in love. But the girl never responded his love. Apollon, followed her and when he catched the Daphne, she turned into a laurel.  Laurel was became an important symbol of impossible love from ancient times.
Laurel was used a symbol of victory of soldiers and kings. Also, laurel wreath was used by the athlets, writers and poets.

Anavatanı Anadolu ve Balkanlar olarak gösterilmektedir.Defne, antik dönem mitolojilerinin konusu olan, birçok sanat eserinde işlenen ve gündelik hayatta, çeşitli biçimlerde sık kullanılan bitkilerden biridir.

Antik mitolojide, “güzeller güzeli bir nympha” olarak geçen Daphne (Grekçe: Δάφνη), kendini Gaia’ya  (Toprak Ana) adadığından erkeklerden kaçmaktadır. Daphne’yi gören Apollon aşık olur, peşine düşer. Apollon, O’nu tam yakaladığı anda, babası olan ırmağa yakararak, kendini kurtarmasını ister. Bunun üzerine, defne ağacına dönüşür. Tanrı Apollon, bundan sonra defne ağacını, kendi kutsal ağacı olarak benimser, sazını çalar, Mousa’ların korosunu yönetirken başında defne ağacının yapraklarından oluşan bir çelenk takar........

Bu yazı, Sevinç Karol'un 1963 yılında Türk Dil Kurumunda yayımlanan Zooloji Terimleri Sözlüğünün Karol ve arkadaşlarınca 1998 yılındaki geliştirilen biçimi olan Biyoloji Terimleri Sözlüğündeki kırk yıllık hatalar başta olmak üzere bir kısım hatanın gösterilmesinden oluşuyor. Basit baskı hatalarının kırk yıl sonra düzeltilmeden olduğu gibi tekrarlanmasına ben mantıklı bir açıklama getiremiyorum. Bitmiş bir çalışma değil, bazı notlarımı aktarmadım, bazı konulara dokunmadım. Bu sözlükten pek çok eleştiri yazısı çıkarılabilir. Şimdilik bunlar yeterli.

Der Beitrag gibt einen Überblick über die Arbeit Aimé Bonplands, des Reisegefährten Alex-ander von Humboldts in Amerika. Dabei reflektiert er nicht nur die amerikanische Expedition der beiden Forschungsreisenden (1799-1804), sondern auch deren anschließende Zusammenarbeit in Paris (1804-1816) und vor allem Bonplands späteres Wirken in Südamerika (1816-1858), das in Humboldt-Biografien in aller Regel übergangen wird. Bonplands Entwicklung vom Forschungsreisenden zum engagierten argentinischen Staatsbürger ist ein Schwerpunkt der Untersuchung. Als Quellen werden unter anderem die bislang wenig beachteten Beiträge der 1853 in Hannover gegründeten Zeitschrift Bonplandia herangezogen. In einem textkritischen Vergleich untersucht der Beitrag auch die drei Berichte des Reiseschriftstellers und Humboldt-Biografen Robert Avé-Lallemant auf ihren Wahrheitsgehalt. Dabei kommt er zu dem Schluss, dass der letzte Bericht aus dem Jahr 1872 ein unangemessenes Bild Aimé Bonplands zeichnet. Dieser Bericht hat in vielen Humboldt-Biografien zu einer einseitigen Darstellung des Botanikers und Mediziners geführt. Ziel des Aufsatzes ist es, eine Brücke zwischen der Humboldt-Forschung und den Arbeiten zu Bonpland zu schlagen, die leider bislang, so scheint es, als zwei Parallelwelten nebeneinander existieren.


This article provides an overview of the work of Aimé Bonpland, Alexander von Humboldt’s traveling companion in America. It reflects not only on the American expedition of the two explorers (1799-1804), but also on their subsequent collaboration in Paris (1804-1816) and especially on Bonpland’s later work in South America (1816-1858), which is usually over-looked in Humboldt biographies. Bonpland’s development from explorer to committed Argentine citizen is a focus of the study. Among the sources used are the contributions to the journal Bonplandia, founded in Hanover in 1853, which have received little attention to date. In a text-critical comparison, the article also examines the three reports of the travel writer and Humboldt biographer Robert Avé-Lallemant for their truth content. In doing so, he comes to the conclusion that the last report from 1872 paints an inappropriate picture of Aimé Bonpland. This report has led to a one-sided portrayal of the botanist and physician in many Humboldt biographies. The aim of this essay is to build a bridge between Humboldt research and the work on Bonpland, which unfortunately, so far, it seems, coexist as two parallel worlds.


http://www.goethezeitportal.de/db/wiss/ahumboldt/holl_bonpland.pdf

Anadolu’da Neolithik Çağ (Yeni Taş Çağı) yerleşimlerinde bulunduğu belirtilen söğüt ağacına Anadolu'da Hititler “Şişiyamma” adını vermişler ve ondan ilaç elde etmişlerdir. Gılgamış Destanı’nda geçen “Halub ağacı”nı Kramer, söğüt ağacı olarak tanımlamıştır. Bunu R. Campell Thompson’ın “Asur Botaniği Sözlüğü”’ndeki önerisi izlemiştir. Klein ve Keetman ise bu terimi “ha-lu-ub”  olarak vermişlerdir. Akkadça “huluppu” ve Arapça “harruba” kelimeleri bu görüşte rol oynamıştır. Suyunu Fırat Irmağı kenarından alan ağacı, güney rüzgarı kökünden sökmüş ve nehir içinde sürüklenmeye başlamıştır. Oradan geçen Gök Tanrıçası İnanna, ağacı alarak ana tapınağın merkezi olan Uruk’a getirmiş ve kendi bahçesine dikmiştir. Ağaca özenle bakmış, ağaç büyüdüğünde kendisi için iskemle ve sedir yapmayı düşünmüştür.

Willow which is the form the Salix genus and  is found in moist and wet areas generally near streams, rivers, ponds and lakes. Willows all have abundant watery bark sap, which is heavily charged with salicylic acid, soft, usually pliant, tough wood, slender branches, and large, fibrous, often stoloniferous roots. There are about 400 species in this genus worldwide. The Egyptian willow Salix safsaf is a small tree growing in Egypt since pre-historic times. It was found in Neolithic settlements in Anatolia. It was described in Asyyrian and Akkadian texts. The willow tree is associated with the ancient goddess of the underworld Hekate and also  Apollon the god  of prophcy.

Grekçe Rhodon, Latince Rosa.
Gülgiller (Rosaceae) familyasından Rosa
Rose, (Greek Rhodon, Latin. Rosa). Rosaceae family. Rose was a popular herb and were attracted of humans with their beautiful flowers and fragrance througout the history.  The first trace of roses were found in a fossil at Colorado’s Florissant Fossil Beds dating back to 40 million years. Rose was cultivated in Egypt, Phoenicia, Assyria, Anatolia, Persia from ancient times. It was flourished to West in Hellenistic times and popular also in Roman Imperial times.  Rose was the symbol of love and happiness. They were used in food and wine and for health.

III.Jeolojik devir erken çağındaki jeolojik kalıntılarda, Kolorado’daki Florissant fosilleri incelendiğinde, gülün yaşı 40 milyon yıl olarak saptanmıştır.  Moleküler biyologlara göre,  gülün DNA’sı incelendiğinde 200 milyon yıl kadar geriye gittiğini saptamaktadırlar.

Bilimsel olarak ilk tanımlanan gül, Rosa Gallica’dır (Kırmızı gül, Frank gülü) ve 12. yüzyıldan itibaren bilinmektedir.....

# Update 29. Juni 2020: Nunmehr ist der Tagungsbericht zum Workshop des Sammlungs- und Forschungsverbundes „Universität und Residenz, Wissenschaft und Sammlung, Göttingen und Gotha. Eine Beziehungsgeschichte“, der von PD Dr. Julia A. Schmidt-Funke (Gotha) und Dr. des. Matthias Rekow (Gotha) konzipiert und im Dezember 2019 durchgeführt wurde, erschienen. Christian Vogel von der Zentralen Kustodie der Georg-August-Universität Göttingen hat seinen dynamischen Bericht mit einem  erfrischenden  Ausblick nun bei H-Soz-Kult veröffentlicht. #

Die Universitätsstadt Göttingen und die Residenzstadt Gotha scheinen auf den ersten Blick nicht viel miteinander gemein zu haben. Steht Göttingen mit seiner lebendigen Universität für die fast zweihundertjährige Tradition akademischer Forschung, erscheint in Gotha die Dominanz von Hof und Adelskultur ungebrochen. Diese augenscheinliche Differenz beider Städte heuristisch nutzbar zu machen, ist das Anliegen des Workshops „Universität und Residenz, Wissenschaft und Sammlung, Göttingen und Gotha. Eine Beziehungsgeschichte“.

Ausgangspunkt ist dabei die Beobachtung, dass es von der Mitte des 18. Jahrhunderts bis in die erste Hälfte des 19. Jahrhunderts intensive Kontakte zwischen Göttingen und Gotha gab, die sich als Beziehung zweier Sammlungs- und Forschungsstandorte beschreiben lassen. Aufgrund von Lehrer-Schüler-Verhältnissen, familiären und geschäftlichen Verbindungen bestanden teils enge personelle Kontakte, die den Transfer bzw. die Zirkulation von Personen, Ideen, Verfahrensweisen und Objekten ermöglichten. Diese regen Beziehungen werfen die Frage auf, welche Übereinstimmungen auf der Ebene der Akteure und Praktiken bestanden. Trotz des unterschiedlichen Status beider Standorte war Austausch gegeben, der – so stellt es sich zumindest derzeit dar – erst im weiteren Verlauf des 19. Jahrhunderts abnahm.

Aus diesem Befund ergibt sich die Zielstellung des Workshops: Indem der Grad an Übereinstimmung und Verflechtung zwischen Gotha und Göttingen zu unterschiedlichen Zeiten ausgelotet wird, sollen allgemeine Entwicklungen der Sammlungs- und Wissenschaftsgeschichte von besonderen unterschieden werden. Das Erkenntnisinteresse richtet sich dabei zunächst auf die spezifische Situation in Göttingen und Gotha, doch soll der Workshop es auch ermöglichen, über generelle Unterschiede zwischen Universitäts- und Residenzstadt nachzudenken.

Der Workshop steht Interessierten offen. Um eine verbindliche Anmeldung bis 4.12.2019 an verbund.gotha@uni-erfurt.de wird gebeten.

Programm
Universität und Residenz, Wissenschaft und Sammlung, Göttingen und Gotha. Eine Beziehungsgeschichte.
Workshop des Sammlungs- und Forschungsverbunds Gotha vom 11. bis 12. Dezember 2019

Mittwoch, 11. Dezember 2019

I. Begrüßung und Einführung
10:00 Uhr - Matthias Rekow, Julia A. Schmidt-Funke (Gotha)

Göttingen und Gotha im langen 18. Jahrhundert
10:20 Uhr - Martin Mulsow (Erfurt/Gotha)

II. Naturgeschichte zwischen Göttingen und Gotha
Moderation: Iris Schröder (Erfurt/Gotha)

Beziehungen zwischen Göttingen und Gotha im Spiegel Johann Friedrich Blumenbachs und seiner naturhistorischen Sammlungs-Objekte
10:50 Uhr - Alexander Gehler, Nadine Schäfer (Göttingen)

Sammeln, Dokumentieren, Publizieren. Botanische Belege von der Expedition ins Archiv
11:30 Uhr - Susanne Wernsing (Göttingen)

12:10 Uhr - Mittagspause

III. Mechaniker, Studenten, Amtsträger – Akademisch-höfische Austauschbeziehungen
Moderation: Marie Luisa Allemeyer(Göttingen)

Mechaniker am Gothaer Hof und an der Göttinger Universität
13:20 Uhr - Matthias Rekow (Gotha)

Auf den Spuren Blumenbachs und Hallers? Naturgeschichte bei Johann Friedrich Carl Grimm und Friedrich Christian Schmidt
14:00 Uhr - Julia A. Schmidt-Funke (Gotha)

Zwei Wege zur Geologie. Schlotheim und Hoff als Studiosi in Göttingen
14:40 Uhr - Carsten Eckert (Gotha)

15:20 Uhr - Kaffeepause

IV. Presse-und Verlagswesen im 18. und 19. Jahrhundert
Moderation: Marian Füssel (Göttingen)

Göttinger Fachjournale von 1765 bis 1825
15:40 Uhr - Martin Gierl (Göttingen)

Die Beziehungen zwischen Gotha und Göttingen im Spiegel der Sammlung Perthes
16:20 Uhr - Petra Weigel (Gotha)

17:00 Uhr - Pause

V. Round Table
Sammeln und Wissen – eine Beziehungsgeschichte
17:30 Uhr - Impuls: Margarete Vöhringer (Göttingen)

19:00 Uhr - Empfang

Donnerstag, 12.12.2019

VI. Fremde Dinge in Göttingen und Gotha
Moderation: Rebekka Habermas (Göttingen)

Vom Interesse an Entdeckungsreisen im 18. Jahrhundert zur Gründung des Instituts für Völkerkunde der Universität Göttingen im 20. Jahrhundert
9:00 Uhr - Gudrun Bucher (Göttingen)

Objekte wissenschaftlicher Expeditionen aus Deutsch-Neuguinea in Göttingen
9:40 Uhr - Sara Müller (Göttingen)

Das Gothaer Chinesische Kabinett
10:20 Uhr - Emily Teo (Gotha)

Konzeption und Leitung: Dr. des. Matthias Rekow, PD Dr. Julia A. Schmidt-Funke
Anmeldung bis 4.12.2019 erbeten an verbund.gotha@uni-erfurt.de
http://www.gotha3.de

Kontakt
Julia Schmidt-Funke
Matthias Rekow
Sammlungs- und Forschungsverbund Gotha
Schloss Friedenstein - Pagenhaus
Schlossplatz 1
99867 Gotha
Mail: verbund.gotha@uni-erfurt.de

Bitkilerin resimlenmesi gerek sanat tarihi, gerekse bilim tarihi boyunca her zaman gözde konulardan olmuştur. Aynı zamanda bilimsel ilüstrasyon alanında da en çok ilgi toplayan konulardandır. Makalede bitkibilimsel illüstrasyonun kısa tarihçesi ile güncel konumu irdelenmektedir.

Tasarımına bitkilerin dahil edildiği çevre dostu cam mimarlık, şu sıralarda ABD'nin Batı kıyısındaki teknoloji devleri arasında rağbette. Daha geçen hafta Amazon, Seattle'da Spheres adı verilen şirket merkezinin açılışını yaptı. Key MacFarlane, aşağıda bazı bölümlerinin çevirisini sunduğumuz Greenhouse Effect başlıklı yazısında bu estetiğin emperyal ve ütopik kökenlerinin izini sürüyor ve, çağdaş haliyle, sera etkisi yaptığını öne sürüyor: topyekûn şirketleşmenin cam içinde büyüttüğü, baştan çıkarıcı fakat gerici bir yaşam gösterisi.

The Ruhr Basin today is one of the most urban-industrial influenced regions in the world. The few green sites are attracted by amounts of visitors for sports, lingering and espacialy recreation. This leads to massive pressure on environment and ecosystems. Areas which are
close to nature are rare and should get on observation and protection. Sometimes these areas show rare biotopes and can inhabit species which normaly can´t exist in regions with massive urban impacts.

Kurzfassung: Im Rahmen einer regionalen Studie zur Gehölzsukzession auf Industriebrachflächen des Ruhrgebietes konnte der Bastard Betula ×aurata (Syn.: B. ×aschersoniana HAYEK) mit hoher Frequenz in unterschiedlich alten Gehölzsukzessionsstadien wie Gebüsch-und Vorwaldbeständen nachgewiesen werden. Da es sich hierbei um Hybridschwärme zwischen Betula pendula ROTH und B. pubescens s. str. (= B. pubescens ssp. pubescens EHRH.) handelt, welche eine äußerst variable Morphologie aufweisen, werden die habituellen Merkmale dieser Birken-Hybriden vorgestellt, die evolutionären Entstehungswege aufgezeigt, die Bedeutung dieser Birken-Hybriden für die Gehölzsukzession auf Industriebrachen im Ruhrgebiet bewertet sowie ihre Einnischung in anthropogen beeinflussten Gehölzgesellschaften diskutiert.

Im Rahmen des seit 1999 begonnenen Restflächenprojektes „Industriewald Ruhrgebiet" wird die Biodiversität sowie der Sukzessionsverlauf (hier unter der besonderen Berücksichtigung der Waldentwicklung) auf Bergbaufolgelandschaften im Ruhrgebiet untersucht (vgl. WEISS 2003). Auf den Flächen der drei ehemaligen
Zechen „Alma" und „Rheinelbe" in Gelsenkirchen-Ückendorf (MTB 4408 & MTB 4508) sowie „Zollverein" in Essen-Katemberg (MTB 4508) sollen durch ein langfristiges Phytomonitoring das Artenspektrum sowie durch die Beobachtung von Dauerquadraten Informationen über die floristisch-vegetationskundliche Dynamik dieser postindustriellen Flächen gewonnen werden. Vor allem der zeitliche Aspekt der Vegetationsentwicklung und die Beantwortung der Frage nach der möglichen Klimaxgesellschaft sollen im Vordergrund stehen (vgl. HAEUPLER et al. 2003). Im Nachfolgenden soll auf die floristischen Besonderheiten der letzten vier Untersuchungsjahre eingegangen werden.

En eski ağaçlar arasındadır. İsrail ve Arap halkları hurmayı tamar olarak bilir. Portekizce tamara’dır. İngilizce date, Almanca Dattel, İspanyolca Datel, İtalyanca dattile.

Grekçe daktylos (δάκτυλος) parmak anlamındadır ve 'hurma’yı niteler;  Grekçe fero (φέρω) fiili “taşıyorum” anlamındadır.  Dactylifera Latince’dir ve “parmak taşıyan” anlamındadır.