Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2020, Kadim Yayınları
Siyasal temsil, modern devlette yöneten-yönetilen ilişkisinin demokratik bir meşruluk temelinde yükselmesini sağlayan yönetsel paradigmanın merkezinde yer alır. Teorik düzlemde “halkın kendini, kendi içinden seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetmesi” olarak kavramsallaştırılan modern demokrasinin anlamını ve işlevini konu edinen her düşünsel eylem, yönetsel paradigmanın temel bileşenlerinden temsil olgusuna yüklenen rolü sorgulamayı gerektirir. Tarihsel gelişim çizgisinde siyasal temsil, değişen sosyo-ekonomik ve siyasal koşullar altında çeşitli kavrayışları paralelinde farklı siyasal rejimleri meşru bir formda sunmaya imkân tanıyan teorik açılımlarla donatılır. Temsilin farklı siyasal rejimlere adapte olma konusundaki eşi benzeri görülmemiş kapasitesi, modern devlette temsil olgusunun mahiyetini açıklayabilmek için teorik düzlemde kökensel bir soruşturmayı gündeme getirir. Metin Özkan, modern devletin ortaya çıkışı ekseninde Machiavelli’den Sieyès’e takip ettiği teorik çizgide siyasal temsilin kökenlerini inceleyerek modern dünyada temsilin olağanüstü varlığını kavramın dönüşümünden hareketle açıklıyor. Bu girişim, Ortaçağ pratiklerinden itibaren özellikle 17. ve 18. yüzyılların düşünsel ikliminde siyasal temsilin hangi argümanlarla teorize edildiği ve nasıl bir kavrayış bütünüyle donatıldığı üzerine kurulu. Kitap, “temsilin ne anlama geldiği” sorusu üzerinden modern devlette temsile yüklenen rolü tartışmaya açıyor. Bu perspektif, modern yöneten-yönetilen kurgusunda bütün politik edimler popülist ve hukukî bağlamlarıyla halka atfedilirken siyasal temsilin ideal ile pratik arasındaki süregiden gerilimine ışık tutması hasebiyle dikkate değerdir.
Turkish Studies, Economics, Finance, Politics
Türk Siyasal Düşüncesinde "Egemenlik" Anlayışının Dönüşümü2020 •
One of the most discussed areas of political and social transformation during the modernization process in Turkey was related to the meaning and interpretation of the principle of national sovereignty. While the content and scope of the idea of national sovereignty in Turkey developed and transformed under the influence of the Western political ideologies, they were also affected by the political and social events in which the Ottoman State was included. In the process of transition from the Ottoman State to the nation-state, how the principle of national sovereignty could be harmonized with the sacred existence of the padishah, more clearly, how the rights of the padishah's existence over the Ottoman people could be maintained was a problem. While loyalty to the padishah, a sacred character, as indicted in the programs of the political parties established in the first years of the II. Constitutional Monarchy period, padishah would turn into an "emperor" the existence of whom overshadowed the parliament in time. In this regard, the transformation of the principle of national sovereignty within the modernization process in Turkey should be examined by considering political party programs during the II. Constitutional Monarchy period. The opinions and comments of the members of the National Constitutional Monarchy Party (Milli Meşrutiyet Fırkası), who were clearly the first advocates of nation-state understanding and the ideology of Turkism in Turkey, about the principle of "national sovereignty" constituted the subject of this study. This party's belief in preserving and maintaining the traditional authority and a form of relationship based on the superiority of the decision-maker between the rulers and the ruled was criticized by the members of the Union and Progress Party (İttihat ve Terakki Fırkası) and the Freedom and Accord Party (Hürriyet ve İtilaf Fırkası). Structured Abstract: The oppressive and harsh attitudes of Union and Progress Party (İttihat ve Terakki Fırkası) towards the criticism of the party's activities within and outside the parliament during their power between the 1908-1918s led to the formation of anti-party groups within the parliament, the organization of societies and associations at the social base and the strengthening of the opposition. The Freedom and Accord Party (Hürriyet ve İtilaf Fırkası), the Ottoman Democrat Party (Osmanlı Demokrat Fırkası), the People's Party (Ahali Fırkası) and the National Constitutional Monarchy Party (Milli Meşrutiyet Fırkası) were some of the parties that opposed the Committee of Union and Progress.
Kilikya Felsefe Dergisi / Cilicia Journal of Philosophy
Agonistik Demokrasideki Kayıp Kavram: Bir ‘Modus’ Olarak Egemen2018 •
Özet Uluslararası ilişkilerdeki asli cevap arayışı, " Sistem nedir ve nasıl işler? " sorusu üzerinedir. Sistem tanımı yapılabilmesi için en temel aktör olan devletin anahtar öğesi egemenlik konusu üzerinde durulmalıdır. Bu egemenlikten kaynaklı tercih hakları ve kısmi çıkar peşinde koşulmasından dolayı devletler başka devletlerin " eksenine " girebilmektedirler. Bu durum hegemonya kavramı ile açıklanabilir. Hegemonya ise yanlış anlaşılmaya dönüşebilecek bir kavramdır. Nitekim her imparatorluğun temelinde bir hegemonya vardır. Devletler egemenlikleri sonucu tercih yaparlar ancak bu tercihleri egemenliklerini ortadan kaldırıcı nitelikte olmaz. Çalışmada da egemenliğin devamlılığı için temel unsur olan " ulusal güvenlik " ile hegemonyanın " kollektif güvenliği " ni analiz edilmiş ve uyum, uyumsuzluğu durumunda ne gibi sonuçlara yol açabilir bu irdelenmiştir.
Uluslararası Ekonomi, Siyaset ve Yönetim Sempozyumu (ISEPA)
Modern Iktidarin Bir Nesnesi Olarak Siyasallastirilmis Yasam ve Temsil Sorunu2017 •
Kamusal alanda görünebilirlik durumu, normatif olarak düzenlenen tanınabilirlik koşullarından bağımsız değildir. Söz konusu koşullar, toplumsal ve siyasal mekanizmaların işleyişini de içine alan bir iktidar tertibine tabidir. Bu çalışmada, normatif tanımlamaların epistemolojik koşullarını açığa çıkarmak, söylem düzeyinde üretilen “çerçeveler”in “kamusal alan”daki dolaşımını sorgulamak, hukuka tabiiyet ve hukukun dışında bırakılma olgusu üzerinden “temsil edilemezlik” sorununun tartışmaya açılması amaçlanmaktadır. Öte taraftan temsil\ temsilsizlik ve iktidar arasındaki doğrudan ilişki ‘özne’nin nasıl imal edildiği, epistemolojik olarak hangi yaşamların idrak edilebilir ve hangi yaşamların kavrayışımızın dışındaki normlarla tesis edildiği konuları üzerinde temellendirilmiştir.
Bu makale, modern devletin doğuş evresinde düzen,huzur ve barış ortamı ihtiyacı ile beraber ortaya çıkan güvenlik kavramını, siyaset bilimcilerin görüşleri temelinde tartışmaktadır.Özellikle klasik toplum sözleşmecilerin görüşlerine yer verilmiş ,modern devlet ve modern iktidar kavramlarının oluşturulmasındaki önemleri korunmakla beraber daha çok eleştirel yaklaşımda bulunulmuştur.Çalışmada özellikle güvenlik kavramını iktidarın bireyler üzerinde sınırlandırma yetkiselliği temelinde, modern devletin temellerini atan düşünürün değerlendirmelerine yer verilmiştir Metin yeni bir fikir ortaya atmaktansa belli başlı kuramcıların iktidar ve onun güvenlik adına kişilere müdahale yetkileri temelindeki düşünceleri bağlamında güvenlik konusu özgürlük ile beraber düşünülüp, işlenmektedir. 2.Modern Devletin Doğuşu ve İktidar –Güvenlik İlişkiselliği Güvenliğin tanımını farklı çalışma yapılan alanlara göre farklılık göstermektedir. Örneğin uluslararası ilişkiler açısından bakılınca dış güvenlik, psikoloji açısından bakılınca ise ontolojik bir çevreye ve kendine güveni temsil etmektedir. Devletin vatandaşı fiziksel olarak korumasından , ifade özgürlükleri anlamında yasalarla onu güvence altına almasına,bireyin ekonomik yaşam şartlarında kendini güvende hissettiği sosyal güvenlikte örneklerden sadece bir tanesidir.Ancak kamu yönetimi açısından bakınca konu ister istemez birey-devlet ilişkiselliğinde incelenmektedir.Hele ki önümüzde bu kadar geniş bir literatür ben daha çok iktidarın güvenlik temelinde bireylere ne kadar müdahale edebileceği sınırını ,klasik toplum sözleşmeciler ve diğer modern devlet oluşumunda önemli rol oynayan düşünürlerle belirlemeyi uygun buldum. Hâlihazırda varlığını sürdüren anlamı ile güvenlik sözcüğü, güvende olma hâline işaret eder ve özgül olarak korku, tehlike, risk, endişe, yoksulluk ve kaygıdan azade olmak anlamını taşır. Köken olarak Latince endişe, tasa, acı, üzüntü anlamlarına gelen cura ile olmaksızın, olmadan,-sız/-siz anlamlarına gelen sine sözcüklerinin birleşimi olan sine cura'dan türetilmiş olan securitas/securus sözcüğünden gelir.1 The Oxford English Dictionary, güvenlik kelimesinin anlamını farklı kullanım biçimlerinden hareketle üç temel bölüm altında değerlendirir. İlk bölümde yer verilen dört kullanım şöyledir: 1-Korunma ya da tehlikeye maruz kalmama hâli, güvenlik, 2-Şüpheden azade olmak; güven, teminat. Sağlam temelli güven, kesinlik, 3-Kaygı, tedirginlik ve endişeden azade olmak; tehlikenin olmaması hâli ya da tehlike karşısında güvende ya da özgür olma hissi. Dikkatsizlik ya da tedirginliğin olmaması, 4-Güvenli şekilde yerleştirilmiş ve eklenmiş olma özelliği, istikrar, sabitlik2 Neocleous ' göre güvenlik, özgürlüğün, demokrasinin ve sağlıklı toplumun temelidir; aslolan , "güvenliğimizin sağlaması" için devlet iktidarının nasıl daha etkili kullanılacağıdır. Bu anlamlar bağlamında güvenlik, bir duruma (güvenli ve korunmuş olma), bir hâle (dert ve tasadan azade olma) ve bir özelliğe (güvenli bir biçimde konumlandırılmış olma) işaret etmektedir. Türk Dil Kurumu ise güvenliği " Toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet " olarak tanımlamıştır.3Dil bilimsel açıklamalardan sonra güvenlik kavramının nasıl ortaya çıktığına göz atmak gerekir. Güvenliğin kökenleri disiplin ve düzen ihtiyacına dayanır. Kendi başlarına bırakıldıklarında bireyler kendi çıkar ve amaçlarını daha ileriye götürebilmek için çalışır ve bunu kendi çıkarlarının lehine olacak şekilde yapar.
Öz 21. yüzyılda devlet denildiğinde anlaşılan yapının mevcut şeklini alması yüzyıllar süren bir dönüşümle gerçekleşmiştir. Batı'da siyasal iktidarın Vatikan'ın etkisinden kurtulması büyük çatışmaların neticesinde yaşanmıştır. Her ne kadar Papalık kurumu orta çağda iktidara ortak olarak hareket ediyorduysa da siyasi iktidara meşruiyet zemini de sağlamaktaydı. Dünyevi iktidar dini iktidarın ortaklığından kurtulduğunda gücünü meşrulaştırmak için farklı teoriler geliştirmek durumunda kaldı. Bu teorilerin en bilineni de egemenlik kavramıdır. Klasik anlamıyla monarkın elinde olan egemenlik, Fransız Devriminden sonra ulusların egemenliği dönemi başlamıştır. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısıyla beraber küreselleşme, ulus devletin egemenliğini bölmekte ve sınırlandırmaktadır. Bu sınırlamalar neticesinde ortaya klasik manasından uzak bir egemen tasviri çıkmaktadır. Çalışmada egemenlik kavramının ortaya çıkışı, yaşadığı dönüşüm ve bu dönüşümün değerlendirilmesi yapılmaya çalışılacaktır. Abstract The state structure of the present day has emerged with a transformation of centuries. In the West, the liberation of the political power from the influence of the Vatican was the result of great conflicts. In the medieval period, Papacy became a power-sharing partner. This symbiotic relationship provided legitimacy to political power. The secular power had to develop different theories in order to legitimize its power when it escaped the partnership of religious power. The most famous of these theories is the concept of sovereignty. In time, sovereignty has liberated itself from the religious meaning and acquired a secular one. Sovereignty, which was essentially in the hands of the monarch, turned into a concept to be used by the nation after the French Revolution. Thus the period of sovereignty of nations began. But globalization divides and limits the sovereignty of the nation-state. As a result of these limitations, sovereignty is moving away from its classical meaning. The emergence and transformation of the concept of sovereignty will be discussed in the study. GİRİŞ Başlangıç ve bitiş tarihleri üzerinde ihtilaflar olsa da Batı Roma İmparatorluğunun çöküşünden İstanbul'un fethi, Rönesansın başlangıcı yahut Amerika'nın keşfine kadar geçen süre Orta Çağ olarak adlandırılmaktadır. Bu tarihsel sürecin önemli bir kısmında feodal siyasi ve toplumsal yapı söz konusudur. Ancak yaklaşık olarak 14. yüzyıl sonu 15. yüzyıl başı gibi bir dönemde iktidar ve otorite üzerinden Kilise ile dünyevi iktidarlarının çekişmesi söz konusudur. Bu çekişmenin; burjuvazi gibi yeni toplumsal sınıfların ortaya çıkması, sermayenin sınırsız artırımını ön gören bir iktisadi düzenin yavaş yavaş feodal ekonominin yerini alması gibi harici gelişmeler ışığında nihayete erdiği söylenebilir. Esasında olan Batı'da devlet düzeninin, toplumsal yapının kapitalizme uygun düşecek biçimde kabuk değiştirmesi hadisesidir. 16. Yüzyıla gelindiğinde devlet dediğimiz yapı bugün anladığımız manada modern devlet olmaya doğru evrilmiş ve hüküm sürdüğü topraklarda merkezin iktidarına ortak olacak unsurları da ortadan kaldırmaya başlamıştı. Merkezi devlete ruhunu katan egemenlik olgusu ise tüm bu gelişmelerin ışığında siyasi düşünceler tarihine yeni bir kavram olarak girmiştir. Egemenlik mefhumunu bünyesinde barındıran devlet; mutlak, bölünmez, parçalanmaz ve " bir " olma özelliğine sahip en üstün güç anlamına gelen modern egemenlik anlayışını taşımaktadır. Artık Orta Çağ'da olduğu gibi iktidarlar güçlerinin ilkelerini Tanrıdan almamakta, tamamen kendinden kaynaklanan bir güç ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Gücün ilkesi ile kullanımı birleştirilmekte, " tek " , " soyut " ve " sürekli " bir varlığa verilmektedir. Modern devletin ruhunu meydana getiren egemenliğin doğum tarihi olan 16. Yüzyıldan bu yana egemenlik kavramı, devletin değişimiyle birlikte çok farklı vaziyetlere bürünmüştür. Ortaya çıktığı dönemde klasik egemenlik olarak nitelendirilen kavram, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında belli gelişmeler sonucunda sınırlandırılmış ve bazı özelliklerini kaybetmiştir. Son yüzyılda ise özellikle • Arş. Gör., Uşak Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü.
Annales de Bretagne et des Pays de l’Ouest, t. 130, n°3 : Rivages bretons. Ports, mers et fleuves en Bretagne aux IXe-XIIe siècles (Actes de la journée d’études tenue à Lorient, 8 décembre 2017)
Emporia, wics, landing sites, sites de plage : où accostait-on en Europe du Nord-Ouest du VIIe au XIe siècle ?2023 •
Territorios Rupestres en América Latina
Territorios Rupestres en América Latina2023 •
INTERNATIONAL RESEARCH CONFERENCE ON MANAGEMENT STUDIES IRCMS 2023
Extended Abstract: THE IMPACT OF INVENTORY MANAGEMENT ON FINANCIAL PERFORMANCE2023 •
Yurtdışı Türkler Akraba Topluluklar Başkanlığı ve İstanbul Bilimler Akademisi
2008 Eğitim Programının 2019 Eğitim Programıyla Karma Yöntemle İncelenmesi2021 •
2021 •
International archives of occupational and environmental health
Aerobic exercise reduces biomarkers related to cardiovascular risk among cleaners: effects of a worksite intervention RCT2015 •
Circulation journal : official journal of the Japanese Circulation Society
Glutamate Promotes Contraction of the Rat Ductus Arteriosus2016 •
Lecture Notes in Computer Science
An Experimental Performance Evaluation of Incremental Materialized View Maintenance in Object Databases2001 •
2007 •