Skip to main content
1896-1901 yılları arasında varlık gösteren ve kendisinden sonraki edebiyat üzerinde güçlü etkiler bırakan Servet-i Fünun, benzer tema ve imajlara yer veren yazarların oluşturduğu bir edebî topluluktur. Aynı zamanda bir duygu hareketi... more
1896-1901 yılları arasında varlık gösteren ve kendisinden sonraki edebiyat üzerinde güçlü etkiler bırakan Servet-i Fünun, benzer tema ve imajlara yer veren yazarların oluşturduğu bir edebî topluluktur. Aynı zamanda bir duygu hareketi niteliğindeki Servet-i Fünun'da hissiyatı oluşturan dinamiklerden biri yüceliktir. Bu edebiyatta yüce duygusu, yoğun olarak tabiatın haz ve korku uyandıran yönleriyle betimlendiği manzaralarda açığa çıkmaktadır. Topluluğun iki kurucu ismi Halid Ziya Uşaklıgil ve Tevfik Fikret'in eserlerinde örnekleri görüldüğü üzere yücelik, doğayla ilgili izlek ve motiflerin temerküz ettiği birtakım hatlar oluşturur. Korku, kaygı, dehşet, tutku, hayranlık gibi sınırda deneyimlenen duygular ve bu duyguların doğayla ilişkilendirilerek aktarımı yücenin üretimine dair bir temsil anlayışını işaret etmektedir. Genellikle manzaranın temaşası sırasında açığa çıkan yüce, haz ve korku temelli duyguların yeniden üretimini ve dolaşımını açıklayan estetik bir bağlam yaratmaktadır. Bu çalışmada, Kantçı terminolojinin "yüce" kavramsallaştırması ve Burke'ün yüce üzerine görüşleri referans alınarak Halid Ziya ve Tevfik Fikret'in eserlerinde yücenin Servet-i Fünun'daki duygu rejimiyle bağlantısı incelenmektedir.
Bu yazıda Gürsel Korat'ın Unutkan Ayna romanında travmatik tanıklığın mekân ve bellekle kurduğu ilişki üzerinde durulacaktır. Romandaki bellek ve travmatik tanıklığın temellendirilmesinde Maurice Halbwachs'ın ortaya koyduğu kolektif... more
Bu yazıda Gürsel Korat'ın Unutkan Ayna romanında travmatik tanıklığın mekân ve bellekle kurduğu ilişki üzerinde durulacaktır. Romandaki bellek ve travmatik tanıklığın temellendirilmesinde Maurice Halbwachs'ın ortaya koyduğu kolektif bellek formülasyonu ile Paul Ricoeur ve Giorgio Agamben'in tanıklık nosyonuna dair tespitleri kaynak alınacaktır. Kolektif bellek, toplulukların ortak deneyimlerine vurgu yapan bir kavramdır. Aynı deneyimde buluşan insanların bir topluluk olarak deneyimlerine atfettikleri anlamı kuran bir çerçevedir. Mekânın değişimi, kolektif belleğin şekillenmesinin dinamik bir olgu olduğunu gösterir. Romanda travmatik tanıklığı belirleyen mekân, bellek gibi farklı tahayyüllerle genişleyen ve farklılaşan bir toplumsal çerçeve kurmak amacıyla kullanılmaktadır. Tanıklıklar, bellek mekânını oluşturan ritüeller gibi topluluğun deneyimine ilişkin izleri bir araya getirir ve böylece geçmişin travmalarının yönetilmesini sağlar. Travma, söze dökülemeyen, bilişsel dizgede kronolojik olarak dizilemeyen ve zihnin kabul etmediği bir deneyim olduğu için tarihte yaşanan travmatik kayıplar kamusal suskunluklardan sıyrılıp edebiyata dönüşemeyebilir. Korat, ikili karşıtlıklarla kurulan tarihsel çerçeveyi ve kamusal suskunluğu aşındırırken tarihin kayıtlarının karşısına hikâye anlatıcılığını koymuş ve bunu hümanist bir tarih yazımının ilk basamağı olarak işaretlemiştir.
Muallime, Emine Semiye tarafından 3 Mart 1899 – 2 Mayıs 1901 tarihleri arasında Hanımlara Mahsus Gazete’nin Hanım Kızlara Mahsus isimli ekinde tefrika edilerek yayımlanır. Muallime’de kadın hakları, eğitim, pedagoji, gibi konularda... more
Muallime, Emine Semiye tarafından 3 Mart 1899 – 2 Mayıs 1901 tarihleri arasında
Hanımlara Mahsus Gazete’nin Hanım Kızlara Mahsus isimli ekinde tefrika edilerek yayımlanır. Muallime’de kadın hakları, eğitim, pedagoji, gibi konularda mesajlar verilir; ideal bir Osmanlı kadını olarak sunulan ana karakter Bihbûde’nin geleneklerine bağlı olduğu kadar modern bir eğitim ve kültür anlayışına sahip olduğunun altı çizilir. Farklı kadın anlatılarının kesiştiği Muallime, Bihbûde’nin öyküsüne ilaveten diğer kadın karakterlerin geçmişi ve yaşantıları üzerine çeşitli yan hikâyeler içermektedir. Romanın bu çok katmanlı yapısı içinde kadın söylemini hangi anlatı stratejileri üzerinden kurguladığına feminist anlatıbilim perspektifinden açıklık getirilebilir. Anlatıyı oluşturan yazar, anlatıcı, okur, anlatı karakterleri gibi yapısal unsurları cinsiyet göstergelerini merkeze alarak inceleyen feminist anlatıbilimciler kadınlar tarafından üretilen edebî metinlere yoğunlaşmışlardır. Bu çalışmada, Muallime’nin çözümlenmesinde feminist anlatıbilimsel bir yöntem izlenerek anlatının yapılandırılmasında cinsiyet olgusunun
işlevi değerlendirilecektir. Böylece, anlatının, anlatıcı ve okurun cinsiyeti odağında okumaya tâbi tutulması ile anlatıda kadın söyleminin inşasına dair bir çerçeve sunulacaktır.
Bu çalışmada; Servet-i Fünun edebiyatının ay ve güneş unsurları üzerine getirdiği yeni imgelem Halit Ziya, Tevfik Fikret, Mehmet Rauf ve Cenap Şehabettin’in eserleri merkezinde incelenmektedir. Servet-i Fünun edebiyatında, gerek nazım... more
Bu çalışmada; Servet-i Fünun edebiyatının ay ve güneş unsurları üzerine getirdiği yeni imgelem Halit Ziya, Tevfik Fikret, Mehmet Rauf ve Cenap Şehabettin’in eserleri merkezinde incelenmektedir. Servet-i Fünun edebiyatında, gerek nazım gerekse nesirde ay ve güneş unsurları yeni bir algıyla kurgulanmaktadır. Bu dönem eserlerinin temel problemi olan hayal-hakikat çatışmasının hayal cephesi, gökyüzünün iki odak figürü olan Ay ve Güneş’in imgelenme biçiminde karşılık bulur. Ateş elementinin özelliklerini taşıyan ay ve güneş imgelerinin alt metninde mitolojik anlatı ve sembolleştirmeler söz konusudur. Güneşe; yakıcılığı ve gökyüzündeki merkezî konumu itibariyle tanrısal özellikler yüklenirken ışığını güneşten alan ve formu değişkenlik gösteren ay farklı çağrışımlar ve anlamlar üretir. Ay imgeleri; tekinsizlik, güvenilmezlik çağrışımlarıyla birlikte ayın lekeli görünümünden dolayı kirlilik de ifade edebilmektedir. Ayın sarı rengi ile anılmasında kötücüllük ve hastalık gibi olumsuzlayıcı bir algı açığa çıkmaktadır. Diğer taraftan saflık, berraklık gibi anlamlar yüklenen ay imgeleri kökensel olarak anne kavramıyla ilişkilendirilmiştir. Ay ve su birlikteliği üzerinden kurulan bu tür imgeler anneye dönüş arzusunun romantik bir dışavurumu olarak okunabilmektedir. Servet-i Fünun edebiyatında sıklıkla geçen mehtap tasvirlerinde, suyla birleşerek göğe yükselme hayali içermesi bakımından umut ve arzuların açığa çıktığı bir ay tasavvuru da bulunur. Ayın olumlu ve olumsuz temsillerine karşılık güneş imgelerinde ise olumlayıcı bir bakış; arzulanan yüksek hayallere ilişkin bir yüceltme öne çıkar. Eril bir sembol olan güneş, genellikle yüceltilen bir unsur konumundadır. İdealleri, yükselme arzusunu temsil eder ve daha çok otorite ile özdeşleştirilir. Yakıcılık özelliğinden dolayı hem korkulan hem hayranlık beslenen bir unsurdur. Dolayısıyla baba figürü ile ilgili çağrışımları da beraberinde getirir. Servet-i Fünun edebiyatında güneşin batışıyla ilgili manzara tasvirlerinde belirgin olan melankoli, babanın ve onun temsil ettiği ideallerin yitimine dair metaforik göndermeler içerir.
Anahtar Kelimeler: Servet-i Fünun, ay, güneş, mitoloji, ateş, eril, dişil, imge.
ABSTRACT: In this study, the new meaning of Servet-i Fünun literature on the elements of the moon and the sun is examined by taking the works of Halit Ziya, Tevfik Fikret, Mehmet Rauf and Cenap Şehabettin into the center. In Servet-i Fünun literature, both the verse and prose elements of the moon and the sun are constructed with a new perception. The imagination in front of the conflict between dreams and reality, which is the main problem of the works of this period, corresponds to the imagination of the Moon and Sun, the two focal figures of the sky. There are mythological narratives and symbolizations in the subtext of the moon and sun images bearing the characteristics of the fire element. To the sun; the moon, which receives its light from the sun and whose form varies, produces different connotations and meanings, while its burning and central location in the sky assumes divine features. Moon images; along with the connotations of uncertainty and unreliability, it can also express pollution due to the stained appearance of the moon. When the moon is associated with its yellow color, a negative perception such as malice and illness emerges. On the other hand, the moon images, which are attributed to meanings such as purity and clarity, were originally associated with the concept of mother. Such images based on the union of the moon and water can be read as a romantic expression of the desire to return to the mother. In the descriptions of moonlight, which are frequently mentioned in the literature of Servet-i Fünun, there is also the imagination of a moon in which hopes and desires are revealed in terms of the dream of rising to the sky by combining with water. An affirmative view of the sun images against the positive and negative representations of the moon; an exaltation of the desired high dreams comes to the fore. As a masculine symbol, the sun is an element that is generally exalted. They represent their ideals, the desire to rise, and are more often associated with authority. Due to its burning feature, it is an element that is both feared and admired. Therefore, it brings about associations with the father figure. In Servet-i Fünun's literature, melancholy, which is evident in the scenes related to the setting of the sun, contains metaphorical references to the loss of the father and the ideals he represents.
Keywords: Servet-i Fünun, moon, sun, mythology, fire, masculine, feminine, image.
Öz Bu çalışmanın amacı, Tezer Özlü'nün Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Yaşamın Ucuna Yolculuk anlatılarındaki umutlu varoluşu ve kadın öznenin inşasında umut kavramının işlevini incelemektir. Tezer Özlü' de tasarı ve eyleme kaynaklık eden... more
Öz Bu çalışmanın amacı, Tezer Özlü'nün Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Yaşamın Ucuna Yolculuk anlatılarındaki umutlu varoluşu ve kadın öznenin inşasında umut kavramının işlevini incelemektir. Tezer Özlü' de tasarı ve eyleme kaynaklık eden umut, öznenin tahakküm ilişkilerini sorgulama ve sınırları aşma istencini yansıtmaktadır. Umudun temsilinde öne çıkan özgürleşme, direnme, iyileşme gibi izlekler benliğin parçalara ayrılma ve yeniden kurulma süreçlerini belirle-mektedir. Varoluşçuluk, Özlü'nün edebiyatını etkileyen bir felsefe olarak özne olma talebinin çerçevesini oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra Özlü'nün insan anlayışı, toplumun yaşadığı krizlere tanıklığı ve sisteme getirdiği eleştirilerde varoluşçu olduğu kadar feminist bir söylem kurduğu görülmektedir. Yazar, ka-dın kimliğini geleneksel rollerden bağımsız olarak inşa ederken erkek egemen toplumla hesaplaşma içindedir. Bu bakımdan Simone de Beauvoir'ın kavram-sallaştırdığı varoluşçu feminizm, Özlü'nün metinlerindeki kadınlık durumu ve umutlu varoluş ilişkisini açıklamada önemli bir kaynaktır. Tezer Özlü metinleri-ne bu gözle bakıldığında kendilik arayışının bir umut potansiyeli olarak anlam-landırılabileceği görülecektir.
Research Interests:
Ömer Faruk Yekdeş, Mehmet Fatih Uslu ve Hazel Akdik ile Monograf için gerçekleştirdiğimiz söyleşi.
Research Interests:
Research Interests: