[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
Hak Mezhep Deyince Ne Anlarız? Prof. Dr. Mehmet Ali BÜYÜKKARA Marmara Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi Her dinin başlangıçta bir ana bünyesi bulunur. Mesela konumuz olan İslâmiyet, Allah Teâlâ’nın resûl olarak vazife verdiği Hz. Muhammed (a.s)’e indirdiği ayetler (Kur’an) ve bu ayetlerin Hz. Muhammed tarafından açıklanması ve hayata uygulanmasıyla (Sünnet) orijinal şeklini almıştır. Peygamberimiz etrafında evvela çekirdek bir müminler topluluğu oluşmuş, onların tebliğ ve gayretleriyle bu ilk halka genişlemiş, bu topluluk bir süre sonra bir topluma dönüşmüştür (sahâbe nesli). Yirmi üç senede İslâmiyet’in kuruluşu tamamlanmış, Kur’an’ın inzali sona ermiş, Hz. Muhammed (a.s) de vefat etmiştir. Sahâbe toplumu İslâmiyet’in ana bünyesidir. Kur’an’ın nüzûlüne ve Hz. Peygamber’in izah ve tebliğine ilk elden şahit olan bu topluluk sonraki yıllarda büyük bir özenle bu mirası muhafazaya gayret etmiştir. Kendi aralarındaki dinî mahiyetteki ihtilaflar tâlî konularla sınırlı kalmıştır. İslâm’ın usul ve esasları üzerinde ittifak (icma) halinde olan sahâbîler, ana kaynaklarda yer almayan ama din adına ortaya konan imanî, ibâdî, hukukî ve ahlâkî hüküm ve iddialara şüpheyle bakmışlar, zararlıları, İslâm’ın özüne uymayanları, faydasız buldukları unsurları ayıklamışlar ve reddetmişlerdir. Sonraki yıllarda sahâbîleri ve onların peşinden gelen ikinci ve üçüncü nesli (tâbiîn ve tebe-i tâbiîn) söz konusu ret ameliyesine sevkeden husus, Peygamber Efendimiz’den gelen ciddi ikazlardır. O, “Dinde en kötü işler sonradan uydurulan şeylerdir. Çünkü sonradan uydurulan her şey bid’attır. Her bid’at dalâlettir ve her dalâlet de ateştedir.” buyurmuştur.1 Bir başka hadisinde, “Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa, o merduttur, makbul değildir!” demiştir.2 İlk müslüman nesillerin gayretleri, ana bünyeyi orijinal haliyle korumaya ve insanları sahih olmayan dinî inanç ve hareketlerden mümkün olduğu kadar sakındırmaya odaklanmıştır. Mezhepler Niçin Ortaya Çıktılar? Fakat özellikle Dört Halife döneminin sonuna doğru vuku bulan fitne hadiseleri ve Cemel, Sıff în gibi iç savaşlar sadece toplumsal ve siyasî tefrikaya neden olmakla kalmamış, sonraki yıllarda fikrî ihtilafları da tahrik etmiş, daha önce tartışılmamış dinî meseleler ümmetin gündemine gelmeye başlamıştı. Bu süreçte ilk nesillerin kontrol çabaları çoğu defa yetersiz kalmaktaydı. Sahâbîler ve tâbiîn neslinin alimleri müdahale etmekte zorlanmaktaydı. Öte yandan geniş coğrafyalardaki fetihlerle İslâm topraklarına dahil olan ülkelerin insanları, değişik din, kültür ve medeniyetlerden gelmeleri hasebiyle İslâmî açıdan problemli birtakım inançları yeni oluşan konjonktüre taşıdılar. Bu insanlar ihtida etmiş bile olsalar, içlerinden önemli bir kesim eski bilgi ve inanç kırıntılarını yeni dinleriyle bağdaştıracak düşünce sentezlerini üretmede başarılı olmuşlardı. Ayrıca İslâmiyet’in sağladığı düşünce hürriyeti, farklı din ve kültürlere sahip ilim insanlarının toplumu ilgilendiren konularda aralarında serbest tartışmalar yapmalarının imkanını veriyordu. Dinî, teolojik konular da bunlar arasındaydı. Özellikle kadim İran ve Yunan düşüncesinin temel metinlerinin Arapça’ya tercümesi, çoğulcu düşünce ortamını daha da çeşitlendirmişti. Tüm bu olanlar, ilk neslin muhafazasına çalıştığı orijinal İslâm inanç ve düşüncesini bir yönden zenginleştirirken, diğer yönden onun saflığını bozuyor, bid’at cinsinden sayılacak yeniliklerin ortaya çıkıp sahih itikada karışmasına neden oluyordu. Düşünce dünyamızda tüm bunlar olurken, pratik hayatta da yeni gelişmeler vukû Din ve Hayat/2021-1442 Kış • 45 Hellmut Ritter tarafından tamamı neşredilen Maḳālâtü’lİslâmiyyîn (I-III, İstanbulLeipzig 1929-1933) isimli eserin künye sayfasını gösterir fotoğraf. yorumlama, aklın kılavuzluğunu devreye sokma, rey ve kıyas delillerini istihdam etme suretiyle genellikle serbest tartışma ortamlarında şekil aldı. Dolayısıyla birden fazla fıkhî/hukukî düşünce tarzı gelişmiş oldu. Mezhepler ve bunların ortaya çıkışını ele alan, m. 9-13. yüzyıllarda yazılan kaynakların çoğu kaybolmuş, ancak elli civarında eser günümüze ulaşmıştır. Mezhepler tarihçiliği geleneğinde Eş‘arî’ye (ö. 324/935-36) ait Maḳālâtü’l-İslâmiyyîn ilk yazılan kitaplardan biridir. Kitabın birinci bölümünde Hz. Peygamber’in vefatını müteakip hilâfet konusunda ortaya çıkan anlaşmazlıklara, Sıffîn Savaşı’na ve Hâricîler’in zuhuru; müslümanların ayrıldığı on mezhep, Şîa, Hâricîler, Mürcie, Mu‘tezile, Cehmiyye, Dırâriyye, Hüseyniyye, bulmaktaydı. İslâmiyet’in ikinci ve üçüncü Bekriyye, yüzyılı, özellikle büyük şehirlerde refah büyük kitleyi seviyesinin hayli yüksek olduğu bir dönemdir. oluşturan ashâbü’l-hadîs Bu kozmopolit şehirler çok kültürlü bir hayatın ve Küllâbiyye bütün boyutlarıyla yaşandığı yerlerdir. İslâmiyet sıralanır. İkinci için yeni sayılacak bu ortamlarda dönemin bölümünde kelâm İslâm alimleri aynı zamanda ibadetler, gündelik problemlerine hayat, hukuk, siyaset ve ahlâk konularında yer verilir. Mezhepler dediğimiz sosyal ve fikrî olgular hem inanç ve fikriyatta hem de hukuk ve pratikte böyle bir samimi gayretin ürünleri olarak ikinci hicri yüzyılın sonundan itibaren ortaya çıkmaya başladılar. Yani anlattığımız atmosfer, dinî ihtilafları ve ayrışmaları ister istemez vücuda getiren bir ortamdı. Bundan kaçınmak mümkün değildi. “Gidilen yol” anlamındaki mezhep, dinin anlaşılmasındaki farklılaşmaların kurumsallaşmış hâlidir ve görüldüğü gibi son derece doğal ve normal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada önemli husus, teşekkül sebeplerini izah ettiğimiz mezheplerin hak ve hakikati ne derece temsil ettikleri sualidir. Bir başka ifadeyle, onların ilk şekliyle İslâmiyet’in ilahî ve nebevî usûl ve esaslarına mutabık kalıp kalmadıkları sorusudur. önemli soru ve sorunları cevaplamak ve çözüme kavuşturmak için yoğun gayret içinde olmuşlardır. Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu, İslâmiyet’in teşekkül ettiği şehirlerin dışında, yeni fethedilen ülkelerde veya yeni kurulan şehirlerde yaşamaktaydılar. Buralarda neşet eden gündelik sorunları çözmek (ilm-i hâl) için eldeki Kur’an ayetleri ve rivayet malzemesi çoğu zaman kâfi gelmemekteydi. Çünkü ayetlerin indiği zaman ve mekanlar değişmişti. Hayatın günlük seyri Mekke ve Medine’deki gibi basit ve tekdüze gitmemekteydi. Yeni çözümler bulunarak müslümanların önünün açılması, hayatlarının kolaylaştırılması aralarında sahâbîlerin de olduğu İslâm alimlerinin omuzunda ciddi bir mesuliyet haline gelmişti. Bu cevaplar ve çözüm yolları dinî metinleri 46 • Din ve Hayat/2021-1442 Kış Çok Sayıda Fırkalaşma Olacak! Mezheplerin tarihte ve günümüzde yol açtıkları sosyal, siyasî ve dinî olumsuzluklara bir cevap olarak, “Zaten Peygamberimiz zamanında da mezhepler yoktu!” sözü yer yer karşımıza çıkar. Bu klişe söz tabii ki anlam olarak doğrudur. Fakat yukarıda açıklanan şartlar muvacehesinde Peygamberimiz (a.s) sonrasında mezheplerin oluşmaması gibi bir ihtimal mevzubahis olamaz. Dolayısıyla İslâm dini ve müslümanlar gerek itikadî gerekse fıkhî sahalarda mezheplerle devam etmek durumunda kalmışlardır. Bu durum diğer tüm dinlerin, hatta ideolojilerin başına gelen bir gerçektir. Efendimiz (a.s) bir hadis-i şeriflerinde bunu şu ifadeleriyle haber vermişlerdir: “Dikkat ediniz! Sizden önceki Kitap Ehli yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmiş ikisi cehennemde biri cennette olacaktır. Bu da cemaattir”.3 Hadisteki yetmiş rakamı kesretten kinaye kabul edilmiştir. Bu halde müslümanların daha önceki dinlerin ümmetlerinden daha fazla ayrılığa düşecekleri anlaşılmaktadır. Bu durumun sünnetullâhın ve dünyevî imtihanın bir parçası olduğunu düşünebiliriz. Bir ayet-i kerîmede geçtiği üzere, eğer Allah isteseydi “Elbette hepinizi (tüm insanları) doğru yola iletirdi”.4 Yine O dileseydi “Sizi tek bir ümmet yapardı”. Fakat böyle irade etmedi. Zira bu durum “Sizi denemek içindir”.5 Hûd suresindeki başka bir ayette ise “(Böyle yapmadı ve görüldüğü gibi) insanlar farklı görüşler peşinde koşmaya devam ediyorlar.” buyurulmaktadır.6 Ardındaki ayette,7 “Allah’ın merhamet ettiği insanların” ihtilaf etmeyecekleri, dolayısıyla birlik ve beraberlik halinde olacakları bildirilmektedir. Aynı ayetin devamındaki “Allah onları bunun için yarattı.” ifadesi ise genellikle “Allah insanları ihtilaf etsinler diye yarattı.” şeklinde tefsir edilmektedir.8 İmtihan dünyasında ittifakların gerçekleşmesi için öncelikle ihtilafların olması gerekecektir. Tek tip düşünen, görüş ayrılığına düşmeyen, hep aynı çizgide giden varlıklar zaten insan özelliğinde olmazlar. Sadece meleklerin böyle varlıklar oldukları haber verilmiştir. Bu ayetlerin teolojik izahı, ihtilaf ve tefrikanın insanların imtihanına vesile olduğu sonucuna varmaktadır. “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, tefrikaya düşüp ayrılmayın!”9 ilâhî buyruğuna uyanlar ise imtihanı kazanmış olmaktadırlar. Yetmiş üç fırka hadisindeki diğer bir konu, çok sayıda fırkanın arasında sadece bir topluluğun cenneti kazanacağı hususudur. Alimlerimizin kanaati, hadiste geçtiği üzere azaba dûçar olan diğer fırkaların cehennemde kalışlarının ebedî bir kalış olmadığı yönündedir, zira bu fırkalar ve mensupları hâlâ müslüman ismini taşımaktadırlar ama bid’atları sebebiyle bu cezaya müstehak olmaktadırlar. Cehennemden kurtulan fırkanın “cemaat” olduğu şeklinde hadiste gelen vurgu önemlidir. Cemaatin buradaki tefsiri, bu fırkanın hem müslümanların çoğunluğunu teşkil etmesi hem de birlik ve beraberlik halinde olmasıdır. Bu cemaatin aynı zamanda siyasî bütünlüğü temsil ettiğini söyleyen alimler de bulunmaktadır. Hangi Mezhep Hak Mezhep? Şimdi, makalemizin başında bahsettiğimiz “ana bünye” kavramına geri dönebiliriz. Sahâbe topluluğu ve onları takip edenler kendi dönemlerinde İslâmiyet’in ana bünyesiydi demiştik. Söz konusu ana bünye, Haricîlerin yaptığı gibi büyük günahları sebebiyle müslümanları tekfir etmiyor, Şiî grupların aksine ilk üç halifenin yönetimlerini meşru sayıyor, Kaderîler ve Mu’tezile gibi kaderi inkâr edip insan iradesini bütünüyle özgür kabul etmiyor, fakat daha çok Emevî idarecilerin sahip çıktığı ve insanın serbest iradî rolünü reddedip bütün işlerin oluşunu tamamen takdir-i ilâhîye bağlayan Cebriyeci telakkiyi de tenkit etmekten geri kalmıyordu. Hz. Peygamber sonrası İslâm toplumunun merkezindeki bu ana çizgi “Sünnî” olarak kendini tanımlıyordu ve adı geçen ilk fırkaların görüşlerini “bid’at” olarak niteliyordu. Bid’at kavramı bu anlamda Kur’an’da temeli olmayan, Hz. Muhammed ve sahâbe döneminde de taraftarı bulunmayan inanç, fikir ve amelleri ifade etmektedir. O halde bid’atın, bu bağlamda sünnetin karşılığı olarak kullanıldığını anlıyoruz. Yani Sünnî veya Ehl-i Sünnet’ten olmak, sahâbîlerin umumî ve yaygın din telakkisini, onların “din budur” dedikleri hususları takip etmenin bir sıfatı olarak kullanılmaktadır. Bu merkezî yola uymayan kimseler ve gruplar ise haliyle ehl-i bid’at sayılmaktadır. Ehl-i Sünnet’e ilave edilen el-Cemaat kavramı ise yetmiş üç fırka hadisinde geçtiği üzere ümmetin çoğunluğunu ifade etmektedir. Ehl-i Sünnet yerine yer yer kullanılan “en büyük kalabalık” anlamındaki “es-sevâdü’l-a’zam” terimi de aynı çoğunluğa işaret etmektedir. Bazı hadis-i şeriflerde cemaatten ve siyasî birlikten uzaklaşmanın “cahiliyye” olarak nitelenmesi,10 bu kavramı daha da önemli kılmaktadır. İslâmiyet’in ilk dönemlerinden bugüne ümmetin çoğunluğunun en geniş mutabakatı olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, temel kaynaklarımızda sıklıkla ehl-i hak, ehl-i istikâmet, ehl-i ittifak gibi sıfatlarla isimlendirilmiştir. Bu ana bünye karşısında yer alan oluşumlar ise ehl-i bid’at’ın Din ve Hayat/2021-1442 Kış • 47 Semerkandî’nin es-Sevâdü’l-A‘zam isimli eserinin Kahire Bulak Matbaası, h.1258/1842 tarihli baskısının ilk sayfası Eser, h.3/9. yüzyılın sonlarına doğru Mâverâünnehir ve Horasan’da bid‘at ve hurafelerin yaygınlaşması üzerine Sâmânî emîrinin Hakîm es-Semerkandî’ye (ö. 342/953) müslümanları sağlam bir akîde etrafında toplayıp, Ehl-i sünnet inancını yaymak maksadıyla bir kitap kaleme alması vazifesini tevdi etmesiyle ortaya çıkmış. Semerkandî mukaddimede “essevâdü’l-a‘zam” terkibini “Hz. Peygamber ve ashabını takip eden müslüman çoğunluk” anlamında kullanmakta. yanısıra ehl-i bâtıl, ehl-i dalâlet, ehl-i hevâ, ehl-i ehvâ, ehl-i furkat sıfatlarıyla anılmışlardır. Sünnî olmayan fakat bid’atlarına rağmen Allah’a, kitabına, peygamberine ve ahirete imanları ve kıbleye dönerek namaz kılmanın farziyetine inanmaları nedeniyle İslâm dairesi içinde kalan fırkalar ehl-i kıble diye adlandırılmışlardır. Ehl-i Sünnet’e göre ehl-i kıble tekfir edilemez. Bu kaide Sünniliğin içlemeci ve birlik-beraberliği önceleyen karakterine tam mânâsıyla uyumludur. İbadetler (ibâdât), özel ve kamusal işlemler (mu’âmelât) ve hukukî cezalar (‘ukûbât) üzerinde yapılmış içtihatlar fıkıh sahasında birçok mezhebin teşekkülüne yol açmıştır. Dört Mezhep dediğimiz İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İmam Şâfiî ve İmam Ahmed b. Hanbel’in mezhepleri yanında, Süfyân esSevrî, Leys b. Sa’d, el-Evzâî, Dâvud ez-Zâhirî, et-Taberî gibi Sünnî imamlarımızın kendilerine 48 • Din ve Hayat/2021-1442 Kış mahsus mezhepleri bulunmaktaydı. Bunlar zaman içinde takipçileri kalmadığı için tarihten silinmişlerdi. Geriye kalan dört fıkıh mezhebi hem birçok İslâm devletinin adalet sisteminin omurgasını teşkil etmiş hem de ümmetin büyük çoğunluğunun bireysel olarak taklit ettiği sosyal ve dinî kimlikler haline gelmiştir. Bunlara itikâdî sahada Sünnîlik çatısı altında kurumsallaşan İmam Mâturîdî ve İmam Eş’arî’nin mezheplerini de ilave edebiliriz. Şüphesiz ki mezhepler -hak mezhep bile olsailahî ve nebevî öğretilerin birebir aynısı olamaz. Nihayetinde insan ürünü yorumlara dayanırlar ve bu yüzden beşerî bir tabiata sahiptirler. Ancak yorum ve amel farklılıkları ne kadar özgün kalmıştır ne kadar husûsen korunmuşlardır veya ne kadar aslından uzaklaşmışlardır ne kadar siyasî manipülasyonların nesnesi olmuşlardır gibi önemli sualler muvacehesinde “hakka ve hakikate en yakın” olanın tespiti hiç zor olmasa gerektir. Sahâbenin ve sonraki nesillerin özenle muhafaza ettiği ve daima etrafında ittifakla büyük kalabalıkların toplandığı konumuz olan Sünnî özgünlük, bu bakımdan hak mezhep sıfatını hakkıyla hak etmektedir. NOTLAR 1 Nesâî, ‘Îdeyn, 22; Ayrıca bkz. 8 Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, İstanbul, 1988, s. 160-1; Ebû Dâvud, Sünne, 5. Kılavuz, Ahmet Saim, “Dini 2 Buhârî, Sulh, 5; Müslim, Açıdan Mezhepleşme ve Akdiye, 17, 18. Gruplaşma”, [H. Hökelekli, V. Bilgin (ed.), Kur’an ve 3 Ebû Dâvud, Sünne, 1. Toplumsal Bütünleşme, 4 En’âm, 6/149; Nahl, 16/9. Bursa, 2015] içinde, s. 221-2. 5 Mâide, 5/48. 9 Âl-i İmrân, 3/103. 6 Hûd, 11/118. 10 Bkz. Buhârî, Ahkâm, 4; 7 Hûd, 11/119. Müslim, İmâret, 53.