Skip to main content
  • 1982 yılında Trabzon’un Of ilçesinde doğdu. 1999 yılında Of İmam-Hatip Lisesinden mezun oldu. 2004 yılında Samsun İla... moreedit
Bu çalışma, modern dönemde ülkemizde yapılan tefsir çalışmalarına mukayeseli bir bakış sağlamayı gaye edinmektedir. Ancak bu mukayese, tüm tefsirlerden ziyade klasik dönem özellikleri ağır basan Ömer Nasuhi Bilmen tefsiri ile modern dönem... more
Bu çalışma, modern dönemde ülkemizde yapılan tefsir çalışmalarına mukayeseli bir bakış sağlamayı gaye edinmektedir. Ancak bu mukayese, tüm tefsirlerden ziyade klasik dönem özellikleri ağır basan Ömer Nasuhi Bilmen tefsiri ile modern dönem özellikleri ağır basan Süleyman Ateş tefsirleri üzerinden yapılacaktır

Çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Allah Resûlü ile başlayan tefsir faaliyetinin günümüze kadar geçirmiş olduğu merhaleler, belli başlı tefsir metotları ve modern dönem tefsir ekolleri incelenmiştir. İkinci bölümde Ömer Nasuhi Bilmen ve Süleyman Ateş’in hayatları, eserleri, tefsir formasyonları ve tefsir metotları ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise her iki müfessirin Kur’an ilimlerine, fıkhî ve ilmî tefsire, Ehl-i kitaba ve tartışmalı bazı meselelere yaklaşımları ele alınıp mukayese edilmiştir.
Nesih konusu modern dönemde üzerinde en fazla tartışılan tefsir usulü konularındandır. Klasik dönemde varlığında çoğunlukla ittifak edilip miktarında ihtilaf edilen bu konu, modern dönemde varlığında ihtilaf edilen bir konu haline... more
Nesih konusu modern dönemde üzerinde en fazla tartışılan tefsir usulü konularındandır. Klasik dönemde varlığında çoğunlukla ittifak edilip miktarında ihtilaf edilen bu konu, modern dönemde varlığında ihtilaf edilen bir konu haline gelmiştir. Klasik dönemde mensuh kabul edilen âyetlerin sayısı birtakım kaynaklarda yüzlerle ifade edilirken modern dönemde bu sayı tekli rakamlara inmiştir. Bu noktada akla gelen isimlerden biri de Hindistanlı âlim Şah Veliyyullah Dihlevî’dir. (öl. 1176/1762) Tefsir usulü alanında kaleme aldığı Fevzü’l-kebîr fî usûli’t-tefsîr adlı eserinde nesih konusuna değinen Dihlevî, Süyûtî’nin (öl. 911/1506) el-İtkân adlı eserinde yirmi âyet olarak tespit ettiği mensuh âyetleri tekrar ele almış ve bunların sayısını beşe kadar indirmiştir. Modern dönemde nesih ile alakalı yapılan çalışmalarda Dihlevî’nin mensuh kabul ettiği âyetler öne çıkmış ve konu bu âyetler üzerinden tartışılır hale gelmiştir. Bu çalışma Hindistanlı âlim Müftî Saʻid Ahmed Palanpûrî’nin (1942-2020), Dihlevî’nin Fevzü’l-kebîr’i üzerine yazdığı el-ʿAvnu’l-kebîr şerhu’l-Fevzi’l-kebîr isimli şerhinde, neshe bakışını ve Dihlevî’nin mensuh kabul ettiği âyetlere yaklaşımını ele almaktadır. Aynı zamanda bu çalışma, modern dönemde Kur’an’da neshi reddedenlerin bayraktarlığını yapan Kur’ancılık ekolünün ortaya çıktığı Hint alt kıtasında Hanefî-Sünnî bir çizgi benimseyen Diyobend ekolünün neshe yaklaşımı hakkında da fikir vermektedir.
Şîa, Hz. Peygamber’in vefatından sonra imâmetin Hz. Ali’ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğunu savunan grupların ortak ismidir. İmâmet inancının merkezi bir konum inşa ettiği bu gruplar, imamların nas ile tayin edildiklerine ve... more
Şîa, Hz. Peygamber’in vefatından sonra imâmetin Hz. Ali’ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğunu savunan grupların ortak ismidir. İmâmet inancının merkezi bir konum inşa ettiği bu gruplar, imamların nas ile tayin edildiklerine ve peygamberler gibi masum olduklarına dayanan yeni bir din tasavvuru geliştirmiş, müstakil bir hadis ve tarih malzemesi oluşturmuş gerek itikadî gerek amelî bakımdan kendilerine münhasır bir şekle bürünmüşlerdir.
Tarihte varlıklarını Sünnî devletlerin hâkimiyetinde geçiren Şiîler, Fâtımîler (909-1171) ve Safevîler (1501-1736) gibi iki güçlü bağımsız devlet kurmayı başarmış, ancak Şîa propagandasını temel amaç edinen her iki devlet de uzun soluklu olamayıp tarih sahnesinden çekilmiştir. 1979 İran devrimiyle yeniden bağımsız bir devlete kavuşan Şiîler mezhebi faaliyetlerine kaldıkları yerden devam etmektedir. Yaklaşık iki milyon Şiî vatandaşa ev sahipliği yapan Türkiye sınır komşusu İran’ın propaganda faaliyetlerinin kapsamında yer almaktadır. Ülkemizdeki bütün Sünnîler Şîa propagandasının doğal muhatapları olmakla birlikte özellikle Şiî inanç esaslarıyla benzerlik gösteren Alevîler, şiîleştirme faaliyetlerinin ana hedefi konumundadır.
Türkiye’deki Şiîler’i Zeynebiye ve Kevser Grubu diye iki kısma ayırmak mümkündür. Zeynebiye grubu devlet ile yakın ilişki içerisindedir ve kendilerini Türk milletinin bir unsuru olarak görmektedir. Kevser grubu ise İran’ın siyasî ve ideolojik fikirlerine katkı sağlayacak mahiyette çalışmalar yapmakta ve yayıncılık alanında aktif bir faaliyet yürütmektedir. Bu çalışmanın konusu olan Kur’ân-ı Kerîm ve Meâli isimli eser de Kevser grubunun yayınları arasından çıkmış, ilk baskısı Haziran 2009’da dördüncü ve son baskısı da Haziran 2020’de yapılmıştır.
Çalışma konumuz meâl Murtaza Turabi tarafından hazırlanmış ve kendi ifadesiyle sekiz yıllık bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Turabi, sunuş yazısında meâlin ilk önce bir heyet tarafından yapılmasının planlandığını, ilk cüzünün bu heyet tarafından yapıldığını fakat heyetin farklı gerekçelerle dağılması üzerine meâlin kendisi tarafından hazırlandığını ifade etmektedir.
İki kısımdan oluşan meâl 794 sayfalık bir hacme sahiptir. Birinci kısım sağ taraftan başlamaktadır ve ortada metin, kenarlarda tercüme şeklinde klasik meâl tarzındadır. Bu kısımda her sûrenin başında tanıtıcı bilgilere yer verilmekte bazı âyetler hakkında da küçük puntolarla kısa açıklamalar yapılmaktadır. Âyet hakkında daha kapsamlı açıklamaya ihtiyaç duyulduğunda ise okuyucu, meâlin diğer kısmındaki açıklamalar bölümüne yönlendirilmektedir. Zaman zaman parantez arası kullanımların da olduğu bu kısım 604 sayfadan oluşmaktadır.
İkinci kısım sol taraftan başlamakta; takdim, sunuş, meâl kısmında verilen dipnotlara dair 180 adet açıklama ve meâl sahibinin “Ehl-i Beyt (a.s) Nazarında Kur'ân” ana başlığı altında tasnif ettiği alt başlıklardan oluşan 184 sayfalık bölümü kapsamaktadır. Meâlin en orijinal kısmını Turabi’nin bu kısımda yaptığı açıklamalar oluşturmaktadır.
Meâlde çoğunlukla Şiî kaynaklar kullanılmış, zaman zaman da Sünnî kaynaklara yer verilmiştir. Ehl-i beyt imamlarından yapılan nakillerin oldukça önem arz ettiği meâlde en fazla kullanılan kaynakların başında İmâmîlerin temel hadis kaynakları/Kütüb-i Erbaa’nın birincisi ve en önemlisi kabul edilen Ahbârî âlim Küleynî’nin (ö. 329/941) el-Kâfî fî ʿilmi’d-dîn adlı eseri gelmektedir.
Çalışmada söz konusu meâl, imâmet, mehdî, takıyye, Ehl-i beyt’in kapsamı, ayakları mesh etmek ve mütʿa nikâhı gibi ihtilaflı konularda detaylı bir şekilde tahlil edilmiştir. Meâl sahibinin zikri geçen hususlarda ön yargılı davrandığı, aidiyet duyduğu mezhebin görüşlerini Kur’an’a tasdik ettirmek için yoğun bir çaba sarf ettiği, bu meyanda metinden bağımsız yorumlarda bulunduğu, siyak-sibak ve âyetlerin indiği zaman ve mekân gibi Kur’an’ın anlaşılmasında birinci derecede önemli hususları göz ardı ettiği tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimelere: Tefsir, Meâl, Şîa, İmâmiyye, Kevser.
Müslüman toplumlar son iki asırdır ciddi bir medeniyet krizi yaşamaktadır. Bu krizden çıkış noktasında farklı söylemler geliştirilmiştir. Bunlardan biri de Kur’an merkezli yeni bir din anlayışı ortaya koyan Kur’ancılık ekolüdür. Tarihteki... more
Müslüman toplumlar son iki asırdır ciddi bir medeniyet krizi yaşamaktadır. Bu krizden çıkış noktasında farklı söylemler geliştirilmiştir. Bunlardan biri de Kur’an merkezli yeni bir din anlayışı ortaya koyan Kur’ancılık ekolüdür. Tarihteki Hâricîler ve Mutezile gibi mezheplerle belli ölçüde benzerlik arz etse de Kur’ancılık ekolü modern döneme özgü bir harekettir. Ekol, batının meydan okuyucu tavrına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış, müslümanların kurtuluşu için İslâm usûl ve geleneği ile hesaplaşmayı teklif etmiştir. Bu bağlamda ekol, Müslümanların karşı karşıya kaldıkları problemlerin ortaya konulacak yeni usul ve esaslarla çözüme kavuşacağını iddia etmektedir. Ekol, Hindistan ve Mısır gibi emperyalistler tarafından ilk işgal edilen İslâm beldelerinde ortaya çıkmış, zamanla diğer İslâm ülkelerinde de taraftar bulmuştur. Seyyid Ahmed Han, Çırağ Ali, Abdullah Çekrâlevî, Hâfız Eslem Cerâcpûrî, İnâyetullah Han Meşrikî ve Gulâm Ahmed Pervîz alt kıtadaki, Muhammed Tevfîk Sıdkî, Muhammed Ebû Zeyd, Ferit Vecdi, Ali Abdurrâzık, Mahmûd Ebu Reyye, Reşad Halife, Ahmed Subhî Mansûr ve Cemal el-Benna gibi isimler de ekolün Mısırlı temsilcileri olarak öne çıkmaktadır. Ekol mensuplarına göre Kur’an, dinin temel kaynağıdır ve tahrif edilmeden günümüze kadar ulaşan tek kaynaktır. Aynı zamanda Kur’an açık ve anlaşılır bir kitaptır ve harici bir beyana da ihtiyacı yoktur. Sayılan bu hususlarda ekol içerisinde tam bir ittifak mevcuttur. Ancak ekol mensupları başta sünnet olmak üzere başka bir kaynağın dinde delil olup olamayacağı hususunda ikiye ayrılmıştır. Bir kısmı Kur’an’dan başka kaynak kabul etmezken diğer bir kısmı Kur’an’dan başka kaynakların da dinde delil olabileceğini prensipte kabul etmekte ve bu kaynaklara seçmeci yaklaşmaktadır. Ekol içerisinde ihtilaf edilen bir diğer husus da Kur’an’ın dini açıdan lazım olan her şeyi içerip içermediğidir. Bu noktada da ekol içerisinde iki yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Birinci yaklaşım Kur’an’ın temel ilkeler koyduğunu ve detay bilgiler içermediğini, ikinci yaklaşım ise Kur’an’ın dini açıdan lazım olabilecek her türlü bilgiyi içerdiğini ve başka bir kaynağa ihtiyaç bulunmadığını iddia etmektedir. İkinci yaklaşım sahipleri iddialarını ispat edebilmek için Kur’an’dan birçok âyeti delil olarak kullanmışlardır. Söz konusu ikinci yaklaşım sahipleri, Mekkî sûrelerde yer alan ve Kur’an’ın bir vasfı olarak zikredilen “tafsil” ve “tebyin” kelimelerini, Kur’an’da her şeyin açıklanıp beyan edildiğine, En‘âm sûresi 38. âyeti Kur’an’ın gerek külli gerek cüzi her şeyi ihtiva ettiğine, müstakil bir âyet olmayıp Kur’an’da üç yerde geçen “إِنِ ٱلۡحُكۡمُ إِلَّا لِلَّهِ” ifadesini, hüküm koyma yetkisinin yalnızca Allah’a mahsus olup Kur’an dışında hiçbir kaynağın bu yetkiye sahip olamayacağına, Mâide sûresi 3. âyette geçen “اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دينَكُمْ” ifadesini Kur’an’ın her yönüyle kâmil bir kitap olduğuna dolayısıyla bir hükmün dini olabilmesi için Kur’an’da yer alması gerektiğine delil getirmişlerdir. İşte bu çalışma, Kur’an’dan başka kaynak kabul etmeyen ve Kur’an’ın dini açıdan lazım olan her türlü bilgiyi içerdiğini iddia eden Kur’ancıların bu görüşlerini ispat sadedinde delil olarak ileri sürdükleri âyetleri, söz konusu iddialara delil olabilirliği açısından tahlil etmeyi amaçlamaktadır. Bunu yaparken Kur’an bütünlüğü, ilgili âyetlerin bağlamı, tefsir literatürü ve mevcut durum göz önünde bulundurulacak, bunun dışında Kur’ancıların iddialarına harici delillerle cevap vermek gibi bir amaç güdülmeyecektir.
Nesih, hem tefsir hem de fıkıh ilminin müşterek usul konularından biridir. Her iki disiplinle doğrudan ilişkili olan nesih hakkındaki tartışmalar, ilk asırlarda başlayıp günümüze değin devam eden ve teoriden ziyade pratik yönü önem... more
Nesih, hem tefsir hem de fıkıh ilminin müşterek usul konularından biridir. Her iki disiplinle doğrudan ilişkili olan nesih hakkındaki tartışmalar, ilk asırlarda başlayıp günümüze değin devam eden ve teoriden ziyade pratik yönü önem kazanmış olan bir konudur. İlk asırlarda genelde nesih kabul edilip sayısı, çeşitleri gibi konularda ihtilaf edilirken, özellikle yakın dönem tefsir çalışmalarında neshin Kur’an için bir nakısa olduğu ifade edilerek ilişkili ayetler te’vil edilmekte ve neshin reddi yönünde görüşler serdedilmektedir. Ancak her halükârda nesih hakkındaki tartışmalar teorik düzlemde yoğunlaşmakta, uygulamada ise daha mutedil bir yol benimsenmektedir. Bu çalışmada, neshi kabul edenlerin büyük çoğunluğu tarafından mensuh
kabul edilen ve vasiyet ayeti olarak da bilinen Bakara sûresi 180. âyet, gerek müfessirlerin; gerekse fakihlerin tarihsel süreçte yaptığı yorumlardan hareketle tahlil edilecektir. Bu bağlamda, çalışmamız ilgili âyetin mefhumunu ahkâm tefsirleri, belli başlı sünnî ve şiî tefsirler ve yakın dönemde telif edilen tefsirlerden hareketle değerlendirmeyi hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: Tefsir, Nesih, Nâsih, Mensuh, Vasiyet, Miras.
İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an’ın anlaşılması ve pratiğe dökülmesi İslamî bir hayatın inşası için büyük önem arz etmektedir. Bu önemin farkında olan Müslüman ilim adamları Kur’an’ı anlama ve uygulama noktasında ortaya koydukları... more
İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an’ın anlaşılması ve pratiğe dökülmesi İslamî bir hayatın inşası için büyük önem arz etmektedir. Bu önemin farkında olan Müslüman ilim adamları Kur’an’ı anlama ve uygulama noktasında ortaya koydukları eserlerle çok zengin bir literatür oluşturmuşlardır. Bu literatürün en temel eserleri ise Kur’an’ı baştan sona bir düzen dâhilinde ele alıp yorumlayan tefsirlerdir. Kur’an’ı anlama ve uygulama noktasında tefsirlerin rolü yadsınamaz. Çünkü tefsirler hem Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamanın anahtarı hem de onun mesajını zaman ve mekan mefhumu olmaksızın insanlara ulaştırmanın en iyi araçlarıdır. Bu nedenle her dönemde Kur’an’ı yeniden tefsir etme ihtiyacı hasıl olmuştur. Geçmiş dönemlerde telif edilen tefsirlerin muhatap kitlesi ilim erbabı iken, matbaanın icadı, kitaba ulaşımın kolaylığı ve okur-yazarlığın artması gibi sebeplerle son dönemlerde telif edilen tefsirlerin önemli bir bölümünde muhatap kitlesi olarak halk seçilmiştir. Bu bağlamda sadece cumhuriyet döneminde ülkemizde telif edilen tefsir sayısı yirmiyi aşmıştır. Telif edilen bu çalışmaların usul ve muhteva açısından incelenip okurların hizmetine sunulması ise önem arz eden bir husustur.
iv
Ülkemiz halkının tefsir ihtiyacına cevap vermek amacıyla kaleme alınan Bilmen ve Ateş tefsirlerinin mukayesesini konu edinen bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Allah Resûlü ile başlayan tefsir faaliyetinin günümüze kadar geçirmiş olduğu merhaleler, belli başlı tefsir metodları ve modern dönem tefsir ekolleri incelenmiştir. İkinci bölümde mukayeseye esas aldığımız her iki müfessirin hayatları, eserleri, tefsir formasyonları ve tefsir metodları ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise her iki müfessirin Kur’an ilimlerine, fıkhî ve ilmî tefsire, ehli kitaba ve tartışmalı bazı meselelere yaklaşımları ele alınıp mukayese edilmiştir.
Kur’ancılık ekolü, menşei hakkında farklı görüşler olmakla birlikte modern dönemde ortaya çıkmış bir harekettir. Dini olan her konuda Kur’an’ı Kerim’i öne çıkaran ekol, sünnete, mezheplere ve gelenek olarak isimlendirilen dini müktesebata... more
Kur’ancılık ekolü, menşei hakkında farklı görüşler olmakla birlikte modern
dönemde ortaya çıkmış bir harekettir. Dini olan her konuda Kur’an’ı
Kerim’i öne çıkaran ekol, sünnete, mezheplere ve gelenek olarak isimlendirilen dini müktesebata mesafeli yaklaşmaktadır. Özünde metin merkezci olan ekol, her şeyi Kur’an’dan çıkarmaya tevessül etmekte ve bu bağlamda te’vil kapısını sonuna kadar açmaktadır. Yakın tarihlerde Hint Alt Kıtası ve Mısır’da ortaya çıkan ekol, zamanla İslâm âleminin farklı coğrafyalarında taraftar bulmuş, farklı çevreler tarafından farklı tonlarda seslendirilmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısında ülkemizin de gündemine giren bu ekol gerek sivil gerek akademik camiadan farklı tonlarda karşılık bulmuştur. Özellikle seksenli yıllarda birçok dergi tarafından dile getirilen bu ekolün savunulduğu dergilerden biri de yayım hayatı iki yıl gibi kısa bir süre devam eden Kalem Dergisi’dir. İşte bu çalışma, iki binli yıllardan sonra ciddi manada ülkemizin gündemini meşgul eden bu ekolün Türkiye tarihinde önemli bir yer tutan Kalem Dergisi’ni tanıtmayı ve dergide savunulan görüşleri tahlil etmeyi amaçlamaktadır.
Kur’ancılık ekolü, kökeni hakkında bazı ihtilaflar olmakla birlikte modern döneme özgü bir harekettir. Ortak vasıf olarak Kur’an’ı tek ve yeter kaynak kabul eden ekol, sünnete, mezheplere ve gelenek olarak isimlendirilen dini müktesebata... more
Kur’ancılık ekolü, kökeni hakkında bazı ihtilaflar olmakla birlikte modern döneme özgü bir harekettir. Ortak vasıf olarak Kur’an’ı tek ve yeter kaynak kabul eden ekol, sünnete, mezheplere ve gelenek olarak isimlendirilen dini müktesebata mesafeli yaklaşmaktadır. Bazı âyetlerin literal anlamından hareketle, Kur’an’ın her şeyi kapsadığını iddia eden ekol mensupları, metin merkezci bir anlayışla her şeyi Kur’an’dan çıkarmaya tevessül etmekte ve bu bağlamda te’vil kapısını sonuna kadar açmaktadır. Bu duruma verilebilecek en güzel örneklerden birisi de namazdır. Kur’an’da bütün peygamberlere emredildiği bildirilen, fakat detayları belirtilmeyen namazın uygulaması Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabittir. Ancak sünnete ve geleneğe mesafeli duran ekol mensuplarının namaz hakkında farklı yorum ve yaklaşımları mevcuttur. İşte bu çalışma, Kur’ancılık ekolü mensuplarının namaza bakışını tahlil etmekte ve bu ibadet özelinde onların Kur’an anlayışları hakkında tespitlerde bulunmayı hedeflemektedir.
Bu makalede “Murselât sûresinde tekrar eden âyetler üzerinde bağlam etkisi” konusu araştırılmaktadır. Bilindiği üzere Kur’ân evrensel bir mesajdır. O aynı zamanda nüzûl döneminde Araplar arasında son derece itibarlı bir konumu olan şiir... more
Bu makalede “Murselât sûresinde tekrar eden âyetler üzerinde bağlam etkisi” konusu araştırılmaktadır. Bilindiği üzere Kur’ân evrensel bir mesajdır. O aynı zamanda nüzûl döneminde Araplar arasında son derece itibarlı bir konumu olan şiir geleneğinin tüm cazibesine meydan okuyan eşsiz bir belagat özelliğine sahiptir. Kur’ân’ı bu derece eşsiz kılan özelliklerden birisi de içerdiği bazı âyetlerin metin olarak tekrar edilmesidir. Acaba Kur’ân’da metin olarak tekrarlanan bu âyetler, sadece bir tekrar mıdır, yoksa başka bir amaç da taşımakta mıdır? İşte bu çalışmada sözü edilen soruya, Murselât sûresinde on defa tekrar eden “وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبٖينَ” âyeti ve bu âyetin bağlam etkisi üzerinden cevap aranmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda -araştırma metodu olarak-, tekrarın geçtiği her ayet öbeği öncelikle bağlamı içerisinde ele alınmakta, ardından klasik ve muasır müfessirlerin konuyla ilgili yorumlarına değinilmekte, daha sonra da mükerrer âyetin ilgili bağlamda hangi (lafzî/manevî) tekrar kapsamına girdiği tespit edilmeye ve herhangi bir kullanılış amacı varsa, ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Elde edilen bulgular “Değerlendirme ve Sonuç” kısmında verilmektedir.
Bu makalede, A'râf sûresi 189 ve 190. âyetler araştırma konusu yapılmaktadır. Araştırma, dört aşamada yürütülmektedir. İlk olarak, tarikleri bize kadar mütevâtir bir şekilde ulaşan kıraat imamlarının konumuzla ilgili âyetlerdeki okuyuş... more
Bu makalede, A'râf sûresi 189 ve 190. âyetler araştırma konusu yapılmaktadır. Araştırma, dört aşamada yürütülmektedir. İlk olarak, tarikleri bize kadar mütevâtir bir şekilde ulaşan kıraat imamlarının konumuzla ilgili âyetlerdeki okuyuş farklılıkları ve
bunların manaya herhangi bir etkisinin olup olmadığı tartışılmaktadır. Ardından A'râf sûresi 189 ve 190. âyetlerin anlaşılmasında/yorumlanmasında Hz. Peygamber (s.a.s.)'e isnad edilen rivayetlerin etkisi incelenmektedir.
Daha sonra söz konusu rivayetlerin bu âyetleri açıklama adına delil olup olamayacağı hem rivayet hem de dirayet ilmi açısından tahlil edilmektedir.
Son olarak da müfessirlerin ilgili âyetlere ve bu âyetler hakkındaki yorumlara yaklaşımları sistematik bir biçimde ele alınmakta ve özellikle 190. âyette yer
alan terkipteki  fiilin fâili belirlenmeye, zamirinin mercii tespit edilmeye ve
böylece ifadede kimlerin kastedildiği açıklanmaya çalışılmaktadır. Elde edilen bulgular sonuç kısmında verilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Rivayet, Hz. Âdem,
Peygamber, irk.
Bu çalışmamızda Kur’an’ın üslup özelliklerinden birisi olan ve aynı zamanda Kur’an’da önemli bir yekûn tutan kıssa anlatımı hakkında özet bir bilgi verip son zamanlarda oldukça revaçta olan kıssaların tarihsel gerçekliği ile alakalı... more
Bu çalışmamızda Kur’an’ın üslup özelliklerinden birisi olan ve aynı zamanda Kur’an’da önemli bir yekûn tutan kıssa anlatımı hakkında özet bir bilgi verip son zamanlarda oldukça revaçta olan kıssaların tarihsel gerçekliği ile alakalı tartışmalara temas edeceğiz. Bu arada böyle bir anlayışın ortaya çıkmasına zemin hazırlayan etkenleri de ortaya koymaya çalışacağız. Ardından Süleyman Ateş tarafından kaleme alınan Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri adlı eserde müellifin kıssaların tarihsel gerçekliğine yaklaşımını inceleyeceğiz.