Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 20, Ocak-Haziran 2003, ss. 83-93.
PRAGMATİZMİN FELSEFİ TEMELLERİ
Nejat DOĞAN*
ÖZET
Bu makale pragmatizmin felsefi temellerini açıklamaktadır. Araştırma göstermektedir ki
pragmatizm, bir anlam, araştırma, gerçek, ve etik kuramıdır. Makale pragmatizmi tüm bu yönleriyle
inceleyerek, onun temel ontolojik ve epistemolojik varsayımlarını ortaya koyar. Pragmatizm, zıt
görüşler arasında bir bağ, onları dengeleyen ve senteze ulaştıran bir köprü olarak görülebilir. Önyargılara, dogmatizme, otoriter çözümlere karşı olup, açık düşünceye, bilime, çoğulculuğa, ve hümanizme
önem verir. Böylece pragmatizm, evrimsel bir liberal felsefedir.
Anahtar Sözcükler: Pragmatizm.
GİRİŞ
“Pragmatizm” ve “pragmatik” kavramları hem günlük yaşamımızda hem
de akademik yazında yoğun bir şekilde kullanılmasına rağmen, belki de diğer bütün sık kullanılan kavramlar gibi, pek de araştırılıp ayrıntılı açıklaması yapılmış
kavramlar değildir. Bu nedenle genel olarak pragmatizm ya “insanın işine geldiği
şeyi yapması” gibi yanlış anlamlara çekilmiş ya da diğer felsefi yaklaşımlarla karıştırılmıştır. Örneğin, Türk Dil Kurumu yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar
önerdiği bir eserde pragmatizmi “faydacılık, yararcılık,” pragmatik kavramını ise
“faydacı, yararcı” kelimeleriyle karşılamıştır. (TDK,1995:57) İşte bu makalede
amacım, pragmatizmi daha ayrıntılı inceleyerek, bu felsefenin temel ilkelerini ortaya koymak ve böylece bugüne kadar bu felsefe hakkında edindiğimiz basmakalıp
düşüncelerin pek de gerçeği yansıtmadığını göstermektir.
Genel olarak pragmatizmi, Charles Sanders Peirce, William James ve John
Dewey gibi ana kurucularının ve savunucularının eserlerinde yansıtıldığı gibi ele
alacağım. Amacım bu felsefenin temel ilkelerini açıklamak olduğu için, belirli
düşünürler arasındaki görüş farklılıklarına değinsem de, bu farklılıkların ayrıntısına
girmek yerine, hemen her pragmatist düşünürün üzerinde hemfikir olduğu görüşleri
vurgulayacağım.
Pragmatizmi bir cümle ile tanımlamak olası değil. Pragmatizm, bir anlam
teorisidir (theory of meaning). Ancak, pragmatizm aynı zamanda bir araştırma
teorisi (theory of inquiry), bir gerçek teorisi (theory of truth) ve bir etik teorisidir
(theory of ethics). Bu nedenle, pragmatizmin ne olduğunu bu her bir görüş açısından ele alacağım. Bu incelemede önemli olan, bu felsefenin temel ontolojik, epis*
Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü.
Makalenin geliş tarihi: Nisan 2003, kabul tarihi: Temmuz 2003
temolojik ve metafizik varsayımlarının vurgulanmasıdır. Bu varsayımlar arasında,
dünyanın çoğulcu bir yapıda olduğu, reform ve ilerlemenin mümkün olduğu, bireylerin bu dünyada bir fark yaratabileceği, düşüncelerimizin yanlış olabileceği, hangi
davranışın etiksel (ahlaki ) olduğu kararının her bir olay bazında verilebileceği ve
düşüncelerimizin işlerliği konusunda yaşadıklarımıza bakarak görüş edinilebileceği
önemli bir yer tutar.
I. ANLAM KURAMI OLARAK PRAGMATİZM
Pragmatizmin kurucusu Charles Sanders Peirce temel olarak pragmatizmi
bir anlam kuramı olarak görmüştür. Peirce’e göre, herhangi bir şey üzerindeki
görüşümüz, o şeyin hissedilebilir etkilerinden oluşur (Peirce, 1958a:124). Örneğin,
popüler bir makalede, “sert bir madde” Peirce tarafından “çok sayıda başka madde
tarafından çizilemeyen madde” olarak tanımlanmıştır (Peirce, 1958a:124). Aynı
makalede Peirce, o dönemde çok tutulan Kirchhoff’un Analitik Mekanik adlı eserini de eleştirmiştir. Kirchhoff’a göre, gücün etkilerini anlayabiliriz fakat gücün kendisinin ne olduğunu ise anlayamayız. Peirce’e göre ise böyle bir düşünce “bir çelişkidir.” Çünkü, “güç kelimesinin zihinlerimizde çağrıştırdığı düşüncenin, hareketlerimizi etkilemekten başka bir işlevi yoktur, ve bu işlevler etkilerinden başka bir
yolla güç ile ilişkilendirilemez. Sonuçta, gücün etkilerini biliyorsak, bir güç vardır
denildiğinde ima edilen her olay hakkında bilgi sahibiyizdir, ve bundan öte bilinmesi gereken bir şey yoktur” (Peirce 1958a:129).
Bu nedenle pragmatistlere göre bir kavramın anlamı, bir olayda, bir harekette, veya bir denemede ortaya çıkar. Bir kavram hakkında ne düşündüğümüzün,
ne tasarladığımızın önemi pek yoktur; o kavramın anlamı gerçek yaşamda, yani
bireyin çevresi ile olan ilişkilerinde belirecektir. Deneyimlerimiz ve hareketlerimizin sonuçları bize bir kavramın gerçek anlamını öğretecektir. Örneğin, elimizi ateşin altına koyduğumuzda elimiz yanacaktır. Bu “ateş”in nitelilerinden yalnızca
biridir ve ateş hakkında bildiğimiz bütün nitelikleri bir araya getirdiğimizde ateşin
tanımını elde etmiş olacağız. Peirce’e göre bu deneysel yöntem, düşünce ve kavramları “semerelerinden tanımak” olarak bilinen eski bir kuralın özel bir uygulamasından başka bir şey değildir (Peirce, 1978:271).
Peirce pragmatizmin kurucusu olmasına rağmen, aslında bu felsefenin
tüm dünyada tanınmasını sağlayan düşünür William James’tir. James’in pragmatizminin Peirce’in pragmatizminden farklı üç önemli yanı vardır. Öncelikle, Peirce
için pragmatizm tamamıyla olmasa da esas olarak bir anlam kuramıdır. Peirce bir
makalesinde şöyle yazmaktadır: “Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, pragmatizm
aslında ne bir metafizik kuramı ne de gerçekleri belirleme girişimidir. O sadece
anlaşılması zor kelimelerin ve soyut kavramların anlamlarını bulma yöntemidir”
(Peirce, 1978: 271). Ancak, pragmatizmi metafiziksel konulara uygulayan James
için durum hiç de böyle değildir. İkinci olarak, Peirce’den farklı bir şekilde James,
pragmatizmin bilim adamının dünyasındaki rolünden daha çok, sıradan kişilerin
günlük yaşamındaki rolünü vurgulamıştır. Üçüncü olarak, James kelimelerin anlamlarını belirlemeden bir adım öteye giderek, bilimsel dikkatini “anlamlardan”
“tepkilere” kaydırmıştır. Diğer bir deyişle, konu şimdi sadece ateşin altına konul84
duğunda elimin yanması değil ve fakat durum böyle ise “ne yapmalıyım, bir ateş
gördüğümde nasıl tepki göstermeliyim” sorusudur.
Pragmatizmdeki bu gelişimin James’in Peirce’i yanlış anladığından dolayı
kaynakladığı genel olarak öne sürülse de, aslında bu görüş doğruyu yansıtmamaktadır. Bu gelişim, temelde James’in pragmatizmi yayma girişiminden kaynaklanmıştır. James’e göre, kavramlara veya nesnelere göstereceğimiz tepkilerin yalnızca
günlük yaşamımızda değil, dünyanın doğası, niteliği üzerinde de önemli etkileri
olacaktır. Pragmatizmi tanımlamaya çalıştığı bir yerde James şöyle demektedir:
“Bir nesne konusundaki düşüncelerimizde kusursuz açıklığı elde etmek için, o
nesnenin ne gibi tasavvur edilebilir pratik etkilerinin olabileceğini, ondan ne gibi
duyumlar beklememiz gerektiğini, ve ne tür tepkiler göstermeye hazırlanmamız
gerektiğini göz önünde bulundurmalıyız” (James, 1975a:29). Diğer bir deyişle,
James’e göre, “kavrama ve düşünme sadece eylem için vardır” (James, 1979:92).
İşte, belirli bir şekilde davrandığımızda ne gibi deneyimler elde edeceğimiz ve,
daha da önemlisi, davranışlarımızla çevremiz arasındaki etkiletişimin doğası felsefe biliminin ana konularındandır. James şöyle yazar: “felsefenin tek işlevi, bu veya
şu dünya görüşünün gerçek olması durumunda, bunun insanlar için ne gibi kesin
bir fark yaratacağını bulmak olmalıdır” (James, 1975a: 30).
II. ARAŞTIRMA KURAMI OLARAK PRAGMATİZM
A) “Araştırma”
Pragmatizm aynı zamanda bir araştırma kuramıdır. Aslında, pragmatistlerin bilimsel kavramları tanımlama ve bu kavramlara karşı nasıl tepkide bulunulması gerektiğini belirleme çabası, onların araştırma konusundaki ilgilerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü pragmatistlere göre, kişiler ancak düşünce ve kanaatlerine
çevreden gelen tehditler sonucunda kavramların anlamlarını sorgulamaya başlar ve
belirli bir hareket tarzı benimsemeye karar verirler. Bu nedenle, araştırma Peirce
tarafından şüphe durumundan kanaat (inan) (belief) durumuna geçme çabası olarak
tanımlanmıştır. Peirce şöyle yazar: “şüphenin başlaması kanaat durumunun (a state
of belief) ulaşılması çabasına yol açar. Bu çabayı araştırma olarak adlandıracağım. Şüphe ile çaba başlar, ve şüphenin yok olmasıyla bu çaba sona erer. Bu nedenle, araştırmanın yegane amacı, düşüncenin bir sonuca vardırılmasıdır
(settlement of opinion)” (Peirce, 1958b:99-100). Peirce bu tezini başka bir makalede tekrar ederek şöyle der: “düşünce sadece kanaatin oluşturulmasına yönlendirilebilir. Hareket halindeki düşüncenin tek olası güdüsü, durağan düşüncedir (thought
at rest)” (Peirce, 1958a:121).
Pragmatizmin bir anlam kuramı olması durumunda olduğu gibi, burada da
James ve Dewey’in Peirce’den farklı olarak vurguladığı nokta, şüphenin sadece
teori ve felsefedeki yeri değil, kişinin bu şüphe durumu nedeniyle atması gereken
adımlar ve bu şüphe durumunu belirli bir kanaat durumuna dönüştürme çabasıdır.
Diğer bir deyişle, James ve Dewey’in çalışmaları daha çok popüler felsefe çizgisinde olmuş ve ortaya attıkları fikirler birey ile bireyin içinde yaşadığı çevre arasındaki ilişkilerle doğrudan ilgili olmuştur. Örneğin James, dini inançlar ve zamanının bilimsel buluşlarıyla hızla değişim göstermiş çevre arasında kendi kanınca
85
varolan çatışmayı çözebilmek için genelde dini konular üzerinde düşünmüştür.
Araştırmaları kendisini şu sonuca götürmüştür: dini fikirlerin bilimsel bilgi ile
doğruluğunun kanıtlanması mümkün olmamasına rağmen (veya mümkün olmadığından) birey “inanma isteğinden” (the will to believe) mahrum edilemez. Bu araştırma belki de James’in bilim adamının bu tür soruları alt edip kendi yaşamını yaşaması yolunun bulunması gibi kendi özel durumdan kaynaklanmış olabilir.
Murphy’nin savunduğu gibi “James’in vurgulamak istediği nokta şuydu: kanaat
eylem için vardır” (Murphy, 1990:42).
Dewey’in pragmatizminde de, araştırma temel olarak çevredeki sorunlara
çözüm bulunması çabasıdır. Dewey araştırmayı şöyle tanımlar: “belirsiz bir durumun kendi özellikleri ve ilişkileri açısından öyle belirgin bir duruma kontrollü olarak çevrilmesidir ki, ilk (belirsiz) durumdaki öğeler birleşik bir bütüne dönüştürülmüş olur” (Thayer, 1968:172). Dewey’in bu araştırma anlayışı ile Peirce’in anlayışı
arasındaki fark bir bilim adamı tarafından şöyle özetlenmiştir: “Peirce kanaati belirlemeyi, Dewey ise içinde bulunulan durumu onarmayı hedeflemiştir” (Smith,
1978:98).
Yukarıdaki tartışmadan anlaşıldığı gibi, pragmatizmin başlangıç noktası,
veya bireyin durumu hakkındaki ilk varsayımı, şüphe değil yerleşmiş kanaatler
veya inançtır. Bu ve diğer birçok noktalar açısından pragmatizm, Descartes felsefesine karşı bir felsefe (anti-Cartesian) olmuştur. Descartes şüpheyi halihazırda var
olan bir şey, bir veri olarak kabul eder ve bireyin kendi varlığının bilincine mantık
yoluyla ulaştığını öne sürer. “Düşünüyorum, öyleyse varım” deyişinde özetlenen
bu çıkış noktasıyla Descartes, “akıl ve beden” gibi ikili ayrımlara dayanan bir felsefe geliştirmiştir. Fakat pragmatizme göre, kendimizi diğer insanlar aracılığıyla
tanırız, fikirler diğer fikirler aracılığıyla belirginleşir, kavramlar diğer kavramlar
aracılığıyla açıklığa kavuşturulur, ve belirli kanaatler diğer kanaatlerimizle ilişkilidir. Özellikle, bireyin sosyal bir varlık olduğu ve, daha spesifik olarak, bireyin
kimliğinin toplumda dil aracılığıyla nasıl şekillendirildiği üzerinde duran George
Herbert Mead’in çalışmaları ilgi çekicidir. (Scheffler, 1974; Thayer, 1968). Ayrıca
pragmatizm, olayları ikili ayrımlarla açıklama yaklaşımına karşı çıkmış ve etkileşimci (interactionist) bir anlayışı benimsemiştir. Bu yaklaşıma göre, araç-amaç,
bilen-bilinen gibi ayrımlar araştırma sürecini engellemektedir; araçlar amaçları
etkilediği gibi, amaçlar da kullanılacak araçları belirler, bilen sadece bilgi tüketicisi
değil, aynı zamanda bilginin yorumlayıcısı ve özümseyicisidir.
B) Araştırma Yöntemleri
Araştırmanın ne olduğunu açıkladıktan sonra, pragmatizmdeki bir diğer
önemli konuya, araştırma yöntemlerine geçelim. Peirce, kanaatlerin belirlenmesinde tarihsel olarak etkili olan üç yöntemden bahseder ve bunların yerine yeni bir
yöntemin, bilimsel yöntemin kullanılmasını önerir.
Yaygın olarak kullanılan yöntemlerden ilki , insanların çevresindeki gelişmelere gözünü kapatması olmuştur. Peirce bunu inat yöntemi (tenacity) olarak
adlandırmıştır. Peirce şöyle yazar: “Kararsız bir ruh halinin içgüdüsel iticiliği insanların görüşlerine sımsıkı sarılmalarına neden olur. Birey, eğer tereddüt etmeden
86
kanaatlerimi sürdürebilirsem bu benim için tamamıyla tatminkar bir sonuç doğurur
diye düşünür” (Peirce, 1958b:102). Peirce’e göre bu yöntemin, bazen işe yarasa
da, sürekli değişen ve diğer insanlarla etkileşimde olunan bir çevrede korunamayacağı açıktır. “Toplumsal devinim buna karşıdır” diye düşünür Peirce, “bu yöntemi
kabul eden birey, diğerlerinin kendisinden farklı düşündüğünü anlayacak, makul
bir anda diğerlerinin düşüncelerinin kendi düşüncesi kadar iyi olduğunu muhtemelen aklına getirecek ve bu durum kanaatine olan güvenini sarsacaktır” (Peirce,
1958b:103).
Peirce’e göre, yaygın olarak kullanılan ikinci yöntem, otorite yöntemi
(authority) olmuştur. Burada bireyin neye inanacağı bir kurum tarafından belirlenir. Aslında bu, otoriter yönetim altındaki ülkelerde görülen yöntemdir ve “inat”
metodu ile aynı nedenden dolayı başarısızlığa uğrar. “Hiçbir kurum düşüncenin her
konuda kontrol edilmesini başaramaz” diye düşünür Peirce, “[o otorite altında
yaşayan bazı insanlar] kendi görüşlerinin diğer uluslarınkinden daha üstün olarak
görmenin hiçbir mantığı olmadığını düşünmekten kendilerini alamaz; ve bu akıllarında şüpheye yol açar” (Peirce, 1958b:105).
Geleneksel olarak kullanılan üçüncü yöntem a priori yöntem olmuştur. Otorite yönteminden birçok konuda hiç de farklı olmayan bu yönteme göre, birey
genel kabul görmüş ilkelere (established principles) göre hareket eder. “Bütün
insanlar iyidir” veya “insan doğası kötüdür” gibi ilkeler insanların nasıl davranacağını ve neye inanacağını belirler. Peirce’e göre Descartes’in felsefede gerçekleştirdiği devrim, aslında otorite yönteminin yerine a priori yöntemini getirmesinden
başka bir şey değildir. Peirce şöyle yazar: “Descartes felsefenin yeniden yapılanması işine giriştiğinde, ilk adımı kuramsal olarak şüpheciliği benimsemek ve otoriteyi gerçeğin nihai kaynağı olarak gören okul çocuğu davranışını bir kenara bırakmak olmuştur. Daha sonra, değişmez ilkelerin doğal kaynağını araştırmış ve bunun
insan aklında bulunduğunu iddia etmiştir. Öz-bilincimiz bize kendi temel doğrularımızı gösterecek ve neyin mantıklı olduğuna karar verecektir” (Peirce,
1958a:115).
Descartes’in bu rasyonalizmi (mantıksalcılığı), deneyimin de önemli bir, ve
hatta birincil, bilgi edinme kaynağı olduğu gerekçesiyle Peirce ve diğer pragmatistler tarafından reddedilir. Ne kadar mantığa uygun görünse de, gerçekler tarafından desteklenmeyen kanaatler pragmatistler tarafından doğru olarak kabul edilmez.
Böylece, bireylerin kanaatlerini zamanın denemesine tabi tuttuklarında ve kanaatlerinin doğruluğunu gerçeklerle karşılaştırarak kontrol ettiklerinde, a priori yöntem
otorite yönteminden daha iyi bir sonuç veremez. Peirce şöyle der: “[Bireyler] herhangi bir kanaatlerinin gerçeklerle ilgisi olmayan bir olay (ya da durum) tarafından
şekillendirildiğini anladığında, kanaatlerinin şüpheli olduğunu o andan itibaren
sadece lafta kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda o kanaat hakkında ciddi bir şüpheye düşerler, böylece o kanaat kanaat olma vasfını en azından belirli bir oranda
yitirir” (Peirce, 1958b:107).
Bu nedenle Peirce’e göre, düşüncelerimiz arasında hüküm vermede ve kanaatlerimizin oluşturulmasında uygulanacak, yukarıda anlatılan üç başarısız geleneksel yöntemden farklı, yeni bir yöntem gereklidir. Bu yöntem, bilimsel yöntem87
dir (the method of science). Yalnızca bu yöntemde “kanaatlerimizin beşeri herhangi bir şey tarafından değil, ve fakat düşüncemizin üzerinde hiçbir etkisi olmayan
dışsal bir süreklilik tarafından oluşturulduğunu” bulabiliriz (Peirce, 1958b: 107).
Bu, Peirce’in öne sürdüğü gibi ve bir sonraki kısımda “gerçek” kavramını tartıştığımızda önemi görüleceği üzere, pragmatizmin bir tür felsefi gerçekçilik
(philosophical realism) olduğunu ima eder. Yani, yaşamda gerçek şeyler vardır,
bunların gerçek olduğunu bilebilir ve kanaatlerimizin doğru olup olmadığını bu
gerçeklerle karşılaştırarak anlayabiliriz.
Bilimsel yöntem Peirce’e göre üç safhayı içerir. Birinci safhada, herhangi
bir sorun bireyi bu sorunu aşmak için, diğer bir deyişle düşünceleri arasında karar
vermek ve kanaatini belirlemek için, elindeki verinin ne anlama geldiğini anlamaya
iter. Bu, hipotez oluşturma (abduction) safhasıdır. Daha sonra birey, bu hipotezden
bazı sonuçlar çıkarsar. Bu safhaya tümdengelim (deduction) denir. Son safhada ise
birey, bu sonuçlara göre hareket ederek, veya deney uygulayarak, çıkarsadığı sonuçların gerçekleşip gerçekleşmediğini belirler. Bu safhaya da tümevarım
(induction) adı verilir. Bu bilimsel yöntem, pragmatistlere ve özellikle James gibi
“inanmak eyleme geçmektir” şeklinde düşünenlere hiç de yabancı gelmeyecektir.
Yalnızca kanaatlerimize göre hareket ederek, eyleme geçerek, bu kanaatlerin gerçek yaşamda geçerli olup olmadığını ve zamanın deneyimine karşı durup duramadığını anlayabiliriz.
C) Kanaatin İşlevi
Pragmatizmin bir araştırma kuramı olması üzerindeki tartışmamızı bitirmeden önce, kanaatin işlevine ve bunun konumuz açısından önemine kısaca değinelim. Pragmatistlere göre, kanaatlerin işlevi kişinin yaşamında alışkanlıklar veya
davranış kuralları yaratmasıdır. Peirce şöyle düşünür: “Kanaatlerimiz isteklerimize
yön verir ve davranışlarımızı şekillendirir. İnanma duygusu, doğamızda davranışlarımızı belirleyecek bir alışkanlığın olduğunun aşağı yukarı kesin bir göstergesidir”
(Peirce, 1958b: 98-99). Böylece, çeşitli alışkanlıklar ne tür davranışlara yol açtığına bakılarak birbirinden ayırt edilebilir (Peirce, 1958a: 121).
Bu düşüncenin iki önemli sonucu vardır. İlk olarak, pragmatistlere göre,
kanaat ve düşünceler gözlemlenebilir olgulardır; bireylerin nasıl davrandığına bakarak ne tür kanaatleri olduğunu anlayabiliriz. İkinci olarak, bu alışkanlık anlayışı,
pragmatistlerin dünyanın toplumsal bir yapılanması olduğu (socially constructed)
düşüncesine sahip olduğunu göstermektedir. Moore’un öne sürdüğü gibi, pragmatistler inanmaktadır ki “çevre ile ilişkiye girmede alışkanlık haline getirilmiş bütün
yolların toplamı kişiliği, bireyi oluşturur” (Moore, 1961:199).
III. GERÇEK KURAMI OLARAK PRAGMATİZM
Pragmatistlere göre önemli olan, sadece kanaatlerimizi nasıl edindiğimiz
değil, aynı zamanda, edinilen kanaatlerin gerçek (true) olup olmadığıdır. Yukarıda
belirttiğimiz gibi, Peirce pragmatizmi temel olarak bir anlam kuramı olarak görmüştür; ancak bu, Peirce’in “gerçek” kavramı hakkında hiçbir düşüncesi olmadığı
88
anlamına gelmez. Peirce, “Bilimi takip eden herkes araştırma süreçlerinin, hakkınca kullanıldığında, uygulanacakları her bir soru için tek bir kesin çözüm vereceğine
tamamıyla ikna olmuşlardır,” diye düşünür ve bu nedenle gerçeği ve gerçekliği
(gerçek olma durumunu – reality) şu şekilde tanımlar: “Gerçekten kastımız, araştıran herkes tarafından kabul edilmesi mukadder olan düşüncedir ve bu düşüncede
temsil olunan nesne gerçekte varolandır” (Peirce, 1958a:132-133).
Popüler felsefe için yazan James ve Dewey gerçeği bir anlamda farklı bir
şekilde tanımlamışlardır. James’e göre, bir kanaat veya düşüncenin gerçek olup
olmaması, onun bizi bir deneyimimizden bir diğerine yönlendirmesindeki ya da
yaşamımızdaki belirli bir sorunu çözmesindeki başarısıyla ölçülür. James şöyle der:
“Bizim için neye inanmak daha iyi olur! Bu gerçeğin tanımı gibi geliyor bana”
(James, 1975a: 42). Aynı şekilde Dewey için gerçek, sorunlu bir durumu sorunsuz
bir durum haline getiren durumlarla ilgilidir (Morris, 1970: 64; Thayer, 1968:195,
199, 266; Crabb, 1989:71-72).
Bu tanımlar, Peirce’in nesnel James’in ise öznel bir gerçek anlayışı olduğu
izlenimini vermektedir. Fakat, pragmatizmin evrimsel dünya (ontology) ile evrimsel bilgi edinim (epistemology) görüşünün önemi küçümsenemez. Bu görüş,
Peirce ile James’in gerçeğe yaklaşımlarının bağdaştırılmasında önemli bir işlev
üstlenir; Peirce herhangi bir anda öznel veya yanlış bir kanaat yoktur demediği
gibi, James de gelecekte nesnel gerçeğin olamayacağını öne sürmemektedir. Aslında birçok yerde Peirce, deneyimleriyle ve çevresindeki değişimlerle çelişmediği
sürece bireyin kanaatlerinden tatmin olacağını vurgulamıştır. Peirce “sadece inanmaya değil, aynı zamanda inandığımız şeye inanmaya inatla sımsıkı sarılırız,”
(Peirce, 1958b: 99) diye düşünür ve şu sonuca varır: “kesin bir kanaate ulaşır ulaşmaz, bu kanaat gerçek veya gerçekdışı olsun, tamamıyla tatmin oluruz” (Peirce,
1958b:100). Diğer taraftan, James için gerçek, Peirce’in savunduğu felsefi gerçeklik doğrultusunda, düşünce ve kanaat ile nesne arasındaki özel bir ilişki anlamına
gelmektedir. James, “Düşüncelerimiz gerçek olan şeylerle örtüşmelidir;” (James,
1975a:101) diye yazar ve şöyle devam eder: “[gerçek,] bir düşünce ile bir gerçeklik, yani düşüncenin nesnesi, arasında aranmalıdır” (James, 1975b:). James’in nesnel gerçek olabileceği düşüncesi şu cümlesinde de açıkça görülebilir: “sonradan
hiçbir deneyimin değiştirmeyeceği kesin gerçek, bütün geçici gerçeklerimizin bir
gün çakışacağını hayal ettiğimiz o ideal son bulma noktasıdır. Bununla beraber
bugün, bugün elde edebileceğimiz gerçekle yaşamak ve bu gerçeğe yarın yanlış
demeye hazır olmak zorundayız”(James, 1975a:106-107).
Böylece Peirce ve James gerçek konusunda benzer görüşlere sahiptir. Bu
evrimsel veya dinamik gerçek anlayışı, hem kesinlikçilik (absolutism) hem de şüphecilik (skepticism) bilgi kuramlarına alternatif olarak görülebilir. Pragmatizm,
düşünce ve kanaatler konusunda yanılmacı (fallibilistic) bir görüş benimsemiştir.
Pragmatizm araştırma sürecinde kesinliğe karşı olduğu gibi, şüphecilik kuramının
‘gerçeğe ve gerçek olana hiçbir zaman ulaşamayacağız, bunlara ulaşsak bile ulaşmış olduğumuzu bilemeyeceğiz’ yönündeki savlarını reddetmiştir. Moore’un belirttiği gibi, “pragmatist, kesinlikçi görüşü dogmatik gördüğü için reddeder. Kesinlikçilikte bir şey savunulur, fakat buna neden inanıldığı konusunda hiçbir neden gös89
terilmez. Şüpheci görüş [de pragmatist tarafından] reddedilir çünkü bu görüş akıl
dışıdır. Araştırmaya kapalıdır....[Fakat] pragmatizme göre, kesin gerçek sadece
gelecekte vardır; bu gerçeği bilebiliriz; [ve] onu yalnızca gelecekte bileceğimizi
bilebiliriz” (Moore, 1961:180).
Bu dinamik gerçek anlayışına uygun olarak pragmatistler, kanaatlerin bilimsel yönteme tabi olmasını, yani deneyimlerle doğruluklarının kontrol edilmesini
öne sürmüşlerdir. Örneğin James, kanaatlere göre hareket edildiğinde, eğer bu kanaatler bizi deneyimlerimizde başarıya götürürse, o zaman bu kanaatlerin gerçek
olduğunu söylemek gerektiğini savunmuştur. James şöyle yazar: “bir görüşün gerçekliği, bu görüşün doğasındaki durağan bir özellik değildir. Görüş gerçek haline
gelir, olaylar tarafından gerçek kılınır” (James, 1975a:97).
IV. ETİK KURAMI OLARAK PRAGMATİZM
Pragmatizm bir değerler veya etik kuramı olarak da görülebilir. Buraya
kadar olan tartışmamızdan, pragmatizmin bir etik kuramı olarak neleri savunduğunu çıkarsayabiliriz. Öncelikle, pragmatizm etiğe dogmatik yaklaşımı reddeder;
pragmatizmde bireyi belirli bir şekilde davranmaya zorunlu kılan hiçbir kurallar
bütünü yoktur. James’e göre, “bir etik felsefenin önceden dogmatik bir şekilde
oluşturulması olası değildir” (James, 1979:141). İnsancıllığına (humanism), çoğulculuğuna ve etkileşimci dünya görüşüne (interactionist ontology) uygun olarak
pragmatizm, her sorunun kendine özgü nitelikleri olduğunu ve bu nedenle çözümü
için değişik bir yol izlenmesi gerektiğini (veya her deneyimin kendine özgü nitelikleri olduğunu) ve bireyin kendi çevresindeki değerlerin oluşturulmasına katıldığını
savunur. Böylece, pragmatizme göre etik felsefe yaratma uğraşı tamamlanmış değildir ve belki de hiçbir zaman tamamlanamayacaktır. James şöyle yazar: “yeryüzündeki son insan deneyimlerini edinip söyleyeceklerini söyleyinceye kadar, etikte
nihai gerçek var olamaz” (James, 1979:141). Ayrıca pragmatizmin radikal deneycilik (radical empiricism) ve bilimsel yöntemi, herhangi bir davranış kuralının bir
‘hipotez’ olarak kabul edilmesini; yani bireyin çevresiyle etkileşiminde bu kuralın
kendi başarısını kanıtlamadıkça benimsenmeyeceğini öngörür. Örneğin Dewey
şöyle der: “iyi ve iyi şeyler hakkındaki bütün ilke ve öğretiler hipotez olarak kabul
edilecektir. Bu ilke ve öğretiler, değişmez gerçekler değil, bunlara göre hareket
edildiğinde doğacak sonuçlar aracılığıyla denenip kabul edilecek -ve değiştirilecekdüşünsel ürünler (intellectual instruments) muamelesi göreceklerdir” (Dewey,
1988:221).
Bireyin işine ne geliyorsa onu yapmasını veya kendisini amaçlarına ne ulaştıracaksa onu uygulamasını salık verdiği basit bir etik kurama sahip olduğu inancının aksine, pragmatizm bireyin günlük yaşamında etiksel gelişmişliği
(sophistication) yerleştirmeye çalışmıştır. Öncelikle, pragmatizm amaç-araç ayrımı
gibi olay ve nesnelere ikili yaklaşımları reddeder. Örneğin Dewey, amaç-araç sürekliliği fikrini geliştirmiştir. Buna göre, davranışlarımızın nihai amaçlarını değil,
bize daha yakın olan amaçlarını açıklıkla görebiliriz. Bu amaçlara “görünen amaçlar” denir ve bunlar elde edilir edilmez, nihai veya diğer amaçlarımızın elde edilmesinde bir araç durumuna geçerler. İkinci olarak, pragmatistler için etiksel davra90
nış diğer amaçlarını göz ardı edecek şekilde bireye belirli bir amacına ulaşmasında,
veya toplumun genel ve daha kapsamlı amaçlarından ayrık (izole) bir şekilde
amaçlarına ulaşmasında bireye yardımcı olunması değildir. Etiksel gelişmişlik
bireyin hem kendisinin hem de toplumun bütün amaç ve değerlerini göz önünde
bulundurmasını gerektirir.
Örneğin Dewey, bireyi tatmin eden şeyin toplum için pek de tatmin edici
olmayabileceğini öne sürmüş ve şöyle demiştir: “herhangi bir şeyin diğer şeylerle
olan bağlarından ayrık bir şekilde bilinebileceğini farz etmek, bilmeyi sadece bir
nesnenin görülebilir veya hissedilebilir olmasıyla eş tutmak olur ki, böylece o nesnenin ayırt edici özelliklerini bize açacak anahtar yitirilmiş olunur. Ne kadar çok
bağ ve etkileşim belirlersek, söz konusu nesneyi o kadar çok biliyoruzdur. Düşünmek, bu bağların araştırılmasıdır” (Dewey, 1988: 213). Böylece, pragmatizme
göre, çevredeki sorunların çözümüne veya sorunlu bir durumun sorunsuz bir şekle
dönüştürülmesine yönelik genel çabamızda mümkün olduğu kadar çok değerin bir
bütün haline getirilebilmesi için etik ilkeleri, insan zekasının belirli durumlara
uygulanmasıyla tümevarımsal bir şekilde tanımlanmalıdır. İnsan faktörüne verilen
bu önem nedeniyle Dewey, “günlük yaşamda iyinin hakim kılınması için demokratik değerlerin öğrenilip uygulanması süreci” olarak tanımladığı eğitimin önemini
her fırsatta vurgulamıştır.
Pragmatizmin bu etik anlayışı, hem deontolojik (deontological) hem de
faydacı (utilitarianism) yaklaşımların etik anlayışından farklıdır. Bir davranışın
niteliği hakkında karar verirken, deontolojik yaklaşım araçların ve iyi niyetliliğin,
faydacı yaklaşım ise amaçların veya sonuçların önemi üzerinde durmuştur. Fakat
pragmatizme göre, bu karara ulaşmada ne araçlar ne de amaçlar değerlendirme
dışında tutulmalıdır; çünkü araçlar ve amaçlar birbirlerini etkilerler. Bu nedenle
pragmatistlere göre etiksel davranış, hem iyi niyeti hem de faydalı veya başarılı
sonuçları içermelidir. Bu pragmatizmin etik kuramının genel çerçevesi olmasına
rağmen, yukarıda belirttiğimiz gibi, her bir olayda etiksel davranışın ne olduğu o
olay bazında belirlenmelidir. İnsan zekası ve deneyimleri kullanılarak olayın özelliklerine bakılmalı ve o olayda neyin iyi olduğuna karar verilmelidir.
SONUÇ
Yukarıdaki inceleme göstermektedir ki, pragmatizm oldukça köklü ve özgün bir felsefi akım olup, “yararcılık” veya “faydacılık” diye kolayca özetlenemez.
Pragmatizm, 19. yüzyıl sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde doğarak kısa
sürede kabul görmüş ve etkisini her bilim dalında hissettirmiştir. Pragmatizmi temel olarak bir anlam, araştırma, gerçek, ve etik kuramı olarak tanımlayabiliriz.
Bir anlam kuramı olarak pragmatizme göre herhangi bir kavramın gerçek
anlamı, o kavramın hissedilebilir etkilerinden oluşur. Böylece bu anlam, teorik
düşüncede değil, herhangi bir olayda, denemede veya harekette belirecektir. Pragmatik düşünce sadece bu anlamın ortaya çıkmasına değil, ona karşı nasıl tepki gösterilmesi gerektiğine de yardımcı olur. Örneğin “savaş” konusunu ele alırsak, savaşın sadece bir zafer olarak tek taraflı yüceltilmesi anlamlı olmayacaktır; savaşın
hissedilebilir etkilerinden biri de ölüm ve yıkımdır. İşte savaşan taraflar, amaçları
91
ne olursa olsun, ancak bu gerçeği ortaya koyduktan sonra savaş hakkında daha
rasyonel bir davranış geliştirebilecektir.
Bir araştırma kuramı olarak da pragmatizm şüphe durumundan kanaat veya
inan durumuna geçmeyi vurgular. Kişinin düşüncelerine çevreden gelen tehditler
sonucunda, yani kişinin düşünceleri ile çevresi arasındaki uyuşmazlık belirip arttığında, kişinin önceki kanaatleri şüpheye dönüşecek ve yeni bir kanaat durumuna,
düşünce dinginliği durumuna ulaşılacaktır. Ancak bu yeni kanaat durumu nasıl
belirlenecektir? Pragmatizme göre kişiye bu yönde bilimsel yöntem yardımcı olmalıdır. Çünkü, inat, otorite ve a priori yöntemlerde kişi hep insan faktörü tarafından
yönlendirilecek, yine insan hatalarıyla dolu şeylere inanacaktır. Ancak bilim nesneldir ve ancak bilim kendi hatalarını bulup düzeltebilme kapasitesine sahiptir.
Böylece pragmatizme göre, kanaat ve inançlar, “dışsal bir süreklilik” tarafından
oluşturulmalıdır.
Bir gerçek kuramı olarak pragmatizm ise gerçeği, araştıran kişiler tarafından ileride kabul edilmesi kaçınılmaz düşünce olarak tanımlar. Yani burada vurgu,
gelecek üzerinedir. Şu anda belirli bir konuda araştırmacılar hemfikir olmayabilir,
ancak gelecekte öyle bir nokta vardır ki, o noktada tüm araştırmacıların görüşleri
çakışacak ve görüşlerin gerçekliği ile o görüşün nesnesinin var olduğu anlaşılacaktır. Bu evrimsel bir epistemoloji ve ontolojidir. Bu dinamik, evrimsel gerçek anlayışıyla pragmatizm, hem kesinlikçiliğe hem de şüpheciliğe karşıdır; anlık kesinlik
veya sürekli şüphecilik pragmatizme yabancıdır.
Bir etik kuramı olarak da pragmatizm, kişiyi belirli bir şekilde davranmaya
zorlayan etik değerlerin olduğuna ve olması gerektiğine karşı çıkar. Mademki gerçek ileride belirecektir ve insanlar bugün farklı şeylere inanıp farklı şekilde davranmaktadırlar, o zaman pragmatizme göre değişmez etik değerlerin olduğu savunulamaz. Kişiler kendi deneyimlerine göre bugün kendi gerçeklerine ulaşacaklar ve
onlara uygun etik değerler benimseyeceklerdir. Dolayısıyla pragmatizm, çoğulculuğu savunur. Bu çoğulculuk ne bireysel değerlerin ne de toplumsal değerlerin
gözden kaçırılmaması gerektiğini vurgulayarak, ikisi arasında bir denge kurmaya
çalışır. Etiksel gelişmişlik, mümkün olduğunca değerler arasındaki bağların görülüp iyi bir senteze gidilmesini gerektirir. Böylece pragmatizm, basit bir şekilde
sadece araçlara veya sadece amaçlara bakarak belirli bir olay hakkında fikir yürütülmesine karşı çıkar. Hem araçlar hem de amaçlar önemlidir ve ikisi arasındaki
ilişkiler düşünülerek bir karara ulaşılmalıdır. Yani pragmatizm, deontolojik yaklaşıma karşı çıktığı gibi faydacılığa da karşı çıkar.
Sonuç olarak pragmatizm, evrimsel bir liberal felsefedir. Pragmatizm, radikal görüşlere karşı olup, değişimi vurgulayarak evrimsel bir gelişimi amaçlar. Bu
nedenle pragmatizm zıt görüşler arasında bir bağ, onları dengeleyen ve senteze
ulaştıran bir köprü olarak görülebilir. Pragmatizmin evrimsel ontoloji ve evrimsel
epistemolojisi, dünyanın iyi bir noktaya doğru sürekli gelişerek değiştiği konusunda iyimserdir. Önyargılara, dogmatizme, otoriter çözümlere karşı olup, açık düşünceye, bilime, çoğulculuğa, hümanizme ve demokrasiye önem verir. Pragmatizm
faydacı değil, öğrenildiğinde herkese faydalı olacak köklü bir felsefi akımdır.
92
KAYNAKÇA
CRABB, C.V., Jr. (1989), American Diplomacy and the Pragmatic Tradition,
Louisiana State University Press, Baton Rouge.
DEWEY, J. (1988), The Quest For Certainty: A Study of the Relation of
Knowledge and Action, in John Dewey, The Later Works, 1925-1953,
Volume 4: 1929, Jo Ann BOYDSTON (ed.), Southern Illinois University
Press, Carbondale.
JAMES, W. (1975a), Pragmatism: A New Name for Some Old Ways of Thinking, Harvard University Press, Cambridge, MA.
JAMES, W. (1975b), The Meaning of Truth: A Sequel to ‘Pragmatism’ Harvard University Press, Cambridge, MA.
MOORE, E.C. (1961), American Pragmatism: Peirce, James, and Dewey, Columbia University Press, New York.
MORRIS, C. (1970), The Pragmatic Movement in American Philosophy,
George Braziller, New York.
MURPHY, J.P. (1990), Pragmatism: From Peirce to Davidson, Westview Press,
Boulder, CO.
PEIRCE, C.S. (1958a), “How to Make Our Ideas Clear,” in Charles S. Peirce:
Selected Writings, Philip P. WIENER (Ed.), Dover Publications Inc., New
York, pp. 113-136.
PEIRCE, C.S. (1958b), “The Fixation of Belief,” in Charles S. Peirce: Selected
Writings, Philip P. WIENER (ed.), Dover Publications Inc., New York, pp.
91-112.
PEIRCE, C.S. (1978), “Pragmatism in Retrospect: A Last Formulation,” in The
Philosophy of Peirce: Selected Writings, Justus BUCHLER (ed.) AMS
Press, New York, pp. 269-289.
SCHEFFLER, I. (1974), Four Pragmatists: A Critical Introduction to Peirce,
James, Mead, and Dewey, Humanities Press, New York.
SMITH, J.E. (1978), Purpose and Thought: The Meaning of Pragmatism, Yale
University Press, New Haven.
THAYER, H.S. (1968), Meaning and Action: A Critical History of Pragmatism, The Bobbs-Merrill Company Inc., Indianapolis.
TÜRK DİL KURUMU (1995), Yabancı Kelimelere Karşılıklar, Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları: 631, Ankara.
93