Skip to main content
Sinema ve yüce duygusunu değerlendiren çalışmaların önemli bir kısmında Immanuel Kant ve Edmund Burke gibi on sekizinci yüzyılın önemli filozoflarının eserlerine odaklanıldığı görülür. Ne var ki özellikle büyük doğa olaylarını betimleyen... more
Sinema ve yüce duygusunu değerlendiren çalışmaların önemli bir kısmında Immanuel Kant ve Edmund Burke gibi on sekizinci yüzyılın önemli filozoflarının eserlerine odaklanıldığı görülür. Ne var ki özellikle büyük doğa olaylarını betimleyen filmler, felaket filmleri ya da korku türü bağlamında ele alınan sinemada yüce duygusuna ilişkin incelemelerde filozofların yaklaşımları arasındaki nüans gözden kaçırılmakta ve birbirini tamamlayan düşünceler gibi yaklaşılmaktadır.  Bu nedenle bu çalışmada yalnızca Kant’ın yüce duygusuna odaklanarak Kant’ın bu duyguya ilişkin görüşleri incelenecek ve Kant sonrası dönemde bu duygunun sanatlarla ilişkili ele alınışı üzerinden Kantçı yücenin sinemada imkânı sorgulanacaktır. Kant’ın “yüce”ye ilişkin düşünceleri 1790 yılında yayımlanan Yargıgücünün Eleştirisi adlı eserinde olgunlaşır. Kant’tan hemen sonra özellikle Romantisizm döneminde yücenin sanat aracılığıyla iletilebilmesine ilişkin bir tartışma alanı oluşur. Yargıgücünün Eleştirisi’nin basımından yaklaşık yüz yıl sonra ortaya çıkan ve teknolojinin gelişmesiyle olanakları hızla gelişen sinema ise yüce duygusu yaratabilme bağlamında diğer sanatlardan çok daha büyük bir potansiyele sahip görünmektedir. Ancak Kant’ın yüce duygusunu açıklarken esas olarak doğaya referans vermesi ve doğada yüceyi deneyimleyen özne ile sinemada izleyicinin konumu arasındaki fark sinemada yücenin temsil edilebileceğine ilişkin tartışmaları biçimlendirir. “Sinema izleyicisi, her şeye rağmen yüce duygusunu hangi koşullarda hissedebilir?” sorusu bu çalışmanın ana aksını oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu çalışma yüce duygusunun sinemada deneyimini sorunsallaştıracak ve sorgulayacaktır.
Arendt ve Kant arasındaki ilişki genellikle Arendt’in 1970’de New School’da verdiği derslerden derlenen Kant’ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler’ine odaklanarak ele alınır ve Kant ile bağlantısı Arendt’in bu derslerde referans verdiği... more
Arendt ve Kant arasındaki ilişki genellikle Arendt’in 1970’de New School’da verdiği derslerden derlenen Kant’ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler’ine odaklanarak ele alınır ve Kant ile bağlantısı Arendt’in bu derslerde referans verdiği üzere Yargıgücünün Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft) merkezinde değerlendirilir. Ancak Arendt üzerindeki Kant etkisinin izleri, burada olgunlaşmış düşünceleri de kapsayacak şekilde çok daha erken dönemden itibaren sürülebilir. Sistematik bir bütünlük arz etmese ve anlaşılması zaman zaman güç de olsa Arendt’in, Kant’ı bir milat olarak gördüğü ve transendental felsefenin temel ilkelerinin önemini teslim ettiği görülür. Arendt için Kant felsefe tarihinin en önemli dönüşümlerinden biri olan varlık ve düşünme arasındaki doğrudan bağlantıyı kaldırmış, dolayısıyla felsefenin Platoncu bir yaklaşımla ayrıcalıklı insanların tekelinde salt bir düşünme faaliyeti olarak algılanmasını değiştirmiş, ayrıca seküler bir biçimde “şimdi” ve “burada” olana ilişkin politik yargıda bulunabilmenin imkanını ortaya çıkarabilecek temelleri atmıştır. Bu temellerin açığa çıkarılmasında Arendt, yüzünü güzele ilişkin reflektif yargılarda betimlendiği şekliyle Kant’ın yargıgücüne dönmüştür. Arendt’te yargıgücü, yirminci yüzyılda dehşet verici boyutlara ulaşan bir mefhum olan “kötülüğün sıradanlığını” anlamada hem neden tespitini kolaylaştıran hem bir çözüm sunan bir yeti olarak öne çıkar. Aynı zamanda yargı yetisi insanı deterministik bağlantılarla ele almama ve eylemlerdeki sorumluluğun ehliyetinin taşınması anlamında da önemli bir noktada durur. Ancak yargıgücü verili ve belirlenmiş, nesnel bir yapıya sahip olmadığı için gelişmesi toplumsal iletişimi ve deneyimi gerektirir. Bu da ancak düşüncelerin kamusal alanda dolaşıma girebildiği bir özgürlük ortamı ile mümkündür. Bu çalışmada Arendt ve Kant arasındaki ilişki açığa çıkarılarak, Arendt’in bir hata tespiti olarak “düşünme”nin politika alanında yetersizliği ve tikel eğilimlerin düşünmenin önüne geçmesiyle ortaya çıkan bir olgu olan kötülük problemine yargıgücü merkezli çözüm önerisi ele alınacaktır. Arendt’in yaklaşımının Kantçı kökenleri ortaya konularak Arendt’in siyaset felsefesi yorumunun Kant felsefesi ilkelerine bağlı olmasının yanı sıra yaratıcı bir yorum olduğu ileri sürülecektir.
In this paper I point to the degraded value of hope in the contemporary digital world and discuss the dangers of this transformation. Hope constitutes one of the basic drives that sustains vitality in the human species. Especially... more
In this paper I point to the degraded value of hope in the contemporary digital world and discuss the dangers of this transformation. Hope constitutes one of the basic drives that sustains vitality in the human species. Especially contemporary philosophers such as Hume, Kant, and Bloch, among others, consider hope from a philosophical perspective and despite their differences, they agree on the overall importance of hope as one of the fundamental motivations of humans towards a future life that makes striving possible. However, in the contemporary world, starting with the film industry as Adorno and Horkheimer stated, and later advanced by social media practices, hope becomes solely a hope of fame. This desire for fame is such that, as Baudrillard anticipated before the widespread use of the internet and the emergence of social media, a panoptical system is no longer required as people share their private life publicly, 'hoping' that they gain more followers, likes and attention. People exhibit 'glamorous', 'beautiful', and 'delicious' moments that constrain hope to one dimension and disconnect it from reality. From these points, I argue that what the contemporary world presents is a passive, negative hope that marks the loss of hope which should be productive and transformative.
The Walking Dead is a popular TV series depicting a catastrophic and violent world. After a pandemic that turns humans into zombies, we witness the collapse of civilization with all its institutions, the depletion of the resources, and... more
The Walking Dead is a popular TV series depicting a catastrophic and violent world. After a pandemic that turns humans into zombies, we witness the collapse of civilization with all its institutions, the depletion of the resources, and the struggle to build a new world in the middle of the wars between surviving groups. It illustrates a world of literal and metaphorical homo homini lupus. Some people choose sheer survival, and others try to build a moral, civil world. In this article, I propose a reading of this series from a Kantian perspective by employing his interrelated ideas on history, ethics, and politics. I claim that The Walking Dead represents the state of nature and the violence it contains, and illustrates the course of history toward a civil society as defined by Kant.
Bu çalışma Saf Aklın Eleştirisi’nde özellikle Dedüksiyon bölümünün açıklanmasında hayati önemi haiz olan ancak zor yapısı nedeniyle anlaşılması oldukça güç görünen “Şematizm” bölümüne odaklanacaktır. Şematizm, Kant’ın ömrü hayatı süre... more
Bu çalışma Saf Aklın Eleştirisi’nde özellikle Dedüksiyon bölümünün açıklanmasında hayati önemi haiz olan ancak zor yapısı nedeniyle anlaşılması oldukça
güç görünen “Şematizm” bölümüne odaklanacaktır. Şematizm, Kant’ın ömrü hayatı süre zarfından başlayarak filozof ve düşünürlerin ilgisini zorluğu ile çekmiş
ve genel olarak anlaşılmazlık nedeniyle çok fazla üzerine eğilinmemiş ancak kilit
niteliğinde bir bölümdür. Şematizm, Kant felsefesinde belirleyici yargıların
imkânı ve Dedüksiyon bölümlerini kapsayıcı, dolayısıyla transendental felsefenin
imkân zeminini kuran yapıya ışık tutar. Kant Şematizmle duyusallık ve anlama
yetisi arasındaki köprüyü incelikli bir biçimde kurarak hem emprisizm hem idealizme mesafesini korumayı başarır. Bu bağlamda bu çalışma Kant’ın Saf Aklın
Eleştirisi’nde ortaya koyduğu felsefi tabloyu Şematizm bölümü ile aydınlatarak Şematizmin transendental felsefe için ne denli büyük bir öneme sahip olduğuna işaret edecektir.
Bu çalışma, Yargı Gücünün Eleştirisi’nde estetik beğenide, hayalgücü (Einbildungskraft) ve “özgür oyun” tanımı temelinde, hayalgücü ve anlama yetisi (Verstand) arasındaki ilişki sorununu ele almaktadır. Kant transendental felsefeyle... more
Bu çalışma, Yargı Gücünün Eleştirisi’nde estetik beğenide, hayalgücü (Einbildungskraft) ve “özgür oyun” tanımı temelinde, hayalgücü ve anlama yetisi (Verstand) arasındaki ilişki sorununu ele almaktadır. Kant transendental felsefeyle hayalgücüne kendinden önceki filozoflardan ayrı bir saygınlık kazandırmış, bu yetiyi hem bilişin hem estetik deneyimin temel yetileri arasına yerleştirmiştir. Saf Aklın Eleştirisi’nde (A basımı) duyusallık (Sinnlichkeit) ve anlama yetisiyle transendental üç yetiden biri olan hayalgücü, üçüncü Kritik’te reflektif yargı ve estetik deneyimin
zeminini oluşturmada önemli bir konumdadır. Üçüncü Kritik’in hemen her bölümünde bir işlevi haiz olan hayalgücü ile anlama yetisinin girdiği özgür ve kavramlara dayanmayan oyun transendental felsefeye ilişkin pek çok meseleyi de açığa çıkaran özelliklere sahiptir. Bu oyunda, birinci Kritik’te nesnenin kavramsal belirlenimine yönelik olan anlama yetisinin kavramlarıyla devrede olmaması tartışmanın önemli ögelerinden biridir. Bu bakımdan özgür oyun tanımı, yetilerin konumlarına ilişkin birinci Kritik’teki iddialara uzanan kapsam ve içeriktedir. Bu çalışmada bu iddialara açıklık kazandırılarak, hayalgücü merkezinde yetiler ve yetilerle bağlantılı tartışmalara ışık tutulacaktır.
Abstract presented at University of Bergen, Imagination, Society and Culture Workshop
Research Interests:
KU Leuven, Workshop
Research Interests:
Research Interests:
Research Interests:
Alman İdealizmi I: Fichte, review