Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
library.cu.edu.tr
2018
İlk öyküsünü 1982’de yayımlayan Cemal Şakar, 80 kuşağında ve sonrasında kendine özgü bir yer edinerek bu çizgide devam eden yenilikçi ve özgün bir kalemdir. Türk öyküsünde “derin bir kırılma, kopuş, yüzleşme dönemi” olarak adlandırılan 80 döneminde konu ve temalar, siyasi ve toplumsal hareketlerle paralel ilerler. Bunun yanı sıra geçmişe özlem, yalnızlık, yabancılaşma, arayış, boşluk, kimlik, aidiyet sorunu, toplumsal hareketlilik ve göç dönemin öne çıkan temalarındandır. Çünkü Türk öyküsü1980 sonrasında tıpkı 1950’de olduğu gibi siyasi alanda ortaya çıkan ihtilalle birlikte kırılmaya, değişime ve hatta dönüşüme uğramıştır. Dönemin yazarları içine düştüğü ümitsizlikle birlikte içe dönük, bunalımlı öyküler kaleme almışlar; siyasi ve sosyal hayatın etkisiyle bu minvalde öyküler oluşturmuşlardır. Bütün bu siyasi gelişmelerin izleğinde Cemal Şakar da ilk dönem öykülerini bireyin kimlik arayışı, kendisi olabilmesi, kendisi kalabilmesi için verdiği mücadele etrafında toplamıştır. Ayrıca kişinin toplumdan ve toplumun dayattığı her şeyden kaçması, kaçışla birlikte gelen “yolculuk” temaları da birbirine eklemlenerek öykünün tematik açıdan bel kemiğini oluşturur.
Selçuk Baran'ın Öykülerinde Varoluşçuluk İzleri, 2021
19. yüzyılın sonlarında geleneksel felsefeye bir tepki mahiyetinde ortaya çıkan özellikle de II. Dünya Savaşı sonrası dünya üzerinde yaşanan politik, ekonomik ve kültürel değişmelerin birey üzerindeki tesirini yansıtan varoluşçuluk, modern dönemin en etkili felsefe akımıdır. Kökleri İlk Çağ’a kadar dayandırılabilecek olan bu akım, 20. yüzyıl insanının problemlerini esas alır; bireyin varoluş amacını araştırır. Edebiyat ise çoğu zaman toplumsal gelişimlere ve değişimlere paralel bir düzlemde ilerler. Bu açıdan bilhassa 1950’lerden sonra meydana getirilmiş edebî eserlerde varoluşçuluk, kurmaca metinlerdeki kahramanların varoluş sancısı çerçevesinde kendisine yer bulur. Varoluşçuluğun bu etkisi herhangi bir akımın savunucusu olmayan, ancak 1970’lerden sonra okuyucusu ile buluşan Selçuk Baran’ın eserlerinde de kendisini gösterir. Selçuk Baran içinde bulunduğu dönemin koşulları ve şahsî yaşamının getirmiş olduğu birtakım olumsuzlukların etkisiyle varoluşçu felsefenin başat özelliklerini kahramanlarına yansıtmış bir yazardır. Baran’ın çalışmamıza konu edilen öykülerindeki karakterler, “bunalım”, “ölüm”, “yalnızlık”, “özgürlük” ve “cinsellik” başlıkları altında incelemeye tabi tutulmuştur. Çalışmamızda varoluşçuluğun en mühim filozofları arasında anılabilecek Kierkegaard, Sartre, Heidegger, Jaspers gibi birçok ismin görüşleri ışığında öykülerdeki karakterlerin varoluşsal çıkmazları ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Nüsha Şarkiyât Araştırmaları Dergisi, 2019
Behrâm-i Sâdıkî, 19. yüzyılda başlayan ve 20. yüzyılda gelişimini sürdüren modern İran öykücülüğünde önemli bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. 1936 yılında İsfahan’a bağlı Necefabad’da dünyaya gelen Sâdıkî henüz lise öğrencisiyken ‘Sahbâ Mikdârî’ takma adıyla şiirler yazar. 1955 yılında Tahran Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne başlayan Sâdıkî’nin öyküleri o yıldan itibaren dönemin ünlü edebiyat dergilerinde yayımlanır ve bu öyküler büyük beğeni toplar. Sanatsal yaratıcılık dönemi 1956-1972 yılları arasını kapsayan ve temelde bu on yılın yazarı olarak kabul edilen Sâdıkî, bu kısa süreye rağmen kendisini İranlı öykücülerin ön saflarına yerleştiren eserlere imza atar. Bunlardan ilki 25 yaşındayken yazdığı ve onu üne kavuşturan “Melekût” (Ruhlar Âlemi) adlı romanıdır. Bazı eleştirmenler bu eseri uzun öykü (novella) kategorisine koyar. Diğer eseri 30 öyküden oluşan “Siper ve Boş Mataralar” adlı kitabıdır. Bu ikisinden başka yazarın dağınık halde şiirleri, tamamlanmamış öyküleri ve birkaç tane de piyesi bulunmaktadır. 1984 yılında henüz 48 yaşındayken hayata veda eden Sâdıkî kısa yaşamı boyunca yazdığı öykülerle hem yaşadığı dönemde hem de kendinden sonra gelen yazarlar üzerinde sarsıcı ve derin etkiler bırakmıştır. Behrâm-i Sâdıkî, yaşamdan ümidini kesmiş ve kendilerine tek sığınak olarak ölümü gören karakterler üzerinden ölüm kavramını öykülerinde ustalıkla işler. Yazınlarında bazen kara mizaha yaklaşan ironik anlatımıyla bazen tüm acısı ve gerçekliğiyle ölüm korkusunun üzerine gider. Kuruntu, kaçış, intihar, kimliksizleşme ve cinnet geçirme gibi temalarla anlatımını güçlendirir. Çalışmada, Sâdıkî’nin anlatı süzgecinden geçen gerçeklik ile var olan gerçekliğin karşılaştırılması yapılarak, ölüm kavramını ele alışı incelenecektir. Bahram Sadeghi appears as an important individual in the development process of modern Iran storytelling that started in 19th century and continued its development in the 20th century. Sadeghi who was born in Nejefabad, connected to Esfahan in 1936, had started to write poems with the nick name ‘Sahba Miqdari’ when he was yet a high school student. In 1955, Sadeghi starts Tehran University School of Medicine and his stories had started to be published in the famous literature magazines of the era since then and receive a great appreciation. Sadeghi whose creative period covers the years 1956-1972 and who is basically accepted as the writer of that decade, create unforgettable works that placed him at frontlines of Iran storytellers despite this short period. First one of those is the novel called “Malakoot” (The Invisible World) that he wrote when he was 25 years old and brought him his actual fame. Some place this work also in the category of novella. His other work is the story book “Sangar o Qomqomaha-ye Khali” (The Trench and The Empty Canteens) that consist of 30 stories. Other than these two, the author has dispersed poems, unfinished stories and several stage plays. Sadeghi who died in 1984 when he was just 48 years old, had left staggering and deep impacts on both the era he lived in and the authors who came after him with the stories he wrote in his short life. Bahram Sadeghi works on the concept of death skillfully over the characters who had abandoned all hope from life and see death as the only sanctuary in his stories. Sometimes with his ironic narration that leans towards black humor and sometimes with all its pain and reality he handles the fear of death. He consolidates his narration with themes like anxiety, escape, suicide, losing identity and amok. In this study how Sadeghi handles the concept of death with the genuine narrative reality he established on the visible reality shall be discussed.
YÖK Ulusal Tez Merkezi, 2021
Bu tez çalışması İran sinemasının anlatı özelliklerinin ne olduğuna odaklanmıştır. 2011 yılında Asghar Farhadi’nin Bir Ayrılık adlı filmi Oscar ödülünü kazanınca, ödülün politik bir duruşa karşı sırt sıvazlayan bir destek mi yoksa sinema endüstrisinin arka kapılarının ardında kurulan bir iş birliğinin yansıması mı olduğu herkes tarafından merak edilen bir konu olmuştu. Şahsi merakım ise tüm bu ve bunun gibi soruların dışında kalan, yalnızca İranlıları ilgilendiren bir soru üzerine yoğunlaşmıştı. Acaba bu filme dolayısı ile ödüle kendi özlerinin yansımaları katkı sağlamış mıydı? Bu filmin kendine özgü tarafı ne idi? Böylece İran sinemasının “özgün” diye adlandırılan sinema dilini büyüteç altına almak üzere “anlatısını” araştırmaya başladım. Bu bağlamda çalışmada ilk olarak anlatının kavramsal özellikleri, doğuşundan günümüze toplumsal gelişim evreleri ve kuramsal alanda yapılan çalışmalar araştırılmıştır. Ardından İran’da sinemanın başlangıcından günümüze kadar olan siyasi ve sosyal tarih, sinema tarihiyle eş zamanlı olarak takip edilmiştir. Ayrıca hasılat rekorları kıran ya da festivallerde önemli ödüller alan öne çıkmış çoğu filmin afiş-konu-tema gibi özellikleri, filmlerin sinema alanındaki kültürel konumunu da içine alan bir anlayışla incelenmiştir. Son olarak inceleme Bir Ayrılık filmi üzerinde detaylandırılarak İran sinemasına kendine özgü sinema dilini kazandıran alegorik ifade, gerçekçi yaklaşım, gerçeklikle ilişkide kabul verici eğilim, sıradan hikâye seçimi, irfani temaların kullanımı gibi yerel anlatı özellikleri tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler:Anlatı, Sinemada anlatı, İran sineması, Seymour Chatman, Asghar Farhadi, Bir Ayrılık.
Litera, 2020
Platon’un temellerini atıp Aristo’nun geliştirdiği mimesis (taklit) kavramı bugünün sanat ve edebiyat anlayışının özünü oluşturur. Aristo’ya göre subje, obje ile ilişki kurabildiği sürece salt üretim devam eder aksi taktirde idealar dünyası ile bir üretim söz konusu değildir. Taklit edilen objenin içerisine girmek onunla bütünleşmek onu hissetmek evresi devreye girer. Aristo bu evreyi “her şeyin karşıtlıkları aracılığıyla algılandığı” şeklinde tanımlar. 1900’lü yılların başında doğa ile insan ilişkisinin önemine daha çok değinen Alman filozoflar, Aristo’nun prensibinden hareketle einfühlung/ özdeşleyim kavramını geliştirirler. Bu teorinin ortaya çıkmasıyla birlikte objelerin sadece basit birer varlık olarak değil aynı zamanda subjelerin onlarla özdeşleştiği onlara his kazandırdığı ve etkileşim sağladığı varlıklar olarak yeniden değerlendirilir. İngilizceye “empathy” olarak çevrilen bu kavram tam olarak karşılığını sağlamadığı için “feeling into” olarak da adlandırılır. Einfühlung sadece bir kavram değil aynı zamanda bir teoridir. Bu teori üzerine yazılan çalışmalar çok fazla olmasına rağmen genel kapsamlı bir çerçevenin henüz oluşturulamadığı ve karşılaştırmalı çalışmaların yapılmadığı görülmektedir. Bu çalışma Einfühlung kavramının ortaya çıkışı, gelişimi ve problemleri hakkında geniş bilgiler vermekten ziyade, taklit unsuru olarak yaratılan objenin subje ile ilişkisi bağlamında Alman, Amerikan ve Türk edebiyatlarından öykü örneklerinin incelenmesini ve karşılaştırılmasını kapsar. Bu bağlamda öncelikle Franz Kafka Die Sorge des Hausvaters (1919) öyküsündeki belirsiz bir varlık olan Odradek ile Ernest Hemingway’ın Cat in the Rain (Yağmur’daki Kedi) (1925) ve Sait Faik Abasıyanık’ın Semaver (1935) öyküleri einfühlung/özdeşleyim teorisi çerçevesinde incelenmeye çalışılacaktır. The concept of mimesis (imitation) developed by Aristotle, producing the foundations of Plato, forms the essence of today’s recognition of art and literature. According to Aristotle, as long as the subject can relate to the object, pure production continues; otherwise there is no production with the world of Ideas. The phase of entering into the imitated object integrating with it and feeling it comes into action. Aristotle describes this phase as “that everything is perceived through opposites”. At the beginning of the 1900s, German philosophers emphasized the importance of humannature relations and developed the concept of einfühlung/empathy based on Aristotle’s principle. With the evolution of this theory, objects are reconsidered not only as simple objects but also as objects in which subjects identify with them, give feeling and interact with them. Translated into English as empathy, this concept is also called “feeling into” because it does not fully correspond. Einfühlung is not only a concept but also a theory. Although the thoughts on this theory are extensive, it is seen that a general comprehensive framework has not yet been established and comparative examinations have not been done. This study covers the examination and comparison of story examples from German, American and Turkish literature in the context of the relationship between the object created as an imitation element and the subject, rather than providing extensive information about the emergence, development and problems of the Einfühlung concept. In this context, the stories of Franz Kafka’s Die Sorge des Hausvaters (1919), Odradek an ambiguous entity with Ernest Hemingway’s Cat in the Rain (1925) and Samovar (1935) by Sait Faik Abasıyanık stories will be analyzed according to the einfühlung/empathy theory.
Journal of Sociological Context, 2020
International Language, Literature and Folklore Researchers Journal
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 17, 2 (2010) 131-142., 2010
Bursa Büyük Şehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2000
Türk Edebiyatında Postmodern Anlatının Serüveni ve Murathan Mungan, 2017
Mustafa Necati̇ Sepetçi̇oğlu’nun “Menevşeler Ölmemeli̇” Adli Öyküsü Üzeri̇ne Anlambi̇li̇msel Bi̇r Çözümleme, 2014
Bilge Karasu'nun Metinlerinde Firar Psikolojisi ve Bireyin Durumu, 2020
American Journal of Human Genetics, 2010
DİLİN DÖRT ATLISI - ALPER AKÇAM, 2017
AN ETHICAL READING OF THE PARABLE OF THE OLD MAN AND THE YOUNG, 2019
MSGSU Sosyal Bilimler Dergisi, 2016
IstanbulArtNews, 2014
Tarık Buğra 100 Yaşında, Kitap, Editör Arş. Gör. Enes DAĞ ve diğerleri, Türkiye Yazarlar Birliği Yayınları, Mart, 2019
Atatürk Üniversitesi, 2019