[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
BESLENME HAKKINDA GİRİZGÂH Beslenme Hakkında eserinin muhtevâsı kendine mahsusdur. Bunun bahsettiği konu hayli ilginç olup bunu işleyişi, alışılmadık bir tarzdadır. Yunanlıların biliminde fizyolojinin pek mütekâmil bir bilim olmamışlığına rağmen, bu metinde, pek çok kıymetli ve ilginç fikir belirtilmiştir. Herakletios (Heraklid), maddeyi düşünürken, bunu, bir akarsuya teşbih ederek tasavvur etmiş idi. Bu akarsu, mütemâdiyen akagelirdi ve değişim hâli, dâimi idi. Herakleitos’un fikrî manzûmesi, bundan gayrı hipotezleri Halbuki, fikirlerinden bazısı (meselâ, ‘zıddların bütünlüğü’ fikri.) belki de, daha esaslı ve kıymetli bir fikirdir. de ihtivâ eder. Ancak, fikirlerinin içinde, en velût olanı, budur. Ve, Heraklid’in çömezlerince ve hâleflerince beğenilmiş ve benimsenmiş fikri, bu idi. Heraklid ekolünden bir yazar, bu zâtın tıb erbâbı bir kişi olup olmadığı husûsu da meçhûldür, Heraklid’den çok sonraki bir devirde yazmıştır ve filozofun ‘mütemâdî değişim’ fikrini, bünyenin işleyişinin kuramına tatbik etmiştir, daha husûsi olarak söylersek, bünyenin, besini özümsemesini, bu mütemâdî değişim fikriyle düşünerek yorumlamıştır. İşte, Beslenme Hakkında, böylesi bir düşüncenin bir neticesidir. Eserin yazarı, filozofun veciz Şu husus dikkatimize gelmektedir ki, veciz üslûb, ki, bir düşünceyi hatırlatmada fevkâlâde işe yarayan bir usüldür, ders kitaplarının yazılmasının lüzûmunun vukû bulduğu bir devirde rağbet görmeye başlamıştır. Bu üslûbun günümüzde teşbîh edilebileceği metin türü, bir dersi öğrenmeye hazırlık safhasında çalışılan ‘yardımcı ders kitâbı’ gibi metinlerin yazım üslûbudur. üslûbunu ve akıl yürütme üslûbunu da taklîd etmiştir. Bir de, yazar, filozofun söylemiyle özdeşleşmiş obskürantizm’ini (muğlâk ve imâlı söz söyleme üslûbunu) de, bir hayli başarıyla, taklid etmiştir. Hatta öyle ki, eserin metnindeki paragrafların, bütünü bütününe, Herakleitos’un yazmış bulunduğu metinlerden olduğu bile zannedilebilir. Yazarın, sindirim (taklid? assimilation) mefhumunun, safhalarıyla idrak edilmesi, hiç mi hiç kolay olmayan bir okuma faaliyetidir. Öyle görünmektedir ki, mugaddî besin, rutûbetin içinde çözünmüştür, ve bu çözüntü, rutûbetin içinde, vücûdun her bir yanına nakil edilmektedir. Bu besin özü, kendisini, kemiğe, ete ve bilûmum türdeki dokuya dönüştürmektedir. Bu meyânda, soluk (hava), besin mâhiyetinde müteâlâ olunur, hava, kalbden çıkan atardamarlardan geçer, bu esnâda, kan ise, karaciğerden çıkan veridlerden geçer. Ancak, o dönemin tıb bilimi itibâriyle, kanın işlevi aydınlatılmış değildir. Kan sıvısı, tıpkı süt sıvısı gibi müteâlâ olunur, beslenme edimi vukû bulduğunda, bunun “bâkiyesi nesne niteliğindedir.” (πλεονασμός) O dönemin tıb bilimi itibâriyle, kalbin işlevi de anlaşılmış değildir. Ve, kalbin akciğer ile münâsebeti mevzuundan da hiç bahis olunmamaktadır. Yazarca ilginç bulunarak işlenen bir husus, besinin, tekil gözüktüğü ve çoğul gözüktüğü hâllerinin arasındaki münâsebetdir. Aslında, besin tekil bir cevherdir, ancak, potansiyeli itibariyle (bilkuvve) pek çok nesneye dönüşme imkânına hâizdir. Buna teşbîhen düşünürsek, bir hayvanın bünyesi tekil bir bütündür, ama, bu bütünün pek çok parçası, bütün ile hâyâti bağları kuragelmektedir. Öyle ki, bu unsurlar, biribiriyle ve bütünle, tam bir âhenkle işler. Yazar der ki; besinin, bir dinamizmi (δύναμις) vardır, vücûdun da. Bu dinamizm, kendi hassalarının bir yekûnu gibi de düşünülerek anlaşılabilir, ancak, bunların, kendi özüyle kâim olduğu fikri savlanıyor değildir. Bu nesne hem tekildir, hem de çoğuldur. Özü itibariyle bir olup tezâhürleri itibariyle çoğullaşmaktadır. Lâkin, mevzubahis dinamizm, tezâhür ettiği türlü sûretde, ancak, kendinden gayrı nesnelerin mukâbilinde mevcûdiyet kesb eder. Münferid ve müstakil mâhiyetde değildir, bilfiil hâle geçeceği münâsip ortama erinceye değin, âtıl nitelikdedir. Bizim bugün söylediğimiz felsefî ıstılahın lisânında söylersek, yazar, bu cevherin, münâsebet mâhiyetinde bir mefhum olduğunu sezmiştir ve sezdirmektedir. Misâl verelim: Şarap, muayyen hâlde ve şartda, iyi (veya fenâ tesirli) dir. İşte, buna teşbîhen düşündüğümüzde, süt de böyledir, bundan gayrı gıdâ da böyledir. Nesnelerden her birinin iyi oluşu veya fenâ oluşu, πρός τι tâbir olunan mâhiyettedir. ( XIX. Bölüm ve XLIV. Bölüm.) İşte, bu δύναμις nazariyesi, izâfiyet yâhut münâsebetdarlık fikrini vurgulamasından ötürü, bizim, bu eserin metninin yazıldığı tarihi deviri tespit etmemize imkân sağlamaktadır. Bu metindekine benzeyen δύναμις anlatısı, Kadim Tıb adlı eserde de geçmektedir ki, bu metnin târihi, takrîben, İsâ’dan Evvel 420 senesidir. Heraclitus’un felsefî doktrininde mündemic izâfiyet nazariyesi, felsefî akıl yürütmenin bir yönünde geliştirilerek, Protagoras felsefesinin istikâmetinde tekâmül ettirilmiştir. Bu düşünür, bilgi mefhumunu, bilen özneye mukâbil (*özneye bağıl) mâhiyette telâkki etmiştir. Beslenme Hakkında eserinin metnindeki anlayışda, bu izâfiyet telâkkisi, hassaların bilgisine atfedildiği üzre, hassaların kendisine de atfedilmektedir. Binaenaleyh, bu doktrinin genişletilmiş felsefî mânâsı düşünüldüğünde, bu metnin yazıldığı tarihin, Protagoras’ın yaşadığı devirden bir devir sonra olduğunu istidlâl ediyoruz. Ve, biz, yanılma payımızın nispeten az olduğu bir tahminde bulunarak, yazarın, bu metni, takrîben, İsâ’dan Evvel 400 yılında yazmış olabileceğini düşünüyoruz. Beslenme Hakkında eserinin ilk bölümünde, Aristotelesvârî bir üslûpda düşünülerek, γένος mefhumu, εἶδος mefhumundan tefrîk edilir. Platon’un Parmenides’inde de, böylesi bir ayırıma gidildiği bilinmektedir. Ve, bu durum bize, bu metnin yazıldığı tarihi tespit edişimizde, İsâ’dan Evvel 5. yüzyılın sonuna değin giden bir eskilikde olduğunu düşünmemize imkân vermektedir. Eserin XLVIII. Bölümü’nde, nabızdan bahis açılır. Ve, bu atıf, Yunanlıların bilim literatürünün tarihi itibariyle, yapılmış ilk atıf gibi gözükmektedir. Nabız atımı mevzuu hakkında, kadim devirde kurgulanmış doktrinler hakkında mâlûmat ednmek için, Sir Clifford Allbutt’un yazdığı, Greek Medicine in Rome kitabının XIII. Bölümü’ne mürâcâât ediniz. Şu husus, hayrete şâyândır ki, takrîben, İsâ’dan Evvel 340 yılından evvelki dönemde, nabız atımı mevzuunun tıbdaki ehemmiyeti idrak edilmiş değil idi. Lâkin, bu olgu, böylesi bir atfın, daha da eski bir tarihde yapılmış olabileceğini men eden kat’i bir delili teşkil etmez. Mâmâfih, mevzubahis atıf, hayli umûmî mâhiyetdedir. Ammavelâkin, bununla istidlâl edilen mâlûmât, gözlemlenebilir belirginlikdeki nabız atımının (bilhassa da, şakakda ve buna mücâvir bölgelerde), seyiri akut bazı illetlerin belirtisi olabileceğine dâir tespitin, Hipokratik Külliyâtı’n Littre’nin fihristine mürâcâât ediniz, s.v. battements. muhtelif metinlerinde yazılmışlığından bilinenden ötede bir mâlûmatı vermez. Şu husus müteâlâ edilsin ki, metnimizin yukarısında tasvir ettiğimiz δύναμις doktrini, Aristoteles’den sonraki devirin ilmî mefhumlarıyla âhenkdar değildir. Besbellidir ki, Aristoteles’in doktrini, bunun, mütekâmil bir hâlinden ibâretdir. Ve, fikirin, evvelki safhasından sonraki mütekâmil hâlini bulmasına, nasıl bir evrimin vuku bulduğu şöyle böyle bilmekdeyizdir. Heraklidvâri düşüncenin yazımında istidâm edilegelmiş, bir söz sanatı olarak, tenâkuzun, metnin lâfzında belirmesinden ötürüdür ki, biz, bu kısacık risâlenin esasına müteallik hususlarda bahsettiği çelişkileri, berrak bir görüşle seçemiyoruz. Hatta, okur, metni okurken sık sık, âdeta, şu hüküme varmaya icbâr olunmaktadır: Sanki, metnin yazarı, merâmını dile getirirken, bir mânâyı değil de çoklu mânâyı kasteden bir üslûpda yazmıştır metnini. Ve, öyle bir intibâ hâsıl olur ki, kelimelerinin mânâlandırılmasında, bu çoğulluğun nazar-ı dikkate alınması, ilmen meşru hâle gelmektedir. Bendenizin yaptığı tercüme denemesinde, muhtemel anlamlardan en bârizini vermeyi tercih ettim, lâkin, bundan maâda anlamların da mevcûdiyetinin, neredeyse, bu en bariz mânâsı kadar muhtemel olduğunu sezdim. Şu husûsu belirteyim ki: Kitabın, Birinci, Üçüncü, Beşinci ve Altıncı Bölümleri, günümüze değin, sırlarını muhafaza etmiştir. Kelâmın yeri gelmişken, şu hususu da belirteyim: Birinci Bölüm’ün metninden istidlâl ettiğimiz kadarıyla, εἶδος kelimesinin anlattığı mefhumun, düşünce tarihindeki serüveni, Profesör A. E. Taylor’un yazdığı Varia Socratica eserinde serimlediği denli yalın bir nitelikde değildir. Beslenme Hakkında metininin felsefî bir metin olarak kıymetinin, tıbbî bir metin olarak kıymetinden fazla olduğu düşünülmektedir. Heraklid’in öğretisi, öğretiyi tebliğ etmiş filozofun ölmesiyle sönümlenmemiştir. Heraklid’in çömezleri var idi, bunlar filozofun kuramlarını tashih etmiş ve tekâmül de ettirmişlerdi. Ve işte, anlaşıldığı kadarıyla, bu çömezlerinden biri, fizyoloji ilimini, felsefî bilgi âlemine aktarmağa teşebbüs etmiş ve Beslenme Hakkında eserinin metni böylece zuhur etmiştir. Bu risâlenin metni, felsefe ile bilimi mecz etmenin zorluğunu ispatlayan bir vesîka niteliğindedir. Ve, bir de, bilimin usüllerini, felsefeye tatbik etme teşebbüsünün zorluğunu sunmaktadır. Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, bu metnin yazıldığı devir, [Ç.N: düşünce tarihinin kronolojisindeki konumu itibariyle] atomculuk nazariyesinin Bu konu hakkında mâlûmat edinmeyi isteyenler, Burnet’in yazdığı Early Greek Philosophy (Yunan Felsefesinin İlkçağı) adlı eserin X. Bölümü’ne baksın. [Ç.N: Osmanlıcasıyla söylersek, cüz-i ferdiye, cüz-i lâyetecezzâ nazariyesi. ] inkişâfından sonra gelen devir olduğu için, devrinin özellikleri itibariyle, atomculuğa karşı bir reaksiyon mâhiyetinde olup ve eklektisizm eğilimlerindedir. [Ç.N: Eklektisizm, muhtelif unsurları, keyfî bir tarzda seçerek bir bütünde tevhid etme yaklaşımına verilen isimdir. ] Beslenme Hakkında kitabı, Erotian’ın kanaatınca, hakîkaten de Hipokrat’ın yazdığı bir kitapdır, diye müteâlâ edilmiştir. Bu kitaba yazılmış, ancak tahrîf edilmiş (muharref) bir şerh vardır ki, müellifliği Galen’e atf edilmiştir. Aulus Gellius (III. xvi.) Beslenme Hakkında eserini, yaptığı iktibasla, Hipokrat’a mâl etmiştir. Eskiçağda, şöyle bir gelenek de vardı: Yazmalardan Paris mahrecli ikisine istinâd edilerek, Beslenme Hakkında kitabının müellifinin Thessalus veya Herophilus olduğuna inanılmıştır. Epidemik kitabının müellifinin, bunun metnine hiç mi hiç benzemeyen bir metinin müellifi olarak da düşünülmesinin, mantığın yadırgayacağı bir düşünce olduğunu anlamamız kâbildir. Aslında, muhtemeldir ki, bu eserin Hipokrat’a atf edilmişliğinin esas sebebi, metninin, Aforizmalar kitabının metnine, -güyâ- benzeyişidir. Yazmalar ve bunlardan yapılmış kitapların baskıları Bunun başlıca yazmalarına, “A yazması” ve “M yazması” denilmektedir. On altıncı yüzyılda, Beslenme Hakkında, eseri, birkaç defa tashih edilmiştir. Bilgilerini aşağıda yazacağımız yayınlarda, bu konuda hayli ilginç yorumlar bulunmaktadır: J. Bernays, Heraklitische Briefe. A. Patin, Quellenstudien zu Heraklit. Bu konuda, bir de, şunlara mürâcaat ediniz: Hermes dergisinin xliv. sayısının 121. sayfasına çıkmış Mewaldt’ın yazdığı makaleye bakınız. Ve, bir de, C. Fredrich’in yazdığı Hippokratische Untersuchungen adlı yayına bakarak, Hipokratik Külliyât’daki Heraklidvârî fikirler mevzuu hakkında mâlûmât edinebilirsiniz. 1. A Yazması’nın okunuşu fiilen böyledir; yalnızca, imlâsı birazcık değişmiştir. Littre’nin bu ibâreyi okuyuşu ise, şöyledir: ὁμοιοῖ δὲ ἐς (φύσιν καὶ ) δύναμιν, ἑκόταν κρατέῃ μὲν ἡ ἐπεισιοῦσα, ἐπικρατέῃ δὲ ἡ προüπάρχουσα. Galen’in bunu şerh etme teşebbüsü de, bunun anlaşılmasını vazıh hâle getirmemiştir: ἡ μεν οὖν φύσις ὁμοιοῖ, ὅταν κρατέῃ καὶ πέττῃ τὴν τροφὴν τὴν ἐπεισιοῦσαν˙ καὶ δύναμις ἡ προüπάρχουσα ἐπικρατέει καὶ κατεργάζεται καὶ ἀλλοιοῖ καὶ ὁμοιοῖ καὶ τὸ τέλος τρέφει. Bu okuyuş, ἡ ἐπεισιοῦσα ibâresini, κρατέῃ kelimesinin nesnesi hâline getirir. Bizim okuyuşumuz esâs alındığında ise, bu öznedir. BESLENME I. BESLENME ve beslenmenin sûretleri, hem tekildir hem de çoğuldur. Tekildir, çünkü, bir cinsdendir. Büründüğü sûreti ise, rutûbetin veya kuruluğun mukâbilinde değişir. Bu besinlerin her birinin kendi sûreti Yâhut, ‘biçimler’ de denilebilir. ve niceliği vardır. Bunlar, muayyen amaçların gerçekleşmesi içindir. II. Besin, eti arttırır, sıkılaştırır, bürür. Besin, bir dokunun benzerini üretir, benzemezini de. Vücûdun her bir kısımında mevcut besin, o muayyen kısımın husûsiyetinin mukâbilinde ve aslî işlevinin özelliğindedir. III. Besin, bir vücud işlevinin içerisine nüfûz eder, ve, buraya sirâyet ettiğinde, bu işleve hâkim olur, ancak buraya özümsenir, ve işleve katılır. IV. Besin, bu süreçde, kendine mahsus niteliklerini yitirir. Bunun vasfının yitimi, duruma göre, bâzen, erkenden olur bazan da gecikir. Besinin vücuda katıştığı veya vücuddan istihrâc edildiği vaktin, hangi vakit olduğuna göre, bu vasıf yitimi vukû bulur. Sayfanın Dipnotları (i) Besinin özü birdir, ancak, bunun çok sayıda çeşidi vardır. Bu çeşitlenme, nesnenin içinde tuttuğu rutûbetin mikdârının mukâbilindedir. Bu çeşitlerden her birinin kendine has sûretleri vardır ve biri diğerinden farklıdır. Bu farklar ise; niceliğin farklılaşmasından, vücûdun beslenecek kısımlarının ayrılığından ve bu kısımların adedinin farklı sayıda oluşundan hâsıl olur. (ii) Besin, vücudun muhtelif kısımlarına tesir ederek, bunları arttırır, takviye eder, etlerini üretir, dokulara benzeyen dokuları çoğaltır, dokulara benzemeyen dokuları oluşturur. Bu faaliyet ise, (a) Her bir vücud kısımının husûsiyetinin mukâbilinde işler. (b) Besinin işlevinin ve tesirinin derecesinde işler. (iii) Besin, bir vücud işlevini gören uzuva özümsenme safhasında, bu uzuvdaki mevcut besin cevheri, yeni katılagelen besin cevherinin galebe çalarak uzuvdaki hâkim unsur olmasıylan, özümsenme tamamlanır. (Bu vukû bulduğunda, vücudun mevzubahis dokusu, ya değişir ya da bozulur.) (iv) Besin, beslenme safhalarından evvelkinde veya sonrakinde, besleme hassasını yitirebilir; bu yitim ise, ya besinin, vücûddan tahliyesiyledir ya da vücudun cisiminin içerisine dâhil oluşuyladır. 1. Metinde, kırık çizgili parantez imlerinin arasında yazılmış kısımlar, Yazmalar’ın aslında mevcut olmayıp Galen’in şerhini esas almış Littre’ce ihyâ edilmiştir. Bu ihyânın, doğru bir tâdilât olup olmadığı hayli ihtilâflıdır. Çünkü, metnin arasına yazılmış bu imler, metni, sahte bir cilâyla cilâlar ve okurun metni algılayışını zorlaştırır. Littre’deki yazımda da, ἀρχαίαν ve ἐξαλλάττει kelimeleri yazılmıştır. V. Hem besin hem de uzuv (doku), zamanla, besinin, dokuya girdiği ve nüfûz edegelmeye başladığı vakitden itibâren geçen sürede, zayıflar ve vasıflarını yitirir. Ki, bu öz, bir hayli müddetdir, kendisini, vücûdun dokularından her birine, adeta dantelâ gibi örmektedir. VI. Besin, içerisine girdiği dokuyla, kendi sûretinde beliren maddî bağları, kurar. Eski sureti dönüşür ve irtibatlı olduğu dokuya indirgenir. Bazan, öyle dönüşür ki, eski sûreti, tamamıyla yiter. VII. Besinin hassası, kemiğe ve kemiğin her bir unsuruna erişir, hem kaslı olup da hem de sinirli dokuya erişir; verîde erişir, atardamara erişir, kaslı dokuya erişir, gışâlara erişir, etli dokuya erişir, yağ-bazlı dokuya erişir, kana erişir, balgâmî (flegmatik dokuya) dokuya, kemiğin ilikli kısımına erişir, beyine erişir, omurilik’e (nuhâ) erişir, bağırsağa ve bağırsağın her bir kısımına erişir. Besin, bunların yanı sıra, vücûdun ısısına dönüşerek bir başkâ sûretinde zuhur eder, soluğuna ve rutûbetine siner. VIII. Besin, öyle bir cevherdir ki, mütemâdiyen besleyendir; beslemeye potansiyel olarak (bilkuvve) kâfî ve kâdir olan cevherdir, beslemeye, pek kısa bir sürede, fiilen geçmek üzere olan cevherdir. IX. Vücudun her bir unsurunun başlangıcı ve sonu, bir özdendir. Ve, başlangıç ve son, o bir özde birleşmektedir. Sayfanın Dipnotları (vi) Besinde mevcud (mündemic) yağ, muhtelif dokularda, yağın teşekkül etmesine sebep olur. Besinin, derekesi düştükce, sûreti değişegelir, ve dokulara özümsenme safhası vukû bulagelirken, dokuları besler. Bazan da, besin, evvelce zuhur etmiş olduğu türlü sûretlerini değiştirir, meselâ, besinde rutûbetin fazlalığı, vücûdun dokularından herhangi birindeki kuruluğu gidererek izâle eder. Metnin bu kısımının, hangi mânâda olduğu, tam da, anlaşılamamaktadır. (vii) Besin, vücûdun manzûmesinin her bir cüzüne sirâyet eder. (viii) Besinin, vücuddaki işlevi, üç safhada icrâ olunur ve bu, besinin özümsenme sürecinin safhalarından üçüne mukabildir. (ix) Ancak, hakîkate daha yakın bir nazarla baktığımızda, anlarız ki, bu safhalar, münferid değildir. Besleme (yâhut beslenme) süreci, mütemâdî ve yekpâre bir süreçdir. Binâenaleyh, besleme sürecinin sonu, bir doku oluşumunun (meselâ, etli dokunun veya kemikli dokunun) başıdır. 1. Metinin okunuşu Littre’nindir; bu ise, A yazması ile vulgate metninin bir karmasıdır. 1. A yazmasının okunuşu, γνώμης kelimesini verir, bunun, ῥῆξις kelimesiyle bir öbek hâlinde okunması lâzımdır ki, bu terkib ise, delirium (deliliği) tasvir eden tâbirlerin pek de alışılmadık bir hâlidir. 2. ὁλοσχερές: E yazmasında geçen kelime, ὁλοσχερής dir, bunun, ὕπνος kelimesiyle bir okunması gerekir ki “deliksiz (kesintisiz) uyku” mânâsındadır. X. Ve, beslenmenin cüzî tafsîlâtıyla ilgili şeylerin düzgün işlemesi mümkün olduğu gibi kusurlu işlemesi de mümkündür. Eğer, evvelce bahsettiğimiz işleyiş vukû bulmuş ise, işleyiş, düzgündür, yok, eğer, bunun hilâfına bir işleyiş vukû bulmuş ise, işleyiş kusurludur. XI. Vücûd sıvılarının rengi ve işlevi, türlü türlüdür. Bunlar, bünyeye zarar (işlevlerine mâni olma mânâsında?) da verebilir, bünyenin işlevlerinin icrâ edilmesine yardım da edebilir. Bazan da, bu sıvılar, vücûdun işlevlerini ifâ etmesine ne yardım eden ne de mâni olan bir nitelikdedir. Vücûddaki ölçülerinin, değişebilen kemiyette olduğu, bazan fazla geldiği bazan noksan kaldığı bilinir. Bir vücûd sıvısı ile bir diğerinin, bazan, münâsebetinin mevcud olduğu, bazan da, böylesi bir râbıtanın kurulmuş olmadığı bir hâlde vücûdda bulundukları bilinir. XII. Vücûd sıvılarının, vücut ile berâber ısınması veya soğuması vukû bulduğunda; vücûdun ifâ edegeldiği bir işlevinin icrâ edilmesinin faydasına veya zârârına tesir edebilir. XIII. Vücûdun işlevleri hakkında, bunların türlü mâhiyette olduğu söylenebilir. XIV. Vücûd süyûkunun, bünye ile etkileşimi hakkında şunlar söylenebilir: Süyûklar, bünyenin bütününü veya bir kısımını; etkileştikleri nesnenin içinden tesir ederek veya dışarısından tesir ederek, bir anda veya uzayan bir müddetde, muayyen bir amaca mâtuf olarak işleyerek, etkileştikleri nesneyi aşındırır. Bizce, anlık, ârızî veya tesâdüfen oluvermiş bir olgu olarak algılanan bu tesirin, amaca mâtuf, uzun müddetli işleyişinde, tesâdüfî olmayan bir hikmet vardır. Ancak, bu amacın mâhiyeti, bilginlere kısmen mâlûmdur, kısmen de meçhûldür. Bundan bir kısımın, bizce idrâk edilmesi mümkündür, bir kısımının ise idrâk edilmesi, idrâkımızın ötesinde bir şeydir. XV. Tabiat’ın işleyişinin idrâk edilmesinde, Tabiat’ın kendisi kâfîdir. XVI. Vücûda, vücûdun hâricinden yapılan tesirlerden bazısı şunlardır: Yara bandının, (yakının) tatbik edilmesi, vücûdun sıvık yağ ile ovulması, merhemin sürülmesi, vücudun bütünüyle veya kısmen örtüsüzleştirilmesi, vücûdun, bütünüyle veya kısmen örtülmesi, bu işlemlerin icrâ edilmesiyle, vücûdun ısısının, bütünüyle veya kısmen, ayarlanması (ısının arttırılması veya azaltılması usülüyle), vücûdu büzen cisimlerin, vücûda tatbik edilmesi (astriction), vücûda, tıbbî maksadla yara açılması, hardal yakısının tatbik edilmesi, vücudun, yoğunluğu katı yağ ile ovulması. Vücûda, vücûdun dâhilinden tesir edilmesi edimleri ise şöyle yorumlanabilir: Metnin yukarısında bahsettiğimiz şeylerden bazısı, vücûda, vücûdun dâhilinden tesir edilmesinde de fââldir. Bunâ ilâveten, bize mâlûm olmayan bir sebebin, bünyede inkişâf etmesiyle, vücudun bir kısımında veya bütününde, şifâcıl tesirler hâsıl olabilir. Gerçi bu, bütün vakâlarda değil de bâzı vak’alarda olan bir hâldir. XVII. Vücûd ifrâzadının, vücûdun uzuvlarıyla münâsebeti hakkında şunlar söylenebilir: Bağırsakdan geçen gâita, idrâr, ter, balgam, sümük, cinsî uzuv ifrâzadları, bâsurdan geçenler, yumru, şiş, siğil vesâire şeyler, leprosy (cüzam), ur, habis ur, burun deliklerinden geçenler, akciğerden geçenler, anüsden geçenler, penisden geçenler. Bu ifrâzadların vasıflarının, bünyenin normâl işleyişinin âhenginde olduğu durumlardan bahis olunabileceği gibi, gayrınormâl bir işleyişin numûnesi veya belirtisi olarak da çıkdıkları durumlardan bahis olunabilir. Bu nesnelerin kendine mahsus husûsiyetleri, çıktıkları bünyenin husûsiyetlerinin mukâbilindedir, çıkdıkları vaktin zamanının husûsiyetlerinin mukâbilindedir ve çıkdıkları usülün, tarzın mukâbilindedir. Bu nesneler, hem bir cevherdendir, hem de ayrı cevherlerdendir. Bu nesnelerin husûsiyetleri hem ayrı ayrıdır, (sui generis) hem de hepsi, müşterek özelliklidir. XVIII. Vücûd sıvılarının vücûddan tasfiye edilmesinin, vücûdun nisbeten yukarısındaki uzuvlarından icrâ edildiği hâller ve vücûdun nisbeten aşağısındaki uzuvlarından icrâ edildiği hâller hakkında; tasfiyenin makâmının, vücûdun ne yukarısında ne de aşağısında durduğu hâller hakkında. XIX. Besinin özümsenerek tasfiye edilmesinin mükemmelen icrâ olunduğu hâller hakkında, besinin özümsenerek tasfiye edilmesinin noksan (kusurlu) icrâ olunduğu hâller hakkında. Bu işleyişin hangi vasıfda vukû bulageldiğinin, şartların mukâbilinde olduğu husûsu hakkında. XX. Yaranın açılması, yanıkdan mütevellid yaranın kabuk bağlaması, kanın, irinin, lenfânın ifrâzı, leprozinin (cüzam) teşekkülü, derinin cildinin üzerinde, ölmüş deriden mütevellid tabakanın teşekkül etmesi, kepek oluşumu, (iskorbit hastalığının semptomlarına benzeyen) mantarsı zamkın teşekkül etmesi, vitiligo (beyaz cüzam yâhut akderi teşekkülü), çil oluşumu, gibi dönüşümler müteâlâ edildiğinde, bunların, vücûdun işleyişine, bazı hâllerde yaradığı, bazı hâllerde ise, vücûdun mûtad işleyişine mâni olduğu bilinir. Bazı hâllerde ise, bunların mevcûdiyeti, vücudun işleyişine, ne müspet ne de menfî tesirde bulunur. XXI. Besinin, vücudu besleme işlevi yok ise, özü ne olursa olsun, besin telâkkî olunmaz. Lâkin, özü besin olmayan bir nesne, eğer ki, vücudu besleme işlevini ifâ ediyor ise, besin telâkki olunur. Bunlardan birinin ismi de cisimi de besindir ama fiilen besin değildir. Halbuki, ne isimi ne cisimi besin, öyle nesneler vardır ki, fiilen besindir. XXII. Besinin, vücûddaki deverânı, şöyledir: Besinin, vücudun dâhilindeki deverânındaki güzergâhı, saça, tırnağa ve cildin en dışarlak tabakalarına değindir. Vücûdun hâricinden telâkki olunan nüfûzundaki güzergâhı ise, cildin en dışarlak tabakasından en içerlek merkezî kısımlarına doğrudur. [Ç.N: Burada, kastedilen besin, acaba, sindirim sistemiyle hâricden alınan nesneler midir? Belki de, esas imâ edilen besin, cildin yekpâre satıhından vücûda nüfûz eden ve vücûdun hâricindeki nesnelerin, şeylerin cümlesine birden besin mi denilmektedir? İmdi, vücudun içindeki bulunduğu-devindiği havaküredeki unsurlar, râyihâlar, muhtelif tabî kimyevî maddeler, günışığı ve vücûda dışsal olan herhangi bir şeyin, bu doktrinin mantığının mûcibince, besinleştirilmesi ve özümsenmesi, mümkün gözükmektedir. Ve ayrı, bunların, vücudun dâhîline geçtikleri vakitden sonraki deveranını da, bu anlatıdaki, besinin dâhilî deverânı kategorisinde düşünmemiz, mantıklı gözükmektedir. ] XXIII. Vücûdun unsurlarının akışı ve teneffüs edişi, bir âhenkde vukû bulagelen bir yaşayışdadır. Bu yaşayışın cüzî unsurlarından her biri, bir bütünü kuragelmektedir. Ve, her bir kısımın kendi bünyesindeki cüzî unsurları da, o kısımın bütününü kuragelmektedir. Ve, bunların cümlesinin kıymetinin ve işlevinin, bütünün yaşayışının âhenginin mukâbilinde düşünülmesi, mantıklıdır. XXIV. Bünyenin en kadim ve esaslı özünün, mütemadiyen deverân ettiğini, bu deverânın, aslî vaziyetinden vücûdun en dışarlak kısımlarına doğru muharrik olduğu ve bu en dışarlak vücûd mûhitinden, aslî vaziyetine rücû eden bir güzergâhın mevcûdiyetini biliyoruz. Bu, bünyenin hayatiyetinin zuhur ettiği bir döngü olup, fizyolojide hayat memat meselesidir. XXV. Vücûda musallat olan illetlerin tefrik edilmesinde düşünülmesi mantıklı ölçütler, şunlardan ibâretdir: Beslenme, teneffüs, vücûdun ısıl özellikleri, kanın husûsiyetleri, balgâmî süyûkun özellikleri, safranın özellikleri, vücûdun süyûklarının her birinin özellikleri, etli dokunun özellikleri, yağlı dokunun özellikleri, veridlerin ve atardamarların özellikleri, hem kas özellikli hem de sinir özellikli dokuların husûsiyetleri, kasların, gışâların, kemiklerin, beyinin, omur iliğinin, ağızın, dilin, oesophagus’un (özefagus, yemek borusu) özellikleri, midenin, bağırsağın, diyafragmanın, peritoneum’un (karınzarının), karaciğerin, dalağın, böbreğin, vücûddaki işlevi muhtelif kese ve keseciklerin, rahimin ve cildin özelliklerinin mukâbilinde düşünülür. Bu unsurlar, hem cüz’i olarak müteâlâ edilir, hem de, teşkil ettikleri sistemlerle kurulan bütünlerin mukâbilinde ve yekpâre bir sistem olarak da müteâlâ edilir. Bunların münferîden ve müştereken ifâ ettiği işleyişin âhenkli olduğu hâlde, bünye, âhenklidir, böyle olmadığı kusurlu hâllerde, işleyişin âhengi kusurlu olur. X. Bâb’dan XXV. Bâb’a Değin Yazılmış Dipnotların Sayfasıdır. (X.) Vücûdun bütününün işleyişi hakkında yaptığımız tespitlerin, vücûdun cüzî unsurlarının işleyişinde de vârit olduğunu söyleyelim. (XI.) Vücûdun sağlığının esâsı, vücûd süyûklarının terkîbinin düzeninin mukâbilindedir. (XII.) Beslenme, vücûdun ısısına tesir eder, bu tesir, sıhhate yarayışlı müspet bir tesir olabileceği gibi, illetin sebeplerinden biri olabilecek bir tesirde de bulunabilir; bunun yanı sıra, vücûdun tâkâtinin beslenmenin mukâbilinde olduğu mâlûmdur. [Ç.N: Cümlelerden ilkini, “Beslenme, vücudun sağlıklı hâlinde de, illetden musdarib hâlinde de, vücudun ısısına tesir eder.” diye çevirmemiz de mümkündür. İkinci cümleciği, “Beslenme, vücudün işlevlerine ve hassalarına tesirde bulunur.” diye de çevirebiliriz. ] (XIII.) Vücûdun bir hassasının, husûsiyetleri muhtelif pek çok unsurunun bir yekûnu olarak düşünülmesi mümkündür. (XIV.) Bir illet, umûmî de olsa vücûdun bir mevkiine münhasır da olsa, bu, vücûdun süyûklarının mukâbilindedir. Bir illetin, o illete sebep olan bir nedeninin olduğu mâlûmdur, ancak, biz tıb ehli kişiler, bunu müteâlâ ettiğimizde, ârızî olduğu zannı uyanabilir. İlletin hakîkî sebebi, kısmen mâlûmdur, kısmen, meçhûldür. Biz, tıb ehli kişiler, illetlere, kısmen mâni olabiliriz, ancak, mâni olamadığımız hâller de vardır. (XV.) Tabiat, hem fizyolojik işleyişin, hem de patolojik işleyişin düzeninde, müteessir sebeplerin kâfi ölçüde izâh olunmasına elverecek kadar muktedir bir tamlıkdadır. (XVI.) Bir illete sebep olan özün, vücûddan istihrâc edilmesi faaliyetinde bulunagelen Tabiat’ın, bu tabî işleyişine yardım edebilecek türlü usüller vardır. (XVII.) Vücûdun muhtelif uzuvlarından ifrâz olunan salgılar hakkındadır. (XVIII.) Vücuddan maddenin tasfiye edilmesi, bünyeyi kusmaya teşvik eden maddelerin (emetik maddelerin) verilmesiyle sağlanabileceği gibi, maddenin vücuddan istihrâc edilmesinin bundan gayrı usülleri de vardır. (XIX.) Vücuddan bir tasfiyenin icrâ edilmesindeki performans, bu icrânın şartlarının mukâbilindedir. (XX.) Tefessüh etmiş (habisleşmiş) vücûd süyûkunun (çıbanlaşmaların) vücûddan tasfiye edilmesinin fevkâlâde usülleri, duruma göre, fayda sağlayabilir, zarar verebilir, veya müspet veya menfî hiçbir tesirde bulunmaz. (XXI.) Bir besinin kıymetinin takdir edilmesindeki yegâne ölçüt, bunun, besleme işlevini hangi verimlilikde icrâ ettiğidir. (XXII.) Vücudda, besinin deverânının güzergâhı; içeriden dışarıya doğru bir akış ile veya dışarlak kısımlardan merkeze doğru bir akış ile târif olunur. (XXIII.) Vücudun kısımlarının cümlesi, bir âhenkdedir; bir başka deyişle söylersek, vücud bir organizmadır. (‘uzuvlaşma’lar manzûmesidir.) (XXIV.) Besinin, vücudda, büründüğü sûretlerin, cevherlerin mütemâdî dönüşümünün safhalarına mütekâbil olduğu bilinmektedir. Bir cevherin mevcûdiyeti veya mevcut olmayışı yalnızca, görünüşden ibâretdir. (zâhirîdir.) (XXV.) İlletlerin farklılaşması, illetin, vücûdun umûmûna şâmil olduğu hâllerde de, vücuddaki bir mevkiye tesir ettiği hâllerde de; vücûdun muhtelif kısımlarının ve vücudu kuran özlerin mukâbilinde tezâhür eder. Bunun içindir ki, hastalıklarda, uzuvların ehemmiyeti, ebadlarına nispetle telakki olunmaz. XXVI. Alâmetlerin yorumlanışı, umûmî mânâda, şöyle yapılır: Gıdıklanma hissi, ağrı, sancı, zihnî endişe, terleme, idrarda çökeltinin mevcûdiyeti, uyku hâli, hiperaktivite, gözün halleri Bilhassa da, gözün bakışının sabitlendiği hâller, kastedilmektedir. , halüsinasyon, jaundice [Ç.N: sarılık mı, depresyonvârî bir illet mi?] hıçkırık tutması, epilepsi (sarâ), kanın her türlü özelliği, uyku, gibi husûsiyetlerden ve tâbi hâllerden, bunun gibi hangi şey var ise, ve bunun gibi; vücudun işleyişine yardım etmeye veya mâni olmaya mütemâyil her ne var ise, yorumlanır. Ağrının seyirinin tesir ettiği mevkîye ve yoğunluğa bakılır. Acaba, bir uzuvun bütününe mi tesir ediyor, bütünün parçasına mı? Yoğunluğunun ölçüsü/ölçeği nedir, nasıldır, hangi yoğunlukdadır? Bir tür illetin verdiği ağrının yoğunluğu kesifdir, bir diğer illetin verdiği ağrının yoğunluğu seyrekdir. and from both come signs of greater severity, and from both come signs of less. XXVII. Bir nesnenin/maddenin asitli mi olduğu, mineral özellikli mi olduğuna dâir alâmet. Misâl verelim; suyun, ‘tatlılığı’ gibi mineral özellikli bir hassa mıdır, yoksa, bal, tadıldığında hissedilen tatlılık hissi gibi bir husûsiyetde midir? Bu tür alâmetlerin görülmesi mümkün nesneler, yara, yaranın gözü, gibi şeylerdir; bunların tadının müteâlâ edilmesi, de tıb ehli kişiye, bilgi kaynağı olabilir. Buna ilâveten, bu tür özelliklerin hangi mertebeyi kesb ettiğine dâir mâlûmâtı da sunar. Gözle bakılıp teşhis edildiğinde, nesnenin renksel husûsiyetlerinden ve biçimsel özellikleri, ve bunların düzeninden, ‘hangi tatlılık mertebesi’nde olduğuna dâir mâlûmâtın istidlâl edilmesi mümkündür. XXVIII. Vücûdun terlemesi işlevinde, vücûdun (cildinin) gözeneklilik husûsiyetinin müteâlâ edilmesi hakkında: Ağırlığı nisbeten az vücudlu kişilerde, terlemenin, cildin gözenekliliğinin fazla oluşunun sağlığa yaradığı, ağırlığı nisbeten fazla vücudlu kişilerde, cildin gözenekliliğinin sağlığa yaramaz olduğu, husûsu bilinir. Terlemesi, nisbeten bol bünyede, bünye nispeten sağlıklı olup, bu türden bünyeliler, hastalandığında şifâ bulmaları, nispeten kolaydır. Vücûdlarının terlemesi, zar zor olan bünyeli kişilerde, hastalığa mukâvemet çok yoğundur, ama, bunlar bir kez hastalandığında, şifâ bulmaları, nispeten zor olur. These for both whole and part. XXIX. Akciğerin özümsediği besinin, vücûdun bundan maada uzuvunun özümsediği besinin zıddı mâhiyette olduğu bilinir. XXX. Beslenmenin başlangıç safhası, çekilen solukdandır, burun deliklerindendir, ağızdandır, boğazdandır, akciğerdendir ve solunum sisteminin umûmundandır. Beslenmenin hem rutûbetlisinin hem de kurusunun, başlangıç safhası; ağızdandır, oesaphagus (mide borusu)’ dandır ve midedendir. Beslenmenin, çok daha aslî ve kadim bir güzergâhı, epigastrium (batnın üstteki mevkii) ve göbek çukuru, mevkiindendir. XXXI. Vücudun muhtelif uzuvlarının kökü, beslenmede mühim bir işlevi ifâ eder: Misâl verelim: Veridlerin kökü, karaciğerin kökü, atardamarların kökleri, yüreğin kökü. İşte, kan ve yaşamın soluğu, bunlardan çıkıp deverânına başlar ve ısı, bunların târikiyle aktarılır. XXXII. Organizmanın bütün bu işleyişini ve daha birçok düzeni idâre eden kuvvet, hem birdir, hem de çokdur. Hayâtiyetin bütününün ve parçasının idâmesinde müessir olan kuvvet birdir, bütünü ve parçasının zâhiren ayrı görülmesi, bunları idâre eden kuvvetlerin çoğulluğu fikri ise, bâtıldır. XXXIII. Tabîî gıdası süt olana, süt, tâbî ki, bir gıdâdır. Ancak, bundan gayrı bünyeli kişi için, süt, tâbîdir ki, bir gıdâ değildir. Şöyle bir misâli de verelim: Meselâ, şarabın gıda olmaklığı da, izâfîdir, bazısına gıdâdır, bâzısına değildir. İşte, yine böylesi bir mantığın mûcibince, et ve türlü cinsdeki gıdâ hakkındaki ahkâm da böyle verilir. Besin olmaklık hassâsı, bünyenin, beslenme îtiyâdının, coğrafî bölgenin husûsiyetlerinin mukâbilinde izâfîdir. XXXIV. Beslenmenin, bazı hâllerde, vücudun hem büyümesine hem de mevcûdunun idâme edilmesine mâtuf işlediği, mâlûmdur; bâzı hâllerde ise, beslenme, ancak, mevcûdun idâme edilmesine yarar. Buna misâl olarak, ihtiyârların bünyesini veririz. Bazı hâllerde ise, beslenme, mevcudun idâmesinin ötesine geçerek, vücûdun kuvvet kesbetmesine yarar. Bir atletik yapılı vücûdun hâli, aslında, normâl bir hâl olmayıp sağlıklı vaziyetdeki bir vücûd, her hâlden evlâdır. XXXV. Beslenmede, niceliğin kuvvete tahavvül etmesinin sağlanması, fevkâlâde iyi bir durumdur. XXXVI. Süt ve kan, beslenmenin bakiyesi mâhiyetindeki maddelerdir. XXXVII. Vücudun işleyişinin biyolojik saatleri (periods?), umûmiyetle, embriyonun ve bunun beslenme ihtiyâcını tanzim eden bir ayardadır. Ve, besinin, süte tahavvül etmeye temâyül ettiği ve bebeğin beslenme ihtiyâcının karşılanması için, vücûdun yukarısındaki mevkiye meyl ettiği bilinir. XXXVIII. Beslenmeyle, cansızlar canlanma eğilimine girer, canlıların hayâtiyeti zindeleşir, canlıların vücudunun kısımları zindeleşir. XXXIX. Her şeyin tâbîsi, insiyâkîdir. XL. Vücûd sıvılarının, bir organizmanın kendisi için ve bir diğer organizma için tesiri itibariyle yararlılığı ve zararlılığı ölçütüyle müteâlâ edilmesi, şöyledir: Olabilir ki: Bir bünyenin kanı, kendisine faydalıdır, bir diğer bünyenin kanı, mevzubahis bünyeye faydalıdır. Bir bünyenin kanı, kendisine zararlıdır, bu, bir diğer bünyeye zararlıdır. Bir bünyenin vücûd süyûkunun, kendisine zarârı dokunur, bir diğer bünyenin vücûd süyûku, mevzubahis bünyeye zararlıdır. Bir bünyenin vücûd süyûku, kendisine fayda verir, bu bünye, bir diğer bünyenin ürettiği vücûd süyûkundan faydalanır. Âhenkdar özellikli nesne, âhenksiz tesir eder, âhenksiz özellikli nesne, âhenkle tesir eder. Bu bağlamda, sütün özellikleri tasnif edildiğinde: Bir bünye için, bir diğer bünyenin sütü, faydalıdır da, kendi sütü faydasızdır. Bir bünye için, bir diğer bünyenin sütü zararlıdır da kendi sütü, kendine faydalıdır. XLI. Yavrular için besin, kısmen hazım edilmiş vasıfda bulunur; ihtiyarlar için, büsbütün dönüştürülmüş vasıfdadır; erişkinler için besin, olduğu gibi sunulur. XLII. Canlının nüvesinin teşekkül etmesi, otuz-beş günlük sürede vukû bulur. Canlının, hareket etme kââbiliyetini kesb etmesi, yetmiş günlük sürede vukû bulur. Canlının cisiminin kemâle ermesi, iki yüz on gün sürede vukû bulur. Başka canlı türlerinde, ise, mütekâbil süreler, şöyledir: Canlının nüvesinin teşekkül etmesi, kırk-beş günlük sürede vukû bulur. Canlının hareket kââbiliyetini kesb etmesi, doksan günlük sürede vukû bulur. Canlının, ilk teşekkülünden doğuşuna değin geçen süre, iki yüz yetmiş gündür. Bundan başka canlı türlerinde ise, mütekâbil süreler şöyledir: Canlının taslağının teşekkül etmesinde geçen süre, elli gündür. Canlının ilk kıpırdayışına değin geçen süre, yüz gündür. Canlının cisiminin kemâlini bulmasından geçen süre, üç yüz gündür. Kolun ve bacağın uzviyetlerinin tecessüm etmesinde geçen süre, kırk gündür. Canlının kıpırdamaya başlamasında (kafasının hakîki ebâdını bularak yetkinleşmesi) geçen süre, seksen gündür. Canlının, anasının gövdesinden ayrılmasının vukû bulduğu vakte değin geçen süre, iki yüz kırk gündür. Bu mâlûmât, umûmî süre hesabı itibâriyle doğru olup, kat’i bir ölçüyü verdiği öne sürülemez. Hakîkatde, bu sürelerin, bir miktar fazla çıktığı, yâhut bir miktar az vukû bulduğu, olgulardandır. Bu, hem sürenin bütünü itibâriyle vârit olduğu gibi, hem de kısım mâhiyetindeki sürelerde de vâritdir. Ancak, sürenin varyasyonları, muayyen bir menzilde bulunur, öyle ki, sürenin uzamasının bir haddi vardır, kısalmasının da. XLIII. Kemiğin kırıldıkdan sonraki beslenmesi diye de telâkkî edilebilecek kaynaşmalarının düzeni, süreleri, muhtelif mevkilerdeki kemiklerde, şöyledir: Burun kemiğinin kaynaşması, iki adet beş günlük müddetde (yâhut 10 günde) vukû bulur. Çene kemiği [Ç.N: kafatasının kemiğinin kırıklarını da kastediyor olabilir, çene kemiği gibi parçayı söyleyip bütüne işâret ediyor ve bunun kırıklarının kaynaşmasını kastediyor olabilir. Nasıl ki Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK’ün) Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî üniversiter âleminde dayatılan, siyâseten uygun bir ilmî kelimeler haznesi var ise, bu Hipokratik metinde de, sanki, böyle bir şeyi seziyorum. Zirâ, şöyle düşünüyorum ki, yaygın bir bilgi olarak mâlûmdur ki, eskiçağda, Hipokrat’ın devrinden bile eski devirlerde, Yunan âleminin çok ötesindeki medeniyetlerde dahi, kafatası ve içindeki uzuva mâtuf türlü âmeliyatlara teşebbüs edildiği biliniyor. Hâl böyle iken, bu anlatının yalnızca çenekemiğine mahsus kaldığına dâir fikiri, ben hiç de iknâ edici bulmuyorum. Ayrıca, o devirin savaşkan bir devir olduğunu kabûl ederek düşünürsek, meselâ, cengâverlerin başından yaralanması hâli vukû bulduğunda, meselâ, kafatasının kemiğinin yapısının zedelendiği düşünüldüğünde, bunun tedâvisinin düşünülmemiş olması, mantıklı değildir. ] köprücük kemiği (clavicula), nervür (kaburga kemikleri) kırıkları vukû bulduğunda, bunların kaynaşması, evvelkinin kaynaşmasının tamamlandığı süreden bir misli uzundur. Kolun, dirsekden uca doğru tasavvur edilmiş kısımının kemiğinin kaynaşmasının süresi, ilk verdiğimiz vakadaki kaynaşmanın tamamlandığı süreden iki misli uzun sürer. Bacağın kemikleri ve kolun, dirsekden yukarıya doğru tasavvur edilen kısımının kemiğinin kaynaşmasının tamamlandığı süre, ilk verdiğimiz vakâdaki süreden üç misli uzundur. Uyluk kemiğinin kırığı mevzubahis ise, bunun kaynaşmasının tamamlandığı süre, ilk verdiğimiz vakâdaki süreden dört misli uzundur. Ancak, bu belirtilmiş sürelerin mutlak olmadığını, burada belirtilen ölçülerden bir miktar fazlasının veya bir miktar azının, fiilen bilinen olgular olduğu düşünülmelidir. XLIV. Kanın hâlleri müteâlâ edildiğinde, şunları tespit ediyoruz: Kanın akışkan hâli olduğu gibi yoğunlaşarak/koyularak pıhtılaşmış hâlleri de mevcuttur. Akışkan hâlinin bünyeye faydalı olduğu ve zararlı olduğu türlü durumlar olduğu gibi, pıhtılaşmış hâlinin bünyeye faydalı olduğu ve zararlı türlü durumlar da mevcuttur. Bunların, bünyeye yararlı olduğu ve zararlı olduğu hâller izâfî olup şartlar mukâbilinde düşünülür. XLV. Vücûddaki türlü unsurların deverânının, yukarıdan aşağıya doğru ve aşağıdan yukarıya doğru târif olunan bir döngüsel güzergâhda vukû bulageldiği hakkında. ( ? ) XLVI. Power of nutriment superior to mass ; mass of nutriment superior to power ; both in moist things and in dry. Besinin hâiz olduğu enerji, vücûdun kütlesini (kütlesinin atâletini?) harekete geçirmeye kâdirdir. Besinin kütlesindeki potansiyel enerji, kinetiğinden büyükdür. Bu durum, yaş besinlerde de kuru besinlerde de, vâritdir. XLVII. It takes away and adds not the same thing ; it takes away from one , and adds to another, the same thing. Beslenme sürecinde, beslenmeyle çıkarılan ve beslenmeyle eklenen nesnelerin, mâhiyeti bir değildir. Beslenme sürecinde, organizmanın kısımlarından birinden bir nesne çıkarılır, kısımlarından bir diğerine, bir nesne eklenir. Organizma, dönüşürken, aynı mâhiyette kalmıştır. Hem değişmiştir, hem değişmemiştir. XLVIII. Veridlerin kendine mahsus nabız atımı ve akciğerden icrâ olunan teneffüs müteâlâ edilsin: Bunların husûsiyetleri, bünyenin yaşının mukâbilinde olduğu gibi, vücûdun işleyişinin âhenkliliği veya âhenksizliği mukâbilinde de düşünülür. Bunların işleyişinin alâmetleri yorumlanınca, vücûdun sıhhatinin bir belirtisi olarak yorumlanması mümkün olduğu gibi vücuddaki herhangi bir illetin belirtilerini veren alâmetler olarak da yorumlanabilir. Zirâ, şöyle düşününüz ki, soluğun özü de, aslında, bünyenin bir besinidir. XLIX. Besinin sıvısı vardır ki, bu nesnenin dönüşümü, besinin katısından kolayca icrâ olunur. Ve besinin katısı vardır ki, bu nesnenin dönüşümü, besinin sıvısından kolayca icrâ olunur. Besinlerden, dönüştürülmesi zor olanlarının, sindirilmesi de zordur. Ve, besinlerden, bünyeye kolayca eklenivereninin, sindirilmesi de kolayca oluverir. L. Bünyesini takviye etmeyi isteyenlerin hâllerine uyan çâreler şunlardır: Bünyesini çarçabuk takviye etmek isteyeninin, ideal diyeti, sıvık hâldeki bir besinini almasıdır. Böylece, bünyenin enerjisi, tezelden tazelenir. Eğer bir kişi, bundan bile çabucak tesir edecek bir formül istiyorsa, koklama hassasından tesirde bulunacak bir nesne lâzımdır. Bünyeyi takviye etmede, usül usül tesir eden bir yöntemi gereksinen kişilerin, besini, katı hâlinde almaları lâzımdır. LI. Vücuddaki kas dokuları, nispeten yoğun oluşumlar olduğu içindir ki, bunların, zayıflaması (cüsselerinin küçülmesi?), vücuddaki, bundan gayrı doku türlerinden zor hâsıl olur. Ancak, vücuddaki, kemik dokuları ve yapısı hem kaslı hem de sinirli özellikdeki dokular, kas dokularından daha da mukâvimdir. Kaslı dokulardan, idmanla işletilmişi, işletilmemişinden kuvvetli olup, bunların, dokusal değişime mukâvemeti, diğerinden fazladır. Ve, bundan ötürüdür ki, bunların, doku kütlesi eksilmesine mâruziyeti azdır. LII. İrinin membâı etli dokudur. İrine benzeyen lenfâ’nın membâı, umûmiyetle kan’dır ve rutûbetdir. İrin, bir yaranın besini mâhiyetindedir. Lenfâ ise, veridin ve atardamarın besini mâhiyetindedir. LIII. İlik, kemiğine besin mâhiyetindedir. Ve, callus (tâbir olunan nasırsı ve şifâyı kolayştıran özellikli doku) dokusu, bunun içerisinden teşekkül eder. LIV. Enerji, nesnelerin cümlesine, artma, beslenme ve hayat bahşeden bir cevherdir. LV. Rutûbet, beslenmenin mecrâıdır ve târikidir. 1. Yazmaların pek çoğunda, ὀμφαλóς kelimesi okunmaktadır. A yazmasında, ἡ harfi önek olarak yazılmıştır. Littre’nin yaptığı baskıda ise, bu imlâ değiştirilerek, ᾗ harfiyle yazılmıştır. Ermerins’in yaptığı baskıda, metnimizde olduğu üzre, ὁ harfi eklenerek yazılmıştır. 1. A yazmasında, μέρεος kelimesini tamlayan ἡ öneki yazılmamıştır. Bunun sebebi, muhtemelen, μέρεος kelimesinin evvelce yazılmışlığıdır. 2. Ermerins’in yaptığı baskıda, ἐθισμόν kelimesinden evvel, κατꞌ kelimesi eklenmiştir. Bu bölümünde metninde, Littre’nin metni, umûmiyetle kabûl edilmiştir. Yazmalarda ise, kelimelerin sıralanışının düzeninde bir karmaşa olduğu dikkati çekmektedir. 3. Yazmalarda geçen tâbir, πρòς τούτων ibâresidir. Ermerins’de geçen tâbir, πρòς τούτῳ ibâresidir. 1. A yazması, sadece üç hâlden bahsetmektedir. Galen’in metninde de, böyledir. Lâkin, Littre’nin yaptığı baskıda, yazmaların diğerinden iktibâs edilerek Aulus Gellius III. xvi.’ya atfen dördüncü bir hâlden bahsedilmektedir. Bu hâl ise, on-aylık bebeğin vaziyetidir. Yazmaların metninde, satırlardan son ikisi, türlü yazımlarda yazılmış olarak belirmektedir. Esas aldığımız metin ise, Aulus Gellius’unkidir. 1. A yazmasında, τῷ μὲν . . . τωὐτó tâbiri yazılmamıştır. 1. μãλλον kelimesi, Littre’ce eklenmiştir. XXV. Bâb’dan LV. Bâb’a Değin Yazılmış Dipnotların Sayfasıdır. (XXVI.) Bu hâllerde, hekimin, semptomları tespit etme maksadıyla müteyakkız olması lâzımdır. (XXVII.) Bir nesnenin ‘tatlılığı’ [ Ç.N: kimyevî yapısı itibariyle baz özellikli olması kastediliyor, muhtemelen] izâfî bir mefhumdur. Bunu şöyle anlarız: Bu nesne, su gibi ‘tatlı’ bir mâhiyette de olsa, tatma hassâsıyla tadılınca, damağa tatlı gelen mâhiyette de olsa, meselâ, bal gibi, izâfîdir. Bu tatlılığın her iki hâli de, maddenin maddî tesirleri sınanarak anlaşılabilir. Bu tesirler, yaralarda anlaşılır, gözle bakılarak anlaşılır, tatma hassâsıyla tadılarak anlaşılır. Ve, bunun hangi mertebeden bir tatlılık olduğunun tefrîk edilmesi de mümkündür. Tatlılığın muhtelif mertebeleri ( yâhut dereceleri ) gözle görülebilen bir mâhiyet de arz eder. Bunun belirtisi ise, renklerin özellikleriyle ve estetik özellikli diğer unsurlarıyla da anlaşılır. (XXVIII.) Vücûdun gözeneklilik özelliğinin sağlığa tesirleri hakkında. (XXIX.) Akciğerin yegâne besini havadır. (XXX.) Bunlar, vücûda, soluğun ve muhtelif besinlerin girdiği kapılar gibidir. (XXXI.) Veridler, karaciğerden çıkarak, kanı ve ısıyı taşır; atardamarlar, yürekden çıkarak soluğu ve ısıyı taşır. (XXXII.) Hayatîyeti bahşeden kuvvet, biricikdir. Ancak, hassalar (‘beş duyu’) çoğuldur. Bu, umûmî mânâsında bir hissediş (seziş) melekesi olup bunun yanında beş duyunun uzuvlaşmaları manzumesi de vardır. (XXXIII.) Besinlerin hangi ölçüde beslediği veya beslemediği husûsu, bünyenin kendine özgü husûsiyetlerindeki ayrılıkların, kişilerin yaşama alışkanlıklarının ve oturdukları ülkenin coğrâfî, iklimsel husûsiyetlerinin mukâbilinde tezâhür eder. (XXXIV.) Beslenmenin üçlü işlevi vardır: (a) Canlılığın aslî mevcûdiyetini ihsân eder. (b) Mevcut canlıyı büyütür. (c) Canlıyı kuvvetlendirir. Bir atletik vücûdlu kişinin, mevcûdiyeti, aslında, normâl bir mevcûdiyet değildir. Halbuki, sağlam kalıplı ve sağlıklı kişinin vaziyeti, bir atletik vücûdlu kişininkinden, her bakımdan üstündür. (evlâdır.) (XXXV.) Vücudâ alınan gıdanın mikdarı ile bünyenin hazım etme kapasitesini, bir ölçüyü gözeterek âhenkli kılmak lâzımdır. (XXXVI.) Beslenmeden arta kalan bakiye, sütün ve kanın, kemâlini bulmuş formlarıdır. (XXXVII.) Biyolojik takvimin tam da uygun bir vaktinde, bir ananın (a) embriyonun beslenmesi için (b) çocuğun beslenmesi için vasıflandırılmış besini teşekkül eder. (XXXVIII.) Hakîkatda, hayat, öyle bir cevherdir ki, maddenin cansızına sirâyet eder; hayvanlara sirâyet eder ve hayvanların uzuvlarına sirâyet eder. Aslında, hayat, öyle bir cevherdir ki, maddenin herhangi bir çeşidine sirâyet etme ve canlandırma melekesine hâizdir. (XXXIX.) Türlü nesnelerin özleri, insiyâkî fiillerde bulunur. Ancak, cümlenin mânâsı, eğer, πάντων kelimesi ile ἀδίδακτοι kelimesi râbıtalandırılarak okunur ise, şöyle olur: “her itibârla insiyâkîdir.” (XL.) Bir annenin vücûd süyûkunun embriyoya tesirleri husûsu ve bir annenin veya süt annenin sütünün, emzirdiğine tesirleri, şartlar mukâbilinde değişebilmektedir. (XLI.) Bir besinin, muhtelif yaşlardaki bünyelerin hazımına sunulması husûsunda, hangi ölçüde hazırlanması gerektiği hakkında; (a) genç bünyeler için, (b) ihtiyâr bünyeler için (c) orta-yaşlardaki bünyeler için. (XLII.) Bir canlının oluşumunda, gebe kalış, canlının rüşeyminin teşekkül etmesi, canlının hareketlenmesi/kıpırdanmaya başlaması, doğması gibi, muhtelif safhaları ve bunların süreleri hakkında. The embryo is and is not. Bu safhaların/sürelerin, muayyen bir ölçünün menzilinde değişebileceği mâlûmdur. (XLIII.) Kemiğin kaynaşması safhâsının tamamlanmasından evvel vukû bulan safhalar ve süreler. (XLIV.) Bu bağlamda, faydalı ve zararlı mefhûmları izâfîdir. Hatta, kanın akışkan ve pıhtı vasıflı hâllerinin, şartlar mukâbilinde, faydalı veya zararlı olabileceği, mâlûmdur. (XLV.) Bu bağlamda, ‘beslenme kanalı’ (alimentary canal), Heraclitus’un metinlerinde geçen ‘yukarıya doğru ve aşağıya doğru giden güzergâh’ mefhumuna benzemektedir. (XLVI.) Besinin, besleme hassası, kütlesinin nispetinde olmaya da bilir. (XLVII.) Vücûda giren gıdâdan eksilip de vücûdun muhtelif kısımlarına eklenegelen nesnenin mâhiyeti bir değildir. Zirâ, bu süreç vukû bulurken nesnenin sûreti değişir. Ama, bir bakıma, maddî özü, aynı kalmıştır. (XLVIII.) Nabızın düzenindeki ve teneffüs etmenin düzenindeki varyasyonlar, bünyenin, sağlığına ve hastalığına dâir âlâmetleri teşkil ediyor olabilir. Bu âlâmetler, bilhassa da, hastalık âlâmetleridir. (XLIX.) Besinin katısı ve besinin sıvısı hazım edilebilirlik ölçütüyle müteâlâ edildiğinde, bunun bütünüyle, şartların mukâbilinde tezâhür ettiği anlaşılır. (L.) Bir besin, bir seyyâl maddenin içerisinde, çözünmüş olduğu ölçüde, bunun özünün tesir etmesi, o nispette çabuktur. (LI.) Vücûdun kısımlarından biri müteâlâ edildiğinde, mevzubahis kısımın, yoğunluğu/katılığı yâhut da idmanla işletilmişliği nispetinde, dokunun dönüşmesi zordur. (dönüşümün süresi uzun olur.) (LII.) İrin ile lenfâ maddelerinin farkı hakkındadır. (LIII.) İlik, kemiğini besler. (LIV.) Bir canlının, doğması, beslenmesi, büyümesi, dâimâ, besinin besleme hassâsının özelliklerindendir. (LV.) Besin, vücûdun içerisinde, rutûbet târikiyle, taşınır. (deverân ettirilir.) SONNOT (Zeyl) Bu elinizdeki kitabın yazılma niyeti, Hipokratik Küllîyât’ın bütününü temsil eden standart bir derlemenin oluşturulmasıdır. Bunun muhtevâsındaki eserler, Hipokratik Külliyât’ın muhtelif özellikli/temâlı risâlelerinden numûne olması gözetilerek seçilmiş ve derlemeye alınmıştır. Bazı eserlerin metninin muhtevâsı, sâfîyâne ilmîdir. Bazı eserlerin metninin muhtevâsı ise, tıbbî temalar ile felsefî temâların harmanlandığı bir üslûptadır, bazan da bunlar, kat’i sınırlar ile biribirinden ayırılmıştır. Kitabın müteakip cildi için niyetlerim şunlardan ibâretdir: Prognostic, Regimen in Acute Diseases eserlerini çevirme niyetindeyim. Bunların muhtevâsı, külliyâtın içinde, en sâf ilmî temalı eserlerdir. The Art adlı kitap, bir sofistin söylemiyle, tıbbın kıymetini anlatan bir sunum mâhiyetindedir. Epilepsy adlı kitap, hurâfeye karşı yazılmış bir metindir. The Law adlı kitap, The Oath (Yemin) adlı kitaba, fevkâlâde benzeyen bir metindir. Ve, Decorum adlı kitap, Precepts kitabına fevkâlâde benzeyen bir metindir. Bunlara ilâveten, Knidosvârî Tıb Ekolü hakkında denemelere niyet edilmiştir, ve Hipokrat Öncesi devri tıbbından kalma olduğu zannedilen metinlerin çevirisine de, eğer mümkün olursa, niyet edilmiştir. Bu iki cildin yayınının arasında geçecek sürede niyetlendiğim faaliyet ise, bu metinleri başlıca kaynağını teşkîl eden yazmaların birinin diğeriyle münâsebeti husûsunda, kendime has müstakil bir fikiri geliştirmekdir. Zirâ, şu an itibâriyle, bu konuda, orijinâl bir fikirim yokdur. Bendenizin, külliyâtın, Teubner’ce yapılmış baskısının önsözünü teşkîl eden ve müellifleri, Ilberg ve Kühlewein olan metinde yazılmış fikirlere, bir yeni fikiri ekleyecek imkânım yokdur. Son olarak şunu da ekleyeyim ki: J.F. Bensel adlı yazar, Philologus dergisinin, 1922’de yayımlanmış, LXXVIII. sayısının, 88. ilâ 130. sayfalarının arasındaki makalede, şu fikiri müteâlâ etmektedir: Bensel, de medico (Physician, Hekim) adlı risâle ile Precepts ve Decorum kitaplarının münâsebetini kurmuştur. Böylesi bir münâsebetin hangi mantıkla kurulduğunu tasavvur etmemiz zordur. Ancak, bu meselenin müteâlâ edilmesini, bu kitabın İkinci Cildi’ne bırakıyorum. Bu kitap, İngiltere’deki Norwich’de, Fletcher ve Son Ltd. Yayınevince yayımlanmıştır. PAGE \* MERGEFORMAT 36