Türkiye’de İslami İlimler:
Tasavvuf I
ISSN 1303-9369
Cilt: 15 • Sayı: 30 • 2017 • Yılda iki defa yayınlanır
Sahibi Bilim ve Sanat Vakfı Yazı İşleri Müdürü Salih Pulcu Editör Yunus Uğur ISSN 1303-9369
Yayın Kurulu
Şevket Kamil Akar, Yusuf Ziya Altıntaş, Nurullah Ardıç, Alim Arlı, Serhat Aslaner, Zahit Atçıl, Yücel Bulut,
Ebubekir Ceylan, Coşkun Çakır, Nicole Kançal-Ferrari, Fatma Samime İnceoğlu, Özgür Kavak,
Abdulhamit Kırmızı, Özgür Oral, Yunus Uğur, Ali Adem Yörük, Fatma Deniz Uzundağ
Danışma Kurulu
Gabor Agoston, Cemil Aydın, Engin Deniz Akarlı, Evangelia Balta, Gökhan Çetinsaya, Mehmet Genç,
Tevfik Güran, Nelly Hanna, Mehmet İpşirli, Cemal Kafadar, Mustafa Kara, Sabri Orman,
Ali Birinci, İhsan Fazlıoğlu, Hüseyin Yılmaz, Zan Tao, Orlin Sabev
Türkçe Redaksiyon Ahmet Özer
Adres Vefa Cad. No. 48 34134 Fatih İstanbul Tel 0212. 528 22 22 pbx Faks 0212. 513 32 20
e-mail talid@bisav.org.tr internet www.talid.org
Basım Yılı 2019
Grafik Tasarım: Salih Pulcu Tasarım Uygulama: Sibel Yalçın
Baskı-Cilt Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. Işık San. Sit. No: 19/C 102 Topkapı/İstanbul
Sertifika No: 45097 Tel: 0212 483 47 91
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi uluslararası hakemli bir dergidir. MLA International Bibliography, Index Islamicus,
EBSCO Publishing, Turkologischer Anzeiger ve ASOS Index gibi indekslerce taranmaktadır.
Dergiye gönderilen yazılar hakemler tarafından değerlendirilir. Dergide yer alan yazılardan yazarları sorumludur. Dergiye
gönderilen yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez.
© Yayımlanan çalışmaların bütün hakları Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi’ne aittir. Kaynak gösterilerek alıntılanabilir.
Cilt 15 | Sayı 30 | 2017
Türkiye’de İslami İlimler:
Tasavvuf I
S AYIS I
Sunuş 5-7
Osmanlı Klasik Dönemi Tasavvuf Literatürü
9-81
Reşat ÖNGÖREN
Yesevîlik Araştırmaları için Bazı Mühim Kaynak Eserler
83-105
Necdet TOSUN
A Study of the Modern-Day Scholarship and Primary Sources on
Ibrāhīm-i Gulshanī and The Khalwatī-Gulshanī Order of Dervishes
Side EMRE
Şiraz’dan Bursa’ya Uzanan Bir Tarikatın Hikayesi:
Şevkî Çelebi’nin Firdevsü’l-Mürşidiyye Çevirisi
131-153
Fatih BAYRAM
Bin Altınlık Hazine: Gülşen-i Râz, Önemi, Hakkındaki Literatür,
Ele Aldığı Belli Başlı Konular
155-180
Fatih ERMİŞ
Mustafa Kara ile Türkiye’de Tasavvuf Çalışmaları Üzerine
181-210
107-130
Osmanlı Dönemi Fusûsü’l-hikem Şerh Literatürü
211-240
Ercan ALKAN
Osmanlı’da Hâfız Dîvânı’na Sûfî Bakış:
Mehmed Vehbî Konevî’nin Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’ı
241-260
Osman Sacid ARI
A Sufi View on the Divan of Hafiz in Ottoman Era:
Mehmed Vehbi Konevi’s Commentary on The Divan of Hafiz
261-284
Osman Sacid ARI
Tasavvuf Âdâb ve Erkân Risâleleri
285-315
Safi ARPAGUŞ
İşârî İhlâs Tefsiri Risâleleri
317-371
Semih CEYHAN-İslim GÜMÜŞTEKİN
Tekyeler Tarih Oldu: Tasavvuf Tarihi Literatüründe
Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
373-388
Abdullah Taha ORHAN
Tasavvuf Alanında Yapılan Tezler: Tadat, Tasnif, Tahlil
Ahmet Murat ÖZEL
EK: Ulusal ve Uluslararası Dergilerde Türkiye Araştırmaları
Temmuz 2017-Aralık 2017
433-467
389-432
Sunuş
Türkiye’de İslami İlimler üst başlığıyla bu alanda yapılan çalışmaların hâsılasını
ortaya koymayı hedefleyen serimize Tasavvuf sayıları ile devam ediyoruz. Daha
önce Tefsir ve Kur’an İlimleri’ni iki cilt, Hadis konulu sayıyı tek cilt, Fıkıh sayılarını Osmanlı Dönemi I-II, Cumhuriyet Dönemi I-II olmak üzere dört cilt, Kelâm
ve Mezhepler Tarihi’ni I-II-III olarak üç cilt halinde yayınlamıştık. Şimdi İslami
İlimler sahasının diğer önemli bir ayağı olan ve serinin son halkası olacak iki
cilt halinde hazırladığımız Tasavvuf sayılarıyla karşınızdayız. Bu seride Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde yapılan İslami İlimler çalışmalarının bir
envanterinin çıkarılması, bu alanı genel olarak tanımlayabilmek için mevcut
çalışmaların değerlendirilmesi, henüz araştırmacıların yeteri kadar ilgisini çekmemiş kaynak ve temaların gündeme getirilmesi ve bu alana katkıda bulunmuş
belli başlı kurumsal ve kişisel gayretlerin ortaya konulması amaçlanmaktadır.
Tasavvuf sayılarının elinizdeki bu ilk cildi, Reşat Öngören tarafından kaleme
alınan “Osmanlı Klasik Dönemi Tasavvuf Literatürü” başlıklı yazı ile başlamaktadır.
Reşat Öngören makalesinde Osmanlı Klasik Dönemi’nde üretilen tasavvufi eserlerin
bir envanterini çıkarıp bu eserleri incelemektedir. Necdet Tosun tarafından yazılan
“Yesevîlik Araştırmaları İçin Bazı Mühim Kaynak Eserler” başlıklı makale, Ahmed
Yesevi’nin (ö. 1166) vefatından sonra müridleri vesilesiyle ortaya çıkan Yeseviyye
tarikatına ait birincil kaynakları okuyucuya sunmaktadır. Tosun, makalede hem
Ahmet Yesevi’ye ait olan veya kendisine atfedilen eserleri hem de daha sonraları
yazılan ve tarikatın şeyhleri ve adabı hakkında malumat sağlayan eserlerin bir
hasılasını sunmaktadır. Side Emre, “A Study of the Modern-Day Scholarship
and Primary Sources on Ibrāhīm-i Gulshanī and The Khalwatī-Gulshanī Order
of Dervishes” başlıklı ingilizce kaleme aldığı makalesinde günümüzde Gülşenilik
üzerine yapılan çalışmalara ayna tutmaktadır. Gülşenilik üzerine yazılan ikincil
literatüre yer vermesinin yanı sıra erken modern dönemde Osmanlıca ve Arapça
olarak yazılmış ve çoğunlukla nadir eser kütüphanelerde bulunun birincil kaynakları
6
TALİD, 15(30), 2017
da değerlendirmektedir. Ayrıca tasavvuf çalışmalarının mevcut tarihsel bağlam
ışığında incelenmesinin önemi üzerinde durmaktadır.
Fatih Bayram’ın yazdığı “Şiraz’dan Bursa’ya Uzanan Bir Tarikatın Hikayesi:
Şevkî Çelebi’nin Firdevsü’l-Mürşidiyye Çevirisi” adlı makale Kâzerûnî tarikatının
kurucusu Ebû İshak-ı Kâzerûnî’nin (ö. 1035) hayatını, tarikatın XI. Yy’da Anadolu’ya
gelişini, Kâzerûnî’nin hayatını anlatan Sîret el-Kâzerûnî isimli Arapça eserin
Firdevsü’l-Mürşidiyye adlı farsça tercümesini ve XVI. Yy’da ise bu eserin Türkçe
tercümesini yapan Bursalı Şevkî Çelebi’nin çevirisini ele almaktadır. Fatih Ermiş
ise “Bin Altınlık Hazine: Gülşen-i Raz, Önemi, Hakkındaki Literatür, Ele Aldığı
Belli Başlı Konular” başlıklı makalesinde Mahmûd Şebüsterî’nin (1288-1340)
Gülşen-i Râz adlı eseri ile ilgili detaylı bir çalışma ortaya koymakta ve muhtevası,
üslubu, tercümeleri ve şerhleri ile ilgili bir envanter sunmaktadır. Ercan Alkan,
“Osmanlı Dönemi Fusûsü’l-hikem Şerh Literatürü” adlı makalesinde İbn Arabi’nin
Fusûsü’l-hikem adlı mühim eseri üzerine Osmanlı Döneminde yapılan şerhlere
odaklanmıştır. Dönemin Fusûsü’l-hikem şerhleri üzerinden muhtelif tartışmaların
da izlerinin sürülebileceğini belirten Alkan, söz konusu şerhleri yöntem, içerik,
üslup ve söylem gibi açılardan değerlendirmektedir.
Osman Sacid Arı “Osmanlı’da Hâfız Dîvânı’na Sûfî Bakış: Mehmed Vehbî
Konevî’nin Şerh-i Dîvân-ı Hâfız’ı” başlıklı makalesini “A Sufi View on the Divan
of Hafiz in Ottoman Era: Mehmed Vehbi Konevi’s Commentary on The Divan of
Hafiz” başlığıyla İngilizce olarak da kaleme almıştır. Arı, Mehmed Vehbi Konevi’nin
Hafız Divanı üzerine yazdığı şerhi üslup ve yaklaşım bakımından incelemekte ve
bunun yanı sıra XVI. yüzyılda Sürûrî, Şem’î ve Sûdî tarafından yazılan üç ayrı şerhi
de ele almaktadır. Sayının “Tasavvuf Adab ve Erkan Risaleleri” başlıklı yazısını
kaleme alan Safi Arpaguş, tasavvuf literatürü içinde müstakil bir yer edinen adab
literatürünü tarihsel bağlamı üzerinden değerlendirmektedir. Semih Ceyhan ve
İslim Gümüştekin tarafından kaleme alınan “İşari İhlas Tefsiri Risaleleri” başlıklı
yazı, İhlas suresini tefsir eden yirmi dört farklı Sufi figürün tefsir risalelerine yoğunlaşmaktadır. “Tekyeler Tarih Oldu: Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir
Eser Olarak Tekkeler ve Zaviyeler” başlıklı yazıda Abdullah Taha Orhan, uzunca
bir durgunluk döneminden sonra tasavvuf literatürüne yapılan ilk katkılardan
biri olan Mustafa Kara’nın eserlerinin değerlendirmesini yapmıştır. Ahmet Murat
Özel, “Tasavvuf Alanında Yapılan Tezler: Tadat, Tasnif, Tahlil” başlıklı yazısında
İlahiyat Fakültelerinde yer alan tasavvuf derslerine ve yine bu fakültelerde hem
tasavvuf üzerine hem diğer ana bilim dallarında yapılan tezlerle ilgili bir değerlendirme ve tasnif sunmuştur.
Türkiye’deki Tasavvuf çalışmalarını konu edinen bu sayıların söyleşileri Prof.
Dr. Mustafa Kara ve Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak gibi alanın öncü isimleri ile
gerçekleştirilmiştir. Söyleşilerde değerli hocalarımızın akademik çalışmalarının
seyrini, Türkiye’deki ve dünyadaki tasavvuf çalışmaları ile ilgili düşüncelerini;
Sunuş
7
kazanımlar, sorunlar ve öneriler çerçevesinde bugünkü ve gelecekteki tasavvuf
çalışmalarının gidişatı üzerine görüşlerini bulacaksınız. Elinizdeki Türkiye’de
İslami İlimler: Tasavvuf I sayısında Prof. Dr. Mustafa Kara ile yapılan söyleşiyi
okuyabilirsiniz.
Derginin son kısmında ise Türkiye araştırmaları üzerine Temmuz 2017 – Aralık
2017 tarihleri arasında yayınlanan dergi ve makalelerin içeriklerini toplu halde
görebileceğiniz bir ek bulacaksınız.
Tasavvuf sayılarımızda çeşitli nedenlerden ötürü yer verilemeyen, bununla
beraber tasavvuf literatürü çerçevesinde zikredilmesi gereken bazı alanlar ve türler
de bulunmaktadır. Sayının planlama aşamasında gündeme alınmış olmakla birlikte yazıları muhtelif sebeplerle temin edilemeyen çalışmalar da bulunmaktadır.
Örneğin; Selçuklular ve Beylikler Dönemi’ndeki Tasavvufi Hayat, tasavvufun hadis
fıkıh ve kelam gibi diğer İslami İlimler alanları ile ilişkisi, tasavvuf çalışmalarına
kaynak oluşturan tabakat kitapları ve mektubat geleneği ve Meclis-i Meşayih’in
kurulması bu konulardan bazılardır. Mesnevi ve şerhleri üzerine bir çalışmaya yer
verilmemesinin sebebi dergimizin Eski Türk Edebiyatı II adlı onuncu sayısında
bu konuda muhtelif çalışmalara yer verilmiş olmasıdır. Dolayısıyla tasavvuf sayılarının Osmanlı dönemiyle ilgili olan ciltlerinin, Türk akademyasında şimdiye
değin yapılanlar kadar yapılamayanlar yahut yapılmamış olanlar hakkında da fikir
vermesi ve bundan sonraki araştırmaların, alanı kapsamak üzere daha yoğun ve
planlı olarak gerçekleştirilmesine katkıda bulunması umulmaktadır.
Bu sayının çıkmasını sağlayan yazarlara, hakemlere, ajans görevlilerine, yayın
ve danışma kuruluna teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Türkiye’de İslami İlimler serisinin Tasavvuf II sayısında görüşmek üzere…
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cilt 15, Sayı 30, 2017, 373-388
“Tekyeler tarih oldu”: Tasavvuf Tarihi
Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak
Tekkeler ve Zâviyeler*
Abdullah Taha ORHAN**
Giriş
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Harîrîzâde (ö. 1882), Bursalı Mehmed
Tâhir (ö. 1925), Hüseyin Vassâf (ö. 1929) ve Sâdık Vicdânî (ö. 1939) gibi mutasavvıfların Osmanlı tasavvuf ve tarikat birikimini kayıt altına almak için telif ettikleri
ve halen temel başvuru kaynakları arasında yerlerini koruyan eserlerinin ardından
Cumhuriyet döneminde, özellikle tekkelerin kapatılması sonrasında bu alandaki
üretim yok denecek kadar azdır. 1970’lerin siyasî ve toplumsal anlamda çalkantılı
Türkiye’sinde Mustafa Kara’nın Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler
isimli çalışması, bu zor zamanda ilmî/yazılı geleneğin devamını sağlama girişimi
olarak oldukça kıymetlidir. Hem Kara’nın ilk kitabı hem de tekkeler konusunda
Cumhuriyet Türkiye’sindeki ilk müstakil araştırma eseri olan ve Mayıs 1977’de
neşredilen Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler, kırkıncı yılında yapılan
yedinci baskısıyla hayatiyetini ve ehemmiyetini korumaya devam etmektedir.
*
Bu yazıda eserin birinci, üçüncü ve dördüncü baskılarından da yararlanılmakla birlikte,
yedinci ve son baskısı esas alınmıştır: Mustafa Kara, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler
ve Zâviyeler, 7. baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2017. Yazıda bu esere kısaca Tekkeler ve
Zâviyeler, eserin kırkıncı yılı münasebetiyle hazırlanan armağan kitabı olan Bir Kitabın Kırk
Yılı: Tekkeler ve Zâviyeler’e (ed. İsmail Kara, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2017) ise Bir Kitabın
Kırk Yılı şeklinde atıf yapılacaktır. Başlıkta tırnak içinde yer alan ibare, Kara’nın tekkelerin
kapatıldığı tarih olan hicrî 1344’e düşürdüğü tarih ibaresidir (bkz. Tekkeler ve Zâviyeler,
s. 258). Yazının ilk taslağını okuyup katkıda bulunan M. Enes Topgül’e müteşekkirim.
**
Ar. Gör., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi.
374
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
Kitap temelde, Nurettin Topçu’nun (ö. 1975) kurduğu ve sonrasında Ezel
Erverdi’nin himmetleriyle yayın hayatına devam eden Fikir ve Sanatta Hareket
dergisinde yayımlanan, Kara’nın tekke konusu etrafındaki makaleleri üzerine inşa
edilmiştir.1 Eserin yazılış gayesi İslâm medeniyetinin ortaya çıkardığı köklü bir
sosyal müessese olarak tekkelerin özellikle “faydalı taraflarını ve bugüne sunabileceği mesajları” ortaya çıkarmak olmuştur.2 Bu gayeyi zikrettiği söyleşide Kara,
tekkelerin “eksik ve zararlı taraflarının” son yüzyılda ziyadesiyle ele alınmasına
karşın faydalı taraflarının göz ardı edildiğini, bu yüzden eseriyle tekkelerin bu
yönünü de ortaya çıkarmayı hedeflediğini ifade etmektedir.3 Esasen insan, din
ve sanat ilişkileri konusunu merak ettiğini söyleyen Kara, “bizim güzel sanatlar
fakültemizin” tekkeler olduğu kanaatine varınca ve aynı dönemde Dergâh Yayınları kendisinden tekkeler hakkında bir kitap talep edince çalışmasının çerçevesini
“din, hayat ve sanat” olarak genişletmiştir.4
Eser, yayımından iki sene evvel vefat eden Topçu’ya ithaf ve yine takriz
yazısında Topçu’dan “mektepleşme” fikri üzerine bir iktibasla başlayıp sonraki
baskılarda eklenen “Tekkeler ve İkibinler” bölümünü saymazsak “Tanınmayan
bir mistik: Nurettin Topçu”5 başlıklı yazı ile son bulmaktadır. Dolayısıyla eserde
Topçu ve fikriyatının izlerinin baskın olduğu görülmektedir. Eser Topçu’nun fikir
muhiti ve mektebinden neşvünema bulurken, Kara’nın hocası olan ve tasavvuf
araştırmalarının Türkiye’de son asırdaki duayen ismi Süleyman Uludağ’dan da
beslenmektedir. Uludağ’ın, esere 25 sayfalık hacimli bir giriş yazısı6 kaleme
almasının yanı sıra kitabın taslağını okuyup değerlendirdiği, eserin hikayesinin
anlatıldığı Bir Kitabın Kırk Yılı kitabından anlaşılmaktadır.7
Eser bir giriş ve yedi bölümden müteşekkildir. Bölümler sırasıyla tekkelerin ilmî,
iktisadî, ictimaî, askerî hayat ve sanatla ilişkilerini, Tanzimat sonrası Batılılaşma
1
Eser ilk olarak Dergâh Yayınları’nın Hareket Kitaplığı dizisinin üçüncü kitabı olarak çıkmıştır.
2
Kara ile eser üzerine yapılan söyleşide zikredilen bu gaye için bkz. Yeni Ölçü, Kasım 1977,
sy. 53, s. 22 (Bir Kitabın Kırk Yılı: Tekkeler ve Zâviyeler, ed. İsmail Kara, İstanbul: Dergâh
Yayınları, 2017, s. 182’den).
3
Eserin telif edildiği dönemin ‘zorluğuna’ ve tekkelerin faydalı taraflarını ortaya koymanın
ehemmiyetine dair Kara’nın bir başka çalışmasında yer alan şu cümleler önemlidir:
“Cumhuriyet döneminde … özellikle 1925’ten sonra, tasavvuf ve tarikat dünyasının
problemleri ve menfilikleri sıralanırken, ne mutasavvıfların benzer yanlışlar yapmamaları
hedefleniyordu, ne de dinî esasların mistik yorumlarla sarsılmaması esas alınıyordu. Tek
hedef vardı, o da özelde ehl-i tarik, genelde bütün mütedeyyin Müslümanlar üzerinde baskı
kurmak ve tekkeleri kapatan kanunun haklılığını isbat etmeye yönelikti.” bkz. Mustafa Kara,
“Cumhuriyet Türkiye’sinde Tarikatlar”, Türkiye’de Tarikatlar, ed. Semih Ceyhan, İstanbul:
İSAM Yayınları, 2015, s. 119.
4
İsmail Kara (ed.), Bir Kitabın Kırk Yılı, s. 13.
5
Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 288-91.
6
Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 13-37.
7
İsmail Kara (ed.), Bir Kitabın Kırk Yılı, s. 46.
“Tekyeler tarih oldu”: Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
375
dönemindeki ve nihayet bugünkü durumunu ele almaktadır. Uludağ’ın girişi gibi
Tekkeler ve Zâviyeler de topyekün bir tekkeler tarihi olmanın yanı sıra, tasavvuf
tarihi kitabı olarak da okunabilecek bir hüviyete sahiptir. Bu itibarla, Kara’nın
bundan sonraki tasavvuf ve tarikatlar tarihi üzerinde yoğunlaşan telifatı Tekkeler
ve Zâviyeler’in bir şerhi gibi görülebilir.8
I. “Türk Soyunun Ruh Mimarları” Kim?9
Uludağ’ın giriş makalesi10 bir ilim olarak tasavvufun kaynağı, tedvini ve bir
hayat tarzı olarak tekke ve tarikatlar halinde kurumsallaşmasını ele almaktadır.
Dikkat çekici bir nokta olarak Uludağ’ın “Bugün anlaşılan manada bir tasavvuf Hz.
Peygamber zamanında yoktu” diyenlere verdiği “Peki, bugün anlaşılan manada
fıkıh Hz. Peygamber zamanında var mı idi?” şeklindeki manidar cevabı burada
kaydedilmelidir.11 Giriş bölümünde dikkat çeken bir diğer husus tasavvufun
mistisizm olarak ifadelendirilmesidir.12 Kara, eserinde Uludağ’ın bu tercihini
devam ettirecektir.13
8
Kara’nın bunu destekler mahiyetteki kendi ifadesi şöyledir: “Kırk yıldır yazıp çizdiğimiz,
bir anlamda Tekkeler ve Zâviyeler’in şerhi olduğu için…” (bkz. İsmail Kara (ed.), Bir Kitabın
Kırk Yılı, s. 15). Kara’nın Tekkeler ve Zâviyeler’den sonra yayımladığı ilk eserinin Tasavvuf ve
Tarikatlar Tarihi olması da bu düşüncemizi desteklemektedir (bkz. Mustafa Kara, Tasavvuf
ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1985).
9
Bölümlere ve makalelere genelde epigraflarla başlayan Kara “Konunun Mahiyeti” başlıklı
giriş makalesinde de böyle yapmaktadır, lakin alıntıladığı beyitlerin kimin olduğunu -kitabın
ilerleyen bölümlerinde olacağı gibi- zikretmemiştir. Örneğin giriş bölümünde Nef’î’nin (ö.
1044/1635) “Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana/ Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf
değil” beytini (bu beyit için bkz. Nef’î Dîvânı, haz. Mehmet Akkuş, Ankara: Akçağ Yayınları,
1993, s. 75), söyleyeni bilinmeyen bir diğer beyitle beraber, şairini zikretmeksizin alıntılıyor.
Ancak atıfların tam olarak yapılmaması bazı hatalara yol açmaktadır. Mesela, bu iki farklı
beyit birbirinin devamıymışçasına ve sanki sûfî şairlerce söylenmiş gibi algılanarak bir
başka akademisyen tarafından alıntılanmıştır, bkz. Sezai Küçük, “Tarih içinde Mevlevîlik
ve Celvetîlik”, Üsküdar Sempozyumu III: Azîz Mahmud Hüdâyî Uluslararası Sempozyum
Bildirileri, 20-22 Mayıs 2005, Hasan Kâmil Yılmaz (ed.), 2006, c. 2, s. 179.
10 Uludağ’ın giriş makalesindeki “…tasavvuf sahasında yazılan eserler kadar başka hiçbir
sahada eser yazılmamış” olduğu iddiası ihtiyatla karşılanmalıdır. İslâm ilimleri konusunda
Türkiye’nin en yetkin kütüphanesi olan İSAM Kütüphanesi kataloğunda yapılan taramaya
göre konusu tasavvuf olarak kaydedilen eserlerin sayısı kelâm, tefsir ve fıkıh eserleriyle
neredeyse eşit, hadis eserlerininse neredeyse yarısı kadardır. Taramada ulaşılan rakamlar
şöyledir: tasavvuf 6672, kelâm 6611, tefsir 6622, fıkıh ve İslâm hukuku 5614, hadis 10244. Bu
tarama her ne kadar delil olmasa da bir fikir vermesi için nazara verilmiştir. İlgili kataloğa şu
adresten erişilebilir: ktp.isam.org.tr
11 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 14.
12 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 29-30.
13 Örnek olarak hususan “Mistik Olmak ve Çağdaş Olmak veya Mistik Olmak Nedir, Ne
Değildir?” başlıklı bölüme bakılabilir (bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 283-91). Kara’nın
Tekkeler ve Zâviyeler’den sonra yayımladığı ilk eseri olan Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi’nde
de tasavvufu “İslam mistisizmi” olarak tarif ettiği görülmektedir (bkz. Mustafa Kara, 2
376
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
Makalede bunların yanı sıra tasavvufun tanımları, sûfîlerin tasavvufa dair
temel sözlerinden alıntılar, tasavvufun doğuşu ve ilk klasiklerin meydana gelişi,
ilk tekkenin kuruluşu ve tekkelerin XX. asırda geldiği nokta gibi çeşitli meselelere değinen Uludağ, Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler’i “tekke
sahasında yapılan neşriyatın en derli toplu olanı”14 şeklinde niteleyerek takdim
yazısını tamamlamaktadır.
Kara, tekkenin tanımı ve kaynağı gibi mevzuları irdelediği bir girişle konuyu
Uludağ’ın bıraktığı yerden devam ettirmektedir. Giriş bölümünde aktarılan ilgi
çekici bir alıntı şu şekildedir: “Cava adası dokuz veli tarafından ihya edilmiş,
‘Bir velinin yardımı olmadan hiçbir Müslümanın yaşayamayacağı ülke’ olarak
nitelenen Endonezya ise…”15 Sonrasında gelen “Türk Dünyasında” başlıklı üç
sayfalık olmasına karşın önemli bir tartışmaya değinen makale ise muhtevasının
ehemmiyetine binaen üzerinde özellikle durulmayı gerektirmektedir.
“Türk soyu Asya’nın eseri olduğu gibi ruhunun mimarları da Asyalıdır.”16
Tartışmaya açık olan bu cümleyle başlayan makale, Süfyân es-Sevrî’ye (ö. 161/778)
atfedilen bir sözle devam etmektedir: “Horasan’da ezan okumak, Mekke’de
ibadete dalmaktan daha üstün ve daha faziletlidir.”17 İktibasın kastı anlaşılıyorsa da cümlenin yanlış anlaşılmalara karşın şerh edilmesi yerinde olurdu. Bu
makalede ve kitabın ilerleyen bölümlerinde, Anadolu’nun, Orta Asya’dan gelen
Yesevî dervişleri yoluyla Müslümanlaştığı,18 Hacı Bektaş Veli’nin (ö. 669/1271)
ve Yunus Emre’nin de (ö. 720/1320 [?]) Yesevî oldukları tezi işlenmektedir. Bu
tez şu cümleyle özetlenebilir: “Türkler Müslümanlığı Türklerden öğrenmiştir.”
Makalenin yukarıda alıntılanan ilk cümlesi de bu meyanda idi. Ancak başta bu
alandaki ilk akademik çalışmanın sahibi olan M. Fuad Köprülü’nün beyanları,
sonrasında Necdet Tosun’un en eski tarihli muteber kaynaklar ışığında sunduğu
bilgiler de Hacı Bektaş Veli’nin Vefâî, Yunus Emre’ninse Rifâî; yani ikisinin de
tarikat silsilelerinin Irak/Arap kaynaklı olduğunu ispat etmektedir.19 Hacı Bektaş
ve Yunus Emre gibi meşhur figürlerin hangi tarikata mensup oldukları konusunda
farklı görüşler olsa da, konunun uzmanları Anadolu’ya XII. ve XIII. yüzyıllarda
Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul: Dergâh Yayınları, 6. Baskı, 2003, s. 16). Yine ileri
tarihli bir eseri olan Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri’nde Topçu’ya atıfla bu tanımı
kullanmaya devam etmektedir (bkz. Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri,
İstanbul: Dergâh Yayınları, 2. Baskı, 2003, s. 334).
14 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 36.
15 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 52.
16 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 58.
17 Kaynağı metinde de zikredilmeyen bu iktibasın kaynağını tespit edemedik.
18 Örnek olarak bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 115. Kara burada, “Ahmed Yesevî
(ö. 562/1166)’nin dervişleriyle, Anadolu her yönü ile çehre değiştirmiştir” demektedir.
19 Necdet Tosun, “Yûnus Emre Rifâî, Hacı Bektaş Vefâî”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma
Dergisi, 2013, c. 14, sy. 31, s. 109-115.
Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
377
Orta Asya’dan yoğun bir Yesevî dervişi akını olmadığını, Anadolu tasavvufunun
oluşmasında Irak kökenli Vefâiyye ve Rifâiyye tarikatlarının etkisinin Yeseviyye’den
çok daha fazla olduğunu kabul etmektedir.20
Bahsi geçen, Anadolu’nun Müslümanlaşmasında Orta Asya’dan gelen Yesevî/
Türk dervişlerinin merkezî rolü olduğu tezi eser boyunca işlenmektedir. Bir başka
yerde “Ahmed Yesevî’nin dervişleriyle, Anadolu her yönü ile çehre değiştirmiştir”21
diyen Kara, “…Malazgirt’teki kapıdan içeri giren bu insanlar(ın) kısa zamanda
kahramanlık ve dindarlığıyla… Anadolu’ya hakim olaca(ğını)”22 öne sürmektedir.
Bu satırların özellikle son dönemde yapılan çalışmalarla geçersiz kılındığı söylenebilir. Yukarıda kısaca değinilen Karamustafa’nın çalışmalarının yanı sıra Cemal
Kafadar’ın çalışmaları da Anadolu’nun İslâmlaşmasının çok uzun zaman aldığını
ve bunu sadece dışarıdan gelen unsurlarla izah etmenin mümkün olmayacağını
göstermektedir.23 Bu mevzuyla ilintili tartışmalı birkaç cümleye sadece işaret etmekle yetineceğiz: “Türklerin Müslüman olmasıyla beraber, Türk hayatına giren
tekkeler, şiiri, musikîsi ve düşünce şekliyle beraber dinî hayatı bile millî bir zevk
çerçevesi içine almıştır”.24 “Bu şehirler Türk zevki, Türk sanatı velhasıl Türk milliyetiyle öylesine kaynaşmıştır ki onların sinesinde başka medeniyetlerden kalan
âbideler bu milliyetin kudretli müdahalesiyle tamamiyle Türkleşmiştir.”25 Bu ve
20 Kara, “Orta Asya’dan sağlanan bir ‘derviş göçü’”nün belirleyici etkisinden bahsetmektedir
(bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 59). Müellif Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi’nde de Yesevî
dervişlerinin Anadolu’ya tarikatı taşıdıklarından bahsetmektedir (bkz. Kara, Tasavvuf ve
Tarikatlar Tarihi, s. 236). İlk defa 2005 yılında yayımlanan Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf
ve Tarikatlar adlı eserinde ise yazar daha temkinli bir dil kullanarak Yesevî dervişlerinin
Anadolu’ya kurumsal olarak değil, tasavvufî bir zihniyet olarak göçtüklerini zikretmektedir
(bkz. Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 58). Bu konuda ilgili kaynakların
detaylı bir analizi için bkz. Ahmet T. Karamustafa, “Origins of Anatolian Sufism”, Sufism and
Sufis in Ottoman Society, Ahmet Yaşar Ocak (ed.), Ankara: TTK, 2005, s. 67-95. Karamustafa,
makalesinde Köprülü ve Ocak’ın tezlerini yeni kaynaklar ışığında eleştirerek Anadolu
tasavvufunun oluşum safhasını “akışkan (fluid) ve dağınık (untidy)” kavramlarıyla açıklıyor.
Buna göre o dönemde Anadolu’da tasavvufu temsil eden Hacı Bektaş, Tapduk Emre, Yunus
Emre vb. isimleri bir silsileye bağlayarak tarikat kalıplarına oturtmak doğru olmaz. Münferid,
karizmatik sûfî şahsiyetler olarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır. Bu argüman için
özellikle bkz. Karamustafa, a.g.m., s. 90-92.
21 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 116.
22 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 117. Vurgu bana ait. ATO.
23 Cemal Kafadar, Kendine Ait Bir Roma: Diyar-ı Rum’da Kültürel Coğrafya ve Kimlik Üzerine,
İstanbul: Metis, 2017.
24 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 60. Vurgu bana ait. ATO
25 Kitap boyunca metnin içinde uzun alıntılar yapılmaktadır. Bazı alıntılar ise metinde öne
sürülen argümanı destekleyecek denli kuvvetli görünmemektedir. Örneğin “Karşı tarafın
‘ülkenizi alınca hepinizi Katolik yapacağız’ tehdidine gazi-dervişlerin verdiği cevap ise
dikkate değer: ‘Her cami yanında bir kilise bulunacaktır’…” Bu iddialı alıntının kaynağına
bakıldığında Nihad Sami Banarlı’nın Tohum Mecmuası’ndaki bir makalesi olduğu
görülmektedir. Oysa “her caminin yanında bir kilise” yapılması gerektiği şeklinde bir 2
378
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
benzeri cümlelerle yazar, eser boyunca gördüğümüz “Türk-İslâm” terkibini akla
getirir tarzda dini, millî bir çerçeveye yerleştirmekten bahsetmektedir.
Eserin ilerleyen bölümlerinde yazar şöyle demektedir: “Tahta kılıçlarla kafirlere karşı harbeden, maiyetindeki bir avuç mürid ile yüzlerce kişilik düşman
ordularını ezen… bu mücahit Türk mutasavvıfları ile tekkelerde sakin ve donmuş
bir hayat geçiren Arap ve Acem mutasavvıfları arasında büyük bir fark vardır.”26
Bunun böyle olmadığını başta yazarın, bizzat bu kitapta, özellikle Afrika’da tekkelerin emperyalist işgalci güçlere karşı mücadelede başat rol oynadığını belirttiği
cümleleri ispat etmektedir.27 Nitekim eserde Kuzey Afrikalı bir mutasavvıf olan
Şeyh Senûsî’nin (ö. 1933) Anadolu’ya gelerek buradaki milli mücadeleye verdiği
destekten de bahsedilmektedir.28
II. Tekkelerin İlmî, İktisadî, İctimaî, Askerî ve Sanatsal Boyutları
“Tekke ve İlmî Hayat” başlıklı birinci bölümde tekkelerin medreselerle
“düşünce ve mekân birliği”ne dair, tasavvufun ilme verdiği öneme değinen bir
girişin ardından Selçuklu ve Osmanlı devletleri döneminde tekkelerin ve aslında
tasavvufun ilmî olarak geldiği nokta ele alınmaktadır. Bölümün ikinci makalesinde
ise Tanzimat sonrası dönemde tasavvufun bir kültür olarak öğretimini veren
alternatif kurumlara kısaca değinilmektedir. İlk makalede, felsefî tasavvufun Selçuklular döneminde zirveye ulaştığını zikreden yazar örnek olarak İbnü’l-Arabî
(ö. 638/1240) ve Sühreverdî-i Maktûl’ü (ö. 587/1191) vermektedir. Bu noktada
İbnü’l-Arabî’nin açtığı yoldan ilerleyerek tasavvufu metafizik bir ilim halinde
sistematize eden Sadreddin Konevî (ö. 673/1274) de zikredilmelidir.29 Burada
yer alan “şeyhülislâmlardan güzel sanatlarla ilişkisi olmayanlar[ın] çoğunlukla
tasavvufun aleyhin[d]e” bulunduğu şeklindeki tespit dikkat çekmektedir.30 Burada
kısaca temas edilen bu argüman, üzerine yapılacak müstakil bir çalışmayı hak
etmektedir. Bu tespitin -veya önermenin- bir çırpıda doğru veya yanlış olduğunu
söylemek mümkün görünmemektedir.
söyleme birincil tarih kaynaklarından ulaşılamamaktadır. Burada temas edilen cümle de
uzun bir alıntının son cümlesidir. Bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 118. Vurgu bana ait. ATO.
26 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 155. Vurgu bana ait. ATO. Metinde kaynağı belirtilmeyen bu
alıntı M. Fuad Köprülü’ye aittir, bkz. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,
İstanbul: Alfa, 2014, s. 357.
27 Cezâyir’de Senûsiyye tarikatı örnekliği için bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 55-56. Genel
olarak millî mücadelelerde tekkelerin ve sûfîlerin rolü için bkz. Necdet Tosun, İrfan Bahçesi,
İstanbul: Erkam Yayınları, 2014, s. 42-53.
28 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 171-173.
29 Konevî’nin tasavvufun metafizik bir ilim haline gelmesindeki katkıları için bkz. Ekrem
Demirli, Sadreddin Konevî’de Bilgi ve Varlık, İstanbul: İz Yayıncılık, 2011, s. 10-11. Bu katkının
detaylı izahı için özellikle bkz. a.g.e., s. 75-95.
30 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 71.
Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
379
Özellikle XVII. yüzyılda yaşanan Kadızâdeliler-Sivâsîler çatışması şeklinde
özetlenen tekke-medrese uyuşmazlığının nedenlerini sorgulayan yazar, sebeplerden biri olarak ilim erbabının “kendilerini meşgul eden yeterince işleri olduğu
için bu sahaya (tasavvufa) girmeyi yersiz”31 görmesini saymaktadır. Yazara göre
“pek çok alim araştırma ve yazma gücünü kaybettikten sonra (ileri yaşlarda)
tasavvufa yönelmiştir.”32 Ardından müellif, Osmanlı Devleti’nin son döneminde
karşılaşılan geri kalmışlık sorunsalını tekkelere ve özellikle de beşik ulemalığına
bağlamanın yanlışlığı üzerinden şu ufuk açıcı soruyu sormaktadır: “(Eğer durum
bu ise) tekkesiz ve medresesiz son 90 yılın eğitim ve kültür alanındaki sıkıntı ve
çıkmazlarını ne ile ve nasıl açıklayacağız?”33 Bölümün sonunda konu, özellikle ‘beşik
şeyhlerinin’ tasavvufî eğitimi için kurulan medresetü’l-meşâyıha geldiğinde Şeyh
Celâl Efendi’nin (ö. 1908)34 bu medresede okutulması gereken kitapları sayarken
İbnü’l-Arabî’nin Fusûs ve Fütûhât’ı ile Mevlânâ’nın (ö. 672/1273) Mesnevî’si dışında,
örneğin Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) Risâle’sini saymamasını manidar bulan yazar
buradan hareketle “Osmanlılarda tasavvuf diye daha çok vahdet-i vücûd çizgisinde
bir tasavvuf anlaşılmış ve işlenmiştir” demektedir.35 Oysa tasavvuf literatüründe
ilk akla gelebilecek en meşhur üç kitabı sayan Şeyh Celâl Efendi’den yapılan bu
aktarım, Osmanlı Devleti’nin vahdet-i vücûd çizgisinde olmayan eserleri dışladığı
gibi bir sonuç çıkarmak için yeterli bir delil değildir.
“Tekke ve İktisadî Hayat” başlıklı ikinci bölüm fütüvvet, ahîlik ve vakıflarla
tasavvufun ve dolayısıyla tekkenin bağlantısını irdelemektedir. Yazar, İslâm’ın
ahlakî ve insancıl bir ekonomi öngördüğünün izah edildiği giriş kısmında
“Osmanlılar[’ın] kapitalizme niçin geçmedi[ğinin]”, “insanın midesinden önce
ruhuna, zekâsından önce iradesine hitab eden” anlayışta aranması gerektiğini
ifade ederek fütüvvet ve ahîliğin bu anlayıştan neşvünemâ bulduğuna işaret etmektedir.36 Bu görüşü destekler şekilde, Osmanlı iktisat tarihçiliğinin duayen ismi
Mehmet Genç de Osmanlı’nın eşitlikçi ve sermaye birikimine engel olan iktisadî
sistemi nedeniyle sanayi devrimi sonrasında kapitalizme yönelmediğini ve bu
nedenle de Avrupa’nın Osmanlı’ya ekonomik büyüme ve malî güç anlamında
galebe çaldığını ifade etmektedir.37
31 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 80.
32 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 81. Bu önerme delil ve örneklerle desteklenseydi daha ikna edici
olabilirdi.
33 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 82.
34 Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede için bkz. Nuri Özcan, “Mehmed
Celâleddin Dede”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 17.07.2018, https://islamansiklopedisi.org.tr/
mehmed-celaleddin-dede.
35 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 89.
36 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 97.
37 Genç’in bu teorisinin muhtasar bir izahı için bkz. Mehmet Genç, “Klâsik Osmanlı Sosyalİktisadî Sistemi ve Vakıflar”, Vakıflar Dergisi, 2014, c. 42, s. 13-14.
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
380
Bu bölümde üzerinde durulması gereken noktalardan biri 26 yaşındaki genç
yazarın, artık kariyerinin zirvesine ulaşmış 77 yaşındaki Abdülbaki Gölpınarlı’yı
(ö. 1982) fütüvvet teşkilatıyla Şiîlik arasında neredeyse zorunlu bir ilişki kurmasından ötürü eleştirmesidir.38 Ahîlik ve fütüvvetteki Hz. Ali muhabbetinden ötürü
fütüvvete teşeyyu isnad eden Gölpınarlı’yı eleştiren Kara, hem özelde fütüvvet
hem de genelde tasavvufla Şîa arasında sıkı bir ilişki kurulamayacağını çeşitli
argümanlarla izah etmektedir.39
Bölümün ikinci kısmında tasavvuf kültürü ve fütüvvet düşüncesinin mücessem
halleri olarak vakıf ve dergâhları/tekkeleri ele alan Kara, İslâm medeniyetinde
vakıfları ortaya çıkaran sâiklere dair önemli bir tespit yapmaktadır:
“Vakıfların ısrarla dinî değil de dünyevî ve beledî (şehirleşme ile ilgili)
bir faaliyet olduğunu iddia edenler, dinî düşünceyi caminin içine hapsedenlerin düşüncesidir. İslâm dininin insan-Allah ilişkileri kadar insan-insan ilişkilerine de önem verdiğini kabul ettiğiniz zaman mesele
kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Allah’a karşı büyük bir günah işleyen
bir müminin, bu günahın affedilmesi için yapacağı ilk iş içtimaî bir yarayı
sarmak, fakirleri doyurmak veya giydirmektir.”40
Alıntıda vurguladığımız kısım vakıf, dergâh/tekke gibi İslâm medeniyetinin
toplumsal müesseselerinin varlığının altında yatan ontolojik zemine işaret ettiği
gibi, aynı zamanda tasavvufun temel gayesi olan ihsanı, Allah’ı görüyormuş gibi
yaşama refleksini yakalamanın da temel yollarından birine işaret etmektedir.
“Tekke ve İctimaî Hayat” başlıklı üçüncü bölüm Yaman Dede’nin (ö. 1962)
meşhur bir kıtasıyla başlamaktadır:
Yak sinemi ateşlere efganıma bakma
Ruhumda yanan ateşe niranıma bakma
Hiç sönmeyecek aşkıma imanıma bakma
Ağlatma da yak hal-i perişanıma bakma41
Kara’nın, dervişlerin “hakikatlerin sahibi olarak reaksiyoner değil, aksiyoner”
olduklarını belirttiği satırlara ise katılmamak mümkün değildir. Bu cümle, reaksiyoner, saldırgan ya da apolojetik söylem ve eylemlerin özgüven eksikliğinden
kaynaklandığına da işaret etmektedir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda tekkelerin rolüne değindiği kısımda ve
kitabın genelinde yazarın Paul Wittek’in (ö. 1978) ‘gazâ teorisi’ni esas aldığı
38 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 99. Kara, Bir Kitabın Kırk Yılı’nda yer alan bir söyleşisinde bu
eleştiriden ötürü, o zaman henüz hayatta olan Gölpınarlı “cevap verirse ne yaparız?” diye
düşünmeden edemediğini de ifade etmiştir (bkz. İsmail Kara (ed.), Bir Kitabın Kırk Yılı, s. 15).
39 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 100-101.
40 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 106.
41 Yaman Dede hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Haşim Şahin, “Yaman Dede”, TDV İslâm
Ansiklopedisi, 12.07.2018, https://islamansiklopedisi.org.tr/yaman-dede.
Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
381
anlaşılmaktadır.42 Buna göre yağma/ganimet elde etmek veya manevî sâiklerle,
gazâ ruhuyla toprak kazanmaya çalışan gaziler veya dervişler Osmanlı’nın kurucu unsurlarıdır. Sonradan ciddi eleştirilerle karşılaşan bu teorinin geçerliliğini
yitirdiği söylenebilir.43
Müellif, bölümün son makalesine şu cümleyle başlamaktadır: “Osmanlıların
tasavvufa, fikir ve felsefe yeniliği olarak çok şey kattıkları iddia edilemez.”44
Ekberî geleneğin mühim isimleri olarak, kuruluş döneminde ilk müderris olarak
göreceğimiz Fusûs şârihi Dâvûd-i Kayserî (ö. 751/1350) ile Konevî’nin Miftâhu’lgayb’ına yaptığı şerhle de tanınan Molla Fenârî’nin (ö. 834/1431), Osmanlı âlimleri
olarak tasavvuf metafiziğine yaptığı katkılar bu cümleyi nakzetmeye yetecektir.
Bölümün sonlarına doğru tekke ve tarikatların birleştirici gücüne değinen
Kara’nın şu tespiti ise yazılışından kırk yıl sonra halen ehemmiyetini korumaktadır:45
“Tarikatlar mezhepleri ayrı ayrı olan insanları birleştirip bütünleştirirken,
mezhepler de tarikatları ayrı ayrı olan Müslümanları bu fikrî çatı altında
toplamakta, böylece İslâm toplumu çok yönlü bir bağlanma ile birbirine
kenetli hale gelmektedir… [Ç]ağımız müslümanlarının … kendi fikrini
aynen paylaşmayan kimselere kapısını kapaması İslâm dünyasının en
talihsiz uygulamalarından biridir.”
Tekke ve askerî hayat ilişkisine eğilen dördüncü bölüm tekkelerin öncüsü
sayılabilecek kurumlar olan ribatlara değinerek başlamaktadır. Yazar ribatların
sadece maddî değil, kişinin nefsiyle yaşadığı manevî cihadda da rol oynadığını
ifade etmektedir.46
42 Örnek olarak bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 125, 127. Wittek’in gazâ teorisi ve Osmanlı’nın
kuruluşuna dair diğer tezler hakkında detaylı bir tartışma için bkz. Reyhan Sarıkaya (haz.),
Tarih Okumaları: Osmanlı Kuruluş Tartışmaları (Ocak 2005-Haziran 2005), İstanbul: Bilim
ve Sanat Vakfı, 2005, s. 13-19.
43 Bu bölümde, dönemin meclis-i meşâyıh reisi, Nakşî-Hâlidî şeyhi Esad Erbîlî’nin (ö. 1931)
isminin Osmanlı’nın Rusya, Fransa ve İngiltere’ye harp ilan ettiği, Birinci Dünya Savaşı’na
dair beyannamede 29 devlet adamı arasında 28. sırada zikredilmiş olması hadisesi üzerinden
(bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 131) mutasavvıfların Osmanlı devlet yönetimi nezdindeki
itibarının zayıfladığı sonucuna varılmaktadır. Oysa bahsi geçen 11 Kasım 1914 tarihli resmî
savaş ilanında (belgenin latinize hali için bkz. Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi I,
Kemal Gurulkan v. dğr. (haz.), İstanbul: T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,
2013, s. 90-91) dönemin şeyhülislâmı Mustafa Hayri Efendi’nin (ö. 1921) imzası, normal
devlet prosedürü gereği üçüncü sıradadır. Meşîhate bağlı bir devlet kurumu olan meclis-i
meşâyıhın ise 28. sırada zikredilmesi gayet tabiidir.
44 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 132.
45 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 141.
46 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 147-152. Ribatların maddî ve manevî cihaddaki fonksiyonlarına
ilişkin erken dönem sûfîlerinden sayılabilecek Abdullah b. el-Mübârek (ö. 797/181) örneği
için bkz. Feryal Salem, The Emergence of Early Sufi Piety and Sunni Scholasticism: ‘Abdallah
b. al-Mubarak and the Formation of Sunni Identity in the Second Islamic Century, LeidenBoston: Brill, 2016, s. 76-104. Burada bahsi geçen temel kavramlardan biri olan, uç bölgeler 2
382
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
Burada değinilmesi gereken diğer bir argüman Kâzerûniyye’nin “bizzat cihad
için kurulan, mesaisinin büyük bir kısmını bu işe yönelten” bir tarikat olduğu
savıdır.47 Her ne kadar tarikatın gazâda/cihadda aktif rol oynadığı anlaşılsa da
“cihad için” kurulduğunu söylemek iddialı olacaktır. Dördüncü bölümün sonunda
Anadolu’daki millî mücadeleye tekke ve tarikatların katkısı tartışılırken Mustafa
Kemal’in “panislâmist çağrısı”ndan bahsedilmiştir. Hilafetin öneminden ve hilafet
merkezi olan İstanbul’un içinde bulunduğu işgal vaziyetinden ve bu durumdan
ancak Müslümanların birliğiyle kurtulabileceğinden bahseden bu beyannamenin
tarihî ehemmiyeti münasebetiyle kitabın sonundaki ekler kısmına alınması iyi
olurdu.
Eserde tekkelerin sanata katkısını ele alan müstakil bir bölüm de bulunmaktadır.
Yukarıda bahsedildiği üzere, kitaba dair yapılan bir söyleşiden aslında Kara’nın
başlangıçtaki niyetinin “bir güzel sanatlar fakültesi olarak tekkeler”i araştırmak
olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu bölümün kitapta mühim bir yer işgal edeceği
öngörülebilir. Din, medeniyet ve sanat ilişkisinin irdelendiği kısmen teorik bir
girişin ardından sanatkârın sanat eserini nasıl ve niçin meydana getirdiğine dair
bir kısımla karşılaşılmaktadır. Yazar burada, dinin estetik boyutunun ele alındığı
makalesinde, tasavvufun varlık sebebi sayılabilecek aşk ile güzellik/hüsn48 arasındaki
ilişkiyi irdelemektedir. “Aslında aşkı ölmezleştiren şey, güzellikteki ebedîliktir”49
şeklindeki bir iktibasla Kara, okuyucuya ilahî aşktan ebediyete uzanan yola dair
ufuk açıcı bir fikir vermektedir.
Bu teorik girizgahtan sonra beşinci bölüm, tekkelerin/tasavvufun edebiyat
ve mûsikiyle olan ilişkisine ve katkısına dair yazılarla devam etmektedir. Tekke
edebiyatının bir amaç değil, ilahî aşk terennümlerinin bir aracı olduğuna işaret
eden yazar, tekkelerin kapatılmasının ardından tekke edebiyatının okullarda
halen okutuluyor olmasının, tasavvufun sadece bir edebî ekol olduğuna dair
yanlış bir algı oluşmasına sebebiyet verdiğine dikkat çekmektedir.50 Ardından
şiirle mûsikînin birbirinden beslenen iki sanat olduğuna değinen Kara, tekkelerin/tasavvufun ürettiği sanat eserlerinin kıymetini ona en karşıt olanların dahi
teslim ettiklerine dair örneklerle argümanlarını desteklemektedir. Yazar, özellikle
Osmanlı edebiyat tarihinde kendisi sûfî olmasa dahi tasavvuftan beslenmeyen
şairin olamayacağını, değişik dönemlerden verdiği örneklerle göstermektedir.51
için kullanılan sugur için bkz. Casim Avcı, “Sugūr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 12.07.2018,
https://islamansiklopedisi.org.tr/sugur.
47 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 156.
48 Hüsn ve aşkın tasavvuf düşüncesindeki biraradalığına dair, Şeyh Gâlib’in (ö. 1213/1799)
esasen tasavvufî bir mesnevî olan Hüsn ü Aşk’ını hatırlamakta fayda var.
49 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 187.
50 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 188.
51 Nitekim Kara, eserinde, Lale devrinin heccâv şairi Nef’î’nin bir beytini tasavvufî tazammunları
olduğu için epigraf olarak kullanmıştı (bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 39). Buradan
Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
383
III. Tanzimat’tan Bugüne Tekkeler
Kitabın son bölümleri olan altıncı ve yedinci bölümler tekkelerin Tanzimat’tan
bugüne geçirdiği değişim ve uğradığı dönüşümleri ele almaktadır. Burada ilk
dikkati çeken nokta İngiltere’nin meşhur Osmanlı sefiri olan ve Tanzimat fermanının muhtevasında çokça müdahaleleri olduğu bilinen52 Stratford Canning’den
(ö. 1880) yapılan iktibastır. Canning’in hepsi de birbirinden çarpıcı dört maddelik bir teklifi vardır. Bunlardan ilkini, bir fikir vermesi için buraya almakta fayda
görüyoruz: “Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalılaşması için İslâmiyet’ten ve
onun bütün müesseselerinden ayrılması şarttır.”53
Kara, Tanzimat ve Batılılaşma sürecinde geri kalmışlığın faturasının tekkelere
ve tasavvufa kesilmesi ve çözüm arayışlarıyla ilgili tartışmalara dair bir kısmın
ardından mutasavvıfların o dönemde neler yaptıkları hakkında birkaç yazıyla
konuya devam etmektedir. Yazar burada sûfîlerin bu dönemde çıkardığı süreli
yayınlar ve kurduğu cemiyetleri de ele almaktadır.54
hareketle, Nef’î gibi bir şairin dahi Osmanlı tasavvuf kültüründen etkilendiği söylenebilir. Bu
tezi destekleyen bir görüş için Tekkeler ve Zâviyeler’den sonra yapılmış bir araştırma olarak
bkz. Mahmud Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir: Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İstanbul: İnsan
Yayınları, 2007, s. 34.
52 Bilgi için bkz. Mehmet Âkif Aydın, “Batılılaşma”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 16.07.2018, https://
islamansiklopedisi.org.tr/batililasma#4-hukuk.
53 Tekkeler ve Zâviyeler, s. 206. Dipnotta verilen Atay’a ait kaynağa gittiğimizde Beginnings of
Modernization in the Middle East isimli kitapta yer alan Allan Cunningham’ın “Stratford
Canning and the Tanzimat” başlıklı makalesinden alındığını (bkz. Allan Cunningham,
“Stratford Canning and the Tanzimat”, Beginnings of Modernization in the Middle East, W.
R. Polk ve R. L. Chambers (ed.), Chicago-Londra: The University of Chicago Press, 1968,
s. 245-264), bu kaynağa başvurduğumuzda ise birincil kaynağın Canning’in arşivi ve oradan
hareketle S. Lane-Poole’un hazırladığı The Life of the Right Honorable Stratford Canning,
Viscount de Redcliffe başlıklı biyografik çalışma olduğunu görüyoruz, bkz. S. Lane-Poole,
The Life of the Right Honorable Stratford Canning, Viscount de Redcliffe, Londra, 1888
(Türkiye’ye dair bölümlerin tercümesi için bkz. Lord Stratford Canning’in Türkiye Hatıraları,
çev. Can Yücel, Ankara: Türkiye İş Bankası, 1959). Bu kaynaklarda Kara’nın burada Atay’dan
naklen verdiği şekliyle bu ifadeleri bulmakta güçlük çektiğimizi söyleyebiliriz. Her ne kadar
metinden çıkarılan anlamda mutabık olsak da alıntının metin yorumlanarak verildiğini ifade
etmek gerekiyor.
54 Burada değinilmesi gereken tartışmalı bir nokta, dışarıdan olduğu gibi kendi içlerinden de
eleştirilere maruz kalan mutasavvıfların bir çıkar yol arayışının mahsulü olan Cemiyet-i
Sûfiyye’nin reisi olarak Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’den (ö. 1920) “İttihat Terakkili
mason” olarak bahsedilmesidir (bkz. Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 224). Hakkında
masonluğuna dair bazı ithamlar olsa da kendi beyanıyla bunu reddeden şeyhülislâmdan
böyle bahsedilmesi iddialı bir söylem olarak kaydedilmelidir. Nitekim yazar burada iddiasını
temellendirecek herhangi bir kaynak göstermemiştir. İleri tarihli bir makalesinde daha
ihtiyatlı bir dil kullanan Kara, Musa Kâzım Efendi’nin reddiyesinden Tekkeler ve Zâviyeler’de
bahsetmese de bu makalesinde bahsetmektedir (bkz. Mustafa Kara, “İkinci Meşrutiyet
Devrinde Dervişlerin Sosyal ve Kültürel Etkinlikleri”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve
Sufiler, haz. Ahmet Yaşar Ocak, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2014, s. 741). Musa Kâzım 2
384
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
Son bölümlerde uzunca ele alınan en önemli tartışma konusu şüphesiz
meclis-i meşâyıhtır. Burada, İslâm tarihinde tekkelerin/tarikatların devlet yönetimiyle olan ilişki modellerine dair kısa bir girişin ardından, bu modellerin son
örneklerinden biri ve Osmanlı Devleti’nde ıslahat girişimlerinin bir devamı olarak
meclis-i meşâyıh, onu doğuran sebepler ve tarihiyle birlikte detaylı olarak ele
alınmaktadır.55 Meşîhate bağlı olarak kurulan “bu müessese ile, tekkelerle ilgili
son söz artık tekkelilere değil de müftülere bırakılmıştır.”56
Burada tekkelerin içinden ve dışından eleştirilerin artık gittikçe arttığı müşahede
edilmektedir. Tekkelerin kapatılmasına giden süreçte tekke mensubu olmasına
rağmen kapatılması yönünde fikir beyan eden Şeyh Saffet (Yetkin) Efendi (ö. 1950)
gibi şeyhlerin olduğu da bilinmektedir.57 Ancak 1925’te tekkelerin kapatılması
yönünde talimat veren Mustafa Kemal’in 1924’e kadar tekkelerle müspet yönde
ilişki içinde olduğu da Kara’nın dikkat edilmesi gereken önemli tespitlerinden
biridir.58 İlerleyen sayfalarda konjonktürel olan bu desteğin zamanla Bektâşî ve
Mevlevîlerle yapılan özel/gizli görüşme ve anlaşmalarla sınırlı kalacağı da görülecektir. TBMM’nin açılışının tasvir edildiği satırlar ise yeni devletin kuruluşundaki
tasavvuf harcını göstermesi açısından dikkate değerdir: “Hacı Bayram-ı Veli’nin
üzeri âyetlerle dolu sancağı kürsüye dikildi. Kur’an-ı Kerim ile sakal-ı şerif de
konuldu. Hocalar Meclis’te, Hacı Bayram Camii’nde okunan Kur’an-ı Kerim’in
duasını yaptılar. Buharî-i şerif okudular. TBMM Hacı Bayram-ı Veli’nin manevî
nüfuzundan faydalanmak suretiyle açıldı.”59 Yazarın E. Behnan Şapolyo’dan
yaptığı bu alıntı aslında henüz tekkelerin kapatılmasından beş yıl önce açılan
meclisin temelinde tasavvufun nasıl bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Sonraki süreçte tekke ve türbelerin nasıl kapatıldığı kitapta tarihî vesikalarla
irdelenmektedir.60 Kara’nın tekkelerin kapatılmasına (rumî 1341, hicrî 1344, miladî
Efendi’nin, masonluk ithamına reddiyesinin tam metni için bkz. M. Sadi Çöğenli, “Mûsâ
Kâzım Efendi’ye İsnad Edilen Masonluk İddiası ve Masonluğu Reddeden
Beyannâmesi”, Erzurumlu Şeyhulislam Mûsâ Kâzım Efendi Sempozyumu (22-24 Kasım 2013
Erzurum) -Tebliğ ve Müzakereler-, Ömer Kara (ed.), 2014, s. 36-38. Şeyhülislâmın mason
olduğu yönünde tersi bir iddia için bkz. Thierry Zarcone, “Soufisme et franc-maçonnerie à la
fin de l’Empire ottoman: l’Exemple du Şeyhülislâm Mûsà Kâzım Efendî (1850-1920)”,
Anatolia Moderna: Yeni Anadolu II, Paris, 1991, s. 201-208.
55 Meclis-i meşâyıh hakkında detaylı bir araştırma için bkz. Osman Sacid Arı, “Meclis-i Meşayıh
Müessesesi, Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2003.
56 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 241.
57 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 243.
58 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 247.
59 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 249.
60 Kara bu dönemi sonraki bir eserinde daha detaylı olarak incelemiştir. Bkz. Mustafa Kara,
Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2. Baskı, 2003, s. 51162.
Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
385
1925) tarih düşürmesi de bu önemli tarihî ve toplumsal olayın hatırlanması için
mühim bir katkı olarak zikredilmelidir.61 Tekkeleri kapatan devlet iradesinin,
oluşan sosyo-kültürel boşluğu doldurmak adına halkevlerini açtığını ifade eden
Kara, bunun başarılı olamadığı sonucuna varmaktadır.62 Tam da bu noktada Kara
mühim bir tespit yaparak türbelerin kapatılması yönündeki kararın esnetilmesine
dair açılımların altında yatan önemli sebeplerden birinin de “Ankara’da yapılmakta
olan ve türbeden başka bir şey olmayan Anıtkabir” olduğunu ifade etmektedir.63
Eserde vurgulanan bir ironi olarak yeni seküler devrimci ideolojinin İslâm medeniyetinin toplumsal kurumlarını yok ederken kendini seküler alternatifler üretmek
mecburiyetinde hissetmesi dikkate değer bir noktadır.64
Kitabın “Tekkeler ve Bugün” başlıklı yedinci ve son bölümüne yazar, tekkelerin
kapatılma sebeplerini tartışarak başlamaktadır. Ardından “mistik olmak” üzerine
bir yazıyla devam edem bölümde, kitabın kendisine ithaf edildiği Topçu’ya dair
müstakil bir yazı ve kitabın sonraki baskılarında eklenen65 “Tekkeler ve İkibinler”
başlıklı bir yazı yer almaktadır. Başlangıçta mistik kavramını dervişle eş anlamlı
olarak kullansa da yazar, mistikle ilgili tartışmalı sorulara sûfîlerden alıntılarla
verdiği cevaplarda iki kavramın anlam dünyasının farkına işaret etmektedir.66
Ancak Topçu’dan bahseden makalede tasavvuftan “İslâm’ın mistisizminden
ibaret”67 olarak bahsedilmesi biraz önce zikredilen fikirle çelişki arz etmektedir.
Bu bağlamda, kitabın ilk bölümlerinde de tasavvuf ve mistisizmin eşanlamlı olarak zikredildiğini ifade etmiştik. Bu bölümde ilgi çekici bir ayrıntı olarak, Bülent
Ecevit’in (ö. 2006) 1983 yılında, tekkelerin açılması yönünde bir beyanı olduğu
görülmektedir: “Tarikatlar serbest olmalıdır.”68 Türkiye tarihinin son döneminde
tekke ve tarikatlara ilişkin özellikle siyasî figürlerin ifadelerinin tartışılmasının
ardından kitap son bulmaktadır.
Eserin sonuna hususan meclis-i meşâyıhla ilgili kullanılan arşiv belgelerinin
latinize edilmiş hallerinin eklenmiş olması da kitabın önemli bir özelliği olarak
61 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 257-258. İlk dörtlüğün sonundaki “Canlar, aşk, zevk ve ney”
ibaresindeki noktalı harflerin karşılığı olan 1431’in ters döndürülmesiyle r. 1341, ikinci
dörtlüğün sonundaki “Tekyeler tarih oldu” ibaresiyle de h. 1344 tarihi elde ediliyor.
62 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 261. Kara’nın ifadesiyle halkevleri “(t)ekkelere göre bir
fanteziden öteye gidememişlerdir.”
63 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 266.
64 Kemalizmin seküler, ulusçu ve bilimci alternatif bir ‘din’ inşa etme girişimi hakkında bkz.
Ahmet Yıldız, Kemalizmin İki Yüzü, İstanbul: Etkileşim Yayınları, s. 32-48. Ayrıca bkz. Metin
Karabaşoğlu, Kertenkele Çukuru, İstanbul: Karakalem, 1992, s. 114-118.
65 Bu yazı ilk kez 1999 tarihli dördüncü baskıya eklenmiştir (bkz. Kara, Tekkeler ve Zaviyeler,
s. 292).
66 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 284-286.
67 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 289.
68 Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, s. 297.
386
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
kaydedilmelidir. Ancak kitâbiyat bölümünde kitap içerisinde atıf yapılan tüm
kaynakların yer almadığı da ifade edilmelidir.
Sonuç
26 yaşındaki genç bir araştırmacının, henüz Türkçe tasavvuf tarihi literatürünün
yok denecek kadar az olduğu bir dönemde, gerektiğinde birincil kaynaklara, arşiv
belgelerine, vakfiyelere başvurarak alanında öncü olacak bu eseri kaleme alması
her türlü takdirin ötesinde ince bir işçiliktir. Ayrıca dönemin güncel literatürü
eserde hakkıyla kullanılmıştır. Eserin zor bir dönemde tekkeleri ve tasavvufu
savunan bir dil kullanabilmesi de kayda değerdir. Bu açıdan bakıldığında, Bir
Kitabın Kırk Yılı’nda Kâmil Yeşil’in çok yerinde teşbihiyle bu eser “kıtlıkta verilen lokma”69 mesâbesindedir. Eserin bir diğer önemli artısı ele alınan meselenin
-tekkelerin- çok boyutlu olarak; dinî, toplumsal ve sosyo-kültürel boyutlarıyla
irdelenmesidir. Eserde akademik yeknesaklığın olmadığı, fakat ilmî ciddiyetin
de elden bırakılmadığı başarılı bir dil ve üslup yakalanmıştır. Bu dilin günümüz
akademik jargonuna güzel bir örnek teşkil edebileceğini düşünüyoruz. Kitabın
genel olarak alanındaki başarısının önemli bir göstergesi, kendinden sonra tasavvuf
tarihine dair yapılan çalışmalarda ilk başvuru kaynakları arasında yer almasıdır.
Eserdeki eksikliklerin -uzun ve kaynağı belirtilmemiş alıntılar, yazım hataları,
bibliyografya eksiklikleri gibi- sonraki baskılarda neden giderilmediği, oluşan yeni
literatür ışığında meselelerin neden yeniden ele alınmadığı soruları haklı olarak
akla gelmektedir. Mustafa Kara bu yöndeki bir eleştiriye sonraki eserlerinin Tekkeler
ve Zâviyeler’in şerhleri olduğunu, onun eksiklerini diğer eserlerinde gidermeye
çalıştığını söyleyerek cevap vermiştir.70 Her şeye rağmen, özellikle kitapta esas
alınan Anadolu tasavvufunun Türk kaynaklı olduğu gibi bazı tezlerin yeni baskılarda
yazar tarafından yeniden gözden geçirilmesinin, kitabın bundan sonraki serüveni
ve ilmî çalışmalara muhtemel katkısı açısından elzem olduğunu düşünüyoruz.
69 Kâmil Yeşil, “Kıtlıkta Verilen Lokma Unutulmaz”, Bir Kitabın Kırk Yılı, s. 176-178.
70 İsmail Kara (ed.), Bir Kitabın Kırk Yılı, s. 15.
Tasavvuf Tarihi Literatüründe Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
387
“Tekyeler tarih oldu”: Tasavvuf Tarihi Literatüründe
Öncü Bir Eser Olarak Tekkeler ve Zâviyeler
Abdullah Taha ORHAN
Özet
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Harîrîzâde (ö. 1882), Bursalı Mehmed
Tâhir (ö. 1925), Hüseyin Vassâf (ö. 1929) ve Sâdık Vicdânî (ö. 1939) gibi
mutasavvıfların Osmanlı tasavvuf ve tarikat birikimini kayıt altına almak için
kaleme aldıkları ve halen dahi temel başvuru kaynakları arasındaki yerini koruyan
eserlerinin ardından Cumhuriyet döneminde, özellikle tekkelerin kapatılması
sonrasında bu alandaki üretim yok denecek kadar azdır. Mustafa Kara’nın Din
Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler isimli çalışması, bu zor zamanda ilmî/
yazılı geleneğin devamını sağlama girişimi olarak oldukça kıymetlidir. 26 yaşındaki
genç bir araştırmacının, henüz Türkçe tasavvuf tarihi literatürünün yok denecek
kadar az olduğu bir dönemde, gerektiğinde arşiv belgelerine başvurarak alanında
öncü olacak bu eseri kaleme alması her türlü takdirin ötesindedir. Zor bir dönemde
tekkeleri ve tasavvufu savunan bir dil kullanabilmesi de kayda değerdir. Eserin bir
diğer önemli artısı tekkelerin çok boyutlu irdelenmesidir. Eserde akademik
soğukluğun olmadığı, fakat ilmî ciddiyetin de elden bırakılmadığı başarılı bir dil ve
üslup yakalanmıştır. Kitabın genel olarak alandaki başarısının önemli bir
göstergesi, kendinden sonra yapılan tasavvuf tarihine dair çalışmalarda ilk başvuru
kaynakları arasında yer almasıdır. Eserdeki eksikliklerin -uzun ve kaynağı
belirtilmemiş alıntılar, yazım hataları, bibliyografya eksiklikleri gibi- sonraki
baskılarda neden giderilmediği, oluşan yeni literatür ışığında meselelerin neden
yeniden ele alınmadığı soruları haklı olarak akla gelmektedir. Özellikle kitapta esas
alınan Anadolu tasavvufunun Türk kaynaklı olduğu gibi bazı tezlerin yeni
baskılarda yazar tarafından yeniden gözden geçirilmesinin kitabın bundan sonraki
serüveni ve ilmî çalışmalara muhtemel katkısı açısından elzemdir. Bu makalede
Kara’nın adı geçen eseri tanıtılmakta ve burada bazıları zikredilen değerlendirmeler
okuyucuyla paylaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Mustafa Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, tasavvuf tarihi, tekke,
tarikat.
388
TALİD, 15(30), 2017, A. T. Orhan
“Tekyeler tarih oldu”: Tekkeler ve Zâviyeler as a Pioneering
Work in the Literature of the History of Sūfism
Abdullah Taha ORHAN
Abstract
Important Sufis in the late Ottoman period such as Harîrîzâde (d. 1882), Bursalı
Mehmed Tâhir (d. 1925), Hüseyin Vassâf (d. 1929) and Sâdık Vicdânî (d. 1939) have
penned major reference books revealing the Ottoman Sufi heritage. While they
still retain their significance especially in the aftermath of the abolition of Sufi
lodges/tekke during the Republican era, a very few works have been added to the
field. Mustafa Kara’s work entitled Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler
(1977) is invaluable for its contribution to the continuity of the written/scholarly
Sufi tradition at a difficult period it contributed to the continuity of the written/
scholarly Sufi tradition. The admirable efforts of a 26-year-old young researcher
wrote such a pioneering book using primary sources and archival materials, in
such a period that there was almost nothing in the literature on Sufism are worth
noting. It is further impressive for the book to employ an assertive language in
favor of the tekke and Sufism. Another positive aspect of the book is that the tekke
is studied from various dimensions. The book has adopted a successful literary
style that is scholarly without being too distant. Another significant indicator of
the book’s success is that subsequent works on the history of Sufism consider it to
be among the primary reference books. However, it is still reasonable to ask why
the shortcomings of the book -such as spelling errors, citations without references
or very long citations, sources not mentioned in the bibliography- are not
corrected in the following editions, and why the subject matters of the book is not
re-addressed in the light of the literature produced after its publication.
Particularly, revisiting some arguments like “The source of Anatolian Sufism is
Turkic” is necessary for the upcoming editions, especially in terms of the book’s
venture onward and its prospective contribution to the field. In this article, the
book in question is reviewed in the light of evaluations provided above.
Keywords: Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, history of Sufism, sufi lodge
(tekke), sufi order (tariqa).