Şırnak Üniversitesi Yayınları
No: 14
Akademi Serisi: 8
İslâm Tarihinin İlk Mehdisi
İBNÜ’L HANEFİYYE
Hüseyin GÜNEŞ
ISBN
978-605-68065-4-4
Genel Yayın Koordinatörü
Prof. Dr. Mehmet Emin ERKAN
Editör
Doç. Dr. İbrahim Baz
Dr. Öğr. Üyesi Kasım Ertaş
İç Düzen
Abdullah Özgür ORAL
Kapak Tasarım
Nurullah ÇOMAKTEKİN
Matbaa Sertifika No: 22114
Birinci Baskı
Temmuz 2018
Mardin
Baskı-Cilt
Mardin Sesi Gazetecilik Matbaacılık
Yayıncılık Amb. Dağ. San. ve Tic. Ltd. Şti
www.mardinsesi.com.tr
Copyright© Şırnak Üniversitesi Yayınları
Yeni Mahalle Cizre Caddesi
Mehmet Emin Acar Kampüsü 73000 ŞIRNAK
Tel : +90 486 216 82 41- web : www.sirnak.edu.tr
Hüseyin GÜNEŞ
SUNUŞ
Üniversiteler evrensel bilginin üretildiği ve toplumla paylaşıldığı
yerlerdir. Bilginin paylaşılması birçok kanalla gerçekleşir. Toplum ve
özellikle hedef kitle olan akademik çevrelerle bilgiyi paylaşmanın
yöntemlerinden biri de yayıncılıktır. Yapılan her bilimsel yayın, bir
yandan verilen emeğin kıymet bulması iken diğer yandan bir çok
yeni bilimsel çalışmanın temeli olma özelliğini taşımaktadır.
Dünya bilim ve düşünce tarihini etkileyecek birçok önemli
fikir ve çalışma, yayına dönüşemediği için sahibi ile birlikte
unutulup gitmektedir. İşte bu nedenle Şırnak Üniversitesi olarak
akademisyenlerimizin yıllarca emek vererek hazırladıkları tezlerini
yayınlamayı bilimsel bir gereklilik olarak gördük.
Bugüne kadar sadece sempozyum kitaplarımızla yer aldığımız
yayın faaliyetine yeni bir sayfa açarak doktora ve yüksek lisans
tezlerini de bilim insanlarının dikkatine sunmaya başladık.
Akademik çalışmaları içerik ve görsellik açısından en kaliteli
şekilde araştırmacıyla ve okuyucuyla buluşturmanın çabası
içerisindeyiz.
Basım ve yayın faaliyetlerimiz Şırnak Üniversitesini her an bir
adım ileriye götürme hedefimizin önemli bir parçası olacaktır.
Bu vesileyle Şırnak Üniversitesi Yayınlarından eserleri
yayınlanan akademisyenlerimize ve eserlerin hazırlık ve baskı
süreçlerinde katkı sağlayan yayın birimimize teşekkür ediyorum.
Yeni ufuklar açacak yeni kitaplarda buluşmak temennisiyle...
Prof. Dr. Mehmet Emin ERKAN
Rektör
Hüseyin GÜNEŞ
1977 yılında Batman ili Gercüş ilçesinde doğdu. 1994’te Mardin
İmam-Hatip Lisesi’nden, 1999 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nden mezun oldu. 2003 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı İslâm
Mezhepleri Tarihi Bilim Dalı’nda yüksek lisansını, 2009’da Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi ve Sanatları
Anabilim Dalı İslâm Tarihi Bilim Dalı’nda doktorasını tamamladı.
1999-2010 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde
imam-hatip, vaiz ve ilçe müftüsü olarak vazife yaptı. 2010 yılında
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslâm Tarihi ve Sanatları
Bölümü İslâm Tarihi Anabilim Dalı’na Yrd. Doç. Dr. olarak atandı
ve 2014 yılında Doçent unvanını aldı. Halen aynı kurumda görevini
sürdürmektedir.
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR........................................................................XI
ÖNSÖZ .................................................................................XIII
GİRİŞ..............................................................................1
I. Araştırmanın Kapsamı ve Önemi..........................................1
II. Yöntem ve Kaynaklar...........................................................5
BİRİNCİ BÖLÜM.................................................................15
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN HAYATI VE KİŞİLİĞİ............15
I. İsim ve Künyesi....................................................................15
II. Nesebi................................................................................21
III. Doğum ve Ölümü..............................................................30
A. Doğumuyla İlgili Rivayetler............................................30
B. Vefatıyla İlgili Rivayetler.................................................33
IV. Hayatındaki Dönüm Noktaları...........................................38
A. Çocukluk ve Gençlik Dönemi.........................................39
B. İç Savaş Dönemi...........................................................45
C. Birlik Dönemi................................................................48
D. Fitne Dönemi................................................................49
E. İlim-İrfan Dönemi..........................................................56
V. Evlilikleri ve Nesli...............................................................58
A. Eşleri............................................................................58
B. Nesli.............................................................................59
VI. Kişiliği...............................................................................64
A. Fizikî Yönü....................................................................65
1. Beden Yapısı...............................................................65
2. Giyim Kuşamı..............................................................67
B. İlmî Yönü......................................................................70
1. Hocaları.....................................................................70
2. Öğrencileri.................................................................71
3. İlgilendiği İlim Dalları..................................................72
a. Hadis........................................................................72
b. Tefsir.........................................................................72
c. Fıkıh.........................................................................73
d. Kelâm.......................................................................76
e. İlm-i Sırrî....................................................................77
f. Hüsn-i Hat.................................................................79
4. Özlü Sözleri................................................................79
5. İlmî Yeterliliği.............................................................83
İKİNCİ BÖLÜM...................................................................89
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN EHLİ BEYT FERTLERİYLE
İLİŞKİLERİ..........................................................................89
I. Hz. Ali ile İlişkisi...................................................................89
A. Hz. Ali’nin Siyasî Mücadelesinde Muhammed b.
Hanefiyye’nin Yeri.............................................................89
1. Hz. Ali’nin Halife Seçilmesi..........................................89
2. Cemel Savaşı..............................................................93
3. Sıffin Savaşı...............................................................99
4. Nehrevân Savaşı........................................................105
B. Hz. Ali’nin Katli ve Muhammed b. Hanefiyye’ye
Vasiyeti......................................................107
II. Hz. Hasan İle İlişkisi.......................................................112
A. Hz. Hasan’ın Siyasî Mücadelesinde Muhammed b.
Hanefiyye’nin Yeri..........................................................112
1. Hz. Hasan’a Biat.......................................................112
2. Hz. Hasan’ın Muâviye ile Anlaşması...........................115
B. Hz. Hasan’ın Vefatı ve Muhammed b. Hanefiyye’ye
Vasiyeti.........................................................................118
III. Hz. Hüseyin İle İlişkisi......................................................122
A. Hz. Hüseyin’in İsyanı Sürecine Kadar Muhammed b.
Hanefiyye..................................................................124
B. Hz. Hüseyin’in İsyanı Sürecinde Muhammed b.
Hanefiyye...........................................................124
1. Hz. Hüseyin’in Medine’den Çıkışı............................124
2. Hz. Hüseyin’in Mekke’den Çıkışı ve Kerbela
Hadisesi......................................................................128
3. Kerbela Faciasına Karşı Muhammed b. Hanefiyye’nin
Tepkisi.........................................................................134
IV. Hz. Hasan Nesli İle İlişkisi.................................................136
V. Hz. Hüseyin Nesli İle İlişkisi.............................................138
VI. Diğer Kardeşleriyle İlişkisi...............................................140
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM............................................................143
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN EMEVÎ HALİFELERİ İLE
İLİŞKİLERİ........................................................................143
I. Muâviye b. Ebî Süfyân İle İlişkisi........................................143
II. Yezîd b. Muâviye İle İlişkisi...............................................147
A. Kerbela Olayı Bağlamında İlişkileri..............................147
B. Harre Olayı Bağlamında İlişkileri...................................153
III. Mervân b. Hakem İle İlişkisi............................................161
IV. Abdülmelik b. Mervân İle İlişkisi....................................163
A. İbn Zübeyr’den Kaçarak Abdülmelik’e Sığınması........164
B. Mekke’ye Geri Dönmesi ve Taif’e Çıkması....................173
C. Abdülmelik’e Biat etmesi............................................176
D. Dımaşk Ziyareti...........................................................181
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM.......................................................187
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN SİYASÎ, DİNÎ VE SOSYAL
KİSİLİĞİ...........................................................................187
I. Siyasî Hareketlere Etkisi...................................................187
A. Abdullah b. Zübeyr Hareketi Karşısındaki Yeri ve
Etkisi........................................................................189
B. Muhtâr es-Sekafî Hareketi Karşısındaki Yeri ve
Etkisi...............................................................................207
II. Dinî Düşünce ve Akımlara Etkisi..................................230
A. Dinî Düşünce ve Faaliyetleri.....................................230
B. İlgili Dinî Akımlar........................................................249
1. Keysâniyye..............................................................250
2. Mürcie.....................................................................266
3. Mu’tezile..................................................................268
III. Sosyal Etkisi.....................................................................272
A. Sosyo-politik Yapı.......................................................272
B. Sosyal Fonksiyonu.......................................................275
SONUÇ.........................................................................285
BİBLİYOGRAFYA...........................................................291
DİZİN...................................................................317
XI
KISALTMALAR
age.
: Adı Geçen Eser
agm.
: Adı Geçen Makale, Adı Geçen Madde
AÜİFD. : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
b.
: Bin, İbn
bk.
: Bakınız
bnt.
: Bintü
bs.
: Bası/Baskı/Basım
c.
: Cilt
çev.
: Çeviren
DİA.
: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
DİB.
: Diyanet İşleri Başkanlığı
FÜİFD : Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
GÜÇİFD. : Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi
h.
: Hicrî
HÜİFD. : Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Hz.
: Hazreti
İA.
: Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi
krş.
: Karşılaştırınız
m.
: Miladî
nşr.
: Neşreden
s.
: Sayfa/lar
sav
: Sallallahu aleyhi ve Sellem
sn.
: Sene/Yıl
SÜİFD : Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
sy.
: Sayı
thk.
: Tahkik eden
ty.
: Baskı tarihi yok
v.
: Vefat
vd.
: Ve devamı/ ve diğerleri
vs.
: Ve saire
yay.
: Yayınları
yy.
: Baskı yeri yok
XIII
ÖNSÖZ
İlahî öğretiler kervanının son halkası olan “İslâm Dini”nin
peygamberi, son peygamber Hz. Muhammed (sav), “cahiliye”
olarak nitelenen bir toplumla karşı karşıya idi. Bunlar, dinî, siyasî
ve sosyal birlikten uzaktılar. Düzensiz, kendi başına hareket eden,
hak ve hukuk tanımayan, ahlâkî ve insanî değerlerden
uzaklaşmış, ömürleri birbirleriyle savaşmak ve yağma ile geçen
bir toplumdular. Ancak O, kendisine “vahyedilen öğretiler”
çerçevesinde 23 sene gibi kısa bir sürede onları tevhid/birlik
sancağı altında toplamıştır. “kardeşlik sözleşmesi”yle birbirlerine
kenetlenmiş olan bu insanlar, kardeşini kendi nefsine tercih eder
duruma gelmişti. Artık hak ve hukuka riayet eden, attıkları her
adımın hesabının bir gün mutlaka sorulacağının bilincinde olan,
savaşı değil barışı esas alan, ahlâkî ve insanî değerlerin timsali bir
toplum meydana gelmişti. İşte böylesine “mucizevî bir inkılâb”ın
formülü olan ilahî öğretileri, yani Kur'ân ve Sünnet’i ardında
bırakan Rasulullah (sav), ümmetine bu emanetlere sımsıkı
sarılmalarını, aksi takdirde sonlarının hüsrân olacağına dikkat
çekerek, görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla hayata
gözlerini yummuştur.
Ancak Rasulullah’ın ardından, değişen sosyal, kültürel ve
ekonomik şartların da etkisiyle gün geçtikçe huzursuzluklar
kendini göstermeye başlamıştır. Özellikle üçüncü halife Hz.
Osman’ın katledilmesi, beraberinde Cemel ve Sıffin savaşları gibi
kanlı mücadeleleri getirmiştir. Bunun paralelinde eski kavmiyetçi
duygular kabarmış ve kan davaları baş göstermiştir. Hz.
Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi de daha önceki hadiseler
nedeniyle kırılmaya yüz tutmuş olan toplumdaki çatlakları
derinleştirmiştir. Böylece siyasî zeminde başlayan kırılma ve
XIV
farklılaşmalar, artık yavaş yavaş dinî ve itikadî alana kaymıştır.
Bu çerçevede yeni fikir ve akımlar zuhur etmiştir.
Toplumda etkisini günümüze kadar hissettiren bu kırılma
ve farklılaşmaların başladığı o dönemde yaşayan, cereyan eden
hadiselerin içinde belirleyici bir konumda olan ve hatta bazı
çevrelerce içine düştüğü o zor durumdan toplumu çekip
kurtaracak “Beklenen Mehdî” nazarıyla bakılan Muhammed b.
Hanefiyye’nin hayatını, dinî, siyasî ve sosyal boyutlarıyla
incelediğimiz bu çalışmanın, söz konusu süreçte yaşananların
daha iyi anlaşılması ve değerlendirilmesinde katkıda bulunacağını
ümit ediyoruz.
Dört bölüm halinde hazırladığımız bu çalışmanın birinci
bölümünde, öncelikle Muhammed b. Hanefiyye’nin isim ve
künyesi üzerinde durulmuş ve bunların etrafındaki tartışmalar
incelenmiştir. Ardından nesebi ele alınmış ve özellikle annesi
üzerinden yapılan tartışmalar açıklığa kavuşturulmuştur. Doğum
ve ölüm tarihleri, farklı rivayetlerin tahlili yapılmak süretiyle
tespit edilmiş, ardından onun hayatı belli başlı dönemler halinde
genel hatlarıyla ortaya konulmuştur. Daha sonra, evlilikleri ve
nesli üzerinde durulmuş ve onun kişiliği bütün yönleriyle ortaya
konulmak süretiyle bu bölüm tamamlanmıştır.
İkinci bölümde, Muhammed b. Hanefiyye’nin “Ehl-i Beyt”
fertleriyle olan ilişkileri incelenmiştir. Öncelikle onun Hz. Ali, Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin ile olan özel ilişkileri ve söz konusu kişilerin
müdahil oldukları hadiseler karşısında nasıl bir rol oynadığı
konuları üzerinde durulmuştur. Daha sonra, İslâm Tarihinde
önemli bir yeri olan Hz. Hasan nesli ve Hz. Hüseyin nesli ile olan
ilişkileri incelenmiş, ardından onun diğer kardeşleriyle ilişkileri
üzerinde durulmuş ve böylece “el-Aleviyyûn” veya “Aleviler”
XV
diye tabir edilen Hz. Ali neslinin bir bütün olarak o dönemde nasıl
bir görüntü çizmiş oldukları ortaya konulmuştur.
Üçüncü bölümde, Muhammed b. Hanefiyye’nin Emevî
halifeleri ile olan ilişkileri üzerinde durulmuştur. Dönemlerinde
yaşadığı ve bir şekilde bir araya geldiği Emevî halifelerinden
Muâviye b. Ebî Süfyân, Yezîd b. Muâviye, Mervân b. Hakem ve
Abdülmelik b. Mervân ile olan özel ilişkilerinin yanı sıra onların
dönemlerinde yaşanmış olan bazı olaylar karşısındaki tutumu
incelenmiştir. Bu şekilde İbnü’l-Hanefiyye’nin Emevî iktidarına
olan yaklaşımı bütün detaylarıyla ortaya konulmuştur.
Dördüncü bölümde, Muhammed b. Hanefiyye’nin, içinde
bulunduğu süreçte ortaya çıkan ve onunla bir şekilde bağlantısı
olan siyasî hareketlerle ilişkileri öncelikle ele alınmıştır. Bu
çerçevede onun, Abdullah b. Zübeyr ve Muhtâr es-Sekafî
hareketleri ile olan bağlantısı incelenmiş ve bu hareketlerin
ortaya çıkışı, gelişmesi ve akâmete uğramalarındaki etkisi ortaya
konulmuştur. Daha sonra Muhammed b. Hanefiyye’nin dinî
düşünce ve faaliyetleri ile onunla ilişkilendirilen akımlar tartışma
konusu yapılmıştır. Öncelikle, yaşadığı dönemde siyasî bir mesele
olmakla birlikte zamanla dinî zemine kaydırılmaya çalışılan
imâmet konusundaki düşüncesi ve bunun paralelinde vasilik
konusu incelenmiştir. Yine yaşadığı dönemde ilk defa ortaya
çıktıkları anlaşılan “gâlî” hereketlere karşı tutumu, bunun
paralelinde de “mehdilik”, “bedâ”, “takiyye” ve Kur’ân-ı Kerîm’in
tahrif edildiği iddialarının ilk nüvesini teşkil eden “gizli ilim veya
ilm-i sırrî” yakıştırmalarına karşı nasıl bir duruş sergilediği
ortaya konulmuştur. Ancak burada zikredilen kavram ve
düşünceler, başlı başına araştırma konusu olan ve haklarında
müstakil eserler kaleme alınmış meselelerdir. Onun için biz,
sadece işin İbnü’l-Hanefiyye ile olan yönü üzerinde durduk. Başka
XVI
bir ifade ile tarihî seyir içinde ortaya çıkan bu kavramlar
hakkında İbnü’l-Hanefiyye’nin tutum ve düşüncesi ele alınmış;
bunun neticesinde de genel itibariyle onun nasıl bir dinî
düşünceye sahip olduğu ve nasıl bir faaliyet içinde bulunduğu
sonucuna varılmaya çalışılmıştır. Daha sonra, onunla
irtibatlandırılan dinî akımlar incelenmiştir. Bu çerçevede,
öncelikle onun ismiyle özdeşleştirilen Keysâniyye fırkası ve bu
fırkanın barındırdığı gruplar ele alınmıştır. Bu fırkanın,
çıkışından başlamak üzere İbnü’l-Hanefiyye ve nesli hakkında
ileri sürdükleri görüş ve iddialar incelenmiş ve aralarında nasıl
bir bağlantı olabileceği tespit edilmeye çalışılmıştır. Ardından
İbnü’l-Hanefiyye ile ilişkilendirildikleri tespit edilen Mürcie ve
Mu’tezile fırkaları incelenmiştir. Burada da söz konusu fırkaların
oluşumunda İbnü’l-Hanefiyye’nin ne derece etkili olduğu ve
aralarında nasıl bir bağın olduğu ortaya konulmuştur. En sonunda
yaşadığı dinî ve siyasî atmosferden hareketle İbnü’lHanefiyye’nin nasıl bir sosyal yapıyla karşı karşıya olduğu ortaya
konulmuş, ardından gelişen olaylar karşısında onun toplumu
nasıl yönlendirdiği ve toplum üzerinde ne derece etkili olabildiği
tespit edilmeye çalışılmıştır.
“Dinî, Siyasî ve Sosyal Etkisi Açısından Muhammed b.
Hanefiyye ve Hayatı” başlığıyla doktora tezi olarak hazırlanan
(Konya-2009) bu çalışmamızın her aşamasında bize rehberlik eden
kıymetli hocam Prof. Dr. Mehmet Bahaüddin VAROL’a, aynı
şekilde çalışmamızı özveriyle takip ederek görüş ve önerilerini
bizimle paylaşan değerli hocalarım Prof. Dr. M. Ali KAPAR ve Prof.
Dr. Mustafa TAVUKÇUOĞLU’na teşekkür ediyorum. Ayrıca tezin
yayımlanmasını sağlayan Şırnak Üniversitemizin değerli
idarecilerine minnettar olduğumu ifade etmeliyim.
Hüseyin Güneş
Şırnak 2018
1
GİRİŞ
I. Araştırmanın Kapsamı ve Önemi
Hz. Peygamber’den sonraki Râşid Halifeler dönemi, ortaya
çıkardığı görüntü açısından İslâm Tarihinde büyük bir önemi
haizdir. Hilâfet problemi çerçevesinde şekillenen mücadele ve
tefrikalar bu döneme olduğu gibi bundan sonraki sürece de damgasını vurmuştur.
Bilindiği gibi Rasulullah’ın vefatının akabinde daha cenazesi kaldırılmadan Ensâr, Benî Sâide gölgeliğinde aralarından birini
devlet başkanı olarak seçmek üzere toplanmışlardı. Bu durumu
haber alan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde hemen duruma
müdahil olmuşlar ve neticede bu toplantıda birçok özelliğiyle ön
planda olan Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi kararına varılmıştı.
Bu kararın ardından hemen ertesi gün camide toplanan halkın
genelinden biat alınarak Hz. Ebû Bekir’in hilâfetine resmiyet kazandırılmıştı. Ancak bu gelişmeler sırasında Rasulullah’ın teçhiz
ve tekfiniyle meşgul olan başta Hz. Ali olmak üzere Rasulullah’ın
mensubu olduğu Benî Hâşim, bu derece önemli bir işin kendilerine haber verilmeksizin bir oldubittiye getirilerek sonuçlandırılmasına kırılmışlardır. Hatta Rasulullah’ın kızı Hz. Fatıma, bu hadiseden altı ay sonra dargın bir şekilde hayata gözlerini yummuştu.
Hz. Ali de ancak onun ölümünden sonra gidip Hz. Ebû Bekir’e biat
etmiş ve ortadaki bu problemi kapatmıştır.
Hz. Ebû Bekir’in iki yıllık hilâfet dönemi daha çok Rasulullah’ın vefatından sonra irtidat ederek Medine yönetimine karşı
ayaklanan kabilelerin isyanlarının bastırılması ve bozulan istikrarın yeniden sağlanmasıyla geçmiştir. Hz. Ebû Bekir’in vefat etme-
2
den önce yeni halifeyi belirlemiş olması, Hz. Ömer’in herhangi bir
gerginliğe meydan verilmeden hilâfeti devralmasını sağladı. Bu
nedenle onun döneminde bu çerçevede herhangi bir tartışma
vuku bulmamıştır.
Hz. Ömer’in ise on yıllık bir hilâfetten sonra bir gayrimüslim tarafından suikasta uğrayarak hayatını kaybetmeden önce,
hasta yatağında kendisinden sonra başa geçebilecek altı kişilik bir
isim listesi hazırlayarak işi Şûrâ’ya havale etmesi, konunun tartışma zeminine çekilmesine neden olmuştur. Hz. Ali, Hz. Osman,
Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Zübeyr b. Avvâm ve Talha b. Ubeydullah’dan müteşekkil Şûrâ üyeleri, aralarından birini
halife olarak seçeceklerdi. Yapılan görüşmeler neticesinde bu
adayların bir kısmı haklarından feragat etmiş ve geride rakip olarak Hz. Ali ile Hz. Osman kalmıştır. Bu ikisinden hangisinin seçileceği konusu da Abdurrahman b. Avf’ın yapacağı araştırma neticesinde vereceği karar ile belirlenecekti. Neticede Abdurrahman b.
Avf, Medine’de yaptığı geniş bir nabız yoklamasından sonra Hz.
Osman’ı yeni halife olarak seçmiştir. Her ne kadar Hz. Ali bu kararı kabullenerek Hz. Osman’a biat etmişse de Hz. Osman’ın Benî
Ümeyye’ye mensup olması, kadîm Emevî-Hâşimî çekişmesini canlandıracak ve Hz. Osman’ın katlinden sonra Hz. Ali’nin hilâfete
geçişi de bu mücadeleyi tamamen su yüzüne çıkaracaktır. 1
Hz. Ali’nin hilâfete geçişinden hemen sonra önceki halifenin katillerinin tespiti veya intikamının alınması, başka bir ifade
ile kan davasının güdülmesi etrafında büyüyen muhalefet, beraberinde Cemel ve Sıffin savaşlarını getirdi. Bunları Nehrevân Savaşı ve Hz. Ali’nin bir suikasta uğrayarak yaşamını yitirmesi takip
1
Geniş bilgi için bk. Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebi Süfyân, Ankara 2001;
Demircan, Adnan, İslâm Tarihi Râşid Halîfeler Dönemi, Şanlı Urfa 2001; Sarıçam, İbrahim,
Emevi-Hâşimi İlişkileri, Ankara 1997; Zorlu, Cem, İslam’da İlk İktidar Mücadelesi, Konya 2002.
3
etti. Babasının yerine geçen Hz. Hasan ise yeni bir çatışmaya
meydan vermemek için hakkından feragat etti ve hilâfeti Hz. Osman’ın kan davasını güden Muâviye b. Ebî Süfyân’a devretti.
Muâviye’nin ise yaklaşık yirmi yıl süren ve daha sonraki
Emevî halifeleri ile kıyaslandığında başarılı sayılabilecek bir iktidar döneminden sonra oğlu Yezîd’i veliahd tayin ederek ölmesi,
hilâfet konusu etrafındaki tartışmaları yeniden alevlendirmiş ve
İslâm dünyasını sonu gelmez maceralara sürüklemiştir. Yezîd b.
Muâviye’nin hilâfetini kabul etmeyen Hz. Hüseyin, Kerbela’da
katledilmiş; ardından Abdullah b. Zübeyr hareketi, Harre vakasıyla sonuçlanan Medinelilerin isyanı, Tevvâbûn ve Muhtâr es-Sekafî
hareketleri gün yüzüne çıkmıştır. Rakipler arasında kanlı savaşlar
yaşanmış ve neticede Abdülmelik b. Mervân’ın uzun uğraşlardan
sonra muhaliflerini alt etmesiyle İslâm dünyasında birlik ve düzen kısmen de olsa sağlanmıştır.
Bu siyasî parçalanmışlık ve farklılaşmanın paralelinde toplumda yavaş yavaş dinî farklılaşmalar da zuhur etmeye başlamıştır. Özellikle Hariciliğin, siyasî bir hareket olarak zuhur etmiş
olmakla birlikte giderek dinî bir kisveye bürünmesi, rakiplerini
tekfir etmesi ve onlarla ilgili bir dizi yeni meseleleri ihdâs ederek
gündeme taşıması bu süreci hızlandırmıştır. Diğer yandan Hz.
Hüseyin’in katledilmesi, başka bir zeminde, daha sonraları Şîa
adıyla şekillenecek olan farklı bir oluşumu tetiklemiştir. Hz. Hüseyin’in intikamı sloganıyla yola çıkan Tevvâbûn ve Muhtâr esSekafî hareketleri de bu süreci hızlandırmıştır. Siyasî alanda başlayan bu oluşum, zamanla yerini dinî farklılaşmaya doğru bırakacaktır. Özellikle Muhtâr es-Sekafî hareketinin oluşturduğu ortam
birtakım gâlî unsurlara zemin hazırlayacaktır. Bu çerçevede Ehl-i
Beyt ve özellikle İbnü’l-Hanefiyye etrafında şekillenen vasilik,
4
mehdilik, ricat, bedâ, gizli ilim gibi düşünceler gün yüzüne çıkacaktır.
Bütün bu gelişme ve mücadelelerin bir tarafında hep Ehl-i
Beyt olmuştur. Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin gibi Ehl-i Beyt’in
önemli şahsiyetlerinin uzun yıllar verdikleri mücadeleler, etraflarında büyük bir taraftar kitlesinin oluşmasına yol açmıştır. Hz.
Hüseyin’in katledilmesinden sonra Hz. Ali’nin Hz. Fatıma dışındaki bir hanımından, Havle bnt. Cafer el-Hanefiyye’den dünyaya
gelen Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib kendini, ortaya çıkan bu taraftar kitlesinin lideri konumunda bulmuş ve özellikle Emevî idaresi ile ilişkilerde belirleyici rol üstlenmiştir. İslâm literatüründe
“Muhammed b. el-Hanefiyye” ismi ya da “İbnü’l-Hanefiyye” lakabıyla meşhur olan Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib’in bu süreçteki
dinî, siyasî ve sosyal açıdan çok önemli fonksiyonu bizim bu araştırmamızda konumuz olacaktır.
Muhammed b. Hanefiyye’nin, Ehl-i Beyt’e mensup olması,
daha doğrusu Ali b. Ebî Tâlib’in oğlu olması, onun halk kitleleri
üzerinde büyük bir etkiye sahip olmasını sağlamıştır. Bu nedenle
siyasî ilişkileri bu noktadaki düşüncelere yön vermiş, bazı isyan
girişimlerinin onunla ilişkilendirilmesi ise bu noktada farklı bir
görüntü ortaya çıkarmıştır. Çevresindeki halk kitlesinin bir kısmı
da onun ölümünden sonra “Keysâniyye” adı altında etkili bir fırka
olarak karşımıza çıkmıştır. Diğer yandan ondan çok sonraları
şekillenen bazı oluşumlar bile görüşlerinin temellerini ona dayandırma gayretine girmişlerdir. Dolayısıyla yaşadığı süreçteki
dinî, siyasî ve sosyal olaylar, Muhammed b. Hanefiyye merkezli
olarak incelendiği takdirde, hem etki ve fonksiyon olarak onun
gelişmelerdeki rolü belirgin bir şekilde ortaya çıkacak hem de bu
olay ve gelişmelerin daha sağlıklı bir şekilde anlaşılmasının yolu
açılmış olacaktır.
5
Aslında Muhammed b. Hanefiyye ile ilgili olarak yapılmış
olan birtakım çalışmalar mevcuttur. Ancak ileride de değineceğimiz gibi bu çalışmalar, genel itibariyle muhtasar ve meselenin
belirli bazı yönlerine tahsis edilmişlerdir. Bu nedenle konunun,
bütün detaylarıyla incelenmesi ve özellikle temel kaynaklara
inilmek süretiyle konuyla ilgili farklı rivayetlerin de tahlil edilerek ele alınması kaçınılmazdır. Biz de Muhammed b. Hanefiyye’nin, öncelikle kaynaklarda dağınık bir şekilde yer alan hayatıyla ilgi kısıtlı bilgileri toparlamak suretiyle kapsamlı bir veri oluşturmak, İslâm tarihinin ilk dönemlerinde ortaya çıkan fırka, mezhep, siyasî ve fikrî yapılanmalar ile sosyal hareketler üzerindeki
etkisini araştırmak, tartışmak ve bunun daha sonraki dönemlere
etkisini ortaya koymak düşüncesiyle bu çalışmayı hazırladık.
II. Yöntem ve Kaynaklar
Bu çalışma, Muhammed b. Hanefiyye merkezli olarak, “din,
siyaset ve sosyal hayat” kavramları esas alınarak hazırlanmıştır.
Bilindiği gibi bu üç kavram, neredeyse hayatın bütün alanlarını
kapsayan bir sürece tekabül ediyor. Dolayısıyla bu çalışma, Muhammed b. Hanefiyye şahsında yaklaşık seksen yıllık bir süreçte
meydana gelen hadiseleri kapsadığı gibi, hayatın birçok alanını
ilgilendiren konuları da içine almaktadır. Bu nedenle biz, bu çalışmada kullanılacak kaynaklar konusunda herhangi bir sınırlamaya gitmedik. Diğer yandan İbnü’l-Hanefiyye hakkındaki bilgilerin, kaynaklarda çok kısa ve dağınık bir şekilde yer alması da bizi
böyle bir uygulamaya itmiştir.
Öncelikle, müstakil olarak İbnü’l-Hanefiyye hakkında yapılmış olan çalışmalara baktığımızda daha ilk dönemlerde konuyla ilgili kaynakların olduğunu görüyoruz. Eserinde kendi dönemine kadar gelmiş geçmiş müellif ve teliflerine yer veren en-Necâşî
6
(450/1058), Ebû Mihnef Lut b. Yahya el-Ezdî (157/773), 2 Ebü’lMünzir Hişâm b. Muhammed el-Kelbî (206/821) 3 ve Ebû Ahmed
Abdülaziz b. Yahya el-Celûdî (332/943)’nin 4 “Kitâbu Ahbâri Muhammed b. el-Hanefiyye” adıyla birer eser yazmış olduklarına işaret
etmektedir. 5 Günümüze kadar ulaşmayan bu kaynakların ne zamana kadar varlıklarını sürdürdükleri de bilinmemektedir. Ayrıca
bu ilk eserlerin dışında daha sonraları, son dönemlere kadar konuyla ilgili müstakil bir çalışmanın yapıldığına dair bir veriye
rastlamadık. Muhtemelen İbnü’l-Hanefiyye’nin imâmetine inanan
Keysâniyye’nin tarihî süreç içinde giderek yok olması ve unutulmaya yüz tutması, öbür taraftan ise özellikle imâmeti Hz. Hüseyin
nesline inhisar eden hareketlerin güçlenmesiyle birlikte Hz. Hüseyin ve kısmen de olsa Hz. Hasan’ın gündemdeki yerleri giderek
artmış; bunun neticesinde de İbnü’l-Hanefiyye’ye olan ilgi azalmış
ve artık onun araştırma konusu yapılması gereği duyulmamıştır.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla son dönemlerde konuyla ilgili yapılmış olan ilk çalışma, Alman araştırmacı Hubert Banning
tarafından hazırlanmış olan bir Doktora tezidir. “Muhammad İbn
al-Hanafija” adlı bu çalışma, “Birinci Asır İslâm Tarihine Dair Bir Makale” şeklinde tercüme edebileceğimiz bir alt başlıkla 1909 yılında
(Erlangen) yayınlanmıştır. Çalışmamızla karşılaştırma fırsatını
bulduğumuz bu eser, ilk dönem kaynaklardan yararlanmış olmakla birlikte oldukça muhtasardır. Genel olarak İbn Sa’d ve Taberî’den istifade edilmiş, farklı rivayetler verilmekten kaçınılmış
Necâşî, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ali (450/1058), Fihristu Esmâi Musannefi’ş-Şîa: Ricâlü'n-Necâşî,
thk. Musa ez-Zencânî, Kum 1407, s. 320.
3
Necâşî, s. 435.
4
Necâşî, s. 242.
5
Krş. Tahranî, Şeyh Âğâ Büzürg (1390/1970), e-Zerîa ilâ Tasânîfi’ş-Şia, I, 21. (http://www.
alseraj.net/maktaba/kotob/mtanwe/zariatasanef1/html/ara/books/al_zaria/1/zar1_021.ht
m, Erişim tarihi: 29/04/2009); Atiyye, Mâcid b. Ahmed, “Muhammed İbnü’l-Hanefiyye 1681 h. Hayâtuhu ve Cihâduhu”, Mecelletu Ulûmi’l-Hadîs, sy. 15, sn. 1382/1962, s. 109.
2
7
ve ayrıntılara girilmemiştir. Altı başlık halinde, İbnü’lHanefiyye’nin doğumundan ölümüne kadar tarihî süreç içerisinde
yaşadıkları dönemlere atıfta bulunulmuş; özellikle Muhtâr esSekafî, Abdullah b. Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervân’la yaşadıkları
üzerinde durulmuştur.
Konuyla ilgili ikinci çalışma, Şiî müellif Ali b. Hüseyin elHâşimî en-Necefî tarafından yapılmıştır. İlk baskısı 1949’da yapılmış olan bu çalışma, el-Müessesetü’l-İslâmiyye li’l-Buhûs ve’lMa’lûmat tarafından tahkik edilerek 2004 yılında yeniden neşredilmiştir. Bu eser, konu itibariyle birinci çalışmaya nazaran daha
kapsamlı görünmektedir. Kullanılan kaynak sayısı da daha fazladır. İbnü’l-Hanefiyye’nin, doğumundan ölümüne kadar hayatının
ele alındığı bu çalışma, özellikle “Ehl-i Beyt” fertlerinden Hz. Ali,
Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Ali b. Hüseyin ile olan ilişkileri üzerinde durulmuştur. Daha çok Şiî kaynaklardan istifade edilmiş ve
konulara tarafgirlik sâiki ve Şiî bakış açısıyla yaklaşılmıştır. Bununla bilirlikte çalışmamızda gözden kaçırmış olduğumuz bazı Şiî
kaynaklara ulaşmakta bu eserden yararlandığımız gibi, ulaşamadığımız bazı Şiî kaynaklara atıfta bulunarak aktarılan ve konumuz
açısından önemli gördüğümüz bazı rivayetleri de buradan aldık.
İbnü’l-Hanefiyye ile ilgili üçüncü bir çalışma, Şeyh Mâcid b.
Ahmed el-Atiyye tarafından yapılmıştır. Yazarın “Muhammed İbnü’l-Hanefiyye 16-81 h. Hayâtuhu ve Cihâduhu” başlıklı oldukça uzun
ve kapsamlı makalesi, Ulûmu’l-Hadîs dergisinde yayınlanmıştır (sn.
1382/1962, sy. 15, s. 108-150.) Çalışmanın muhtevası ve konunun
işlenişi yukarıda sözünü ettiğimiz Hâşimî’nin çalışmasıyla paralellik arz etmektedir. www.noormags.com adresinden (Erişim Tarihi: 30/04/2008) PDF formatıyla indirdiğimiz makalenin başında
bu çalışmanın, yazarın yayınlamaya hazırlandığı “Muhammed b. elHanefiyye” adlı eserinden iktibas edildiği not edilmiştir. Ancak
8
yaptığımız araştırmalarda böyle bir eserin varlığına ulaşamadık.
Bu makalenin akabinde yer alan aynı müellife ait “Müsnedu Muhammed İbni’l-Hanefiyye” adlı makalede de İbnü’l-Hanefiyye’nin
ilmî kişiliği üzerinde durulmakta ve onun naklettiği bazı rivayetlerle ona ait bazı veciz sözlere yer verilmektedir (Ulûmu’l-Hadîs,
sn. 1382/1962, sy. 15, s. 151-186).
Dördüncü çalışma, Seyyid Hasan Kurûn’un Mecelletü’lEzher’de yayınlanmış olan “İbnü’l-Hanefiyye ve’l-Ahzâbü’l-Mutasâria”
adlı makalesidir (sn. 1978, c. 50, sy. 7, s. 1472-1481). Hz. Hüseyin’in
Kerbela’da öldürülmesinden sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin üstlendiği sorumluluk ve onun Abdullah b. Zübeyr, Muhtâr es-Sekafî ve
Abdülmelik b. Mervân üçgeninde yaşadıkları, kaynak gösterilmeksizin anlatılmıştır.
Beşinci çalışma, Ali el-Akîdî tarafından yapılmış olan “Muhammed b. el-Hanefiyye Siretuhu ve Devruhu fi’l-Hayati’l-Fikriyye ve’sSiyasiyye” adlı Yüksek Lisans tezidir (Ma’hedü’t-Târihi’l-Arabî li’dDirâsâti’l-Ulyâ, Bağdat 2000). Yazarın, bu çalışmasına atıfta bulunduğu, www.taakhinews.org sitesinde yayınlanmış olan
“Uzamâu fî Mesîreti’l-İnsâniyye Muhammed b. el-Hanefiyye Râidu’dDîmukrâtiyye ve Hurriyetü’r-Ra’y” adlı kısa makalesinden bu bilgileri edindik (Erişim Tarihi: 07/05/2008). Ancak bütün uğraşlarımıza
rağmen tezin muhtevasına ulaşamadık. Söz konusu makalede ise
İbnü’l-Hanefiyye’nin Abdullah b. Zübeyr, Muhtâr es-Sekafî ve
Abdülmelik b. Mervân üçgeninde yaşadığı sıkıntılar ve bu sıkıntılara rağmen kan dökülmemesi yönünde sarf ettiği çaba üzerinde
durulmuştur. Burada yazarın, “İbnü’l-Hanefiyye’nin, Ali b. Hüseyin’in
imâmetini kabul ettiği ve ona tabi olduğu” yönündeki yaklaşımından
hareketle söz konusu tezin, Hâşimî’nin çalışmasıyla paralel bir
yapıda olduğunu tahmin ediyoruz.
9
Ülkemizde konuyla ilgili yapılmış olan ilk çalışma ise, tespitlerimize göre Adem Toklu tarafından hazırlanan “Muhammed
bin el-Hanefiyye’nin İslâm Tarihindeki Yeri” adlı Yüksek Lisans tezidir (Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2002). İki
bölüm halinde hazırlanmış olan tez, yüzeysel bir çalışmadır. Kullanılan kaynak sayısı da çok sınırlıdır. Bununla birlikte tez projemizin hazırlanması aşamasında bu çalışmadan yararlandığımızı
belirtmek istiyoruz.
İbnü’l-Hanefiyye’yi konu alan diğer bir çalışma, Sayın Dalkıran’ın Dinî Araştırmalar dergisinde yayınlanmış olan “Muhammed
b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar” adlı makalesidir (sn. 2004,
c. 7, sy. 19, s. 139-158). Makalede öncelikle İbnü’l-Hanefiyye’nin
hayatı genel hatlarıyla ortaya konulmuş, ardından onun Muhtâr
es-Sekafî hareketi ve Keysâniyye fırkasıyla olan ilişkisi ve bu paralelde ortaya çıkan mehdilik, ricat ve bedâ kavramları incelenmiştir.
Konuyla ilgili son çalışma, Mehmet Atalan’ın “Muhammed b.
el-Hanefiyye ve Anadolu'daki Tezahürleri” adlı eseridir (Ankara
2007). “Muhammed Hanefî Cenknâmeleri” alt başlığıyla hazırlanan
bu çalışma, İbnü’l-Hanefiyye’nin menkıbevî hayatı ve onun etrafındaki efsanelerin ortaya konulması açısından önemli bir çalışmadır. Eserin başında İbnü’l-Hanefiyye’nin hayatı, onun adına
nispet edilen görüşlerden mehdilik ve ricat kavramları, Muhtâr
es-Sekafî hareketi ve Keysâniyye fırkası ile olan ilişkisi üzerinde
kısaca durulmuş, ardından konuyla ilgili cenknâmeler incelenmiştir.
Ayrıca burada, Hz. Ali’nin Muhammed b. Hanefiyye’ye yazdığı söylenen bir vasiyetten söz etmek istiyoruz. Mubârekşâh
Kutub tarafından hicrî sekizinci asırda kayda geçirilmiş olan “Va-
10
siyyetü Ali (a.s.) li Veledihi Muhammed b. el-Hanefiyye” adlı 28 varaklık rivayet (Üçüncü Ahmet Kütüphanesi, no: 2375), Sıddık Korkmaz tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir. Söz konusu rivayetin sened ve metin yönünden tahlili yapılmış ve tercüme edilmiştir. 6
Ansiklopedi maddelerinden, Fr. Buhl’un “Muhammed b. alHanafiya” (İA, VIII, 478-479), Mustafa Öz’ün “Muhammed b. Hanefiyye” (DİA, XXX, 537-539) ve Ahmed ez-Zebibî’nin “İbnü’lHanefiyye” (el-Mevsûatu’l-Arabiyye, VIII, 630-631) başlıklı çalışmaları da konuyla ilgili yapılmış diğer önemli araştırmalardır.
Öncelikle, konunun farklı yönleriyle ele alındığı bu çalışmalarda serdedilen görüş ve varılan sonuçları dikkate almaya çalıştığımızı ve gerekli görülen yerlerde bunlara atıfta bulunduğumuzu
ifade edelim. Ancak Muhammed b. Hanefiyye ile ilgili olarak yapılmış olan bu çalışmalar, genel itibariyle muhtasar ve birçok
yönüyle eksiktirler. Örneğin bu çalışmalarda genel itibariyle Muhammed b. Hanefiyye’nin Muhtâr es-Sekafî, Abdullah b. Zübeyr
ve Abdülmelik b. Mervân üçgeninde yaşadıkları işlenmiş, fakat
onun bunlarla olan ilişkisinin mahiyeti ve onların öncülük ettikleri hareketlere onun etkisi açıklığa kavuşturulmamıştır. Bazı
çalışmalarda da Şîa tarafgirliği ile hareket edilmiş ve özellikle
Muhammed b. Hanefiyye’nin Ehl-i Beyt fertleriyle olan münasebeti subjektif kriterlerle ve mezhep taassubu muvacehesinde ele
alınmıştır. Dinî akımlarla olan ilişki ve etkisi ise sadece Keysâniyye fırkası ekseninde incelenmiştir. Daha doğrusu, sadece
Keysâniyye’nin onun hakkında ileri sürdükleri görüşler serdedilmiş, aralarındaki ilişkinin mahiyeti ve etkisi üzerinde durulmamıştır. Diğer dinî akımlarla olan münasebeti ve özellikle onun
6
Korkmaz, Sıddık, “Hz. Ali’nin Oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’ye Vasiyeti”, SÜİFD, Güz
2007, sy. 24, s. 97-142.
11
nasıl bir dinî düşünceye sahip olduğu konusu ise hiç ele alınmamıştır. Diğer yandan onun yaşadığı dönem içinde Emevî iktidarına karşı takındığı tavır, gelişen siyasî ve dinî gelişmeler karşısında
toplumu yönlendirmesi, başka bir ifade ile sosyal etkisi de ele
alınmamış konulardır. Bu nedenle konunun, bütün detaylarıyla
incelenmesi ve özellikle temel kaynaklara inilmek süretiyle konuyla ilgili farklı rivayetlerin de tahlil edilerek onun dinî, siyasî
ve sosyal etkisi yönüyle ele alınması kaçınılmazdır. Biz de bu çerçevede Muhammed b. Hanefiyye’nin, öncelikle kaynaklarda dağınık bir şekilde yer alan hayatı ve kişliği ile ilgi kısıtlı bilgileri toparlamak suretiyle kapsamlı bir veri oluşturduk. Özellikle de
İslâm tarihinin ilk dönemlerinde ortaya çıkan fırka, mezhep, siyasî ve fikrî yapılanmalar ile sosyal hareketler üzerindeki etkisini
ortaya koymaya çalıştık.
Bu çerçevede gerek İslâm Tarihi, gerekse İslâm Mezhepleri
Tarihi, Kelâm, Hadis ve Tasavvuf gibi konumuzla irtibatı olabilecek alanlardaki uzman hocalarımızın özel kütüphanelerinin yanı
sıra; İstanbul’da bulunan Türkiye Diyanet Vakfı İSAM kütüphanesi başta olmak üzere Selçuk Üniversitesi, Fırat Üniversitesi ve
Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin İlahiyat Fakülteleri kütüphanelerinde, Biyografi, Tarih, İslâm Tarihi, Mezhepler Tarihi, Kelâm, Felsefe, Hadis ve Arap Edebiyatı bölümlerindeki eserler gözden geçirilmiştir.
Diğer yandan elektronik araçlar kullanılmıştır. İnternet
arama motorlarından yararlanıldığı gibi, “el-Mevsûatü’ş-Şâmile”
gibi CD ortamındaki kütüphanelerden istifade edilmiştir. Ayrıca,
konumuzla ilgili verilerden hareketle Türkiye’nin yanı sıra Mısır,
Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerdeki Üniversite
kütüphaneleri sanal ortamda taranmıştır.
12
Yararlandığımız bütün eserlere kaynakçada yer verilmiş
olmakla birlikte önemine binaen burada birkaç tanesine değinmek gerekirse; araştımamızda öncelikle İbn Sa’d (230/884)’ın Tabakât’ının büyük bir önem taşıdığını vurgulamak istiyoruz. Gerek
İbnü’l-Hanefiyye, gerekse onunla irtibatlı şahıslar hakkında
önemli bilgileri içermesi nedeniyle çalışmamızın her aşamasında
başvurduğumuz bir eser olmuştur. Aynı şekildede İbn Asâkir
(571/1175)’in hacimli eseri Tarihu Medineti Dımaşk’ı da, özellikle
İbn Sa’d’ın eserinde bulunmayan konumuzla ilgili birçok rivayete
yer vermiş olması işimizi kolaylaştırmıştır. Halîfe b. Hayyât
(240/854), İbn Hallikân (681/1282) ve Zehebî (748/1374)’nin aynı
minvaldeki eserlerinden de istifade ettik.
Belâzürî (279/892)’nin Ensâbü’l-Eşrâf’ı, çalışmamızda en çok
istifade ettiğimiz diğer bir eserdir. İbnü’l-Hanefiyye’nin doğumundan ölümüne kadarki geçen süreçte yaşadıkları hakkında
önemli bilgiler içeren bu eser, onun Ehl-i Beyt nesli ile olan ilişkilerinin yanı sıra Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra yaşanan
olaylarda oynadığı röle önemli ölçüde ışık tutmaktadır. Özellikle
İbnü’l-Hanefiyye’nin, Emevî halifelerinden Muâviye b. Ebî Süfyân
ve Yezîd b. Muâviye ile olan ilişkileri hakkında, diğer eserlerde
bulamadığımız önemli bilgilere yer vermiştir. Belâzürî’nin bu
eserinden büyük ölçüde yararlandığı anlaşılan Makrîzî
(845/1141)’nin el-Mukaffâ’sından da konuyla ilgili bilgilerin teyid
edilmesi açısından yararlanılmıştır.
Taberî (310/922)’nin Tarih’i, tarihî süreç içerisinde yaşanan
Hz. Osman’ın katli ve akabinde Hz. Ali’nin hilâfete geçişi, Cemel,
Sıffin ve Nehrevân savaşları, Hz. Ali’nin vefatı ve ardından Hz.
Hasan’ın kısa dönem halifeliği ve onun Muâviye ile anlaşması
hadiselerinde İbnü’l-Hanefiyye’nin oynadığı rolün yanı sıra onun,
İbn Zübeyr ve Muhtâr es-Sekafî ekseninde yaşadıkları hadiselere
13
ışık tutmaktadır. Hadiselerin tarihi verilere uyumunda da genel
olarak Taberî’yi esas aldık. Yanı sıra Dîneverî (282/895)’nin elAhbârü’t-Tivâl’i, İbn Miskeveyh (421/1030)’in Tecâribu’l-Ümem’i,
İbnü’l-Esîr (630/1232)’in el-Kâmil fi’t-Tarih’i ve İbn Kesîr
(774/1372)’in el-Bidâye ve’n-Nihâye’sinden yararlandık.
Şiî temayüllü oldukları bilinen Minkarî (212/827), Ya’kûbî
(284/897), İbn A’sem (314/926) ve Mes’ûdî (346/957)’nin eserlerinin yanı sıra, açık bir şekilde mezhep propagandasıyla hareket
eden Şîa kaynaklarından Şeyh Sadûk (381/991), Şeyh Müfîd
(413/1022), Tûsî (460/1068), Tabersî (548/1153) ve İbn Tâvus
(709/1309)’un eserlerinden, özellikle İbnü’l-Hanefiyye’nin Eli Beyt
nesli ile olan ilişkileri çerçevesinde gerekli görülen yerlerde çekincelerimizi belirtmek süretiyle yararlandık. Meclisî’nin
(1110/1698)’nin neredeyse bütün Şîa kaynaklarındaki rivayetleri
bir araya getirerek derlediği oldukça hacimli Bihâru’l-Envâr adlı
eseri ve Muhsin el-Emîn’in (1371/1952) A’yânu’ş-Şîa’sından da
istifade ettik.
Ensab kitaplarından Zübeyrî (236/850)’nin Kitâbu Nesebi Kureyş’i, İbn Kuteybe’nin el-Meârif’i, İbn Hazm (456/1064)’ın Cemheretu Ensâbi’l-Arab’ı, İbnü’s-Sûfî (h. 5. asır)’nin el-Mecdî fî Ensâbi’tTâlibiyyîn’i, İbn Tiktakâ (709/1309)’nın el-Asîlî fî Ensâbi’tTâlibiyyîn’i, İbn İnebe (828/1425)’nin Umdetu’t-Tâlib’i, İbnü’lHanefiyye nesli ile diğer Ehl-i Beyt neslinin tesbiti ve bunların
birbirleriyle olan bağlantıları konusunda büyük ölçüde yararlandığımız eserler olmuştur.
Hadis kaynaklarından başta Kütüb-i Sitte olmak üzere, İbn
Ebî Şeybe (235/849)’nin Musannef’i, Ahmed b. Hanbel (241/661)’in
Müsned’i ve Hâkim en-Nîsâbûrî (405/1014)’nin Müstedrek’inden;
ayrıca Cerh ve Ta’dîl konularında kaleme alınmış İclî (261/875),
14
Nevevî (676/1277), Mizzî (742/1341) ve İbn Hacer (852/1448)’in
eserlerinden yararlandık.
Mezhepler Tarihi Kaynaklarından da Nâşî el-Ekber
(293/906), Nevbahtî (300/912), Kummî (301/913), Eş’ârî (324/936),
Bağdadî (429/1037), İsferâyinî (471/1078) ve Şehristanî
(548/1153)’nin eserlerinden istifade ettik.
Netice itibariyle başta ifade ettiğimiz gibi, İbnü’l-Hanefiyye
hakkındaki bilgilerin, değişik konulardaki eserlerde dağınık bir
şekilde yer almış olması, belli bazı eserlerin ya da belirli bir alandaki eserlerin ön plana çıkarılmasına engel olmuştur. Bununla
birlikte, İslâm Tarihi araştırma metot ve yöntemleri kullanılmak
suretiyle öncelikle Temel İslâm Tarihi Kaynaklarının taranarak,
doğru ve objektif bilgiye ulaşılmasına çalışıldığını; ilk dönem kaynaklarından sonra, konuya ait bilgi veren tâli kaynaklar ile başta
Mezhepler Tarihi olmak üzere diğer alanlardaki kaynaklar da
taranarak, söz konusu dönem ve gelişmelere ait bilgi ile konunun
zenginleştirildiğini; Arapça temel eserlerin yanısıra batı dillerinde kaleme alınmış çalışmaların da gözden geçirilerek kullanıldığını ifade edebiliriz. Son olarak, günümüz araştırmacılarının o
döneme ve Muhammed b. Hanefiyye’ye ait görüş ve yorumları
değerlendirilerek araştırmaya dahil edildiğini belirtelim.
15
BİRİNCİ BÖLÜM
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN HAYATI VE KİŞİLİĞİ
I. İsim ve Künyesi
Ebü’l-Kâsım Muhammed b. Ali b. Ebî Tâlib. 1 “Ebü’l-Kâsım”
künyesinin yanı sıra oğlu Abdullah’a nispetle “Ebû Abdullah”
künyesiyle de anılmıştır. 2 Fakat “Ebû Abdullah” künyesi nadiren
kullanılmaktadır. Nitekim Sâlim b. Ebi’l-Ca’d’in Muhammed b.
Hanefiyye’ye “Ya Ebû Abdullah” diye seslendiğini rivayet eden Ebû
Ahmed el-Hâkim: “O, Ebû Abdullah künyesinden ziyade, daha çok
Ebü’l-Kâsım künyesi ile meşhurdur. Bu tarikten başka bir yerde Ebû
Abdullah künyesini duymadım. Muhtemelen Sâlim b. Ebi’l-Ca’d, oğlu
Abdullah’a nispetle bu künyeyi kullanmıştır.” demektedir. 3
Bununla birlikte Muhammed b. Hanefiyye, Benî Hanîfe kabilesine mensup olan annesi Havle bnt. Cafer el-Hanefiyye’ye
atfen daha çok “İbnü’l-Hanefiyye” adıyla tanınmakta ve bu nedenle kaynaklarda “Muhammed b. Ali” isminden ziyade “MuKelâbâzî, Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Buharî (398/1007), Ricâlü’s-Sahîhi’l-Buhârî,
thk. Abdullah el-Leysî, Beyrut 1987, II, 667; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, el-Mübârek b. Muhammed (606/1209), el-Muhtâr min Menâkibi’l-Ahyâr, thk. Memun es-Sağırcî vd., Arap
Emirlikleri 2003, IV, 418; Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed (748/1374), Târîhu’lİslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhir ve’l-A’lâm,, thk. Ömer Abdüsselam, Beyrut 1993, 81-100 yılları, s.
181; Safedî, Selahuddin Halil b. Aybek (764/1363), el-Vâfî bi’l-Vefeyât, thk. Muhammed b.
Ubeydillah- Muhammed b. Mahmud, Weisbaden 1974, IV, 99.
2
İbn Hibbân, Muhammed b. Hibbân (354/965), Kitabü’s-Sikât, thk. M. Abdülhamid Han,
Haydarabad 1983, V, 347; İbn Asâkir, Ali b. Hasan (571/1175), Tarîhu Medineti Dımeşk, thk:
Ömer el-Amrâvî, Beyrut 1997, LIV, 324-325; Sıbt İbni’l-Cevzî, Yusuf b. Kızoğli (654/1256),
Tezkiretu’l-Havâs, Beyrut 1981, s. 263; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk: Şuayb el-Arnavûd
– Memun es-Sâğirî, Beyrut 1985, IV, 110.
3
İbn Asâkir, LIV, 325. Bk. Buharî, İsmail b. İbrahim (256/869), et-Târîhu’l-Kebîr, nşr. Mehmet
Özdemir, Diyarbakır ty, I, 182.
1
16
hammed b. el-Hanefiyye” olarak adından söz edilmektedir. 4 Bununla beraber her iki isimin birlikte kullanılmasına da rastlanmakta ve hem annesine hem de babasına nispet edilerek ona
“Muhammed b. Ali İbnü’l-Hanefiyye” denilmektedir. 5
Onun ismi, Arapça kaynaklarda “Muhammed b. elHanefiyye” şeklinde lam-ı tarifli ya da kısaca “İbnü’l-Hanefiyye”
şeklinde geçmektedir. Ülkemizde yapılmış olan bazı çalışmalarda
da onun ismi, lam-ı tarifli olarak kullanılmış olmakla birlikte, 6
yazım ve okuma kolaylığı nedeniyle çalışmamızda bu ismi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisinde geçtiği üzere, 7 “Muhammed b. Hanefiyye” veya “İbnü’l-Hanefiyye” şeklinde kullanacağız.
Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in kardeşidir. Ancak onların anneleri Rasulullah’ın kızı Fatıma; onun
annesi ise Havle bnt. Cafer el-Hanefiyye’dir. Bu ayrımı ortaya
koymak için onun, annesine nispet edildiği söylenmektedir. 8 Bu
nispetin bir başka sebebi de Hz. Ali’nin Hz. Fatıma dışındaki çocuklarının imâmette haklarının olmadığı yönündeki Şîa düşüncesidir. Bu düşünce nedeniyle, özellikle Şiî kaynaklarda, daha çok
annesine nispetle ondan “Muhammed b. el-Hanefiyye” diye söz
edilmiştir. 9
Firûzabâdî, Mecduddin Muhammed b. Yakub (817/1414), Tuhfetu’l-Ebîh fimen Nusibe ilâ
Ğayri Ebihi, thk. Muhammed Salih eş-Şinnâvî, Beyrut 1990, s. 77; İbn Hacer, Ahmed b. Ali
el-Askalâni (852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, Beyrut 1991, VI, 227; Sehâvî, Şemsuddin
(902/1496), et-Tuhfetu’l-Latîfe fî Târîhi’l-Medîneti’ş-Şerîfe, Beyrut 1993, II, 544; Zebibî, Ahmed, “İbnu’l-Hanefiyye”, el-Mevsûatu’l-Arabiyye, Dımaşk 2003, VIII, 630.
5
Nevevî, Muhyiddin b. Şeref (676/1277), Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-Lüğât, thk. Ali Muhammed –
Adil Ahmed, Beyrut 2005, I, 159.
6
Bk. Buhl, Fr., “Muhammed b. al-Hanafiya”, İA, VIII, 478-479; Varol, M.Bahaüddin, Hilafet
Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, Konya 2004, s. 44-46; Korkmaz, Sıddık, Tarihin Tahrifi İbn Sebe
Meselesi, Ankara 2005, s. 75-87; Atalan, Mehmet, Muhammed b. el-Hanefiyye ve Anadolu'daki
Tezahürleri (Muhammed Hanefî Cenknâmeleri), Ankara 2007.
7
Bk. Öz, Mustafa, “Muhammed b. Hanefiyye”, DİA, XXX, 537-539.
8
Zühaylî, Muhammed, Merciu’l-Ulumi’l-İslâmiyye, Dımaşk ty., s. 86.
9
Atalan, s. 50.
4
17
Diğer yandan, Hz. Ali’nin “Muhammed” adını taşıyan diğer
iki oğlundan onu ayırt etmek için de “Muhammed el-Ekber” adıyla anılmaktadır. 10
İbn Hamdûn ise onun için “Ebû Hâşim” künyesini kullanmıştır. 11 Ancak bu, doğru bir kullanım değildir. Zira bu künye,
Muhammed b. Hanefiyye’nin oğlu Abdullah’ın künyesidir ve Abdullah b. Muhammed b. Hanefiyye, “Ebû Hâşim” künyesi ile bilinen bir şahsiyettir. 12
Hz. Ali’nin, oğluna Hz. Peygamber’in isim ve künyesini
vermesinin, hem kendi zamanında hem de daha sonraki dönemlerde tartışma konusu olduğu anlaşılmaktadır. Münzir esSevrî’nin anlattığına göre; Hz. Ali’nin, oğluna Rasulullah’ın isim
ve künyesini verdiğini duyan Talha b. Ubeydullah, “Hangi cüretle
Rasulullah’ın isim ve künyesini kullanırsın!..” diyerek, Rasulullah’ın
ortaya koyduğu yasağı ihlâl ettiği gerekçesiyle Hz. Ali’ye çıkışmış.
Hz. Ali de kendini savunmak için şahitlerini çağırmıştır. Gelen
şahitler, Rasulullah’ın Hz. Ali’ye hitaben, “Benden sonra senin bir
erkek çocuğun doğacak. Ona ismimi ve künyemi verdim. Onun ardından
bu, artık ümmetimden hiç kimseye helal olmaz.” dediğini ifade ederek
Rasulullah’ın Hz. Ali’ye bu konuda ruhsat verdiğini açıkladılar. 13
Bu rivayete eserinde yer veren Zehebî, rivayetin iki sika tarafınİbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed (230/884), et-Tabakâtu’l-Kubrâ, Beyrut ty., V, 91; Taberî, Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, thk. Ebû Suhayb el-Kermî,
Riyad ty., s. 898; Muhib et-Taberî, Ahmed b. Abdillah (694/1295), Zehâiru’l-Ukbâ fî Menâkibi Zevi’l-Kurbâ, Beyrut 1974, s. 117.
11
İbn Hamdûn, Muhammed b. Hasan (562/1168), et-Tezkiretü’l-Hamdûniyye, thk. İhsan
Abbas-Bekir Abbas, Beyrut 1996, II, 484.
12
İbn Sa’d, V, 327.
13
İbn Sa’d, V, 91-92; İbn Ebî Hayseme, Ahmed b. Züheyr (279/892), et-Târîhu’l-Kebîr/Târîhu
İbn Ebî Hayseme, thk. Selâhuddîn b. Fethî, Kahire 2003, II, 133; İbn Asâkir, LIV, 330. Ayrıca
bk. Makrîzî, Takiyyuddin Ahmed b. Ali (845/1441), İmtâü’l-Esmâ’ bimâ li’n-Nebiy mine’lAhvâl ve’l-Emvâl ve’l-Hafede ve’l-Metâ’, thk. M. Abdülhamid en-Nemisî, Beyrut 1999, XIII,
187; İbn Asâkir, LIV, 327; İbnü’l-İmâd, Abdulhay el-Hanbelî (1089/1678), Şezerâtu’z-Zeheb fî
Ahbâri men Zeheb, Beyrut 1979, I, 89.
10
18
dan Rabî’ b. Münzir’den nakledildiğini belirterek, rivayetin mürsel olduğunu vurgulamaktadır. 14
İbn Hacer’in, eserinde yer verdiği bir rivayete göre Rasûllullah, Muhammed b. Hanefiyye’nin annesi Havle’yi evde görmüş;
gülümseyerek Hz. Ali’ye ilerde onunla evleneceğini ve ondan bir
çocuk sahibi olacağını bildirmiş ve ondan o çocuğa kendi isim ve
künyesini vermesini istemiştir. 15 Ancak bu rivayetin senedi hem
zayıftır, 16 hem de daha sonra ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız gibi Havle, Hz. Ebû Bekir döneminde Halid b. Velid’in Ridde
savaşlarında ele geçirdiği esirler arasında Medine’ye getirilmiş ve
Hz. Ali’ye ganimet payı olarak verilmiştir. Dolayısıyla her ne kadar İbn Hacer, söz konusu rivayetten hareketle Rasulullah’ı gördüğü varsayımıyla Havle’yi kadın sahabeden saymışsa da bu haber tarihî gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Golziher de bu rivayetlerden hareketle, “Hz. Ali’nin daha
doğmadan oğlu Muhammed b. Hanefiyye’ye Rasulullah’ın ismini verme
şerefine nail olması, başka bir ifadeyle ona “Ebü’l-Kâsım Muhammed”
adını vererek onu Peygamber gibi isimlendirmesi, daha sonraları onun,
cismen hayatta olduğu ve ricat edeceği yönündeki inançların konusu
olmasına sebep olmuştur.” 17 demektedir. Ancak söz konusu inançların mı bu rivayetlerden kaynaklandığı, yoksa bu rivayetlerin mi
söz konusu inançlardan kaynaklandığı konusu müphemdir. Öyle
görünüyor ki gerek Rasulullah’ın ileriye dönük mucizelerini artırma, gerekse İbnü’l-Hanefiyye’ye intisab etmiş olan fırkaların
onu yüceltme sadedinde bu tür rivayetler uydurulmuştur. Zira bu
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 115.
İbn Hacer, Ebü’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalâni (852/1448), el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, thk.
A. M. el-Bicâvî, Beyrut 1992, VII, 617.
16
İbn Hacer, el-İsâbe, VII, 617. Ayrıca bk. Emîn, Seyyid Muhsin (1371/1952), A’yânu’ş-Şîa, thk.
Hasan el-Emin, Beyrut 1983, VI, 360.
17
Goldziher, Ignaz, el-Akîdetü ve’ş-Şerîatü fi’l-İslâm, Arapçaya çev. Muhammed Yusuf –
Abdülaziz Abdülhak - Ali Hasan Abdülkadir, Beyrut 1946, s. 129.
14
15
19
rivayetlerin senedlerinde problem olduğu gibi, bunları nakzeden
ve sened bakımından sağlam olan rivayetler mevcuttur.
Nitekim, isminin bu şekilde verilmesinin Rasulullah’ın Hz.
Ali’ye verdiği ruhsata dayandığını ifade eden Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ali’nin: “Yâ Resulallah! Sizden sonra bir çocuğum doğarsa,
isim ve künyenizi ona verebilir miyim?” şeklindeki ricasına olumlu
karşılık verdiğini belirtmiştir. 18 Münzir es-Sevrî’den aktarılan bu
rivayet, Şeyhayn’in şartlarına uygun olmakla birlikte Sahihayn’de
yer bulmamıştır. 19 Fakat rivayet, sahih olup Tirmizî, Ebû Dâvud ve
Ahmed b. Hanbel tarafından tahric edilmiştir. 20 Buna göre Hz. Ali,
Rasulullah’a olan sevgisinden dolayı şayet ileride bir çocuğu doğacak olursa onun ismini ona vermek istediğini ifade etmiş, Rasulullah da ona izin vermiştir. Başka bir ifade ile teklif Rasululah’tan
değil, Hz. Ali’den gelmiştir.
Sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber, “İsmimi alın, künyemi
almayın” buyurmuştur. 21 Ancak âlimler, bu rivayetin hükmü konusunda ihtilafa düşmüş ve konuyla ilgili dört farklı görüş ileri
sürmüşlerdir. 22 Birinci görüşe göre; ister isminden ayrı olarak,
ister ismiyle birlikte olsun ya da ister sağlığında ister vefatından
sonra olsun her hâlükârda Hz. Peygamber’in künyesini almak caiz
değildir. Bunların dayanağı bu sahih hadisin umumî ve mutlak
ifadesidir. İkinci görüşe göre; söz konusu yasak sadece isim ve
İbn Sa’d, V, 91; Buharî, et-Târîhu’l-Kebîr, I, 182; İbn Ebî Hayseme, II, 133; Belâzürî, Ahmed,
b. Yahya (279/892), Kitâbu Cümel min Ensâbi’l-Eşrâf, thk. Suheyl Zekkâr – Riyâz Ziriklî, Beyrut 1996, II, 422; İbn Asâkir, LIV, 328; Bürrî, Muhammed b. Ebî Bekir (680/1281), thk. M.
Altuncî, el-Cevhere fî Nesebi’n-Nebî ve Ashâbihi’l-Aşere, Riyad 1983, II, 230.
19
Hâkim en-Nîsâbûrî, Muhammd b. Abdillah (405/1014), el-Müstedrek ale’s-Sahihayn fi’lHadis, Haydarabad 1915, IV, 278.
20
Bk. Tirmizî, Edeb, 68; Ebû Dâvud, Edeb, 76; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 95.
21
Muhammed Fuad Abdülbaki, Muttefekun Aleyh Hadisler (Buhari-Müslim), çev. Abdullah
Feyzi Kocaer, Konya 2004, s. 570, 572, h.no: 1435, 1438.
22
İbnü’l-Kayym, Muhammed b. Ebî Bekr el-Cevziyye (751/1350), Zâdu’l-Meâd, çev. Şükrü
Özen – H. Ahmet Özdemir – Ali Vasfi Kurt, İstanbul 1988, II, 531.
18
20
künye birlikte kullanıldığı zaman söz konusu olup, birini diğerinden ayrı olarak almada bir sakınca yoktur. 23 Üçüncü görüşe göre;
Rasulullah’ın isim ve künyesini birlikte almak caizdir. Bunların
gerekçesi, yukarda zikrettiğimiz, Muhammed b. Hanefiyye’nin
ifade ettiği Rasulullah’ın Hz. Ali’ye verdiği ruhsattır. Dördüncü
görüşe göre ise “Ebü’l-Kâsım” künyesini almak, sadece Hz. Peybamber’in sağlığında yasak idi. O’nun vefatından sonra bu yasak
kalkmıştır. 24 Yasağın gerekçesi ise Yahudilerin Rasulullah’a karşı
yaptığı saygısızlıktır. Yahudiler, “Yâ Eba’l-Kâsım!” diye seslenirler.
Rasulullah, onlara doğru dönünce de “Seni kastetmedik” derlerdi.
Bu suistimal, Rasulullah’a sıkıntı verecek bir hal alınca “Ebü’lKâsım” künyesinin kullanılması yasaklandı. Ancak bu illet, O’nun
vefatından sonra ortadan kalktığı için yasak da izale olmuştur. 25
Rasulullah dönemindeki söz konusu yasakla birlikte, Muhammed b. Hanefiyye’nin “Ebü’l-Kâsım” künyesini kullanma ruhsatı alan üç kişiden biri olduğu vurgulanmıştır. Aynı ruhsatı alan
diğer iki kişi de Muhammed b. Ebî Bekir ile Muhammed b. Talha b.
Ubeydullah’tır. 26 Fakat, İbn Asâkir ile İmam Nevevî’nin verdiği bu
malumatın yanı sıra başka kaynaklardan söz konusu dönemde
aynı isim ve künyeyi taşıyan başka kişilerin de olduğunu öğreniyoruz. Bu kişileri, şöyle sayabiliriz: Muhammed b. Cafer b. Ebî
Tâlib, Muhammed b. Eş’as b. Kays, Muhammed b. Hâtıb b. Ebî
Belte’a; 27 Muhammed b. Sa’d b. Ebî Vakkâs, Muhammed b. Abdurrahman b. Avf, 28 Muhammed b. Ebî Huzeyfe. 29
İbnü’l-Kayym, II, 532.
İbnü’l-Kayym, II, 533.
25
Yâfiî, Afîfuddin Abdullah b. Esad (768/1367), Mir’âtü’l-Cenân ve İbretü’l-Yekzân fî Marifeti
Havâdisi’z-Zemân, thk. Abdullah el-Cüburî, Beyrut 1984, I, 193.
26
İbn Asâkir, LIV, 333; Nevevî, I, 159. Ayrıca bk. Mizzî, Cemâluddîn Ebü’l-Haccâc Yûsuf
(742/1341), Tehzîbu’l-Kemâl fî Esmâi’r-Ricâl, thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf, Beyrut 1992, XXVI,
149.
27
Dûlâbî, Muhammed b. Ahmed (310/922) el-Künâ ve’l-Esmâ, Beyrut 1999, I, 13; İbnü’l-Cevzî,
Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-Muntazam fî Tarîhi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk. Muhammed
Abdulkadir – Mustafa Abdulkadir, Beyrut ty., VI, 229; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 263; İbn Hal23
24
21
Son olarak İbnü’l-Hanefiyye’ye “Mehdî” lakabının da verildiğini ve konuyla ilgili tartışmaları ilgili bölüme bırakarak onun
İslâm Tarihinde “Mehdî-i Muntazar” anlamındaki böyle bir isme
konu olan ilk kişi olduğunu belirtelim.
30
II. Nesebi
Muhammed b. Hanefiyye’nin babası, bilindiği gibi İslâm Tarihinin önde gelen şahsiyetlerinden Ali b. Ebî Tâlib b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdimenaf b. Kays b. Kilab el-Kureşî elHâşimî’dir. 31
Baba tarafından nesebi konusunda bir ihtilaf olmamakla
birlikte, anne tarafından nesebiyle ilgili kaynaklarda muhtelif
bilgiler mevcuttur. Bu başlık altında biz, onun daha çok annesine
nispetle anılmasından dolayı anne tarafından nesebinin tespiti ve
konuyla ilgili bazı tartışmaları açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.
Genel olarak annesinin ismi, kaynaklarda “Havle bnt. Cafer
b. Kays b. Mesleme b. Sa’lebe b. Yerbû’ b. Sa’lebe b. ed-Du’el b.
Hanîfe b. Lüceym b. Sa’b b. Ali b. Bekr b. Vâil” 32 şeklinde geçmektedir. Nadir bir kullanım olmakla birlikte, bazı kaynaklarda bu
isim, “Havle bnt. İyâs b. Cafer el-Hanefiyye” şeklinde geçer. 33
likân, Şemsuddîn b. Ahmed (608/681), Vefeyâtu’l-A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zemân, thk. İhsân
Abbâs, Beyrut 1968, IV, 170; Safedî, IV, 100-101.
28
İbnü’l-Cevzî, VI, 229; İbn Hallikân, IV, 170; Safedî, IV, 100-101.
29
Dûlâbî, I, 13.
30
İbn Ebî Hasyeme, II, 132; Makrîzî, Takıyyüddîn Ahmed b. Ali (845/1441), Kitâbu’l-Mukaffâ
el-Kebîr, thk. Muhammed el-Alâvî, Beyrut 1991, V, 279.
31
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111.
32
İbn Sa’d, V, 91. Bk. Zübeyrî, Mus’ab b. Abdillah (236/850), Kitabu Nesebi Kureyş, thk. E. Levi
Provençal, Kahire 1982, s. 41; Halîfe b. Hayyât (240/854), Kitabu’t-Tabakât, thk. Süheyl
Zekkâr, Dımaşk 1966; II, 580; Belâzürî, II, 279; İbn Mencûveyh, Ahmed b. Ali el-İsbahânî
(428/1037), Ricâlu Sahîhi Müslim, thk. Abdullah el-Leysî, Beyrut 1987, II, 174; Nevevî, I, 158;
Mizzî, XXVI, 148.
33
Muhib et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 117; Diyarbekirî, Hüseyin b. Hasan (990/1582), Tarihu’lHamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Beyrut, ty., II, 990; Hassûn, Muhammed– Meşkûr, Ummu Ali,
A’lâmu’n-Nisâi’l-Mü’minât, İntişâratu Usve, y.y., 1411, s. 328. Bk. Bürrî, II, 229.
22
Muhammed b. Hanefiyye’nin annesi Havle bnt. Cafer’in nesebi hakkında kaynaklarda temel olarak üç rivayete yer verilmiştir.
(a) Birinci rivayet; Belâzürî’nin, Abbâs b. Hişam el-Kelbî ve
Ali b. el-Muğîre el-Esrem’den aldığı rivayettir. Bu rivayete göre
Havle, Benî Hanîfe orijinlidir. Benî Esed kabilesi, Benî Hanîfe kabilesine saldırmış ve ele geçirdikleri esirler arasında Havle’yi de alıp
yanlarında götürmüşler. Daha sonra onu, Hz. Ebû Bekir döneminin başlarında Medine’ye getirmiş ve Hz. Ali’ye onu satmışlar. Bu
haber, Havle’nin yakınları tarafından duyulunca, Medine’ye Hz.
Ali’nin yanına gelip, Havle’nin yanlarındaki konumunu bildirerek
durumunu ona izah etmişler. Bunun üzerine Hz. Ali, onu azat
etmiş ve mihrini vererek onunla evlenmiştir. 34
İbnü’l-Kelbî’nin bu rivayetine yer veren İbn İnebe, farklı
olarak, söz konusu kabileden Havle’yi Usame b. Zeyd’in satın aldığı ve onu Hz. Ali’ye sattığı bilgisine yer vermektedir. 35
Bu rivayet, daha çok ideolojik kaygılarla Şiî eğilimli müellifler tarafından kabul görmüş bir rivayettir. 36 Bu konudaki tartışmayı üçüncü rivayeti değerlendirirken ele alacağımız için burada
sözü fazla uzatmadan ikinci rivayete geçeceğiz.
(b) İkinci rivayet; el-Medâinî’nin rivayetidir. Bu rivayete
göre Rasulullah, Hz. Ali’yi Amr b. Ma’dîkerib ile birlikte hareket
Belâzürî, II, 422. Ayrıca Bk. İbn Ebi’l-Hadîd, Abdülhamid b. Hibetullah (656/1258), Şerhu
Nehci’l-Belâğa, thk. Hüseyin el-A’lemî, Beyrut 1995, I, 184.
35
İbn İnebe, Cemâluddin Ahmed b. Ali (828/1425), Umdetu’l-Tâlib fî Ensâbi âli Ebî Tâlîb, thk.
Mehdî er-Recâî, Kum 2004, s. 432. Ayrıca bk. Hâirî, Muhammed Hüseyin el-A’lemî,
Terâcimu A’lâmi’n-Nisâ, Beyrut 1987, II, 64.
36
Bk. Belâzürî, II, 422; İbn Ebi’l-Hadîd, I, 184; Meclisî, Muhammed Bakır (1110/1698),
Bihârü’l-Envâr el-Câmiatu li Düreri Ahbâri’l-Eimmeti’l-Athar, Beyrut 1983, XLII, 98-99; Huî,
Mirza Habibullah (1324/1906), Minhâcü’l-Berâa fî Şerhi Nehci’l-Belâğa, thk. Ali Aşur, Beyrut
2003, XV, 205; Emîn, I, 433; Hâirî, II, 64.
34
23
ederek irtidat eden Benî Zübeyd’in üzerine göndermişti. Havle de
bu saldırıda Hz. Ali’nin ele geçirdiği esirler arasındaydı ve onun
payına düşmüştü. 37 Bu rivayete göre de Havle, Benî Hanîfe kabilesine mensuptur. Zira Benî Zübeyd kabilesi, daha önceki bir tarihte, Benî Hanîfe’ye karşı düzenledikleri bir saldırıda onu esir almıştı. 38 Bu rivayete göre söz konusu olay, Rasulullah zamanında
meydana gelmiştir. Rasulullah da Hz. Ali’ye, ele geçirilen esirler
arasından payına düşen Havle’den şayet bir çocuğu doğacak olursa ona kendi isim ve künyesini vermesini rica etmişti. O da bu
ricayı yerine getirerek, oğlunun ismini “Muhammed”, künyesini
de “Ebü’l-Kâsım” koymuştu. 39
Ancak bu rivayet, tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Zira
Benî Zübeyd kabilesi, Rasulullah’ın zamanında değil, O’nun vefatından sonra, Hz. Ebû Bekir döneminde irtidat etmiştir. 40 Nitekim
Belâzürî de bu iki rivayetten birincisinin gerçeğe daha yakın olduğunu ifade etmektedir. 41
(c) Üçüncü rivayet; genel olarak kabul gören bu rivayete
göre Havle, Ridde savaşlarında ele geçirilen Yemâme esirlerinden
olup Hz. Ebû Bekir tarafından Hz. Ali’ye ganimet payı olarak verilmiştir. 42
Ancak burada mesele, Müseylime ile birlikte hareket ederek
irtidat eden Benî Hanîfe kabilesi üzerine Hz. Ebû Bekir tarafından
gönderilen Halid b. Velid’in onlarla yaptığı savaş neticesinde ele
geçirdiği esirler arasında bulunan ve bir şekilde Hz. Ali’nin eline
Belâzürî, II, 422.
İbn Ebi’l-Hadîd, I, 184; Huî, XV, 205; Emîn, I, 433.
39
Belâzürî, II, 422; İbn Ebi’l-Hadîd, I, 184; Huî, XV, 205; Emîn, I, 433.
40
Taberî, s. 462; İbnü’l-Esîr, İzzüddin b. Ali (630/1232), el-Kâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû Suhayb
el-Kermî, Riyad ty., s. 280.
41
Belâzürî, II, 423.
42
İbn Sa’d, V, 91. Ayrıca bk. Kelâbâzî, II, 667.
37
38
24
geçen Havle’nin, Benî Hanîfe kabilesindeki konumu etrafında
düğümlenmektedir. Havle, nesep olarak Benî Hanîfe kabilesine mi
mensuptu? Ya da, sadece onların hizmetinde çalışan bir cariye
miydi? Konuya açıklık getirmek için burada, Benî Hanîfe kabilesi
ile ilgili kısa bir malumatla birlikte Halid b. Velid’in Ridde savaşları çerçevesinde onlarla yaptığı savaş üzerinde kısaca duracağız.
Benî Hanîfe kabilesi, Bekir b. Vâil kabilesinin önemli bir kolu olup; kabileye isim babalığı yapan Hanîfe b. Lüceym’in nesebi,
Sa’b b. Ali b. Bekir b. Vail yoluyla Adnân’a kadar uzanır. 43 Kabilenin ekseriyeti Yemâme bölgesinde ikamet ediyor, bir kısmı göçebe bir kısmı yerleşik hayat sürüyordu. 44 Yemâme, verimli ve sulak
toprakları olan bir yerleşim yeri olup hububat mahsulü oldukça
fazla idi. 45
Benî Hanîfe heyeti, Rasulullah’ı vefatından önce ziyaret
etmiştir. Yaklaşık on kişiden müteşşekil heyet, Rasulullah’ın huzurunda şehâdet getirerek Müslüman olmuş, günlerce Medine’de
ikamet edip Ubey b. Ka’b’dan Kur’ân dersi almışlar ve Rasulullah’ın kendilerine verdiği birtakım hediyelerle ayrılmışlardır. 46
Söz konusu heyetin içinde olduğu söylenen Müseylime, memleketine vardığında nübüvvet iddiasında bulunarak irtidat etmiş, kabilesi de birkaç kişi müstesna tamamıyla ona tabi olmuştur. 47 Benî
Hanîfe’nin Müslüman olup olmadığı konusuyla ilgili rivayetlerin
Nüveyrî, Şehâbuddin Ahmed b. Abdilvahhab (733/1332), Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb,
thk. A. M. el-Bicâvî, Kahire ty, II, 330-331; Kapar, M. Ali, “Hanîfe (Benî Hanîfe)”, DİA, XVI,
42.
44
Müberred, Muhammed b. Yezîd (285/898), el-Kâmil, thk. Muhammed ed-Dalî, Beyrut
1986, II, 911; Sem’ânî, Abdulkerim b. Muhammed (562/1166), el-Ensâb, thk. Abdullah elBârûhî, Beyrut 1988, II, 280.
45
Âlûsî, Muhmud Şükrî (1270/1853), Bülûğu’l-Ereb fî Marifeti Ahvâli’l-Arab, tsh. M. B. el-Eserî,
Beyrut 1314, I, 196.
46
İbn Sa’d, I, 316-317.
47
İbn Abdilber, Yusuf b. Abdillah (463/1071), ed-Dürer fî İhtisâri’l-Meğazî ve’s-Siyer, thk. Fevzi
Dayf, Kahire 1983, s. 254-255.
43
25
çelişkili olduğunu ifade eden Wellhausen, Benî Hanîfe’nin kabile
olarak zaten hiçbir zaman Müslüman olmadığını ve hepsinin Müseylime’ye tabi olduğunu söylemektedir. 48
Neticede Rasulullah’ın hastalığıyla birlikte patlak veren irtidat hareketleri, Hz. Ebû Bekir döneminin en büyük sorunu haline gelmişti. Değişik yerlerde zuhur eden bu isyanlara karşı Hz.
Ebû Bekir özellikle Halid b. Velid’in dirayetli kumandanlığı sayesinde başarılı bir sınav vermiş ve İslâm dini için bir nevi ölüm
kalım savaşı olan bu süreci başarıyla tamamlamıştır ki bu isyan
hareketlerine karşı en büyük ve en kanlı mücadele, Benî Hanîfe
kabilesine karşı verilmiştir. Zira Benî Hanîfe, savaşçı bir kabile
olup Rasulullah’ın bir rivayette belirttiği gibi, “Arap kabilelerinin en
şerlisi,” 49 Hz. Ebû Bekir’in de en çok çekindiği kabile idi. 50 Hatta, “O
geride kalan göçebe Araplara de ki: Siz yakında çok kuvvetli bir kavme
karşı savaşa davet edileceksiniz.” 51 ayetinde geçen “kuvvetli bir kavim”den maksadın Benî Hanîfe olduğu söylenmektedir. 52
Halid b. Velid’in komutasındaki güçler ile Müseylime’nin
emrindeki Benî Hanîfe kabilesi, arasında gerçekleşen Akraba Savaşı neticesinde Müseylime öldürülmüş; hem Müslümanlardan
hem de Benî Hanîfe’den büyük kayıplar verilmiş ve Benî Hanîfe
büyük bir hezimet yaşamıştı. Ancak daha savaş başlamadan önce
bir keşif sırasında ele geçirilen ve Müseylime’den beri olduğunu
ifade ederek öldürülmekten kurtulan, 53 savaş sırasında da Benî
Hanîfe’nin taktik ve stratejileri hakkında Müslümanlara önemli
bilgiler veren Müccâ’a b. Mürâre el-Hanefî, savaşın daha bitmediWellhausen, Julius, İslâmın En Eski Tarihine Giriş, çev. Fikret Işıltan, İstanbul 1960, s. 13.
Bk. Makrîzî, İmtâü’l-Esmâ’, XII, 249.
50
Fayda, Mustafa, Halid b. Velid, İstanbul 1990, s. 272-273.
51
Fetih, 26/16.
52
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer (774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1982, IV,
190.
53
İbn Sa’d, V, 549.
48
49
26
ğini, halkın çoğunun ve asıl güçlerinin kalelerde beklediğini söyleyince Halid, büyük bir şaşkınlık yaşamış ve Müccâ’a’nın barış
teklifini kabul etmişti. Halid, kabilesini kurtarma gayretiyle hareket ederek aslında onu kandırmakta olan Müccâ’a ile Benî
Hanîfe’nin ellerinde bulunan “altın, gümüş ve zırhlar ile esirlerin
yarısının Müslümanlara verilmesi” şartıyla anlaştılar. Müccâ’a,
anlaşma şartlarını kabilesine bildirmek üzere kaleye girdiğinde
kalede sadece savaşamayacak durumda olan kadın ve çocuklar
vardı. Müccâ’a, onlara zırh giydirerek kale burçlarına askerler
gibi dizilmelerini söyledi. Halid’in yanına geri dönen Müccâ’a,
kabilenin anlaşmayı kabul etmediğini söyleyerek onunla bir daha
pazarlık yaptı. Kaledeki hareketliliği fark eden Halid’in endişesi
daha da arttı ve girişilecek bir çarpışmada daha fazla kayıp vermemek için Müccâ’a’ın, Müslümanlara verilecek esir sayısını
dörtte bire indiren teklifini kabul etti. Daha sonra Müccâ’a’nın
hile yaptığı anlaşıldıysa da Halid, anlaşmaya sadık kaldı. 54
Halid b. Velid, Müccâ’a ile yaptığı anlaşmanın neticesinde
Benî Hanîfe’nin kaledeki mahzenlerini açtırdı; esirlerle birlikte
silah, para ve malların hepsini topladı. Halid, bu malların hepsini
ayrı ayrı dizdi. Önce esirleri ikiye ayırdı ve yarısını serbest bıraktı.
Ganimet olarak dağıtılacakları beşe ayırdı ve beşte bir beytülmal
hissesini Medine’ye Hz. Ebû Bekir’e gönderdi. Geriye kalan beşte
dördü ise askerler arasında yayalara bir hisse, süvarilere ise bir
hisse sahibine iki hisse atına olmak üzere üç hisse vermek suretiyle dağıttı. 55 Hz. Ebû Bekir, Medine’ye gelen bu ganimetleri ashâb
arasında paylaştırdı. Hz. Ali’ye ganimet payı olarak Havle’yi ver-
Bk. Ya’kûbî, Ahmed b. Ya’kûb (284/897), Tarîhu’l-Ya’kûbî, Beyrut ty, II, 130; Taberî, s. 289;
İbnü’l-Esîr, s. 518; Nüveyrî, XIX, 94-95; Hudarî, Muhammed b. Afifi (1345/1925), Muhadarâtu Tarihi Ümemi’l-İslâmiyye: ed-Devletü’l-Ümeviyye, Beyrut ty, I, 178; Fayda, s. 284-286;
Arı, M. Salih, Hz. Ebu Bekir ve Ridde Savaşları, İstanbul 1996, s. 127.
55
Fayda, s. 289.
54
27
di. 56 Hz. Ali de onu alıp azat etmiş; ardından da onunla evlenmiştir. 57
Hz. Ali’nin, bu şekilde Havle’yi Hz. Ebû Bekir’den ganimet
payı olarak alması, Şîa ve Ehl-i Sünnet arasındaki imâmet tartışmalarına konu olmuştur. Bilindiği gibi Şîa, İmamet’in Hz. Ali’nin
hakkı olduğu; bu hakkın, Ebû Bekir ve Ömer tarafından gasp edildiği, Hz. Ali’nin de onları hiçbir zaman imâm olarak kabul etmediği iddiasındadır. İşte bu noktada Ehl-i Sünnet, bu durumu Şîa ile
olan imâmet tartışmalarında delil olarak ileri sürmüş ve eğer Hz.
Ali, Hz. Ebû Bekir’in imâmetini kabul etmeseydi, onun bu taksimatına razı olmaz ve Havle’yi de bu şekilde almazdı demiştir. 58
Şîa ise Hz. Ali’nin, Havle’yi bir cariye olarak alıp sonra da
onunla evlendiği yönündeki haberlerin zanna dayandığını; dolayısıyla bu rivayetin bu konuda bir delil teşkil etmediği şeklinde
görüşlerini savunmuştur. 59 Şîa, imâmet görüşleri muvacehesinde
daha çok birinci maddede zikrettiğimiz, Benî Esed kabilesinin
Benî Hanîfe kabilesine saldırması ve onu esir alarak Medine’ye
getirip sattıkları yönündeki rivayeti tercih etmiş ve Hz. Ali’nin,
Hz. Ebû Bekir’in imâmetini tanıma anlamına gelebilecek böyle bir
uygulamasını kabul etmek istememiştir. 60
Bu tarihî verilere göre; Havle, Benî Hanîfe kabilesine mensup olup, daha önce hür bir kadın iken savaş neticesinde ganimet
olarak ele geçirilmiş bir esirdir. Nitekim Muhammed b. Hanefiyye
Sem’ânî, II, 281; İbnü’l-Cevzî, Abdurrahman b. Ali (597/1200), Sıfatü’s-Safve, thk. Mahmud
Fâhûrî, Beyrut 1979, II, 77; İbn Ebi'l-Hadîd, I, 184.
57
Sem’ânî, II, 281.
58
Sem’ânî, II, 281.
59
Emîn, VI, 360; Hassûn-Meşkûr, s. 329. Bk. Meclisî, XLII, 85-87.
60
Bk. Belâzürî, II, 423; İbn Ebi'l-Hadîd, I, 184; Alevî, Yahyâ b. Hamza, (749/1348), el-İkdü’lLeâlî fi’r-Red alâ Ebî Hâmid el-Gazâlî, thk. Seyyid Abdullah, Kahire 2002, s. 134; Meclisî, XLII,
98-99; Huî, XV, 205; Emîn, I, 433.
56
28
de daha sondaki bir dönemde, Hz. Hüseyin ile girdiği bir tartışmada, “Annem, Benî Hanîfe’den bir kadındır. Kavminin içindeki şerefi
inkar edilemez.” diyerek bu hususa işaret etmiştir. 61
Bununla beraber, kaynaklarda yer alan başka bir rivayete
göre; Benî Hanîfe ile yapılan anlaşmada elde edilen esirler, bizzat
Benî Hanîfe’ye mensup kişiler değil; sadece onların köle ve cariyelerinden ibarettiler. Zira, anlaşma onların şahsı üzerine değil,
köleleri üzerinde yapılmıştır. 62 Esmâ bnt. Ebî Bekir’in bu iddiasına
göre Havle, köken olarak Benî Hanîfe kabilesine mensup değildir.
O, sadece ganimet olarak ele geçen bir cariyedir. Olaya bizzat
tanıklık ettiğini ifade eden Esmâ bnt. Ebî Bekir, Muhammed b.
Hanefiyye'nin annesini gördüğünü söylemektedir. Ona göre Havle, Sind (Pakistan) kökenli, siyah tenli bir cariye idi. 63
Fakat bu rivayetin doğruluğunu destekleyen bir bilgiye
kaynaklarda rastlamadık. Aksine söz konusu rivayet eleştirilmiş
olup Esmâ bnt. Ebî Bekir’in böyle bir iddiada bulunma gerekçesi
olarak, daha sonra ilgili bölümde ayrıntılı olarak ele alacağımız
Abdullah b. Zübeyr ile Muhammed b. Hanefiyye arasındaki husumet gösterilmiştir. Bu teze göre Esma, oğlu Abdullah b. Zübeyr’e
biat etmeyen Muhammed b. Hanefiyye’ye duyduğu nefret nedeniyle, onu küçük düşürmek amacıyla ve tarafgirlik sâikiyle böyle
bir iddiada bulunmuştur. 64
Hz. Ebû Bekir’in eşi Esmâ bnt. Umeys ise olayı daha farklı
anlatıyor. Vakıdî’nin rivayetine göre Esmâ bnt. Umeys: “elHanefiyye’yi gördüm. Siyah tenli, iki yana ayrılmış güzel saçları vardı.
İbn Asâkir, LIV, 333.
İbn Sa’d, V, 91; İbn Hallikân, IV, 169; Yâfiî, I, 192.
63
İbn Sa’d, V, 91; İbn Asâkir, LIV, 323; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 597; Zehebî, Siyeru
A’lâm, IV, 114; Sehâvî, II, 544.
64
Hâşimî, Ali b. Hüseyin (1396/1976), Muhammed b. el-Hanefiyye, thk. el-Müessesetü’lİslâmiyye li’l-Buhûs, Beyrut 2004, s. 18.
61
62
29
Ali, onu Yemen dönüşünde Zülmecâz pazarında satın aldı ve onu eşi
Fatıma’ya hibe etti. Fatıma da onu Mukmil el-Gıfârî’ye sattı ve Havle’nin
ondan Avne adlı bir kızı doğdu.” demiştir. 65
Aynı olayı anlatan Ebû Nasr el-Buhârî rivayetine yer veren
İbn İnebe, İbnü’l-Kelbî’nin: “Kim, Havle Yemâme esirlerindendir,
derse hata yapar.” dediğini belirtmekle beraber, üçüncü maddede
vermiş olduğumuz, Havle’nin Ridde savaşlarında ele geçirilen
esirlerden olduğu ve dolayısıyla onun Benî Hanîfe kökenli olduğu
yönündeki tezin, en meşhur görüş olduğunu ifade etmektedir. 66
Sonuç itibariyle, Muhsin el-Emîn’in de ifade ettiği gibi, 67
genel görüşe göre Havle, Benî Hanîfe kabilesinin bir üyesi olup,
aslen hür ve soylu bir kadın idi. Havle, Ridde savaşlarında Benî
Hanîfe’den esir alınmış ve ganimet payı olarak Hz. Ebû Bekir tarafından Hz. Ali’ye bir cariye olarak verilmiş; birinci maddede zikrettiğimiz rivayette de belirtildiği şekilde belki Havle’nin ailesi,
durumunu öğrenince gelip Hz. Ali’ye müracaat etmiş; o da Havle’yi azat ederek onunla evlenmiş; bu evlilikten de Muhammed b.
Hanefiyye doğmuştur.
Havle’nin, ne zaman vefat ettiği konusunda ise kaynaklarda
herhangi bir bilgiye rastlamadık. Ancak Hz. Ali, 40/661 yılında
vefat ettiği zaman geride bıraktığı eşler arasında Havle’yi göremiyoruz. 68 Oysa bu bilgiyi veren kaynaklar, Havle’yi Hz. Ali’nin azad
ettikten sonra evlendiği hür kadınlar arasında saymışlardır. Bu
bilgiden hareketle Havle’nin, Hz. Ali’nin vefatından önceki bir
tarihte ölmüş olabileceğini tahmin ediyoruz.
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 110. Ayrıca bk. Hâirî, II, 64.
İbn İnebe, s. 432-433.
67
Emîn, I, 433.
68
Bk. Hasîbî, Ebû Abdillah el-Hüseyn b. Hamdân (334/946), el-Hidâyetu’l-Kubrâ, Beyrut 1991,
s. 95; İbn Şehraşûb, Ebû Cafer Muhammed b. Ali (588/1192), Menâkibu Âl-i Ebî Tâlib, Beyrut
1985, III, 305; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 163.
65
66
30
Son olarak İbnü’l-Hanefiyye’nin, annesine olan sevgi, muhabbet ve ilgisine değinerek bu konuyu bitirelim. Muhammed b.
Hanefiyye, annesine özel bir ilgi göstermiştir. Birçok kaynakta
özenle vurgulandığı gibi İbnü’l-Hanefiyye, annesinin saçlarını
açar, tarar ve örermiş. 69 Yeri gelir, annesinin saçlarına kına yakar
ve bunu açıklamaktan geri durmazdı. Nitekim Muhammed b. Hanefiyye’nin elinde kına izi gören Salih b. Meysem, ona: “Bu ne?”
diye sorduğunda, “Anneme kına sürüyordum” diye cevap vermiştir. 70 İbnü’l-Hanefiyye’nin annesine olan bu derecedeki ilgisi, fıkhî
meselelere de konu olmuş ve İbn Ebî Şeybe, eserinde “Annesinin
saçlarına bakan ve bitlerini ayıklayan adamın hükmü” başlığı altında,
İbnü’l-Hanefiyye’nin annesine gösterdiği bu ilgiyi delil olarak
göstermiş ve bunda bir beis olmadığı hükmünü vermiştir. 71
III. Doğumu ve Ölümü
Muhammed b. Hanefiyye’nin ne zaman doğduğu ve ne zaman vefat ettiği, ayrıca nerede vefat ettiği konusunda o derece
farklı rivayetler vardır ki neredeyse bu konuda bir sonuca ulaşmak imkânsızdır. Ancak biz, onun doğum ve ölüm tarihiyle ilgili
rivayetleri birlikte ele almak suretiyle önce doğumuyla ilgili rivayetleri, ardından ölümüyle ilgili rivayetleri ortaya koymak ve bu
arada öldüğü yerle ilgili rivayetlere de değinerek, en sonunda her
iki konudaki rivayetleri birlikte değerlendirerek bir sonuca varmaya çalışacağız.
A. Doğumuyla İlgili Rivayetler
Bazı kaynaklar, İbnü’l-Hanefiyye’nin doğumuyla ilgili rivayetlerin farklılığından olsa gerek, herhangi bir riske girmeden
onun, Rasulullah’ın vefatından sonra doğduğuna işaret ederek
Bk. İbn Sa’d, V, 115; İbn Asâkir, LIV, 334; Safedî, IV, 102.
İbn Sa’d, V, 114-115.
71
Bk. İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed (235/849), el-Kitâbü'l-Musannef fi'lEhâdîs ve'l-Âsâr, thk. Kemal Yusuf Hut, Beyrut 1989, VI, 12.
69
70
31
mutlak bir ifade kullanmamışlardır. 72 Bazı kaynaklar ise onun Hz.
Ebû Bekir döneminde doğduğunu ifade ederken, bazıları Hz. Ebû
Bekir’in vefat ettiği sene doğduğunu, bazıları da onun Hz. Ömer
döneminde doğduğunu belirtmektedirler.
(a) İbn Sa’d’ın, Vakıdî’nin rivayetine dayanarak, “İbnü’lHanefiyye’nin, Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında doğduğunu”
ifade ettiği belirtilmektedir. 73 Ancak biz, İbn Sa’d’ın Tabakat’ında
böyle bir kayda rastlamadık. Nitekim, İbn Asâkir’in Tarihu Medineti
Dımaşk’ının muhakkikleri de böyle bir kayda rastlamadıklarını
ifade etmişlerdir. 74 Muhtemelen İbn Sa’d’ın elimizdeki mevcut
matbu eserinde bu ibare düşmüştür. Sehâvî de Vakıdî’nin bu rivayetine yer vermiştir. 75 Ayrıca, Zehebî’nin verdiği bir bilgiye göre;
Hz. Ebû Bekir’in öldüğü sene, İbnü’l-Hanefiyye doğmuştur. 76 Havle’nin, Hz. Ebû Bekir döneminin başlarında Hz. Ali ile evlendiğini 77
kabul edecek olursak bu rivayetlerin doğruluk payı az da olsa
ortaya çıkmaktadır.
(b) Diğer rivayetlerin hemen hepsi Hz. Ömer döneminde
İbnü’l-Hanefiyye’nin doğduğunda hemfikirdirler. Ancak, bu dönemin hangi aşamasında doğduğu konusunda ihtilaf vardır. Bazı
kaynaklar, “Ömer’in hilâfetinde doğdu” şeklinde genel ifadeler
kullanırken; 78 bazıları da Hz. Ömer döneminin başlarında doğduğunu ifade etmektedirler. 79
Bk. Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 268; Emîn, IX, 435.
Kelâbâzî, II, 668; İbn Asâkir, LIV, 326. Ayrıca bk. İbn Asâkir, LIV, 323; Zehebî, Siyeru A’lâm,
IV, 114.
74
İbn Asâkir, LIV, 323, dipnot: 2.
75
Sehavî, II, 545. Ayrıca bk. Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 423; Mizzî, XXVI, 152; İbn Hacer,
Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 228.
76
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111.
77
Bk. Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111
78
Bk. Mizzî, XXVI, 152; İbn Kesîr, İsmail b. Ömer (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk. Y. elIşş – M. el-Bikâî, Beyrut 1997, VI, 155; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 228.
79
Bk. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 181; Safedî, IV, 99; Kurûn, Seyyid Hasan, “İbnü’l-Hanefiyye ve’l-Ahzâbü’l-Mutasâria”, Mecelletu’l-Ezher, c. 50, sy. 7, sn. 1978, s. 1480.
72
73
32
Bazı rivayetlere göre Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ömer’in
hilâfetinin bitimine iki sene kala doğmuştur. 80 Zehebî, bizzat İbnü’l-Hanefiyye’nin “Ömer’in hilâfetinin bitimine iki sene kala doğdum”
dediği şeklindeki bir rivayete eserinde yer vermiş ve bu rivayeti
Muhammed b. Humeyd’in sahih bir senedle aktardığını, ancak
bizzat İbn Humeyd’in zayıf bir râvî olduğunu vurgulamıştır. 81 İbn
Asâkir’in de aktardığı bir rivayete göre; Yahya b. Said, Said b. Müseyyeb’e kaç yaşında olduğunu sorduğunda, “Ömer’in hilâfetinin
bitimine iki sene kala doğdum” demiş; Yahya, bunu İbnü’lHanefiyye’ye anlatınca o da “Bu, benim doğum tarihimdir.” demiştir. 82 Ayrıca İbnü’l-Hanefiyye’nin, Hz. Ömer döneminin bitimine
üç sane kala doğduğu da söyleniyor. 83
Münzir es-Sevrî’nin aktardığı İbnü’l-Hanefiyye’nin çocukluk döneminden kalma bir hatırası, bu maddede zikrettiğimiz
iddiaları şüpheli hale getirmektedir. Söz konusu rivayete göre;
Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ömer’le evli kız kardeşi Ümmü Gülsüm’ün evinde yaşadığı bu anısını şöyle dile getirmiştir: “Ben, kız
kardeşim Ümmü Gülsüm’ün yanında iken Ömer içeri girdi ve beni kucağına alarak ‘ona helva ikram et’ dedi.” 84 Bu rivayet, İbnü’lHanefiyye’nin kucağa alınacak kadar küçük olmakla birlikte söz
konusu olayı hatırlayabilecek bir yaşta olduğunu gösteriyor. Yine
İbnü’l-Hanefiyye’nin, Hz. Ömer’i görmenin yanı sıra, ondan hadis
rivayetinde bulunduğu yönündeki haberler 85 de doğumunun daha
erken bir döneme rastladığını gösteriyor.
Ebû İshâk eş-Şirazî, İbrahim b. Ali (476/1083) Tabakâtü’l-Fükahâ, thk. İhsan Abbas, Beyrut
1981, s. 62; Nevevî, I, 158; Bürrî, II, 230; İbn Hallikân, IV, 172; Hâirî, Muhammed Hüseyin
el-A’lemî, Dâiretu’l-Meârif eş-Şîiyye’l-Âmme, Beyrut 1993, XVI, 363.
81
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 184.
82
İbn Asâkir, LIV, 326.
83
İbn Hibbân, Muhammed b. Hibbân (354/965), Meşâhîru Ulemâi’l-Emsâr, thk. M. Fleischhammer, Beyrut ty., s. 62; Nevevî, I, 158; Sehâvî, II, 545.
84
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 115; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 184. Bk. Nevevî, I, 158.
85
Bk. Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111.
80
33
(c) Şehy Müfîd, Vakıdî’den yaptığı bir alıntıdan hareketle,
İbnü’l-Hanefiyye’nin Cemel Savaşı’na katıldığı zaman 19 yaşında
oluğunu ifade ediyor. 86 Cemel Savaşı’nın, hicrî 36 yılında gerçekleştiği göz önünde bulundurulursa İbnü’l-Hanefiyye’nin doğumu,
hicrî 16-17 yıllarına tekabül ediyor. İbn Asâkir’in aktardığı bir
rivayet de Şeyh Müfîd’i destekler mahiyettedir. Söz konusu rivayete göre, Ebû Süleymân: “Muhammed b. Hanefiyye de o sene, yani 16
senesinde doğdu.” demiştir. 87
Yine Şeyh Müfîd, Cemel Savaşı’nda Hz. Ali’nin İbnü’lHanefiyye’ye “Yavrum gördüklerin seni ürkütmesin. Ben sancağı taşıdığımda senden küçüktüm; düşmanlarım, beni korkutmamıştı.” dediği
notunu düşmektedir. 88 Bilindiği gibi Hz. Ali’nin katıldığı ilk savaş
Bedir Savaşı’dır ve o sıralar Hz. Ali, 20 yaşlarındaydı. 89 Bu çıkarım
da yukarıdaki rivayeti destekliyor ki kanaatimize göre bu bilgi
gerçeğe en yakın olandır.
B. Vefatıyla İlgili Rivayetler
Muhammed b. Hanefiyye’nin ölümüyle ilgili rivayetler, doğumuyla ilgili rivayetlerden daha karmaşıktır. Kaynaklarda hicrî
69 senesinden 93 senesinde kadar farklı rakamlar geçmektedir.
Biz konuyla ilgili rivayetleri en küçük rakamdan başlayarak arz
edecek, ardından hem doğum hem de ölümüyle ilgili bir sonuca
varmaya çalışacağız.
(a) Dîneverî’nin anlattığına göre, Muhtâr’ın öldürülmesinden sonra tekrar başlayan İbn Zübeyr baskısına karşı İbnü’lHanefiyye Taif’e gider. Orada Abdullah b. Abbâs vefat ettikten
Şeyh Müfîd, Ebû Abdillah Muhammed b. Muhammed (413/1022), el-Cemel ve’n-Nusre li
Seyyidi’l-İtre fî Harbi’l-Basra, thk. Seyyid Ali, Beyrut 1993, s. 356.
87
İbn Asâkir, LIV, 326.
88
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 368.
89
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 166.
86
34
sonra da Eyle’ye gider ve Abdülmelik b. Mervân’ın yanına gitmek
için izin ister. Ancak Abdülmelik, “Sana ihtiyacım yok!” diyerek
onun bu talebini reddeder. Bunun üzerine o sene Eyle’de kalır ve
orada vefat eder. 90 Abdullah b. Abbâs’ın vefatı, 68 yılında olduğuna göre; 91 söz konusu olay, 69-70 yılları dolayında olmalıdır. Ancak, başka kaynaklarda bu görüşü destekleyen herhangi bir veriye
sahip olmadığımızı belirtelim.
Bu arada Taberî’nin de Hz. Ali’nin eşleri ve çocuklarından
söz ederken, İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat tarihi olarak 68 yılını
verdiğini zikredelim. Ayrıca Taberî, İbnü’l-Hanefiyye’nin Taif’te
vefat ettiğini ve cenaze namazını İbn Abbâs’ın kıldırdığını ifade
ediyor. 92 Ancak, burada bir karıştırma söz konusu olmalıdır. Zira
tam tersi, Taif’te vefat eden İbn Abbâs’tır ve namazını da bilindiği
gibi İbnü’l-Hanefiyye kıldırmıştır. 93
(b) Makdisî, İbnü’l-Hanefiyye’nin, Haccâc zamanında Taif’te
vefat ettiğini kaydediyor. 94 Bilindiği gibi Haccâc, 73 yılında Abdullah b. Zübeyr’i katlederek onun Hicaz bölgesindeki hâkimiyetine
son vermiştir. 95 Bu tarihi veren başka kaynaklar da vardır. İbn
Hibbân ve Ebü’l-Kâsım el-İsbahânî, İbnü’l-Hanefiyye’nin 73 yılında Radvâ’da öldüğünü ve Bakî’de defnedildiğini ifade ederek tarih
itibariyle bu görüşü desteklemektedirler. 96 Bu görüşü destekleyen
diğer bir veri ise birçok kaynakta geçen Ebû Hamza rivayetidir.
Dîneverî, Ahmed b. Dâvûd (282/895), el-Ahbârü’t-Tivâl, thk. Ö. F. et-Tabbâ, Beyrut, 1995, s.
282.
91
İbn Kunfüz, Ahmed b. Hasan (809/1406), el-Vefeyât, thk. Âdil Nuveyhiz, Beyrut 1971, s. 77.
92
Taberî, s. 898.
93
İbn Sa’d, V, 102; İbnü’l-Esîr, s. 582; İbn Kesîr, VI, 53.
94
Makdisî, el-Mutahhar b. Tahir (355/966), el-Bed’ ve’t-Târih, thk. H. U. el-Mansûr, Beyrut
1997, s. 146.
95
İbn Kesîr, VI, 93.
96
İbn Hibbân, Meşâhîru Ulemâi’l-Emsâr, s. 62; Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, İsmail b. Muhammed
(535/1141), Siyerü’s-Selefi’s-Sâlihîn, thk. Kerem b. Hilmi, Riyad 1999, III, 911. Ayrıca bk. İbn
Mencûveyh, II, 174; Hâirî, Dâiretu’l-Meârif, XVI, 364.
90
35
Olaylar sırasında İbnü’l-Hanefiyye ile birlikte olduğunu ifade eden
Ebû Hamza, Abdülmelik tarafından Eyle’den geri çevrildikten
sonra Mekke’ye döndüklerini, Abdullah b. Zübeyr tarafından
Mekke’ye sokulmayınca İbnü’l-Hanefiyye ile birlikte Medine’ye
gittiklerini ve Haccâc’ın İbn Zübeyr’i öldürüp bölgeden ayrılmasına kadar orada kaldıklarını; ardından Mekke’ye gelip menasiklerini kaza ettikten sonra Medine’ye geri döndüklerini ve burada üç
ay geçtikten sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat ettiğini anlatıyor. 97
Bu rivayetin bu kadar kaynakta yer bularak bir nevi kabul görmesi; İbnü’l-Hanefiyye’nin, İbn Zübeyr’in katlinden sonra Abdülmelik’e biat ederek siyasî olaylardan uzak, sessiz bir hayat yaşamış
olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Yoksa bu anlatılanlar, Zehebî’nin belirttiği gibi oldukça yanlış bilgilerdir. 98
(c) Konuyu daha fazla uzatmadan, yukarıda bahsettiğimiz
tarihler dışında İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat tarihi olarak “72, 80,
81, 82, 83,” 99 “84”, 100 “92, 93” 101 ve hatta “114” 102 tarihlerinin verildiğini belirterek genel olarak kabul gören hicri 81 tarihi üzerinde
duracağız. Yalnız burada, İbn Ebî Hayseme’nin naklettiği rivayet
üzerinde durmak istiyoruz. Bu rivayete göre Ebû İshâk eşŞeybanî: “İbrahim b. Hişâm Medine’de vali iken, 83 yılında, Muhammed
b. Hanefiyye’yi gördüm.” demiştir. 103 Medâinî’nin de 83 tarihini tercih ettiği söylenmektedir. 104 Ancak bu görüş, Zehebî’nin dediği
gibi yanlıştır. 105
İbn Sa’d, V, 108-109; Ebû Nuaym el-İsbahânî, Ahmed b. Abdillah (430/1039), Hilyetü’lEvliyâ ve Tabakâtü’l-Asfiyâ, Beyrut 1967, III, 175; İbn Asâkir, LIV, 351; Mecdüddin İbnü’lEsîr, IV, 423. Ayrıca bk. Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, I, 182; Nevevî, I, 159; İbn Hacer, Tehzîbü’tTehzîb, V, 228; Sehâvî, II, 545.
98
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 193.
99
Bk. Kelâbâzî, II, 398; İbn Asâkir, LIV, 321-326; İbn Hallikân, IV, 172; Mizzî, XXVI, 152.
100
Meclisî, XLII, 81.
101
İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 228.
102
Nevevî, I, 159.
103
İbn Ebî Hayseme, II, 135.
104
Ebû İshâk eş-Şirazî, s. 62; İbn Asâkir, LIV, 359; Nevevî, I, 159. Ayrıca bk. İbn Kunfüz, s. 93.
105
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 193.
97
36
(d) Vakıdî, “Muhammed b. Hanefiyye’nin, 81 yılında Medine’de
vefat ettiği ve Bakî Mezarlığında defnedildiği bizce sabittir.” demektedir. 106 Belâzürî de İbnü’l-Hanefiyye’nin Eyle’de vefat ettiği yönündeki haberlerin yanlış olduğunu, onun 81 yılında 65 yaşında Medine’de vefat ettiğini, cenaze namazının da Ebân b. Osman b.
Affân tarafından kıldırıldıktan sonra Bakî’de defnedildiğini anlatmaktadır. 107
Halife b. Hayyât ise İbnü’l-Hanefiyye’nin ölüm tarihi olarak
82 yılını tercih etmekle birlikte 81 yılını da zikretmiştir. 108
İbn Sa’d’ın anlattığına göre; Abdullah b. Muhammed b. Akîl,
81 yılında İbnü’l-Hanefiyye’nin: “Bu, benim 65 senem. Babamın yaşını
geçtim. O, 63 yaşında vefat etmişti.” derken işittiğini ve onun o sene,
81 yılında vefat ettiğini ifade ediyor. 109
Ayrıca, bizzat İbnü’l-Hanefiyye’nin oğlu Ebu Hâşim Abdullah’ın, Bakî mezarlığını göstererek: “Şu, Ebü’l-Kâsım’ın kabridir. 81
yılının Muharrem ayında vefat etti. O sene, bir felaket yılıydı; Mekke’yi
sel basmış, hacıları vurmuştu.” dediği rivayet ediliyor. 110
Tarihe “Senetü Seyli’l-Cühâf” olarak geçen bu hadisenin,
aslında 80 yılında gerçekleştiği söyleniyor ki doğru olan da budur.
Zübeyrî’nin, anlattığına göre Abdullah b. Cafer’in öldüğü o sene
meydana gelen sel felaketi, hacıları develeriyle birlikte sürükleyip
götürmüştür. 111
Fâkihî, Muhammed b. İshâk (h. 3. asır), Ahbâru Mekke fî Kadîmi’d-Dehr ve Hadîsih, thk.
Abdülmelik b. Abdillah b. Dehîş, Mekke 1986, II, 382.
107
Belâzürî, III, 487-488. Ayrıca bk. Mes’ûdî, Ali b. Hüseyin (346/957), Mürûcü’z-Zeheb ve
Meâdinü’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddin, 1964, III, 123; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 296.
108
Halîfe b. Hayyât, II, 580.
109
İbn Sa’d, V, 115-116. Ayrıca bk. Taberî, s. 898; Hâkim en-Nîsâbûrî, III, 145; Makrîzî, elMukaffâ, VI, 296.
110
İbn Sa’d, V, 116.
111
Zübeyrî, s. 82. Ayrıca bk. Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 174.
106
37
Nüveyrî, Abdullah b. Cafer’in 80 yılında öldüğünü zikrettikten sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin de o sene öldüğüne dikkat çekiyor. 112 70 yaşında vefat eden Abdullah b. Cafer’in cenaze namazını
da zamanın Medine valisi Ebân b. Osman kıldırmıştı. 113 Aslında
her iki seneyle ilgili bu rivayetler birbirlerini destekliyor. Öyle
anlaşılıyor ki İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat ettiği 81 yılının ilk ayı
olan Muharrem ile hacıları vuran söz konusu sel felaketinin meydana geldiği 80 yılının son ayı Zilhicce aylarının peş peşe gelmesi,
her iki senede meydana gelen olayların, adı geçen sel felaketiyle
anılmasına ve bu senelerin birbirleriyle karıştırılmasına sebep
olmuştur.
Zehebî, el-Kâşif adlı eserinde İbnü’l-Hanefiyye’nin 80 yılında
vefat ettiği yönündeki görüşün eşher olduğunu ifade etmekle
birlikte; 114 bizce, İbnü’l-Hanefiyye’nin ölüm tarihi olarak kaynaklarda en çok kabul gören ve gerçeğe en yakın olan tarih 81 yılıdır
ki buraya kadar aktardığımız veriler de bunu göstermektedir.
Nitekim, başta Zehebî olmak üzere İbnü’l-Cevzî, İbn Kesîr ve İbnü’l-İmâd gibi tarihçiler de eserlerinde 81 yılında meydana gelen
olayları anlattıkları başlık altında İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat tarihine yer vermişlerdir. 115 Ayrıca muasır çalışmaların çoğunda,
İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat yılı olarak bu tarihin verildiğini görüyoruz. 116
Nüveyrî, XXI, 228-229.
Zübeyrî, s. 82.
114
Zehebî, el-Kâşif fî Marifeti men lehu Rivâye fi’l-Kütübi’s-Sitte, Beyrut 1983, III, 71.
115
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 228; Zehebî, Duvelu’l-İslâm, thk. Hasan İsmail Merve –
Mahmud el-Arnavut, Beyrut 1999, I, 71; Zehebî, el-İber fî Haberi men Ğaber, Beyrut 1985, I,
68; İbn Kesir, VI, 156; İbnü’l-İmâd, I, 88.
116
Bk. Banning, Hubert, Muhammad İbn al-Hanafija, Erlangen 1909, s. 71; Gölpınarlı, Abdülbakiy, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiilik, İstanbul 1979, s. 539; Ziriklî, Hayruddin, elA’lâm Kamûsu Terâcim, Beyrut 1992, VI, 270; Buhl, s. 479; Cezzâr, Fikri, Medâhilü’l-Müellefîn
ve’l-A’lâmi’l-Arab hatâ Âmme 1215/1800, Riyad 1991, I, 397; Zühaylî, s. 86; Zebibî, VIII, 630;
Hâşimî, s. 259; Öz, agm., s. 537; Atalan, s. 50.
112
113
38
Netice itibariyle; Muharrem 81 (Mart 700) yılında Medine’de vefat eden Muhammed b. Hanefiyye’nin cenaze namazı,
oğlu Ebû Hâşim’in kerhen de olsa öne geçmesini teklif ettiği dönemin Medine valisi Ebân b. Osman b. Affân tarafından kıldırılmış
ve Bakî mezarlığında defnedilmiştir. 117
Muhammed b. Hanefiyye’nin 81 yılında vefat ettiği zaman
67 yaşında, 118 hatta 69 yaşında olduğunu 119 belirten kaynaklar
olmakla birlikte, yukarda geçen rivayette ifade edildiği gibi, o
sırada onun 65 yaşında olduğunu kabul edecek olursak; doğum
tarihi, 16 yılı olarak karşımıza çıkıyor ki bu sonuç, yukarıda aktardığımız İbn Asâkir’de geçen Ebû Süleymân rivayetinde verilen
tarihtir. 120
Netice olarak, İbnü’l-Hanefiyye, 16 (637) yılında Medine’de
doğmuş ve 81 yılının Muharrem ayında (Mart 700) yine Medine’de
vefat etmiştir.
IV. Hayatındaki Dönüm Noktaları
Bu başlık altında, Muhammed b. Hanefiyye’nin hayatını genel hatlarıyla, tarihî verilere dayanarak ortaya koymaya çalışacağız. Meseleye genel olarak bakıldığı zaman İbnü’l-Hanefiyye’nin
hayatı beş dönem halinde ele alınabilir. Birincisi, İbnü’lHanefiyye’nin doğumuyla başlayan ve Hz. Osman’nın katliyle
birlikte İslâm dünyasında patlak veren ve giderek alevlenen fitne
döneminin başladığı zamandan bir süre öncesine kadar devam
eden ve İbnü’l-Hanefiyye’nin çocukluk ve gençlik yıllarını kapsaİbn Sa’d, V, 116; İbn Asâkir, LIV, 358; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 128.
Zehebî, el-Kâşif, III, 71.
119
Yâfiî, I, 192.
120
İbn Asâkir, LIV, 326. Aynı tarihi veren çalışmalar için bk. Banning, s. 12; Buhl, s. 478;
Dalkıran, Sayın, “Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar”, Dinî Araştırmalar,
c. 7, sy. 19, 2004, s. 140; Atalan, s. 49.
117
118
39
yan süreçtir. İkincisi, Hz. Osman’ın katli sürecini hazırlayan olayların başladığı andan itibaren başlayan ve Hz. Hasan’ın hilâfeti
Muâviye’ye devretmesiyle sonuçlanan Emevîler dönemine kadar
süren dönemdir. Üçüncüsü, hilâfetin Emevîlere geçişiyle başlayan
ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesine kadar devam eden
süreçtir. Dördüncü dönem de Kerbela faciasıyla patlak veren ve
İslâm dünyasını ikinci defa kaos ortamına sürükleyen olayların
baş gösterdiği zamandan başlar, Abdullah b. Zübeyr’in katline
kadar devam eder. Beşinci dönemi ise İbn Zübeyr’in katlinden
sonra Abdülmelik’in tekrar Emevî iktidarını muhkem hale getirmesiyle İslâm dünyasında birliğin sağlandığı süreçle başlayan
dönem olarak tanımlayabiliriz.
A. Çocukluk ve Gençlik Dönemi
Bu dönem, İbnü’l-Hanefiyye’nin doğumuyla başlayan ve Hz.
Osman’ın katliyle İslâm dünyasında alevlenen fitne döneminin
başladığı zamandan bir süre öncesine kadar devam eden, İbnü’lHanefiyye’nin çocukluk ve gençlik yıllarını kapsayan süreçtir.
Bu dönem, iç çekişme ve siyasî çalkantılardan uzak hem siyasî hem de ekonomik yönden İslâm dünyasının en müreffeh
dönemi olduğu gibi Muhammed b. Hanefiyye’nin de en mutlu
yıllarıdır. İbnü’l-Hanefiyye’nin doğduğu ve çocukluk yıllarının
geçtiği Hz. Ömer dönemi, Rasulullah’ın vefatından sonra baş gösteren isyan hareketlerinin bastırıldığı ve İslâm dininin bekâsını
ciddi manada sarsan tehlikelerin bertaraf edildiği Hz. Ebû Bekir
döneminden sonra fetih hareketlerinin hızla yayıldığı bir dönemdir. Bu dönemde elde edilen askeri başarılar, beraberinde ekonomik ve sosyal başarıları getirmiştir. Daha önceleri açlık, yokluk ve
korkuyla imtihanın en çetinini yaşamış olan Müslümanların gelirleri de gün geçtikçe artıyordu. Fetihlere bağlı olarak artan bu
40
gelirleri bir düzene bağlayan Hz. Ömer, ülkede yaşayan her bir
şahıs için atiyye tahsis ederken en büyük payı İbnü’lHanefiyye’nin babası Hz. Ali’nin de aralarında bulunduğu Bedir
gazilerine ayırmıştı. 121 Dolayısıyla İbnü’l-Hanefiyye’nin doğduğu
ev, düzenli bir geliri olan ekonomik yönden refah düzeyinin yüksek olduğu bir aile idi.
İbnü’l-Hanefiyye’nin doğumunda olduğu gibi, çocukluk yılları ve gençliği ile ilgili olarak da kaynaklarda ayrıntılı bir kayda
rastlamıyoruz. Yalnız şunu biliyoruz ki, Rasulullah’ın terbiyesi
altında büyümüş bir babanın çocuğu olarak, yine Rasulullah’ın
torunları Hasan ve Hüseyin’in doğduğu evde doğmuştur. Doğduğu
zaman nasıl bir muamele ve ilgiye mazhar olduğu her ne kadar
kaynaklarda yer almıyorsa da kardeşleri Hasan ile Hüseyin doğduğu zaman Rasulullah’ın onlar için yaptığı uygulamanın benzeri, 122 onun için de yapılmış olmalıdır.
Kuşkusuz, Hasan ve Hüseyin’den sonra peş peşe üç kız evladına sahip olan ve uzun zamandır bir erkek evlat beklentisi
içinde olan Hz. Ali’nin evinde İbnü’l-Hanefiyye’nin doğumu, büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Zira daha önce de belirttiğimiz
gibi Hz. Ali, şayet bir oğlu doğarsa ona Rasulullah’ın ismini ve
künyesini vereceğine dair söz vermişti 123 ve bu sözünü yerine
getireceği günleri dört gözle beklemekteydi.
İbnü’l-Hanefiyye’nin, Hz. Ali’nin yanında ayrı bir yeri vardı.
Her ne kadar Hasan ve Hüseyin onun çocukları olsa da aslında
onlar Rasulullah’ın çocukları mesabesindeydiler. Hz. Ali’den daha
Demircan, Adnan, Râşid Halîfeler Dönemi, s. 44.
Bk. Demircan, Adnan, İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, İstanbul 1996, s. 27,
129-130,
123
Vâsitî, Muhammed b. el-Hasan (776/1374), Mecmaü’l-Ehbâb ve Tezkiretu Uli’l-Elbâb, Beyrut
2002, II, 180.
121
122
41
çok Rasulullah, onlarla ilgileniyor ve bir nevi onlara babalık yapıyordu. Hatta Hasan ile Hüseyin’in, “Rasulullah’ın oğlu” hitabına
mazhar oldukları bilinen bir gerçektir. Başka bir ifade ile sanki
Hasan ve Hüseyin Rasulullah’in çocukları, İbnü’l-Hanefiyye ise Hz.
Ali’nin çocuğuydu. Bu durum, onun günlük hayatta kardeşlerinin
yanında ikinci planda tutulmasına yol açabiliyordu. Bu gerçeğin
farkında olan Hz. Ali, zaman zaman onu teselli etmek suretiyle bu
durumun onda yaratacağı olumsuz etkileri gidermek amacıyla
çaba harçıyordu.
Nitekim Hz. Ali, Basra’da iken yaptığı bir evlilik sırasında,
düğün günü döşeğine oturmuş, sağına Hasan’ı soluna da Hüseyin’i
oturtmuştu. Muhammed b. Hanefiyye ise döşeğin üzerinde kendisine yer kalmadığı için döşeğin kenarına, yere oturmuştu. Bu durumu fark eden Hz. Ali, onun gücenmesinden endişe ederek ona,
“Yavrum! Sen benim oğlumsun. Şu ikisi de Rasulullah’ın oğullarıdır.”
demişti. 124
Başka bir seferinde de Hz. Ali’nin yanına gelen Medâin valisi Zeyd b. Kays, Hasan ve Hüseyin’e birtakım hediyeler getirip
vermiş; orada hazır bulunan İbnü’l-Hanefiyye’yi ise ihmal etmişti.
Bu ayrımcılığa tanık olan Hz. Ali, üzülmüş; oğlu Muhammed’in
omuzlarına vurarak onu teselli etmeye çalışmış ve Amr b. Gülsüm’ün 125 “İçki vermediğin dostum, şu üç kişinin en kötüsü değildir ey
Ummu Amr!” şeklindeki mısrasını okumuştu. Bunun üzerine mahcup olan vali, evine geri dönüp İbnü’l-Hanefiyye’ye de güzel bazı
hediyeler göndermişti. 126
Vâsitî, I, 548.
Âlûsî, III, 115-116.
126
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), Uyûnu’l-Ahbâr, Beyrut ty.,
II, 205; Belâzürî, II, 396; Ebû Hayyân, Ali b. Muhammed (414/1023), el-Basâir ve’z-Zehâir,
thk. Vedâd el-Kâdî, Beyrut 1988, IV, 224-225; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 297-298; Taha Hüseyin (1393/1973), el-Fitnetü’l-Kübrâ (Alî ve Benûhu), Kahire 1994, II, 177.
124
125
42
İbnü’l-Hanefiyye’ye, dönemin devlet başkanı Hz. Ömer’in
de iltifatta bulunduğunu görüyoruz. Aslında Hz. Ömer’in, Hz.
Ali’nin çocuklarına olan ilgisi gözden kaçacak gibi değildir. Özellikle Hasan ve Hüseyin’i çok sever ve onları kendi çocuklarına
tercih ederdi. Nitekim bu ilgi ve sevginin bir yansıması olarak
onlara tıpkı babaları gibi Bedir ehli atası bağlamıştı. 127 Bu ilginin
bir başka tezahürü de Hz. Ali’nin kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmesiydi. Bu evlilik, her ne kadar Şîa tarafından hazmedilmemiş ve
değişik te’villerle geçiştirilmeye çalışılmışsa da aslında bu iki büyük şahsiyetin arasındaki yakınlığın güzel bir ifadesidir. 128 İbnü’lHanefiyye de kız kardeşiyle evli olan Hz. Ömer’in evine gitmiş ve
bu ziyaret kaynaklarda yer bulmuştur. 129 Bu buluşmayı, güzel bir
hatıra olarak anlatan İbnü’l-Hanefiyye, olayı şöyle anlatıyor: “Ben,
kız kardeşim Ümmü Gülsüm’ün evindeyken Ömer b. Hattab içeri girdi.
Beni kucağına aldı ve bana helva/şeker ikram edilmesini istedi.” 130
Bu muhabbetin bir neticesi olarak Hz. Ömer’i rahmetle
anan İbnü’l-Hanefiyye, 131 onun oğlu Abdullah’ı da rahmetle anmış, onun vefatı nedeniyle üzüntüsünü ifade etmiş ve “İbn Ömer,
bu Ümmet’in en hayırlısıdır.” 132 demiştir.
Rasulullah döneminde Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde “Suffe” olarak tabir edilen bir çardağın altında devam eden eğitim
öğretim faaliyeti, Hz. Ömer döneminde yerini düzenli eğitime
bırakmıştır. Daha önce düzenli bir eğitim verilmemekle birlikte
herkes kendi imkanlarıyla çocuğunu yetiştirmeye çalışıyordu. Hz.
Ömer, bunu bir düzene bağlamış ve hemen hemen her mahallede
Hasenî, Hâşim Marûf, Sîretu’l-Eimmeti’l-İsnâ Aşara, Kum 1409, II, 115; Şimşir, Mehmet,
“Râşid Halifeler Döneminde İdare Sistemi ve Divan Teşkilatı”, İSTEM, sy. 6, 2005, s. 177.
128
Konuyla ilgili tevil ve tartışmalar için bk. İbn Şehraşûb, III, 304; Diyârbekirî, II, 284-285.
129
Bk. Buhârî, et-Târîhü’l-Kebîr, I, 182; İbn Asâkir, LIV, 318; Mizzî, XVI, 147-148.
130
İbn Asâkir, LIV, 331; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 115.
131
Bk. Buharî, Fadâilü’s-Sahâbe, 5.
132
Hâkim en-Nîsâbûrî, III, 560.
127
43
sıbyan mektepleri açtırmış, okuma yazma ve Kur’ân-ı Kerîm dersleri verilen bu yerlerde ücretli öğretmenler görevlendirmiştir. 133
Bu okullarda, binicilik derslerinin yanı sıra atasözleri ve şiirlerin
ön planda tutulduğu edebiyat derslerinin verildiğini ve bu okulların haftada bir gün tatil edildiğini görüyoruz. 134 İbnü’l-Hanefiyye
de Hz. Ömer’in bu eğitim-öğretim seferberliğinden istifade etmiş
ve ibtidai şekliyle muhtemelen ders halkaları niteliğinde olan bu
sıbyan mekteplerine katılmış olmalıdır. Kaynaklarda bu yönde bir
kayda rastlamıyoruz. Fakat onun bizzat Hz. Ömer’den ders aldığı,
başka bir ifade ile ondan hadis rivayet ettiği yönündeki bilgiler
dikkatimizi celbeden bir husustur. 135 Ancak İbn Asâkir, bu konuya
açıklık getirerek, onun, Hz. Ömer’den mürsel olarak rivayette
bulunduğunu ifade etmiştir. 136
Aslında İbnü’l-Hanefiyye’nin yetiştiği ev zaten bir mektepti. “İlim şehrinin kapısı” 137 olarak bilinen babası Hz. Ali’nin yanı sıra
kardeşleri Hasan ve Hüseyin’den de ders almıştır. Kaynaklarda bu
yönde epey bilgi bulmak mümkündür.
Nitekim Hz. Ali’nin, İbnü’l-Hanefiyye’ye şöyle tavsiyede bulunduğu rivayet edilir: “Bil ki Müslüman kişinin iki mürüvveti var. Biri
hadarda, diğeri de seferdedir. Hadardaki mürüvvet; Kur’ân okumak,
ulemâ meclislerine katılmak, fikhî meseleleri mütalaa etmek ve namazları cemaatle kılmaya dikkat etmektir. Seferdeki mürüvvet ise beraber
yolculuk ettiğin kişiyle azığını paylaşman ve ona fazla muhalefet etmemen, her yokuşu çıktığında, indiğinde ve konakladığında, her kalkıp
oturduğunda Allah (a.c.)’ı çokça zikretmendir.” 138
Bedr, Abdülbâsıt, et-Târîhu’ş-Şâmil li’l-Medîneti’l-Münevvere, Medine 1993, I, 273-274.
Erten, Hayri, “Hz. Ömer Döneminde Sosyal Yapı ve Değişme”, Marife, sy. 1, 2001, s. 186.
135
Bürrî, II, 228; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111.
136
İbn Asâkir, LIV, 324.
137
İbn Merdeveyh, Ahmed b. Musa (410/1019), Menâkibu Ali b. Ebî Talib vemâ Nezele mine’lKur’ân fî Ali, thk. A. M. Huseyn, Kum 1422, s. 85.
138
Meclisî, I, 200; LXXIII, 266.
133
134
44
Başka bir tavsiyesinde ona: “Kendini beğenmişlik, kötü ahlak
ve sabırsızlıktan sakın. Zira bu üç haslet sende bulunursa ne bir arkadaş
edinebilirsin ne de insanların sana bir desteği olur. Kendini ve malını
dostluğa ada. İnsanların eziyetine karşı dayanıklı ol. Arkadaşına nefsini
ve malını seferber et. Tanıdıkları ziyaret ederek, halkı da güler yüz ve
sevginle rahatlat. Düşmana da adalet ve insafla muamele et. Dininden ve
ırzından ise hiç kimseye karşı taviz verme. Bu hem dinin hem de dünyan
için en uygun olandır.” 139 demiştir.
İbnü’l-Hanefiyye’ye bilmediği bir konuda konuşmamasını
hatta her bildiğini de söylememesini, 140 tavsiye eden Hz. Ali dilin
zararına da işaret etmiş ve “Bil ki dil, kuduz bir köpektir. Eğer onu
serbest bırakırsan kudurur ve ısırır. Sahip olduğun her kelime senin için
bir nimet olabilir. Onun için altın ve paranı saklayıp koruduğun gibi
dilini de koru.” 141 tavsiyesinde bulunmuştur.
Başka bir rivayette ise İbnü’l-Hanefiyye’nin abdest için Hz.
Ali’nin eline su döktüğünü görüyoruz. Burada Hz. Ali, ona abdest
alırken hangi uzvu yıkadığında hangi duayı okuyacağını öğretiyor. 142
Yine İbn Abdirabbih’in, eserinde yer verdiği Hz. Ali’nin, oğlu Muhammed b. Hanefiyye’ye yazdığı bir mektupta ona, hem
şahsî işlerinde hem de insanlarla olan münasebetlerinde nasıl
davranacağı, dünya ve ahiret dengesini nasıl sağlayacağı konularında uzun uzun dinî ve ahlakî nasihatlerde bulunmaktadır. 143
Meclisî, LXXIV, 396. Ayrıca bk. Meclisî, LXVIII, 86; LXIX, 315; LXX, 297.
Şeyh Müfîd, Ebû Abdillah Muhammed b. Muhammed (413/1022), el-İhtisâs thk. M. Zerendî – A. E. Gıfari, Silsiletu Müellefatiş-Şeyh el-Müfîd: 12, Beyrut 1993, s. 231; Meclisî,
LXVIII, 288.
141
Şeyh Müfîd, el-İhtisâs, s. 229; Meclisî, LXVIII, 287.
142
Bk. Nüveyrî, V, 309; Meclisî, LXXVII, 318-320.
143
Bk. İbn Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed (328/939), Kitâbü’l-İkdi’l-Ferîd, thk. Ahmed
Emin vd., Kahire 1969, III, 156-158.
139
140
45
“Kim seni terbiye etti?” sorusuna Muhammed b. Hanefiyye’nin, “Rabbim beni nefsim konusunda terbiye etti. Akıl ve basiret
sahiplerini takip ettim ve onların yaptıkları güzel şeyleri yaptım. Cahillerde gördüğüm kötü şeylerden de uzaklaşarak adeta onlardan kaçtım.
İşte bu, beni ilmin hazinelerine ulaştırdı.” 144 şeklindeki cevabı aslında
onun, babasının yukarıdaki tavsiyelerine nasıl uyduğunu ve neticede nasıl başarıya ulaştığını ifade ediyor.
Kısacası İbnü’l-Hanefiyye, çocukluk ve gençlik yıllarını hem
maddî hem de manevî anlamda bolluk ve refahın zirvede olduğu
Hz. Ömer’in son yarım dönemi ile Hz. Osman’ın ilk yarım dönemi
arasında geçirmiş ve bu olanaklardan oldukça faydalanmış ve
kendini yetiştirmiştir.
B. İç Savaş Dönemi
Hz. Osman’ın katli sürecini hazırlayan olayların başladığı
andan, Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye devrettiği zamana kadar
süren ve İbnü’l-Hanefiyye’yi babasının yanında savaş meydanlarında boy gösterirken bulduğumuz bir dönemdir.
Üçüncü halife Hz. Osman döneminde İslâmî fütuhat zirveye
ulaşmıştı. Doğuda İslâm orduları Türkmenistan’a ilerlerken, batı
cephesinde Kuzey Afrika fetihediliyordu. Bu fetihler sırasında
Afrika ve Asya’da yapılan savaşlarda birçok ganimet elde edilmiş
ve gerçekten İslâm devleti, ekonomik bakımdan çok güçlü bir
duruma gelmişti. Ne varki bir devlet, ne kadar büyük olursa sorunları da o derece çok oluyor. Ayrıca, bu derece büyük bir devleti ayakta tutabilmek için güçlü bir ekonominin tek başına yeterli
olmayacağı da bir gerçektir. İstikrarı sağlamak için aynı zamanda
güçlü idarecilere ihtiyaç vardır ki Hz. Osman’ın son senelerinde,
144
Meclisî, II, 265.
46
valileri kendilerinden beklenen otoriteyi sağlayamadılar. Bu sorunlar, sadece yönetim zafiyeti ya da valilerin yetersizliği ile sınırlı değildi kuşkusuz. Yetişen yeni nesil ile ashâb-ı kirâm arasıdaki yaşantı farkının yanı sıra dinî, kültürel, sosyal ve siyasal
alanda yaşanan değişim, fetih hareketlerinin durmasından sonra
kabileler arasındaki eski asabiyetin canlanması ve aralarındaki
rekabetin artması, fethedilen topraklarda yaşayan milletlerin
Müslümanlardan intikam alma düşüncesiyle yürüttükleri faaliyetler, Hz. Osman’ın verdiği kararların suistimal edilmesine neden
olabilecek halim bir yapıya sahip olması ve yönetimde akrabalarına fazla güvenerek onlara önemli mevkilerde paye vermesi gibi
hususlar sayılabilir. 145
Gün geçtikçe gerginlikler artmış ve yönetimden şikayetçi
olanlar, başta İbnü’l-Hanefiyye’nin babası Hz. Ali olmak üzere ileri
gelen ashaba şikayetlerini iletiyorlardı. Bu şikayetlerin halifeye
iletilmesinde onun da aracı olduğunu görüyoruz. İbnü’lHanefiyye’nin anlattığına göre babası, şikayet konusu yapılan
hususlardan birini ihtiva eden bir mektubu, onun eline vererek:
“Git şu mektubu Osman’a ver ve ona içinde Rasulullah’ın, gelir-gider
konusundaki uygulamaları var. Ona göre hareket edersin.” demesini
istemiş. O da Hz. Osman’a mektubu götürmüştür. Ancak Hz. Osman, rahat bırakılmalarını isteyerek onu geri çevirmiş. Geri dönen İbnü’l-Hanefiyye’ye Hz. Ali, artık yapacak bir şey olmadığını
ifade ederek o mektubu aldığı yere koymasını söylemiştir. 146
Demircan, Râşid Halifeler Dönemi, s. 54-55. Hz. Osman’a yöneltilen eleştiriler için bk. İbn
Ebî Bekir, Muhammed b. Yahya el-Endelüsî (741/1340), et-Temhîd ve’l-Beyân fî Makteli’şŞehîd Osman b. Affân, thk. Kerem Hilmî, Kahire 2002, s. 160-188; Demircan, Adnan, “Üçüncü Halife Osman’a Yöneltilen Bazı Eleştirilere Bâkıllânî’nin Cevapları”, İSTEM, sy. 8, 2006,
s. 9-20.
146
İbn Ebî Bekir, s. 356. Ayrıca bk. Muhib et-Taberî, er-Riyâdu’n-Nadire fî Menakibi’l-Aşere,
Beyrut 1983, III, 39.
145
47
Neticede olaylar patlak vermiş ve halifenin evi kuşatılmıştır. Bu kuşatma sırasında başta Hz. Ali olmak üzere ileri gelen
ashâb, çocuklarıyla birlikte onu korumaya çalışmışlardır. Hatta bu
hengamede Hz. Hasan ile Hüseyin, yara almış ve üstleri başları
kan revan içinde kalmıştı. 147 Hz. Ali, Hz. Osman’ı korumak ve isyancıları ikna edip geri çevirmek için gayret ettiği halde Hz. Osman’ın kâtibi Mervân b. Hakem, onu suçlamış ve aralarında bir
itiş kakış yaşanmıştı. O sırada İbnü’l-Hanefiyye, babasının yanındaydı. O da babasına yardımcı olmaya çalışmış ve babasının üzerine giden Mervân’ı kemerinden tutup geri çekmiş ve onları birbirinden ayırmıştı. 148
Kırk gün kuşatma altında kalan 81 yaşındaki Hz. Osman, sonunda aralarında Muhammed b. Ebî Bekir’in de bulunduğu bir
grup tarafından Zilhicce 35 (Haziran 656) yılında öldürüldü. 149
Cenazesi üç gün ortada sahipsiz kalmış, kokmaya başlayınca da
gece vakti dört kişi tarafından alınıp Müslüman mezarlığı dışına
gömülmüştü. 150 Ayrıca bu dört kişiden de sadece bir kişinin, onun
cenaze namazını kıldığı ve hatta namazı kılınmadan gömüldüğü
söylenmektedir. 151
Bu trajediden sonra Hz. Ali’nin halife olması bile olayların
önünü almamış, İslâm dünyasında peş peşe İbnü’l-Hanefiyye’nin
de katıldığı Cemel, Sıffin ve Nehrevân savaşları gerçekleşmiş ve
bu çatışmalarda birçok Müslüman kanı dökülmüştür. Hz. Ali’nin
bir suikasta kurban gitmesiyle birlikte onun yerine geçen Hz.
Hasan, daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmek düşüncesiyle
Mes’ûdî, II, 353-354.
Belâzürî, III, 485.
149
Ya’kûbî, II, 176.
150
Ya’kûbî, II, 176; Taberî, s. 785; İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed (314/926), el-Fütûh,
thk. Süheyl Zekkâr, Beyrut 1992, I, 75.
151
Ya’kûbî, II, 176; İbn A’sem, I, 78.
147
148
48
hakkından feragat ederek hilâfeti Muâviye’ye devretmesiyle birlikte bu huzursuz ortam durulmuş ve İslâm dünyasında nispeten
sükûnet sağlanmıştır.
Bu konularla ilgili ayrıntılara daha sonraki bölümlerde değineceğimiz için sözü fazla uzatmadan şunu ifade edelim ki bu
olayların merkezinde bulunun Muhammed b. Hanefiyye, bu dönemde yaşanan hadiselerden çok etkilenmiş ve bu yaşadıklarından ders çıkarmış olmalıdır. Başka bir ifade ile bu hadiseler, onun
daha sonraki dönemlerde takip edeceği yolu belirlemesinde mihenk taşı rolü oynamıştır. Onun içindir ki daha sonraları onun,
mevcut yönetimlerle ters düşmemeye çalıştığı ve İslâm dünyasını
parçalayacak ve Müslümanları bir iç çatışmaya sürükleyecek tutum ve davranışlardan kaçındığı görülecektir.
C. Birlik Dönemi
Bu dönem, hilâfetin Emevîlere geçişiyle başlayan ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesine kadar devam eden bir süreçtir.
Yaklaşık yirmi sene süren bu dönemde Muhammed b. Hanefiyye,
Medine’ye gitmiş ve oraya yerleşmiştir. O sıralarda Irak ve Şam
topraklarında meydana gelen siyasî çalkantılardan uzak durarak
kendini ibadet ve ilme vermiştir. 152
Hz. Ali, vefat edeceği zaman yaptığı vasiyetinde mallarını
çocukları arasında paylaştırmış, çocuklarının hemen hepsinin
hissesini Hz. Hasan’ın tasarrufuna bırakırken, muhtemelen rüştüne ve zekâsına güvenmesi nedeniyle İbnü’l-Hanefiyye’nin mirastaki payını müstakil olarak kendisine vermişti. 153 Öyle anlaşılıyor
ki İbnü’l-Hanefiyye, mirastan payına düşen Medine yakınlarındaMüsnid, Abdullah b. Ali, el-Aleviyyûn ve’l-Abbasiyyûn ve Davetu Âli’l-Beyt, Kahire 1991, s.
25.
153
Huî, XVIII, 316.
152
49
ki bir çiftlikte Hz. Ali’nin diğer çocuklarından bağımsız, kendi
başına hayatını sürdürmüştür. 154
Bu dönemde İbnü’l-Hanefiyye, Muâviye ile iyi ilişkiler kurdu. Hatta Muâviye’nin Bizansla düzenlediği sportif faaliyetlere
katıldı. Güç gösterilerinin yapıldığı bu müsabakalarda rakibini
yenerek Muâviye’nin takdirini kazandı. 155
Ayrıca Muâviye’nin, oğlu Yezîd’in veliahtlığı için biat aldığı
bu dönemde Muhammed b. Hanefiyye, onunla Medine’de yaptığı
görüşme sırasında ona zorluk çıkarmadı. Hatta O, Muâviye’nin
Yezîd için yaptığı biat teklifini kabul ettiği gibi, onun ölümünden
sonra başa geçen Yezîd’e de zorluk çıkarmadı. Bu tutumu nedeniyle hem Muâviye, hem de Yezîd tarafından sürekli takdirle
anıldı, atiyye ve ikramlarına nail oldu. 156
D. Fitne Dönemi
Bu dönem, Kerbela faciasıyla patlak veren ve İslâm dünyasını ikinci defa kaos ortamına sürükleyen olayların baş gösterdiği
zamandan itibaren başlayan ve Abdullah b. Zübeyr’in katline kadar devam eden, İbnü’l-Hanefiyye’nin de en zor dönemini yaşadığı ve neredeyse barınacak yer bulamadığı bir süreçtir.
Yezîd b. Muâviye, babasının ölümünden sonra İslâm devletinin başına geçmişti. Hicaz bölgesinde adına biat alınması için
emirname göndermiş ve özellikle Hüseyin b. Ali ile Abdullah b.
Zübeyr’in biatlerinin derhal alınması vurgulanmış, fakat her ikisi
de Mekke’ye kaçmayı başarmıştı. Mekke’ye giden Hz. Hüseyin,
Kûfe’den gelen çağrılara, bütün uyarılara rağmen icabet etmiş ve
Bk. Dîneverî, s. 205.
İbn Hallikân, IV, 171.
156
Müsnid, s. 25-27; Öz, agm., s. 537-538.
154
155
50
bu yolda öldürülmüştü. 157 Daha sonra ilgili bölümde üzerinde
ayrıntılı bir şekilde durulacağı gibi bu hadiseyle birlikte bumerang kutusunun kapağı açılmış ve meşum olaylar zinciri birbirini
takip etmeye başlamıştır.
Bu dönemde İbnü’l-Hanefiyye, kendini birdenbire baş döndüren olayların içinde bulmuştu. Benî Hâşim’den bir kişinin halife
seçilmesi beklentisi içinde olanlar, Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra gözlerini ona dikmişti. Fakat onun ise Yezîd’e verdiği
ahdi bozmak gibi bir niyeti yoktu. Bu sırada fırsattan istifade etme gayretinde olan İbn Zübeyr, çalışmalarına başlamış ve nispeten amacına ulaşmıştı.
Abdullah b. Zübeyr, Benî Hâşim’in ileri gelen şahsiyetlerinden Muhammed b. Henefiyye ve Abdullah b. Abbâs’tan kendisine
biat etmelerini istedi. Zira her ikisi de önündeki en büyük engellerdendi. Fakat onlar, İslâm dünyasında birlik ortamı sağlanmadıkça kimsenin tarafında yer almayacaklarını ifade ederek, bu
teklifi nazikçe reddetmişlerdi. İbn Zübeyr, bu tutumlarına ilk önceleri ses çıkarmadı. Ancak siyasî istikbal peşindeki Muhtâr b. Ebî
Ubeyd es-Sekafî, Kûfe’de İbnü’l-Hanefiyye adına hareket ettiği
iddiasıyla dengeleri onun aleyhine çevirince Benî Hâşim’i, özellikle de kendisi için bir rakip olarak görmeye başladığı İbnü’lHanefiyye’yi sıkıştırmaya başladı. Hatta onları tutuklayıp attığı
zindanda üzerlerine odun yığdırdı ve biat etmedikleri takdirde
onları yakmakla tehdit etti. İbn Zübeyr, bu tehdidini gerçekleştirmede kararlı görünüyordu. Bu durum, İbnü’l-Hanefiyye ve
beraberindekileri ciddi anlamda korkutmuştu. Çare olarak,
Kûfe’de bulunan taraftarlarından gizlice yardım istediler. Gelen
yardım isteğini memnuniyetle karşılayan Muhtâr, onları kurtar157
Bk. Taberî, s. 970-994; İbnü’l-Esîr, s. 500-509.
51
mak için hiç beklemeden peş peşe gruplar halinde dört bin kişilik
bir kuvvet gönderdi. Ebû Abdullah el-Cedelî komutasındaki bu
güçler, İbnü’l-Hanefiyye ve beraberindekileri hemen bulundukları
yerden çıkardılar. Bu kuvvetler, İbn Zübeyr kuvvetleriyle çarpışarak onu ortadan kaldırmak için İbnü’l-Hanefiyye’den izin istediyse de ilgili bölümde üzerinde duracağımız üzere o, barışçıl prensipleri gereği onların bu teklifini geri çevirdi ve bir olaya sebebiyet vermemek için hemen onlarla birlikte Mina’ya, oradan da
Taif’e geçti. 158
Taif’e gittikten sekiz gün sonra Abdullah b. Abbâs vefat
eder. Onun ölümü üzerine “Bu ümmetin rabbânîsi öldü” 160 diyerek
üzüntüsünü ve ona olan takdirlerini ifade eden İbnü’l-Hanefiyye,
onun cenaze namazını kıldırır ve üç gün kabri başında taziye çadırı açar. 161
159
Hicrî 63-67 (682-686) yılları arasında hac emirliği görevini
İbn Zübeyr üstlenmişti. 68/687 yılında ise Harem bölgesinde dört
bayrak dalgalanıyordu. 162 Mekke’de bulunan İbn Zübeyr, hac ibadetini başlatıp taraftarlarıyla birlikte Arafat’a çıkmış; diğer yandan onun rakipleri Haricilerden Necdet b. Âmir el-Hanefî, taraftarlarıyla Arafat’ın başka bir yerine yerleşmiş; Benî Ümeyye, başka bir sancak altında beraberindekilerle Arafat’a durmuşlardı. 163
İbnü’l-Hanefiyye de Taif’ten yola çıkarak, 164 kendisini İbn Zübeyr’in elinden kurtaran o dört bin kişilik gurubuyla birlikte ayrı
Bk. İbn Asâkir, LIV, 337-340; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 184-186; İbn Kesîr, VI,
155-156.
159
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 295.
160
Hâkim en-Nîsâbûrî, III, 543.
161
Fâkihî, II, 345.
162
Ya’kûbî, II, 268.
163
İbn Asâkir, LIV, 340.
164
İbn Asâkir, LIV, 340.
158
52
bir sancak altında hac yapmak üzere Mina’nın sol tarafına yerleşmişlerdi. 165
Bu manzara, o zaman İslâm dünyasında vuku bulan parçalanmışlığın bir özetiydi. Birbirine düşman dört ayrı grup bir araya
gelmiş, aralarında bir çatışma çıkması an meselesiydi. Bu ihtimalin gerçekleşmesi korkusuna kapılan Muhammed b. Cübeyr, bir
âlimin toplumsal çözülmelerde nasıl bir rol üstlenebileceğini göstererek her dört gurubu tek tek ziyaret etmiş ve aralarında bir
kavganın çıkmaması için gayret sarf etmişti. 166
Çalışmalarına Muhammed b. Hanefiyye ile başlayan İbn
Cübeyr, ona kutsal bir bölgede olduklarını ve insanların Beytullah’ı ziyarete gelmiş Allah’ın misafirleri olduklarını hatırlatarak
haclarını ifsad edecek bir davranışta bulunmamasını istedi. İbnü’l-Hanefiyye de cevap olarak böyle bir arzusunun olmadığını,
ne kendisinin ne de taraftarlarından birinin hiç kimseyle Beytullah’ın arasına girmek istemediğini, sadece İbn Zübeyr’e karşı kendisini savunan bir kişi olduğunu, yoksa kensine yönelik bir saldırı
olmadıkça hiç kimseyle çatışmak istemediğini söylemiş ve İbn
Cübeyr’den İbn Zübeyr’e gidip konuşmasını, Necdet b. Âmir’e de
dikkat etmesini istemişti. İbn Zübeyr, yanına gelen bu elçiye herkes kendisine biat ettiği halde bunların ihtilaf çıkardığını, ama
yine de onlarla herhangi bir çekişmeye girmeyeceğini bildirmişti.
Ardından da Haricileri ve Benî Ümeyye’yi ziyaret etmiş, onlar da
kendilerine bir saldırı olmadıkça bir taşkınlık çıkarmayacaklarını
söylemişlerdi. Bu ziyaretlerin neticesinde bir değerlendirmede
bulunan Muhammed b. Cübeyr, en sakin gurubun İbnü’l-
İbn Sa’d, V, 103; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 120.
Har’ân, Abdullah b. Abdurrahman (1423/2002), Eserü’l-Ulemâ fi’l-Hayâti’s-Siyâsiyyeti fi’dDevleti’l-Ümeviyye, Riyad 1424, s. 439-440; Kurûn, s. 1477.
165
166
53
Hanefiyye’nin ashabı olduğunu ifade etmiş ve vakfesini onların
yanında tamamlamıştı. 167
Bu bölünmüşlük, aslında Muhammed b. Hanefiyye’nin sinirlerini bozmuş ve ağzından “Ben, Rasulullah’tan başka hiç kimsenin
kurtulduğuna, Cennetlik olduğuna şahitlik etmem, babama bile!..” 168
gibi sözler söylemesine sebep olmuştu. Etrafındaki insanlar da
şaşkın bir şekilde: “Kim Ali gibi olabilir ki!” diyerek Hz. Ali’nin İslâm
dini uğruna yaptığı fedakârlıkları anımsıyor ve içinde bulundukları bu zor durumu anlamaya çalışıyorlardı. 169
Söz konusu ihtilaf, tarafların hac ibadetindeki uygulamalarına da yansımıştı. Arafat’tan ilk önce, Muhammed b. Hanefiyye
inmişti. İbn Zübeyr ise o akşam, ancak Abdullah b. Ömer’in ısrarı
üzerine Arafat’tan inmişti. İbnü’l-Hanefiyye, Necdet ve Benî
Ümeyye Arafat’tan ayrıldıkları halde İbn Zübeyr’in ağır davrandığını gören İbn Ömer: “İbn Zübeyr, cahiliyye dönemini mi arıyor?”
deyip Arafat’tan inmiş. İbn Zübeyr de onu takip etmek durumunda kalmıştı. İbn Zübeyr’in bu davranışı Muhammed b. Hanefiyye’ye iletildiğinde, “İbn Zübeyr, Muhammed, acele etti diyormuş. Karanlık basınca Arafat’tan ayrılmak gerektiğini kimden öğrenmiş o!..”
diyerek onu eleştirmişti. 170
Bu arada Muhtâr’ın öldürülmesiyle birlikte İbn Zübeyr’in,
İbnü’l-Hanefiyye üzerindeki baskılara tekrar başladı. İbn Zübeyr’in bu baskısından haberdar olan Abdülmelik, İbnü’lHanefiyye’ye haber göndererek, herhangi bir şarta bağlı olmaksızın yanına gelmesini ve istediği yere yerleşmesini teklif etti. İbn
Zübeyr ise kendisine biat ettirmeden onu serbest bırakmak isteBk. İbn Sa’d, V, 104; İbn Asâkir, LIV, 340-341; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 120.
Bk. İbn Sa’d, V, 94.
169
Kurûn, s. 1477.
170
İbn Sa’d, V, 103.
167
168
54
miyordu. Ancak kardeşi Urve b. Zübeyr’in, “Onun başına bir iş gelecekse Abdülmelik’ten gelsin” yönündeki tavsiyesi üzerine onu serbest bıraktı. Abdülmelik’in yanına Dımaşk’a doğru yola çıkan İbnü’l-Hanefiyye, Eyle’de iken onun sözünden döndüğü haberini
aldı. Abdülmelik, gördüğü lüzum üzerine ondan ya biat etmesini
ya da topraklarını terk etmesini istiyordu. O da beraberindeki
yedi bin taraftarını dağıttı ve geriye kalan dokuz yüz kişiyle Mekke’ye geri döndü. 171
Bu noktada İbnü’l-Hanefiyye’nin nasıl hareket ettiği konusu
ihtilaflıdır. Bu olaylar sırasında İbnü’l-Hanefiyye’nin yanında
olduğunu söyleyen Ebû Hamza’ya göre Muhammed b. Hanefiyye,
Eyle’den Mekke’ye geri dönünce İbn Zübeyr’in süvarileri önünü
keserek onun Mekke’ye girmesine izin vermemiştir. O da bunun
üzerine Medine’ye gitmiş ve Haccâc’ın İbn Zübeyr’i öldürüp bölgeden ayrılmasına kadar burada kalmıştır. Haccâc’ın Mekke’den
ayrılarak Kûfe’ye dönmesinden sonra İbnü’l-Hanefiyye, gelip haccını kaza etmiş ve tekrar Medine’ye dönmüştür. Üç ay burada
kaldıktan sonra da vefat etmiştir. 172
Ebû Hamza, o sırada İbnü’l-Hanefiyye’nin üzerinden bitlerin saçıldığına şahit olduğunu ifade ediyor. Bu kirliliğin gerekçesi
olarak da birkaç sene devam eden bu süre zarfında onun ihramdan çıkmaması gösteriliyor. 173 Her ne kadar Zehebî, bu rivayetin
sahih olduğunu söylüyorsa da; 174 böyle bir şeyin olabileceğine
hem şer’î hem de aklî gerekçelerle ihtimal vermiyoruz. Nitekim,
İbn Sa’d’ın aktardığı bir rivayette İbnü’l-Hanefiyye’nin, özellikle
İbn Sa’d, V, 105-109; İbn Asâkir, LIV, 349-350; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 123-125.
İbn Sa’d, V, 108-109; İbn Asâkir, LIV, 350-351; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 124-125.
173
Bk. İbn Kesîr, VI, 156.
174
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 190.
171
172
55
Bayram ve Cuma günleri ile halkın bir araya geldiği toplantılara
katılacağı zaman mutlaka yıkandığı söylenmektedir. 175
Ebu’t-Tufeyl’in anlattığına göre ise İbnü’l-Hanefiyye, Medyen’den geri dönmüş, Mina’da iki üç gün kaldıktan sonra İbn Zübeyr’in çıkış emri vermesi üzerine Taif’e gitmiş ve 72/691 senesinde Haccâc’ın gelişine kadar orada kalmıştır. Fakat İbnü’lHanefiyye, İbn Zübeyr’in kuşatıldığı o sene hac için Taif’ten ayrılır ve hacdan sonra kendi mahallesine gidip yerleşir. 176 Makrîzî de
onun, Eyle’den ayrıldıktan sonra Mekke’ye geri döndüğünü ve
kendi mahallesine yerleştiğini söylemektedir. Ona göre İbn Zübeyr, geri dönen İbnü’l-Hanefiyye’ye tekrar haber yollayarak ondan kendisine biat etmesini istemiş ve hatta onları biat etmeye
zorlamak için o zamanlar Kûfe valisi olan kardeşi Mus’ab’a haber
göndererek İbnü’l-Hanefiyye’nin ileri gelen yandaşlarının oradaki
hanımlarını şehirden sürgün ettirmiştir. 177
Makrîzî, hac mevsimi girince İbn Zübeyr’in hac ibadeti bitinceye kadar onu rahat bıraktığını söyler. Nefir günü, İbn Zübeyr, ona tekrar haber gönderir ve derhal şehri terketmesini emreder. 178 Bizce Makrîzî’nin bu tespiti, gerçeğe daha yakındır. Zira
İbn Zübeyr’in muhalif de olsa bir Müslümanın hac görevini yapmasına engel olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Kaldı ki İbn Zübeyr, daha sonraki senelerde Haccâc tarafından kuşatılmış olmasına rağmen insanların hac ibadetini yapmalarına müsaade etmiş
ve Ebu’t-Tufeyl’in yukarıda ifade ettiği gibi İbnü’l-Hanefiyye, o
şartlarda bile hac görevini yapma olanağını bulmuştur.
İbn Sa’d, V, 115.
İbn Sa’d, V, 109.
177
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 291.
178
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 291.
175
176
56
Bu arada, İbnü’l-Hanefiyye’nin kendisini İbn Zübeyr’in
elinden kurtaran birlikleri gönderen Muhtâr es-Sekafî’nin yanına,
Kûfe’ye gitmek istediği söylenmektedir. Ancak onun Kûfe’ye gelmesi durumunda kurduğu düzenin bozulmasından korkan Muhtâr, bir hileye başvurur ve taraftarlarına “Mehdî” olarak tanıttığı
İbnü’l-Hanefiyye’nin çarşının ortasında bir adam tarafından kılıç
darbesiyle vurulacağını ve onun bundan hiçbir zarar görmeyeceğini söyler. Onun bu iddialarını haber alan İbnü’l-Hanefiyye de
başına bir iş gelmesinden çekinerek Kûfe’ye gitmekten vazgeçer. 179
E. İlim-İrfan Dönemi
İbn Zübeyr’in katlinden sonra Abdülmelik b. Mervân’ın tekrar Emevî iktidarını hâkim kılması ve İslâm dünyasında birliğin
yeniden sağlandığı süreçle başlayan dönemdir.
İbnü’l-Hanefiyye, daha önceki dönemde İslâm dünyasında
birliğin sağlanamadığı gerekçesiyle herhangi bir tarafı desteklememiş ve kimseye biat etmemişti. Abdülmelik b. Mervân rakliplerini bertaraf edip İslâm dünyasının tek hâkimi olarak ortaya çıkınca artık İbnü’l-Hanefiyye’nin ona biat etmekten başka bir çare
ve gerekçesi kalmamıştı. İbnü’l-Hanefiyye, hem kendisi hem de
etrafındakilerin can ve mal güvenliğini garanti altına aldıktan
sonra Abülmelik adına Haccâc b. Yusuf’a biat etti. 180 Hatta biatten
sonra Abdülmelik’i Dımaşk’ta ziyret etmiş ve onun ikram ve atiyyelerini kabul ederek Medine’ye geri dönmüştür. 181
İbn Asâkir, LIV, 323.
İbn Kesîr, VI, 156.
181
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 294.
179
180
57
Bu ziyaretten sonra İbnü’l-Hanefiyye, Medine’ye yerleşti ve
vefatına dek orada kaldı. 182 O sıralar Ebân b. Osman, Medine valisidir ki bu dönem, özellikle Hicaz bölgesi için tam anlamıyla bir
ilim-irfan dönemidir. 183 Muhtemelen, İbnü’l-Hanefiyye, bu süreçte talebe yetiştirmekle meşgul olmuş, siyasetten uzak, sessiz ve
sakin bir ömür geçirmiştir. Zira bu dönemde, artık onun isminin
yaşanan siyasî hadiselerle birlikte anıldığını hiç görmüyoruz.
Muhammed b. Hanefiyye Medine’de eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürdüğü bir mekâna dahipti. Muhtemelen o, söz konusu yeri bu dönemde açmıştır. Ali Sâmî en-Neşşâr’ın iddiasına
göre araştırmacıların daha önce önemini fark edemediği bu eğitim-öğretim merkezi, İslâm tarihindeki en büyük ilim halkalarından biri idi. Hatta İslâm tarihindeki bütün ayrılıkçı fikirler bu
merkezden çıkmıştır. Nitekim ircâ fikrinin onun oğlu Hasan’a,
i’tizâl fikrinin de oğlu Ebû Hâşim’e nispet edilmesinin bir gerekçesi de bu olsa gerek. 184
Neşşâr’a göre, Keysâniyye’yi besleyen fikirler, bu mektepten zuhur ettiği gibi Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî de bu mektebin öğrencilerindendir, tıpkı Mu’tezile’nin şeyhi Vâsıl b. Atâ’nın,
bu okuldan mezun olması gibi. Hasan el-Basrî’nin medresesiyle
bir mukayese yapan Neşşâr, İbnü’l-Hanefiyye’nin açtığı okulun
çok daha büyük olduğu ve bu okuldan muhalif fırkalar, zıt görüşler ve garip fikirlerin zuhur ettiği iddiasındadır. 185
Seyyid Hasan Kurûn da İbn Zübeyr’in ölümünden sonra
Medine’ye dönen Muhammed b. Hanefiyye’nin, orada kendisine
Hatîbü’l-Havârizm, el-Muvaffak b. Ahmed (568/1173), Maktelü’l-Hüseyn, thk. Muhammed
Semâvî, Kum 1418, II, 288.
183
Bedr, I, 388-399.
184
Neşşâr, Ali Sâmî, Neşetu’l-Fikri’l-Felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, II, 54.
185
Neşşâr, II, 55.
182
58
bir ev yaptırdığını ve sık sık yanına gelip giden taraftarlarına ilim,
verâ ve Şîa devletinin müjdesini verdiğini söylemektedir. Ona
göre, İbnü’l-Hanefiyye, 81/700 yılında ruhunu teslim edinceye
kadar Medine’de, her taraftan gelip etrafında halkalar oluşturan
insanlara ilim ve tecrübelerini aktarıyordu. 186
İbnü’l-Hanefiyye’nin bu dönemde ilmî çalışmalara olan
katkısı yönünde Neşşâr ve Kurûn’un söylediklerine katılıyoruz.
Fakat onun ibtidai şekliyle ders halkaları niteliğinde olduğunu
düşündüğümüz ilmî faaliyetlerinin, ayrılıkçı fikirlere kaynaklık
ettiği düşüncesine katılmadığımızı belirtmek istiyoruz. Doğrudan
veya dolaylı olarak onun ilminden istifade etmiş kişilerin öncülük
ettiği düşünce ve akımların varlığı muhakkaktır. Ancak ondan
ders almış ve bir şekilde onunla irtibat kurmuş olan bu kişilerin
ileri sürdükleri her fikri ona mal etmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz.
V. Evlilikleri ve Nesli
A. Eşleri
Kaynaklarda İbnü’l-Hanefiyye’nin, dört eşi ve çocuk doğurmuş olması hasebiyle “ümmüveled” olarak tabir edilen iki
cariyesinin varlığından söz edilmektedir.
1. Cemal bnt. Kays b. Mahreme b. Muttalib b. Abdimenaf.
Hasan’ın annesidir. 187
2. Müsria bnt. Abbâd b. Şeybân. Benî Hâşimle anlaşmalı
Mudar kabilesinden olup İbrahim’in annesidir. 188
Kurûn, s. 1480.
İbn Sa’d, V, 92; Zübeyrî, s. 75; Belâzürî, III, 464.
188
İbn Sa’d, V, 92; Zübeyrî, s. 76; Belâzürî, III, 464.
186
187
59
3. Berre bnt. Abdurrahman b. Hâris b. Nevfel. Kâsım, Abdurrahman ve Ümmü Ebîhâ’nın annesidir. 189 Zübeyrî, bu hanımın
adını “Şehbâ” olarak vermekte ve onun çocukları arsında Ümmü’l-Kâsım, Rukiyye ve Habbâbe’yi de zikreder. 190
4. Ümmü Cafer bnt. Muhammed b. Cafer b. Ebî Tâlib. Cafer
el-Asgar ve Avn’ın annesidir. 191 İbn Sa’d, bu hanımın çocukları
arasında Abdullah el-Asgar’ı da zikreder. 192
5. Naile adlı bir ümmüveled. 193 Ebû Hâşim Abdullah, Ali,
Hamza, ve Cafer el-Ekber’in anneleridir. 194
6. İsmi kaynaklarda geçmeyen başka bir cariye. Kendisinden Abdullah ve Rukiyye’nin annesi olarak bahsediliyor. 195
Ulaşabildiğimiz kaynaklarda geçen verilere dayanarak isimlerini sıraladığımız bu eşleri, İbnü’l-Hanefiyye’nin çocukları sayılırken söz konusu edilmişlerdir. Dolayısıyla hiç çocuk sahibi olmamış ve kaynaklarda ismi geçmeyen başka eş ve cariyelerin de
olması muhtemeldir.
B. Nesli
İbnü’l-Hanefiyye’nin, akranlarına nazaran az çocuk sahibi
olduğu söyleniyor. 196 Kaynaklarda çocuklarının sayısıyla ilgili
verilen rakamlar ve verilen çocuk isimleri muhteliftir. Makdisî ve
İbn Sa’d, V, 92.
Zübeyrî, s. 75-76. Ayrıca bk. Belâzürî, III, 465.
191
İbn Sa’d, V, 92; Zübeyrî, s. 76; Belâzürî, III, 464. Ayrıca bk. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed
Abdullah b. Müslim (276/889), el-Meârif, thk. Servet Ukkâşe, Kahire 1981, s. 216.
192
İbn Sa’d, V, 92.
193
Zübeyrî, s. 75; Belâzürî, III, 464.
194
İbn Sa’d, V, 92; Belâzürî, III, 464.
195
İbn Sa’d, V, 92.
196
İbn İnebe, s. 433.
189
190
60
İbn Tiktakâ, onun sekiz çocuğunun olduğunu ifade ederken; 197 İbn
İnebe bu sayıyı, on dördü erkek olmak üzere yirmi dörde çıkarır.
Fakat, birkaç tanesi dışında isimlerini zikretmez. Yine İbn Hazm,
yedi erkek çocuğun ismini zikrederken, 198 İbn Kuteybe ve Mes’ûdî,
on erkek ismine yer veriyor. 199 İbn Sa’d, Zübeyrî, Belâzürî, Makrîzî, Sıbt İbni’l-Cevzî ve muâsır âlimlerden Mahmûd Şâkir, İbnü’lHanefiyye’nin on dört çocuğunun ismini zikretmişlerdir. Ancak
bu çocuklardan kaçının erkek, kaçının kız olduğu konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. 200
Konuyla ilgili en kapsamlı bilgiyi ise hicrî beşinci asır neseb
ulemâsından İbnü’s-Sûfî lakabıyla bilinen Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Alevî vermektedir. İbnü’s-Sûfî, on tanesi kız olmak
üzere toplam yirmi dört çocuğunun isimlerini teker teker saymış
ve varsa onların da çocukları ile ilgili kısa da olsa bilgi vermiştir. 201 Onun verdiği malumat ile birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin kaynaklarda ismi geçen çocuk sayısı, on biri kız olmak üzere yirmi
sekize çıkmış oluyor. Biz de başta İbnü’s-Sûfî’nin verilerinden
faydalanmak suretiyle İbnü’l-Hanefiyye’nin kız ve erkek çocuklarına ayrı ayrı yer vererek kaynaklarda haklarında verilen bilgileri
paylaşacağız. Bu arada bu çocuklardan ismi farklı bir şekilde verilmek suretiyle mükerrer olarak sayılanların olabileceğini ifade
edelim.
a. Kız Çocukları:
Makdisî, s. 146; İbn Tiktakâ, Muhammed b. Ali (709/1309), el-Asîlî fî Ensâbi’t-Talibiyyîn,
thk. Mehdî er-Recâî, Kum 1418, s. 324.
198
İbn Hazm, Ali b. Ahmed (456/1064), Cemheretü Ensâbi’l-Arab, thk. A. M. Harun, Kahire
1982, s. 66.
199
İbn Kuteybe, el-Meârif, s. 216; Mes’ûdî, III, 123.
200
Bk. İbn Sa’d, V, 92; Zübeyrî, s. 75-76; Belâzürî, III, 464-465; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 298;
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 269; Mahmûd Şâkir, Râbiu’r-Râşidîn Ali b. Ebî Talib ve Üsretuhu, Beyrut
1997, s. 494-495.
201
Bk. İbnü’s-Sûfî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Alevî en-Nessâbe (h. 5. asır), el-Mecdî fî
Ensâbi’t-Tâlibiyyîn, thk. Ahmed el-Mehdî – Mahmud el-Maraşî, Kum 1409, s. 223-225.
197
61
1. Ümmü Ebîhâ, 2. Rukiyye, 202 3. Habbâbe, 203 4. Ümmü’lKâsım, 204 5. Berîke, 6. Ümmü Seleme, 7. Hammâde, 8. Aliye, 9. Esmâ, 10. Cemâne, 11. Rayta. 205
b. Erkek Çocukları:
1. Ebû Hâşim Abdullah, 2. Hamza, 3. Cafer el-Ekber, 4. Ali , 5.
Hasan, 6. Kâsım, 7. Abdurrahman, 8. İbrahim, 9. Cafer el-Asgar, 10.
Avn, 206 11. Abdullah el-Avsat, 207 12. Abdullah el-Asgar, 208 13. Tâlib,
14. Avn el-Ekber, 15. Ali el-Asgar, 209 16. Heysem, 210 17. Ömer. 211
İbn Kuteybe, İbnü’l-Hanefiyye’nin “Kâsım” adındaki oğlunun bir çeşit sihre kapıldığı ve Mescid-i Nebeviye giremediğini
ifade ederken; 212 İbn Hallikân, söz konusu rahatsızlığı taşıyan kişinin, “Heysem” adındaki bir oğlu olduğu bilgisini vermektedir. 213
Bu çocuklardan Ebû Abdullah Cafer el-Asgar’ın da Harre vakası
sırasında öldürüldüğü söyleniyor. 214
İbnü’l-Hanefiyye nesli, “Hanefiyûn” adıyla varlığını sürdürmüştür. 215 Zamanla çoğalarak Medine, Fars, Dımaşk, Harran,
İbn Sa’d, V, 92; Zübeyrî, s. 76; Belâzürî, III, 464-465; İbnü’s-Sûfî, s. 223; Sıbt İbni’l-Cevzî, s.
269; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 298; Mahmûd Şâkir, Râbiu’r-Râşidîn, s. 494-495.
203
Zübeyrî, s. 76; Belâzürî, III, 464-465; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 298.
204
Zübeyrî, s. 76; Belâzürî, III, 464-465; İbnü’s-Sûfî, s. 223; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 298.
205
İbnü’s-Sûfî, s. 223.
206
İbn Sa’d, V, 92; Zübeyrî, s. 75-76; Belâzürî, III, 464-465; Mes’ûdî, III, 123; İbnü’s-Sûfî, s.
223; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 298; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 269; Mahmûd Şâkir, Râbiu’r-Râşidîn, s.
494-495.
207
İbn Sa’d, V, 92; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 269; Mahmûd Şâkir, s. 494-495.
208
İbn Sa’d, V, 92; İbnü’s-Sûfî, s. 223; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 269; Mahmûd Şâkir, s. 494-495.
209
İbnü’s-Sûfî, s. 223.
210
İbn Hallikân, IV, 173.
211
Mizzî, XV, 148; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 227; Sehâvî, II, 545.
212
İbn Kuteybe, el-Meârif, s. 217.
213
İbn Hallikân, IV, 173.
214
İbnü’s-Sûfî, s. 225.
215
Bk. Kalkaşendî, Ahmed b. Ali (820/1417), Nihâyetu’l-Ereb fî Ma’rifeti Ensâbi’l-Arab, Beyrut
1984, s. 127; Kehhâle, Ömer Rızâ, Mu’cemu Kabâili’l-Arab, Beyrut 1982, I, 311.
202
62
Musul, Bağdat, Ahvaz, Vasıt, Buhara, Semerkand, Kazvin, Taberistan ve Hindistan gibi yerlere dağılmışlardır. 216
İbn Hazm, İbnü’l-Hanefiyye neslinin Cafer, Ali, Avn, İbrahim ve Kâsım ile devam ettiğini ifade ediyor. 217 İbn İnebe ise kendi dönemine kadar sadece oğlu Ali ve Harre’de katledilen oğlu
Cafer’den soyunun devam ettiğini; 218 hatta İbnü’l-Hanefiyye neslinin artık sadece Cafer’den devam ettiğini ve nesli bir süre devam
eden Ali, İbrahim ve Avn’nın inkıraza uğradığı yönünde bilgilerin
olduğunu vurguluyor. 219 Adı geçen Ali’den maksadın, Ali el-Ekber
olduğunu ifade eden İbn İnebe, onun oğlu Ebû Muhammed Hasan
b. Ali’nin âlim ve fâzıl bir kişi olduğunu ve Keysâniyye tarafından
imâm olarak kabul edildiği bilgisini vermektedir. 220
Muhammed b. Hanefiyye’nin bu çocuklarından, şöhret
bulmuş ve kaynaklarda kendilerine en çok yer verilen iki çocuğu,
“Ebû Hâşim” künyesi ile meşhur olan Abdullah ile diğer oğlu Hasan’dır. 221 Bu nedenle, kaynaklarda bu ikisi hakkındaki malumata
daha fazla yer verilmiştir. Diğerleriyle ilgili bilgi ise neredeyse
yok denecek kadar azdır. Biz de burada Abdullah ve Hasan hakkında konunun sınırlarını aşmadan biraz bilgi vererek konuyu
bitireceğiz.
Ebû Hâşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefiyye, İbnü’lHanefiyye’nin yaş itibariyle en büyük oğlu olduğu söyleniyor. 222
Doğum tarihiyle ilgili olarak diğer çocuklarında olduğu gibi kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık. İbn Sa’d, onun az sayıda
Bk. Mervezî, İsmail b. Hüseyin (614/1218), el-Fahrî fî Ensabi’t-Talibiyyîn, thk. Mehdi Recaî,
Kum 1409, s. 165-167.
217
İbn Hazm, s. 66.
218
İbn İnebe, s. 433.
219
İbn İnebe, s. 437.
220
İbn İnebe, s. 437.
221
Bürrî, II, 230.
222
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 269.
216
63
hadis rivayet ettiğini ve sika olduğunu söylüyor. 223 Kaynaklarda
genellikle ondan Şîa’nın sahibi olarak söz edilir. 224 Zira, Keysâniyye veya Haşebiyye olarak adlandırılan topluluk, babasının ölümünden sonra ona tabi olmuş ve liderleri olarak onu kabul etmiştir. 225 Bununla birlikte onun Mu’tezile’nin lideri olduğu da iddia
edilmiştir. 226 Hatta İrca konusunda ilk çalışmayı onun telif ettiği
söylenmektedir. Ancak sonraki dönemlere intikal eden, kendisine
nispet edilmiş bu minvaldeki bir çalışması mevcut değildir. 227 Bu
eser, aşağıda değineceğimiz gibi kerdeşi Hasan’a aittir. Ebû
Hâşim’in, İnsanlar arasında yayılan şöhreti ve üstün bir ilmî
mekâna sahip olması nedeniyle Süleyman b. Abdülmelik’in, ondan korktuğu ve bu yüzden 96 yılında, ziyaretine geldiği sırada,
sütüne zehir katarak ölümüne sebep olduğu iddia edilmektedir. 228
Ebû Hâşim, görüşme sonrası çıktığı Filistin yolunda öleceğini anlayınca Humeyme’ye sapmış ve orada bulunan, İbn Abbâs’ın torunu Muhammed b. Ali’ye imâmeti teslim etmiştir. 229 Soyu, kızları
vasıtasıyla devam ettiği için, 230 birçok kaynakta soyunun inkıraza
uğradığı söyleniyor. 231
İbnü’l-Hanefiyye’nin diğer oğlu Hasan b. Muhammed ise
Ehl-i Beyt ulemâsından sayılmakta olup kardeşi Abdullah’tan daha parlak bir zekâ ve üstün meziyetlere sahip olduğu söylenmektedir. 232 Sırf onunla görüşüp ilminden istifade etmek için Medine’ye gittiğini söyleyen Amr b. Dinâr, ihtilaflı konularda kendiİbn Sa’d, V, 327.
Bk. Zübeyrî, s. 75; İbn Ebî Hayseme, II, 220; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 129.
225
Bk. İbn Sa’d, V, 327; Bürrî, II, 231. Keysâniyye ve Haşebiyye hakkında daha sonraki
bölümlerde bilgi verilecektir.
226
Mervezî, s. 166.
227
Onat, Hasan, “Ebû Hâşim”, DİA, X, 146.
228
Feyyûmî, Muhammed İbrâhim, eş-Şîatü’ş-Şu’ûbiyye ve’l-İsnâ Aşeriyye, Kahire 2002, s. 311.
229
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 269.
230
Bk. Zübeyrî, s. 75; İbn Ebî Hayseme, II, 220.
231
Bk. İbn Kuteybe, el-Meârif, s. 217; Makdîsî, s. 146; İbn Hazm, s. 66; İbn Tiktakâ, s. 325;
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 129.
232
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 130
223
224
64
sinden daha bilgili birisini görmediğini ifade etmiş ve “Şu
Zührî’niz, sadece onun öğrencilerinden biri idi.” diyerek onun sahip
olduğu ilmin derecesini göstermeye çalışmıştır. Abdülvâhid b.
Eymen de onun zaman zaman evlerine misafir geldiğini ve kendisine yapılan ikramları sadece üç gün kabul ettiğini, ondan sonra
hiçbir şeyi kabul etmediğini ifade ederek onun yüksek ahlakî meziyetine işaret etmiştir. 233 Hasan’ın ircâ konusunda ilk te’lifte bulunan kişi olduğu söyleniyor, 234 ki onun günümüze kadar ulaşmış
olan konuyla ilgili “Kitabü’l-İrcâ” adlı bir çalışması mevcuttur. 235
Onun Ehl-i Beytten Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e en çok meyli olan
kişi olduğu ve “Kim, Ebû Bekir ve Ömer’i terk ederse, sünneti terk etmiş
olur” dediği söyleniyor. 236 Buharî, kardeşi Abdullah’ı daha muteber bulmakla birlikte Müslim ile ittifak ederek ondan hadis almışlardır. İmam Malik de esersinde ondan hadis nakletmiştir. 237
Halîfe b. Hayat, onun hicrî 80 veya 90 yılında vefat ettiğini söylemekle birlikte; 238 onun Ömer b. Abdülaziz döneminde öldüğü ve
neslinin devam ettiği de söylenmektedir. 239
VI. Kişiliği
Bu başlık altında, İbnü’l-Hanefiyye’nin vücut yapısı ve giyim kuşamı itibariyle şemâili ve ilmi birikimini ayrı başlıklar halinde ele alacağız.
Fesevî, Yakub b. Süfyan (277/890), Kitâbü’l-Ma’rife ve’t-Târîh, thk. Ekrem Ziya el-Umerî,
Medine 1410, I, 243-244.
234
İbn Ebî Hayseme, II, 221; İbn Asâkir, XXXII, 270; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 130.
235
Van Ess tarafından ortaya çıkarılarak tahkiki yapılan eser, Sönmez Kutlu tarafından tam
metin olarak tercüme edilerek neşredilmiştir. Bk. Kutlu, Sönmez, “İlk Mürciî Metinler ve
Kütabü’l-İrcâ”, AÜİFD, XXXVII, Ankara 1997, s. 317-331. Ayrıca bk. Bahçıvan, Seyit, “İrca
Fikri ve Ebû Hanife’nin İrcâ İle İthamına Bir Bakış”, SÜİFD, sy. 8, sn. 1998, s. 141-176; Fığlalı, Ethem Ruhi, “Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye”, DİA, XVI, 331.
236
İbn Hibbân, Meşâhîru Ulemâi’l-Emsâr, s. 62.
237
İbnü’l-Hazzâ, Ebû Abdillah, et-Ta’rîf bimen Zukire fi’l-Muvatta mine’n-Nisâ ve’r-Ricâl, thk. M.
İ. el-Mi’yâr, Suudi Arabistan 2002, III, 812.
238
Halîfe b. Hayât, II, 598.
239
Bk. İbn Ebî Hayseme, II, 221; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 269.
233
65
A. Fizikî Yönü
1. Beden Yapısı
Muhammed b. Hanefiyye, oldukça siyah bir ten rengine sahipti. Cesur ve oldukça güçlü bir yapıya sahip olduğu gibi kitap
ve sünneti de oldukça iyi bilen bir âlimdi. 241
240
İbnü’l-Hanefiyye’nin uzun boylu olmasa da pehlivan yapılı
bir vücuda sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bir müsabakada
Muâviye’nin onu yarışmacı olarak seçmesi bunun en güzel kanıtıdır. Müberred’in eserinde yer verdiği ve birçok müellifin eserlerinde ona atıfta bulunarak anlattıkları olay Muâviye’nin hilâfeti
döneminde gerçekleşmiştir.
Müberred’in anlattığına göre Rum İmparatoru, eskiden beri
sultanların karşılıklı müsabakalarda bulunmak üzere birbirlerine
yarışmacılar gönderdiklerini ve eğer kabul ederse böyle bir etkinlikte bulunmak istediklerini Muâviye’ye bildirir. Muâviye, İmparatorun bu teklifini kabul edince ona iki adam gönderir. Biri, büyük bir cüsseye sahip olup aynı zamanda uzun boylu biri idi. Diğeri de pahlivan yapılı güçlü bir kişiydi. Bunların karşısına kimleri
çıkaracağı konusunu Amr b. Âs’a danışan Muâviye, uzun boylunun dengi olarak Kays b. Sa’d b. Ubade’yi çıkarabileceklerini, ancak diğerinin karşısına kimi çıkaracağını kestiremediğini söyler.
Amr bu konuda ona, Muhammed b. Hanefiyye ile Abdullah b. Zübeyr’i tavsiye eder. O da İbnü’l-Hanefiyye’yi tercih eder. Kays b.
Sa’d, iri cüsse ve uzun boylulukta, İbnü’l-Hanefiyye ise güç gösterisi alanında rakibiyle yarışacaktı. Kays, şalvarını çıkarıp rakibine
240
241
Makdisî, s. 146. Ayrıca bk. Zuhaylî, s. 86.
Bürrî, II, 229.
66
giydirmekle onu yenmiş. Zira rakibi Kays’ın şalvarı içinde neredeyse kaybolmuştu. 242
İbnü’l-Hanefiyye ise rakibiyle güç gösterisi yapacaktı. Yarışma kurallarına göre, biri yere otururken diğeri ayakta duracak
ve biri diğerini kaldırmak ya da oturtmak suretiyle mağlup edecekti. Kendine son derece güvenen İbnü’l-Hanefiyye, rakibine
istediği pozisyonda durmasını teklif etti. Rum yarışmacı, oturmayı tercih etti. Fakat İbnü’l-Hanefiyye’nin elinden tutup onu yere
yatırmaya gücü yetmedi. Bu sefer ayakta durup İbnü’lHanefiyye’yi kaldırmak suretiyle yenmek istedi. Ancak yine başaramadı. İbnü’l-Hanefiyye ise her iki pozisyonda rakibini yenmiş,
yerde oturan rakibini ayağa kaldırdığı gibi rakibi ayakta durduğunda da onu yere oturtmayı başarmıştı. Bu yarışmada, Rum İmparatorunun gönderdiği her iki yarışmacı mağlup olarak ayrıldılar. 243
Aslında İbnü’l-Hanefiyye, bu olaydan çok daha önceleri insanları hayrete düşüren ve gönüllerini fetheden bir başarıya imza
atmıştı. Babası Hz. Ali’nin kendisine uzun gelen bir zırhı vardı. Hz.
Ali, onu kısaltması için İbnü’l-Hanefiyye’ye verir ve onu bir demirciye götürüp belirlediği yerden kestirmesini söyler. O ise, zırhı
eline alıp babasının gösterdiği yerden zırhın uzun gelen kısmını
eliyle koparıp atar. 244
İbnü’l-Hanefiyye’nin gerçekleştirdiği bu güç gösterilerinin
bir nevi efsaneleşerek dilden dile dolaşması ve insanların ondan
övgüyle söz etmesi, Abdullah b. Zübeyr’de kıskançlık krizlerine
yol açtığı söyleniyor. Aslında güç ve cesaret konusunda İbn ZüMüberred, II, 639-640.
Müberred, II, 640. Ayrıca bk. İbn Halikan, IV, 171; Yâfiî, I, 193-194; İbnü’l-İmâd, I, 89;
Hâirî, Dâiretu’l-Meârif, XVI, 363.
244
İbn Hamdûn, II, 422; Yâfiî, I, 193; İbnü’l- İmâd, I, 89.
242
243
67
beyr, ondan üstün olmasına rağmen bunlar onun yanında anlatıldığı zaman çok kızar, öfkelenir ve sinirinden titrerdi. 245
İbn Ebi'l-Hadîd de Emevîlerle Hâşimilerin faziletlerini karşılaştırıp hangilerinin daha üstün olduğunu ortaya koyma sadedinde, İbnü’l-Hanefiyyen’in başından geçen bu iki olayı artı puan
olarak Hâşimilerin hânesine kaydediyor. 246
2. Giyim Kuşamı
İbnü’l-Hanefiyye, giyim kuşamına son derece dikkat ederdi.
Genç ve zinde görünmek için saçlarıyla sakalını kına ve çivit otu
ile boyar, gözlerine sürme çekerdi. Süslü, gösterişli ve dikkat çekici elbiseler giymekten çekinmezdi. Genel teâmüllerin dışına
çıkarak yüzüğü sol eline takar, sarı renkli bir cübbe giyer ve
omuzlarına ipek karışımı bir şal atardı. Başına takke üzerine sardığı siyah bir sarık sarar, ucundan bir karış uzatır ve omuzlarından sarkıtırdı. Giyim kuşam konusunda bu derece titiz ve aykırı
davranması kaynaklarda epey tartışma konusu olmuştur.
Başta Rasulullah, Hz. Ömer ve Hz. Ali olmak üzere ilk devir
İslâm toplumunun çoğu zaman eski ve basit elbiseler giydiği ve
bunun toplumda zühdün bir işareti olarak görüldüğü bir zamanda
İbnü’l-Hanefiyye’nin, bu derece şatafatlı giyinmesi dikkatleri üzerine çekmiştir. 247
İbn Sa’d’ın anlattığına göre Süfyân b. et-Temmâr, Hac mevsiminde İbnü’l-Hanefiyye’yi Terviye günü ihramlı olduğu halde
başını kına ve çivit otuyla kaplamış bir vaziyette görmüş, 248 Süİbn Hamdûn, II, 422; İbn Halikan, IV, 170; Safedî, IV, 101; Yâfiî, I, 193.
İbn Ebi'l-Hadîd, XV, 197.
247
İbn Ebi'l-Hadîd, XVIII, 348.
248
İbn Sa’d, V, 113.
245
246
68
leyman eş-Şeybânî de onu Arafat’ta vakfe yaptığı sırada üzerinde
“hazz” ( )ﺧﺰolarak tabir edilen yün ve ipek karışımı sarı bir şal
görmüştür. 249 Nasr b. Evs, İbnü’l-Hanefiyye’nin üzerinde sarı
renkli, kirlenmiş bir cübbe gördüğünü ifade ediyor. 250 Bir başkası
da “İbnü’l-Hanefiyye’yi, gördüm. Siyah hurkânî bir sarık sarmış ve
ucundan yaklaşık bir karış kadar sarkıtmıştı.” diyor. 251
254F
25F
256F
İpek karışımı elbise giyen İbnü’l-Hanefiyye, “hazz” olarak
tabir edilen bu kumaşı giymeyenleri yadırgamış ve bunda bir
sakınca olmadığını söylemişti. 252 “Vesme” olarak tabir edilen bir
çeşit otla boyanmanın hükmünü soran bir başka kişiye, “O, biz Ehli Beytin boyasıdır.” demişti. 253
Yine kına ve çivit otunu karıştırarak hazırladığı bir boya ile
saçlarını boyatan İbnü’l-Hanefiyye’ye etrafındakilerden birisi,
“Bizim de boyanmamız gerekiyor mu?” şeklinde bir soru yöneltmiş.
Adam, ondan “hayır” cevabını alınca bu sefer ona niçin boyandığını sormuş. O da bunu “kadınlara genç görünmek için” yaptığını
itiraf etmişti. 254
İbnü’l-Hanefiyye’nin saçlarını boyatıp, gözlerine sürme
çektiğini ve siyah bir sarık sardığını anlatan Abdülvahid b. Eymen
diyor ki: “Babam, beni Muhammed b. Hanefiyye’ye gönderdi. Yanına
girdim. Gözleri sürmeli, sakalı kırmızıya boyanmıştı. Babamın yanına
geri döndüm ve ona, beni muhannes bir ihtiyara göndermişsin, dedim.
İbn Sa’d, V, 114; İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 298. Bk. İbn Ebi'l-Hadîd, XV, 197; Zehebî,
Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 191.
250
İbn Sa’d, V, 114.
251
İbn Sa’d, V, 114; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 126.
252
İbn Sa’d, V, 114.
253
İbn Ebî Şeybe, V, 184. Ayrıca bk. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 191.
254
İbn Sa’d, V, 114. Bk. Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 126; Safedî, IV, 101.
249
69
Babam da, pis kokulu kadının oğlu! O, Muhammed b. Ali’dir, 255 O insanların en hayırlısıdır, 256 dedi.”
İbnü’l-Hanefiyye, ipek karışımı elbise giymesi ve siyah sarık
sarmasının yanı sıra yüzüğünü, sol eline takardı. 257
İbnü’l-Hanefiyye’nin büyük bir topluluk tarafından muttakî
mütedeyyinlerden sayılarak yüceltildiğini ifade eden Goldziher,
onun bu yaşantısını dönemin “aristokrat” sınıfının yaşam tarzına
bir örnek olarak gösteriyor. 258
“Aslında biz, bu Mehdî’nin ahlakına tarihî hakikatler ışığında
baktığımızda onun gerçekten göründüğü gibi olduğunu, dünyevî akla
sahip bir adam olduğunu görüyoruz. O, asla dünyevî lezzetlerden ve
metalardan uzak durmamıştır. Bununla birlikte o, sünnet ve İslâmî gelenek doğrultusunda mukaddes dinî mesâlihi temsil ediyordu. Hiç kimse de
onun imâmeti ile biraz önceki itirafı arasında en ufak bir çelişki görmüyordu.” ifadeleriyle olayı betimleyen Goldziher, böyle bir yaşam
tarzını Suriye ve Ahbas sufilerinin yaşam tarzında aramanın abesle iştigal olduğunu vurguluyor. 259
İbnü’l-Hanefiyye’nin bu şekildeki yaşam tarzının hiç yadırganmadığını söylemek doğru değildir. Onun yukarıda aktardığımız rivayetlere konu olması aslında bu hareketlerinin toplumda
tuhaf karşılanmasının bir sonucudur. Hatta bu yaşam tarzına ilk
devir âlimlerden tepkilerin geldiğini görüyoruz. Nitekim İbn Abdirabbih, İbnü’l-Hanefiyye’nin bu tutumunu, “el-Güluv fi’d-Dîn”
İbn Sa’d, V, 115; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 126.
Fesevî, I, 543-544; İbn Asâkir, LIV, 332. Bk. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 184.
257
İbn Sa’d, V, 115; İbn Hallikân, IV, 173; Safedî, IV, 102.
258
Goldziher, s. 129.
259
Goldziher, s. 129.
255
256
70
başlığı altında irdeleyip eleştirirken, 260 İbn Ebi'l-Hadîd’in de olaya
eleştirel yaklaştığını görüyoruz. 261
B. İlmî Yönü
Burada İbnü’l-Hanefiyye’nin dinleyip rivayette bulunduğu,
başka bir ifade ile ilim halkalarına katılıp ders aldığı ve onun hocaları olarak niteleyebileceğimiz kişiler ile bizzat onun düzenlediği derslere katılıp ondan rivayette bulunan ve öğrencileri olarak
niteleyebileceğimiz kişileri, diğer yandan her ne kadar günümüzdeki anlamıyla Temel İslâm Bilimleri arasında sayılan ve ayrı ihtisas alanları olarak gelişen Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelâm gibi dallar
o dönemde henüz kategorilere ayrılıp müstakil olarak ortaya
çıkmamışsa da onun, bu dallar içinde mütalaa edilebilecek bazı
uygulamalarını ve kaynaklarda kabul gören ilmi yeterliliğini ayrı
başlıklar halinde ele alacağız.
1. Hocaları
Muhammed b. Hanefiyye’nin ilk ve asıl hocası, babası Hz.
Ali’dir. Bilindiği gibi Hz. Ali, ilmi herkesçe tasdik edilen ve “ilim
şehrinin kapısı” olarak tanınan bir şahsiyettir. 262 Hz. Ali’den en
fazla ve en sağlam bir şekilde rivayette bulunan kişi de İbnü’lHanefiyye’dir. Nitekim İbrahim b. el-Cüneyd, “Muhammed b. Hanefiyye’den daha çok ve daha sağlam olarak Hz. Ali kanalıyla Rasulullah’ın
hadislerini rivayet eden başka birini tanımıyoruz.” demiştir. 263
Diğer yandan İbnü’l-Hanefiyye’nin, dönemine yetiştiği Hz.
Ömer’den ders aldığı, başka bir ifade ile ondan rivayette bulunduİbn Abdirabbih, II, 371.
İbn Ebi'l-Hadîd, XV, 197.
262
İbn Merdeveyh, s. 85-86.
263
İbn Asâkir, LIV, 331; Nevevî, I, 159; Mizzi, XVI, 149; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 115.
260
261
71
ğu söylenmektedir. 264 Ancak İbn Sa’d, bu konuda ellerinde bir veri
olmadığını ifade etmiş, 265 İbn Asâkir de bu tahsilin doğrudan olmadığını belirtmiştir. 266
Ayrıca Hz. Osman, Ammâr b. Yasir, Ebû Hureyre, Muâviye
b. Ebî Süfyân ve Abdullah b. Abbâs da onun kendilerinden rivayette bulunduğu ve bir nevi onlardan ders aldığı kişiler arasında
sayılıyorlar. 267
2. Öğrencileri
İbnü’l-Hanefiyye’nin öğrencileri arasında en başta iki oğlu
Hasan ve Abdullah gelir. 268 Diğer oğulları Ömer, İbrahim ve Avn’ın
yanı sıra yeğeni Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebî Tâlib, kardeşinin
torunu Muhammed b. Ali b. Hüseyin ve kız kardeşinin oğlu Abdullah b. Muhammed b. Akîl de ondan rivayette bulunmuşlardır. 269
Bunların dışında tabiînden birçok kişi de ondan ders almış270
tır. Kaynaklarda onların arasında Amr b. Dinâr, Münzir es-Sevrî,
Muhammed b. Kays b. Mahreme; 271 Sâlim b. Ebi'l-Ca’d, Abdullah b.
Âmir es-Sa’lebî, Atâ b. Ebî Rebâh, el-Minhâl b. Amr, Nübeyh b.
Vehb, Hişâm b. Ebî Ya’lâ, el-Velîd b. Sâlih, Ebû Ömer el-Bezzâr ve
onun müezzini Muhammed b. Neşr el-Hemedânî’nin isimleri geçiyor. 272
İbnü’l-Hanefiyye, daha önce de işaret ettiğimiz gibi başlatmış olduğu ders halkalarında öğrencilerine düzenli bir şekilde
ders veriyordu ki Medine’de ilk defa böyle bir sistem uygulanıyordu. 273 Ayrıca onun, öğrencilerini kabiliyetlerine göre yönlenMecdüddîn İbnü’l-Esîr, IV, 418; Zehebî, IV, 111.
İbn Sa’d, V, 116.
266
İbn Asâkir, LIV, 324.
267
Bk. İbn Asâkir, LIV, 318; Mizzî, XVI, 148; Zehebî, IV, 111; Safedî, IV, 99; İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 227.
268
Buhârî, et-Târîhü’l-Kebîr, I, 182.
269
İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, V, 227.
270
Nevevî, I, 159; Safedî, IV, 99.
271
Ebû Nuaym el-İsbahânî, III, 177.
272
Mizzî, XV, 148-149.
273
Neşşâr, I, 229.
264
265
72
dirdiği de anlaşılmaktadır. Nitekim Münzir es-Sevrî’nin rivayet
ettiğine göre İbnü’l-Hanefiyye, oğullarından birine: “Eğer edip
olmak istiyorsan her şeyin en güzelini al. Yok eğer âlim olmak istiyorsan
ilim dallarından birisi üzerinde yoğunlaş.” şeklinde tavsiyelerde bulunmuştur. 274
3. İlgilendiği İlim Dalları
a. Hadis
Hz. Ali’nin rivayet ettiği hadisleri Hasan ve Hüseyin’den
daha çok bildiğini bizzat İbnü’l-Hanefiyye ifade etmiştir. 275
İbnü’l-Hanefiyye’nin rivayet ettiği hadisler, başta Buhârî ve
Müslim olmak üzere Kütüb-i Sitte müelliflerince eserlerine alınmıştır. 276
Buhârî’nin râvîleri üzerinde bir çalışma yapan Kelâbâzî,
Münzir es-Sevrî, Amr b. Dinâr ve oğulları Abdullah ile Hasan’ın
ondan “zebâih, nikâh ve kefâlet” konularında rivayette bulunduğunu belirtmiştir. 277 Müslim’in râvîleri üzerinde çalışan İbn
Mencûvey de onun, Hz. Ali’den “abdest ve nikâh” konularında
rivayette bulunduğunu ifade etmiştir. 278
Ebû Nuaym el-İsbahânî de “Hilyetü’l-Evliyâ” adlı eserinde
İbnü’l-Hanefiyye’nin hal tercümesini verdikten sonra onun babasından aktardığı on adet rivayete yer vermiştir. 279
b. Tefsir
İbnü’l-Hanefiyye’nin, Kur’ân-ı Kerîm’i nasıl tefsir ettiği konusunda kaynaklarda bazı rivayetlere rastlamak mümkündür.
Emîn, IX, 436.
Ebû İshâk eş-Şirazî, s. 62; İbn Asâkir, LIV, 331.
276
Zehebî, el-Kâşif fî Marifeti men lehu Rivâye fi’l-Kütübi’s-Sitte, III, 71; Zebibî, s. 630.
277
Kelâbâzî, II, 668.
278
İbn Mencûveyh, II, 174.
279
Bk. Ebû Nuaym el-İsbahânî, III, 177-180.
274
275
73
Muhammed el-Bâkır’ın anlattığına göre Muhammed b. Hanefiyye, İhlas Suresindeki “es-Samed” lafzını “kendi nefsiyle kâim
olan ve başkalarına muhtaç olmayan” şeklinde yorumlamıştır. 280
Yine İbnü’l-Hanefiyye, Meveddet Ayeti olarak bilinen ve etrafında çeşitli tartışmaların gerçekleştiği, 281 Şûra Suresinin 23.
ayetini yorumlarken, bu ayetteki “el-meveddete/sevgi” ifadesini
“meveddetenâ/bizi sevmek” şeklinde te’vil etmiştir. 282
Muhammed b. Hanefiyye’nin, “Batınî Tefsir” olarak tabir
edilen tefsir türüne giren bazı yorumlarının olduğu görülmektedir. Nitekim, Ra’d Suresinin 43. ayetindeki “Ve yanında Kitab’ın
bilgisi bulunanların şahit olması yeter” ifadesindeki yanında kitabın
bilgisi bulunan kişinin, Hz. Ali olduğunu belirterek “Ali b. Ebî
Tâlib’in yanında geçmiş ve gelecekle ilgili kitab bilgisi vardır.” dediği
söylenmektedir. 283 Ancak Şiî müelliflerin yer verdiği bu rivayetleri ihtiyatla karşılamak gerektiğini düşünüyoruz.
c. Fıkıh
Muhammed b. Hanefiyye, aynı zamanda fakih idi. 284 Nitekim Ebû İshâk eş-Şirazî, onu fakihler arasında saymış ve “Tabakâtü’l-Fükahâ” adlı eserinde ona yer vermiştir. 285
İbn Kunfüz da İbnü’l-Hanefiyye’nin, kendisini Hz. Hasan ve
Hüseyin’le karşılaştırırken kullanıdığı ifadeyi, “Ben onlardan daha
fakihim” şeklinde rivayet etmiştir. 286
Şeyh Sadûk, Muhammed b. Ali (381/991), et-Tevhîd, thk. S. H. el-Hüseynî, Beyrut 1387, s.
90. Bk. Meclisî, III, 223.
281
Bk. Varol, M. Bahaüddin, Ehl-i Beyt – Kavramsal Boyut, Konya 2004, s. 146-151.
282
Meclisî, XXIII, 256.
283
İbn Şehraşûb, II, 29.
284
Subhanî, Cafer (edit.), Mevsuatu Tabakâti’l-Fukahâ, Kum 1418, I, 519.
285
Bk. Ebû İshâk eş-Şirazî, s. 62.
286
İbn Kunfüz, s. 93.
280
74
Medine fakihlerinden biri olarak kabul edilen İbnü’lHanefiyye’nin, 287 fıkıh alanına giren uygulamalarından birkaç
örnek vermek gerekirse; mesela, onun abdest aldığı zaman ayaklarını yıkamadığı, sadece onları meshetmekle yetindiği rivayet
edilmektedir. 288 Şîa ile Ehli Sünnetin bu konudaki ihtilafına değinen Zehebî, Ehli Sünnetin konuyla ilgili delillerinin daha sağlam
olduğunu ifade ederek İbnü’l-Hanefiyye’nin bu uygulamasının şaz
bir hareket olduğunu belirtmiştir. 289
Hac menâsikiyle ilgili olarak da bir yandan onu Safa tepesinde koltuk altları görünecek kadar kollarını kaldırarak dua ettiğini, 290 diğer yandan onun halka Kâbe’ye veda ederken nasıl hareket edileceğini öğrettiğini görmekteyiz. 291
Yine İbnü’l-Hanefiyye, Rasulullah’ın bir zamanlar yanında
teheccüd namazlarını kıldığı bir sütuna doğru bir adamın sürekli
namaz kıldığını görmüş ve ona: “Bakıyorum ki hep bu sütunun yanında namaz kılıyorsun. Bu konuda sana bir hadis mi ulaştı?” diye
sormuş. O da “hayır” deyince İbnü’l-Hanefiyye, “Devam et. Zira
orası Rasulullah’ın gece namazı kıldığı yerdi.” diyerek, ona yol göstermiş, bu konuda onu biliçlendirmiş ve bu uygulamasına devam
etmesini istemiştir. 292
İbn Sa’d’ın anlattığına göre İbnü’l-Hanefiyye, Hz. Hasan’ın
Rasulullah’ın kendisine öğrettiğini söylediği ve günümüzde Şafiî
Mezhebi müntesiplerince sabah namazlarında okunan kunut duasının mahiyetini soran Ebü’l-Havra’ya bu duaların vitir namazınZuhaylî, s. 86.
İbn Sa’d, V, 115; Subhanî, I, 519.
289
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 127.
290
Fâkihî, II, 223.
291
Fâkihî, I, 341.
292
Semhûdî, Nuruddin Ali b. Abdillah (911/1505), Vefâu’l-Vefâ bi Ahbari Dâri’l-Mustafâ, thk.
Kâsım es-Sâmarrâî, Medine 2001, II, 188.
287
288
75
da okunmak üzerine kendilerine öğretilmiş olan dualar olduğunu
açıklamıştır. 293
Bu arada İbnü’l-Hanefiyye, ezanın menşei konusunda halk
arasında yayılan bir yanlış kanaati de düzeltmiştir. Kendisine, “İlk
defa ezanın, Ensârlı bir kişinin gördüğü rüyadan neşet ettiği bize anlatılıyor.” denildiği zaman İbnü’l-Hanefiyye, bu haberden dolayı şiddetle irkilmiş ve böyle bir söylentiyle dinin en büyük sembolünün
zedelendiğini vurgulamıştır. Bu söylentinin, insanlar arasında
yayılmış bir hadis olduğu söylenince de bunun doğru olmadığını,
aslında ezanın Rasulullah miraca çıktığı zaman Allah Tealâ’nın
görevlendirdiği bir melek tarafından kelimesi kelimesine ona
öğretildiğini anlatmıştır. 294 Ayrıca, İbnü’l-Hanefiyye, “Kendisini
ezan okumaya adamış kişi, Allah yolunda kılıcını çekmiş kişi gibidir.”
diyerek, 295 ezan ve ezan okumanın önemini vurgulamıştır.
Bilindiği gibi mut’a nikahını yasaklayan hadisi, İbnü’lHanefiyye rivayet etmiştir. 296 Bu çerçevede Abbâsî halifelerinden
Me’mûn’un, tellallar vasıtasıyla mut’a nikahının mubah kılındığını duyurduğu; ancak Yahya b. Eksem, ona Muhammed b. Hanefiyye’nin mut’a nikahının Hayber’de yasaklandığı yönündeki rivayetini bildirince geri adım attığı söylenmektedir. 297
İbn Ebî Şeybe de Musannef’inde onun fâiz, yiyecek ve içecekler konusundaki fetva ve uygulamalarına bazı örnekler ver-
İbn Sa’d, Tercemetü’l-İmam el-Hasan mine’l-Kısmi’l-Garyri’l-Matbu min Kitabi’t-Tabakâti’lKübrâ, thk. S. A. et-Tabatabaî, Kum 1416, s. 53-54.
294
Makrîzî, el-Mukaffâ, VIII, 281.
295
Subhanî, I, 519.
296
Bk. Buharî, Hiyel, 4; Müslim, Nikah, 3.
297
Kütübî, Muhammed b. Şâkir (764/1363), Fevâtü’l-Vefeyât, thk. İhsan Abbas, Beyut 1973, II,
238; Taşköprüzade, Ahmed b. Mustafa (968/1561), Miftâhü’s-Saâde ve Misbâhü’s-Siyâde,
Beyrut 1985, II, 158-159.
293
76
mektedir. 298 Ayıca Şeyh Tusî’nin, “Hilâf” adlı eserinde onun iki
fetvasına yer verdiği söyleniyor. 299
d. Kelâm
Mu’tezile Şeyhi Kâdı Abdülcebbar, her ne kadar Hz. Hasan
ile Hz. Hüseyin ondan efdal da olsa, İbnü’l-Hanefiyye’nin Kelâm
ilmini onlardan daha çok bildiğini ifade etmektedir. 300
Bilindiği gibi Kelâm ilminin temel meselelerinin başında Allah’ın varlığı konusu gelir. İbn Sa’d, Dârimî ve Şeyh Sadûk’un
eserlerinde yer verdiği rivayetlere bakıldığında Muhammed b.
Hanefiyye’nin bu konuda ileri geri konuşmaktan yana olmadığı
görülüyor.
Münzir es-Sevrî’nin rivayetine göre İbnü’l-Hanefiyye, “Bu
ümmet, rabbi konusunda konuşmaya başlayınca helak olacaktır.” demiş, başka bir rivayette de “İnsanlar, rableri hakkında münakaşaya
girmedikçe dünyanın sonu gelmez.” demiştir. 301 Yine aynı kişinin
rivayetine göre İbnü’l-Hanefiyye şöyle demiştir: “Sizden önceki
toplumlardan bir kavim, kendilerine ilim verilmiş keyfini sürüyorlardı.
Neticede onlar, göğün üstündekiler ile yerin altındakileri soruşturmaya
başlayınca yok oldular.” 302
Kelâmın diğer bir meselesi olan imân-amel ilişkisi konusunda da İbnü’l-Hanefiyye, bunların birbirlerinden ayrılamayacağı görüşünde olup Rasulullah’ın, “Allah’a imân ile amel, biri olmadan
Bk. İbn Ebî Şeybe, IV, 305; V, 94, 125, 126, 129, 146.
Subhanî, I, 519.
300
Kâdî Abdülcebbar, Abdullah b. Ahmed (415/1020) el-Münye ve’l-Emel, thk. U.M. Ali, yy.,
ty., s. 23. Ayrıca bk. İbnü’l-Murtazâ, Ahmed b. Yahya (840/1437), Tabakâtu’l-Mu’tezile, thk.
s. Diwald-wilzer, Beyrut 1961, s. 16.
301
Dârimî, Osman b. Said (280/893), er-Red ale’l-Cehmiyye, thk. Bedir b. Abdillah, Kuveyt
1995, s. 25. Ayrıca bk. İbn Sa’d, V, 113; Şeyh Sadûk, et-Tevhîd, s. 457.
302
Dârimî, s. 30. Bk. Ebû Nuaym el-İsbahânî, III, 176.
298
299
77
diğerinin gerçekleşmeyeceği iki unsurdurlar.” buyurduğunu ifade
ederdi. 303
Diğer bir konu da imâmet konusudur. Bu konuyu daha sonra işleyeceğimiz için burada sadece İbnü’l-Hanefiyye’nin, Hz. Ebû
Bekir ile Hz. Ömer’i tafdîl ettiğini ve Hz. Osman’ı da övdüğünü
zikredelim. 304
e. İlm-i Sırrî
İmamlara gizli ilim nispet etme fikrinin İbnü’l-Hanefiyye
zamanında ortaya çıktığı söylenmektedir. 305 Bu çerçevede İbnü’lHanefiyye’nin imâmetine inanan Keysâniyye fırkası, İbnü’lHanefiyye hakkında birtakım uç fikirlere sahip olup onun, bütün
ilimleri ihata ettiği, kardeşleri Hasan ve Hüseyin’den bütün esrârı
ile birlikte te’vil ve batın ilminin yanı sıra âfâk ve enfûs ilimlerini
iktibas ettiği iddiasındadır. 306
Keysâniyye’nin bu iddiasına karşılık Şîanın diğer bir kolu
olan İmamiyye’nin İbnü’l-Hanefiyye’ye yakıştırılan bu donanımı
iptal edip bunu sadece Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’e hasretme gayreti içinde olduğu görülmektedir. Şeyh Müfîd’in, eserinde yer
verdiği bir rivayete göre; Hz. Ali’nin kılıcının kabzasında bir sahife vardı. Bir gün Hz. Ali, Hasan’ı çağırdı ve ona bir bıçak vererek o
sahifeyi açmasını istedi. Ancak Hz. Hasan, onu açmayı başaramadı. Bunun üzerine Hz. Ali, sahifeyi açtı ve Hasan’dan onu okumasını istedi. Hasan da peş peşe gelen elif, lâm ve sîn harflerini okudu; ardından onu katlayıp kardeşi Hüseyin’e uzattı. Hüseyin de
Kesîrî, Muhammed b. Said, Berâetu Ehli'l-Hadis ve's-Sünne min Bid’ati'l-Mürcie, Riyad 1426,
s. 98.
304
Bürrî, II, 229.
305
Neşşâr, II, 58.
306
Şehristanî, Muhammed b. Abdülkerim (548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, thk. A.Fehmi Muhammed, Beyrut 1948, I, 236. Ayrıca bk. Samerraî, Abdüsselam, el-Ğuluv ve’l-Fırakü’lĞâliyye fi’l-Hadâreti’l-İslâmiyye, Bağdat 1982, s. 88.
303
78
onu açamayınca Hz. Ali, ona sahifeyi açtı ve ondan onu okumasını
istedi. O da Hasan gibi sahifeyi okudu ve onu katlayıp Muhammed
b. Hanefiyye’ye uzattı. İbnü’l-Hanefiyye de onu açamadı. Hz. Ali,
onun için de sahifeyi açtı ve ondan da sahifeyi okumasını istedi.
İbnü’l-Hanefiyye, onu okumaya çalıştı, fakat ondan bir şey anlamadı. Hz. Ali de onu katlayıp kılıcının kabzasına astı. Bu sahifedeki her harf, bin harfe açılır ve kıyamet gününe kadar bunlardan
sadece iki harfin içerik ve anlamı insanlar tarafından çözülebilecektir. 307
Diğer yandan, ileride meydana gelecek hadiseler çerçevesinde Emevîlerin yıkılması ve Abbâsîlerin iktidarı ele geçirmesi ile
ilgili bilgilerin aslında Emevî ve Abbâsî mensuplarınca bilindiği,
bu bilginin kaynağının da İbnü’l-Hanefiyye olduğu ileri sürülmektedir. Bu iddiaya göre İbnü’l-Hanefiyye, babasının vefatından
sonra kardeşleri Hasan ile Hüseyin’in yanına gidip, “Babamdan
kalan mirasımı verin” demiş. Onlar da “Bildiğin gibi baban, geride ne
altın ne de gümüş bırakmıştır” deyince İbnü’l-Hanefiyye, onlardan
mal istemediğini sadece babalarından miras kalan ilmi istediğini
söylemiş. Her ne kadar Hasan ile Hüseyin, babalarından aldıkları
ilmi gizlemişlerse de İbnü’l-Hanefiyye onlardan söz konusu bilgileri almayı başarmıştır. 308
İmametle ilgili tartışmaların ürünü olan bu rivayetler,
Keysâniyye ve Şîanın diğer kolları arasında çıkan tartışmalar neticesinde İbnü’l-Hanefiyye’nin vefatından çok sonraları ortaya
atılmış olmalıdır. Bununla birlikte onun zamanında da bu rivayetlerin nüvesini teşkil eden bazı gelişmelerin olduğu muhakkaktır.
İbn Sa’d’ın eserinde geçen bir rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye,
birtakım gizli ilimlere vakıf olduğu yönündeki söylentiler üzerine
kalkıp bu iddiaların asılsız olduğunu ve Kur’ân-ı Kerîm dışında
307
308
Şeyh Müfîd, el-İhtisâs, s. 284.
İbn Ebi'l-Hadîd, VII, 102-103.
79
Rasulullah’tan bir miras almadıklarını açıklamış, kılıcın kabzasıdaki “efsanevi sahifede” de birtakım fıkhî meseleler dışında başka
bir şeyin olmadığını anlatmıştır. 309
f. Hüsn-i Hat
Muhammed b. Hanefiyye, güzel yazı yazma kabiliyetine sahipti. Bu yeteneği nedeniyle Hz. Ali, mektuplarını ona yazdırırdı.
Nitekim hukemânın ileri gelenlerinden kabul edilen Hıristiyan
rahip Yahya ed-Deylemî, Hz. Ali’ye haber göndererek âmilinin,
kilisesini yıkmaya çalıştığını bildirmiş ve ondan buna bir çare
bulmasını istemişti. Bunun üzerine Muhammed b. Hanefiyye, Hz.
Ali’nin emriyle rahibe bir emân mektubu yazıp göndermişti. 310
Daha da ötesi İbnü’l-Hanefiyye’nin, kendi hattıyla bir
Kur’ân-ı Kerîm nüshası yazmış olduğu söylenmektedir. İbn İsfendiyâr (613/1216), “Tarîhu Taberistân” adlı eserinde, Şeyh Ebû Cafer
el-Hınnâtî’nin kabri üzerinde İbnü’l-Hanefiyye hattıyla yazılmış
bir Kur’ân-ı Kerîm nüshası gördüğünü ve bunun çevre halkı tarafından bilindiğini, hatta yalan yere onun üzerine yemin edenlerin
bir sene geçmeden bir belaya duçar olduğuna inanıldığını ifade
etmektedir. 311
4. Özlü Sözleri
İbnü’l-Hanefiyye’nin az konuşmakla birlikte çok faydalı,
değerli ve icazı güçlü sözlerinin olduğu söylenmektedir. 312 Biz de
bu başlık altında araştırmamız sırasında rastladığımız İbnü’lBk. İbn Sa’d, V, 105.
Beyhakî, Ali b. Ebi’l-Kâsım (565/1170), Tetimmetu Sıvâni’l-Hikme, nşr. Muhammed Şefî,
Lahor 1351, s. 23.
311
İbn İsfendiyâr, Bahâüddîn Muhammed b. Hasan (613/1216), Tarihu Taberistân, Arapçaya
çev. A. M. Nâdî, Kahire 2002, s. 141.
312
Ebû Hayyân, I, 145.
309
310
80
Hanefiyye’ye nispet edilen bazı özlü sözlerine yer vereceğiz. İbnü’l-Hanefiyye’nin dinî ve ahlakî konularda birtakım tespit, tavsiye, öğüt ve nasihatlerinden oluşan bu sözler kaynaklarda özenle
ele alınmış ve aynı zamanda bu ifadeler, yüksek belağat örneği
olarak kabul edilmiştir. 313
kın.”
314
“Sultanlar, size hikmeti bırakmış; siz de onlara dünyayı bıra-
“Kendini aşmış, karakter sahibi bir kimsenin gözünde dünyanın
bir kıymeti olmaz.” 315
“İnsanların en değerlisi kimdir?” sorusu sorulduğunda İbnü’lHanefiyye: “Dünyadaki hiçbir şeyi kendisi için önemli görmeyendir.”
cevabını vermiştir. 316
“Zarar ihtimali olan bir şeyle, ondan daha büyük zararlara yol
açacak hadiselerin önü alınır.” 317
“Allah ona bir çıkış yolu oluşturuncaya kadar mutlaka kendisiyle
birlikte olması gereken birine iyilikle muamele edip yanında barındırmayan kişi hakîm değildir.” 318
“Başkasına imrenen kişi, akıllı değildir.” 319
Bk. Ebû Hayyân, I, 147.
İbn Abdirabbih, III, 173.
315
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, II, 330; Belâzürî, III, 463; İbn Abdirabbih, III, 173; Ebû
Hayyân, I, 145; Ebû Nuaym el-İsbahânî, III, 176; Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, III, 912; İbn
Asâkir, LIV, 336; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 77; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 421; Sıbt
İbni’l-Cevzî, s. 263; İbn Ebi’l-Hadîd, VI, 333; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 117; Makrîzî, elMukaffâ, VI, 297, Meclisî, LXXV, 452.
316
İbn Asâkir, LIV, 336; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 421.
317
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, III, 22; İbn Ebi’l-Hadîd, XVIII, 265.
318
Belâzürî, III, 463; Ebû Hayyân, I, 146-147; Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, III, 911, İbn Asâkir,
LIV, 335; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 422; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 263; İbn Hallikân, IV, 170;
Mizzî, XVI, 152; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 117; Safedî, IV, 101; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 296.
319
Ebû Hayyân, I, 148.
313
314
81
“Kemâl üç şeydedir: Dinde derin anlayış, zorluklara karşı sabır ve
güzel bir geçim.” 320
“Bu gününde Allah’tan korkan, yarınından emin olur.” 321
“Allah rızası gözetilmeden yapılan her şey, hebâ olur.” 322
“Allah canlarınızın karşılığı olarak cenneti takdir etmiştir. Bu nedenle onu, başka bir şey karşılığında satmayın.” 323
“Kişinin en kötü alışkanlığı, hevâsına uymasıdır.” 324
“Nefis, hakkı buluncaya kadar hak ile batıl arasında sürekli tereddüt içinde gelip gider. Hakkı bulduğu zaman da mutmain olur ve
sakinleşir.” 325
“İşinde yumuşaklıkla hareket etmeyen kişi, yaptığıyla yaratıkların en zararlısı olur.” 326
“Hüsnü niyetle kardeşini razı etmeyen, atiyyelerle onu hiç razı
etmez.” 327
“Kardeşinin kalbinde sana karşı beslediği sevgi, senin kalbinde
ona beslediğin sevgi olduğunu bil.” 328
Belâzürî, III, 463; İbn Asâkir, LIV, 337; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 421; Makrîzî, el-Mukaffâ,
VI, 297.
321
Belâzürî, III, 463; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 297.
322
Ebû Nuaym el-İsbahânî, III, 176; Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, III, 911; İbnü’l-Cevzî, II, 77.
323
Ebû Nuaym el-İsbahânî, III, 177; Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, III, 912; İbnü’l-Cevzî, II, 77;
Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 421; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 263; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 117.
324
Belâzürî, III, 464; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 297.
325
Ebû Hâtim er-Râzî, Ahmed b. Hamdân, Kitâbü’z-Zîne, thk. A.Selam es-Samerâî, Bağdat
1982, s. 248.
326
Belâzürî, III, 464; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 297.
327
İbn Hamdûn, IV, 359.
328
İbn Hamdûn, IV, 365.
320
82
“Kim Allah rızası için bir kimseyi severse; sevdiği bu kişi cehennemlik de olsa Allah, ona cennetlik bir kimseyi seven bir kişiye verdiği
sevabı verecektir. Zira o, onda gördüğü güzel bir hasletinden dolayı onu
sevmiştir. Kim de Allah rızası için bir kişiden nefret ederse; nefret ettiği
bu kişi cennetlik de olsa Allah, ona cehennemlik birisinden nefret eden
kişinin sevabını verecektir. Çünkü o, onda gördüğü kötü bir hasletinden
dolayı ondan nefret etmiştir.” 329
“Ey insanlar! biliniz ki insanların size muhtaç olması, Allah’ın size
bir lüfudur. Onun için bunu ihmal etmeyin. Yoksa bu, azaba ve nefete
dönüşür. Biliniz ki malın en efdali, biriktirilmesi fayda veren, namı miras
kalan ve ecri makbül olandır. Eğer iyiliği bir adam suretinde görebilseydiniz; onu, görenleri mutlu eden güzel görünümlü ve herkesi aşan bir
adam olarak görürdünüz.” 330
“Halim olan kişi, ırzını korumuş olur. Zarar vermekten özenle kaçınan övgüyle anılır. Malını ıslah eden başkasına muhtaç olmaz. Kötülüğe tahammül edenin iyilikleri artar. Sabreden kişinin işi beğenilir. Öfkesine hâkim olanın iyiliği etrafa yayılır. Günahlardan kaçınan kişinin
iradesi güçlenir ve kim de Allah’tan korkarsa, kendisini kaygılandıran
konularda Allah ona yeter.” 331
Bir adam, kendisine: “İçimde, kalbimi sıkıştıran sebebini bilmediğim bir sıkıntı var.” dediğinde İbnü’l-Hanefiyye, ona: “Sebebini bilmediğin sıkıntı, işlemediğin bir günahın cezasıdır.” dedi. Adam: “Ne demek
bu?” deyince, İbnü’l-Hanefiyye: “Bunun manası şudur: Kalb, günaha
meyleder; fakat vücudun diğer organları ona müsaade etmez; bu nedenle
organlar değil de sadece kalb cezalandırılır.” 332
İbn Asâkir, LIV, 336; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 421.
İbn Asâkir, LIV, 337; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 421.
331
İbn Abdirabbih, II, 284.
332
İbn Asâkir, LIV, 335-336; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 420.
329
330
83
“Onlar, onun iki gözü, ben ise onun eliyim. Dolayısıyla o, eliyle
gözlerini koruyor.” İbnü’l-Hanefiyye’nin, babasının kardeşleri Hasan ile
Hüseyin’i koruyup da kendisini tehlikeye atmasının sebebi sorulduğunda
verdiği bu cevap “denizdeki inci” olarak değerlendirilmiştir. 333
5. İlmî Yeterliliği
Muhammed b. Hanefiyye’nin ilmî bir yeterliliğe sahip olduğu konusunda hem kendi döneminde yaşayan âlimlerle daha sonraki dönemlerde yaşamış olan ulemâ, hem onun taraftarları olarak adlandırabileceğimiz kişiler, hem de onun muhalifi olan ve
onunla mücadele içinde olan kişiler ittifak etmişlerdir.
O, fevkalade bir ilim, verâ, zühd, ibadet ve şecâat sahibi
olup Hz. Hasan ve Hüseyin’den sonra Hz. Ali’nin en faziletli oğluydu. 334
Rivayete göre bir adam, Abdullah b. Ömer’e bir mesele hakkında soru sorar. İbn Ömer, onu İbnü’l-Hanefiyye’ye yönlendirerek: “Git, Muhammed b. Hanefiyye’ye sor. Sonra, sana verdiği cevabı gel
bana söyle.” der. Adam, gidip cevabını aradığı meseleyi İbnü’lHanefiyye’ye sorar ve ondan gereken cevabı aldıktan sonra, İbn
Ömer’e tekrar döner ve aldığı cevabı ona bildirir. İbn Ömer de bu
durum karşısında: “O, anlama kabiliyeti yüksek bir ailedendir.” diyerek takdirlerini dile getirir. 335
Rakip ailelerden olmaları hasebiyle belki muhalif olarak niteleyebileceğimiz Muâviye b. Ebî Süfyân da oğlu Yezîd için biat
aldığı zaman zorluk çıkarmayan İbnü’l-Hanefiyye’yi, “Kureyş’in en
Ebû Hayyân, I, 148-149.
Hâirî, XVI, 363.
335
İclî, Ahmed b. Abdillah (261/875), Târîhü’s-Sikât, thk. A. Kalecî, Beyrut 1984, s. 410; İbn
Asâkir, LIV, 332; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 420.
333
334
84
bilgini” olarak nitelemiştir. Mervân b. Hakem, onun bu derece
yüceltilmesine itiraz etmiş, fakat Muâviye onunla ilgili bu düşüncesinden geri adım atmamıştır. 336
Muhammed b. Hanefiyye’nin en sert muhaliflerinden Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra gözlerin
çevrildiği İbnü’l-Hanefiyye’nin Mekke’de olduğunu öğrenerek
Kûfe’den çıkıp onun yanına gelen yaklaşık on yedi kişilik bir grup
ile arasında çıkan bir münakaşada, “Vallahi sahibinizin ne düzgün
bir dinî yaşantısı, ne kabule şayan bir görüşü, ne de güvenilecek bir aklı
var. O, bu iş için de ehil biri değildir.” demişti. İbn Zübeyr’in İbnü’lHanefiyye hakkındaki bu küçük düşürücü ifadelerine cevap veren
Kûfeli Abdullah b. Hânî, “Amcazaden için sarf ettiğin bu kötü lafları
anladık. Ancak biz, senden daha çok onunla birlikte kalmışız ve onu senden daha iyi tanıyoruz.” diyerek İbnü’l-Hanefiyye’yi savunmuş ve
İbn Zübeyr’in onun hakkındaki bu ithamlarını şiddetle tekzip
etmiştir. 337
Yine Haccâc b. Yusuf, onu Abdülmelik’e biat etmesi için sıkıştırdığı zaman İbn Ömer, Haccâc’a çıkışmış ve “Bu zamanda, insanların arasında bir benzeri bulunmayan şu değerli adamdan ne istiyorsunuz?” diyerek onu savunmuş ve hakkını teslim etmiştir. 338
Ehli Sünnet ulemâsı, İbnü’l-Hanefiyye’nin ilmî derinliği
olan, verâ sahibi, güçlü ve kuvvetli bir kahraman olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. 339 İlk devir âlimlerden İbn Sa’d, “Muhammed b. Ali, ilmi çok olup verâ sahibiydi.” 340 derken el-İclî, onu
“sâlih ve sika bir adam” 341 olarak tanıtmıştır. İbn Hibbân, eserinde
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 279.
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 283.
338
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
339
Neşşâr, II, 54.
340
İbn Sa’d, V, 92.
341
İclî, s. 410.
336
337
85
Medineli meşhur tabiîne yer verirken ona ilk sırada yer verir ve
onu Ehl-i Beytin faziletlilerinden sayar. 342 el-Makdisî, “O, ilmi çok,
fâzıl ve cesurdu.” 343 der. Ebû Nuaym el-İsbahânî de onu zekâsı parlak, güçlü bir hatip, gizli sırlara ve işaretlere muttali, ibaresi muhteşem zeki bir imâm olarak tanımlar. 344
İbn Asâkir, İbn Hallikân ve İbn Hacer gibi âlimler de onun
ilmî yeterliliğini teyid ederken; 345 İbnü’l-İmâd, onu “ilimde ermiş,
ibadette zirveye ulaşmış” biri olarak tavsif etmiştir. 346
Muâsır âlimler de onu ilmi çok, âbid, sâlih, verâ ve isabetli
gürüş sahibi olarak tanıtmış ve onu dönemin ileri gelen şahsiyetleri arasında saymışlardır. 347
Aslında bizzat İbnü’l-Hanefiyye, kendinden bahsederken bu
konuda tevazu göstermemiştir. O, kendini kardeşleri Hasan ve
Hüseyin’le kıyaslayarak “Hasan ve Hüseyin benden faziletlidirler, ama
ben onlardan daha bilgiliyim.” 348 demiştir. Bu bilginin hangi alanlarda olduğu, daha sonra açıklayacağımız üzere bu rivayetin değişik
kaynaklarında yer alan versiyonlarında ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca Yezîd b. Muâviye’ye yaptığı ziyareti bitirip döneceği
sırada Yezîd, eğer kendisinde gördüğü bir kusuru varsa düzeltmek
için söylemesini ondan rica etmişti. İbnü’l-Hanefiyye de ona, kendisinde hayırdan başka bir şey görmediğini, aksi takdirde bunu
dile getirmekten çekinmeyeceğini ifade ederek “Zira Allah, ilim
ehlinden onu insanlara beyân etmelerini ve onu gizlememelerini istemişBk. İbn Hibbân, Meşâhîru Ulemâi’l-Emsâr, s. 62.
Makdisî, s. 146.
344
Ebû Nuaym el-İsbahânî, III, 174.
345
Bk. İbn Asâkir, LIV, 333; İbn Hallikân, IV, 170; İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb li Hâtimeti’lHuffâz, Beyrut 1975, II, 192.
346
İbnü’l-İmâd, I, 89.
347
Bk. Har’ân, s. 94; Neşşâr, I, 229; Zebibî, s. 630.
348
Makdisî, s. 146.
342
343
86
tir.” demiş ve zımnen de olsa kendi ilmî yeterliliğine vurgu yapmıştır. 349
Netice itibariyle; Müslüman ulemâsınca Muhammed b. Hanefiyye, âlim, fâzıl, âbid ve güçlü bir yapıya sahip cesur bir kahraman olmanın yanı sıra; giyim kuşamı konusunda göz alıcı bir
tarz geliştiren ve kişisel bakımına dikkat eden bir kişi olarak ittifakla kabul edilir.
Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinden sonra İbnü’lHanefiyye’nin yaşanan fitne ortamından uzak durması, Müslüman âlimler tarafından akıllıca bir davranış olarak görülmüş ve
bu davranışı onun dinî hassasiyetine bağlanmıştır. 350
O, sürekli ihtilaf çıkarmak istemediğini dile getirmiştir.
Ümmetin, ihtilafa düştüğü zamanlarda geri çekilmiş, halk söz
birliği edip bir kişi üzerinde ittifak edince de onların takip ettiği
yolu tutmuştur. Mahmûd Şâkir, onun bu tutumunu bir yerlere
gelme gibi bir beklentisinin olmamasına bağlar ve aksi takdirde,
özellikle kendisine isyan çağrısında bulunulduğu sırada sahip
olduğu şöhretin onu yoldan çıkarmaya yeterli olduğunu ifade
eder. 351
Ayrıca İbnü’l-Hanefiyye’nin, yalan dolandan ve şahsi çıkar
peşinde koşmaktan uzak bir şahsiyet olduğu kabul edilir. Onun
Yezîd b. Muâviye’ye yaptığı ziyaret sırasında geçen bir olay bunun güzel bir kanıtıdır. Yezîd, ona varsa borçalarını ödemek istediğini söylemiş, o da herhangi bir borcu olmadığını bildirmişti.
Onun bu tutumu karşısında şaşıran Yezîd, oğlu Halid’e dönerek,
“Gerçekten senin şu amcan, pislikten ve yalan dolandan uzak biridir.
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281.
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 263.
351
Mahmûd Şâkir, Râbiu’r-Râşidîn, s. 496.
349
350
87
Eğer şunlardan biri olsaydı, şu kadar şu kadar borcum var derdi.” diyerek bu onurlu davranışını takdir etmişti. 352 Yine kendisine, “Sana
bin dinar vereyim kullanırsın.” diyen bir kişiye “İhtiyacım yok” karşılığını verdiği söylenmektedir. 353
Batılı araştırmacılar ise olaya farklı yaklaşmışlardır. İbnü’lHanefiyye’nin, ailesine olan muhabbeti ve onların rahatlığıyla
ilgilenmesin yanı sıra lüks, incelik ve zerâfet sevgisi ile güzel elbise ve kozmetikten hoşlanmasına vurgu yapılmış, 354 gelişen olaylar
karşısında geride durması, onun pasifliğine bağlanmış ve “ehemmiyetsiz bir şahıs” 355 olarak nitelendirilmiştir.
Bir başka Batılı araştırmacı da gelişen olaylar karşısında
onun gayet mantıklı hareket ettiğini ve tutumunda da samimi
olduğunu kabul etmekle birlikte onun “çok pasif” olduğunu belirtmiştir. 356
Gerçekten de Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Hüseyin’in katlinden sonra yaşanan süreçte pasif bir tutum takınmıştır. Ancak o,
bunu dini gerekçelere dayandırmıştır. Daha sonraki bölümlerde
ayrıntılı bir şekilde işleneceği gibi, bu minvalde o, iktidar uğruna
bir tek Müslümanın katledilmesine rıza göstermeyeceğini açıklamıştır. Biatini almak için onu sıkıştıran Abdullah b. Zübeyr ve
Abdülmelik b. Mervân’a İslâm dünyasında birlik sağlanıncaya
kadar bütür baskılara rağmen direnmesi ve iktidarı ele geçirmek
için şiddet kullanan Muhtâr es-Sekafî’ye, onun adına hareket ettiği halde, yüz vermemesi bu konudaki samimiyetinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280-281.
Fesevî, I, 544.
354
Ronart, Stephen – Nondy, CEAS, Amsterdam 1959, s. 202.
355
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, Ankara 1963, s. 239.
356
Dozy, R. Pieter Anne (1300/1883), İslâm Tarihi, çev. Vedat Atila, İstanbul 2006, s. 190.
352
353
89
İKİNCİ BÖLÜM
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN
EHLİ BEYT FERTLERİYLE İLİŞKİLERİ
I. Hz. Ali ile İlişkisi
A. Hz. Ali’nin Siyasî Mücadelesinde Muhammed b. Hanefiy-
ye’nin Yeri
1. Hz. Ali’nin Halife Seçilmesi
Hz. Ali, babası Ebû Tâlib’in maddi sıkıntı içinde olması nedeniyle daha küçük yaşlarda Rasulullah tarafından himaye edilmiş ve onun yanında yetişmiştir. On bir yaşında Müslüman olmuş,
Rasulullah hicret ettiğinde emanetleri sahiplerine vermek üzere
Mekke’de kalmış, üç gün sonra o da yola çıkmıştır. Tebük seferi
hariç Rasulullah’ın katıldığı bütün savaşlara katılmıştır. 1
Hz. Ali, ilk üç halife döneminde Medine’de kaldı. Bu süre
zarfında gerçekleşen savaşlara katılmadı ve herhangi bir idari
görevde bulunmadı. Sadece Hz. Ömer’in Filistin ve Suriye seyahati
esnasında Medine’de onun yerine vekil olarak kaldı. 2 Bununla
birlikte zaman zaman görüşüne baş vurulan, kendisine danışılan
ve sözüne değer verilen saygın bir şahsiyetti. 3
Belâzürî, II, 346.
Taberî, s. 656.
3
Demircan, Adnan, Ali-Muâviye Kavgası, İstanbul 2002, s. 43.
1
2
90
Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber dönemindeki askerî, siyasî ve
diplomatik tüm faaliyetlerde aktif olarak görev almış olmasına
rağmen ilk üç halife döneminde askerî ve siyasî bir görev almayışı
dikkat çekicidir. Kimisi bu durumu Hz. Ali’nin yetersizliğine bağlarken, 4 kimisi de iktidarın onu muhalif bir şahsiyet olarak görmesine bağlamıştır. 5
Hz. Ali, Hz. Osman’ın birtakım icraatlarını gerekçe göstererek muhaliflerince kuşatılması ve ardından katledilmesiyle birlikte aktif olarak kendisini siyaset sahnesinde bulmuştur. Hz. Ali, bir
yandan isyancılarla halife arasında arabuluculuk etmeye çalışırken diğer yandan isyancıların halifeyi öldürme teşebbüsüne engel
olmaya çalışmış ve halifeyi korumak üzere oğulları Hasan ve Hüseyin’i görevlendirmiştir. Ancak bütün gayretlerine rağmen halifenin öldürülmesine engel olamamıştır. 6
Kaynaklarda, halifeyi korumak üzere kapısında nöbet tutan
kişiler arasında kardeşleri Hasan ve Hüseyin’in isimleri geçmekle
birlikte Muhammed b. Hanefiyye’nin ismine rastlamıyoruz. Öyle
anlaşılıyor ki bu süreçte o, aşağıda verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi sürekli babasının yanında hazır bulunarak onunla birlikte hareket etmiş ve gelişen olaylar karşısında zaman zaman
öfkelenen babasını teskin etmeye çalışmıştır.
Hz. Osman’ın bir cinayete kurban gitmemesi için büyük bir
çaba sarf eden Hz. Ali’nin karşısına sık sık Hz. Osman’ın kâtibi
Mervân b. Hakem çıkıyor, onu isyancılarla işbirliği yapmak ve
onları kışkırtmakla suçluyor ve aralarında zaman zaman itiş kakışlar yaşanıyordu. İbn Sa’d’ın anlattığına göre İbnü’l-Hanefiyye,
Dermenghem, Emile, Hazreti Muhammed’in Hayatı, İstanbul 2006, s. 201.
Apak, Adem, “Hz. Ali’nin Siyasi Kişiliği”, Hz. Ali Sempozyumu, İl Müftülüğü, Bursa 2005, s.
30-31.
6
Bk. Taberî, s. 770, vd.
4
5
91
bir seferinde babasının üzerine yürüyen Mervân’ı yakasından
tutup ona engel olmuştur. 7
Babasının yanından ayrılmayan İbnü’l-Hanefiyye, Hz. Osman’ın öldürüldüğü günü şöyle tasvir ediyor: “Dâr günü Osman,
Ali’ye haber göndermiş, yanına gelmesini istiyordu. Ali de onun yanına
gitmek istedi. Ancak peşine takılıp ona engel oldular. O da sinirinden
başındaki siyah sarığı yere fırlattı ve üç defa: ‘Allah’ım ben, onun öldürülmesine ne rıza gösteririm ne de böyle bir şeyi emrederim.’ diye haykırdı.” 8
Hz. Osman’ın evine isyancıların girdiğini görüp korkuyla
camiye sığınan Ebû Cafer el-Ensârî, Hz. Ali’nin bu sırada on civarında adamla birlikte camide oturduğunu anlatıyor. Kendisine
gelişmeleri soran Hz. Ali’ye, Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberini
verince Hz. Ali, katillere lanet okuyarak tepki göstermiştir. 9 O
sırada camide bulunan İbnü’l-Hanefiyye, bu haber karşısında babasının göstermiş olduğu tepkiyi şöyle dile getiriyor: “Osman,
kuşatıldığı sırada bir adam Ali’nin yanına geldi ve ‘Emirülmüminin öldürüldü’ dedi. Sonra bir başkası daha geldi ve o da: ‘Şu anda emirülmüminin öldürülmüş durumdadır” dedi. Bunun üzerine Ali, ayağa kalktı. Ben,
onun başına bir iş gelmesinden korkarak gitmesine engel olmak için onu
belinden tuttum. Bana, ‘Bırak beni, anasız kalasıca!’ dedi ve direk Osman’ın evine gitti. Adam öldürülmüştü. O da kalkıp evine gitti ve içeri
girerek üzerine evin kapısını kilitledi.” 10
Hz. Osman’ın öldürüldüğünü gören Hz. Ali, evine kapanmıştı. Fakat İslâm dünyasının içine düştüğü bu zor durumdan çıkarılması gerekiyordu. İnsanlar, bunun üstesinden gelebileceğini
İbn Sa’d, V, 112.
İbn Ebî Bekir, s. 344. Bk. Belâzürî, III, 111.
9
Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, I, 173-174.
10
Muhib et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 110-111. Bk. Belâzürî, III, 11.
7
8
92
düşündükleri Ali’nin kapısında bekliyor, ondan hilâfet görevini
üstlenmesini istiyorlardı. İbnü’l-Hanefiyye, bu süreci şöyle anlatıyor: “Osman öldürüldüğü zaman babamla birlikteydim. Kalkıp evine
girdi. Rasulullah’ın ashabı yanına gelip: ‘Şu adam öldürüldü. İnsanların
bir imâma ihtiyacı var. Gerek geçmişteki hizmetleri açısından, gerekse
Rasulullah’a yakınlığı açısından bu işe senden daha layık birisini bulamıyoruz.’ dediler. O da: ‘Yapmayın. Benim vezir olmam, emir olmamdan
daha hayırlıdır.’ dedi. Onlar: ‘Hayır vallahi sana biat etmedikçe hiçbir
şey yapmayacağız.’ deyince, Ali: ‘O zaman mescitte olsun. Zira benim
biatım, ne gizli olur ne de insanların rızası alınmadan olur.’ dedi.” 11
Mescide geçen Hz. Ali’ye öncelikle Muhâcir ve Ensâr biat
etti, ardından da diğer insanlar ona biat ettiler. 12 İbnü’lHanefiyye’nin de ailenin bir ferdi olarak babasına biat edenler
arasında olduğu görülmektedir. 13
Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ali’nin halife seçilmesi sürecinde yaşanan bu olaylar sırasında onun yanında bulunduğu gibi
Cemel, Sıffin ve Nehrevân savaşlarında da onun yanından ayrılmamıştır. O, daha sonraki dönemlerde Müslümanlar arası çatışma
ve fitne hareketlerinden uzak durmasına rağmen söz konusu savaşlarda babasının yanında yer almış olmaktan pişmanlık da
duymamıştır. Nitekim bir gün İbnü’l-Hanefiyye, çevresindekilere
Ebû Hureyre’nin, “Bir Müslümanın kanını dökmekten daha büyük bir
günah yoktur.” dediğine şahit olduğunu ifade edince Münzir esSevrî, “Ebû Hureyre, babana dokunduruyor” demişti. O da “Hayır, ona
işin ehli olanlar biat ettiler. Ancak hainler, verdikleri sözü bozunca onlarla savaştı.” 14 diyerek babasına olan desteğini sürdürmüştü.
Taberî, s. 790. Bk. Belâzürî, III, 11.
Taberî, s. 790.
13
Bk. Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 107.
14
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 122.
11
12
93
2. Cemel Savaşı
Hz. Osman’ın âsiler tarafından hunharca öldürülmesiyle,
İslâm dünyasında fitnenin kapıları ardına kadar açılmış oldu. Tam
da böyle bir ortamda Hz. Ali, hiç de uygun olmayan koşullar altında halifenin öldürülmesine bulaşan itham altındaki bazı kişilerin desteği ve baskısıyla halife oldu. 15 Diğer yandan sayıları fazla
olmamakla birlikte aralarında Abdullah b. Ömer, Sa’d b. Ebî
Vakkâs ve Muhammed b. Mesleme’nin bulunduğu etkili bir gurubun biat etmemesi, yine Benî Ümeyye’nin biat etmekten kaçınarak Medine’den ayrılmaları ve maktul halifenin kanlı gömleği ile
eşinin kesilmiş parmaklarının apar topar Şam’a götürülerek halka
teşhir edilmesi Hz. Ali’nin işini zora soktu. 16
Hz. Ali, halife seçildikten sonra Hz. Osman dönemindeki valileri azlederek yerlerine kendi seçtiği valileri atamakla işe başladı. Maktul halifenin katilleri yakalanıp cezaları verilmeden yapılan bu işlem, çoğu maktul halifenin yakınları olan valilerin kendisine karşı doğrudan cephe almasına yol açtı. Nitekim, yirmi seneye yakın bir süre Şam bölgesinin valiliğini yürüten ve orada büyük bir nüfuz kazanmış olan Muâviye b. Ebî Süfyân, yeni halifenin
azil kararını tanımadı ve yeni vali Sehl b. Huneyf’i daha şehre
girmeden geri çevirdi. 17
Hz. Ali’nin gönderdiği elçiyi de eli boş geri çeviren Muâviye, içi boş bir mektupla Medine’ye gönderdiği elçisi vasıtasıyla
onu tehdit etti. Elçinin tehditler savurarak ayrılmasından sonra
Hz. Ali, Muâviye ile savaşmaya karar verdi. Oğlu Hasan, ona evinde oturup insanları kendi hallerine bırakmalarını tavsiye ettiyse
de bunda başarılı olamadı. Savaşmakta kararlı olan Hz. Ali, MuBk. Taberî, s. 792-793. Krş. Demircan, Ali-Muâviye Kavgası, s. 46.
Bk. İbnü’l-Esîr, s. 401-402.
17
Taberî, s. 797; İbnü’l-Esîr, s. 404.
15
16
94
hammed b. Hanefiyye’yi çağırarak ona sancağı verdi ve savaşta
görev alacak komutanlarını atayarak savaş hazırlıklarına başladı.
Mısır, Kûfe ve Basra valilerine de haber göndererek Muâviye ile
girişilecek savaşa hazırlanmalarını emretti. 18
Hz. Ali, Muâviye’ye karşı girişeceği savaş için hazırlıklarını
sürdürürken, Mekke’de “Osman’ın kanını talep” iddiasıyla Hz.
Aişe’nin etrafında bir muhalefet hareketinin zuhur ettiğini ve
Basra’ya doğru yola çıktıkları haberini aldı. 19 Hz. Osman’ı değişik
icraatları nedeniyle en çok eleştirenlerden biri olan Hz. Aişe,
onun katli sırasında Mekke’deydi. Medine’ye doğru yola çıktığı
sırada halifenin öldürüldüğünü ve Hz. Ali’nin hilâfete geçtiğini
öğrenince Mekke’ye geri dönmüş ve “Osman, mazlum bir şekilde
katledilmiştir” diyerek yeni halifeye karşı cephe almıştı. Bir yandan
Benî Ümeyye, bu durumu kendileri için büyük bir fırsat görerek
bütün maddi imkanlarını bu hareket için seferber ederken, diğer
yandan Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm kendilerine yapılan biat teklifini kabul etmeyip hilâfete Hz. Ali’nin daha layık olduğunu belirterek ona biat ettikleri halde umre yapacakları gerekçesiyle Hz. Ali’den izin alarak Mekke’ye gitmiş ve bu hareketin
başına geçmişlerdi. 20
Medine’yi terk etmemesi yönündeki ashabın bütün ısrarlarına rağmen Hz. Ali, Basra’ya doğru hareket etti. 21 Hz. Ali’nin ordusu, nizamî bir şekilde Basra’ya doğru yürüyordu. “Hz. Ali’nin
sağ ve solunda Hasan ile Hüseyin; önde Muhammed b. Hanefiyye,
beraberinde büyük sancak.” 22 Bu arada Hz. Ali, Kûfelilerin desteTaberî, s. 797-798; İbn Miskeveyh, Ebû Ali Ahmed Miskeveyh b. Muhammed (421/1030),
Tecâribu’l-Ümem, thk. Ebü’l-Kasım İmamî, Tahran 2001, I, 467-468; İbnü’l-Esîr, s. 405.
19
Taberî, s. 798; İbnü’l-Esîr, s. 405-406.
20
Bk. Taberî, s. 798-800; İbn A’sem, I, 93-95; İbnü’l-Esîr, s. 406.
21
Dîneverî, s. 135-136.
22
Mes’ûdî, II, 380-381. Bk. Taberî, s. 810; İbn Asâkir, LIV, 333; Nüveyrî, XX, 45; Zehebî, Siyeru
A’lâm, IV, 166.
18
95
ğini almak için Muhammed b. Hanefiyye ile Muhammed b. Ebî
Bekir’i Kûfe’ye gönderdi. 23 Vakıdî’nin rivayetine göre Kûfe valisi
Ebû Musa el-Eş’arî, onları azarlar ve minbere çıkarak Kûfelilere
fitneden uzak durmalarını tavsiye eden bir konuşma yapar. Ebû
Musa el-Eş’arî’nin bu tutumu karşısında Muhammed b. Hanefiyye,
“Bu adamda hayır yok” diyerek geri döner ve durumu Hz. Ali’ye
bildirir. 24 Bu haber karşısında hiddetlenen Hz. Ali, Ebû Musa’yı
azleder ve hem bu kararını bildirmek hem de Kûfelilerin desteğini
sağlamak için bu sefer Kûfe’ye Hasan ve Ammâr b. Yasir’i gönderdi. 25 Hz. Hasan, Kûfe’den aldığı destekle Zûkâr’da Hz. Ali’ye tekrar
katıldı. 26
Hz. Ali, Basra’ya yaklaşınca ordusunu birliklere ayırdı. Her
birliğin komutanını atadı. Hz. Ali’nin Basra’ya yaklaştığını gören
muhalif grup da savaş düzeni aldı. Hz. Ali tarafının ana sancağı
Muhammed b. Hanefiyye’de, muhaliflerin ki de Abdullah b. Zübeyr’in elindeydi. 27
İki cephe arasındaki karşılıklı müzakereler sonuç vermeyince, 10 Cemadiyelahire 36 (4 Aralık 656) tarihinde savaş gerçekleşti. 28 Öğlen vaktinden sonra başlayıp güneş batıncaya kadar
devam eden ve 20 bin civarında bir insan kaybının yaşandığı bu
savaş, Hz. Ali’nin galibiyeti ile sonuçlandı. 29 Aslında Hz. Ali, kazandığı gibi görünen savaşın görünmeyen mağlubu idi. Çünkü Hz.
Osman’ın kanını talep edenlere karşı savaşmış olmakla, onun katillerini savunur pozisyonuna düşmüştü. Bu savaştan en büyük
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 257; Emîn, I, 445. Muhammed b. Ebî Bekir ile birlikte Kûfe’ye
giden diğer kişinin ismini Taberî “Muhammed b. Avn”, İbnü’l-Esîr ise “Muhammed b.
Cafer” olarak vermiştir. Bk. Taberî, s. 810; İbnü’l-Esîr, s. 412.
24
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 257-258. Bk. Taberî, s. 811-812.
25
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 259.
26
Dîneverî, s. 138.
27
Dîneverî, s. 138-140.
28
Dîneverî, s. 139.
29
Belâzürî, III, 38, 59; Taberî, s. 831; Mes’ûdî, II, 360.
23
96
kazancı Muâviye elde etmiştir. Muâviye, hem muhtemel halife
adayları olan Talha ve Zübeyr’den kurtulmuş, hem de artık “sahabe katili” ithamı ile karşı karşıya gelen Hz. Ali’nin halifelikten
ayrılması gerektiğini daha rahat bir biçimde ifade edebilmiştir. 30
Muhammed b. Hanefiyye açısından konuyu ele alacak olursak Cemel Savaşı, onun ilk savaş deneyimi idi. Hem savaş tecrübesinin olmaması, hem de bu savaşın Müslüman bir guruba karşı
yapılıyor olması onu tereddüte sevk etmişti. İki Müslüman gurubun karşı karşıya gelmesiyle İbnü’l-Hanefiyye’nin yaşadığı bu
şaşkınlık hali, ister dinî kaygılardan kaynaklansın ister savaş deneyiminin olmamasından kaynaklansın fazla sürmemiştir. Sancaktarlığını yaptığı bu savaşta İbnü’l-Hanefiyye, düşmanlarıyla
göğüs göğüse çarpışmış ve hem babasının hem de arkadaşlarının
takdirini kazanmıştır.
Hz. Ali, sancağı Muhammed b. Hanefiyye’ye verdiğinde ona
şöyle nasihat etmişti: “Dağlar yerinden ayrılsa da sen yerinden ayrılma. Dişini sık. ‘Başım, gözüm Allah’a emanet’ de. Ayağını yere sağlam
bas ve diren. Gözünü ordunun ta sonuna dik, başka bir tarafa bakma. Bil
ki yardım ve zafer, ancak Yüce Allah katındadır.” 31
Muhammed b. Hanefiyye, Cemel Savaşı’nda sancağı taşımakta ilk önce tereddüt etmişti. Zira bu savaş Müslümanlar arası
bir savaştı ve daha önce o, böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Ancak
babası ona, “Başında babanın olduğu bir ordu hakkında şüphen mi
var?” deyince sancağı eline almıştır. 32 Başka bir rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye sancağı taşımakta tereddüt ederek: “Bu, kör bir
musibettir.” demiş, bunun üzerine babası: “Annen seni yitirsin! Baba-
Korkmaz, s. 61.
Ali b. Ebî Talib, Nehcü’l-Belağa, Hz. Ali’nin Hutbeleri, Mektupları ve Kısa Sözleri, çev. Komisyon, Ankara 1990, s. 49-50.
32
İbn Hallikân, IV, 171.
30
31
97
nın başında olduğu bir savaş mı kör (dövüş) oluyor?” diyerek onu azarlamıştır. 33
Bununla birlikte İbn Sa’d ve Belâzürî’nin aktardığına göre
Hz. Ali, saflar tutulduğunda sancağı Muhammed b. Hanefiyye’ye
vermiş; fakat taraflar, çarpışmak üzere birbirlerine yaklaştıklarında geri durmuş, bunun üzerine Hz. Ali de sancağı onun elinden
alıp ilerlemişti. 34 Dineverî’nin anlattığına göre durmasının sebebi,
Basralıların onu mızrak ve kılıçlarla karşılamasıydı. 35
Başka bir rivayete göre bizzat Muhammed b. Hanefiyye, burada durmasının sebebi olarak aniden başlayan ok yağmurunun
bitmesini beklemek olarak açıklamıştır: “Karşı taraf, sancağı sallayarak harekete geçtiğimi görünce üzerime ok yağdırdılar. Onlardan
korunmak için olduğum yerde durdum. Ok yağmuru birazdan biter,
sonra ilerlerim diye düşündüm. Ama Emirulmüminin, eliyle omuzuma
vurdu ve sancağı benden aldı.” 36 Bu sırada Hz. Ali, ok ve mızraklardan adım atacak durumda olmayan ve saldırıların bitmesini bekleyen İbnü’l-Hanefiyye’ye mızrakların üzerine yürümesini emretmiş. Ancak İbnü’l-Hanefiyye tereddüt edince Hz. Ali, “Sen, annenden bir damara çekmişsin!” diyerek sancağı ondan almış ve ilerlemişti. 37
Sancağı elinden alınan Muhammed b. Hanefiyye, babasının
peşinden koştu ve onu geri almak için uğraştı. Hz. Ali, uzun süre
onu tersledikten sonra sancağı ona verdi ve onu nasıl taşıyacağını
anlattı: “Onu al ve güzel taşı. Arkadaşlarının ortasında dur ve asla onu
yere indirme. Onu yüksek tut ki arkadaşların seni görsün.” 38
İbnü’l-İmâd, I, 89.
İbn Sa’d, V, 92-93; Belâzürî, III, 56-57.
35
Dîneverî, s. 140.
36
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 343.
37
Mes’ûdî, II, 375. Bk. Taberî, s. 723.
38
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 361.
33
34
98
Babasının direktifleri doğrultusunda hareket eden Muhammed b. Hanefiyye, Cemel Savaşı’nda başarılı bir performans
gösterdi. Bu durum, Ammâr b. Yasir’in dikkatini çekti ve “Bugün
sancağı ne güzel taşıdın” diyerek ona iltifatlarda bulundu. 39 Emrine
verilen grupla birçok başarılı hamle gerçekleştiren İbnü’lHanefiyye, arkadaşlarının da takdirini kazandı. Hatta bazıları, Hz.
Ali’nin yanında onun göstermiş olduğu kahramanlıktan övgüyle
söz etmiş, onu kardeşleri Hasan ve Hüseyin’le kıyaslamış ve onların Rasulullah’a olan yakınlığına atıfta bulunarak aksi takdirde
hiçbir Arabı ona tercih etmeyeceklerini belirtmişlerdi. Hz. Ali de
bu iltifatlarına karşılık güneşle ayın karşısında yıldızın bir kıymet
ifade etmeyeceğini söyleyince Huzeyme b. Sâbit, İbnü’lHanefiyye’yi öven bir şiir okumuştu. 40
Hz. Ali’nin, bu savaşta Hasan ve Hüseyin’i kollayıp, Muhammed b. Hanefiyye’yi öne sürmesi bazı söylentilere sebep oldu.
İnsanlar gelip İbnü’l-Hanefiyye’ye, “Baban, niçin Hasan ve Hüseyin’i
değil de hep seni tehlikenin üzerine sürüyor?” diye sorular yöneltiyorlar. O da bunun sebebi olarak “Çünkü onlar, onun iki gözü; ben de
onun eliyim. O, bu şekilde eliyle gözlerini koruyor.” şeklinde cevaplar
veriyordu. 41 Aynı şikayetler, babasına arz edildiğinde o da aynı
cevabı veriyordu: “O benim elim. Şu ikisi de gözlerimdir. İnsan, sürekli
eliyle gözlerini korur.” 42
Hz. Ali, bu savaşta her ne kadar İbnü’l-Hanefiyye’yi öne
sürmüş olsa da aslında hep arkasında durmuş ve onu her zaman
kollayıp korumuştur. Nitekim bizzat İbnü’l-Hanefiyye, “Ben, arkadaşlarımın ortasındaydım. Birden hepsi arkama geçtiler. Düşmanla benim aramda beni onlardan koruyacak hiç kimse kalmadı. Ben düşmanın
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 361.
İbn Ebil’Hadîd, I, 184-185.
41
İbn Hamdûn, II, 484. Ayrıca bk. Mizzî, XXVI, 152; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s.
184.
42
İbn Ebi’l-Hadîd, XX, 481.
39
40
99
üzerine yürümek istiyordum. Ancak babamın, arkamda kılıcını çektiğini
hissettim. Babam, ben önüne geçmeden ilerleme, diyordu.” 43 şeklinde
bu durumu izah etmiştir.
Cemel Savaşı, Hz. Ali’nin İbnü’l-Hanefiyye’yi eğittiği ve
onun savaş yeteneğini ortaya çıkarmaya çalıştığı bir mekân olmuştur. 44 Nitekim Hz. Ali, ona sancağı nasıl taşıyacağını ve nasıl
kılıç kullanacağını göstermiştir. 45 Aslında Hz. Ali, gençlik yıllarında göstermiş olduğu kahramanlığı bir nevi onda görmek istiyordu. Onun için ona, “Gördüklerin, seni ürkütmesin. Ben, sancağı ilk
taşıdığımda senden daha küçüktüm. Düşmanlarım beni korkutmamıştı.”
diyordu. 46 Ondan beklediği neticeyi alınca da “Sen, gerçekten benim
oğlumsun!” diyerek ona iltifatlarda bulunmaktan geri durmamıştır. 47
Netice itibariyle Muhammed b. Hanefiyye, bu savaşta babasının yanında yer almıştır. Savaşın başında yaşadığı tereddüt ya
da şaşkınlık hali, bu savaşın Müslüman bir guruba karşı yapılıyor
olması nedeniyle dinî bir endişeden kaynaklanmış olma ihtimali
olsa da yukarıda vermiş olduğumuz örneklerde görüldüğü gibi bu
durum, daha çok onun savaş tecrübesinin olmamasından kaynaklanmıştır. Nitekim, babasının direktifleri doğrultusunda hareket
ederek istenilen başarıyı gösterdiğinde hem babasının hem de
arkadaşlarının iltifatına mazhar olmuştur.
3. Sıffin Savaşı
Hz. Ali, Cemel Savaşı’ndan sonra Kûfe’ye yerleşti ve kendisine biat etmekten imtina eden Muâviye’ye karşı savaş hazırlıklarına yeniden başladı. Neticede Fırat nehri kıyısındaki Sıffin bölgeŞeyh Müfîd, el-Cemel, s. 368.
Krş. Reyşehrî, Muhammed, Mevsuatu’l-İmâm Ali b. Ebî Talib fi’l-Kitâb ve’s-Sünneti ve’t-Târîh,
Beyrut 2000, s. 235.
45
Bk. İbn Ebi’l-Hadîd, I, 192-193.
46
Şeyh Müfîd, el-Cemel, s. 368.
47
Bk. Meclisî, XXXVII, 5-6.
43
44
100
sinde karşı karşıya gelen iki ordu, su yüzünden çıkan ufak çaplı
bir çarpışmanın ardından iki ay boyunca aralarında ciddi bir olay
yaşanmadan bekledi. Bu süre zarfında iki tarafın elçileri karşılıklı
gidip geliyordu. Hz. Ali, Muâviye’yi kendisine biat etmeye çağırıyor, Muâviye ise Hz. Osman’ın katilleri kendisine teslim edilmedikçe biat etmeyeceğini sürekli tekrarlıyordu. Hz. Ali’nin bu şartı
yerine getirmesi nerdeyse imkânsızdı. Çünkü her seferinde sayıları yirmi bini aşan bir gurubun hep bir ağızdan “Osman’ı biz öldürdük” diye bağırması, onun işini zorlaştırıyordu. 48
Bu sefer de karşılıklı müzakereler sonuç vermedi ve 37/657
senesinde Muharrem ayının bitmesiyle birlikte Hz. Ali, savaş ilan
etti ve ordusunu savaş konumuna soktu. 49 Mübareze şeklinde
başlayan savaş giderek kızıştı ve en şiddetli çarpışmalar, Leyletü’l-Herîr diye anılan ve savaşın gece yarılarına kadar sürdüğü
gün yaşandı. 50 Gece boyunca devam eden yoğun ok atışı nedeniyle
meydana gelen vızıltıdan dolayı bu adı almıştı. 51
Cemel Savaşı’nda tecrübe edinmiş olan Muhammed b. Hanefiyye, bu savaşta daha aktif bir rol oynamış ve farklı görevler
üstlenmiştir. Cemel Savaşı’nda olduğu gibi bu savaşta da sancaktarlık yaptı. 52 Ayrıca onun, zaman zaman birlik komutanlığı görevi yaptığını da görüyoruz. 53
Teke tek ve küçük gruplar arasındaki çarpışmalarla başlayan savaşın dördüncü gününde Muhammed b. Hanefiyye ile
Dîneverî, s. 159-160.
Minkarî, Nasr b. Muzâhim (212/827), Vak’atu Siffîn, thk. A. M. Harun, Beyrut 1990, s. 202.
50
Minkarî, s. 748; Dîneverî, s. 174.
51
Aycan, s. 107.
52
Bk. İbn Sa’d, V, 93.
53
Bk. Belâzürî, III, 85; İbn Şehraşûb, III, 168; Meclisî, XXXII, 506-507.
48
49
101
Ubeydullah b. Ömer b. Hattâb karşı karşıya geldiler. 54 Birçok kaynağın değindiği bu karşılaşma, ikisinin başında bulunduğu birliklerin şiddetli çarpışmalarıyla başladı. Minkarî’nin aktardığına
göre iki gurubun şiddetli çarpışmasından sonra Ubeydullah b.
Ömer, Muhammed b. Hanefiyye’ye mübareze teklifinde bulundu.
O da bu teklifi kabul etti ve atından inerek ona doğru yürüdü.
İkisinin birbirlerine yaklaştığını uzaktan fark eden Hz. Ali, çevresindekilere onların kim olduğunu sorup durumu öğrenince hemen atını harekete geçirdi ve İbnü’l-Hanefiyye’ye seslenerek onu
durdurdu. Hz. Ali, atını ona teslim ederek kendisi Ubeydullah’ın
karşısına çıktı. Ancak Hz. Ali ile dövüşmek istemeyen Ubeydullah,
geri çekilip gitti. İbnü’l-Hanefiyye, kendisine engel olan babasına
“Vallahi eğer beni bıraksaydın onu öldürebilirdim.” deyince Hz. Ali,
bundan emin olamadığını söyledi. Bunun üzerine İbnü’lHanefiyye, babasına dengi olmayan Ubeydullah’ın karşısına çıkmasının uygun olmadığını ifade ederek: “Eğer babası karşına çıksaydı onunla dövüşmeni isterdim.” dedi. Hz. Ali ise Hz. Ömeri rahmetle anarak bu işe onu karıştırmamasını ve onun hakkında kötü
konuşmamasını tavsiye etti. 55 Hz. Ali, bu savaşta oğulları Hasan,
Hüseyin ve Muhamed b. Hanefiyye’ye mübareze izni vermediği
gibi İbn Abbâs ve onun kardeşlerine de mübareze izni vermiyor,
onların savaş meydanına çıktığını fark ettiği anda hemen arkalarından o da çıkıyordu. 56
Ertesi gün savaş iyice kızıştı ve Hz. Ali’nin sağ kanadı yenilgiye uğrayıp dağıldı. Neredeyse yanında oğulları Hasan, Hüseyin
ve Muhammed dışında hiç kimse kalmadı. O da diğer kanada, Rabia kabilesinin bulunduğu yöne doğru hareket etti. Omuzlarının
Belâzürî, III, 85; İbnü’d-Devadarî, Ebû Bekir b. Abdillah (732/1332), Kenzü’d-Dürer ve
Câmiü’l-Gurer, thk. M. Said Cemaleddin, Kahire1981, III, 373.
55
Minkarî, s. 221. Bk. Dîneverî, s. 163; Taberî, s. 847; Mes’ûdî, II, 388; İbn Miskeveyh, I, 519520; İbnü’l-Esîr, s. 433; İbn Ebi'l-Hadîd, V, 120; Nüveyrî, XX, 119.
56
Minkarî, s. 463.
54
102
üzerinden oklar uçuşuyordu. Oğulları, kendilerini siper ederek
onu koruyorlardı. 57 Ancak Hz. Ali, bu durumdan hoşlanmamış,
onları kenara çekip ilerlemek istiyordu. İşte bu hengâmede Ahmer adındaki bir Benî Ümeyye kölesi, onların karşısına çıktı. Hz.
Ali’nin Keysân adlı kölesi ona saldırdı. Ancak Ahmer, onu öldürdü
ve Hz. Ali’ye doğru harekete geçti. Hz. Ali de onun üzerine yürüdü
ve onu tutup yere serdi. Bu arada Hz. Hüseyin ile Muhammed b.
Hanefiyye, babalarının yardımına koştular ve kılıçlarıyla adamı
vurup öldürdüler. Hz. Hasan ise olaya müdahil olmamış, onları
seyretmekle yetinmişti. 58
Leyletü’l-Herîr’in yaşandığı gün Hz. Ali, yerlerinde durup
direnen Gassân kabilesinin üzerine Muhammed b. Hanefiyye’yi
emrine verdiği bir birlikle gönderdi. Yavaş bir şekilde onlara yaklaşmasını ve yanlarına vardığında emrini beklemesini emretti. O
da söyleneni yaptı. Hz. Ali, yanına topladığı bir grupla onun peşinden gitti ve hep birlikte düşmanın üzerene saldırıp onları yerlerinden sürdükleri gibi onlardan birçok kişiyi de öldürdüler. 59
İbnü’l-Hanefiyye, bu savaşta silahlı mücadelenin yanı sıra
propaganda faaliyetlerinde de bulunmuş ve hem şiir hem de hitabet sanatındaki maharetini ortaya koymuştur. Sıbt İbni’lCevzî’nin anlattığına göre bir gün Eşter b. Malik, İbnü’lHanefiyye’den öne geçip Hz. Ali’yi öven bir konuşma yapmasını
istedi. O da iki cephenin ortasına çıktı ve Muâviye’nin askerlerine
yönelerek gayet edebî bir konuşma yaptı. İbnü’l-Hanefiyye, bu
konuşmasında Şamlıları nifakla suçlayarak onları cehennemle
korkutmuş ve babası Hz. Ali’nin Müslüman olmadaki önceliği,
neseb bakımından Rasulullah’a olan yakınlığı, hicret sırasındaki
Minkarî, s. 288; Dîneverî, s. 189; İbnü’l-Esîr, s. 433.
Minkarî, s. 249; Taberî, s. 849; İbn Miskeveyh, I, 525.
59
Minkarî, s. 391-392; Taberî, s. 858; Mes’ûdî, II, 398; İbn Miskeveyh, I, 534; İbnü’l-Esîr, s.
438.
57
58
103
fedakarlığı, Uhud’da Rasulullah’ı yalnız bırakmaması ve Hayber’de gösterdiği kahramanlığa atıfta bulunarak hilâfetin onun
hakkı olduğunu vurguladı ve Şamlıları ona biat etmeye çağırdı. 60
Onun bu konuşması oldukça beğenilmiş ve hitabetteki üstünlüğü
her iki grup tarafından kabul görmüştü. 61
Yine şiddetli çatışmaların gece yarısına kadar vuku bulduğu
ve her iki taraftan birçok kişinin öldüğü gün, taraflar öldürülen
arkadaşlarını defnetmeye çalışırken Amr b. Âs ve oğlu Muhammed de öldürülmüş askerleri arasında dolaşarak onları öven şiirler okuyorlardı. Onları duyan Muhammed b. Hanefiyye de onlara
nazire yaparak, övünecek bir şey bulamayacakları hesap gününü
hatırlatan şiirler okudu. 62
Sıffın Savaşı’na katılanlar, Müslüman bir topluluğa karşı
savaşmanın meşruiyeti problemi ile karşılaşmışlardı. Bu savaşta
Hz. Ali tarafında yer alan ve “Ya Ebû Yakazan! Rasulullah, Müslüman
oluncaya kadar insanlarla savaşın, Müslüman olunca artık kanları ve
malları benden yana korunmuştur, buyurmadı mı?” şeklindeki bir
soruya muhatap olan Ammâr b. Yasir, kendilerine karşı savaştıkları kişilerin aslında Müslüman olmadıklarını ve onların küfürlerini gizledikleri şeklinde bir cevap vermiştir. 63 Muhammed b.
Hanefiyye’nin de aynı soruya benzer bir cevap vererek “Rasulullah, Mekke’nin fethinde vadinin yukarısından ve aşağısından onların
üzerine gelip vadiler askerlerle dolunca bir çıkış yolu buluncaya kadar
teslim oldular, Müslüman göründüler.” dediği görülmektedir. 64 Minkarî’nin verdiği bu bilgi eğer doğru ise onun bu cevabı, tarafların
Bk. Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 266-268.
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 268.
62
Bk. Minkarî, s. 371.
63
Minkarî, s. 215.
64
Minkarî, s. 216.
60
61
104
söz konusu savaşa hangi duygu ve düşünceler ile katıldıklarını
ortaya koyması açısından oldukça önemlidir.
Neticede Savaş, Muâviye’nin aleyhine seyrettiği halde Amr
b. Âs’ın devreye soktuğu dâhiyane fikir, dengeleri Hz. Ali’nin
aleyhine çevirdi. Mızrakların ucuna asılan Mushaflar, Hz. Ali’nin
ordusunu durdurmaya yetmişti. 65 Hz. Ali, ordusundaki mutaassıp
ve düzensiz bir gurubun zoruyla Muâviye’nin teklif ettiği tahkimi
kabul etmek durumunda kaldı. Yapılan anlaşma neticesinde ertesi
yıl Ezruh’ta toplanan hakemler, bir sonuca varmadan, hatta işi
daha da zora sokarak dağıldılar. Muâviye’nin planı tutmuş, artık
Hz. Ali’nin ordusunda birlik ve düzen kalmamıştı. Zafere ramak
kala savaşı durdurup Hz. Ali’yi tahkime zorlayan grup, bu sefer
Hz. Ali’yi tahkime katıldığı için suçlamış ve ondan ayrılarak ona
karşı cephe almışlardı. 66
Netice itibariyle Muhammed b. Hanefiyye, Cemel Savaşı’nda olduğu gibi Sıffin Savaşı’nda da babasının yanında yer almıştır. Şiddetli çarpışmaların günlerce sürdüğü bu savaşta aktif
olarak görev üstlenmiş, bazen sancaktarlık bazen de birlik komutanlığı yapmıştır. Sıcak çatışmalara girmekten çekinmemiş, babasının verdiği görevleri başarıyla yerine getirmiş ve kardeşleriyle
birlikte zor zamanlarda babasını korumayı bilmiştir. Diğer yandan
davasının haklılığına gönülden inanmış ve bunun propagandasını
yapmaktan geri durmamıştır. Hz. Ali de Cemel Savaşı’na nazaran
bu savaşta onu tehlikeli yerlere sürmekten kaçınmış, hem onu
hem de kardeşleri Hasan ile Hüseyin’i kollamaya gayret etmiştir.
Nitekim savaş sona erip Kûfe’ye döndükleri sırada Hz. Ali, niçin
sonuna kadar savaşmadığı yönündeki soru ve eleştirilere cevap
65
66
Bk. Minkarî, s. 482; Dîneverî, s. 175.
Taberî, s. 862. Tahkîm konusunda geniş bilgi için bk. Önkal, Ahmet, “Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme”, sn. 1, sy. 2, 2003, İSTEM, s. 33-68.
105
verirken Hasan ile Hüseyin’i işaret ederek onların öldürülüp Rasulullah’ın neslinin kesilmesinden korktuğunu, Muhammed b.
Hanefiyye ile Abdullah b. Cafer’i de göstererek onların öldürülmesinden çekindiğini ve onlara acıdığını ifade etmiştir. 67
4. Nehrevân Savaşı
Sıffin Savaşı sona erip tahkim metni hazırlandıktan sonra
taraflar, belirledikleri hakemlerin bir sene sonra Ezruh’ta bir araya gelmelerini kararlaştırarak dağıldılar. Hz. Ali de Kûfe’ye doğru
hareket ederken daha önce kendisini tahkime zorlayan, işin vehametini geç anlamış olan ve daha sonra Haricîler olarak adlandırılacak olan bir grup, bu sefer tahkime razı olduğu için Hz. Ali’den
ayrılarak Harûra’ya geçtiler. On iki bin civarındaki bu grupla bizzat görüşen Hz. Ali, onları Kûfe’ye dönmeye razı etti. 68 Ancak ertesi sene Hz. Ali, tahkime üye gönderince bunlar, Kûfe’den ayrılarak Nehrevân’a yerleştiler. 69
Diğer yandan Hz. Ali, Ezruh’ta bir araya gelen hakemlerin
ortak bir karara varmadan dağılmaları üzerine Muâviye’nin üstüne gitmek için hazırlıklara başlamıştı. Nehrevân’a yerleşmiş olan
isyancı grupla da kendilerine katılmaları için görüşmelerde bulundu. Hz. Ali, ikna olmayacaklarını anlayınca onları kendi hallerine bırakıp Şam’a doğru hareket etmeye karar verdi. Fakat bu
sırada, isyancıların Rasulullah’ın ashabından Abdullah b. Habbâb
b. Eret ve hamile eşini boğazlayarak öldürdükleri haberi gelince,
Muâviye’ye karşı hazırlamış olduğu ordusunu onların üzerine
sürmek durumunda kaldı. 70
Bk. Minkarî, s. 530; Taberî, s. 863; Şeyh Müfîd, el-İhtisâs, s. 189.
Taberî, s. 864-865; Mes’ûdî, II, 405.
69
Taberî, s. 867-868.
70
Dîneverî, s. 189-194; Taberî, s. 869-870.
67
68
106
Abdullah b. Habbâb’ın katillerini teslim etmeleri ve isyandan vazgeçip kendilerine katılmaları için yapılan bütün girişimler
sonuçsuz kalınca Hz. Ali, savaş kararı verdi. Savaş başlamadan
önce Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin eline verdiği bayrağın altına sığınanlar ile savaş meydanından çekip gidenlerin kurtulacağını ilan
etti. Bunun üzerine bin kişi, sancağın altına sığınırken beş yüz
kadar kişi de savaş meydanını terk etti. Diğerleriyle yapılan kısa
süreli bir çarpışmadan sonra, kaçmayı başaran birkaç kişi dışında
hemen hepsi kılıçtan geçirildi. 71
Nehrevân Savaşı, Haricilerin Hz. Ali ve ondan sonra iktidara gelenlere bir daha katılma ihtimalini ortadan kaldırdı. Saygı
duydukları pek çok kişinin bu savaşta öldürülmesi uzun zaman
hatırlanacak ve maktullerin hatırası, onlar için isyana teşvik edici
unsurlardan biri olacaktır. Nitekim bu savaşta öldürülenlerin
öcünü alma isteği, Hz. Ali’ye suikast düzenlenmesi sonucunu doğurdu. 72
Bu savaş, aslında Hz. Ali’nin kendi askerleri arasındaki bir iç
savaştı. Üstelik bu savaşta öldürülenlerin çoğu karşı tarafın yakın
akrabaları idi. 73 Bu durum, orduyu oldukça yıpratmıştı. Onun için
Hz. Ali, askerlerine dağılmamalarını ve Şam seferi için hazırlanmalarını emrettiği halde başta Eş’as b. Kays olmak üzere ordu,
savaş gereçlerinin yıprandığı ve yorgun düştüklerini ileri sürerek
Kûfe’ye döndüler. Bir hafta içinde Hz. Ali’nin karargâhını kurduğu
Nuhayle’de hemen hemen hiç kimse kalmayınca o da Kûfe’ye
dönmek durumunda kaldı. 74
Belâzürî, III, 146-147; Dîneverî, s. 193.
Demircan, Adnan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, İstanbul 1996, s. 115.
73
Bk. Belâzürî, III, 148-149.
74
Dîneverî, s. 194-195; Taberî, s. 873.
71
72
107
İbn Sa’d’ın aktardığı, İbnü’l-Hanefiyye ile Misver b. Mahreme arasında geçen bir diyalog Hz. Ali’nin içine düştüğü bu zor
durumu çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Muhammed b. Hanefiyye, şöyle anlatıyor: “Babam, Muâviye ve Şamlılarla savaşmak istiyordu. Onun için sancağını bağladı ve sefere çıkıncaya kadar onu çözmeyeceğine dair yemin etti. Ancak insanlar ondan yüz çevirdiler, görüş
ayrılığına düştüler ve korktular. O da sancağını çözdü ve yaptığı yeminin
kefaretini verdi. Öyle ki bunu dört defa tekrarladı. Onun gördüğüm bu
hali beni üzüyordu.” 75 Babasının düştüğü bu duruma üzülen İbnülHanefiyye, konuyu Misver b. Mahreme ile konuşmuş, halkta hiçbir gayret görmediğini ve babasının beyhude uğraştığını ifade
ederek ondan babasıyla konuşmasını rica etmişti. Misver de ona
verdiği cevapta, Hz. Ali’nin aslında olmuş bitmiş bir şey için çabaladığını ve kendisiyle bu konuyu görüştüğünü ama onun, yola
çıkmaktan başka hiçbir şey kabul etmediğini ifade etmişti. 76
Hem Tahkim sürecinde, hem de Nehrevân Savaşı’nda Muhammed b. Hanefiyye, babasının yanındaydı. 77 Ancak gerek tahkimde, gerekse kısa bir sürede başlayıp biten bu savaşta özel bir
görev almamasından olsa gerek, kaynaklarda bu konulardan söz
edilirken İbnü’l-Hanefiyye’den pek bahsedilmediğini görüyoruz.
B. Hz. Ali’nin Katli ve Muhammed b. Hanefiyye’ye Vasiyeti
Hac mevsiminde Mekke’de bir araya gelen bir grup Haricî,
İslâm dünyasının içinde bulunduğu durumu müzakere ettiler ve
Nehrevân’da katledilen arkadaşlarını andılar. Toplantı neticesinde bütün olanların müsebbibi olarak gördükleri Hz. Ali, Muâviye
ve Amr b. Âs’ı öldürme kararını aldılar. Hz. Ali’yi Abdurrahman b.
İbn Sa’d, V, 93.
İbn Sa’d, V, 93.
77
Minkarî, s. 479; Hasîbî, s. 233.
75
76
108
Mülcem, Muâviye’yi Burak b. Abdullah, Amr b. Âs’ı da Amr b. Bekir öldürecekti. 78
Hz. Ali’yi öldürmek üzere Kûfe’ye giden Abdurrahman b.
Mülcem, orada Katâm adlı bir kadınla evlendi. Bu kadın, Haricî
görüşüne sahip olup babası, kardeşi ve amcası Nehrevân Savaşı’nda Hz. Ali tarafından öldürülmüştü. Onun için Katâm, İbn Mülcem’den mehir olarak üç bin dirhem, bir köle ve bir cariyenin
yanı sıra Hz. Ali’nin öldürülmesini istedi. 79
İbn Mülcem, Katâm’ın yardımcı olmaları için hizmetine
verdiği Verdân ve Şebîb ile birlikte kararlaştırılan günün sabah
namazında pusu kurdular. Sabah namazına çıktığı sırada saldırıya
uğrayan Hz. Ali, İbn Mülcem tarafından başından vuruldu (17
Ramazan 40 / 24 Ocak 661). 80 İbn Mülcem, hemen yakalanıp etkisiz hale getirildi. Kaçmayı başaran Şebîb, izini kaybettirdi. Verdân
ise kaçtığı sırada hareketlerinden şüphelenip durumu öğrenen bir
akrabası tarafından öldürüldü. 81 Aynı şekilde suikasta uğrayan
Muâviye yaralı olarak kurtulmuş, Amr b. Âs ise o gün hasta olduğu için onun yerine namaz kıldırmaya giden Hârice b. Huzâfe
öldürülmüştü. 82
Hz. Ali vurulduğu sırada camide bulunan Muhammed b.
Hanefiyye, o gün yaşananları şöyle anlatıyor: “Vallahi ben, Ali’nin
vurulduğu gece büyük camide namaz kılıyordum. Kapıya yakın bir yerde
durup namaz kılan çok sayıda Mısırlı adam vardı. Onların arasındaydım.
Gece boyunca bıkmadan aralıksız kıyam, rükû ve secde edip duruyorlarBelâzürî, III, 249; İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, thk.
Ahmed Sakr, Beyrut 1987, s. 44.
79
el-İmâme ve’s-Siyâse, İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889)’e nispet
edilmektedir, thk. Ali Şîrî, Kum 1413, I, 180; Dîneverî, s. 197.
80
Belâzürî, III, 253.
81
Belâzürî, III, 254.
82
Ya’kûbî, II, 212.
78
109
dı. Sonra Ali, sabah namazı için çıktı ve ‘İnsanlar! Namaza, namaza!”
diye seslendi. Bilemiyorum, bu sözleri kapıdan çıktıktan sonra mı yoksa
çıkmadan mı söyledi, bir de baktım ki bir şey parladı ve ‘Ya Ali! Hüküm
Allah’ındır, senin ve arkadaşlarının değil!’ diye bir ses işittim. Ardından
bir kılıç gördüm, sonra bir daha!.. Sonra Ali’nin ‘Adamı kaçırmayın!’
dediğini duydum. Her taraftan insanlar onun üzerine saldırdılar. Çok
geçmeden İbn Mülcem’i yakalayıp Ali’nin yanına götürdüler. Ben de
diğer insanlarla birlikte içeri girdim. Ali’nin, ‘Cana can! Eğer ben ölürsem
beni öldürdüğü gibi onu da öldürün. Eğer sağ kalırsam, o zaman onun
hakkındaki kararımı veririm.’ dediğini duydum.” 83
Bu olaydan daha önce Muhammed b. Hanefiyye, İbn Mülcem’i görmüş ve hareketlerinden şüphelenmişti. Rivayete göre
İbnü’l-Hanefiyye, Hasan ve Hüseyin’le birlikte bir gün hamamda
yıkanırken yanlarına İbn Mülcem girer. Hasan ve Hüseyin, ondan
rahatsız olup endişelenirler. Fakat İbnü’l-Hanefiyye, “Bırakın onu.
Yemin ederim ki onun sizden istediği bundan daha büyük bir şeydir.”
diyerek onları yatıştırır. 84
Bu şekilde İbn Mülcem’i tanıyan Muhammed b. Hanefiyye,
esir olarak babasının yanında onu gördüğünde, “Ben, bugün onu
hamamda yanımıza girdiğinden daha çok tanıyor değilim.” 85 şeklinde
tepkisini ortaya koymuş ve onun böyle büyük bir hadiseye sebebiyet verebileceğini daha önceden tahmin ettiğini ifade etmiştir.
Aslında İbn Mülcem’in kılıcını zehirlediği ve bir suikast hazırlığında olduğu ihbarı, Hz. Ali’ye ulaşmıştı. Fakat Hz. Ali, İbn Mülcem’i çağırıp kılıcını zehirlemesinin sebebini sorduğunda, “Benim
Taberî, s. 895.
İbn Sa’d, III, 35; Belâzürî, III, 254; İbnü’l-Esîr, İzzüddin b. Ebi’l-Hasen Ali b. Muhammed
(630/1232), Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, thk. H. M. Şeyha, Beyrut 1997, III, 300.
85
İbn Sa’d, III, 35; Belâzürî, III, 254; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 300.
83
84
110
ve senin düşmanın için” şeklinde bir cevap verince onu serbest bırakmıştı. 86
Halk, ölüm döşeğindeki Hz. Ali’ye şayet vefat ederse Hz. Hasan’a biat edip etmemeleri konusunu sordu. O da bu konuda ne
lehte ne de aleyhte bir şey söylemek istemediğini ifade etti ve
Hasan ile Hüseyin’i yanına çağırdı. 87 Onlara Allah’tan korkmaları,
Dünya hayatına aldanmamaları, haktan ayrılmamaları, zalimin
karşısında mazlumun ise yanında olmalarını ve Kur’ân ile amel
etmelerini tavsiye etti. Ardından Muhammed b. Hanefiyye’ye
baktı ve “Kardeşlerine yaptığım vasiyeti duydun mu?” diye sordu. O
da “evet” deyince “Ben, aynısını sana da vasiyet ediyorum. Ayrıca kardeşlerine saygılı olmanı vasiyet ediyorum. Çünkü onların, senin üzerindeki hakları büyüktür. Onlardan habersiz hiçbir şey yapma.” dedi. Sonra Hasan ile Hüseyin’e döndü ve onlara Muhammed b. Hanefiyye’ye sahip çıkmalarını vasiyet etti ve “O sizin öz kardeşinizdir, babanızın oğludur. Babanızın onu ne kadar sevdiğini biliyorsunuz.” diyerek ona olan sevgi ve bağlılığını vurguladı. 88
Hz. Ali, suikasta uğradıktan iki gün sonra vefat etti. 89 Muhammed b. Hanefiyye, onun teçhiz ve tekfininde bulunduğu gibi
katilinin cezalandırılması konusuna da müdahil oldu. Hz. Hasan,
Hz. Hüseyin, Abdullah b. Cafer ve Muhammed b. Hanefiyye, onun
cenazesini yıkadılar ve onu kefenleyip defnettiler. Defin sırasında
Abdullah b. Abbâs ve birkaç kişi daha vardı. Haricilerin, cenazeye
Nüveyrî, X, 212.
Taberî, s. 896; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, s. 461.
88
Taberî, s. 896; İbnü’l-Esîr, s. 461. Bk. Müberred, III, 1168; İbn A’sem, I, 508; Şeyh Müfîd,
Ebû Abdillah Muhammed b. Muhammed (413/1022), el-Emâlî, thk. H. Veli – A. Ekber elĞifarî, Beyrut 1993, s. 222; İbn Ebi’l-Hadîd, XX, 445. Ayrıca Hz. Ali’nin, Sıffin Savaşı dönüşünde Muhammed b. Hanefiyye’ye yazdığı söylenen vasiyet için bk. Korkmaz, Sıddık,
“Hz. Ali’nin Oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’ye Vasiyeti”, SÜİFD, Güz 2007, sy. 24, s. 97142.
89
Ya’kûbî, I, 213.
86
87
111
bir zarar vermesinden korkulduğu için daha insanlar sabah namazından çıkmadan gizli bir şekilde defnedildi. 90
Bu gizlilik, daha sonraları kabrinin nerede olduğu problemini beraberinde getirdi. Konuyla ilgili ortaya atılan görüşleri
sıralayan Sıbt İbni’l-Cevzî, Hz. Ali’nin “bugün Necef’te ziyaret edilen
yerde” medfun olduğunu ve Ebû Nuaym el-İsfahanî’nin “Necef’teki
Muğîre b. Şu’be’nin kabridir. Eğer ziyaretçileri, bunu bilselerdi onu taşlarlardı.” şeklindeki ifadesinin gerçeği yansıtmadığını anlatmaktadır. 91 Muasır Şiî âlimlerden Murtaza el-Mutahharî de büyük bir
gizlilik içinde defnedilen Hz. Ali’nin kabrinin Necef’te olduğunu
belirterek, vefatından yaklaşık yüz yıl sonra Abbâsîlerin iktidara
gelmesiyle birlikte Haricî tehlikesinin geçip artık kabre yönelik
bir tehlike kalmayınca, aslında aile fertleri tarafından yeri bilinen
kabrin ilk defa İmam Sadık tarafından halka gösterildiğini ifade
etmektedir. 92
Hz. Ali, Hz. Hasan’a yaptığı vasiyetinde eğer vefat ederse
katilini tek darbeyle vurup öldürmesini, ona kesinlikle müsle
yapmamasını tenbih etmiş ve Rasulullah’ın “Müsle yapmaktan sakının, kuduz bir köpeğe bile!..” buyurduğunu ifade etmişti. 93 Hz. Hasan da onun ölümünden sonra bu vasiyet doğrultusunda hareket
etmiş ve katilin başını tek bir darbeyle kılıçla vurarak öldürmüştür. 94 Ancak öfkeli kalabalık, onun cesedini alıp kılıçlarla lime lime
doğramışlardır. 95
Bununla birlikte İbn Mülcem’in işkence edilerek öldürüldüğü yönünde rivayetler mevcuttur. Bu rivayetlere göre Abdullah b.
Belâzürî, III, 257.
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 163-164.
92
Mutahharî, Murtaza, Min Hayati’l-Eimmeti’l-Athâr, Beyrut 1992, s. 46.
93
Taberî, s. 896.
94
Ya’kûbî, II, 214; İbn A’sem, I, 510.
95
İbn A’sem, I, 510.
90
91
112
Cafer, “Onu bana bırakın hıncımı alayım!” deyip onun ellerini ve
ayaklarını kesmiş ve vücuduna çiviler çakmıştır. Sonra halk, onu
alıp bir hasıra sarmış ve üzerine yağ dökerek yakmışlardır. 96 Fakat
Rasulullah’ın emrine ve Hz. Ali’nin açık vasiyetine rağmen böyle
bir hadisenin yaşanmış olma ihtimali düşüktür. Aslında Abdullah
b. Cafer’in, “Onu bana bırakın ondan hıncımı alayım!” dediği doğrudur. Hatta Hz. Hüseyin ve Muhammed b. Hanefiyye de bu lafı
söylemiş ve onu parçalayıp yakma teşebbüsünde bulunmuşlardır.
Ancak Hz. Hasan, onlara engel olmuş ve böyle bir şeye müsaade
etmemiştir. 97 Diğer yandan İbnü’l-Hanefiyye’nin, katilin hedef
tahtasına oturtulup ok yağmuruna tutulmasını teklif ettiği de
söyleniyor. 98 Ancak onun bu teklifi de kabul görmemiştir.
II. Hz. Hasan İle İlişkisi
A. Hz. Hasan’ın Siyasî Mücadelesinde Muhammed b. Hane-
fiyye’nin Yeri
1. Hz. Hasan’a Biat
Hz. Ali’nin vefatından iki gün sonra Hz. Hasan’a biat edildi. Rivayete göre ona ilk biat eden Kays b. Sa’d b. Ubade olmuştur. Kays, Hz. Hasan’ın yanına gelerek: “Uzat elini! Allah’ın Kitabı,
Peygamberinin sünneti ve isyancılarla savaşmak üzere sana biat edeyim” deyince Hz. Hasan, “Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti
üzerine biat et. Çünkü bunlar, her şarttan önce gelir.” 100 şeklinde cevap
vermiş ve bir nevi barışçıl tavrını daha hilâfete getirileceği sırada
ortaya koymuştur. Aynı şekilde bazı Kûfeliler de “İsyancı Şam eh99
İbn Sa’d, III, 39-40; Mes’ûdî, II, 426; Diyarbekirî, II, 283.
Muhib et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 116; Diyarbekirî, II, 282.
98
Meclisî, XLII, 297; Huî, V, 134.
99
Mes’ûdî, III, 4; Nüveyrî, XX, 224.
100
Taberî, s. 899; İbnü’l-Esîr, s. 464.
96
97
113
liyle savaşmak” şartıyla ona biat etmek istemiş; fakat o, “Savaş yapacağı kişilerle savaşmak, barış yapacağı kişilerle barış yapmak” şartıyla biat etmelerini istemişti. Onun bu yaklaşımını beğenmeyen
Kûfeliler, Hz. Hüseyin’in yanına gitmiş ve ona biat etme teklifinde
bulunmuşlardı. Ancak Hz. Hüseyin, onların bu teklifini kabul etmeyince tekrar Hz. Hasan’a dönerek ona biat etmek durumunda
kalmışlardı. 101
Her ne kadar Hz. Hasan’a biat edildiği sırada Kûfeliler, Şamlılarla savaşmaya istekli görünse de işin iç yüzü aslında öyle değildi. 102 Nitekim daha sonraları savaş durumu ortaya çıktığında
Hz. Hasan’a çıkardıkları zorluklar bu tezi doğrulamaktadır.
Hz. Hasan, göreve geldikten sonra yönetim konusunda herhangi bir değişiklikte bulunmadı; babasının atamış olduğu âmilleri yerinde bıraktı. Yaklaşık üç ay herhangi bir hareketlilik yaşanmadı. 103 Fakat Muâviye, Hz. Ali’nin vefatından sonra onun yerine
Hasan’ın geçtiğini öğrenince onun tecrübesizliğini bir fırsat olarak değerlendirdi ve savaş hazırlıklarına başladı. Hz. Hasan ise
biat etmesi için Muâviye’ye yazdığı mektubu götüren elçi söz
konusu hazırlıkları görüp durumu ona bildirdiği halde Muâviye
harekete geçip kendilerine yaklaştığı haberini alıncaya kadar
herhangi bir girişimde bulunmadı. 104 Bu haberin ardından harekete geçen Hz. Hasan, askerlerini toplayıp onlara hemen savaş hazırlıklarını tamamlayıp yola çıkmalarını emretti. Fakat onlardan
olumlu bir tepki almadı. 105 Ordu, ancak Adî b. Hatem’in gayretleriyle harekete geçebildi. 106
el-İmâme ve’s-Siyâse, I, 84-85.
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 42.
103
Belâzürî, III, 279.
104
Belâzürî, III, 280.
105
Belâzürî, III, 280.
106
Belâzürî, III, 281; İsfahânî, s. 70.
101
102
114
Hz. Hasan, öncelikle Ubeydullah b. Abbâs’ın emrine verdiği
on bin kişilik bir süvari gurubunu önden gönderdi. Kendisi de
büyük bir orduyla Kûfe’den ayrılarak yola çıktı. Yolda Medâin
bölgesinin Sâbât mevkiinde konakladı ve askerlerine bir konuşma
yaptı. Konuşmasında kimsenin kanını haksız yere akıtma peşinde
olmadığını, birlik ve beraberlikte hayır olduğunu ve onların hayrını düşündüğünü ifade ederek emirlerine karşı gelmemelerini
tavsiye etti. Bu konuşmasını onun Muâviye ile anlaşma yapmak
arzusunda olduğu şeklinde yorumlayan askerler, çadırına saldırıp
yağmaladılar. Hatta bu saldırıda üstündeki cübbe ile altındaki
seccadesi bile çekilerek alınmış ve kötü bir şekilde hırpalanmıştı. 107 Bu infiale ordu komutanlarından Kays b. Sa’d’ın öldürüldüğü
yönündeki şayianın da sebep olduğu söyleniyor. 108
Bu hadisenin ardından yola devam eden Hz. Hasan, bu sefer
yolda suikasta uğradı. Haricî görüşlü olduğu söylenen Cerrâh b.
Sinan, yolda pusu kurmuştu. Hz. Hasan, onun önünden geçtiği
sırada ona saldırmış ve “Baban gibi sen de kafir oldun!” diyerek bacağına hançeri saplamış; hançer, neredeyse kemiğe kadar ulaşmıştı. 109 Ağır bir şekilde yaralanan Hz. Hasan, tedavi edilmek üzere Medâin şehrine taşındı. Bu şehrin başında Muhtâr b. Ebî Ubeyd
es-Sekafî’nin amcası Sa’d b. Mes’ûd vardı. Hz. Ali tarafından buraya atanmıştı. Hz. Hasan, bu sefer başka bir ihanetle karşı karşıya
kaldı. Muhtâr, amcasına yaralı durumdaki Hz. Hasan’ı Muâviye’ye
teslim etme teklifinde bulunmuş, fakat o bu teklifi reddetmiş ve
sert bir şekilde onu kınamıştı. 110
Belâzürî, III, 282. Bk. Dîneverî, s. 200; İbn A’sem, II, 7; İsfahânî, s. 71-72; İbn Ebi'l-Hadîd,
XVI, 211-212.
108
Bk. İbnü’l-Esîr, s. 465; Nüveyrî, XX, 225-226; İbn Kesîr, V, 497; Diyarbekirî, II, 289.
109
Belâzürî, III, 282
110
Belâzürî, III, 283.
107
115
Muhammed b. Hanefiyye’nin, “iki veya üç ay içinde” 111 gerçekleşen bu olaylar sırasında nasıl bir yol izlediği konusunda kaynaklarda herhangi bir kayda rastlamadık. Fakat, ailenin bir ferdi
olarak onun, Hz. Ali’nin vefatından sonra başa geçeceği beklenen
Hz. Hasan’a biat ettiğini tahmin etmek zor değildir. Hz. Hasan’a
yönelik söz konusu saldırılar sırasında da Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Hüseyin ile birlikte onun yanında olmalıdırlar.
2. Hz. Hasan’ın Muâviye ile Anlaşması
Hz. Ali, vefat etmeden önce Kays b. Sa’d komutasında kırk
bin kişilik bir ordu hazırlamış ve onlardan ölümüne savaşmak
üzere söz almıştı. 112 Ancak Hz. Hasan’ın bu orduya güveni yoktu.
Zira bu ordu, belli bir gaye ve ortak bir hedefi olmayan kuru bir
kalabalıktan müteşekkildi. Kimisinin Haricilere, kimisinin de
Muâviye’ye meyli olduğu gibi çoğu ya belli bir mesleği olmayan
ve geçim derdinde olan kişiler ya da bölgesel veya kabilevî tarafgirlikle hareket ederek ona katılmış mutaassıp kişilerdi. Dolayısıyla içlerinde ona samimiyetle tabi olanların sayısı oldukça azdı. 113
Diğer yandan Hz. Hasan’ın da savaşma isteği yoktu. 114 Müslümanları sonu gelmez kanlı bir maceraya sürüklemek istemiyordu. 115 Kendi askerleri tarafından kendisine karşı yapılan saldırı ve
suikast girişimi de buna eklenince Muâviye ile anlaşmaya karar
verdi. 116 İki taraf arasındaki karşılıklı mektuplaşma ve dolaylı
görüşmeler neticesinde Hz. Hasan, birtakım şartlarla Muâviye’ye
hilâfeti teslim etmeyi kabul etti. Bu şartların ne olduğu konusunBelâzürî, III, 282.
Taberî, s. 900; İbn Miskeveyh, I, 571.
113
Fadlallah, Muhammed Cevad, Sulhü’l-İmâm el-Hasan Esbâbuhu Netâicuhu, Beyrut 1987, s.
84-85.
114
Taberî, s. 900.
115
Muhib et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 139.
116
Mes’ûdî, III, 9.
111
112
116
da kaynaklarda muhtelif rivayetler bulunmaktadır. 117 Bu rivayetler dikkate alındığında söz konusu şartları şu şekilde sıralamak
mümkündür: 118
1.
Kûfe beytülmali Hz. Hasan’a verilecek.
2.
Hz. Hasan’a beş milyon dirhem para verilecek.
3.
Dârabcerd bölgesinin haracı da Hasan’a verilecek.
4.
Hz. Ali, minberlerde lanetlenmeyecek.
5.
Muâviye, kendisinden sonra veliahd tayin etmeyecek; ya
Hz. Hasan halife olacak veya iş Şûrâ’ya havale edilecek.
6.
Hz. Hüseyin’e de iki milyon dirhem para verilecek.
7.
Hz. Hasan’a ailesine ve taraftarlarına emân verilecek.
8.
Allah’ın kitabı, Rasulullah’ın sünneti ve önceki halifelerin
yolundan gidilecek.
Hz. Hasan, dolaylı görüşmelerin ardından varılan anlaşmayı
kabul ettikten sonra Kûfe’de Muâviye ile bir araya geldi ve ona
biat etti. 119 Böylece Hz. Hasan’ın altı aylık hilâfet dönemi sona
ermiş oldu (41/661). 120
Hz. Hasan, Muâviye ile bir anlaşmaya vardığını ve hilâfeti
ona teslim edeceğini çevresine duyurduğunda sert tepkilerle karBk. Belâzürî, III, 286-287; Dîneverî, s. 202; İbn A’sem, II, 9-11; Tabersî, Ebû Ali el-Fadl b.
Hasan (548/1153), İ’lâmü’l-Verâ bi A’lâmi’l-Hüdâ, thk. A. Ekber el-Ğifarî, Beyrut 1979, s. 205;
İbn Kesîr, V, 497.
118
Kapar, M. Ali, Halifeliğin Emevilere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, İstanbul 1998, s. 39-40.
Ayrıca bk. Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 75-85.
119
Belâzürî, III, 287.
120
Belâzürî, III, 295.
117
117
şılaşmıştı. Fakat o, bütün eleştirilere karşı koymuş ve verdiği karardan dönmemiştir. Hz. Hüseyin’in “Allah aşkına! Muâviye’nin
davasını tasdik edip babanın davasını mı yalanlıyorsun?” sözlerine
karşılık, “Ben işin mahiyetini sizden daha iyi biliyorum.” şeklinde cevap vermiş ve onu susturmuştur. 121 Yine “Müminlerin yüzkarası!”
şeklindeki ağır sataşmalara, “Yüzkarası olmak, ateşten hayırlıdır!”
karşılığını vermiştir. 122
Bu süreçte Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Hüseyin’le birlikte
hareket etmiş ve bu anlaşmadan duyduğu memnuniyetsizliğini
ortaya koymuştur.123 Fakat Hz. Hasan’ın verdiği karardan geri
adım atmaması üzerine Kûfe’de onunla birlikte Muâviye’ye biat
ettiği gibi daha sonraki dönemlerde kendisini içinde bulduğu
fitne hareketlerine karşı Hz. Hasan’ın burada ortaya koyduğu
tavrı benimseyecektir. Aslında Hz. Hasan, daha Hz. Osman isyancılar tarafından kuşatıldığı sırada Hz. Ali’ye Medine’yi terk edip
Mekke’ye sığınmasını, kenara çekilerek halkı kendi haline bırakmasını tavsiye etmiş ve bu düşüncesini Cemel Savaşı öncesinde de
dile getirmiş ve ondan Müslümanları bir çatışma ortamına sokmamasını istemişti.124 Bu sefer kendisi, hilâfete geçince Müslümanların içine sürüklendiği büyük bir savaşa ramak kala bu düşüncesini hayata geçirmiş ve hilâfeti Muâviye’ye teslim etmişti.
Bütün bunlar yaşanırken Muhammed b. Hanefiyye, yaşananları
muhakkak ibret nazarıyla seyretmiştir. Zira daha sonraki süreçte
o da tıpkı Hz. Hasan gibi “tek bir Müslümanın kanını dökmektense saltanatı kaybetmeyi”125 tercih edecektir.
Taberî, s. 900.
İbn Kesîr, V, 529.
123
İbn Abdirabbih, I, 475.
124
Belâzürî, III, 17.
125
İbn Asâkir, LIV, 347.
121
122
118
yeti
B. Hz. Hasan’ın Vefatı ve Muhammed b. Hanefiyye’ye Vasi-
Hz. Hasan, Muâviye’ye iktidarı devrettikten sonra aralarında “Muhammed b. Hanefiyye ve diğer kardeşlerinin de bulunduğu” 126 aile fertleriyle birlikte Kûfe’yi terk ederek Medine’ye gitti
ve oraya yerleşti. 127 Hz. Hasan, 49/669 yılında vefat edinceye kadar Medine’de siyasetten uzak bir hayat yaşadı. 128
Dîneverî’nin anlattığına göre Hz. Hasan, rahatsızlanıp durumu ağırlaştığı zaman Muhammed b. Hanefiyye, kendisine ait
bir köyde oturuyordu. Hz. Hasan haber göndererek onu yanına
çağırdı. Durumdan haberdar edilen İbnü’l-Hanefiyye, telaşla yola
çıktı ve hemen Hz. Hasan’ın yanına girdi. Kendisi, onun soluna Hz.
Hüseyin de sağına oturdu. Hz. Hasan, gözlerini açtığında onları
yanı başında görünce Hz. Hüseyin’e şöyle dedi: “Kardeşin Muhammed hakkında sana hayır tavsiye ediyorum. Zira o iki göz arasındaki
deridir.” Sonra İbnü’l-Hanefiyye’ye de “Hüseyin hakkında da sana
vesiyetimdir. Ona destek ve yardımcı ol!” dedi. Ardından, “Beni dedemin yanına defnedin. Eğer engellenirseniz o zaman beni, Bakî’ye defnedin.” dedi ve vefat etti. 129
Hz. Hasan, bu vasiyetinde “o iki göz arasındaki deridir” şeklinde yaptığı benzetme ile aslında İbnü’l-Hanefiyye’nin kendilerine olan yakınlığını ve onu kendilerinden bir parça olarak gördüklerini ortaya koymuş, diğer yandan vefatından sonra onların birbirlerine destek olmalarını, özellikle de Muhammed b. Hanefiyye’den Hz. Hüseyin’e destek ve yardımcı olmasını istemiştir.
İbn Tiktakâ, s. 324.
Taberî, s. 902.
128
İbn Kesîr, V, 533.
129
Dîneverî, s. 205.
126
127
119
Bununla birlikte bazı Şiî kaynaklarda konuyla ilgili farklı
bir rivayete yer verilmektedir. 130 Söz konusu rivayete göre güya
Hz. Hasan, kendisinden sonra imâmetin, başka bir ifadeyle hilâfetin Hz. Hüseyin’e geçeceğini söylemiş ve İbnü’l-Hanefiyye’den de
bu konuda onu kıskanarak onunla bir rekabete girmemesini ve
her hâlükârda ona destek olmasını istemiştir. Ancak Şiî imâmet
nazariyesinin bir ürünü olan bu rivayetleri doğrulamak mümkün
değildir. Kaldı ki halife olduğu halde onu Muâviye’ye teslim eden
Hz. Hasan’ın, kendisinden sonra Hz. Hüseyin’in imâm olacağını
söylemesi büyük bir tezat teşkil etmektedir.
Diğer yandan Hz. Hasan’ın ölüm nedeni ve defni sırasında
ortaya çıkan bazı olaylar kaynaklarda tartışma konusu edilmiştir.
Hz. Hasan’ın zehirlenerek mi öldüğü, zehirlenerek ölmüşse kimin
tarafından zehirlendiği yönündeki soruları ilgili çalışmalara bırakarak; 131 Muhammed b. Hanefiyye’nin defin sırasında ortaya çıkan
hadiselerde oynadığı rolü ele alacağız. Zira birinci konuyla ilgili
olarak İbnü’l-Hanefiyye’nin bir dahli olduğuna dair kaynaklarda
bir kayda rastlamadık.
Hz. Hasan, yukarıda değindiğimiz gibi hastalığı sırasında
Rasulullah’ın yanına defnedilmesini vasiyet etmiş, fakat bunun
bir fitneye sebebiyet vermesi durumunda Bakî mezarlığına defnedilmesini istemişti. 132 Hatta bu konuda Hz. Aişe’den izin istemiş,
o da olumlu cevap vermişti. 133
Hz. Hasan vefat ettikten sonra, vasiyeti yerine getirilmek
üzerine cenazesi Rasulullah’ın yanına defnedilmek istendiğinde
başta Mervân b. Hakem olmak üzere Benî Ümeyye, Hz. Osman’ın
Bk. Meclisî, XLIV, 176-177; Huî, III, 156.
Bk. Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 95-102; Kapar, age., s. 40-44.
132
Belâzürî, III, 297; Dîneverî, s. 205; Ya’kûbî, II, 225; İbn Ebi’l-Hadîd, XVI, 213.
133
İbnü’l-Esîr, s. 480; İbn Ebi’l-Hadîd, XVI, 237; Muhib et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 141;
130
131
120
orada defnedilmeyip Bakî’nin ücra bir köşesine Huşşu Kevkeb’de
defnedilmesine misillemede bulunarak karşı çıktılar. 134 İki taraf
arasında çıkan tartışma büyüyerek iş silahlı çatışmaya doğru gidince Hz. Aişe, daha önce vermiş olduğu karardan vazgeçti ve “Ev,
benim evimdir. Hiç kimsenin buraya defnedilmesine izin vermiyorum.”
dedi. 135
Bazı kaynaklarda Hz. Aişe’nin, bu olay sırasında bir katıra
binerek Benî Ümeyye tarafında yer aldığı ve halkı çatışmaya sürüklediği yönünde anlatımlar yer almaktadır. Bu anlatıma göre
Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Aişe’yi Benî Hâşim’e düşmanlığa
kendini adamakla itham etmiş ve Cemel Savaşı’ndaki rolüne göndermelerde bulunarak ona “Bir gün devenin üzerinde, diğer gün de
katırın üzerinde!” demiştir. 136 Aslında Hz. Aişe, olayı yatıştırmak ve
kan dökülmesine engel olmak için oradaydı. Eğer Hz. Aişe’nin bir
art niyeti olsaydı daha önce kendisine müracaat eden Hz. Hasan’a
izin vermezdi. 137
Bu sırada olayı yatıştırmak için gayret sarf eden diğer bazı
kişileri de görüyoruz. Bunların başında Ebû Hüreyre ve Muhammed b. Hanefiyye geliyor. Ebû Hüreyre, bir yandan Mervân’a Hz.
Hasan’ın Rasulullah’ın yanındaki konumunu hatırlatarak defnine
izin vermesi için ricada bulunurken, 138 diğer yandan Hz. Hüseyin’e Hz. Hasan’ın vasiyetini hatırlatıyor ve ondan işi zora sokmamasını istiyordu. 139 Muhammed b. Hanefiyye de Hz. Hüseyin’e
söz konusu vasiyeti hatırlatmış, 140 “Eğer mutlaka buraya defnetmemizi vasiyet etseydi ya onu buraya defnederdik ya da bu uğurda canımıBelâzürî, III, 297; İsfahânî, s. 81.
Belâzürî, III, 298.
136
Tabersî, s. 211; Meclisî, XLIV, 133; Huî, III, 156.
137
İbn Ebi’l-Hadîd, XVI, 237.
138
Belâzürî, III, 297.
139
Mecdüddin İbnü’l-Esîr, II, 116; Bürrî, II, 209; Nüveyrî, XX, 322.
140
İbn Ebi’l-Hadîd, XVI, 214.
134
135
121
zı verirdik. Fakat o, fitne çıkma ihtimaline karşı istisnada bulunmuştur.
Hem hangi fitne, bu gördüğünden daha büyük olabilir ki?” 141 diyerek
onu ikna etmiş ve olayın herhangi bir çatışmaya sebebiyet vermeden yatışmasına katkıda bulunmuştur.
Sonunda Bakî mezarlığına defnedilmek üzere götürülen Hz.
Hasan’ın cenaze namazını Said b. el-As kıldırdı. 142 Muhammed b.
Hanefiyye, Hz. Hüseyin ve Ubeydullah b. Abbâs’la birlikte cenazeyi kabre yerleştirdi. 143
Kabrin başında gözyaşı dökerek ağlayan İbnü’l-Hanefiyye,
duygu dolu bir konuşma yaptı: “Nasıl ki hayatın mutluluk veriyor
idiyse, ölümün de o kadar acı veriyor. Kefeninin sardığı ruh, ne güzel
ruhtur. Nasıl öyle olmasın ki? Sen ki hidayetin zirvesisin, takva ehlinin
halefisin, Ashab-ı Kisâ’nın beşincisisin. Hak eli, seni takva ile doyurmuş.
İmanın göğsü, seni emzirmiş. Sen, İslâm’ın kucağında büyüdün. Hayatın
da ölümün de güzeldi, her ne kadar ayrılığın bize ağır gelse de. Allah
sana rahmet etsin, ey Ebû Muhammed!” 144
Bu konuşmadan sonra Muhammed b. Hanefiyye’nin, şu
mısraları da okuduğu söyleniyor: 145
Sen kalmışken dalsız budaksız; bulanmışken topraklara yüzün,
rim.
Hiç sürünür müyüm ben koku; geçer mi güzel ah sensiz meclisleYanıp tutuşmuşken alev alev iç organların senin,
Belâzürî, III, 298.
İbnü’l-Esîr, s. 480.
143
Bürrî, II, 209.
144
Mes’ûdî, III, 6-7. Bk. Ya’kûbî, II, 225; İbn Abdirabbih, III, 239-240; Ebû Hayyân, VIII, 97;
İbn Asâkir, XIII, 296-297; Bürrî, II, 209.
145
Mes’ûdî, III, 7; Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 194.
141
142
122
Sensiz kaynaklardan ben su mu içerim.
Ağlayacağım hep sana; öttükçe güvercinleri Eyke’nin,
Yeşerdikçe ağaç yaprakları Hicaz’ın.
alıyor,
Ne tuhaf şeyler oluyor, bak şimdi Hicaz’ın toprakları Hasan’ı içine
Düşmüş herkes gibi toprağa, O da burada garipçe yatıyor.
III. Hz. Hüseyin İle İlişkisi
A. Hz. Hüseyin’in İsyanı Sürecine Kadar Muhammed b. Ha-
nefiyye
Muhammed b. Hanefiyye, Kûfe’de Muâviye’ye biat edildikten sonra kardeşleri ile birlikte Medine’ye gitmişti. Burada Hz.
Hasan ile Hz. Hüseyin, şehir merkezine yerleşirken İbnü’lHanefiyye’nin onlardan ayrı olarak bir köye yerleştiği görülmektedir. 146
İbnü’l-Hanefiyye, kardeşleri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e
karşı gayet saygılı olup onların sözlerini dinlerdi. 147 Fakat bazen
babalarının vasiyetine rağmen kardeşleri tarafından dışlandığı ve
aralarında kırgınlıkların vaki olduğu söylenmektedir. Rivayete
göre Muhammed b. Hanefiyye, Hasan ve Hüseyin’in yanına giderek “Siz, beni babamın mirasından mahrum bıraktınız. Ben, Peygamberin soyundan olmasam bile babanızın çocuğuyum.” diye serzenişte
bulunmuştur. 148 Başka bir seferinde de Hz. Hüseyin’le bir tartışDîneverî, s. 205.
Kalkaşendî, s. 143.
148
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, (Müellifi Meçhul, H. 3. Asır), thk. A. ed-Dûrî, A. el-Muttalibî,
Beyrut 1971, s. 184; İbn Tiktakâ, s. 324.
146
147
123
maya girmiş ve birbirlerine küserek ayrılmışlardı. Ancak İbnü’lHanefiyye, bu dargınlığın uzamasına fırsat vermemiş, ona bir
mektup yazarak “Babanla babam Ali’dir. Annem, Benî Hanîfe’den bir
kadın olup kavmi içindeki şerefi inkâr edilemez. Fakat senin annen, Rasulullah’ın kızı Fatıma’dır. Dolayısıyla sen, benden daha üstünsün. Bize
gel, gönlümüzü al.” demiş, Hz. Hüseyin de hemen onun yanına gidip
gönlünü almıştır. 149
Bilindiği gibi Hz. Hüseyin, Muâviye ile yapılan anlaşmaya
en sert tepki gösterenlerdendi. Hatta Hz. Hasan, onu hapsetmekle
tehdit etmişti. O da Hz. Hasan’ın Muâviye’ye hilâfeti teslim etmekte kararlı olduğunu görünce artık ses çıkarmamış, üstelik Hz.
Hasan’la birlikte Muâviye’yi ziyaret etmiş ve onun ikramlarını
kabul etmişti. 150 Hz. Hasan vefat edince Kûfeliler, Hz. Hüseyin’e
mektuplar göndermeye başladılar ve ondan Muâviye’ye isyan
etmesini teklif ettiler. Fakat o, mektuplara verdiği cevapta söz
konusu teklifleri reddediyor ve Muâviye hayatta olduğu sürece
böyle bir şeye yanaşmayacağını bildiriyordu. 151 Ancak Kûfeliler
daha ileri giderek mektuplarına olumlu cevap vermeyen Hz. Hüseyin’i ikna etmek için bizzat Medine’ye kadar geldiler ve tekliflerini doğrudan ona iletmeye başladılar. Hz. Hüseyin ise verdiği
karardan dönmüyor ve gelen teklifleri reddetmeye devam ediyordu. İşte bu noktada ilginç bir gelişme oluyor. Hz. Hüseyin’den
ümidini kesen Kûfeliler, bu sefer Muhammed b. Hanefiyye’nin
kapısını çalıyorlar ve ona kendileriyle beraber isyan etme teklifinde bulunuyorlardı. Ancak İbnü’l-Hanefiyye, onların bu tekliflerini kabul etmediği gibi durumu Hz. Hüseyin’e iletmiş, o da Kûfelilerin, kendilerini kullanarak menfaat elde etme peşinde oldukla-
İbn Asâkir, LIV, 333.
İbn Kesîr, V, 656.
151
Dîneverî, s. 205.
149
150
124
rını söylemiş ve onlara karşı dikkatli olmaları gerektiğini vurgulamıştı. 152
Bu gelişme Kûfelilerin istikrarsızlığını ve asıl amaçlarını
göstermesi açısından önemli olmakla birlikte, İbnü’lHanefiyye’nin halife olabilecek bir kapasitede görüldüğünü ve
artık onun da halife adayları arasına girdiğini göstermesi açısından önem arz ettiğini belirtmekte fayda görüyoruz. Ancak İbnü’lHanefiyye, o sıralar böyle bir şeyi düşünmediği gibi durumdan
kardeşini haberdar ederek ona olan bağlılığını bir şekilde ortaya
koymuştur.
B. Hz. Hüseyin’in İsyanı Sürecinde Muhammed b. Hanefiyye
1. Hz. Hüseyin’in Medine’den Çıkışı
Muâviye’nin 60 yılının Recep ayında ölmesinden sonra,
onun yerine geçen Yezîd b. Muâviye, Medine valisine yazdığı bir
mektupla halktan biat alınmasını istedi. Yezîd, mektuba iliştirdiği
ufak bir notta özellikle Hüseyin b. Ali ile Abdullah b. Zübeyr’in
biatını almasını, direnmeleri halinde boyunlarının vurulmasını
emrediyordu. 153 Bu emir üzerine Medine valisi Velid b. Utbe, hemen Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Zübeyr’i yanına çağırdı. Hz. Hüseyin, valinin yanına gitti ve onunla yaptığı görüşme sonucunda
ertesi gün halka açık bir şekilde biat etmek istediğini bildirdi. 154
Abdullah b. Zübeyr ise valinin yanına gitmedi. Gece karanlığı çökünce Medine’den ayrılıp Mekke’ye doğru yola çıktı. 155
İbn Asâkir, XIV, 205.
Ya’kûbî, II, 242.
154
İbn A’sem, II, 79.
155
Dîneverî, s. 211.
152
153
125
Hz. Hüseyin’in, Abdullah b. Zübeyr’le birlikte aynı gece Medine’den çıktıkları yönündeki rivayetlerin yanı sıra, 156 onun ertesi
gün Muhammed b. Hanefiyye hariç bütün aile fertleriyle birlikte
yola çıktığı yönünde haberler de bulunmaktadır. 157 İbn A’sem’in
anlattığına göre, Hz. Hüseyin, ertesi gün gelişmeleri takip etmek
üzere evinden dışarı çıkarken karşılaştığı Mervân’la tartışmaya
girmiş ve o gün de biat etmemek için onu oyalamıştı. 158 Yönetimin, Medine’den kaçan Abdullah b. Zübeyr’i yakalamakla meşgul
olması da Hz. Hüseyin’e zaman kazandırdı. 159 Ayrıca Medine valisi
Velid b. Utbe, ona göz yumuyor, hatta onun da kaçmasını ister
gibiydi. Öyle ki Hz. Hüseyin’in Medine’yi terk ettiğini duyduğu
zaman sevindiği söylenmektedir. 160
Akşam olunca Hz. Hüseyin, Rasulullah’ın kabrini ziyaret
gitmiş ve gece yarılarına kadar orada kalmış, evine dönerken de
Muhammed b. Hanefiyye ile karşılaşmıştı. 161 Hz. Hüseyin’in Medine’den ayrılma hazırlığında olduğunu gören İbnü’l-Hanefiyye,
onunla konuşmuş ve ona bazı tavsiyelerde bulunmuştu. Birçok
eserin, bazı ufak farklılıklarla yer verdiği bu konuşmada Muhammed b. Hanefiyye, ona duyduğu sevgi ve saygıyı vurgulayarak
söze başlıyor ve ondan mümkün olduğu kadar Yezîd ve onun yardımcılarından kendisini korumasını ve çevreye davet mektupları
göndererek insanları kendisine biat etmeye çağırmasını tavsiye
ediyor; eğer biat ederlerse maksadın hâsıl olacağını, yok eğer biat
etmezlerse bunun kendisinden bir şey eksiltmeyeceğini, aksi takdirde herhangi bir yere gider de halkın bir kısmı onun yanında
diğer bir kısmı da karşısında yer alır ve bir çatışma söz konusu
Ya’kûbî, II, 242; Taberî, s. 971; İbn Ebi’l-Hadîd, XX, 331; İbn Kesîr, V, 668.
Dîneverî, s. 211; Taberî, s. 972; İbnü’l-Esîr, s. 501; Nüveyrî, XX, 380; İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed (808/1406) Kitabü’l-İber, Beyrut 1979, III, 20.
158
İbn A’sem, II, 82-83.
159
Taberî, s. 971.
160
İbn A’sem, II, 84.
161
İbn A’sem, II, 85.
156
157
126
olursa ilk önce onun isabet almasından, sonuçta kanının dökülmesinden ve ailesinin perişan olmasından korktuğunu ifade ediyor. Nereye gitmesi gerektiğini sorması üzerine Muhammed b.
Hanefiyye ona öncelikle Mekke’ye gitmesini, eğer tutunabilirse
buranın onun için daha iyi olacağını, aksi takdirde Yemen’e gitmesini, orada da tutunamazsa dağlara çekilmesini ve gerekirse
istikrar sağlanıncaya kadar diyar diyar dolaşarak ihtilaftan uzak
durmasını tavsiye ediyordu. 162
İbnü’l-Hanefiyye’nin bu tavsiyesi, daha sonraki gelişmeler
göz önüne alındığında onun ne kadar ileri görüşlü olduğunu göstermekle birlikte, gidilebilecek yerleri sayarken o bölgenin birtakım özelliklerini dile getirmesi, 163 onun İslâm coğrafyasını ve söz
konusu bölgelerin sosyopolitik özelliğini ne derece yakından tanıdığını ortaya koyması açısından önemlidir.
İbn A’sem’in aktardığına göre Hz. Hüseyin, bu tavsiyelerinden dolayı Muhammed b. Hanefiyye’ye teşekkür etmiş ve Yezîd’e
biat etmesinin kesinlikle söz konusu olamayacağını belirterek
Mekke’ye gitmeye karar verdiğini, kardeşleriyle birlikte bu yolculuk için hazırlandıklarını söylemiş ve onunla vedalaştığı sırada bir
kağıtla kalem getirterek ona vasiyetname niteliğinde bir mektup
yazmış ve onun eline vermiştir. Hz. Hüseyin, İbnü’l-Hanefiyye’ye
hitaben yazdığı bu mektupta “Ben, ne şımarıklıktan ne de kötülük
yapmak, zulmetmek veya fesat çıkarmak için çıkıyorum. Ben, sadece,
dedem Muhammed’in ümmetinin kurtuluş ve esenliği için çıkıyorum.
İyiliği emretmek, kötülükten de sakındırmak istiyorum.” diyerek çıkış
gerekçesini dile getiriyor ve ardından “Rasulullah, Ali ve Hulefa-i
Raşidinin sîreti üzere” hareket edeceğini ifade ediyordu. 164
Belâzürî, V, 317-318; Taberî, s. 971-972; İbn A’sem, II, 86; İbn Miskeveyh, II, 39; İbnü’lEsîr, s. 501; Nüveyrî, XX, 380-381.
163
İbn A’sem, II, 86.
164
İbn A’sem, II, 87-88. Ayrıca bk. Hatîbü’l-Havârizm, s. 273.
162
127
Hz. Hüseyin, diğer kardeşleri ve çocukları ile birlikte Medine’den çıktığı halde neden Muhammed b. Hanefiyye’yi de beraberinde götürmemişti? Veya Muhammed b. Hanefiyye niçin onunla
birlikte gitmemiş, hatta böyle bir teklifte dahi bulunmamıştı?
Bu soruların cevabını kaynaklarda açık bir şekilde göremiyoruz. Sadece İbn A’sem’in eserinde, Hz. Hüseyin’in ondan uygun
görürse Medine’de kendisi için gözcülük yapmasını istediği şeklinde bir bilgiye rastlıyoruz. 165 Ayrıca onun hasta olduğu ve bu
nedenle Hz. Hüseyin’e isyanı sürecinde katılamadığı söyleniyor. 166
Rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye, Hz. Hüseyin’e bir zırh hediye
etmiş, fakat bu zırhın ona dört zira uzun gelmesi üzerine İbnü’lHanefiyye eliyle tutup bu fazlalığı koparınca ona nazar değmiş ve
eli felç olmuştu. Bu yüzden eli kılıç tutmayınca Hz. Hüseyin’le
birlikte yola çıkamamıştır. 167 Ancak bu gerekçeler, pek gerçekçi
görünmemektedir. Şîa’nın imâmet nazariyesinin bir ürünü olduğunu düşündüğümüz bu iddialar, muhtemelen muktedir olmasa
bile vasiyet yoluyla imâm olduğuna inanılan Hz. Hüseyin’e kardeşinin muhalefet etmiş olmasına inanmak istenmemesinden kaynaklanmıştır. Zira Hz. Hüseyin, bir emrivaki ile karşı karşıya idi.
Ya Yezîd’e biat edecek ya da boynu vurulacaktı. O ise üçüncü bir
seçenek olarak apar topar Medine’den kaçmayı tercih etmişti.
Dolayısıyla o sırada Hz. Hüseyin, nasıl bir yol izleyeceğine henüz
karar vermiş değildi. Onun için Muhammed b. Hanefiyye’nin görüşüne başvurma ihtiyacını hissetmişti.
Aslında, Muhammed b. Hanefiyye’nin Hz. Hüseyin’le görüş
alışverişinde bulunurken kullandığı cümlelere dikkatle bakıldığında söz konusu gerekçeyi görmek mümkündür. Hz. Hüseyin’in
İbn A’sem, II, 88.
Kalkaşendî, s. 143; Meclisî, XLII, 110; Hâirî, Dâiretü’l-Meârif, XVI, 366.
167
Atiyye, Mâcid b. Ahmed, “Muhammed İbnü’l-Hanefiyye h. 16-81 Hayâtuhu ve Cihâduhu”, Mecelletu Ulûmi’l-Hadîs, sy. 15, sn. 1382/1962, s. 137.
165
166
128
nereye gitmesi gerektiği sorusuna İbnü’l-Hanefiyye, verdiği cevapta ona istikrar sağlanıncaya kadar dağlara çekilmesini, bir
nevi kenarda bekleyerek işi oluruna bırakmasını tavsiye ediyordu.
Benzeri bir tutumu daha önce Hz. Hasan’ın da sergilediğini görüyoruz. Hatırlanacağı üzere Hz. Ali, halife seçildikten sonra Muâviye’nin ona biat etmemesi üzerine savaş kararı almış, Hz. Hasan da
onunla yaptığı görüşmede ona bu işten el çekmesini ve insanları
kendi haline bırakmasını tavsiye etmişti.
Neticede Hz. Hüseyin, bir belirsizlikle karşı karşıya idi. Muhammed b. Hanefiyye de bu belirsiz ortamda sonu belli olmayan
bir yola girerek risk almak istemiyordu. Daha sonraki dönemlerde
sıkça rastlayacağımız “ihtilaf çıkarmama” prensibi gereği İbnü’lHanefiyye, Hz. Hüseyin’le birlikte yola çıkmayı düşünmediği gibi
mevcut yönetim aleyhinde bir faaliyete girişmesi de söz konusu
değildi.
2. Hz. Hüseyin’in Mekke’den Çıkışı ve Kerbela Hadisesi
Yezîd’e biat etmemek için Medine’den kaçan Hz. Hüseyin, 3
Şaban 60 (9 Mayıs 680) tarihinde Mekke’ye giriş yaptı ve dört ay
boyunca burada kaldı. 168 Hz. Hüseyin, bu süre zarfında halktan
büyük bir ilgi gördü. 169
Bu sırada onun Yezîd’e biat etmediğini ve bu yüzden Mekke’ye kaçtığını haber alan Kûfeliler, gönderdikleri elçiler ve çuvallar dolusu mektuplarla onu Kûfe’ye gelip başlarına geçmeye davet
ediyorlardı. Hz. Hüseyin, taleplerin giderek artması üzerine durum tespiti için Müslim b. Akîl’i Kûfe’ye gönderdi. Kûfe’de büyük
bir ilgi gören Müslim, Kûfe valisi Numan b. Beşir’in ılımlı siyaseti168
169
Belâzürî, III, 371.
İbn A’sem, II, 89.
129
ni fırsat bilerek kısa zamanda etrafına büyük bir kitle toplamayı
başardı ve Hz. Hüseyin’e bir mektup yazarak Kûfe’ye gelmesinde
bir sakınca olmadığını bildirdi. 170
Gelen olumlu haberler üzerine Hz. Hüseyin Kûfe’ye gitmeye
karar verdi ve Zilhicce ayının sekizinde Terviye günü hac menasikini tamamlamadan Mekke’den ayrıldı. 171 Ancak bu sırada Müslim
b. Akîl’in Kûfe’deki faaliyetlerinden haberdar edilen Yezîd, Numan b. Beşir’i azledip onun yerine Basra valisi Ubeydullah b.
Ziyâd’i atadı. Bölgede sert bir politika izleyen Ubeydullah, öncelikle Müslim’i himaye eden ve bölgede büyük bir nüfuza sahip
Hânî b. Urve’yi öldürerek gözdağı vermek suretiyle onu destekleyen kitleyi sindirdi. Öyle ki himayesiz kalan Müslim’in etrafında
kendisine yol gösterecek bir kişi bile kalmamıştı. Sonunda çaresiz
bir şekilde yaşlı bir kadının evine sığındı. Ancak çok geçmeden ev
sahibinin oğlu tarafından ihbar edildi ve çıkarıldığı sarayın damında herkesin gözleri önünde başı kesilerek öldürüldü. 172
Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitme niyetinde olduğunu ve hazırlıklara başladığını gören başta Abdullah b. Abbâs ve Abdullah b.
Ömer olmak üzere birçok kişi ona gitmemesi konusunda oldukça
ısrarcı oldular. Ancak Hz. Hüseyin, yapılan hiçbir uyarıyı dikkate
almadı. 173 Haremin sükûnet ve emniyeti, ayrıca Müslümanların
onun etrafında toplanıp hürmet etmesi onu bir güven ortamına
sokmuştu. Bundan dolayı Emevîlerden gelebilecek tehlikeden
uzak olduğu havasına kapılmıştı. 174
Dîneverî, s. 21-213.
Belâzürî, III, 371.
172
Dîneverî, s. 214-223.
173
Belâzürî, III, 373-375.
174
Şeybânî, Muhammed b. Abdülhadi, Mevâkifü’l-Muârıza fî Hilafeti Yezîd b. Muâviye, Medine
1417, s. 515.
170
171
130
Kûfe’ye gitmekte kararlı olan Hz. Hüseyin, Medine’deki yakınlarına haber göndererek kendisine katılmalarını istedi. Sayıları
on yediyi bulan bu guruba Muhammed b. Hanefiyye de katılarak
Mekke’de Hz. Hüseyin’e yetişti ve ona çıkış zamanının uygun olmadığını söyledi. Ancak Hz. Hüseyin, diğerleri gibi onu da dinlemedi. Bunun üzerine Muhammed b. Hanefiyye, çocuklarını tutup
hiçbirinin onunla birlikte gitmelerine müsaade etmedi. Onun bu
davranışı, Hz. Hüseyin’in zoruna gitmiş olacak ki “Benim vurulacağım yerden çocuklarını mı esirgeyip koruyorsun?” diyerek ona serzenişte bulunmuştu. O da “Ne senin vurulmanı, ne de onların vurulmasını isterim. Hem senin vurulman bize daha ağır gelir!” karşılığını vererek Hz. Hüseyin’in yanlış yaptığını açık bir şekilde ortaya koydu. 175
Öyle anlaşılıyor ki Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Hüseyin’in
çoluk çocuğuyla birlikte mutlak bir sona doğru gittiğini düşünüyordu. Onun için bir yandan ona gitmemesi için yalvarırken, diğer yandan ne kendisi onunla birlikte gitmiş ne de çocuklarına bu
konuda müsaade etmiştir.
Diğer yandan Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ali’nin çocukları arasında Hz. Hüseyin’den sonra halife olabilecek bir konumdaydı ve daha sonraki dönemlerde görüleceği gibi o, kendisini bu
konuda yeterli görüyordu. İşte bu noktada Hz. Hüseyin, çoluk
çocuğu ve hemen hemen diğer bütün kardeşleriyle yola çıktığı
halde; acaba İbnü’l-Hanefiyye, başlarına bir iş gelirse Hz. Ali soyundan halife olabilecek birinin geride kalması gerektiğini mi
düşünüyordu sorusu akla geliyor.
Hz. Hüseyin’in Mekke’den ayrılmadan bir gece öncesinde
Muhammed b. Hanefiyye ile görüştüğü söylenmektedir. Rivayete
175
İbn Asâkir, XIV, 211-212; İbn Kesîr, V, 671.
131
göre İbnü’l-Hanefiyye, bu görüşme sırasında yaptığı konuşmada
Hz. Hüseyin’e Kûfe’de karşılaşabileceği tehlikeye değinerek “Kardeşim sen, Kûfelilerin babana ve kardeşlerine olan ihanetini biliyorsun.
Senin de onların durumuna düşmenden korkuyorum. Eğer kalmaya
karar verirsen, bil ki sen Harem’de bulunanların en güçlüsü ve en çok
korunanlarısın.” der. Hz. Hüseyin de ona “Kardeşim, Yezîd b. Muâviye’nin Harem’de başıma bir iş açmasından ve böylece Beytullahın hürmetini ihlâl etmiş olmaktan korkuyorum.” cevabını verir. Bu cevap
üzerine İbnü’l-Hanefiyye, “Eğer böyle bir şeyden korkuyorsan o zaman Yemen’e veya çölün ücra bir köşesine git. Böylece hem güvende
olursun, hem de hiç kimse sana ilişemez.” şeklinde bir öneride bulunur. O da "Söylediklerini düşüneceğim.” der. Ancak sabah olunca Hz.
Hüseyin, ona haber vermeden yola çıkar. İbnü’l-Hanefiyye, onun
çıktığını duyunca peşinden koşar ve devesinin yularından tutarak
“Kardeşim, sana söylediklerim konusunda düşüneceğine dair bana söz
vermedin mi?” diye sorar. O da “evet” deyince, “Peki seni böyle acele
bir şekilde çıkmaya iten nedir?” diye sorar. Hz. Hüseyin de ona “Senden ayrıldıktan sonra Rasulullah yanıma geldi ve ‘Ya Hüseyin, Çık! Çünkü Allah seni öldürülmüş olarak görmek istiyor!’ dedi.” şeklinde cevap
verir. Bu cevap karşısında şaşıran İbnü’l-Hanefiyye, “İnnâ lillah ve
innâ ileyhi râciûn! Madem böyle bir gaye ile çıkıyorsun o zaman bu kadınları beraberinde götürmenin anlamı ne?” sorusunu yöneltir. Hz.
Hüseyin de “Allah, onları da esir olarak görmek istiyor!” şeklinde ilginç bir cevap vererek yoluna devam eder. 176
Hz. Hüseyin ile Muhammed b. Hanefiyye arasında geçtiği
söylenen ve sıhhatinden şüphe duyduğumuz bu konuşmanın bir
benzeri, Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Abbâs arsında geçtiği görülmektedir. Bilindiği gibi İbn Abbâs, Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gitmekİbn Tavus, Ebü'l-Kâsım Radıyyüddin Ali b. Musa (664/1266), el-Melhûf ala Katli't-Tufuf,
thk. Faris Tebriziyan, yy., ty., s. 127-128; Emin, I, 593; Hasenî, II, 65, 90-91.
176
132
ten vazgeçirmek için en çok gayret sarf eden kişiydi. 177 İbn Abbâs,
Hz. Hüseyin’le yaptığı konuşmasında Kûfelilere güvenilemeyeceğini söylemiş ve onların, babası ile kardeşine yaptıkları ihaneti
hatırlatmıştı. Yine, mutlaka oraya gitmek istiyorsa Müslim’in
orada idareyi tamamen ele geçirmesinden sonra gitmesini, ya da
Kûfe yerine Yemen’e gitmesini tavsiye etmişti. 178
Taberî, Hz. Hüseyin’in Mekke’den çıktığı sırada Muhammed
b. Hanefiyye’nin Medine’de olduğuna dair bir rivayete yer vermektedir. Söz konusu rivayete göre Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye doğru
yola çıktığı haberi, ona ulaştığı sırada abdest alıyordu. O, bu haber
karşısında son derece üzülmüş ve ağlamıştı. Öyle ki abdest aldığı
kaba damlayan gözyaşlarının sesi duyuluyordu. 179 Belâzürî de aynı
rivayete yer vermiş, fakat bu hadisenin nerede gerçekleştiğine
dair bir bilgi vermemiştir. 180
Taberî’nin verdiği bilgiyi destekleyen başka bir husus daha
bulunmaktadır. Kûfe’ye gitmekten vazgeçirmek için Hz. Hüseyin’le görüşen şahısların onunla yaptıkları görüşme ve diyaloglara yer veren eserlerin neredeyse tamamı, yukarıda alıntı yaptığımız bazı kaynaklar dışında, Muhammed b. Hanefiyye’nin Hz. Hüseyin ile Mekke’de herhangi bir görüşme yaptığına dair bir bilgiye
yer vermemektedirler. Bu durumda yukarıda vermiş olduğumuz
bilgilerin tamamı, Taberî’nin vermiş olduğu bu rivayetin gölgesi
altında kalmakta ve İbnü’l-Hanefiyye’nin, Medine’de Hz. Hüseyin’le vedalaştıktan sonra bir daha onunla görüşmediği sonucu
ortaya çıkmaktadır. Nitekim İbn Sa’d, İbn Asâkir ve Zehebî de Hz.
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 222; Varol, M. Bahaüddin, Siyasallaşma Sürecinde Ehl-i Beyt,
Konya 2004, s. 138.
178
Bk. Belâzürî, III, 374; Dîneverî, s. 224-225; Taberî, s. 987; Mes’ûdî, III, 65; İbnü’l-Esîr, s.
507, 508; İbn Kesîr, V, 669.
179
Taberî, s. 991.
180
Belâzürî, III, 377. Ayıca bk. Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 217.
177
133
Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr’in Mekke’ye kaçmasından sonra
İbnü’l-Hanefiyye’nin Medine’den ayrılmadığı ve 63/683 yılında
vuku bulan Harre olayına kadar onun burada kaldığı bilgisine yer
vermektedirler. 181
Durum ne olursa olsun bilinen bir şey var ki İbnü’lHanefiyye, Hz. Hüseyin’in isyanını doğru bulmamış ve bu işte bir
başarı şansı görmemiştir. Onun içindir ki bu konuda onu desteklemediği gibi çocuklarının da ona katılmasına izin vermemiştir.
İster Medine’de olsun, ister Mekke’de olsun onunla yaptığı görüşmelerde bu düşüncesini dile getirmekten de geri durmamıştır.
Neticede Kûfe’deki gelişmelerden habersiz bir şekilde yola
çıkan Hz. Hüseyin, Müslim’in öldürüldüğü ve Kûfe’deki atmosferin aleyhine döndüğünü öğrendiği halde yoluna devam etti. Muhtemelen Peygamber torunu olması hasebiyle kendisine dokunulmayacağını düşünüyordu. 182 Gerçekten de Ubeydullah b. Ziyâd’ın
göndermiş olduğu Hurr b. Yezîd’in komutasındaki öncü birlik,
onu gözetim altında tutmakla birlikte ona karşı herhangi bir saygısızlıkta bulunmamış, hatta onun arkasında namazlarını kılmışlardı. 183 Ancak Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın komutasındaki orduyla Kerbela’da karşı karşıya geldiğinde, “Ben, Peygamberinizin
kızının oğlu değil miyim?” 184 şeklindeki hatırlatmalarına rağmen,
Yezîd’e biat etmemekte ısrar edince dört bin kişilik orduya karşı
girdiği çatışmada beraberindeki 72 kişiyle birlikte, 10 Muharrem
61 (10 Ekim 680) yılında feci bir şekilde öldürüldü. 185
İbn Sa’d, V, 100; İbn Asâkir, LIV, 338; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 117.
İbnü’l-Esîr, s. 509.
183
Taberî, s. 994.
184
Taberî, s. 1003.
185
Geniş bilgi için bk. Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 221-285; Köksal, M. Asım, Hazreti
Hüseyin ve Kerbela Faciası, Ankara 1984; Yüksel, Ahmet Turan, İhtirastan İktidara Kerbela,
Konya 2001, s. 72-92.
181
182
134
Bu arada Hz. Hüseyin’in, Muhammed b. Hanefiyye’ye Kerbela’dan bir mektup gönderdiği söylenmektedir. 186 Ancak, “Dünya
hayatının geçici, ahiretin ise baki olduğu” vurgusunun yapıldığı bu
kısa mektuba İbnü’l-Hanefiyye’nin ne cevap verdiği konusunda
bir malumata sahip değiliz.
3. Kerbela Faciasına Karşı Muhammed b. Hanefiyye’nin
Tepkisi
Hz. Hüseyin’in öldürülmesi, İslâm Dünyasında büyük bir
üzüntüye yol açtı. Öyle ki Yezîd’in bile bu olay karşısında üzüldüğü, gözyaşlarına hâkim olamadığı ve Hz. Hüseyin’in başı getirilip
önüne konulduğu zaman, “Yazıklar olsun size! Hüseyin’i öldürmeden
de rızamı kazanabilirdiniz. Allah, İbn Mercane’ye lanet etsin! Vallahi
eğer ben, onun karşısına çıksaydım onu affederdim. Allah, Ebû Abdullah’a rahmet etsin.” dediği söylenmektedir. 187
Ubeydullah b. Ziyâd, katliamdan kurtulan Ali b. Hüseyin’i
zincire vurarak, esir alınmış kadın ve çocuklarla birlikte Şam’a
gönderdiğinde Yezîd’in, onların bu perişan halinden oldukça etkilendiği, olanlardan dolayı üzüntüsünü ifade ederek Ubeydullah’ı
suçladığı ve “Eğer onunla bir akrabalık bağınız olsaydı, bunu size yapmaz ve sizi bu şekilde göndermezdi!” dediği nakledilmektedir. 188 Rivayete göre esirlere oldukça iyi davranan Yezîd, Ali b. Hüseyin’i
sofrasına oturtmuş ve ayrılacakları sırada onlara birtakım atiyye
ve hediyeler vererek gönüllerini almaya çalışmış ve bir müfreze
eşliğinde onları güvenli bir şekilde Medine’ye ulaştırmıştır. 189
İbn Kûluveyh, Ebü’l-Kasım Cafer b. Muhammed el-Kummî (368/978), Kâmilü’z-Ziyârât,
thk. B. Caferî, Tahran 1417, s. 76; Kureşî, Bakır Şerif, Hayâtü’l-İmâm el-Huseyn b. Ali Dirâse
ve Tahlil, Beyrut 1983, III, 100-101.
187
Dîneverî, s. 239-240.
188
Taberî, s. 1015-1016.
189
Taberî, s. 1016.
186
135
Hz. Hüseyin’in öldürüldüğü haberi, Mekke ve Medine’ye
ulaştığında halkın arasında büyük bir üzüntüye yol açmış ve birçok kişi Hz. Hüseyin’in katillerine lanet okuyarak olaya sert tepki
göstermiştir. 190 Özellikle Benî Hâşim’in evlerinden feryatlar yükseliyordu. 191 İnsanlar, üzüntülerini paylaşmak için akın akın Benî
Hâşim’e taziye ziyaretlerinde bulunuyorlardı. Bu çerçevede Abdullah b. Cafer, Medine’de taziyeleri kabul ederken, 192 Abdullah b.
Abbâs da Mekke’de gelen taziyeleri kabul ediyordu. 193
Temel kaynaklarda Hasan el-Basrî’nin olaydan duyduğu
üzüntü nedeniyle ağladığı ve “Peygamberinin oğlunu öldüren ümmet
ne alçaktır!” 194 şeklinde sert bir tepki gösterdiğinden söz edildiği
halde, bütün bunlar olup biterken İbnü’l-Hanefiyye’nin ne yaptığı
konusunda herhangi bir kayda rastlamıyoruz. Bununla birlikte
bazı tali kaynaklarda yer alan bir rivayete göre esirler, Medine’ye
geldiği sırada Muhammed b. Hanefiyye’nin hasta olduğu, kopan
feryatları duyduktan sonra dışarı çıkarak olup bitenleri sorduğu,
gelenleri karşılamaya çıktığı ve Hz. Hüseyin’in öldüğünü sezince
bayıldığı, kendine geldikten sonra yanına ulaşan Ali b. Hüseyin’e:
“Nerde gözlerimin nuru? Nerde babamın halifesi? Nerde Hüseyin?..”
diye haykırdığı retorik bir üslupla anlatılmaktadır. 195 Ancak Ali b.
Hüseyin’den “el-İmam” diye söz edildiği bu rivayeti kabul etmemiz mümkün değildir.
Aslında Muhammed b. Hanefiyye için olup bitenler bir
sürpriz değildi. O, daha işin başında Hz. Hüseyin’in çıkmaz bir
Bk. Kureşî, III, 394-401, 418-430.
Belâzürî, III, 417.
192
Taberî, s. 1017.
193
İbn Asâkir, XIV, 238.
194
Belâzürî, III, 425.
195
Hâşimî, s. 104-105.
190
191
136
yola girdiğinin farkındaydı. 196 Bu nedenle üzerine düşen görevi
yerine getirmiş ve gerekli ikazı yapmıştı. Ayrıca onun, bu sırada
yönetimin tepkisini çekecek söz ve hareketlerden kaçındığını
düşünüyoruz. Nitekim daha sonraki gelişmeler bu düşüncemizi
teyid etmektedir. İlgili bölümde üzerinde duracağımız gibi Abdullah b. Zübeyr, Hz. Hüseyin’in katlinden sonra Yezîd’e karşı yeni
bir isyan süreci başlatıp kendi adına Mekke’de biat almaya başlamış; bu kapsamda Abdullah b. Abbâs ve Muhammed b. Hanefiyye’den de kendisine biat etmelerini istemiş, ancak her ikisi de
onun bu talebini reddetmişlerdi. Abdullah b. Zübeyr’e karşı tutumlarını memnuniyetle karşılayan Yezîd ise onlara birer mektup
göndererek tebrik etmiş ve Şam’a davet etmişti. Bu noktada Abdullah b. Abbâs, Yezîd’in mektubuna sert bir cevap vererek davetini reddettiği halde İbnü’l-Hanefiyye’nin müspet cevap verdiğini
görüyoruz. Hatta ziyareti sırasında kendisine başsağlığı dileğinde
bulunup üzüntülerini dile getiren Yezîd’in özrünü kabul edecek
ve daha sonraları yaptığı bazı açıklamalarla olayı “takdir-i ilahi” 197 olarak değerlendirecektir.
IV. Hz. Hasan Nesli İle İlişkisi
Hz. Hasan’ın çok evlilik yaptığı ve evlendiği kadın sayısı
konusunda kaynaklarda abartılı rakamlar verilmekle birlikte çocuk sayısının fazla olmadığı görülmektedir. 198 Yine kaç çocuğu
olduğu konusunda kaynaklarda muhtelif rakamlar verilirken en
yüksek rakamı veren Sıbt İbni’l-Cevzî, on beşi erkek, sekizi de kız
İbn Asâkir’in aktardığı bir rivayete göre Hz. Hüseyin’in ölüm haberi geldiğinde İbnü’lHanefiyye, İbn Abbâs’ın yanındaydı ve onunla birlikte gelen taziyeleri kabul etmiştir. İbn
Abbâs, söz konusu haber karşısında “Ya Eba’l-Kasım, daha o Mekke’den çıkarken onun başına
bunların geleceğini bekliyordum.” demiş, İbnü’l-Hanefiyye de onun bu sözüne mukabil “Ben
de vallahi!..” diyerek aynı şeyi beklediğini belirtmiştir. Bk. İbn Asâkir, XXIX, 214.
197
Bk. Taberî, s. 1078.
198
İbn Şehraşûb, IV, 30; İbn Ebi’l-Hadîd, XVI, 219. Hz. Hasan’ın evlilikleri ve konuyla ilgili
rivayetlerin tahlili için bk. Varol, M. Bahaüddin, “Hz. Hasan’ın Çok Evliliğine Dair Rivayetler Üzerine”, İSTEM, sn. 7, 2009, sy. 13, s. 9-13.
196
137
olmak üzere 23 çocuğunun olduğunu ifade ediyor. 199 Bu çocuklardan kimisinin daha küçükken ölmesi veya soylarının daha sonra
devam etmemiş olması bunlardan bazılarının unutulmasına neden olmuştur. Bu durum, kaynaklarda konuyla ilgili farklı sayıların verilmesine yol açmış olmalıdır.
Kerbela olayında bu çocuklardan dördü öldürülmüştür. 200
Savaştan sonra ise Hz. Hasan neslinden Muhammed b. Hanefiyye
ile muhatap olabilecek ancak iki kişiyi görebiliyoruz. Bunlar, söz
konusu savaştan kurtuldukları söylenen Hasan b. Hasan ve Zeyd
b. Hasan’dır. 201
Bunlardan Hasan b. Hasan’ın, Muhammed b. Hanefiyye ile
yakın bir ilişki içinde olduğu görülmektedir. Hasan b. Hasan’ın,
İbnü’l-Hanefiyye’nin bir kızı ile evlenmiş olması, bu yakınlığın en
güzel örneklerinden birini teşkil etmektedir. Onun aynı gün hem
İbnü’l-Hanefiyye’nin kızı, hem de diğer amcası Ömer b. Ali b. Ebî
Tâlib’in kızıyla evlendiği ve bu nedenle İbnü’l-Hanefiyye’nin, “Artık o, kızlarımızdan daha fazla üzerimizde hak sahibidir” diyerek bu
evlilikten duyduğu memnuniyeti dile getirdiği söylenmektedir. 202
Diğer yandan İbnü’l-Hanefiyye biat etmemekte direnerek Abdullah b. Zübeyr’le karşı karşıya kaldığında Hasan b. Hasan’ın, onun
yanında yer aldığını görüyoruz. Hatta Muhammed b. Hanefiyye,
İbn Zübeyr tarafından tutuklanıp Ârim zindanına atıldığında yanında yer alan Hasan b. Hasan da beraberinde hapsedilmişti. 203
Zeyd b. Hasan’ın ise Muhammed b. Hanefiyye ile yakın bir
ilişkisine rastlanmamaktadır. Aksine Kerbela hadisesinden sonra
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 194.
Hatîbü’l-Havârizm, s. 145.
201
İbn İnebe, s. 76, 117.
202
İbn Hazm, s. 42.
203
İbn Ebi’l-Hadîd, XX, 335.
199
200
138
onun, kız kardeşiyle evli olduğu söylenen Abdullah b. Zübeyr’e
biat ettiği 204 ve muhtemelen onun yanında yer aldığı görülmektedir.
V. Hz. Hüseyin Nesli İle İlişkisi
Hz. Hüseyin’in de farklı eşlerinden yedisi erkek, 205 üçü de
kız 206 olmak üzere 10 çocuğunun olduğu söylenmektedir. Erkeklerden dördü, Kerbela’da öldürülmüştür. 207 Ali b. Hüseyin el-Asgar
ve o sırada daha anne kucağında olan Ömer adındaki çocukları ise
kurtulmuşlardır. 208 Dolayısıyla söz konusu savaştan sonra Hz.
Hüseyin neslinden Muhammed b. Hanefiyye ile muhatap olabilecek sadece Ali b. Hüseyin kalmıştır.
Bilindiği gibi Ali b. Hüseyin, Kerbela faciasından sonra Medine’ye yerleşmiş ve ömrünün sonuna kadar siyasetten uzak bir
hayat geçirmiştir. Ali b. Hüseyin’in Muhammed b. Hanefiyye ile
yakın bir ilişkileri vardı. Bu yakınlığın bir ifadesi olarak İbnü’lHanefiyye, kızı Ümmü Ebîhâ’yı onun oğlu Ali ile evlendirmişti. 209
Her ne kadar aile olarak farklı yerlerde yaşasalar da onların, zaman zaman bir araya geldikleri görülmektedir. Mesela Ubeydullah b. Ziyâd Muhtâr es-Sekafî’nin askerleri tarafından öldürülüp
başı İbnü’l-Hanefiyye’ye gönderildiğinde Ali b. Hüseyin’in o sırada
onun yanında olduğunu ve beraber öğle yemeği yediklerini görüyoruz. 210
İbn İnebe, s. 76.
Hasîbî, s. 214.
206
Muhib et-Taberî, Zehâiru’l-Ukbâ, s. 151.
207
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 288-289.
208
Dîneverî, s. 259.
209
Zübeyrî, s. 72.
210
İbn Asâkir, LIV, 343.
204
205
139
Bununla birlikte Hz. Hüseyin’in vefatından sonra aralarında
bir nevi iktidar mücadelesinin yaşandığı iddia edilmektedir. Rivayete göre Muhammed b. Hanefiyye, kardeşinin ölümünden sonra
ailenin en yaşlı bireyi olması hasebiyle imâmet iddiasında bulunmuş ve bu konuda yeğeni ile mücadeleye girmiştir. Ali b. Hüseyin
de amcasının bu çıkışı karşısında onu Hacer-i Esved’in hakemliğine davet etmiştir. Hakemliğine başvurulan siyah taşa kimin imâm
olduğu sorulunca taş dile gelmiş ve Ali b. Hüseyin’in imâm olduğunu gayet fasih bir dille ifade etmiş, İbnü’l-Hanefiyye de ona tabi
olmak durumunda kalmıştır. 211
Ali b. Hüseyin’in imâmetini teyid babından, Şîa’nın kendilerince onun mucizelerinden saydıkları bu asılsız rivayet, konuyla
ilgili hemen hemen bütün Şîa kaynaklarında yer almaktadır. Aslında bumerang kutusunun açılmış olduğu o ortamda aralarında
böyle bir hadisenin cereyan ettiğine değil inanmak, böyle bir şeyi
düşünmek bile abesle iştigaldir. Zira her ikisi de belaya bulaşmamak için son derece dikkatliydiler. Hatta Ali b. Hüseyin, Hz. Hüseyin’in katline duyulan tepkinin bir sonucu olarak ortaya çıkan
hareketlere karşı Muhammed b. Hanefiyye’den daha mesafeli
durmuştur. 212
Diğer yandan İbnü’l-Hanefiyye’nin, Ali b. Hüseyin’in daha
çocuk yaştaki oğlu Zeyd’e ilerde öldürüleceğini bildirdiği ve ona
bu konuda dikkatli olmasını tenbih ettiği rivayet edilmektedir. 213
Ancak Zeyd b. Ali’nin, 80 yılında doğduğu kabul edilecek olursa, 214
böyle bir görüşmenin vukuu mümkün görünmemektedir.
Hasîbî, s. 220-221. Ayrıca bk. Tabersî, s. 254; İbn Şehraşûb, IV, 147; Meclisî, XCII, 160; Huî,
III, 147; Hâşimî, s. 121; Atiyye, s. 146.
212
Bk. Mes’ûdî, III, 83; Neşşâr, II, 105.
213
İbn Tiktakâ, s. 234-235.
214
Ebû Zehra, Muhammed, İmam Zeyd, İstanbul 1993, s. 33.
211
140
VI. Diğer Kardeşleriyle İlişkisi
Kaynaklarda farklı sayılar verilmekle birlikte Sıbt İbni’lCevzî, Hz. Ali’nin muhtelif eşlerinden on dördü erkek, on dokuzu
da kız olmak üzere 33 çocuğunun ismine yer veriyor. 215 Bu çocuklarından bazıları daha Hz. Ali hayatta iken vefat etmiş, 216 Hz. Hüseyin’in yanı sıra bunların on bir tanesi de Kerbela’da öldürülmüştür. 217
Kerbela hadisesinden sonra Muhammed b. Hanefiyye ile
muhatap olabilecek iki erkek kardeşi kalmıştır. Hz. Hüseyin’in
isyan sürecine katılmadıkları anlaşılan bu kardeşleri Ömer b. Ali
ve Ubeydullah b. Ali’dir.
Ömer b. Ali’nin akıllı ve zeki bir kişi olduğu söylenmektedir. Hz. Ali’in en küçük erkek çocuğu idi. Ayrıca onun Hz. Ali’nin
vakıfları konusunda kardeşleri Hasan ve Hüseyin’le sürekli mücadele ettiği, Hz. Hüseyin’in birlikte Kûfe’ye gitme teklifini kabul
etmediği ve 95 sene yaşadığı söylenmektedir. 219
218
Ömer b. Ali’yi, Muhammed b. Hanefiyye ile sadece kızlarını
yeğenleri Hasan b. Hasan’la evlendirmeleri noktasında bir arada
görüyoruz. 220 Bunun dışında, ne İbnü’l-Hanefiyye’nin Abdullah b.
Zübeyr’le olan mücadelesinde ne de onun Muhtâr’la olan münasebetleri noktasında kaynaklarda iki isimin bir arada zikredildiğine rastlamadık. Aksine onun, İbn Zübyr’e biat eden ilk kişi olduğu
söylenmektedir. 221 Ancak daha sonra Hicaz bölgesine hâkim olan
Haccâc’a da tereddüt etmeksizin biat etmiş olması, 222 onun yöneSıbt İbni’l-Cevzî, s. 57-58.
İbn Şehraşûb, III, 305.
217
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 287-288.
218
Belâzürî, II, 413.
219
İbn Tiktakâ, s. 332.
220
İbn Hazm, s. 42.
221
İbn İnebe, s. 445.
222
İbn İnebe, s. 445.
215
216
141
ticilerle çekişmekten uzak durduğunu ve siyasîleri karşısına almak istemediğini göstermesi açısından önemlidir.
Neticede Ömer b. Ali’nin, siyasetten uzak durduğu, daha ziyade Hz. Ali’nin vakıflarıyla ilgili olduğu ve bu noktada yeğeni ve
damadı olan Hasan b. Hasan ile davalık oldukları, hatta Haccâc’ın
meseleye müdahil olduğu ve Hasan’a söz konusu vakıfların yönetimine amcası Ömer’i dâhil etmesini rica ettiği; fakat Hasan’ın,
vakfiyenin şartnamesine uygun olmadığı gerekçesiyle bunu kabul
etmediği ve meselenin Abdülmelik b. Mervân’a kadar taşındığı
görülmektedir. 223
Ubeydullah b. Ali’nin de Muhammed b. Hanefiyye ile yakın
bir ilişkisine rastlanmamaktadır. Aksine ondan bağımsız hareket
eden Ubeydullah b. Ali’nin, Kûfe’ye gittiğinde orada hâkimiyeti
elinde bulunduran Muhtâr’ın ona İbnü’l-Hanefiyye’den bir mektup getirip getirmediğini sorduğu, onunla ilgili bir bilgisinin olmadığını söylemesi üzerine onu yanından kovduğu söylenmektedir. 224 Rivayete göre Muhtâr, onda aradığını bulmayınca ona: “Bu
işin sahibi, ailenizden bir adamdır ki silah ona işlemez. Eğer istersen
üzerinde deneyeyim! Eğer sen bu işin ehli ve bizim efendimiz isen silah
sana işlemeyecek, biz de sana biat edeceğiz.” der. Bu söz karşısında
başına bir iş gelmesinden korkan Ubeydullah, Basra’ya Mus’ab b.
Zübeyr’in yanına gider. Ancak çok geçmeden Muhtâr ile Mus’ab b.
Zübeyr arsında çıkan Mezar Savaşı’nda Mus’ab’ın yanında yer
alan Ubeydullah, Muhtâr’ın askerleri tarafından öldürülür. 225
Ayrıca Ubeydullah b. Ali’nin, Muhtâr’a: “Sen, hakkımızı bize
iade etmek ve intikamımızı almak gayesi ile hareket ettiğini söylüyorsun.
Oysa ben Ali’nin oğluyum, bu hareketin başında olmak senden çok benim
Zübeyrî, s. 46.
İbn Sa’d, V, 117.
225
Zübeyrî, s. 44; İbn Asâkir, LII, 131.
223
224
142
hakkımdır.” dediği ve ondan bölgedeki liderliği kendisine teslim
etmesini istediği, Muhtâr’ın da “Ubeydullah’ın katli vacip olmuştur.
Çünkü imâm, Muhammed b. Hanefiyye olduğu halde bu kişi, kalkıp
imâmet iddiasından bulunmuştur.” diyerek söz konusu savaş sırasında onun öldürülmesini emrettiği ve bu gerekçe ile Ubeydullah’ın bir gece vakti çadırından çıkartılıp öldürüldüğü söylenmektedir. 226
Bu rivayete göre Ubeydullah b. Ali, Muhammed b. Hanefiyye ile girdiği bir nevi hilâfet mücadelesinin kurbanı olmuştur.
Ancak bu rivayete ihtiyatla yaklaştığımızı belirtmemizde fayda
var. Zira İbn Haldûn’un dediği gibi Hz. Ali’nin çocukları arasında
Hasan, Hüseyin ve Muhammed b. Hanefiyye dışında hilâfet hakkı
iddiasında olan ve bu çerçevede bir taraftar kitlesine sahip olan
kimse yoktur. 227 Aslında Ubeydullah, Kûfe’ye bazı maddî kaygılarla gitmiştir. Nitekim Muhtâr’ın onu kovmasından sonra gittiği
Basra’da Mus’ab b. Zübeyr’den yüz bin dirhem almış olması bu
düşüncemizi desteklemektedir. 228
Netice itibariyle Muhammed b. Hanefiyye, babası Hz. Ali
hayatta olduğu sürece onun yanında yer almış, daha sonra kardeşleri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’le de iyi ilişkilerini devam ettirmiştir. Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra ailenin doğal lideri
konumuna gelmiştir. Ancak onun hem Hz. Hasan nesli ve Hüseyin
nesli ile hem de diğer kardeşleri ile bir arada müşterek hareket
ettiği söylenemez. Genel olarak söz konusu kişilerin ondan bağımsız hareket ettikleri ve kendi başlarına karar aldıkları görülmektedir.
Hasîbî, s. 219.
İbn Haldun, IV, 113.
228
İbn Sa’d, V, 117.
226
227
143
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN
EMEVÎ HALİFELERİ İLE İLİŞKİLERİ
I. Muâviye b. Ebî Süfyân İle İlişkisi
Muâviye b. Ebî Süfyân, iktidarı devraldıktan sonra kısa sürede ülkedeki istikrarı büyük ölçüde sağladı. Her bölgenin kendine özgü hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak hareket eden
Muâviye, buraların yönetimini daha önceki dönemlerde görev
almış tecrübeli kişilere emanet etti. 1 Bununla birlikte o, daha çok
Hicaz bölgesine yoğunlaşmış ve buraya ayrı bir önem vermiştir.
Çünkü bu bölgede ona rakip olabilecek durumda olan Hasan, Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Abbâs ve Muhammed b.
Hanefiyye gibi çok sayıda önemli şahsiyetler vardı. Onun için
ağırlığını bu bölgeye koydu ve buranın valilerini özellikle Benî
Ümeyye’den seçerek bölgeyi doğrudan gözetimi altında tuttu. Bu
siyasî önlemlerin dışında da bazı çalışmalarda bulunarak, aydın
kesimi meşgul etmek için dinî ilimler alanında; halkı oyalamak
için de edebiyat ve müzik alanında, daha açık bir ifade ile şiir,
çalgıcılık ve şarkıcılık alanındaki çalışmalara ağırlık verdi. 2
Muhammed b. Hanefiyye, Muâviye ile ilk kez Sıffin Savaşı’nda karşı karşıya gelmişti. Bilindiği gibi İbnü’l-Hanefiyye,
Muâviye’ye karşı babasının yanında yer almış ve bu savaşta silahlı
çatışmanın yanı sıra birlik komutanlığı, sancaktarlık ve propa-
1
2
Aycan, s. 141.
Beydûn, İbrahim, Melâmihu’t-Teyyârâti’s-Siyâsiyye fi’l-Karni’l-Evvel el-Hicrî, Beyrut 1979, s.
125.
144
ganda faaliyetlerinde bulunarak aktif rol oynamıştır. Bununla
birlikte onun, burada Muâviye ile olumlu veya olumsuz doğrudan
bir irtibatının olduğuna dair kaynaklarda bir bilgiye rastlanmamaktadır.
Tahkimden sonra Hz. Ali’nin, uzun süre sabah namazlarının
ardından Muâviye ve onun etrafındaki birkaç kişiye beddua ettiği,
bunu duyan Muâviye’nin de Hz. Ali ve çevresindeki birkaç kişiye
lanet okuduğu söylenmektedir. Bu konuya değinen birçok eserde
Muâviye’nin beddua ettiği kişiler arasına Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in ismine yer verilirken Muhammed b. Hanefiyye’den söz
edilmemektedir. 3 Ancak Sıbt İbni’l-Cevzî, Muâviye’nin beddua
ettiği kişiler arasında İbnü’l-Hanefiyye’nin ismine de yer vermiştir. 4 Bu olayda, taraflar kendileri açısından önemli gördükleri ve
kendilerine zararlarının dokunduğunu düşündükleri kişileri anarak onlara beddua etmişlerdir. Eğer İbnü’l-Hanefiyye de söz konusu kişiler arasında ise bu durum, onun Muâviye’ye karşı önemli
bir rakip durumuna gelmiş olması ve onun dikkatini daha o zamanlar çekmiş olması açısından önemlidir.
Daha sonraki süreçte Muhammed b. Hanefiyye, hilâfetin
Muâviye’ye devredilmesine karşı olmasına rağmen Hz. Hasan’ın
ısrarı üzerine, kardeşi Hz. Hüseyin gibi bu durumu kabullenmek
durumunda kalmış ve biatlerini almak üzere Kûfe’ye gelen
Muâviye’nin elini sıkarak ona biat etmiştir. Bilindiği gibi bu anlaşmada Muâviye’nin senelik olarak Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e
bir miktar mal vermesi şartı koşulmuştu. Onun için her ikisi de
genellikle her sene Muâviye’yi ziyarete gitmiş ve ondan söz konusu mal ile birlikte birtakım hediye ve atiyeler almışlardır. 5 Hz.
Bk. Belâzürî, III, 126; Taberî, s. 867; İbnü’l-Esîr, s. 444; İbn Kesîr, V, 386.
Sıbt İbni’l-Cevzî, s. 97.
5
Nüveyrî, XX, 227; Zehebî, Siyeru A’lâm, III, 266; İbn Kesîr, V, 524, 656.
3
4
145
Hasan’ın vefatından sonra da Hz. Hüseyin’in Muâviye’nin yanına
gidip gelmeye devam ettiği ve onun ikramlarını kabul ettiği görülmektedir. 6 Hatta Hz. Hüseyin, bu dönemde düzenlenen İstanbul seferine Yezîd b. Muâviye ile birlikte katılmıştır. 7 Onun
Muâviye ile olan iyi ilişkileri Yezîd’in veliahtlığına karşı çıkması
sürecine kadar devam etmiştir. 8
Muhammed b. Hanefiyye de kardeşleri Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin gibi, Muâviye’yi ziyaret etmiştir. 9 Ancak bu ziyaretlerin
mahiyeti ve ne sıklılıkla yapıldığı konusunda, kardeşlerinin yaptıkları ziyaretlere nispetle, fazla bir malumata sahip değiliz. Bununla birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin, kardeşleriyle birlikte Muâviye’nin ziyaretine sık sık gittiğini ve onun ata ve hediyelerini kabul
ettiğini tahmin ediyoruz. Onun, İstanbul seferine katıldığına dair
kaynaklarda bir kayda rastlamadık. Ancak Bizans İmparatorunun
yarıştırmak üzere gönderdiği pehlivanlardan birinin karşısına
onun çıkarıldığı görülmektedir. Burada Muâviye’nin, konuyu Amr
b. Âs ile istişare ederken onu Abdullah b. Zübeyr’le karşılaştırdığı
ve onun hakkında “O, her hâlükârda bize daha yakındır” dediği söylenmektedir. 10
Muâviye, ziyaretine gelen İbnü’l-Hanefiyye’ye değer vermiş
ve onunla bazı ilmî sohbetler gerçekleştirmiştir. Nitekim bu ziyaretlerin birinde Muâviye’nin mirasla ilgili bir meseleyi onunla
konuştuğunu ve onun konuyla ilgili düşüncelerini öğrenmek istediğini görüyoruz. 11 Aynı şekilde İbnü’l-Hanefiyye de onun ilminden istifade etmiş ve ondan hadis rivayetinde bulunmuştur. 12
Zehebî, Siyeru A’lâm, III, 291; İbn Kesîr, V, 656.
İbn Asâkir, XIV, 111; İbn Kesîr, V, 656.
8
Zehebî, Siyeru A’lâm, III, 291. Ayrıca bk. Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 157-158; Sarıçam, s.
287-288; Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehl-i Beyt, s. 129.
9
İbn Asâkir, LIV, 319; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111; Sehâvî, II, 545.
10
İbn Hallikân, IV, 171; İbnü’l-İmâd, I, 89.
11
İbn Asâkir, LIV, 319.
12
İbn Asâkir, LIV, 318.
6
7
146
Hz. Hasan’ın vefatından sonra gündeme geldiği söylenen
Yezîd’in veliaht seçilmesi meselesi, diğer bölgelerde valiler vasıtasıyla kolayca halledilirken Hicaz bölgesi Muâviye’yi epey uğraştırdı. Medine valisi Mervân b. Hakem azledilip yerine Said b. el-As
atandığı halde bir gelişme sağlanamayınca Muâviye bizzat bölgeye gitmek durumunda kaldı. Muâviye, zorluk çıkardıkları söylenen Hz. Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b. Ebî Bekir’i öncelikle ikna etmeye çalıştı. Hatta bu işi
kabul etmeleri için onlara bir miktar para verdiği halde onları
ikna edemeyince sert tedbirler alma yoluna gitti ve onlardan zorla da olsa biat almayı başardı. 13
Bu süreçte Muhammed b. Hanefiyye’nin Muâviye’ye bir
zorluk çıkarmadığı görülmektedir. Belâzürî’nin anlattığına göre
Muâviye, oğlu Yezîd için biat aldığı zaman İbnü’l-Hanefiyye hiçbir
direnç göstermeden tereddütsüz bir şekilde ona biat etmiştir.
Onun bu uyumlu davranışından oldukça memnun olan Muâviye,
ona teşekkür etmiş ve “Bütün Kureyş’in içinde Muhammed b. Ali’den
daha halim, daha âlim ve daha sakin kimse olmadığı gibi onun kadar her
türlü kibir, tutarsızlık ve kirden uzak hiç kimse yoktur.” diyerek onu
taltif etmiştir. Muâviye’nin onu bu derece övmesine şaşıran
Mervân, itiraz ederek: “Vallahi onun hakkında hayırdan başka bir şey
bilmeyiz. Fakat senin dediğin konularda Kureyşin içinde ondan daha ileri
olanlar var.” deyince Muâviye, ona dalkavukluk yaparak kendilerine yaranmaya çalışanlarla bu konuda samimi olanları bir tutmamasını söylemiş, ardından İbnü’l-Hanefiyye hakkındaki olumlu
düşüncelerini tekrar etmiş ve “Vallahi ben, hep seni engel çıkaran ve
ihtilaf peşinde koşan kışkırtıcı biri olarak bildim.” diyerek Mervân’ı
susturmuştur. 14
13
14
Bk. Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 164-165; Kapar, age., s. 52-62.
Belâzürî, III, 469. Ayrıca bk. Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 279.
147
Hz. Hüseyin, Yezîd’in veliahtlığına karşı olmasına rağmen
bu dönemde herhangi bir karşı harekete girmemiştir. Hatta bu
esnada Kûfe halkından gelen isyan tekliflerini de kabul etmediği
görülmektedir. Kûfeliler aynı şekilde Muhammed b. Hanefiyye’ye
gitmişler, ancak o da bunu kabul etmemiştir. 15
Muhammed b. Hanefiyye, Muâviye döneminde yaptığı biate
sadık kaldığı gibi Yezîd döneminde de bu biati bozmadı. Aslında
Yezîd de onun bu uyumlu halinin farkındaydı. Nitekim babasının
ölümünden sonra başa geçen Yezîd, onda güzellikten ve biatine
olan sadakatinden başka bir şey görmedi. 16
II. Yezîd b. Muâviye İle İlişkisi
Yezîd, dört yılı geçmeyen halifelik süresi boyunca peş peşe
yaşanan Kerbela ve Harre olayları nedeniyle en talihsiz Emevî
halifeleri arasında yerini almış ve günümüze dek lanetle anıla
gelmiştir. Biz, bu başlık altında yaşandığı günden beri çokça tartışılan ve istismara konu olan bu iki meseleyi, konuyla ilgili ayrıntıları ilgili çalışmalara bırakarak işin Muhammed b. Hanefiyye ile
irtibatlı olan tarafını, onun Yezîd ile olan ilişkisi çerçevesinde ayrı
iki başlık halinde ele alacağız.
A. Kerbela Olayı Bağlamında İlişkileri
Bilindiği gibi Kerbela hadisesi, İslâm dünyasında infiale yol
açmış, toplumda olayın failleri ve müsebbiplerine karşı büyük bir
öfke birikimine sebep olmuştur. Bu nedenle Yezîd, halife olarak
meseleyi en az hasarla atlatmak için büyük bir gayret sarf etmiştir. Bu çerçevede, bir yandan Şam’a getirilen Kerbela esirlerine
gayet iyi muamele ederek onların gönüllerini almak için büyük
15
16
İbn Kesîr, V, 667.
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
148
bir çaba harcarken, 17 diğer yandan İslâm dünyasında büyük bir
saygınlığı olan Benî Hâşim’in önde gelen şahsiyetlerinden Abdullah b. Abbâs ve Muhammed b. Hanefiyye’ye birer mektup göndererek onları Şam’a davet etmiştir. 18
Bilindiği gibi Kerbela olayının yol açtığı ilk siyasî reaksiyon,
Abdullah b. Zübeyr’in Yezîd’e karşı yeni bir isyan sürecini başlatarak Hicaz bölgesinde kendi adına biat almaya başlaması olmuştur.
Abdullah b. Zübeyr, bu süreçte Abdullah b. Abbâs ve Muhammed
b. Hanefiyye’yi kendisine biat etmeye davet etmiş, fakat her ikisi
de bu teklifi reddetmişlerdi. Onların bu tutumundan oldukça
memnun olan Yezîd, hem bu davranışlarından dolayı onlara teşekkür etmek hem de onları Şam’a davet etmek için birer mektup
yazdı. 19 Yezîd, böylece hem İbn Zübeyr’in etrafında içten içe büyüyen muhalefet hareketini durdurmuş olacak, hem de Benî
Hâşim’le olan kırgınlığı gidererek onları kendi tarafına çekmek
suretiyle Kerbela olayının istismar edilerek yeni olayların meydana gelmesinin önüne geçmiş olacaktı.
Yezîd, o sıralar Medine’de olan Muhammed b. Hanefiyye’ye
yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Ben, hem bana hem de sana, rızasına nail olacak salih ameller ihsan etmesini Allah’tan diliyorum. Bugün
ben, Benî Hâşim’in içinde senden daha akıllı ve âlim, anlayış ve hikmet
sahibi, her türlü kötülük ve kirden uzak, Allah’ın hayır üzere yarattığı
bir karaktere sahip, güzel ahlak ve fazilet sahibi birini bilmiyorum. Biz,
senin hem yanımızda hem de gıyabımızda bütün bu özeliklere sahip
olduğunu eskiden beri biliyoruz. Bununla birlikte sizinle görüşmeyi, sizi
görmenin ve görüşlerinizi almanın zevkini tatmayı çok arzu ediyoruz.
Eğer uygun görürseniz bu mektubumu aldıktan sonra güven ve gönül
Ebü’l-Arab et-Temimî, Muhammed b. Ahmed (333/945), Kitabü’l-Mihen, thk. Y. V. elCeburî, Beyrut 1988, s. 149.
18
Hatîbü’l-Havârizm, II, 85.
19
Bk. Belâzürî, V, 321; İbn A’sem, II, 191.
17
149
rahatlığıyla bize geliniz. Allah, işlerinizde yardımcınız olsun ve günahlarınızı bağışlasın. Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun.” 20
Daha önce Muâviye’nin ona hitaben kullandığı övgü dolu
cümlelere benzerliğiyle dikkat çeken bu mektup, İbnü’lHanefiyye’ye ulaştığında oğulları Abdullah ve Cafer’i çağırarak
onlarla konuyu istişare etti. 21 Oğlu Abdullah, Yezîd’e güvenilemeyeceğini belirterek ona gitmemesini söyledi. 22 Ancak diğer oğlu
Cafer, “Yezîd, yazdığı mektupta sana iltifatlarda bulunmuş” diyerek
gitmesinde bir sakınca olmadığını ifade etti. 23
İbnü’l-Hanefiyye, oğullarıyla yaptığı istişare neticesinde Allah’ın izni olmadan bir şey gerçekleşmeyeceğini ve ona tevekkül
ettiğini belirterek Şam’a gitme kararını açıkladı. Ardından hazırlıklarını tamamlayıp Medine’den yola çıktı. 24 Yezîd de kendisine
duyulan güvene ziyadesiyle sadık kaldı ve ziyaretine gelen İbnü’lHanefiyye’yi oldukça iyi ağırladı. Rahat etmesi için bütün imkanları seferber etti ve meclisinde onu yanına oturtarak ona verdiği
değeri göstermeye çalıştı. 25
İbnü’l-Hanefiyye’nin Yezîd’le gerçekleştirdiği ilk sohbetin
konusunu, doğal olarak Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi
meselesi teşkil ediyordu. Kaynaklarda ayrıntılı olarak geçen bu
diyalogların, her ikisinin olaya yaklaşımını ortaya koyması açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Onun için aralarında geçtiği
söylenen bu konuşmalara fazla bir müdahalede bulunmadan burada yer vermek istiyoruz.
İbn A’sem, II, 191.
İbn A’sem, II, 191.
22
Belâzürî, III, 469; İbn A’sem, II, 191; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
23
İbn A’sem, II, 191.
24
İbn A’sem, II, 191.
25
Belâzürî, III, 470; İbn A’sem, II, 192; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
20
21
150
İbnü’l-Hanefiyye’yi huzuruna kabul eden Yezîd, öncelikle
başsağlığı dileklerini ifade ederek: “Ya Eba’l-Kâsım! Allah, Hüseyin b.
Ali hakkında bizi bağışlasın, ikimizin de başı sağ olsun. Vallahi bu olay,
sizi nasıl sarsmışsa beni de öyle sarsmıştır. Bu olay, sizi nasıl üzmüşse
beni de öyle üzmüştür. Eğer orada işin başında ben olsaydım onun öldürülmesine müsaade etmezdim. Onu kurtarmak için gözlerimi kaybetmek
veya tırnaklarım sökülüp takatsiz kalmak pahasına da olsa elimden
geleni yapardım. Her ne kadar o bana zulmetmiş, akrabalık bağlarımızı
koparmış 26 ve benim hakkımı tartışma konusu yapmış olsa da bunu yapardım. Ancak Ubeydullah, bu konudaki düşüncem doğrultusunda hareket etmeyerek onun öldürülmesi kararını vermiş ve onu öldürmüştür.
Artık olan olmuştur. Ayrıca biz, haklarımızın ayaklar altına alınmasına
razı olmak durumunda olmadığımız gibi kardeşinin de hakkımızı tartışma konusu yapmasına hakkı yoktu. 27 Ben artık bunları hesaba katmıyorum, bunları düşünmüyorum. Ancak sana ulaştığı gibi biz, onu yaptıklarından dolayı kınıyor ve zemmediyoruz. Vallahi biz bu işi, aramızdaki
muhabbet ve yakın dostluğun zedelenmesi için yapmıyoruz. Sadece biz,
bu şekilde Allah’ın bize tahsis ettiği ve bizi seçtiği bir işin tartışma konusu yapılmasına rıza göstermeyeceğimizi insanlara duyurmak istiyoruz.” 28 dedi ve sözü İbnü’l-Hanefiyye’ye bıraktı.
Sözü alan Muhammed b. Hanefiyye, Yezîd’e cevap olarak:
“Dediklerinizi anlıyorum. Allah, sizinle Hüseyin arasındaki akrabalık
bağınızı birleştirsin, sizin de başınız sağ olsun. Allah, Hüseyin’e rahmet
etsin ve rabbinden umduğu sevaba nail etsin. Uzun ve sürekli hayat, her
şeyin sahibi yüce Allah’ın katındadır. 29 Allah, Hüseyin’i bağışlasın ve ona
rahmet etsin. 30 Bizi sarsan bir şeyin sizi de sarstığını ve bize yapılan bir
Belâzürî, III, 470; İbn A’sem, II, 192; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
İbn A’sem, II, 192.
28
Belâzürî, III, 470; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
29
İbn A’sem, II, 192.
30
Belâzürî, III, 470; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
26
27
151
zulmün size yapılmış gibi olduğunu, 31 bizi etkileyen bir felaketin sizi de
etkilediğini, 32 duyduğumuz sevinç veya kederin sizi de etkilediğini biliyoruz. Eğer siz, bizzat orada olsaydınız en güzel kararı verip ona en güzel
şekilde muamele edeceğinizi ve ona yapılacak herhangi bir kötülüğe
meydan vermeyeceğinizden eminim. 33 Diğer yandan Hüseyin, kınamanızı
ve yermenizi hak etmiş değildir. Onun için sizden ricam, onun hakkında
hoşlanmayacağım bir şeyi kulağıma çalmayın. 34 Zira o, benim kardeşim,
benim bir parçam ve babamın oğludur. Her ne kadar iddia ettiğiniz gibi,
size zulmetmiş ve size düşmanlık etmiş olsa da!” 35 dedi.
Yezîd, konuyla ilgili mazeretini kabul eden ve görüldüğü
gibi kendisini gayet anlayışla karşılan İbnü’l-Hanefiyye’nin ricasını memnuniyetle karşıladı ve artık kendisinden Hz. Hüseyin hakkında hoşlanmayacağı hiçbir söz işitmeyeceğini, 36 onun hakkında
hayırdan başka bir söz söylemeyeceğini ifade etti. 37
Hz. Hüseyin hakkında aralarında yapmış oldukları konuşmadan sonra Yezîd, ona borcunun olup olmadığını sormuş ve
eğer varsa borcunu ödemek istediğini söylemiştir. Ancak İbnü’lHanefiyye, herhangi bir borcunun olmadığını açıklamıştır. İbnü’lHanefiyye’nin bu tutumuna oldukça hayran kalan Yezîd, oğlu
Halid’e dönerek: “Oğlum, senin şu amcan, her türlü sahtekarlık, çirkinlik ve yalancılıktan uzak biridir. Eğer bir başkası olsaydı, şu kadar şu
kadar borcum var derdi.” şeklinde onu örnek bir şahsiyet olarak
göstermiştir. Daha sonra Yezîd, ona üç yüz bin dirhem vermiş, o
da bunu kabul etmiştir. 38
Belâzürî, III, 470.
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
33
İbn A’sem, II, 192.
34
Belâzürî, III, 470; İbn A’sem, II, 192; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
35
İbn A’sem, II, 192.
36
Belâzürî, III, 470; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280.
37
İbn A’sem, II, 192.
38
Belâzürî, III, 470; İbn A’sem, II, 192-93; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281.
31
32
152
Saraya yakın bir evde özel olarak ağırlanan Muhammed b.
Hanefiyye, sabah akşam Yezîd’le görüşüyordu. 39 Bu görüşmeler
sırasında Yezîd, ona bazı fıkhî meseleler ve Kur’ân’la ilgili sorular
sorarak, 40 onun ilminden istifade etmeye çalışıyordu.
Bu arada, daha sonraları Harre olayına sebebiyet verecek
olan heyet de Şam’a Yezîd’in yanına gelmişti. Ayrılacakları sırada
İbnü’l-Hanefiyye, onlarla birlikte Medine’ye dönmek için
Yezîd’den izin istedi. Onun gitmesine izin veren Yezîd, ona daha
önce verdiği paradan ayrı olarak iki yüz bin dirhem ile iki yüz bin
dirhem değerinde mal verdi. 41
Yezîd, İbnü’l-Hanefiyye’yi uğurlarken ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirmiş ve “Ya Eba’l-Kâsım ! Bugün yeryüzünde helal ve haram konularını senden daha çok bilen bir adamın olabileceğini düşünmüyorum. Aslında benden ayrılmanı istemiyorum. Bana
vaaz eder, nasıl hareket edeceğim konusunda bana yardımcı olurdun.” 42
demiştir. Ardından, eğer kendisinde gördüğü bir kusur varsa düzeltmek için kendisine söylemeni ondan rica etmiş, 43 o da “Vallahi
eğer senin bir yanlışını görseydim mutlaka seni ondan nehyeder ve Allah
rızası için işin doğrusunu sana bildirirdim. Zira Allah, insanlara hakkı
açıklamayı ve onu gizlememeyi ilim ehline bir görev olarak vermiştir.
Sende hayırdan başka bir şey görmedim.” 44 diyerek ona karşı duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir.
İbn A’sem, İbnü’l-Hanefiyye’nin kullandığı bu son cümleye,
“Ancak şu alkolü içmeni men ediyorum. Çünkü o, şeytan işi bir pisliktir.
İbn A’sem, II, 193.
Belâzürî, III, 470; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281.
41
İbn A’sem, II, 193.
42
İbn A’sem, II, 193.
43
Belâzürî, III, 470; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281.
44
Belâzürî, III, 470-471; İbn A’sem, II, 193; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281.
39
40
153
Bu, ümmetin işini üstlenen birinin yaşacağı iş değildir.” 45 ifadelerini
ilave ederek vermiştir. Ancak bu ilavenin, İbnü’l-Hanefiyye’nin
sözü olabileceğini düşünmüyoruz. Çünkü onun Harre olayında
takındığı tavır, bu iddiayı nakzeder mahiyettedir.
İbnü’l-Hanefiyye, Yezîd’in kendisine verdiği para ve hediyelerle Medine’ye döndü ve bu malları, aile fertleri ile bütün Benî
Hâşim arasında paylaştırdı. Öyle ki bu maldan pay almayan hiç
kimse kalmadı. 46 Medine’de ikamet etmeye devam eden İbnü’lHanefiyye, Harre olayı patlak verinceye kadar orada kaldı. 47 Ardından Mekke’ye gitti ve orada oruç ile namazdan başka bir şeyle
uğraşmadı. 48
B. Harre Olayı Bağlamında İlişkileri
Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Hicaz bölgesinde
Emevî iktidarına karşı yeni bir hareket başlatmış olan Abdullah b.
Zübeyr’i etkisiz kılmakta başarısız kalan Amr b. Said ve Velid b.
Utbe’nin peş peşe görevden azledilmelerinden sonra yerlerine
atanan Osman b. Muhammed, bölge halkıyla Yezîd arasındaki
bağları güçlendirmek amacıyla 62/681 yılının sonlarına doğru
Medine’den Şam’a Yezîd’in yanına bir heyet gönderdi. Aralarında
Abdullah b. Zübeyr’in kardeşi Münzir b. Zübeyr, Abdullah b. Amr
b. Hafs, Abdullah b. Hanzala el-Gasîl ile Medineli birçok eşrafın
yer aldığı heyet Şam’da oldukça iyi ağırlandı. 49 Heyet ayrılacağı
sırada Yezîd, Abdullah b. Hanzala’ya yüz bin dirhem verirken
onun yanındaki sekiz oğluna da on biner dirhem verdi. 50 Münzir
b. Zübeyr’e de yüz bin dirhem veren Yezîd, heyetteki diğer kişileİbn A’sem, II, 193.
İbn A’sem, II, 193. Ayrıca bk. Hatîbü’l-Havârizm, II, 91.
47
İbn Sa’d, V, 100.
48
İbn A’sem, II, 193.
49
Taberî, s. 1022.
50
İbnü’l-Esîr, s. 527.
45
46
154
re ellişer bin dirhem ikram etti. 51 Münzir b. Zübeyr’in, yolda heyetten ayrılarak uğradığı Ubeydullah b. Ziyâd’dan da yüz bin dirhem alması dikkat çekicidir. 52
Medine’ye dönen heyet, günlerce yanında kalarak hürmet
ve ikram gördükleri Yezîd’in aleyhinde faaliyetlere başladı.
Yezîd’i içki içmek, müzik dinlemek, köpeklerle oynamak ve serserilerle yatıp kalkmakla suçlayarak ona verdikleri biati geri çektiklerini ilan ettiler ve etraflarına taraftar toplamaya başladılar. 53
Abdullah b. Hanzala ve Abdullah b. Mutî’in başını çektiği
grup, başta Medine valisi olmak üzere Benî Ümeyye’nin bütün
fertlerini sürme kararı alarak onları Mervân b. Hakem’in evinde
muhasara altına aldılar. Bu arada Yezîd’le girişecekleri mücadele
için destek arayışına giren gurubun çağrılarına Abdullah b. Ömer
b. el-Hattâb gibi, Ali b. Hüseyin ile Muhammed b. Hanefiyye de
olumsuz cevap verdiler ve ailelerinin onlara katılmalarına müsaade etmediler. Hatta, Muhammed b. Hanefiyye, onlara şiddetle
karşı çıktı ve Yezîd’i itham ettikleri konularda onlarla tartışmaya
girdi. 54
Abdullah b. Mutî’in başlarında olduğu Ensâr ve Muhâcirden
oluşan birkaç adam, desteğini almak için Muhammed b. Hanefiyye’nin yanına gittiler ve ondan kendileriyle birlikte hareket ederek Yezîd’le savaşmasını istediler. 55 İbnü’l-Hanefiyye, bu konudaki
gerekçelerini sorunca “O, kafir ve facir olmuştur. 56 Şarap içiyor, 57 naİbn A’sem, II,193.
İbnü’l-Esîr, s. 527.
53
Taberî, s. 1022.
54
İbn Kesîr, V, 729.
55
Belâzürî, III, 471; İbn A’sem, II, 194; İbn Kesîr, V, 746; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281, İbn
Tûlûn, Muhammed (953/1546), Kaydü’ş-Şerîd min Ahbâr-i Yezîd, thk. M. Garb, Kahire 1986,
s. 42.
56
Belâzürî, III, 471; ; İbn A’sem, II, 195; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281.
51
52
155
mazı terk ediyor, 58 Köpek ve maymunlarla oynuyor, 59 açıkça dinî hükümleri ihlâl ediyor.” 60 dediler.
Muhaliflerin Yezîd’e yönelttikleri bu suçlamalara karşı Muhammed b. Hanefiyye: “Siz, Allah’tan korkmuyor musunuz! Hiç aranızdan biri, bu dediklerinizi yaparken onu görmüş mü? Ben sizden daha
fazla onun yanında kaldım ve onun hiçbir kötü tarafını görmedim. 61
Yanında olduğum süre zarfında onun namaza devam ettiğini, iyilik peşinde koştuğunu, fıkhî meseleleri sorduğunu ve sünnete bağlı olduğunu
gördüm. 62 Onun ne küfrüne ne de fıskına şahit oldum.” 63 diyerek
Yezîd’i savundu. Muhalifler, Yezîd’in o sırada rol yaparak bunları
kendisinden gizlediğini söyleyince İbnü’l-Hanefiyye, tepkisinin
dozunu daha da artırdı ve “Peki bunları size mi gösterdi? Eğer böyle
yapmışsa, demek ki siz de onun ortaklarısınız! Yok eğer size göstermemişse, siz o zaman bilmediğiniz bir konuda şahitlik yapıyorsunuz. 64 Hem
o, benden korkacak veya benden bir şey umacak değil ki bana karşı böyle
davransın.” 65 diyerek onların konuyla ilgi argümanlarının yetersiz
olduğunu vurguladı. Buna rağmen muhalifler, “Biz, onu bu şekilde
görmemişsek de bu iddiaların gerçek olduğuna inanıyoruz.” 66 şeklinde
Yezîd’le ilgili olumsuz düşüncelerini sürdürmeye devam ettiler.
Abdullah b. Zübeyr adına hareket ettikleri gözlenen bu kişiler, İbnü’l-Hanefiyye’nin hilâfet konusunda kendisini hak sahibi
görerek İbn Zübeyr’e biat etmek istememesinden dolayı böyle
Belâzürî, III, 471; İbn A’sem, II, 195; İbn Kesîr, V, 746; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281, İbn
Tûlûn, s. 42.
58
İbn Kesîr, V, 746; İbn Tûlûn, s. 42.
59
İbn A’sem, II, 195.
60
Belâzürî, III, 471; İbn Kesîr, V, 746; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281, İbn Tûlûn, s. 42.
61
Belâzürî, III, 471; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281.
62
İbn Kesîr, V, 746; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 281, İbn Tûlûn, s. 42.
63
İbn A’sem, II, 195.
64
Belâzürî, III, 471; İbn A’sem, II, 195; İbn Kesîr, V, 746; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 282, İbn
Tûlûn, s. 42.
65
İbn Kesîr, V, 746; İbn Tûlûn, s. 42.
66
İbn Kesîr, V, 746; İbn Tûlûn, s. 42.
57
156
davrandığını düşünerek, bu sefer ona biat etmeyi ve onun adına
söz konusu hareketi yürütmeyi önerdiler. Ancak İbnü’lHanefiyye, hiçbir şeklide savaşmayı uygun görmediğini, bu meselede ne kimseye tabi olmasının ne de kimseyi peşine takarak hareket etmesinin söz konusu olamayacağını ifade etti. Bunun üzerine muhalifler, onun daha önce Cemel, Sıffin ve Nehrevân savaşlarına katılmış olmasına göndermelerde bulunarak onu sıkıştırmaya çalıştılar. Fakat İbnü’l-Hanefiyye, “Nerde babam gibi birisi bu
zamanda!?” diyerek onların çabalarını boşa çıkardı. 67 O, böylece
hem söz konusu savaşlara katılmasının haklılığını ifade ediyor,
hem de bu yeni hareketin sağlam bir dayanağa sahip olmadığını
açıklamış oluyordu.
Muhalifler, onu saflarına katılmaya ikna edemeyince bir
şekilde onun desteğini sağlamış olmak için bu sefer ondan oğullarının kendilerine katılmalarına izin vermesini veya en azından
insanları kendilerine katılmaya çağırdıklarında yanlarında bulunmasını rica ettiler. 68 Ancak Muhammed b. Hanefiyye, onların
bu kurnazca hareketlerine de pirim verecek gibi değildi. Bu nedenle muhalifler, halkın onu örnek alarak kendilerine katılmaktan imtina edeceklerini düşünerek onu zorla Medine’den çıkardılar. 69
Bu tutumuyla muhalifleri oldukça kızdırdığı anlaşılan İbnü’l-Hanefiyye, üstünde bir izar ve ayağındaki pabuçla apar topar
Medine’den çıkartılmaya çalışıldı. Çocukları silahlanmış onu korumaya çalışıyorlar, o ise hala Medinelileri uyarmaya devam ede-
Belâzürî, III, 471; İbn A’sem, II, 195; İbn Kesîr, V, 746; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 282, İbn
Tûlûn, s. 42-43.
68
İbn Kesîr, V, 746-747; İbn Tûlûn, s. 43.
69
Belâzürî, III, 471; İbn A’sem, II, 195; İbn Kesîr, V, 746; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 282, İbn
Tûlûn, s. 43.
67
157
rek “Allah’tan korkun! Kanınızı heder etmeyin. 70 Verdiğiniz karardan
dönün. Boş yere kanınızı akıtmanızdan korkuyorum.” 71 diyordu.
Bu kadar çırpınmasına daha fazla dayanamayan Medineliler, onun peşini bıraktılar. Fakat o sırada Medine çıkışında bekledikleri anlaşılan Şamlı askerler, onun üzerine saldırdılar. Bu saldırı sırasında onu korumaya çalışan oğullarından Kâsım b. Muhammed öldürüldü. Ebû Hâşim de kardeşinin katilini vurarak
öldürdü. 72 Bu arbede, muhtemelen o sırada isyanı bastırmak için
Medine’nin etrafını kuşatmış olan Şamlı askerlerin, Medinelilerin
baskılarına karşı onu korumak için silahlanan oğullarıyla birlikte
şehirden kaçmaya çalışırken meydana gelen hareketliliği kendilerine yönelik bir saldırı olarak değerlendirmeleri neticesinde gerçekleşmiştir.
Bu olaydan sonra tekrar evine dönen Muhammed b. Hanefiyye, fazla beklemeden hazırlıklarını tamamlayıp Medine’den
çıkarak Mekke’ye gitti. 73
Belâzürî, İbn A’sem, İbn Kesîr, Makrîzî ve İbn Tûlûn’un
eserlerinden derlediğimiz bu bilgilerin, İbnü’l-Hanefiyye’nin
Yezîd b. Muâviye ile ilgili duygu ve düşünceleri ile ona karşı başlatılan bu isyan hareketine olan tepkisini yeterince yansıttığını
düşünüyoruz. Bununla birlikte söz konusu müelliflerin, bu bilgileri aktarırken verdikleri bazı ayrıntılara karşı çekincelerimizin
olduğunu belirtmekte fayda görüyoruz.
Birincisi; Belâzürî ve ondan alıntı yaptığı anlaşılan Makrîzî,
İbnü’l-Hanefiyye ile görüşen ve onu ikna etmeye çalışan gurubun
Belâzürî, III, 471.
İbn A’sem, II, 195.
72
Belâzürî, III, 471; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 282.
73
Belâzürî, III, 471; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 282.
70
71
158
içinde Abdullah b. Ömer’i de göstermişlerdir. 74 Oysa yukarıda
değindiğimiz gibi, Abdullah b. Ömer, tıpkı İbnü’l-Hanefiyye gibi
bu isyan hareketine karşı idi. 75
İkincisi; İbn A’sem, diğer müelliflerden farklı olarak verdiği
bir ayrıntıda, isyan hareketine katılması teklifine karşın Muhammed b. Hanefiyye’nin, Yezîd’e verdiği biati geri almasının söz
konusu olmayacağını belirttiği; Yezîd’e biat etmesinin sebebi sorulduğunda, Hüseyin’in öldürüldüğünü gördükten sonra onun
başına gelenlerin kendi başına gelmesinden korktuğunu, ayrıca
bu konuda kardeşi Hüseyin’in Muâviye’ye olan biatini örnek alarak hareket ettiğini ifade ettiği; ayrıca Yezîd’in şarap içtiği yönündeki duyumlardan hareketle onunla yaptığı görüşmede konuyu dile getirdiğini ve bu konuda onu uyararak üzerine düşen görevi yerine getirdiğini ve artık bir mesuliyetinin kalmadığını söylediği iddia edilmektedir. 76 Ancak bu iddialara ihtiyatla yaklaştığımızı ifade etmek istiyoruz. Çünkü, Muhammed b. Hanefiyye’nin
Yezîd’e biati, Kerbela hadisesinden daha önce gerçekleşmiştir.
Bilindiği gibi Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Zübeyr Medine’den kaçtıktan hemen sonra, aralarında Medine’de kalan İbnü’lHanefiyye’nin de bulunduğu halkın biati umumi olarak alınmıştır. 77 Hz. Hüseyin de Medine’den kaçtıktan yaklaşık beş ay sonra
öldürülmüştür. Ayrıca İbnü’l-Hanefiyye’nin, Yezîd’e yaptığı biati
geri çekmemesinde Muâviye’ye karşı Hz. Hüseyin’in göstermiş
olduğu tavrı örnek almasının uzak bir ihtimal olmadığını kabul
etmekle birlikte onun, Yezîd’le yapmış olduğu görüşmede içki
meselesini gündeme getirdiğini düşünmüyoruz.
Belâzürî, III, 471; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 280,
Sallâbî, Ali Muhammed, ed-Devletü’l-Ümeviyye Avâmilü’l-İzdiyâr ve Tedâiyyâtu’l-İnhiyâr,
Dımaşk 2006, I, 660-661.
76
İbn A’sem, II, 194-195. Ayrıca bk. Hatîbü’l-Havârizm, II, 202-203.
77
Taberî, s. 972; İbnü’l-Esîr, s. 501.
74
75
159
Üçüncüsü, Taberî ve İbnü’l-Esîr’in eserlerinde söz konusu
bilgilere yer vermemesi, bu anlatılanların uydurulduğu iddialarını beraberinde getirmiştir. 78 Ancak bu durumun, İbnü’lHanefiyye’nin, Yezîd b. Muâviye’yi Şam’a giderek ziyaret ettiği,
onu anlayışla karşılayarak onun hediyelerin kabul ettiği ve daha
sonra Medine’de başlatılan bu isyan hareketine karşı Yezîd’i savunduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini düşünüyoruz.
Diğer yandan İbnü’l-Hanefiyye ile Medineliler arasında geçen tartışmalarda daha çok bu isyanın dinî gerekçeleri üzerinde
durulmuştur. Oysa bu hadisenin arka planında dinî gerekçelerden
çok ekonomik ve siyasî âmiller yatıyordu. Bir yandan iktidar sahibi ailenin Medine’deki arazilerin çoğuna sahip olması ve buralardan elde edilen gelirlerin doğrudan Şam’a gönderilmesi Medine
halkını huzursuz ederken, diğer yandan Abudullah b. Zübeyr’in
kendi siyasî emelleri için yaptığı kışkırtmalar bu olayın patlak
vermesinde büyük pay sahibi olmuştur. 79
Neticede Nu’mân b. Beşîr ve bu hadiselerin yaşandığı sırada
Yezîd’in yanında bulunan Abdullah b. Cafer aracılığıyla yapılan
uyarılar da Medine halkını başlattığı isyandan caydırmayınca; 80
Müslim b. Ukbe’nin komutasındaki ordunun üç gün bekledikten
sonra gerçekleştirdiği saldırı karşısında fazla bir direnç gösteremeyen Medine kısa sürede düştü. Şehir üç gün boyunca talan
edildi ve tam bir terör havasının estirildiği bu ortamda suçlu veya
suçsuz yüzlerce kişi hayatını kaybetti. 81 Öyle ki Fadl b. Abbâs b.
Rabia dışında Benî Hâşim’den bu isyana destek veren olmadığı
Bk. Tebbânî, Muhammed, Tahzîrü’l-Ubkerî min Muhâdarât’i-Hudarî ev İfâdetü’l-Ahyâr bi
Berâeti’l-Ebrâr, Beyrut 1984, II, 247.
79
Bk. Kılıç, Ünal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, İstanbul 2001, s. 312-314.
80
Bk. İbn Sa’d, V, 145; Taberî, s. 1023.
81
Bk. Geniş bilgi için bk. Kılıç, s. 330-346.
78
160
halde, bu aileden aralarında Muhammed b. Hanefiyye’nin oğlu
Cafer’in de olduğu dört kişi bu hengâmede öldürüldü. 82
Sonuç itibariyle her iki olayda da Muhammed b. Hanefiyye,
sezgilerinde yanılmamıştır. O, Hz. Hüseyin’in çıkışını onaylamadığı gibi Medinelilerin Yezîd’e karşı başlattığı isyan hareketini de
tasvip etmemiş ve her iki olayda üzerine düşen görevi yerine getirerek tarafları uyarmayı ihmal etmemiştir. Ancak onun sözü
dinlenmemiş ve neticede onun ifadesiyle, 83 yüzlerce kişinin kanı
boşu boşuna akıtılmıştır.
İbnü’l-Hanefiyye, Muâviye’nin Yezîd adına aldığı biate sadık kalmış ve Yezîd’e halife olarak da hiçbir zorluk çıkarmadan
biat etmiştir. O, Kerbela hadisesinden sonra bile Yezîd’i ziyaret
etmekte bir mahzur görmemiş, onun mazeretini kabul etmiş ve
onu anlayışla karşılamıştır. Günlerce yanında misafir olarak kaldığı Yezîd’in kendisine verdiği yüklü miktardaki ata ve hediyeleri
geri çevirmemiş, bu süre zarfında edindiği izlenimler neticesinde
Yezîd’den gayet memnun kalmıştır. Medinelilerin başlattığı isyan
sırasında Yezîd’e yönelttikleri suçlamaları yerinde bulmamış ve
onlara biatlerini bozmamalarını tavsiye etmiş; onları ikna edemeyince de Medine’yi terk etmek durumunda kalmıştır.
Muhammed b. Hanefiyye’nin Yezîd’i ziyaret etmesi ve onun
ata ve ihsanlarını kabul etmesi gerçeği, onun zamanında birçok
kişiyi hayal kırıklığına uğrattığı gibi, daha sonraki dönemlerde de
bu durum pek hazmedilememiş ve onun etbaı olarak bilinen
Keysâniyye bile, işlediği bu suçun cezası olarak onun Radvâ dağında mahpus olduğuna inanmışlardır. 84
Ebü’l-Arab et-Temimî, s. 173; Mes’ûdî, III, 79-80.
Bk. Belâzürî, III, 471; İbn A’sem, II, 195.
84
İsferâyinî, Ebü’l-Muzaffer İmadüddin Şahfur b. Tahir (471/1078) et-Tabsîr fi'd-Dîn ve
Temyizü'l-Fırkati'n-Naciye ani'l-Fırak, thk. K. Y. Hut, Beyrut 1983, s. 34.
82
83
161
III. Mervân b. Hakem İle İlişkisi
Harre Savaşı’nı gerçekleştiren ordu, Müslim b. Ukbe’nin
ölümü üzerine onun yerine geçen Husayn b. Nemîr’in komutasında Abdullah b. Zübeyr’i etkisiz hale getirmek için Mekke’nin üzerine yürüdü. 64/683 yılının ilk iki ayı boyunca devam eden kuşatma esnasında genç yaştaki Yezîd b. Muâviye’nin beklenmedik
ölümü, bu kuşatmayı sonuçsuz bıraktığı gibi Emevî iktidarında
şok etkisi yarattı. Bir anda bütün Benî Ümeyye, Şam’a çekilirken
Şam bölgesi dışında nerdeyse İslâm dünyasının tamamı Abdullah
b. Zübeyr’in eline geçti. Yezîd’in ölümü üzerine zoraki koltuğa
oturtulan Muâviye b. Yezîd’in de üç ay geçmeden ölmesi Benî
Ümeyye ailesinin ümitlerini tamamen tüketti. 85
Bu arada Yezîd’in ölümü üzerine Basra’dan kaçan bölge valisi Ubeydullah b. Ziyâd, Şam’a kaçmış ve orada ümitsiz bir halde
Benî Ümeyye’nin Abdullah b. Zübeyr’e biat etmeye hazırlandıklarını görünce ailenin büyüğü Mervân b. Hakem’e sert bir çıkış yaparak “Osman’ın katili bir adama biat etmekten utanmıyor musun?”
dedi. Bu tepki karşısında oldukça şaşıran Mervân’a, “Bu işe senden
daha layık kimse yoktur. Çünkü sen, Osman’ın amcaoğlusun.” dedi ve
ona biat etme teklifinde bulundu. Mervân, Ubeydullah’ın şaka
yaptığını zannediyordu. Fakat Ubeydullah, elini tutup ona biat
edince o da bu durumu kabullendi. Ardından kısa sürede Şam
bölgesinde Mervân’nın biati sağlandı. 86
Kritik bir dönemde görevi üstlenen Mervân’ın iktidarı kısa
sürmüştür. Rivayete göre Mervân, Yezîd’in ölümünden sonra
evlendiği karısı Ümmü Halid bnt. Hâşim b. Utbe tarafından,
Yezîd’den kalma oğluna karşı sarf ettiği küçük düşürücü bir laf
üzerine, saltanatının dokuzuncu ayında öldürüldü (65/685). 87
Bk. Taberî, s. 1030-1031; İbnü’l-Esîr, s. 532-535.
Hatîbü’l-Havârizm, II, 212. Ayrıca bk. Dîneverî, s. 258-262; Ya’kûbî, II, 254-257.
87
Bk. Dîneverî, s. 262; Taberî, 1070; İbnü’l-Esîr, s. 551.
85
86
162
Muhammed b. Hanefiyye’nin, Mervân’la halifeliği döneminde bir bağlantıları olmadığı gibi ona biat da etmemiştir. Çünkü Mervân’ın hâkimiyeti Şam bölgesiyle sınırlı kalmış, İbnü’lHanefiyye’nin ikamet ettiği Hicaz bölgesi ise Abdullah b. Zübeyr’in eline geçmiş ve bu süre zarfında o, daha çok kendisini biat
etmeye zorlayan İbn Zübeyr’le meşgul olmuştur.
Bununla birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin, Mervân’la eskiye dayanan ilişkileri söz konusu olmuştur. Ancak bu ilişkilerin nerdeyse tamamı olumsuz anlamdadır. İbnü’l-Hanefiyye, Mervân’la ilk
kez Hz. Osman’ın katli sırasında karşı karşıya gelmiştir. Hz. Osman
ile isyancılar arasında arabuluculuk yapan ve olayı yatıştırmak
için gayret sarf Hz. Ali, Mervân tarafından itilip kakılmış, İbnü’lHanefiyye de Mervân’ın belinden tutup geri çekmiş ve onları
ayırmıştır. 88
Muhammed b. Hanefiyye’nin Mervân’la ikinci kez Cemel
Savaşı’nda karşı karşıya geldiği görülmektedir. Mervân, karşı
cephede savaşıyordu. Bu savaşta attığı bir okla Talha b. Ubeydullah’ı öldürdüğü söylenen Mervân, 89 İbnü’l-Hanefiyye ile de çarpışmıştır. Bu çarpışma sırasında İbnü’l-Hanefiyye, onu tutup yere
sermiş ve göğsünün üzerine oturmuştu. Ancak Mervân, ona yalvarmaya başlayınca onu serbest bırakmıştı. 90 Bu iki olay, daha
sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin Şam’da Abdülmelik b. Mervân’la yaptığı görüşmede gündeme gelmiş ve İbnü’l-Hanefiyye, bu olanlardan dolayı özür dilemiştir. 91
Bilindiği gibi Hz. Hasan’ın vefatından sonra Rasulullah’ın
yanına defnedilmesi teşebbüsüne en büyük tepkiyi Mervân gösBelâzürî, III, 484-485.
Dîneverî, s. 140.
90
İbn Kesîr, VI, 155. Ayrıca bk. İbn Asâkir, LIV, 319; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111; Safedî, IV,
99.
91
Bk. Belâzürî, III, 484-485; İbn Kesîr, VI, 155.
88
89
163
termiştir. Mervân’ın bu tavrına çok sinirlendiği anlaşılan Muhammed b. Hanefiyye, daha sonraları o günleri anımsadığında
oğlu Hasan’a, “O gün beni görecektiniz. İçimden onu öldürmek gelmişti.
Buna hiçbir engel de yoktu.” demiş, fakat Hz. Hasan’ın vasiyetinde
bir fitne çıkması durumunda Bakî’ye defnedilmesini istemiş olması nedeniyle onu öldürmekten vazgeçtiğini açıklamıştır. 92
İbnü’l-Hanefiyye, daha sonra Mervân’nın Medine valiliği sırasında karşı karşıya gelmiştir. Muâviye, oğlu Yezîd adına biat
almak için Medine’ye gelmişti. Bilindiği gibi bu süreçte İbnü’lHanefiyye, Muâviye’ye herhangi bir zorluk çıkarmamıştı. Bu nedenle Muâviye, onu övgü dolu cümlelerle taltif etmişti. O sırada
yanlarında buulnan Mervân ise onu hayırla anmakla birlikte
Muâviye’nin abartılı bir şekilde onu övmesine itiraz etmişti. 93
Sonuç itibariyle Mervân b. Hakem’in, halifeliği döneminde
Muhammed b. Hanefiyye ile bir bağlantıları olmamışsa da önceki
dönemlerde onların daha çok birbirlerine muhalif olarak bir araya geldiklerini görüyoruz. Bununla birlikte Mervân, Emevî iktidarına zorluk çıkarmaması nedeniyle onu takdir etmiş ve kendisini
hayırla yâd etmiştir.
IV. Abdülmelik b. Mervân İle İlişkisi
Abdülemelik b. Mervân’a babasının öldüğü gün 3 Ramazan
65 (13 Nisan 685) yılında biat edildi. 94 O sırada Mekke’de bulunan
Muhammed b. Hanefiyye, kendisini biate zorlayan Abdullah b.
Zübeyr’le meşguldü. Kûfe’de ise Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî,
Muhammed b. Hanefiyye adına el altında yeni bir hareketin faaliyeti içindeydi.
İbn Asâkir, XIII, 292-293.
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 279.
94
İbnü’l-Esîr, s. 552; İbn Kesîr, VI, 12.
92
93
164
Bir sonraki bölümde İbnü’l-Hanefiyye’nin Abdullah b. Zübeyr ve Muhtâr es-Sekafî ile olan ilişkileri üzerinde duracağımız
için bu başlık altında daha çok işin Abdülmelik b. Mervân ile olan
yönü üzerinde duracağız. Burada anlatacaklarımız, daha sonraki
bölümde ele alacağımız konuyla birçok yönüyle iç içe olduğu için
konunun İbn Zübeyr ve Muhtâr’la olan bağlantılarına, ayrıntıları
ilgili bölüme bırakarak kısaca değinmekle yetineceğiz.
A. İbn Zübeyr’den Kaçarak Abdülmelik’e Sığınması
Muhammed b. Hanefiyye, 66 yılının başlarında 95 Kûfe’yi ele
geçirerek yeni bir rakip olarak ortaya çıkan Muhtâr es-Sekafî’nin
verdiği destekle belli bir süre İbn Zübeyr’in baskılarından emin
bir şekilde Mekke’de yaşadı. Fakat Muhtâr’ın 14 Ramazan 67 (3
Nisan 689) tarihinde İbn Zübeyr’in Basra valisi Mus’ab b. Zübeyr
tarafından öldürülmesi, 96 İbnü’l-Hanefiyye ve çevresindeki taraftar kitlesini desteksiz bıraktı. Bu durumu fırsat bilen İbn Zübeyr,
onun üzerindeki baskılarına tekrar başladı. 97
Abdülmelik b. Mervân, İbn Zübeyr’in Muhammed b. Hanefiyye’ye yaptıklarından haberdar olunca ona kölesi Habib b. Küreh’i göndererek şayet yanına gelirse ona iyi davranacağını ve
işler düzelinceye kadar Şam bölgesinde istediği yere yerleşebileceğini bildirdi. 98 Olayın tanıklarından olan Ebu’t-Tufeyl Âmir b.
Vâsile’nin anlattığına göre Muhammed b. Hanefiyye, o sırada
Mekke’de “Şi’bi Ebî Tâlib” veya “Şi’bi Ali” olarak bilinen kendi
mahallesinde ikamet ediyordu. Abdülmelik’ten gelen mektubu
çevresindekilere okumuştu. Mektup o kadar güzel yazılmıştı ki
Taberî, s. 1076; İbnü’l-Esîr, s. 557.
Taberî, s. 1115; İbn Kesîr, VI, 50.
97
İbnü’l-Esîr, s. 569.
98
Belâzürî, III, 480.
95
96
165
eğer Abdülmelik, kardeşlerinden veya oğullarından birine bunu
yazsaydı ancak o kadar iltifatta bulunarak yazabilirdi. 99
Abdülmelik, mektubunda şöyle diyordu: “Bana ulaştığına
göre İbn Zübeyr, biat ettirmek için sana baskı uyguluyor, akrabalık bağını koparıyor ve hakkını hafife almak istiyor. Gerçi sen,
neyi nerede yapacağını daha iyi bilirsin; fakat ben, seni ve senin
şu ana kadar yaptıklarını düşündüm de; bak işte Şam, orada istediğin yere yerleş. Biz de sana ikramda bulunacağız, akrabalık bağını koruyacağız ve senin hakkını tanıyacağız.” 100
İbnü’l-Hanefiyye, mektubu okuduktan sonra çevresindekilere “İşte gideceğimiz yer!” 101 diyerek Abdülmelik’in teklifini kabul
etti. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra ailesi ve taraftarlarıyla
birlikte Şam’a doğru yola koyuldu. Yanında şair Küseyyir Azze de
vardı. Önünde yürüyerek onu öven şiirler okuyordu: 102
“Sen hak imâmsın, hiç şüphemiz yok.
Sen, razı olduğumuz ve sığındığımız.
Sen, peygamberden sonra en hayırlı olan insanın oğlu.
Yürü ey Ali’nin oğlu, Ali’nin benzeri!
Kelb ve Belî topraklarına girinceye kadar.” 103
Bu arada Abdullah b. Abbâs, Abdülmelik’e bir mektup yazarak Şam’a gitmekte olan İbnü’l-Hanefiyye’ye özen göstermesini,
İbn Sa’d, V, 107.
İbn Sa’d, V, 107. Ayrıca bk. İbn A’sem, II, 383.
101
İbn Sa’d, V, 107.
102
İbn Sa’d, V, 107; Belâzürî, III, 480; İbn A’sem, II, 383; İbnü’l-Esîr, s. 569.
103
İbn Sa’d, V, 107.
99
100
166
onu kollayıp korumasını istedi. Abdülmelik de ona güzel bir cevap
yazarak tavsiyelerine uyacağını bildirdi ve ondan kendi ihtiyaçlarını da yazmasını istedi. 104
İbn Abbâs, mektubunda şöyle diyordu: “Bizden bir adam, size
doğru yola çıktı. Onun ne sana bir kötülüğü dokunur, ne de zulme meyleder. 105 O, ne acele eder ne de bir cahillikte bulunur. 106 Hakkı arar, batıla
niyetlenmez. 107 Adaleti arar, zulümden nefret eder. Yanında aile fertleri
ile bir kısım taraftarları var. Onlar, izinsiz hiçbir yere girmezler, ücretini
ödemeden de hiçbir şey yemezler. Gece rahip, gündüz birer aslandırlar. 108
Onlar hakkında bize yardımcı olun. 109 Allah, senden razı olsun. İbn Zübeyr, bize savaş açtı. Biz de onu düşman bildik.” 110
Abdülmelik de ona yazdığı cevapta, “Mektubun bana ulaştı.
Bize gönderdiğin Ehl-i Beytin hakkında tavsiyelerde bulunuyorsun. 111
Seninle olan akrabalık bağını gözetmek ve tavsiyelerini yerine getirmek
beni mutlu eder. İstediğin her şey yapılacak, arzu ettiğin her şey takip
edilecektir. 112 Arzu ederseniz, Allah rızası için bana ihtiyaçlarınızı söyleyin. Bana ileteceğiniz hiçbir ihtiyacınıza bigâne kalmam. Çünkü üzerimizdeki hakkın büyüktür. Bizim yanımızda ayrı bir yerin var. Allah, bizi
ve sizi hayırlı işlerde muvaffak kılsın. Allah’ın selamı ve bereketi üzerine
olsun.” 113 diyordu.
Muhammed b. Hanefiyye, Şam topraklarına girdikten sonra
önce Medyen’e uğradı, ardından Eyle’ye yerleşti. 114 İbn A’sem’in
Belâzürî, III, 480; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 290.
İbn A’sem, II, 383; Ebû Hayyân, III, 121.
106
İbn A’sem, II, 383.
107
İbn A’sem, II, 383; Ebû Hayyân, III, 121.
108
İbn A’sem, II, 383.
109
İbn A’sem, II, 383; Ebû Hayyân, III, 121.
110
İbn A’sem, II, 383.
111
İbn A’sem, II, 383.
112
İbn A’sem, II, 383; Ebû Hayyân, III, 121.
113
İbn A’sem, II, 383-384.
114
Belâzürî, III, 480.
104
105
167
anlattığına göre o sırada Medyen şehrinin başında Abdülmelik
tarafından atanmış olan Mutahhar b. Yahya el-Atikî, şehre yaklaşan kalabalığı görünce endişeye kapılarak şehrin kapılarını kapattırmıştır. Ancak Muhammed b. Hanefiyye’nin adamları, onlara
seslenerek: “Korkmayın, bizden yana güvendesiniz. Sadece alış veriş
yapmak için bize pazarın açılmasını istiyoruz. Biz, Muhammed b. Ali b.
Ebî Tâlib’in ashabıyız. Ne kimseye bir kötülük ederiz ne de ücretsiz bir
şey alıp yeriz.” deyince şehir halkı kapıları açarak onları ağırladılar.
Muhammd b. Hanefiyye, burada ashabına yönelik bir konuşma
yaptı. Konuşmasında daha önce bu topraklarda yaşamış olan Âd,
Semud, Lût ve Medyen halklarına göndermelerde bulunarak bunlardan ibret almalarını tavsiye etti. 115
Muhammed b. Hanefiyye, Medyen’de kısa bir süre kaldıktan sonra günümüzde Akâbe olarak bilinen Eyle şehrine gitti.
Burada oldukça iyi karşılanan İbnü’l-Hanefiyye, kaldığı süre içinde beraberindeki arkadaşlarıyla birlikte sergiledikleri hal ve hareketleriyle bölge halkını kendilerine hayran bıraktılar. İbnü’lHanefiyye’nin en yakın adamlarından olan Ebu’t-Tufeyl’in anlattıkları burada yaşananları çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Eyle’ye varıncaya kadar yürüdük. Bizi çok iyi karşıladılar, etrafımızı sardılar. Biz de aynı şekilde onlara iyi davrandık. Ebü’l-Kâsım’ı çok
sevdiler, ona ve ashabına büyük saygı gösterdiler. Biz de iyiliği emreder,
kötülükten sakındırırdık. Ne önümüzde ne de yakınımızda hiçbir insana
zulmedilmedi. Ancak bu durum, Abdülmelik’e ulaşınca zoruna gitti.
Danışmanları Kubeyse b. Züeyb ve Ravh b. Zinbâ ile konuyu müzakere
etti. Onlar da İbnü’l-Hanefiyye kendi başına hareket ettiği sürece senin
yakınında durmasına müsaade etmeni uygun bulmuyoruz, ya sana biat
etsin ya da onu Hicaz’a gönder, dediler.” 116
115
116
İbn A’sem, II, 384.
İbn Sa’d, V, 107.
168
İbn A’sem’in anlattığına göre İbnü’l-Hanefiyye ve ashabı,
burada vakitlerini gündüzleri oruç tutarak geceleri de namaz
kılarak geçiriyorlardı. Onların bu halini görüp de Dımaşk’a giden
herkes onlardan övgüyle söz ediyor ve “Şam topraklarına girmiş
olan bu topluluktan daha hayırlı hiçbir toplum görmedik. Onlar, sadece
oruç tutmak ve namaz kılmakla meşgul oluyorlar, ne kimseye zulmediyorlar ne de bir Müslaman veya gayrimüslime bir eziyetleri dokunuyor.
İyiliği emredip, kötülükten sakındırıyorlar.” diyorlardı. 117 Öyle görünüyor ki, o sıralar İslâm dünyasında birtakım çıkarlar uğruna
neredeyse her gün onlarca yüzlerce insanın öldürüldüğü, hak ve
hukukun hiçe sayıldığı bu fitne ortamında İbnü’l-Hanefiyye ve
etrafındaki kitlenin bu uysal ve barışçı tutumu insanları epey
etkilemiştir.
Bölgede İbnü’l-Hanefiyye etrafında oluşan hayran kitlesinin günden güne artması, Abdülmelik b. Mervân’ı verdiği karardan döndürdü. İbnü’l-Hanefiyye’yi ülkesine davet etmekten pişmanlık duyan Abdülmelik, aldığı yeni kararı bildirmek üzere bir
mektup yazdı. 118 Mektubunda, biat etmesi karşılığında ona birtakım vaatlerde bulunuyor, aksi takdirde ondan ülkesini terk etmesini istiyordu:
“Emirü’l-Müminin Abdülmelik’ten Muhammed b. Ali’ye. 119 Verdiğimiz izinle, 120 ülkemize ayak basmış bulunuyorsun. 121 Ülkemin bir köşesine yerleşmişsin. Fakat bildiğin gibi İbn Zübeyr’le aramızda savaş var.
Senin de kendine göre bir nâmın ve makamın var. Bu nedenle, bana biat
etmedikçe saltanatım dâhilinde ikamet etmemene karar verdim. 122 Zira
İbn A’sem, II, 384-385.
Belâzürî, III, 480; İbn A’sem, II, 385. Ayrıca bk. Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 291.
119
İbn Sa’d, V, 109.
120
Belâzürî, III, 480; İbn A’sem, II, 385.
121
İbn Sa’d, V, 107; Belâzürî, III, 480; İbn A’sem, II, 385.
122
İbn Sa’d, V, 107.
117
118
169
bana biat etmemiş bir adamın, ülkemde barınmasının uygun olmayacağını düşünüyorum. 123 Eğer bana biat edersen, Kızıldeniz’den bize doğru
gelen yüz yüklük gemi ve içindekiler senindir. 124 Ayrıca kendine, çocuklarına, akrabalarına, kölelerine ve beraberindekilere istediğin atiyye ile
birlikte sana iki milyon dirhem; beş yüz binini peşin, bir buçuk milyonunu da daha sonra, 125 İbn Zübeyr’le olan işimizi bitirip birlik sağlanınca
vereceğim. 126 Eğer kabul etmezsen ülkemden çık, hâkimiyetimin olmadığı
bir yere git.” 127
Muhammed b. Hanefiyye ise Abdülmelik’in bu cazip teklifini reddetti ve kararını bir mektupla ona bildirdi:
“Bismillahirrahmanirrahim, Muhammed b. Ali’den Abdülmelik b.
Mervân’a. Selamun Aleyke. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a
hamd ediyorum. Amma ba’d: Eskiden beri benim bu konudaki görüşümü
biliyorsun. Ben, kimsenin hatırına bu düşüncemi ayaklar altına alacak
değilim. Vallahi eğer bütün ümmet benim üzerimde ittifak etse ve geride
sadece Ehli Zerkâ kalsa, birliğe katılmaları için kesinlikle ne onlarla savaşırım ne de onları dışlarım. Medine’de olanlardan dolayı kaçarak Mekke’ye indim ve İbn Zübeyr’in yakınında durdum. Fakat o, bunu kötüye
kullandı ve benden kendisine biat etmemi istedi. Ben de insanlar senin
veya onun üzerinde ancak ittifak ettikten sonra halkın girdiği yola girebileceğimi ve onlardan biri gibi olacağımı gerekçe göstererek onun bu
talebini reddettim. Sonra sen, bir mektup yazarak bizi yanına davet
ettin. Ben de bu teklifini kabul ederek, yürüyüp geldim ve yakınındaki bir
köşeye yerleştim. Vallahi ben ve beraberimdeki arkadaşlarım, ihtilaf
çıkaran kişiler değiliz. Burası fiyatları ucuz bir memleket dedik, seninle
Belâzürî, III, 480; İbn A’sem, II, 385.
İbn Sa’d, V, 107. Farklı olarak: “Mısır’dan Eyle’ye giden gemi” olarak nitelendirilmiş,
kapasitesi belirtilmemiş. Bk. Belâzürî, III, 480; İbn A’sem, II, 385.
125
İbn Sa’d, V, 107. Farklı olarak: “İki yüz bini peşin, toplam bir milyon dirhem,” deniliyor,
atiyyeden söz edilmemiş. Bk. Belâzürî, III, 480; İbn A’sem, II, 385.
126
İbn A’sem, II, 385.
127
İbn Sa’d, V, 107-108; İbn A’sem, II, 385.
123
124
170
olan akrabalığı da bir fırsat olarak değerlendirdik ve senin yanına yaklaştık. 128 Neticede senin izninle ülkene geldik. Mademki çevrende olmamızdan hoşlanmıyorsun ve yanından gitmemizin daha uygun olacağını
düşünüyorsun, 129 o zaman biz de yanından çekip gideceğiz, inşaallah.” 130
Çoluk çocuğu ve çevresindeki kalabalık taraftarıyla onca
yolu aştıktan sonra, hem de davet üzerine geldiği Şam topraklarından bu şekilde geri çevrilmesi, İbnü’l-Hanefiyye’yi oldukça
kızdırdığı anlaşılıyor. Öyle ki Abdülmelik’ten gelen mektubu eline
aldığında başlığına bakmış, “Emirü’l-Müminin Abdülmelik’ten Muhammed b. Ali’ye!..” şeklindeki ifadeyi görünce Abdülmelik’in babasıyla dedesinin bir zamanlar Rasulullah tarafından sürülmelerine
göndermede bulunarak, “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn! Rasulullah’ın lanetleyerek kovduğu şu tulaka, halkın minberleri üzerinde! Yemin
ederim ki bu iş böyle gitmez!” dediği söylenmektedir. 131 Yukarıda
verdiğimiz cevabî mektubuna da bu kızgınlığın yansıdığı görülmektedir. Taraftarları da bu durumdan çok rahatsız olmuşlardı.
Hatta, Abdullah b. Zübeyr’in tazyiklerine karşı onu kurtarmak için
Muhtâr’ın gönderdiği yardımcı kuvvetlerin içinde bulunan ve bu
yolculukta da onunla birlikte olan Verdân, içinde bulundukları
halet-i ruhiyyeyi, “Eğer bize savaşmayı emretseydi savaşırdık!” sözleriyle ifade etmiştir. 132
Geri dönen Muhammed b. Hanefiyye, Ebu’t-Tufeyl’in anlattığına göre Medyen’de beraberindeki mevâli, Kûfeli ve Basralıların gitmelerine izin verdi. 133 Bu izinden sonra, Ebû Hamza’nın
rivayetini baz alacak olursak, sayıları yedi bini bulan bu taraftar
İbn Sa’d, V, 108.
Belâzürî, III, 481; İbn A’sem, II, 385.
130
İbn Sa’d, V, 108.
131
İbn Sa’d, V, 109.
132
İbn Sa’d, V, 105; İbn Asâkir, LIV, 344.
133
İbn Sa’d, V, 109.
128
129
171
kitlesinden geriye sadece dokuz yüz kişi kalmıştır. 134 İbnü’lHanefiyye, burada onları toplamış ve beraberindeki bir kısım malı
aralarında paylaştırmıştır. 135 Ardından yaptığı konuşmada onlara
teşekkür etmiş ve onları dağıtmasının gerekçelerini şöyle ifade
etmiştir: “Sizi tanıdığımdan beri gördüğüm en güzel kardeşler ve yardımcılarsınız. Şayet bendeki imkânlar size yeterli gelseydi, bu sıkıntılar
bitinceye kadar benden asla ayrılmanızı istemezdim. Artık başınıza bir iş
gelmeden selametle memleketlerinize gidin. Sizler halkın arasına karışacaksınız. Birbirinize ihtiyacınız vardır. Ben de Mekke’ye gideceğim, İbn
Zübeyr’le inatlaşmaya. Sıkıntıya düşmenizi istemiyorum.” 136
İbn A’sem’in anlattığına göre ondan ayrılan bu kitle,
Kûfe’ye gitmiş ve o sırada burayı yöneten Mus’ab b. Zübeyr tarafından sorguya çekilmişlerdir. Mus’ab onları yanına çağırarak,
“Siz kimsiniz. Niçin şehrimize geldiniz. Durumunuz nedir?” diye sormuş, onlara da “Biz, Muhammed b. Hanefiyye’nin ashabıyız. Biz, bir
kötülük yapmak için gelmedik. Sadece kendi şehrimize gelmiş bulunuyoruz. Bize erzakımızı ver ve bize yardımcı ol. Eğer bunu yaparsan sana
biat eder, ülkende kendi kabilemiz içinde kalırız.” şeklinde cevap vermiş ve ona biat ederek himayesine girmişlerdir. 137
Bu arada Muhammed b. Hanefiyye’nin, Şam bölgesine girerken uğradığı Medyen’de bulunduğu sırada Amr b. Said elEşdak’ın Abdülmelik’in ihanetine uğrayarak öldürüldüğü haberinin geldiği ve onun bu konuda uyarıldığı söylenmektedir. 138 Abdülmelik, Tevvâbûn hareketini zamanında desteklemiş olan Karkisya şehrinin üzerine giderken Amr b. Said geride kalıp Dımaşk
şehrini işgal edince geri dönüp isyanı bastırmış; ileri gelen şahsiİbn Sa’d, V, 108.
İbn Sa’d, V, 105; İbn Asâkir, LIV, 344.
136
İbn A’sem, II, 386.
137
İbn A’sem, II, 386.
138
Belâzürî, III, 480; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 290.
134
135
172
yetlerin araya girmesiyle de Amr’a emân vermişti. Ancak Abdülmelik, kendisine rakip olarak gördüğü Amr’ı sarayına davet ederek onu öldürmüş ve böylece daha önce vermiş olduğu sözü bozmuştu. 139 İddiaya göre İbnü’l-Hanefiyye, bu olayı haber aldığında
Şam bölgesine gelmekten pişman olmuş ve Eyle’de kalmıştır. 140
Fakat 69/688 yılının sonlarında gerçekleşen bu olayın, 141 İbnü’lHanefiyye’nin yaptığı bu yolculuktan daha sonraları meydana
geldiğini düşünüyoruz. Çünkü bu yolculuk sırasında Abdullah b.
Abbâs’ın daha hayatta olduğu görülmektedir. Bilindiği gibi Abdullah b. Abbâs, bu yolculuktan sonra İbnü’l-Hanefiyye ile birlikte
Taif’e gitmiş ve orada 68/687 yılında vefat etmiştir. 142
Dîneverî de bu seyahatin, İbn Abbâs’ın vefatından sonra
gerçekleştiğini söylemektedir. 143 Diğer bazı kaynaklarda da bunu
destekleyen Ebû Hamza rivayeti yer almaktadır. Bu yolculuk sırasında İbnü’l-Hanefiyye ile birlikte olduğunu söyleyen Ebû Hamza,
İbn Abbâs’ın vefatından sonra Abdülmelik’in daveti üzerine yola
çıktıklarını, Eyle’ye vardıklarında Abdülmelik’in verdiği karardan
vazgeçmesi üzerine geri döndüklerini; bu arada İbnü’lHanefiyye’nin sayıları yedi bini bulan taraftar kitlesini dağıttığını
ve geriye kalan dokuz yüz kişi ile birlikte Mekke’ye geri döndüklerini anlatmaktadır. 144 Ancak gerek Dîneverî’nin verdiği söz konusu bilgiden sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin Eyle’de bir sene kaldıktan
sonra öldüğünü söylemesi; gerekse Ebû Hamza’nın, Mekke’ye
döndükten sonra umre için ihrama girdikleri halde İbn Zübeyr’in
onları şehre almadığı, bunun üzere Medine’ye gittikleri, Haccâc’ın
İbn Kesîr, VI, 66.
İbnü’l-Esîr, s. 569; Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, İstanbul 1981, I,
679.
141
Bk. Taberî, s. 1124; İbnü’l-Esîr, s. 582.
142
Bk. İbnü’l-Esîr, s. 569-570, 582; İbn Kesîr, VI, 66.
143
Dîneverî, s. 282.
144
İbn Sa’d, V, 108-109; İbn Asâkir, LIV, 350-351; İbn Kesîr, VI, 156; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV,
124-125.
139
140
173
İbn Zübeyr’i öldürüp Kûfe’ye gitmesinden sonra ancak Mekke’ye
dönebildiklerini, bu süre boyunca İbnü’l-Hanefiyye’nin ihramdan
çıkmadığı için bitlendiği, kazasını yaptıktan sonra tekrar Medine’ye döndüğü ve üç ay sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin burada öldüğü
şeklindeki tarihî verilere zıt bilgiler ile Belâzürî, İbn A’sem, İbnü’lEsîr ve Makrîzî’nin konuyu ele alırken olayların seyrini yukarda
aktardığımız şekilde vermeleri bu yolculuğun 69/688 yılında değil, 67/686 yılının sonlarına doğru gerçekleştiğini göstermektedir.
Sonuç itibariyle Muhammed b. Hanefiyye, Muhtâr’ın öldürülmesinden sonra İbn Zübeyr’in artan baskıları karşısında, koşulsuz bir şekilde yanına gelip yerleşmesi teklifinde bulunan Abdülmelik b. Mervân’ın daveti üzerine Şam bölgesine gitmiş ve
önce Medyen, ardından Eyle şehirlerinde kısa bir süre kalmıştır.
Ancak Abdülmelik’in daha önce verdiği karardan dönerek ondan
kendisine biat etmesini istemesi üzerine Mekke’ye geri dönmüştür.
B. Mekke’ye Geri Dönmesi ve Taif’e Çıkması
Şam bölgesinde şartsız bir şekilde kalmasına izin verilmeyen Muhammed b. Hanefiyye, geri kalan taraftarları ve ailesi ile
birlikte Mekke’ye geri döndü ve Ebû Tâlib mahallesine yerleşti.
Abdullah b. Zübeyr, onun döndüğünü haber alınca bir elçi göndererek, ya gelip kendisine biat etmesini ya da beraberindekilerle
birlikte mahalleden çıkıp gitmesini istedi. İbnü’l-Hanefiyye ise
gelen elçiye, “Git ona de ki Allah, bu beldeyi güvenli kılmış. Sen ise
kalkıp burada beni korkutmaya çalışıyorsun. Ben, Allah bana izin verdiği
sürece kesinlikle bu yerden çıkmam. Yap ne yapacaksan!” dedi. Aralarındaki ihtilaf şiddetlenince daha önce ondan ayrılarak Kûfe’ye
gitmiş olan taraftarları durumdan haberdar oldu. Bu nedenle
onların çoğu, gelip onun yanına mahalleye yerleştiler ve kesinlik-
174
le ondan ayrılmayacaklarını, gerekirse bu uğurda ölmeye hazır
olduklarını söylediler. 145
Bu arada İbn Zübeyr’in, Kûfe’deki kardeşine İbnü’lHanefiyye’nin ileri gelen adamlarının isimlerini bildirerek onların
oradaki eşlerini şehirden sürmesini istediği, Mus’ab’ın da aralarında Tufeyl b. Âmir b. Vâsile’nin eşinin de bulunduğu bir grup
kadını Kûfe’den sürdüğü söylenmektedir. 146 Yukarda bahsettiğimiz taraftar kitlesi de muhtemelen bu kadınlarla birlikte Mekke’ye İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına dönmüşlerdir.
İbn Zübeyr, o sene hac mevsiminin girmesi nedeniyle İbnü’l-Hanefiyye’yi bir süre rahat bıraktı. Fakat hac ibadeti bitip
insanlar memleketlerine dağılınca tekrar onu rahatsız etmeye
başladı. İlgili bölümde ayrıntılı bir şekilde üzerinde duracağımız
gibi aralarında çıkan şiddetli münakaşalardan sonra İbnü’lHanefiyye, Abdullah b. Abbâs ile birlikte Taif’e gitti. 147
Taif’e gittikten sonra, çok geçmeden Abdullah b. Abbâs burada vefat etti. Cenaze namazını da Muhammed b. Hanefiyye kıldırdı. 148 İbn Abbâs’ın vefatından (68/687) sonra burada kalmaya
devam eden İbnü’l-Hanefiyye, o senenin haccını eda etmek üzere
Taif’ten hareket ederek, sayıları dört bini bulan taraftar kitlesiyle
birlikte Arafat’a çıktı. 149
O sene Arafat’ta dört sancak dalgalanıyordu. İbnü’lHanefiyye ve taraftarlarının sancağı, İbn Zübeyr ve taraftarlarının
sancağı, Benî Ümeyye’nin sancağı ve Necdet el-Harurî’nin sancaİbn A’sem, II, 386.
Belâzürî, III, 481; İbnü’l-Esîr, s. 569; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 291.
147
Belâzürî, III, 481-482; İbn A’sem, II, 387-392; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 291-293; Ahmet
Cevdet Paşa, I, 679.
148
Belâzürî, III, 483; İbn A’sem, II, 392; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
149
İbn Sa’d, V, 102, 103; İbn Asâkir, LIV, 340.
145
146
175
ğı. 150 Öyle anlaşılıyor ki Muhammed b. Hanefiyye, hem İbn Zübeyr
hem de Abdülmelik tarafından dışlanarak yanlarından uzaklaştırılınca artık farklı bir hareket olarak ortada kalmış ve diğer gruplar
gibi bağımsızlığının bir sembolü olarak kendi sancağını dikme
gereğini hissetmiştir.
Arafat’ta İbn Zübeyr, halifelerin durduğu yerde vakfetmiş;
İbnü’l-Hanefiyye, onun hizasında durmuş; Necdet el-Harurî, beraberindeki Haricilerle birlikte onların arkalarında durmuş; Benî
Ümeyye de onların sağında durmuştu. Oradan ilk İbnü’lHanefiyye ayrıldı. Necdet, onu takip etti. Sonra Benî Ümeyye,
ayrıldı. Ardından İbn Zübeyr, ayrıldı; diğer insanlar da onu takip
etti. O sene İbn Zübeyr’in Arafat’tan ayrılmada gevşek davrandığı,
Abdullah b. Ömer’in uyarısı üzerine ancak harekete geçtiği söylenmektedir. 151
Dört faklı sancak altında toplanan bu insanlar arasında bir
çatışmanın vuku bulmaması için Muhammed b. Cübeyr’in gayret
sarf ettiği görülmektedir. İlk önce İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına
giderek ona: “Ya Eba’l-Kâsım, Allah’tan kork. Biz, kutsal bir mekânda
ve kutsal bir beldedeyiz. İnsanlar, Allah’ın misafiri olarak bu Beyt’e gelmişler; onların haccını bozacak bir davranışta bulunmayın.” der. İbnü’l-Hanefiyye de “Vallahi ben, böyle bir şeyi arzu etmiyorum. Ben, hiç
kimseyle şu Beyt’in arasına girmem ve hiçbir haccıya benden yana bir
zarar gelmez. Fakat ben, kendisini İbn Zübeyr’den korumaya çalışan bir
adamım. Dolayısıyla bize bir müdahale söz konusu olmadıkça hiçbir şey
yapmayız. Ancak sen İbn Zübeyr’e git, onunla konuş. Necdet’e de dikkat
et, onunla da konuş.” karşılığını verir. Diğer gruplarla görüşen Muhammed b. Cübeyr, onlardan da benzer cevaplar alır. O günü İb-
150
151
İbnü’l-Esîr, s. 582.
İbn Sa’d, V, 103;Taberî, s. 1123.
176
nü’l-Hanefiyye’nin yanında geçiren İbn Cübyer, en sakin gurubun
onun gurubu olduğunu ifade etmektedir. 152
Burada İbnü’l-Hanefiyye’nin, İbn Zübeyr ve Haricilere karşı
çekincelerini dile getirdiği halde Benî Ümeyye ile ilgili bir endişe
taşımadığı görülmektedir.
C. Abdülmelik’e Biat etmesi
Abdülmelik b. Mervân, Mus’ab b. Zübeyr’i öldürerek Irak
bölgesini ele geçirdikten sonra, 153 Abdullah b. Zübeyr’i etkisiz hale
getirmek için Haccâc b. Yusuf’u Hicaz bölgesine gönderdi. 154
Haccâc, yedi ay süren bir kuşatmadan sonra 13 Cemaziyelahir 73
(30 Eylül 692) tarihinde Abdullah b. Zübeyr’i öldürdü ve bölgedeki
hâkimiyetine son verdi. 155 Kuşatma ile birlikte Muhammed b. Hanefiyye’nin, Taif’ten ayrılarak Mekke’ye geri döndüğü ve gidip
mahallesine yerleştiği görülmektedir. 156
Abdülmelik’in, Haccâc’ı Hicaz bölgesine gönderirken Muhammed b. Hanefiyye’ye iletilmek üzere bir mektup yazdığı söylenmektedir. Abdülmelik, mektubunda İbnü’l-Hanefiyye’ye hitaben: “Sana mektubum ulaştığında âmilim Haccâc’ın yanına git ve ona
biat et.” diyerek ondan biat etmesini istiyordu. İbnü’l-Hanefiyye
de onun bu mektubuna karşı: “İnsanlar, senin üzerinde birleşmedikçe
biat etmeyeceğim. Ne zaman birleşirlerse, ilk biat eden ben olurum.”
şeklinde bir cevap vererek onun biat çağrısını geri çevirdi. 157
İbn Sa’d, V, 103;Taberî, s. 1123.
Taberî, s. 1129; İbnü’l-Esîr, s. 589.
154
Taberî, s. 1137.
155
Taberî, 1143; İbn A’sem, II, 411-412; İbnü’l-Esîr, s. 597.
156
Belâzürî, III, 483; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
157
Belâzürî, III, 483; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
152
153
177
Belâzürî’nin, bu şekilde kısaca işaret ettiği mektuplara İbn
A’sem daha geniş yer vermektedir. Buna göre Abdülmelik, oldukça sert bir üslup kullanarak İbnü’l-Hanefiyye’ye şöyle yazmıştır:
“Mektubum sana ulaşıp elçim durumu izah ettiğinde âmilim Haccâc b.
Yusuf’un yanına git ve ona biat et, doğru yola gir. Zira insanlar biat
ettiler ve doğru yolu buldular. Eğer bunu yaparsan malını, yakınlarını ve
evlatlarını benden korumuş olursun. Aksi takdirde, kendisinden başka
ilah olmayana yemin ederim ki eğer yüz çevirir, bir hinlik peşinde koşar,
bir düzenbazlık eder ve sonunda kendi başına kalırsan İbn Zübeyr’in
kadehini sana da içireceğim ve kendini içine düşürdüğün durumda seni
bırakırım.” 158
İbnü’l-Hanefiyye de bu tehdit kokan mektuba aynı sertlikle
şu karşılığı vermiştir: “Mektubun bana ulaştı. Bana parlamış, esip
gürlemişsin. İnsanların biat ederek doğru yolu bulduğunu ifade ediyorsun. Ancak ister sen ol, isterse bir başkası; insanlar, bir kişi üzerinde
ittifak etmedikçe herhangi bir kimseye biat etmem söz konusu olamaz.
Ne zaman insanlar, bir araya gelir ve bir kişiyi uygun görürse ben de ona
biat ederim. Aksi takdirde Allah, benimle bana kötülükle mukabele etmek isteyenlere karşı hükmünü verinceye kadar benim konumum budur.
O, en güzel hükmü verendir. Bir de eğer biat etmez ve yola girmezsem
bana İbn Zübeyr’in kadehini içireceğinden söz etmişsin. Bu, ne sana
kalmış bir şeydir, ne de senin elinden gelir. Allah’ın her gün için üç yüz
nazarı vardır; diriltir öldürür, aziz eder rezil eder, yüceltir alçaltır, her
dilediğini yapar ve istediği hükmü verir. Ben de onun, bu nazarlarından
biriyle sana tecelli etmesini ve bize kuracağın düzen, azgınlık ve zulme
karşı bizi korumasını ümit ediyorum. Vesselâm.” 159
İbn A’sem’in iddiasına göre, Muhammed b. Hanefiyye’nin
mektubu Abdülmelik’e ulaştığında çok kızmış ve onu öldürmeye
158
159
İbn A’sem, II, 414.
İbn A’sem, II, 414.
178
karar vermiştir. 160 Ancak bu iddiaların gerçeği yansıtmadığını
düşünüyoruz. Her ikisinin, yukarıda aktardığımız mektuplardaki
sert üslupla birbirlerine hitap ettiklerine ihtimal vermiyoruz. Zira
bu üslup, Muhammed b. Hanefiyye’nin şimdiye kadar sergilediği
yumuşak başlı görüntüsüyle bağdaşmadığı gibi, Abdülmelik’in de
desteğine ihtiyaç duyduğu bir zamanda hareket tarzını bildiği
İbnü’l-Hanefiyye’yi ürkütecek böyle bir davranışta bulunması
mümkün görünmemektedir.
Abdullah b. Zübeyr öldürüldüğünde Muhammed b. Hanefiyye, Mekke’de kendi mahallesinde ikamet ediyordu. Haccâc, ona
haber göndererek yanına gelip biat etmesini istedi. Fakat o, Abdülmelik’e bir mektup yazdığını ve cevabı gelinceye kadar biat
etmeyeceğini söyleyerek onun bu teklifini reddetti. Haccâc ise
“Sen, Emirülmüminine şart
mı koşuyorsun? İstesen de istemesen
de biat edeceksin!” diyerek onu sıkıştırmaya çalışıyordu. Haccâc,
baskılarını artırınca Abdullah b. Ömer, aralarına girer ve “Şu zamanda bir benzerini daha bulamadığımız bu adamdan ne istiyorsun?
Amcaoğlunun mektubu gelinceye kadar onu rahat bırak!” der. Bunun
üzerine Haccâc, İbnü’l-Hanefiyye’nin beklediği cevap gelinceye
kadar onu serbest bırakır. 161
Aslında Abdülmelik, daha Abdullah b. Zübeyr öldürülmeden önce Haccâc’a bir mektup yazmış ve ondan İbnü’lHanefiyye’ye iyi davranmasını ve ona ilişmemesini istemişti. 162
Hatta İbnü’l-Hanefiyye’nin rahatsız edildiği haberini alan Abdülmelik’in, Haccâc’a bir mektup yazarak: “Allah’a yemin ederim. Eğer
Muhammed b. Hanefiyye’yi incitecek bir harekette bulunursan kesinlikle
senin boynunu vuracağım.” dediği söylenmektedir. 163
İbn A’sem, II, 414.
Belâzürî, III, 483; İbn A’sem, II, 415-416; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
162
Belâzürî, III, 483; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
163
Ebü’l-Arab et-Temimî, s. 335.
160
161
179
Bununla birlikte Haccâc’ın, hem bölgede uyguladığı şiddete
dayalı genel politikası hem de gözünü korkutmak için İbnü’lHanefiyye’ye baskı uyguladığı ve onu öldürmekle tehdit ettiği bir
gerçektir. Öyle ki birçok eserde yer alan bazı rivayetlerde, aralarındaki bu çekişme abartılarak hadiseye bazı masalımsı öğelerin
eklendiği görülmektedir. Bu rivayetlerde İbnü’l-Hanefiyye’nin,
kendisini tehdit eden Haccâc’a, “Bilmez misin ki Allah’ın, her gün için
üç yüz atmış lahzası var? Onun, bu lahzalarından biri ile senin hakkından geleceğini ve seni üzerimize musallat etmeyeceğini ümit ediyorum.”
şeklinde bir cevap verdiği, Haccâc’ın da onun bu cevabını çok
beğendiği ve onu Abdülmelik’e yazdığı, Abdülmelik’in de bunu
kendisini sürekli tehdit eden Rum İmparatoruna yazdığı, Rum
İmparatorunun da Abdülmelik’e cevap olarak: “Vallahi bu ifadeler,
senden veya ailenden tezahür etmiş olamaz; bu ancak bir peygamber
ailesinden çıkmış olmalıdır.” dediği iddia edilmektedir. 164 Ancak aynı
rivayetlerin, Ali b. Hüseyin hakkında da imâmetini teyit babından
zikredildiğini göz önünde bulundurursak, 165 bunların söz konusu
kişilerin imâmetine inanan kişiler tarafından uydurulduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Muhammed b. Hanefiyye, İbn Zübeyr’in öldürülmesinden
sonra Ebû Abdullah el-Cedelî’yle birlikte Abdülmelik’e bir mektup
göndererek, ondan kendisi, ailesi ve ashabı için güvence istedi. 166
İbnü’l-Hanefiyye’nin oğlu Hasan’a dayandırılan bir rivayete göre
mektup, şu şekilde yazılmıştı: “Bismillahirrahmanirrahim. Emirülmiminin Abdülmelik’e, Muhammed b. Ali’den. Amma ba’d: Ben, Ümmetin ihtilafa düştüğünü görünce onlardan ayrıldım. Bu iş, sana dayanıp
insanlar sana biat edince ben de onlardan biri gibi onların girmiş olduğu
Bk. İbn Sa’d, V, 111; Mes’ûdî, III, 123; Şeyh Sadûk, et-Tevhîd, s. 128; Ebû Nuaym elİsbahânî, III, 176; Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, III, 912; İbn Asâkir, LIV, 332; İbnü’l-Cevzî, elMuntazam, VI, 229; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 419; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 127.
165
İbn Şehraşûb, IV, 161.
166
Belâzürî, III, 483; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
164
180
sulh ortamına girecektim. Artık insanların senin üzerinde ittifak ettiklerini görüyorum, bu nedenle ben de sana biat etmiş bulunuyorum; senin
adına Haccâc’a da biat ediyorum ve bu biatimi sana gönderiyorum. Bize
emân vermeni ve sadakate dayalı bir söz vermeni istiyoruz. Zira, ihanetten hiç bir hayır gelmez. Yok eğer kabul etmezsen, Allah’ın arzı geniştir.” 167
Özenle yazıldığı anlaşılan bu mektup, Abdülmelik’e ulaştığında konuyu çevresindekilere danışır, onlar da emân vermesinin
uygun olacağı yönünde görüş serdedince, 168 Abdülmelik, şu mektubu yazar: “Kendin ve yanındakiler için emân talep ettiğin mektubun
bana ulaştı. Sana Allah adına söz veriyorum; ne sen, ne de ashabından
herhangi biri, verilen biate sadık kaldığı sürece otoritem dâhilinde gizli
veya açık hiçbir şekilde rahatsız edilmeyecektir. Eğer Hicaz’da ikamet
etmek istiyorsan orda kal, seninle bağımızı ve iyi ilişkilerimizi koparmayacak, yardımlarımızı kesmeyeceğiz. Yok eğer bizim yanımızda ikamet
etmek istiyorsan, buyur yanımıza gel, sana desteğimizi eksik etmeyeceğiz. Yemin ederim eğer korkutarak seni terk-i diyar etmeye zorlarsak
sana zulmetmiş olur ve akrabalık bağımızı koparmış oluruz. Artık
Haccâc’ın yanına git ve ona biat et. Zira sen, hem inancı hem de görüşü
itibariyle nezdimizde beğenilen ve İbn Zübeyr’den daha hayırlı, güvenilir
ve sevdiğimiz birisin.” 169
Abdülmelik, İbnü’l-Hanefiyye’ye yazdığı bu mektupla birlikte Haccâc’a da ayrı bir mektup yazarak İbnü’l-Hanefiyye ve
onun etrafındaki kişilere dokunmamasını istedi. 170 Abdülmelik’in,
mektubunda: “Abdülmuttalib oğullarının kanını benden uzak tut. Çünİbn Sa’d, V, 111; İbn Asâkir, LIV, 351. Ayrıca bk. İbn A’sem, II, 415; İbn Abdirabbih, IV,
400.
168
İbn Sa’d, V, 111.
169
İbn Abdirabbih, IV, 400. Bk. İbn Sa’d, V, 111; Belâzürî, III, 483; İbn A’sem, II, 415; İbn
Asâkir, LIV, 351; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 128; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 293.
170
İbn Sa’d, V, 111; İbn Asâkir, LIV, 351; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 128.
167
181
kü bunun, Harb ailesine bir faydası olmamıştır. Ben, Hüseyin b. Ali’nin
öldürülmesi üzerine Harb oğullarının, saltanatlarını kaybettiklerini gördüm.” dediği ve bu nedenle Haccâc’ın, artık bu aileden hiç kimseye dokunmadığı söylenmektedir. 171
Muhammed b. Hanefiyye de Abdülmelik’in gönderdiği mektubu aldıktan sonra Haccâc’ın yanına giderek biat etti. 172
D. Dımaşk Ziyareti
Muhammed b. Hanefiyye’nin biat etmesiyle birlikte bölgede Abdülmelik’in biati sağlanmış oldu. Ondan sonra Haccâc, Şam
yolculuğu için hazırlıklara başladı. 173 Haccâc, aralarında Abdullah
b. Amr b. Osman, Muhammed b. Sa’d b. Ebî Vakkâs ve Urve b.
Zübeyr’in bulunduğu bir heyetle, Muhammed b. Hanefiyye’yi de
yanına alarak Abdülmelik’in yanına gitti. 174
Abdülmelik, ziyaretine gelen İbnü’l-Hanefiyye’ye büyük bir
hürmet gösterdi, ikramlarda bulundu. 175 İbnü’l-Hanefiyye’yi beraberindeki yakınlarıyla birlikte kendisine yakın bir eve yerleştirdi. Onlara her türlü imkânları seferber etti. Neredeyse her gün
onu meclisine kabul ediyor ve onu yanına oturtarak onunla sohbet ediyordu. Bir aya yakın bu şekilde onu misafir ettikten sonra
onunla baş başa görüştü. Bu görüşmede İbnü’l-Hanefiyye, aralarındaki akrabalığa vurgu yaparak birtakım borçları olduğunu
söyledi ve ondan ihtiyaçlarının karşılanmasını rica etti. Abdülmelik de onunla olan akrabalık bağını koruyacağını ifade ederek ona
İbn Abdirabbih, IV, 400-401. Ayrıca bk. Rayyıs, Ziyauddin, Abdülmelik b. Mervân Muhavvilu’d-Devletu’l-Arabiyye Hayâtuhu ve Asruhu, Kahire 1962, s. 227.
172
Belâzürî, III, 484; İbn A’sem, II, 417; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 294.
173
İbn A’sem, II, 417.
174
Belâzürî, III, 484.
175
Belâzürî, III, 484; İbn A’sem, II, 417; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 294.
171
182
yardımcı olacağına dair söz verdi ve onun aile fertleri, yanındaki
adamları ve köleleri dâhil hepsine atiyye bağladı ve onların bütün
ihtiyaçlarını karşıladı. 176
Belâzürî ve İbn A’sem’in anlattığına göre Haccâc, Abdülmelik’in İbnü’l-Hanefiyye’ye bu derece hürmet göstermesinden dolayı onu kıskanmış ve “Vallahi ya Emirelmüminin, eğer onun hakkındaki emriniz olmasaydı, biat etmeyi geciktirmesi ve ayak diretmesinden
dolayı onun boynunu vuracaktım.” demiş, Abdülemik de Haccâc’ı
azarlayarak susturmuştur. Bunun üzerine İbnü’l-Hanefiyye, üzerinden Haccâc’ın yetkisinin kaldırılmasını istemiştir. Abdülmelik
de onun bu isteğini kabul ederek Haccâc’ın artık ona dokunamayacağını ilan etmiş, ayrıca ondan her sene kendisini ziyaret etmesini istemiştir. 177 Bununla birlikte Haccâc’ın bu ziyarete katılmadığı, İbnü’l-Hanefiyye’nin kendi başına Dımaşk’a gittiği yönünde
rivayetler de mevcuttur. 178
Rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye, Abdülmelik’le yaptığı görüşmeyi tamamlayıp kalkacağı sırada ellerini onun dizleri üzerine
koymuş. Abdülmelik, bu hareketinin sebebini sorunca İbnü’lHanefiyye, “Sana dokunmak istedim ki senin bize bir rahmetin, akrabalık hakkın dokunsun, aramızda bir sevgi ortamı meydana gelsin.” karşılığını vermiş. Bunun üzerine Abdülmelik de ona on bin dinar daha
verilmesini emretmiştir. 179
İbn Asâkir’in, eserinde yer verdiği uzun bir rivayette anlatılanlara göre İbnü’l-Hanefiyye, Abdülmelik ile yaptığı bir görüşmeden sonra Haccâc ile birlikte dışarı çıkarlar. Çıkışta Haccâc,
İbnü’l-Hanefiyye’ye babasının kunut duası olarak okuduğu bir
İbn Sa’d, V, 112.
Belâzürî, III, 484; İbn A’sem, II, 417.
178
Belâzürî, III, 485.
179
Ebû Hayyân, VII, 113.
176
177
183
duadan bahsedildiğini duyduğunu ve eğer ezberindeyse bunu
kendisinden öğrenmek istediğini söyler. Ancak İbnü’l-Hanefiyye,
ona bilgi vermek istemediği için olumsuz cevap verir. Bunun üzerine Haccâc, onun bu tavrına karşı çok sinirlenir ve ona: “Süphanallah! Sizler ne kadar da soğuksunuz, kabasınız ve ne kadar da büyüklük taslıyorsunuz! Sizler, insanları sadece birer köle olarak görüyorsunuz.
Oysa sizler fitneye battıkça battınız. Ensâr ve Muhâcirleri öldürdünüz.”
şeklinde sert bir tepki gösterir. Bu hakaretlere bozulan İbnü’lHanefiyye, Abdülmelik’in yanına geri döner ve ona Haccâc’ı
şikâyet eder. Abdülmelik de Haccâc’ı yanına çağırtarak yaptıklarından dolayı onu azarlar ve gidip İbnü’l-Hanefiyye’den özür dilemesini emreder. Ertesi gün Abdülmelik, yanına gelen İbnü’lHanefiyye’ye Haccâc’ın gelip gönlünü alıp almadığını sorar. O da
olumlu cevap verir. Ardından Haccâc’ın öğrenmek istediği duanın
ne olduğunu sorar. İbnü’l-Hanefiyye de bir kâğıtla kalem getirterek söz konusu duayı onun için kendi eliyle yazarak kayda geçirir. 180 Adı geçen duanın tam metin olarak verildiği bu rivayet, her
ne kadar bir kurgu gibi görünse de Kureyş ile diğer kabile mensuplarının birbirlerine karşı tutumları ve hangi gözle birbirlerine
baktıklarını göstermesinin yanısıra Benî Ümeyye ile Benî
Hâşim’in aralarındaki bütün çekişmelere rağmen, diğer insanlara
karşı birbirlerini tutmalarını göstermesi açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.
Abdülmelik, İbnü’l-Hanefiyye’yi gayet güzel bir şekilde
ağırlamakla birlikte onu iğnelemeyi de ihmal etmemiştir. Bu çerçevede Abdülmelik, ona Cemel Savaşı’nda babası Mervân’a onun
yaptıklarını hatırlattığı gibi, 181 Hz. Osman’ın muhasarası sırasında
Mervân’la aralarında geçen hadiseye işaret ederek: “Zalimin yap180
181
İbn Asâkir, LIV, 352-354.
Sehâvî, II, 545.
184
madığını o ihtiyara yaptığını Allah bilmiyor mu?” demiş ve ona o gün
bir köşede onları izlediğini anlatmıştı. 182 Bunun üzerine İbnü’lHanefiyye olanlardan dolayı ondan özür dilemişti. Abdülmelik de
ona ikramda bulunduğu halde böyle bir şeyi hatırlatmak istemediğini, fakat konunun kendisi tarafından bilindiğini hatırlatmak
istediğini, 183 yalnız bu konunun kendi aralarında kalacağını belirterek ona endişelenmemesini söylemişti. 184
Dımaşk’ta bulunduğu sırada İbnü’l-Hanefiyye’nin, o zaman
için oldukça hassas olan bazı konularda da sorulara muhatap olduğu görülmektedir. Rivayete göre bir adam, ona Ali’nin mi, yoksa Osman’ın mı üstün olduğunu sormuş. O da adama kendisini
rahat bırakmasını söyleyerek bu soruya cevap vermek istememiştir. Fakat adam ısrar edince, ona: “Sen, tıpkı Musa’yı sıkıştıran Firavun gibisin!” diyerek çıkışmış ve “(Firavun): Peki ya ilk nesillerin hali
ne olacak? dedi. De ki: Onların bilgisi Rabbinin yanında bir kitaptadır.” 185 ayetini okumuştu. 186
Abdülmelik tarafından her türlü ihtiyacı karşılanan Muhammed b. Hanefiyye, ondan izin isteyerek Dımaşk’tan ayrıldı. 187
Sevinç ve mutlulukla Medine’ye döndü ve ömrünün sonuna kadar
burada yaşadı. 188
Bu ziyaretin ne zaman gerçekleştiği konusunda ihtilaf vardır. Belâzürî ve İbn A’sem’e göre bu ziyaret, Hicaz bölgesinde Abdülmelik’in hâkimiyeti sağlandıktan sonra Haccâc’ın buradaki
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 117.
Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111.
184
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 295.
185
Taha, 20/51,52.
186
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 297.
187
İbn Sa’d, V, 112.
188
İbn A’sem, II, 417.
182
183
185
görevi sırasında gerçekleşmiştir. 189 Buna göre söz konusu ziyaret,
hicrî 73-75 yılları arasında gerçekleşmiştir. Zira, 73 senesinin ortalarında İbn Zübeyr öldürülerek Abdülmelik’in bölgedeki hâkimiyeti sağlanmış; 190 75 yılına kadar bu bölgede görev yapmış olan
Haccâc, bu tarihten sonra Irak bölgesine kaydırılmıştır. 191
Diğer bazı kaynaklarda geçen bir rivayete göre İbnü’lHanefiyye, Haccâc’a biat ettikten sonra Medine’ye gitmiş ve burada bir ev inşa ederek yerleşmiştir. İbnü’l-Hanefiyye, evininin inşaatını bitirince Abdülmelik’e bir mektup yazarak onu ziyaret
etmek istediğini bildirmiş; teklifinin kabul edilmesi üzerine 78
yılında Abdülmelik’i ziyaret etmeye, Dımaşk’a gitmiştir. 192 Ancak
biz, Abdülmelik’in yazdığı emân mektubunda onu Dımaşk’a davet
ettiğini göz önünde bulundurursak, 193 İbnü’l-Hanefiyye’nin daha
erken bir dönemde bu ziyareti gerçekleştirmiş olabileceğini düşünüyoruz.
Netice olarak Muhammed b. Hanefiyye, ömrünün belki de
en sıkıntılı anlarını yaşadığı bu dönemde, Abdülmelik’le olan ilişkileri daha çok olumlu anlamda seyretmiştir. İslâm dünyasında
birlik sağlanmadıkça hiç kimseye biat etmeme prensibi gereğince
ona biat etmeyi geciktirmiş, fakat Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesinde sonra Abdülmelik iktidarını garanti altına alınca zorluk
çıkarmadan ona biat etmiş ve daha sonra bizzat onun yanına giderek onun ikram ve ihsanlarını kabul etmiştir. Hatta, onun Abdülmelik’le olan bu iyi ilişkisi, daha sonra ona nispet edilen fırkalarca onun Radvâ’da kaybolmasının bir sebebi olarak görülmüş-
Belâzürî, III, 484; İbn A’sem, II, 417.
Taberî, s. 1143; İbnü’l-Esîr, s. 597.
191
Taberî, s. 1148; İbnü’l-Esîr, s. 59.
192
İbn Sa’d, V, 111-112; İbn Asâkir, LIV, 320; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 111-112.
193
Bk. Belâzürî, III, 483; İbn A’sem, II, 415.
189
190
186
tür. 194 Bununla birlikte İbnü’l-Hanefiyye, bu dönemde doğrudan
bir saldırıya maruz kalmamışsa da Haccâc’ın bölgede uyguladığı
sert yönetimden rahatsız olmuştur. Özellikle Haccâc’ın, Abdullah
b. Cafer’in kızıyla evlenmesi, 195 onu oldukça kızdırmıştır. Bir adamın, ona “nasılsınız?” diyerek hal hatırını sorması üzerine, “Nasıl
olabiliriz ki! Biz, bu ümmetin içinde Firavun’un yönetimi altındaki İsrail
oğulları gibiyiz. Onların oğullarını keser, kızlarını ise nikâhlarlardı. İşte
bunlar da evlatlarımızı kesiyor, kızlarımızı da iznimiz olmadan nikâhlıyorlar.” 196 şeklinde gösterdiği tepkiyi, bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz.
Muhammed b. Hanefiyye, genel olarak Emevîlerle iyi ilişkiler içinde olmuş ve onların tepkisini üzerine çekecek bir hareketten özenle kaçınmıştır. Aslında o, Emevî iktidarının sarsılmaz bir
yapıya sahip olduğunu düşünüyordu. Ona göre bu iktidarı devirmek dağları yerlerinden oynatmak kadar zordu. Onun için çevresindekilere sürekli onlara karşı dikkatli olmalarını tavsiye ediyordu: “Şu fitneden sakının. Kim, ona bulaşırsa mutlaka onu ezer geçer.
Dikkat edin, bu kavmin bir eceli ve bir süresi var. Eğer yeryüzündeki
herkes, onların mülklerini izale etmek için toplansa buna güç yetiremezler; Allah, bu konuda izin verinceye kadar. Siz, şu dağı yerinden edebilir
misiniz?” 197
Eş’ârî, Ebü’l-Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfü’l-Musallîn, thk.
Hellmut Ritter, Wiesbaden 1963, s. 20.
195
İbn Abdirabbih, II, 71.
196
İbn Sa’d, V, 95; Safedî, IV, 101.
197
İbn Ebî Şeybe, VI, 202.
194
187
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
MUHAMMED B. HANEFİYYE’NİN SİYASÎ, DİNÎ VE SOSYAL
ETKİSİ
I. Siyasî Hareketlere Etkisi
Muhammed b. Hanefiyye, İslâm dünyasında siyasî hareketliliğin en canlı olduğu bir dönemde yaşamıştır. Bilindiği gibi Hz.
Osman’ın öldürülmesiyle birlikte faillerin tespiti ve sorumluların
cezalandırılması etrafında büyüyen ihtilaf, İslâm dünyasını ikiye
bölmüş ve önce Cemel Savaşı, ardından da Sıffin Savaşı yaşanmıştır. Sıffin Savaşı’nın akabinde varılan tahkim nedeniyle Hz. Ali’nin
saflarından ayrılan ve Hariciler olarak adlandırılan üçüncü bir
akım doğmuştur. Muhammed b. Hanefiyye’nin bu süreçte babası
Hz. Ali’nin yanında yer alarak oynadığı rolü daha önceki bölümlerde ele aldığımız için bu konulara bir daha burada değinmeyeceğiz.
Haricilerin düzenlediği bir suikasta kurban giden Hz.
Ali’nin ölümünden sonra onun yerine geçen Hz. Hasan’ın hilâfeti
Muâviye’ye devretmesiyle beraber İslâm dünyasında birlik sağlanmış oldu. Bununla birlikte bu yeni dönemde, Hucr b. Adî hareketi yaşanmıştır. Emevîlerin, Hz. Ali taraftarlarına yönelik baskı
politikalarının bir neticesi olarak filizlenen bu hareket, Hucr b.
Adî ve çevresindeki birkaç kişinin idamıyla sonuçlandı. 1 Bu idamlar, İslâm dünyasında birçok kişi tarafından tepkiyle karşılandığı
1
Bk. Onat, Hasan, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993, s. 43-60.
188
halde Muhammed b. Hanefiyye’nin konuyla ilgili bir tepki veya
değerlendirmede bulunduğuna dair bir kayda rastlamadık.
Daha sonraki süreçte Yezîd b. Muâviye’nin gerek veliaht seçilmesi, gerekse hilâfete geçmesi meselesi, İslâm dünyasında yeni
ve kalıcı bir siyasî hareketliliğe yol açtı. Bilindiği gibi bu konuda
en sert tepkiyi gösteren Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr, Medine’den kaçarak Yezîd’e biat etmekten imtina etmişler ve neticede Hz. Hüseyin’in öldürülmesiyle sonuçlanan Kerbela hadisesi
yaşanmıştı. İşte bu olay, İslâm dünyasında büyük bir infiale yol
açmış ve bir dizi yeni isyan hareketine zemin hazırlamıştır.
Bu hareketlerin başında Abdullah b. Zübeyr’in başlattığı
hareket geliyor. Abdullah b. Zübeyr faaliyetlerini sürdürdüğü
sırada, bu hareketle siyasî bağlantıları olan ve Harre vakasıyla
neticelenen Medinelilerin isyan hareketi patlak verdi. Daha sonra
ise zamanında Hz. Hüseyin’i isyana teşvik ettikleri halde onu yalnız bıraktıkları için bunun mahcubiyet ve pişmanlığını yaşayan
Kûfelilerin başlattığı Tevvâbûn hareketi yaşandı. Süleyman b.
Surad’ın başını çektiği bu hareket, bir nevi intihar girişiminde
bulunarak, sınırlı bir taraftar kitlesi ve yetersiz bir hazırlıkla,
plansız ve programsız bir şekilde yola çıkmış ve neticede Emevî
orduları karşısında hezimete uğramıştı. 2 Bu hareketin akabinde
benzer bir gerekçeyle Muhtâr es-Sekafî hareketi zuhur etti.
Bu siyasî hareketlerden Harre vakasıyla neticelenen Medinelilerin isyanından daha önce söz etmiştik. Tevvâbûn hareketinin ise İbnü’l-Hanefiyye ile bir bağlantısına rastlamadık. Bu nedenle burada bu iki hareket üzerinde durmayacağız. Bu başlık
altında İbnü’l-Hanefiyye’nin olumlu veya olumsuz anlamda etki,
2
Bk. Onat, age., s. 62-88.
189
tepki ve ilgisinin söz konusu olduğu Abdullah b. Zübeyr hareketi
ve Muhtâr es-Sekafî hareketi üzerinde duracağız.
A. Abdullah b. Zübeyr Hareketi Karşısındaki Yeri ve Etkisi
Bilindiği gibi Abdullah b. Zübeyr, Yezîd b. Muâviye’ye biat
etmeyi reddederek Mekke’ye sığınmış ve Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Emevîlere karşı büyüyen öfkeyi değerlendirerek
etrafına büyük bir taraftar kitlesi toplamayı başarmıştı. 3 O, Hz.
Osman’ın isyancılar tarafından kuşatılması sırasında namaz emiri
olarak görevlendirilmesi ve Hz. Osman’ın, vasiyetini sadece ona
emanet etmesi nedeniyle kendisinde hilâfet hakkı görüyordu. Bu
nedenle her ne kadar o, hilâfetini aleni olarak Yezîd’in ölümünden sonra ilan etmişse de hareketinin temeli daha öncesine dayandırılmaktadır. 4
Bu itibarla siyasî anlamda Muhammed b. Hanefiyye’nin Abdullah b. Zübeyr ile karşı karşıya gelmesi, ilk defa Cemel Savaşı’nda gerçekleşmiştir. İbnü’l-Hanefiyye, bu savaşta babasının
başında bulunduğu cephenin sancaktarlığını yaparken İbn Zübeyr
de karşı cephede babası Zübeyr b. Avvâm ile birlikteydi. O da yer
aldığı cephenin sancaktarlığını yapıyordu. 5 Bilindiği gibi savaş,
İbn Zübeyr’in içinde bulunduğu cephenin mağlubiyeti ile sonuçlanmış ve İbn Zübeyr, her ne kadar savaş alanı dışında da olsa bu
savaşın neticesinde babasını kaybetmişti. 6 Bu yüzden daha sonraki süreçte onun gerek İbnü’l-Hanefiyye ile, gerekse Benî Hâşim’le
münasebetleri hep olumsuz anlamda seyretmiştir. Hatta onun,
hilâfetini ilan ettikten sonra İbnü’l-Hanefiyye ve Abdullah b.
Harbûtlî, Ali Hasenî, Abdullah b. Zübeyr, Kahire 1962, s. 90.
Harbûtlî, Abdullah b. Zübeyr, s. 45; Hasan İbrahim Hasan, Târîhu’l-İslâm es-Siyâsî ve’d-Dînî
ve’s-Sekâfî ve’l-İctimâî, Kahire 1964, I, 409.
5
Dîneverî, s. 139-140.
6
Dîneverî, s. 140.
3
4
190
Abbâs’ın kendisine biat etmekte direnmesi üzerine sinirlendiği ve
“Kırk yıldır bu aileden nefret ediyorum!” dediği söylenmektedir. 7
Muhammed b. Hanefiyye, daha önce de ifade ettiğimiz gibi
Harre olayının patlak vermesiyle birlikte Medine’yi terk ederek
Mekke’ye yerleşmişti. Yezîd’in gönderdiği ordu, Medine isyanını
bastırdıktan sonra Mekke’ye gelip Kâbe’ye sığınan Abdullah b.
Zübeyr’i kuşatma altına aldığı sırada İbnü’l-Hanefiyye oradaydı. 8
Kuşatma sırasında Muhtâr es-Sekafî, 9 hatta Necdet el-Harurî beraberindeki Haricilerle birlikte, 10 İbn Zübeyr’e destek verdikleri
halde İbnü’l-Hanefiyye onu desteklememiş, evinde oturmuş olup
bitenleri seyretmekle yetinmişti.
Yaklaşık iki ay süren bu kuşatma, Yezîd’in ölüm haberi ile
beraber kalktı ve gelişmeler birden Abdullah b. Zübeyr’in lehine
döndü. 11 Artık açık bir şekilde halkı kendisine biat etmeye çağıran
İbn Zübeyr, Benî Ümeyye’nin çekildiği Şam bölgesinin bir kısmı
hariç bütün İslâm dünyasının biatini kısa bir sürede aldı. 12 Nüfuz
alanı bu kadar genişlemesine rağmen Benî Hâşim’in hilâfette daha
çok hak sahibi olduğuna inanan Abdullah b. Abbâs ile Muhammed
b. Hanefiyye dışarıda kalmışlardı. 13
Abdullah b. Zübeyr, onları da biat etmeye çağırdı. Ancak
her ikisi, ülkede tam bir ittifak sağlanmadıkça biat etmeyeceklerini ifade ederek onun bu teklifini geri çevirdiler. İlk başta onların
bu tutumunu önemsemeyen İbn Zübeyr, bazen onlara karşı sertleşmekle birlikte genel olarak yumuşak davranıyor ve onları ikna
İbn Ebi'l-Hadîd, IV, 282.
Belâzürî, III, 471.
9
İbn Kesîr, VI, 47.
10
İbnü’l-Esîr, s. 532.
11
Taberî, s. 1029.
12
Mahmûd Şâkir, et-Târîhu’l-İslâmî, Beyrut 1991, IV, 158-160.
13
Hasan İbrahim Hasan, I, 413.
7
8
191
etmek için diyalogunu sürdürüyordu. 14 Fakat bir yandan Şam
bölgesine çekilmiş olan Benî Ümeyye’nin toparlanarak Mısır’ı
onun elinden alması, diğer yandan Muhtâr es-Sekafî’nin yeni bir
oluşumla ortaya çıkarak Irak bölgesinin büyük bir çoğunluğunu
ele geçirmesi ve gün geçtikçe tehlikeli bir hal alması onu endişeye
sevk ediyordu.
Muhtâr’ın başlattığı hareketin arkasında Muhammed b.
Hanefiyye’nin olduğunu düşünen İbn Zübeyr, tekrar ona haber
göndererek biat etmesini istedi. İbnü’l-Hanefiyye daha önce olduğu gibi, “Benden başka sana biat etmeyen kimse kalmayınca biat ederim.” diyerek onun çağrısına olumsuz cevap verdi. 15 İbn Zübeyr ise
bu sefer ondan biat almakta kararlıydı. Bu nedenle baskılarını
arttırdı ve doğrudan İbnü’l-Hanefiyye’yi hedef alarak onu ve Benî
Hâşim’i tenkit etmeye ve onları küçük düşürmeye yönelik girişimlerde bulunmaya başladı. Hatta onları muhasara altına alarak
başlarına muhafızlar dikti ve biat etmedikleri takdirde onları
yakmakla tehdit etti. 16
Bu arada Kûfeli on yedi kişilik bir grup İbnü’l-Hanefiyye’nin
durumunu araştırmış, onun Mekke’de olduğunu öğrenince gelip
yanına yerleşmişlerdi. 17 Muhtâr’ın onları İbnü’l-Hanefiyye’ye
destek vermek ve Hicaz’da karışıklık çıkarmak için gönderdiğini
düşünen İbn Zübeyr, onları yanına çağırıp Mekke’de bulunma
sebeplerini sordu ve onlardan biat almak istedi. 18
Bunlar, İbn Zübeyr’le yaptıkları görüşmede Kûfe’deki karışıklıktan kaçarak buraya sığındıklarını ve hiç kimseyi rahatsız
İbn Sa’d, V, 100.
İbn A’sem, II, 299.
16
İbn Sa’d, V, 101.
17
Belâzürî, III, 472.
18
İbn A’sem, II, 299.
14
15
192
etmek gibi bir niyetlerinin olmadığını açıkladılar. Ancak İbn Zübeyr, biatlerini almak isteyince İbnü’l-Hanefiyye’nin görüşleri
doğrultusunda hareket ettiklerini, bu nedenle onun dediği gibi
İslâm dünyasında birlik sağlanmadıkça hiç kimseye biat etmelerinin söz konusu olamayacağını ifade ettiler. 19 Onların bu şekildeki
cevaplarına sinirlenen İbn Zübeyr, İbnü’l-Hanefiyye aleyhinde
konuşarak: “Vallahi efendinizin ne düzgün bir dinî yaşantısı, ne kabule
şayan bir görüşü, ne de güvenilecek bir aklı var. Bu iş için de ehil biri
değildir.” dedi. Ardından onlardan zorla biat alacağını ifade ederek
tehditler savurdu. Hatta onunla ciddi bir şekilde münakaşaya
giren Abdullah b. Hânî’ye sinirlenip başının vurulmasını istedi.
Ancak gruptaki diğer kişilerin araya girmesiyle aralarındaki münakaşa uzadı ve en sonunda sinirleri iyice bozulan İbn Zübeyr,
onların yanından uzaklaştırılmasını emretti. 20
Muhammed b. Hanefiyye, yanına gelerek İbn Zübeyr’le aralarında geçen münakaşayı haber veren bu guruba kendisini savundukları için teşekkür etti. Bununla birlikte İbn Zübeyr’in onlara bir zarar vermesinden çekindiğini ifade ederek onlara yanından gitmelerini tavsiye etti. Ancak onlar, her hâlükârda onun
yanında olmak istediklerini belirterek ondan ayrılmayacaklarını
söylediler. Üstelik ona, İbn Zübeyr’e bir suikast düzenleme teklifinde bulundular. İbnü’l-Hanefiyye ise “Bütün Arapların saltanatı
karşılığında da olsa, burnu kesik tek bir Habeşlinin bile öldürülmesine
razı olmam.” diyerek onların bu teklifini şiddetle reddetti. 21 Daha
sonra bu on yedi kişilik guruba diğerlerinin çocuklarından oluşan
üç kişi daha katıldı. 22
Belâzürî, III, 472; İbn A’sem, II, 299.
Belâzürî, III, 473; İbn A’sem, II, 299-301.
21
Belâzürî, III, 473; İbn A’sem, II, 301-302.
22
Belâzürî, III, 473. Ayrıca bk. Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 284.
19
20
193
İbn Zübeyr, çevrede aleyhine işleyen gelişmelere paralel
olarak İbnü’l-Hanefiyye ve yanındakilerin güzellikle ona biat etmelerinden ümidini kesince İbnü’l-Hanefiyye’yi, söz konusu Kûfeli grup ve beraberindeki bazı Benî Hâşim mensuplarıyla birlikte
tutuklayıp hapsetti. Onlara, “Eğer bana biat etmezseniz ya boynunuzu
vururum ya da sizi ateşte yakarım!” şeklinde tehditlerde bulundu ve
bu konudaki kararlığını göstermek için yeminler etti. 23
İbnü’l-Hanefiyye ve beraberindekilerin içinde bulunduğu
bu sıkıntılı durumu olayın tanıklarından Süleym Ebû Âmir şöyle
anlatıyor: “Muhammed b. Hanefiyye’nin Zemzem’de hapsedildiğini
gördüm. İnsanların onun yanına girmesine müsaade edilmiyordu. Fakat
ben, ‘vallahi onun yanına gireceğim’ deyip zorla yanına girdim ve ona:
‘Bu adamla aranda ne sorun var?’ dedim. O da: ‘Beni, biat etmeye çağırdı,
ben de diğer Müslümanlar gibi bir kişi olduğumu belirterek, eğer üzerinde birleşirlerse ben de onlardan biri gibi olacağımı söyledim, fakat bunu
kabul etmedi. İbn Abbâs’a git, ona benden selam söyle ve ona amcaoğlun
senin ne düşündüğünü soruyor de.” dedi.” 24
O sırada Basra’ya gitme hazırlığında olduğu söylenen İbn
Abbâs, İbnü’l-Hanefiyye’nin bu talebine karşı Süleym aracılığıyla,
“Ona boyun eğme, senin sözünden başka hiçbir şeyin değeri yok.” şeklinde görüş bildirdi. İbnü’l-Hanefiyye de İbn Abbâs’ın bu tavsiyesi
üzerine Kûfe’ye gitmeye karar verdi. Ancak Muhtâr, onun Kûfe’ye
gelmesini istemediği için çevresindekilere “Sizin şehrinize gelecek
olan Mehdî’nin öyle bir özelliği vardır ki çarşıda bir adam ona kılıçla
vuracak, fakat bu ona ne zarar verecek ne de onda bir iz bırakacaktır!”
dedi. Süleym’in anlattığına göre Muhtâr’ın bu sözü, İbnü’lHanefiyye’ye ulaştığında Kûfe’ye gitmekten vazgeçti. Ancak ya-
23
24
Belâzürî, III, 474.
İbn Sa’d, V, 101.
194
nındakilerin teklifi üzerine içinde bulundukları durumu Kûfe’deki
taraftarlarına bildirme kararı aldı. 25
Belâzürî’nin anlattığına göre Kûfeli gurubun içinde bulunan
İbn Müz’il, Kûfe’ye bir heyet gönderip oradakilerden yardım isteme teklifinde bulundu. Muhammed b. Hanefiyye’ye de onlara
bu iş için kendi aralarında birkaç kişi belirlemelerini istedi. Bunun
üzerine Tufeyl b. Ebi’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile, Muhammed b. Neşr,
Ebü’l-Mutemir ve Hânî b. Kays olmak üzere dört kişi seçildi. Gece
karanlığı basıp bekçiler uykuya dalınca İbnü’l-Hanefiyye, onlara
Muhtâr ve etrafındakilere hitaben içinde bulundukları durumu
izah eden bir mektup telsim etti. Ayrıca gidiş geliş için onlara
yirmi altı günlük bir süre verdi ve onlardan gizli bir şekilde hareket etmelerini, eğer Muhtâr’ı bekledikleri gibi olumlu birisi olarak
görürlerse mektubu ona vermelerini, yok eğer onu istedikleri gibi
bulmaz da onda bir kusur görürlerse durumlarını doğrudan halka
arz etmelerini ve onlardan yardım istemelerini emretti. 26
Muhtâr, gelen mektubu okuduktan sonra halkı toplayıp onlara da okudu. Mektuptan oldukça etkilendikleri anlaşılan halk,
bir an önce gidip onlara yardım etmek için Muhtâr’dan kendilerine müsaade etmesini istediler. Bu durumu fırsat bilen Muhtâr,
halka hitaben etkili bir konuşma yaptıktan sonra hemen gelen
mektubun cevabını yazıp onu Muhammed b. Neşr ve Tufeyl ile
birlikte gönderdi. Diğer iki elçiyi de daha sonra göndereceği orduyla birlikte göndermek üzere yanında alıkoydu. Muhtâr, daha
sonra Ebû Abdullah el-Cedelî komutasında hızlı hareket etme
kabiliyetine sahip yüz elli kişilik bir süvari birliğini acilen gön-
25
26
İbn Sa’d, V, 101.
Belâzürî, III, 474-475.
195
derdi. 27 Peşlerinden dört yüz bin dirhemle birlikte, dört yüz süvari daha gönderdi. 28
Ebû Abdullah el-Cedelî, beraberindeki yüz elli kişilik birlikle
Mekke’ye girer girmez, kapıda yüklerini indirip, “Hüseyin’in intikamı!..” naraları eşliğinde, İbnü’l-Hanefiyye ve yanındakileri kurtarmak için başlarında bekleyen bekçilere saldırıp onları kovdular. Gelen askerlerin “Hüseyin’in intikamı!..” şeklindeki naralarını
duyan İbn Zübeyr, “Şu Haşebîlere bakın hele! Hüseyin’in katili benmişim gibi, onun intikamını alacağız diye beni saltanatımdan etmeye çalışıyorlar.” diyordu. 29
Rivayete göre bu kişiler, Mescid-i Haram’da kılıç taşımayı
uygun görmedikleri için ellerinde sopalarla Hareme girmişler; bu
nedenle İbn Zübeyr onları Haşebî şeklinde nitelendirmişti. Başka
bir rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye ve beraberindekileri yakmak
için İbn Zübeyr’in etraflarına topladığı odunları dağıtmak üzere
her biri eline bir odun aldığı için bu şekilde anılmışlardır. 30
Kurtarma ekibinde bulunan Atiyye, o sırada İbnü’lHanefiyye ve beraberindekilerin içinde bulundukları durumu
şöyle tasvir ediyor: “İbn Abbâs, İbnü’l-Hanefiyye ve arkadaşlarının
bulunduğu tarafa yöneldik. Bir evde etraflarına odunlar toplanmıştı. O
kadar odun yığılmıştı ki duvarların üstüne kadar taşmıştı. Eğer oraya bir
ateş düşseydi kıyamet kopuncaya kadar artık onlardan hiç kimsenin
izine rastlanmayacaktı. Biz, odunları kapıların önünden çektik. O sırada
genç bir delikanlı olan Ali b. Abdullah b. Abbâs, dışarı çıkmak için acele
etti ve odunların üzerinden geçerken dizlerini kanattı. Sonra İbn Zübeyr’in adamları karşımıza çıktılar. Namaz vakitleri dışında onlarla biz,
Belâzürî, III, 475.
Belâzürî, III, 477. Ayrıca bk. Nüveyrî, XXI, 39.
29
Belâzürî, III, 476.
30
Belâzürî, III, 476.
27
28
196
mescitte iki saf halinde karşı karşıya gece gündüz tetikte bekledik. Ebû
Abdullah el-Cedelî önümüze geçti, birlikte gidip İbn Abbâs ve İbnü’lHanefiyye’ye ‘Bırakın bizi, insanları İbn Zübeyr’den kurtaralım!’ dedik.
Ancak her ikisi de ‘Burası Allah’ın kutsal kıldığı bir beldedir. Peygamber
dışında hiç kimseye bunu ihlâl etmeyi helal kılmamıştır. O da sadece bir
süreliğine idi. Ondan önce bunu kimseye helal kılmadığı gibi ondan sonra
da hiç kimseye helal kılmamıştır.’ diyerek bize engel oldular.” 31
İbn Ebi'l-Hadîd’in anlattığına göre İbn Zübeyr, tutukladığı
İbnü’l-Hanefiyye ile aralarında İbn Abbâs ve Hasan b. Hasan’ın
bulunduğu mahkûmlara Cuma gününe kadar mühlet verdiğini ve
o zamana kadar biat etmedikleri takdirde ya boyunlarını vuracağını ya da onları ateşe vereceğini bildirmiş, fakat verdiği süre
daha dolmadan gelip onları yakmaya kalkışmıştır. İbn Misver b.
Mahreme ez-Zührî, aralarına girip İbn Zübeyr’e ricada bulunmuş
ve onlara Cuma gününe kadar mühlet vermesini sağlamıştı. Cuma
günü gelince artık öldürüleceğinden emin olan İbnü’l-Hanefiyye
gusletmiş, beyaz elbiseler giymiş ve güzel kokular sürünerek öldürüleceği anı beklemeye başlamıştır. 32
Bununla birlikte İbnü’l-Hanefiyye, ufukta bir ümit ışığı görüyordu. Mes’ûdî’nin anlattığına göre İbn Zübeyr, “Bütün insanlar,
bana biat etti. Muhammed b. Hanefiyye denilen şu çocuktan başka bana
muhalefet eden kimse kalmadı. Artık güneşin batışına kadar ona mühlet
veriyorum. Ondan sonra evi ateşe vereceğim.” diyerek o gün de süreyi
güneşin batışına kadar uzatmıştır. Bunun üzerine İbn Abbâs, artık
İbn Zübeyr’in ne yapacağından emin olmadığını söyleyerek İbnü’l-Hanefiyye’den biat etmesini rica etmiş; ancak o, “sağlam bir
perdenin kendilerini ondan koruyacağını” söyleyerek direnmeye devam etmiştir. İbn Abbâs da onun bu sözü üzerine düşünceye dala31
32
İbn Sa’d, 102.
İbn Ebi'l-Hadîd, XX, 335.
197
rak güneşi izlemeye koyulmuş, tam güneş batacağı sırada Ebû
Abdullah el-Cedelî söz konusu süvarilerle birlikte yetişip onları
kurtarmıştır. 33
İbnü’l-Hanefiyye ve beraberindekiler, hapsedildikleri yerden kurtarılmakla birlikte İbn Zübeyr, onların uzaklaşmalarına
izin vermedi. Üç gün boyunca Mescid-i Haram’da birbirlerine
karşı tetikte beklediler. 34 Mescit, İbn Zübeyr’in askerleriyle dolu
olduğu halde Kûfe’den yardıma gelen askerlerle birlikte İbnü’lHanefiyye’nin çevresindekilerin sayısı iki yüzü geçmiyordu. Onların bu haline bakan İbn Zübeyr: “Şunlara ne oluyor? Vallahi askerlerime izin versem onlardan geriye bir lokma bırakmazlar!” diyerek onları küçümsüyordu. Bununla birlikte İbn Zübeyr’in bu tavrına diklenenlerin olduğu görülmektedir. İbnü’l-Hanefiyye ise onların bir
taşkınlık yapmalarına müsaade etmiyordu. 35
O sırada İbn Zübeyr’in, “Bu adam kim oluyor da sözü dinleniyor
ve görüşlerine uyuluyor! O, kardeşleri Hasan ile Hüseyin karşısında iş
görmeyen ve itibar edilmeyen bir uşak gibiydi.” diyerek İbnü’lHanefiyye’yi de tahkir etmeye çalıştığı görülüyor. Fakat İbnü’lHanefiyye, onun bu iddialarına karşılık onu yalan söylemekle
suçlamış ve: “Onlar, öz kardeşimdirler. Ben, onların üstünlüğünü, Rasulullah’a olan yakınlık ve neseplerini hep bildim. Onlar da aynı şekilde
benim hakkımı tanıdılar ve kendimi bildim bileli benden habersiz bir iş
yapmadılar.” karşılığını vermiş, ardından eğer sözü dinlenmesi ve
uyulması gereken biri varsa onun da kendisi olduğunu ve bu konuda kendisinin ondan daha öncelikli olduğunu vurgulamıştır. 36
Mes’ûdî, III, 86.
Belâzürî, III, 477.
35
Belâzürî, III, 477. Ayrıca bk. İbn A’sem, II, 305-306; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 287.
36
İbn A’sem, II, 306-307.
33
34
198
Bu arada Abdullah b. Abbâs, İbn Zübeyr’in yanına gidip İbnü’l-Hanefiyye’nin onunla bir mücadeleye girme niyetinde olmadığını ifade ederek onu serbest bırakmasını rica etti. Ancak İbn
Zübeyr, “Niçin Yezîd’e biat etti de bana biat etmiyor?” diyerek onun
bu ricasını geri çevirdi ve biat etmedikçe onu serbest bırakmayacağını söyledi. 37
Üç gün sonra Muhtâr’ın gönderdiği diğer askerler de “Hüseyin’in intikamı!” naralarıyla peş peşe Mekke’ye girince İbn Zübeyr
ve askerleri onlardan korkmaya başladılar. 38 Hatta İbn Zübeyr’in,
korkudan Kâbe’nin örtüsüne sarılarak “Ben Allah’a sığındım!” dediği söylenmektedir. 39 Gruplar halinde Kûfe’den gelip onun yanına
yerleşenlerin sayısı dört bine kadar ulaştı. Artık önünde bir engel
kalmayan İbnü’l-Hanefiyye, Mescitten ayrılarak gidip mahallesine
yerleşti ve Muhtâr’ın ölümüne kadar burada tasasız bir şekilde
yaşadı. 40
İbn Zübeyr’in İbnü’l-Hanefiyye’yi hapsettiği yerin etrafına
odunlar yığarak onu yakmakla tehdit etmesinin, aslında bir blöften ibaret olduğu ve onu yakmak gibi bir niyetinin olmadığı söylenmektedir. Rivayete göre Urve b. Zübeyr, daha sonraki dönemlerde bu yaşananlar yanında anlatıldığı zaman kardeşini savunarak onun sadece onları korkutmak için bunları yaptığını açıklamıştır. 41
Diğer yandan İbnü’l-Hanefiyye’nin hapsedildiği yer konusunda kaynaklarda ihtilaf olduğunu belirtmek istiyoruz. Bazı kaynaklarda bu yer, zemzem veya zemzem kuyusu ya da zemzem
Belâzürî, III, 477.
Belâzürî, III, 477.
39
İbn Sa’d, V, 102.
40
Belâzürî, III, 477.
41
Mes’ûdî, III, 86.
37
38
199
sarnıcı olarak zikredilirken, 42 diğer bazı kaynaklarda burası Ârim
zindanı olarak anılmaktadır. 43 Mes’ûdî bu zindanı, korkunç ve
karanlık bir yer olarak tarif etmektedir. 44 Yakut el-Hamevî de
buranın Haccâc tarafından da zindan olarak kullanıldığını anlatmakta, fakat onun nerede olduğunu bilmediğini ifade ediyor. 45
Ancak hicrî üçüncü asır âlimlerinden Fâkihî, yaşadığı dönemde
hala Mekke hapishanesi olarak kullanılan bu yerin, Hz. Ömer zamanından beri bu amaçla kullanıldığını ifade etmekte ve Mus’ab
b. Abdurrahman b. Avf’ın kölelerinden “Ârim” lakaplı Zeyd adındaki bir kişinin, Abdullah b. Zübeyr’e karşı açtığı savaşta yenilen
Amr b. Zübeyr’in yanında yer aldığı için tutuklanıp buraya hapsedilmesi ve onun burada ölmesi nedeniyle buraya Ârim zindanı
denildiğini; konum olarak da Darü’n-Nedve’nin arka tarafında ona
bitişik olduğunu belirtmektedir. 46 İbn A’sem ise İbnü’l-Hanefiyye,
İbn Zübeyr ve Muhtâr üçgeninde cereyan eden hadiselerden ayrıntılı bir şekilde söz ettiği halde bu zindandan söz etmemiştir.
Bununla birlikte eserinde yer verdiği İbnü’l-Hanefiyye’nin yardım
istemek amacıyla Muhtâr’a yazdığı mektupta, “Girenlerin emniyette
olduğu Beytullah’ın önünde ashabımdan bir grupla tutuluyoruz. Tatlı su
içmemize, güzel yemekler yememize ve insanlarla konuşmamıza engel
olunuyor. Her gün sabah akşam ciddi bir şekilde tehdit ediliyoruz.” ifadelerine yer veriliyor. 47 Hem bu ifadelerden hem de yukarıda
verdiğimiz bilgilerden anlaşıldığı gibi İbnü’l-Hanefiyye’nin tutulduğu yer, Mescid-i Haram civarında Kâbe’ye yakın ve zindan olarak kullanılan bir yerdir.
İbn Sa’d, VI, 101; Belâzürî, III, 474; Ya’kûbî, II, 261; Nüveyrî, XXI, 38; Makrîzî, el-Mukaffâ,
VI, 284.
43
Müberred, III, 1124; İbn Abdirabbih, IV, 413; Ebü’l-Arab et-Temimî, s. 335; Mes’ûdî, III, 85;
İbn Ebi’l-Hadîd, XX, 335; Bürrî, II, 229.
44
Mes’ûdî, III, 85.
45
Yakut el-Hamevî, Şehâbüddîn Ebû Abdillah Yakut b. Abdillah (626/1228), Mu’cemü’lBüldân, Beyrut 1977, IV, 66.
46
Fâkihî, III, 340-341.
47
İbn A’sem, II, 303.
42
200
Neticede Muhtâr’ın gönderdiği askerî ve malî yardımlar sayesinde belli bir süre rahat eden İbnü’l-Hanefiyye, onun ölümünden sonra tekrar İbn Zübeyr’in baskılarına maruz kaldı. İbn Zübeyr, kardeşi Urve b. Zübeyr’i göndererek onu asla rahat bırakmayacağını ve biat etmediği takdirde onu tekrar hapse atacağı
tehdidinde bulundu ve “Yardım aldığın yalancıyı Allah öldürdü. Irak
halkı, benim üzerimde karar kıldı. Artık bana biat et, aksi takdirde seninle aramda savaş var.” dedi. 48
İbn Zübeyr’in bu uyarılarına karşı İbnü’l-Hanefiyye, onun
kardeşi Urve ile yaptığı görüşmede Muhtâr’ın, aslında kendisinden çok İbn Zübeyr’e yakın olduğunu, ihtilaf peşinde olmadığını,
eğer böyle bir gayesi olsaydı onun yanında kalmaz kendisini zamanında davet etmiş olanların yanına gitmesi icab ettiğini, ama
böyle bir şey yapmadığını ifade etti. Ardından, Abdülmelik’in hala
bir rakip olarak durduğunu gerekçe göstererek biat etmesi için
gerekli ortamın henüz oluşmadığını söyledi ve “Her ikisi de dünya
menfaati için savaşıyor” diyerek onları tenkit etmeyi ihmal etmedi.
Daha sonra, söz konusu şartlarda İbn Zübeyr’in yanında kalmaktansa Abdümelik’in yanında olmayı tercih edeceğini, zaten Abdülmelik’in bir mektup göndererek kendilerini davet ettiğini ve
onun yanına gitmeyi düşündüklerini ifade etti. 49
İbnü’l-Hanefiyye’nin söylediklerini gidip İbn Zübeyr’e aktaran Urve, İbnü’l-Hanefiyye’nin birlik sağlanmadan kimseye biat
etmesinin mümkün görünmediğini, bu nedenle onun Abdülmelik’in yanına gitmesine engel olunmamasını tavsiye etti ve eğer
onun başına bir iş gelecekse bunun Abdülmelik’ten gelmesinin
kendileri açısından daha uygun olacağını belirtti. Bunun üzerine
İbn Zübeyr, İbnü’l-Hanefiyye’nin peşini bıraktı ve gitmesine göz
48
49
İbn Sa’d, V, 106.
İbn Sa’d, V, 106.
201
yumdu. 50 Bu arada Urve’nin ayrılmasından sonra İbnü’lHanefiyye’nin, ashabını toplayarak onlara İbn Zübeyr’in baskılarına tekrar başladığını, bu nedenle memleketine gitmek isteyenlerin gitmelerine izin vereceğini söylediği, fakat onların bu teklife
karşılık ondan ayrılmak istemediklerini, İbnü’l-Hanefiyye’nin de
bu tutumlarından dolayı onlara teşekkür ettiği görülmektedir. 51
İbnü’l-Hanefiyye, daha önceki bölümde anlattığımız gibi
İbn Zübeyr’in ona yaptığı bu baskıları haber alan Abdülmelik b.
Mervân’ın daveti üzerine Şam bölgesine gidip Eyle’ye yerleşmişti.
Fakat bölgede ona yönelik teveccühün giderek artması Abdülmelik’i kaygılandırmış ve burada da “ya biat edilmesi ya da bölgenin
terk edilmesi” baskısına maruz kalması soncunda Mekke’ye dönmek durumunda kalmıştı. 52
İbn Zübeyr, Mekke’ye geri dönen ve gidip mahallesine yerleşen İbnü’l-Hanefiyye’ye tekrar haber göndererek mahalleyi
derhal terk etmesini, aksi takdirde ona ve ashabına her türlü eziyeti yapacağı tehdidinde bulundu. Fakat bu sırada hac mevsiminin girmesiyle onu bu süre zarfında serbest bıraktı. Hac ibadeti
bitip insanlar dağılınca tekrar ona haber göndererek derhal şehri
terk etmesini, aksi takdirde onu zorla çıkaracağını bildirdi. 53 Bu
sırada İbnü’l-Hanefiyye’nin yanında bulunan bazı taraftarlarının
ondan savaşmak için izin istediği görülmektedir. Bu teklifler karşısında diğer bazı kişilerin de İbnü’l-Hanefiyye’yi uyararak, “Bunların söyledikleri seni aldatmasın. Zira onlar, babanın ve kardeşinin
katilleridirler” demeleri dikkat çekicidir. 54 Bu durum karşısında
İbnü’l-Hanefiyye’nin cevabı ise her zaman olduğu gibi “Allah’ın
İbn Sa’d, V, 106.
İbn A’sem, II, 382.
52
İbn Sa’d, V, 107-108; Belâzürî, III, 480-481.
53
Belâzürî, III, 481; İbn A’sem, II, 387.
54
Belâzürî, III, 481; İbn A’sem, II, 387.
50
51
202
kazasına sabredeceğiz” olmuştur. 55 Fakat baskılar, onu o kadar bezmiş olacak ki daha önce yapmadığı bir şey yaptı. Ellerini kaldırdı
ve İbn Zübeyr’e şöyle beddua etti: “Allah’ım İbn Zübeyr’e korku ve
zillet elbisesi giydir. İnsanları zora soktukları gibi onları da sıkıntıya
düşürecek kişileri, onun, taraftarlarının ve ona yardım edenlerin başlarına musallat et. Allah’ım hatalarını ayağına dola ve kötülük çemberini
başına geçir.” 56
Muhammed b. Hanefiyye, baskılara dayanamayacaklarını
anlayınca ashabına Taif’e gideceklerini bildirdi ve onlardan derhal hazırlanmalarını istedi. Bunu duyan İbn Abbâs, çok sinirlendi.
Hemen İbn Zübeyr’in yanına giderek bu yaptıklarından dolayı
onu şiddetle kınadı ve onunla hararetli bir münakaşaya girdi. Bu
sırada İbn Zübeyr’in, kırk senedir Benî Hâşim’e karşı kin beslediğini itiraf ettiği görülmektedir. 57 Hatta onun, hutbelerde Benî
Hâşim’i yermenin yanı sıra Rasulullah’a salavat getirmeyi bile
terk ettiği söyleniyor. İbn Zübeyr, bu davranışından dolayı yakınları tarafından bile tenkit edilince Benî Hâşim’i sevindirecek bir iş
yapmak istemediğini, “Salavat getirdiğimde onların boyunlarını şöyle
uzattıklarını görüyorum, ben de böyle yaparak başlarını ezmiş oluyorum!” diyerek kendini savunmuş, ancak gelen tepkilerin artması
üzerine gizlice salavat getirdiğini açıklamak durumunda kalmıştır. 58
Rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye, İbn Zübeyr’in hutbede Hz.
Ali’yi eleştirdiği haberini alınca gidip sözünü kesmiş ve cemaate
yönelerek Hz. Ali’yi öven bir konuşma yapmıştır. 59 Ayrıca MuBelâzürî, III, 481.
Belâzürî, III, 482; İbn A’sem, II, 388; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 292.
57
Belâzürî, III, 482; İbn A’sem, II, 389; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 292.
58
İbn Ebi'l-Hadîd, XX, 338. Bk. Belâzürî, III, 482; Ya’kûbî, II, 261; İbn Abdirabbih, IV, 413;
Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 292.
59
Ya’kûbî, II, 261-262; Mes’ûdî, III, 89; İbn Ebi'l-Hadîd, IV, 282.
55
56
203
hammed b. Hanefiyye’nin çevresindeki insanları da değişik gerekçelerle sindiremeye çalıştığı görülen İbn Zübeyr, babası Hz.
Ali’nin yanında Sıffin’de savaşmış olan ve kendisi de İbnü’lHanefiyye ile birlikte hareket eden Halid b. Muhâcir b. Halid b.
Velid’i şarap içtiği gerekçesiyle tutup boynuna şarap dolu bir
kırba bağlamış ve ardından ona had cezası uygulamıştı. Bunun
üzerine İbnü’l-Hanefiyye: “İbn Zübeyr, kendisine zarar verecek şeylerde ne kadar da cömert davranıyor!” diyerek onun bu hareketini
eleştirmişti. 60
Neticede İbnü’l-Hanefiyye, İbn Zübeyr’in baskıları sonucu
İbn Abbâs ile birlikte Taif’e gitmek durumunda kaldı. Daha önce
de bahsettiğimiz gibi İbn Abbâs, burada çok geçmeden hayatını
kaybetmiş, İbnü’l-Hanefiyye de onun cenaze namazını kıldırmış
ve onu hayırla yâd ederek: “Bugün bu ümmetin rabbanisini kaybettik.” demişti. 61 Burada kaldıkları süre zarfında İbn Abbâs, sürekli
İbn Zübeyr’i eleştiren konuşmalar yaptığı, hatta bu konuşmalar
sebebiyle İbn Zübeyr’den ikaz aldığı halde; Haccâc’ın gelişine
kadar burada kalan İbnü’l-Hanefiyye’nin, onun ne lehinde ne
aleyhinde hiç konuşmaması dikkat çekicidir. 62 Bu durum, gıybet
etmek veya dedikodu yapmak istememesi gibi ahlakî bir gerekçeye dayanabileceği gibi; ilerde İbn Zübeyr’in iktidarı tamamen ele
geçirme ihtimaline karşı onun tepkisini çekecek bir hareketten
kaçınma gayesine matuf olabilir.
Haccâc, 72 yılı Zilkade ayında (Mart 692) İbn Zübeyr’i Mekke’de kuşatma altına alınca İbnü’l-Hanefiyye, o senenin haccını
yapmak üzere Taif’ten ayrıldı ve hac ibadetini ifa ettikten sonra
gidip Mekke’deki mahallesine yerleşti. İbnü’l-Hanefiyye burada,
Belâzürî, III, 464; Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 297.
Fesevî, I, 518, 540.
62
İbn A’sem, II, 392; İbn Ebi'l-Hadîd, XX, 336-337.
60
61
204
17 Cemadiyelahir 73 (2 Kasım 692) tarihinde İbn Zübeyr’in öldürülmesine kadar savaşan taraflara hiç müdahale etmeden yaşadı. 63
Bununla birlikte, Haccâc’ın bu süre zarfında ondan Abdülmelik adına biat almak için uğraştığı görülmektedir. Ancak İbnü’lHanefiyye, ona daha önce Mekke’de kaldığı halde Şam ve Taif’e
gitmek durumunda bırakıldığını hatırlatmış ve “Bütün bunlar, İbn
Zübeyr veya Abdülmelik’e onlardan biri üzerinden insanlar karar kılmadıkça biat etmek istemememden kaynaklandı. Oysa ben, ihtilaf çıkaran
bir adam değilim. İnsanların, ihtilafa düştüğünü gördüğümde onlardan
ayrıldım ve aralarında birlik sağlanıncaya kadar onlardan ayrı kalmayı
düşünerek kuşların bile emniyette olduğu Allah’ın en kutsal beldesine
sığındım. Fakat İbn Zübeyr, bana kötü davranınca Şam’a yöneldim. Abdülmelik de onun yanında kalmamı hoş görmeyince Harem’e yöneldim.
Şayet İbn Zübeyr öldürülür ve insanlar, Abdülmelik üzerinde icma ederse sana biat ederim.” diyerek o zamana kadar başından geçenleri
özetlemiş ve hangi şartlarda biat edebileceğini açıklamıştı. 64
İbnü’l-Hanefiyye, Haccâc’la yaptığı bu konuşmasından anlaşıldığı gibi İbn Zübeyr’in öldürülmesini sanki istiyor gibiydi.
Nitekim onun öldürülmesinden sonra Abdullah b. Ömer gibi birçok kişinin olaydan dolayı üzüntülerini açıklayıp İbn Zübeyr’in
annesi Esma bnt. Ebî Bekir’e başsağlığı dileklerinde bulunduğu
halde İbnü’l-Hanefiyye’nin bu yönde bir hareketi görülmemektedir. 65 Bununla birlikte onun yaşananlardan dolayı kaygılı olduğu
bir gerçektir. Ancak bu kaygısı, Mekke’de kan dökülmek suretiyle
buranın kutsiyetinin ihlâl edilmesine yönelikti. Münzir esSevrî’nin anlattığına göre İbnü’l-Hanefiyye’nin oflayıp puflayarak
İbn Sa’d, V, 109.
İbn Sa’d, V, 110.
65
Bk. Dîneverî, s. 282; Taberî, s. 1143; İbn A’sem, II, 411-412; İbnü’l-Esîr, s. 598; İbn Kesîr, VI,
107.
63
64
205
döşeği üzerinde kıvranıp durduğunu gören karısı, “Şu senin düşmanın İbn Zübeyr’in başına gelenlerden dolayı mı üzülüyorsun?” diye
sorunca, “Vallahi şu Allah’ın düşmanı İbn Zübeyr, beni ilgilendirmez.
Fakat yarın onun yüzünden haremde yaşanacaklardan kaygılanıyorum.”
şeklinde cevap vermiş, ardından ellerini kaldırarak “Allah’ım, bana
bahşettiğin bilgi sayesinde onun, oradan öldürülmüş olarak çıkarılacağını ve başının şehir şehir, sokak sokak dolaştırılacağını bildiğimi biliyorsun!” demişti. 66 Daha sonraları da İbn Zübeyr hakkında konuşurken, onun kendisini kıskandığını ve onun yaptığı gibi kendisinin
de bu kutsal mekânda taşkınlık yapmasını arzu ettiğini söylüyordu. 67
Neticede, yedi-sekiz aylık bir kuşatmadan sonra İbn Zübeyr’in öldürülmesiyle birlikte bu hareket sona ermiş oldu. İlk
başta neredeyse İslâm dünyasının tamamını elinde bulunduran
bu hareketin, dokuz sene içinde eriyerek yok olmasının birçok
sebebi olmakla birlikte, 68 bunların başında İbnü’l-Hanefiyye öncülüğünde Benî Hâşim’in bölgede meskûn oldukları halde ona biat
etmemesi ve bunun sonucunda aralarında zuhur eden yukarıda
sözünü ettiğimiz mücadele olmuştur.
Son olarak Muhammed b. Hanefiyye’nin, yaşadığı bölgede
bu kadar uzun bir süre hâkimiyetini sürdüren bu harekete karşı
bütün baskılara rağmen direnmesi ve İbn Zübeyr’e biat etmemesinin sebepleri üzerinde durarak bu konuyu bitirelim.
(a) İbnü’l-Hanefiyye’nin İbn Zübeyr’e biat etmemesinde öncelikle Cemel Savaşı’nın toplumda yarattığı kamplaşmanın etkili
olduğunu düşünüyoruz. Yukarıda değindiğimiz gibi söz konusu
İbn Ebî Şeybe, VI, 205; VII, 473.
İbn Asâkir, LIV, 346.
68
Bk. Harbûtlî, Abdullah b. Zübeyr, s. 234-245.
66
67
206
savaşta İbnü’l-Hanefiyye ile İbn Zübeyr karşı cephelerde yer almış, mağlup tarafta yer alan İbn Zübeyr’in bu savaşta babasını da
kaybetmiş olması onun gâlip cephenin başındaki Hz. Ali ve Benî
Hâşim’e karşı kin beslemesine neden olmuştur.
(b) Diğer bir sebep de her ikisinin farklı kabilelere mensup
olması idi. Nitekim, Muâviye’nin İbn Zübeyr ile İbnü’l-Hanefiyye
arasında tercih yapmak durumunda kaldığında onun, aralarındaki
yakın akrabalığa binâen İbnü’l-Hanefiyye’yi tercih ettiği, İbnü’lHanefiyye’nin de şayet İbn Zübeyr’le Abdülmelik arasında bir
tercih yapmak durumunda kalırsa Abdülmelik’i tercih edeceğini
ifade ettiği görülmektedir. Gerçekten de Benî Hâşim ile Benî
Ümeyye her ne kadar birbirlerine karşı düşmanca bir rekabet
içinde olsalar da yukarıda verdiğimiz rivayetlerde geçtiği gibi,
diğer kabilelere karşı birbirlerini tutmuşlardır.
(c) İbnü’l-Hanefiyye’nin, hilâfet hakkını kendinde görmesi
de onun İbn Zübeyr’e biat etmemesindeki en önemli faktördür.
Nitekim İbnü’l-Hanefiyye, Muhtâr’ın göndermiş olduğu kuvvetler
tarafında kurtarıldığı zaman İbn Zübeyr’le aralarında geçen bir
tartışmada İbn Zübeyr’in “Bu adam kim oluyor da sözü dinleniyor ve
görüşlerine uyuluyor!” sözüne karşı, sözü dinlenmesi ve uyulması
gereken biri varsa onun da kendisi olduğunu ifade ederek bu düşüncesini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
(d) İbnü’l-Hanefiyye’nin bu konuda dile getirdiği gerekçe
ise İslâm dünyasında birliğin sağlanmamış olmasıdır. Nitekim
gerek İbn Zübeyr, gerekse Abdülmelik’ten gelen biat çağrılarına
karşı her seferinde “birlik sağlanmadıkça” kimseye biat etmesinin
söz konusu olamayacağını bildirmiştir. Uzun süre, gelen bütün
baskılara rağmen bu tutumundan geri adım atmamış olması onun
bu konudaki samimiyetini göstermesi açısından önemlidir. Ancak
207
bu direnişindeki görünen sebep bu olmakla birlikte, bir önceki
şıkta zikrettiğimiz hilâfet hakkını kendinde görmesi bu konudaki
esas faktör olmalıdır.
Netice itibariyle, sebep ne olursa olsun İbnü’l-Hanefiyye,
başından sonuna kadar İbn Zübeyr hareketinin karşısında durmuş
ve bütün baskılara rağmen bu harekete boyun eğmemiştir. Onun
bu sarsılmaz karşı duruşu, söz konusu hareketin akâmete uğramasında en önemli etken olmuştur.
B. Muhtâr es-Sekafî Hareketi Karşısındaki Yeri ve Etkisi
Daha on üç yaşlarındayken, Hz. Ömer zamanında İranlılarla
yapılan bir savaşa katılan ve burada babasını kaybeden Muhtâr b.
Ebî Ubeyd es-Sekafî, Hz. Ali tarafından Medâin valisi olarak görevlendirilen ve Hz. Hasan zamanında da bu görevini sürdüren amcası Sa’d b. Mes’ûd’un yanında iken, Sâbât’ta uğradığı suikast sonucu yaralanıp buraya getirilen hasta yatağındaki Hz. Hasan’ın
Muâviye’ye teslim edilmesini önermesi ile dikkatleri üzerine
çekmişti. 69 Bu olay, Kerbela hadisesi öncesi Müslim b. Akil’i evinde
misafir edip ona destek olması sürecine kadar Muhtâr’ın Şîa tarafından eleştirilmesine ve Osmanî olarak anılmasına neden olduğu
gibi, 70 o sırada Hz. Hasan’ın yanında bulunan Muhammed b. Hanefiyye’nin de dikkatini üzerine çekmiş ve onda ilk olumsuz izlenimini doğurmuştur. Hatta bu olumsuz intiba, daha sonraki süreçte
İbnü’l-Hanefiyye’nin devamlı ona kuşkuyla bakmasına sebep olacaktır.
Muhtâr’ın Muâviye döneminde Hucr b. Adî lehinde şahitlik
etmesinden hareketle onun Ehl-i Beyte sempati duymaya başladı69
70
Belâzürî, VI, 376.
Taberî, s. 1054.
208
ğı söylenmektedir. 71 Ayrıca onun, bu dönemde Medine’ye gittiği
ve burada İbnü’l-Hanefiyye ile birlikte kaldığı, ondan hadis dersleri aldığı ve Kûfe’ye döndükten sonra Ehl-i Beyt lehinde konuşmaya başladığı rivayet edilmektedir. 72
Muhtâr, Müslim b. Akil’e destek verdiği gerekçesiyle Ubeydullah b. Ziyâd tarafından hapsedilip, ardından Kûfe’den sürülünce Mekke’ye gitti. Muhtâr, burada Abdullah b. Zübeyr’e bölgede
Emevîlere karşı bir isyan hareketi başlatma teklifinde bulundu.
İbn Zübeyr, o sırada bu yönde gizli bir şekilde faaliyetlerini sürdürmekle birlikte, muhtemelen faaliyetlerinin açığa çıkmasını
istemediği için, bu konuda Muhtâr’la işbirliğine girmek istemedi.
Bunun üzerine Muhtâr, Taif’e gitti. Burada bir sene kaldıktan
sonra tekrar Mekke’ye dönünce bu sefer İbn Zübeyr, onunla işbirliği yapmayı kabul etti. 73
Muhtâr, bu süreçte İbn Zübeyr’in başlattığı hareketi hızlandırdığı gibi, 74 çok kısa bir zamanda gösterdiği performansla
onun en yakın adamlarından biri konumuna geldi. 75 Hatta Muhtâr, Yezîd’in İbn Zübeyr’i faaliyetlerinden dolayı uyarmak için
gönderdiği elçilere karşı onu hararetle savundu. 76 Bunun akabinde gerçekleşen Mekke muhasarası sırasında da İbn Zübeyr’in yanında Şam ordusuna karşı savaştı. 77
Bu kuşatma esnasında Mekke’de bulunan Muhammed b.
Hanefiyye, daha önce de ifade ettiğimiz gibi İbn Zübeyr’e herhan-
Harbûtlî, Ali Hasenî, Muhtar es-Sekafî, Kahire 1962, s. 53.
Meclisî, XLV, 352.
73
Taberî, s. 1055-1057.
74
İbn A’sem, II, 202.
75
İbn Sa’d, V, 98.
76
İbn A’sem, II, 205-206.
77
Taberî, s. 1057.
71
72
209
gi bir destekte bulunmadı. 78 Hem kuşatma sırasında, hem de ondan önce Muhtâr’ın Taif’te bulunduğu bir yıllık süre içinde İbnü’lHanefiyye’nin Muhtâr’la bir irtibatının olduğuna dair kaynaklarda sağlam bir kayda rastlanmamaktadır. Bununla birlikte Muhtâr’ın Taif’te kaldığı süre içinde, o sırada Medine’de bulunan İbnü’l-Hanefiyye ile irtibat kurmuş olabileceği görüşü ortaya atılmaktadır. 79 Hatîbü’l-Havârizm’in sahih olmadığını belirterek naklettiği ve siyak sibakından da uydurma olduğu anlaşılan bir rivayete göre Muhtâr, Kûfe’den kaçıp Mekke’ye geldikten hemen sonra gidip İbn Zübeyr’e biat etmiş, gece olunca da gizlice İbnü’lHanefiyye’nin yanına giderek ona da biat etmiştir. 80 Ayrıca İbn
Sa’d’ın verdiği bir rivayette, Muhtâr’la İbn Zübeyr arasındaki söz
konusu ilişkiye değinirken onun Muhammed b. Hanefiyye’ye de
gidip geldiği vurgulanmaktadır. 81 Ancak rivayette, aralarındaki bu
irtibatın ne zaman başladığı belirtilmediği gibi, İbnü’lHanefiyyye’nin onun hakkında iyi bir düşünceye sahip olmadığı
ve ondan gelen birçok şeyi kabul etmediği de ifade edilmektedir.
Bu nedenle aralarındaki irtibatın muhasaradan sonra, hatta Muhtâr’ın İbn Zübeyr’den ümidini kestikten sonra başladığını tahmin
ediyoruz. Zira Muhtâr, İbn Zübeyr’le daha işin başında yaptığı
anlaşmada şart koştuğu, hareketin başarıya ulaşması durumunda
kendisine tevdi edilecek birtakım görevlerin beklentisi içindeydi. 82
Muhtâr, Yezîd b. Muâviye’nin ölümünden sonra İbn Zübeyr’in neredeyse İslâm dünyasının tamamını elinde bulundurmasına rağmen aradan beş ay geçtiği halde kendisine bir görev
İbn A’sem, II, 206.
Deksan, Abdülemir Abd Hüseyin, el-Hilâfetü’l-Ümeviyye 65-86/684-705 Dirâse Siyâsiyye,
Beyrut 1973, s. 64.
80
Hatîbü’l-Havârizm, II, 271.
81
İbn Sa’d, V, 98.
82
İbn A’sem, II, 202.
78
79
210
vermediğini görünce gözünü Kûfe’ye dikti. Onun için Kûfe’den
gelenlerden oranın durumunu sormaya başladı. 83 Bu arada
Kûfe’nin içinde bulunduğu durumu İbn Zübeyr’e arz ederek buranın yönetimini kendisine tevdi etmesi için imâlarda bulunuyordu. 84 Ancak İbn Zübeyr tarafından kendisine herhangi bir görevin
verileceğinden ümidini kesmesi üzerine onun yanından ayrılmaya karar verdi. Onun, giderken hiç kimseye haber vermeden gece
yarısı Mekke’den çıktığı ve Kûfe’ye doğru yola koyulduğu söylenmektedir. 85 Aksine, emrine verilen iki yüz askerle birlikte İbn
Zübeyr’in izni ve İbnü’l-Hanefiyye’nin onayı ile yola çıktığı yönünde rivayetler de bulunmaktadır. 86
Aslında Muhtâr’ın, İbn Zübeyr’den habersiz Mekke’den
çıkması mümkün görünmemektedir. Aynı şekilde İbn Zübeyr’den
ümidini kesmiş olması nedeniyle Ehl-i Beyt’in adını kullanarak
başlatmayı planladığı hareketin başarısı için İbnü’l-Hanefiyye gibi
birinin desteğini almak istemesi de kaçınılmazdır. Zira
Harbûtlî’nin dediği gibi, o dönemde her siyasî hareketin dinî bir
renge bürünmesi ve ruhanî bir lidere sırtını dayaması gerekiyordu. 87 Nitekim İbn Sa’d’ın aktardığı bir rivayete göre Muhtâr’ın
Kûfe’ye gitmeye karar verdiği zaman İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına
giderek kararını ona bildirdiği söylenmektedir. Rivayete göre
İbnü’l-Hanefiyye de ona: “Git, fakat şu Abdullah b. Kamil el-Hemedânî
de seninle beraber gelsin.” demiş, ardından Abdullah b. Kamil’e
Muhtâr’a pek güvenilemeyeceğini söyleyerek ona karşı dikkatli
olmasını istemiştir. Söz konusu rivayete göre Muhtâr, daha sonra
İbn Zübeyr’in yanına giderek: “Benim Irak’ta bulunmam, senin için
burada kalmamdan daha faydalı olacaktır.” demiş ve ondan Kûfe’ye
Belâzürî, VI, 379; Taberî, s. 1057.
Mes’ûdî, III, 83.
85
İbn A’sem, II, 253.
86
Hatîbü’l-Havârizm, II, 272.
87
Harbûtlî, Muhtar es-Sekafî, s. 112.
83
84
211
gitmek için izin istemiştir. 88 Belâzürî’nin de eserinde yer verdiği
bir rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına giden Muhtâr, “Ben,
kan davanızı gütmek ve sizlere yardımcı olmak için gidiyorum.” demiş;
fakat İbnü’l-Hanefiyye, onun bu sözüne karşı susmuş, bu sözünü
ne onaylamış ne de karşı çıkmıştır. Bununla birlikte İbnü’lHanefiyye, Muhtâr’ı uğurlarken ona Allah’tan korkmasını tavsiye
ederek onu uyarmayı ihmal etmemiştir. Muhtâr ise Kûfe’ye gidiş
amacını bildirirken İbnü’l-Hanefiyye’nin bu konuda suskun kalmasını, “Onun susması, benim için bir izindir.” şeklinde yorumlamıştır. 89 Belâzürî’nin aktardığı başka bir rivayette ise İbnü’lHanefiyye’nin ona: “Ben, Rabbimizin bize yardım etmesini ve kanlarımızı dökenleri helak etmesini arzu ederim. Fakat, ben ne savaşmayı ne de
kan dökmeyi emrederim. Zira bize yardımcı olarak, hakkımızı geri almak
ve kanlarımızın hesabını sormak için Allah, bize yeter!” dediği söylenmektedir. 90
İbn Sa’d’ın verdiği rivayette Muhtâr’ın Kûfe’ye gitme kararını İbnü’l-Hanefiyye’ye arz ederken ona hangi gerekçelerle gitmek istediğini bildirdiğinden söz edilmemektedir. Belazurî’deki
rivayetlerde ise bu gerekçelerden söz edilmekle birlikte anlatılanlara bakıldığında, bunların daha sonraları Muhtâr’ın başlattığı
harekete katılıp katılmamaları noktasında şüpheye düşerek onu
ziyaret eden Abdurrahman b. Şureyh başkanlığındaki Kûfe heyetiyle aralarında geçen diyaloglarla oldukça benzerlikler taşımaktadır. 91 Dolayısıyla burada bir karıştırma söz konusu olabilir. Ayrıca Belazurî’nin, râvîleri zikretmeksizin bunları bir söylenti olarak
kayda geçirmesi de bu rivayetlerin sıhhatine gölge düşürmektedir.
İbn Sa’d, V, 98.
Belâzürî, VI, 380.
90
Belâzürî, VI, 380. Ayrıca bk. İbnü’d-Devadarî, VI, 150-151.
91
Krş. Belâzürî, VI, 384; Ya’kûbî, II, 258; Taberî, s. 1078; İbn A’sem, II, 276; İbnü’l-Esîr, s. 558;
Nüveyrî, XXI, 15.
88
89
212
Diğer yandan, o sırada Kûfe valisi olarak görev yapan Âmir
b. Mes’ûd’un İbn Zübeyr tarafından azledilerek, 92 onun yerine
Abdullah b. Yezîd el-Ensârî ve İbrahim b. Muhammed b. Talha b.
Ubeydullah’ın birisi idarî işlerden diğeri de malî işlerden sorumlu
olarak Kûfe’ye atanmaları ve bunların, Muhtâr’ın 15 Ramazan 64
(5 Mayıs 684) tarihinde bir Cuma günü Kûfe’ye varmasından bir
hafta sonra şehre girmeleri, 93 Muhtâr’ın İbn Zübeyr’den izin alarak Mekke’den çıkmakla beraber, “onun, İbn Zübeyr tarafından
Kûfe’ye vali olarak atandığı” 94 yönündeki iddiaların aksine, aslında
İbn Zübeyr’in ona herhangi bir görev vermediğini ve hatta ona
hiç güvenmediğini göstermektedir.
Kûfe’ye girer girmez rastladığı her guruba selam verip, “Size zafer ve kurtuluş müjdeliyorum!” diyerek faaliyetlerine başladığı,
ardından Ehl-i Beyt’e yakınlığıyla bilinen kişilerle irtibata geçtiği
ve Şîa’nın durumunu araştırdığı görülen Muhtâr’ın, ilk başta İbnü’l-Hanefiyye’den bahsetmemekle birlikte evine gidip yerleştikten sonra, yanına gelen kişilerle yaptığı istişarede kendisine
Şîa’nın Süleyman b. Surad’ın etrafında toplandığının haber verilmesi üzerine, onun: “el-Mehdî İbnü’l-Vasî Muhammed b. Ali, beni size
güvenilir bir vezir ve seçilmiş bir emir olarak gönderdi. Beni, mülhitlerle
savaşmak, Ehl-i Beytinin kan davasını gütmek ve zayıfları korumakla
görevlendirdi.” diyerek onları kendi tarafına çekmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. 95 Muhtemelen Muhtâr, bu sözü İbn Zübeyr’in gönderdiği görevlilerin Kûfe’ye girmesinden sonra, artık İbn Zübeyr’in buralarda kendisine hiçbir şekilde görev vermeyeceğini
anlayınca söylemiştir. Eğer böyle bir gelişme olmasaydı muhtemelen Muhtâr, İbnü’l-Hanefiyye’den hiç söz etmeyecek ve belki
Belâzürî, VI, 380.
Taberî, s. 1051.
94
Bürrî, I, 411.
95
Taberî, s. 1058. Ayrıca bk. İbn Sa’d, V, 98; Belâzürî, VI, 380; Ya’kûbî, II, 258.
92
93
213
de İbn Zübeyr’e olan desteğini sürdürecekti. Çünkü Muhtâr’ın,
Kûfe’yi ele geçirmesinden sonra bile İbn Zübeyr’le haberleşerek
valisini şehirden kovmasının sebebini onun işin ehli olmamasına
bağlayarak, bir nevi bu görevi kendisine vermesini istediği ve
onunla irtibatını koparmak istemediği görülüyor. 96 Ayrıca Muhtâr’ın, Hz. Hüseyin’in katillerinden intikam almak gayesiyle Süleyman b. Surad öncülüğünde sürdürülen hazırlıklara katkıda
bulunmak bir yana, onu eleştirerek başlattığı hareketi baltalamaya çalışması, 97 hatta bu yönde büyük bir mesafe katederek İbn
Surad’la beraber yola çıkması planlanan on altı bin kişilik gurubun dört bin kişide kalmasına sebep olması, 98 onun şahsi birtakım
hesaplar peşinde olduğu kuşkusunu uyandırmaktadır.
Süleyman b. Surad’ın 65/684 yılının ortalarında karşı karşıya geldiği Şam ordularına yenilmesi üzerine Muhtâr, Wellhausen’nin ifadesiyle vicdanı hiç sızlanmadan onun mirasına kondu. 99
Bu şekilde “Hz. Hüseyin’in intikamı” argümanıyla hareket etmesinin de önünde artık bir engel kalmayan Muhtâr, Muhammed b.
Hanefiyye’nin adını kullanarak başlattığı çalışmalarına hız verdi.
65 yılının Ramazan ayında (Nisan 685) Kûfe’ye atanan yeni vali
Abdullah b. Mutî’in gelişi de onun hızını kesmedi. Hatta yeni valiyi yaptığı ilk konuşmasında taciz ettiği gibi, 100 sürdürmekte olduğu faaliyetlerini daha da hızlandırdı ve artık yeni senenin başı
Muharrem ayında isyan bayrağını kaldırma kararını aldı. Ancak
bu sırada bölgedeki ileri gelen bazı şahsiyetlerin, onun İbnü’lHanefiyye tarafından gönderildiği konusunda şüphelerini dile
Bk. Belâzürî, VI, 454; İbn Kesîr, VI, 47.
Taberî, s. 1051, 1058.
98
Taberî, s. 1060.
99
Wellhausen, Julius, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan,
Ankara 1989, s. 123.
100
İbn A’sem, II, 273.
96
97
214
getirerek durumu araştırmak üzere Mekke’ye gitmeleri bu planı
aksattı. 101
Aralarında Abdurrahman b. Şureyh’in bulunduğu heyet,
Mekke’ye gidip İbnü’l-Hanefiyye ile görüştüler. Yapılan görüşmede Muhtâr’ın bölgede yürüttüğü faaliyetler konusunda onu bilgilendirdiler. 102 Ardından ona: “Muhtâr b. Ebî Ubeyd, yanımıza gelerek
Hüseyin’in kanını talep etmek üzere sizin tarafınızdan gönderildiğini
iddia ediyor.” 103 diyerek konuyla ilgili onun görüşlerini öğrenmek
ve o doğrultuda hareket etmek istediklerini bildirdiler. 104 İbnü’lHanefiyye, onların bu açık taleplerine karşı onlarla diğer bazı
konuları gayet açık bir şekilde konuşmakla birlikte, 105 Muhtâr
konusunda onlara, “Allah’a yemin ederin ki Allah’ın, düşmanlarımıza
karşı bize dilediği kimse ile yardım etmesini arzu ederim.” 106 şeklinde
muğlak bir cevap verdi.
Bu söze ilave olarak İbnü’l-Hanefiyye’nin onlara: “Yalancılara dikkat edin. Canlarınıza ve dininize mukayyet olun.” dediği de rivayet edilmektedir. 107 Bu ifade ile İbnü’l-Hanefiyye, onun adına hareket ettiği söylenen Muhtâr’a karşı dikkatli olunmasını imâ etmiş
olsa bile ona karşı açık bir tavır ortaya koymamıştır. Nitekim bu
kaçamak cevabından sonra, ondan daha açık bir cevap almak için
ısrar etmek yerine bunu kendileri için yeterli görüp onun yanından ayrıldıkları görülen heyet, aldıkları cevap için “Bu, onun izin ve
Belâzürî, VI, 384; Taberî, s. 1078.
Taberî, s. 1078; Nüveyrî, XXI, 15.
103
Belâzürî, VI, 384.
104
Taberî, s. 1078; İbn A’sem, II, 275.
105
Bu görüşmede gündeme getirilen Ehl-i Beytin konumu ve Hz. Hüseyin’in katli konusunda İbnü’l-Hanefiyye, Ehl-i Beyt olarak bulundukları makamı Allah’ın bir lütfu, Hz. Hüseyin’in başına gelenleri de takdir-i ilahî olarak değerlendiriyor. Bk. Taberî, s. 1078; İbn
A’sem, II, 275.
106
Belâzürî, VI, 384; Ya’kûbî, II, 258; Taberî, s. 1078; İbn A’sem, II, 276; İbnü’l-Esîr, s. 558;
Nüveyrî, XXI, 15.
107
İbn Sa’d, V, 99.
101
102
215
ruhsat verdiği anlamına geliyor, yoksa isteseydi yapmayın diyebilirdi.” 108 diyerek Kûfe’ye geri döndüler.
Muhtâr ise gelişmeleri endişeyle izliyor, planlarının deşifre
edilmesinden korkuyordu. 109 Onun bu korkusu, İbn Kesîr’in dediği
gibi aslında İbnü’l-Hanefiyye’nin emriyle hareket etmemiş olmasından kaynaklanıyordu. 110 Bu nedenle Muhtâr, Kûfe’ye geri dönen heyete İbnü’l-Hanefiyye ile yaptıkları görüşmede vardıkları
neticeyi sorduğunda, onların “Sana yardım etmemize izin verdi!”
şeklindeki cevaplarına tekbir getirerek karşılık vermiş ve hemen
taraftarlarını toplayarak gelen heyetten izlenimlerini onlara aktarmalarını istemişti. Onu bu isteği üzerine Abdurrahman b. Şureyh, toplanan kalabalığa yaptığı konuşmada İbnü’lHanefiyye’nin kendilerine, Muhtâr’a destek ve yardımcı olmalarını emrettiğini ve artık konuyla ilgili bir şüphelerinin kalmadığını
anlatmıştı. 111
Bu olaydan sonra Muhtâr’ın etrafındaki taraftar kitlesi daha da arttı. Fakat Muhtâr’a, valinin etrafında yer alan eşrafa karşı
başarı sağlaması için bölgenin ileri gelen şahsiyetlerinden İbrahim b. Eşter’in desteğini de alması gerektiği söylendi. Bunun üzerine Muhtâr, İbrahim b. Eşter’e bir heyet göndererek desteğini
almalarını istedi. İbrahim b. Eşter ise onların tekliflerini ancak
kendisini lider olarak seçmeleri durumunda kabul edebileceğini
söyledi. Ancak heyettekiler, Muhtâr’ın İbnü’l-Hanefiyye tarafından emir olarak görevlendirilmiş olduğunu, bu nedenle söz konusu şartı kabul edemeyeceklerini söyleyerek elleri boş döndüler. 112
Aradan üç gün geçtikten sonra İbrahim b. Eşter’den bir ses çıkBelâzürî, VI, 384; Taberî, s. 1078.
Belâzürî, VI, 384; Taberî, s. 1078.
110
İbn Kesîr, VI, 18.
111
Belâzürî, VI, 384-385; Taberî, s. 1078.
112
Belâzürî, VI, 385; Taberî, s. 1079.
108
109
216
madığını gören Muhtâr, Âmir eş-Şa’bî ve babasının da bulunduğu
başka bir heyetle onun yanına bizzat gitti ve ona kendilerine katılması yönünde İbnü’l-Hanefiyye’nin emri olduğunu bildirdi.
Ardından İbnü’l-Hanefiyye tarafından gönderildiğini iddia ettiği
bir mektup göstererek bu emre uymasını, aksi takdirde onun İbnü’l-Hanefiyye ve sevenleri tarafından terk edileceği uyarısında
bulundu. 113
Söz konusu mektupta şunlar yazılıyordu: “Bismillahirrahmanirrahim. Muhammed el-Mehdî’den İbrahim b. Malik el-Eşter’e. Selamün
aleyke. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a hamd ederim. Ben, sizlere vezirim ve kendi vekilim olarak seçtiğim güvenilir dostumu gönderiyorum. Ona düşmanlarımla savaşmasını ve Ehl-i Beytimin kan davasını
gütmesini emrettim. Sen kendin, aşiretin ve sana itaat edenler olmak
üzere ona destek olun. Bana yardım eder, davetime icabet edip vezirimi
de desteklersen şüphesiz bu senin için benim nezdimde bir fazilet olarak
tescil edilecektir. Bu yolda sana silah desteği sağlanacak ve bütün savaşan ordular emrine verilecektir. Ayrıca Kûfe’den Şamlıların en uzak beldelerine kadar ele geçirdiğin bütün şehirler ve bunların yönetimi senin
emrinde olacaktır. Buna uyulacağına dair Allah adına söz veriyorum.
Şayet bunu yaparsan Allah katında da daha üstün ikramlara nail olacaksın. Yok eğer yüz çevirirsen, helak olur ebediyen iflah olamazsın.
Vesselamu aleyk.” 114
İbrahim b. Eşter, mektubu okuduktan sonra kullanılan ifadelerde bir gariplik sezdi ve mektubun başındaki “Mehdî” ibaresine dikkat çekerek daha önce İbnü’l-Hanefiyye ile mektuplaştığını,
ancak onun kendi ismi ve babasının isminden başka bir ünvan
kullanmadığını söyledi. 115 Muhtâr da onun bu şüphesine karşı, “O
Taberî, s. 1079; İbn A’sem, II, 277-278.
Taberî, s. 1079; İbn Miskeveyh, II, 144. Ayrıca bk. Belâzürî, VI, 386; İbn A’sem, II, 278;
Hatîbü’l-Havârizm, II, 237-238; İbnü’l-Esîr, s. 558; Nüveyrî, XXI, 17.
115
Belâzürî, VI, 385; Taberî, s. 1079; İbn A’sem, II, 278.
113
114
217
zaman öyleydi, şimdi böyle!” diyerek konuyu geçiştirmeye çalıştı ve
mektubun İbnü’l-Hanefiyye’ye ait olduğuna dair beraberinde
getirdiği adamlarını şahit gösterdi. Şa’bî ve babası dışında heyettekilerin hepsi, mektubun İbnü’l-Hanefiyye tarafından gönderildiğine dair şahitlik edince İbrahim b. Eşter, kalkıp ona biat etti.
Ancak onun içinde hala bir şüphe vardı. Bu nedenle meclis dağılıp
Muhtâr’ı uğurladıktan sonra Şa’bî’yi bir kenara çekip “Hatırladığım
kadarıyla sen ve baban, şahitlik etmediniz; gerçekten onların doğru şahitlikte bulunduğunu düşünüyor musun?” diye sordu. Şa’bî, kendi
ifadesine göre bu konuda şüphesi olmakla birlikte, hareketin başarıya ulaşmasını arzu ettiği için şahitleri övdü ve onların haktan
başka bir şey söylemelerinin söz konusu olamayacağını söyledi.
Bunun üzerine İbrahim b. Eşter, şahitleri tam olarak tanımadığını,
bu nedenle onların isimlerini bir kâğıda yazmasını istedi. Şa’bî de
onun bu isteğini yerine getirerek meseleyi kapattı. 116
Bu hadiseyi ele alan Dîneverî, “Mehdî” meselesi ve İbrahim
b. Eşter’in şüphesinden bahsetmemekle birlikte Şa’bî’nin konuyla
ilgili ciddi anlamda şüpheleri olduğuna işaret etmektedir. Dîneverî’nin anlattığına göre, mektubun üzerindeki mühür daha Muhtâr’ın evindeyken Şa’bî’nin dikkatini çekmiştir. Kurşun mührün,
bir gece önce vurulmuş gibi parladığını gören Şa’bî’nin içine bir
kurt düşmüş, görüşme sırasında bunu belli etmemekle birlikte
daha sonra şahitlerin evlerini teker teker dolaşarak, onlarla yaptığı görüşme neticesinde mektubun Muhtâr tarafından uydurulduğu sonucuna varmıştır. Hatta Hicaz’a kadar giderek meseleyi
tetkik etmiş ve oralarda da Muhtâr’ı tasdik eden bir kanıta rastlamamıştır. 117
116
117
Taberî, s. 1079. Bk. İbn A’sem, II, 278.
Dîneverî, s. 255-256.
218
Müberred ise olayı daha farklı bir şekilde aksettirmektedir.
Onun anlattığına göre İbrahim b. Eşter, gelen teklifler karşısında
İbnü’l-Hanefiyye’nin izni olmadan Muhtâr’a katılamayacağını
bildirmiştir. Bu nedenle Muhtâr, İbnü’l-Hanefiyye’ye bir mektup
yazarak bu konuda ondan izin istemiş, ancak İbnü’l-Hanefiyye
ona güvenmediği için doğrudan İbrahin b. Eşter’e bir mektup
yazarak “Allah’ın, dilediği herhangi bir kimsenin eliyle hakkımızı alması
bizi rahatsız etmez.” demiştir. İbrahim b. Eşter de bunun üzerine
ona katılmıştır. 118
Aslında Muhtâr’ın, daha Kûfe’ye ilk geldiğinde bu mektup
oyununu oynadığı görülmektedir. Rivayete göre Muhtâr, İbn Zübeyr’in aslında işin başında İbnü’l-Hanefiyye adına hareket ettiğini, fakat daha sonra ihanet ederek ona haksızlık ettiği yönünde
halk arasında konuşmalar yapmış; İbnü’l-Hanefiyye’nin faziletinden söz ederek kendisinin onun tarafından Kûfe’ye gönderildiğini
ve yanında bu konuda İbnü’l-Hanefiyye tarafından yazılmış bir
mektup olduğunu söylemiş ve bir gizem havası vererek sakladığı
bu mektubu sadece güvendiği kişilere okutmuş; İbrahim b. Eşter’in desteğini almak için de aynı şekilde İbnü’l-Hanefiyye adına
bir mektup uydurarak onu kendi tarafına çekmeyi başarmıştır. 119
Neticede Muhtâr’a açık bir şekilde destek vermemekle birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin, adının kullanılmasına karşı açık bir
tavır sergilememiş olması ve konuyla ilgili muğlak ifadeler kullanarak gelişmeleri izlemekle yetinmesi, Muhtâr’ın önünü açmış
oldu.
118
119
Müberred, III, 1194.
İbn Sa’d, V, 99; İbn Asâkir, LIV, 342.
219
Bu şekilde bölgede büyük bir taraftar kitlesi toplamayı başaran Muhtâr, nihayet 14 Rabiulevvel 66 (19 Ekim 685) 120 tarihinde başlattığı isyan hareketinde hiç zorlanmadı. Kısa sürede
Kûfe’yi ele girdikten sonra Basra hariç Irak bölgesindeki diğer
şehirleri de ele geçirdi ve buralara valilerini atadı. 121 Muhtâr, çok
kan dökmek zorunda kalmadan Kûfe hâkimiyetini ele geçirmişti.
Adil ve ılımlı bir şekilde idareyi yürütmeye, heyecanı yatıştırarak
düşman fırkaları birbirleriyle barıştırmaya gayret etti. Bu nedenle
savaş parolası, “Hüseyin’in intikamı” olmasına rağmen taraftarlarını cinayet işlemek ve gaddarlık etmekten alıkoydu. 122
Muhtâr’ın Kûfe’yi ele geçirmesinden sonra yaptığı ilk konuşmasında ve halktan biat alırken kullanılan ifadelerde İbnü’lHanefiyye’den hiç söz edilmemesi; 123 aksine onun, İbn Zübeyr ile
irtibat kurarak eski vali Abdullah b. Mutî’in yetersizliğini öne
sürerek, hatta onun Emevî sempatizanı olduğunu iddia ederek
yaptıklarına mazeret bulmaya çalışması ve bir nevi buraların yönetimini kendisine bırakmasını imâ etmesi, 124 onun ikili oynayarak aslında kendi adına hareket ettiğini gösteren diğer hususlardan biridir.
İbn Zübeyr, Muhtâr’ın Kûfe’yi ele geçirmesinden sonra
kendisine bağlılığını bildirmesi üzerine Ömer b. Abdurrahman elMahzumî’yi vali olarak Kûfe’ye gönderdi. Ancak Muhtâr, yeni
valiyi daha şehre girmeden geri çevirdi. Bu sefer Muhtâr, İbn
Zübeyr’e haber göndererek o sırada Vadi’l-Kurâ’ya kadar gelmiş
olan Şam ordusuna karşı ona yardımcı olmak için asker gönderme
İbnü’l-Esîr, s. 557.
Bk. Dîneverî, s. 268; Taberî, s. 1085-1086; İbnü’l-Esîr, s. 562.
122
Wellhausen, Muhalefet Partileri, s. 128, 129. Bk. Taberî, s. 1076-178; İbnü’l-Esîr, s. 562; İbn
Kesîr, VI, 21.
123
Bk. Belâzürî, VI, 394; Taberî, s. 1085; İbn A’sem, II, 289-290; İbn Miskeveyh, II, 162; İbnü’lEsîr, s. 561-562; Nüveyrî, XXI, 20; İbn Kesîr, VI, 21.
124
Bk. Taberî, s. 1099; İbn Asâkir, LVIII, 236; İbnü’l-Esîr, s. 567; İbn Kesîr, VI, 47.
120
121
220
teklifinde bulundu. İbn Zübeyr de ona, eğer hala kendisine bağlılığını sürdürüyorsa askerlerini kabul edebileceğini bildirdi. Bunun
üzerine Muhtâr, Şurahbil b. Vers komutasında üç bin kişilik bir
ordu gönderdi. Ancak İbn Zübeyr, onun niyetinden emin olmadığı
için gelen ordunun durumunu araştırmak ve eğer başka bir maksatları varsa onlarla savaşmak üzerek Abbâs b. Sehl’i iki bin kişi ile
onları karşılamaya gönderdi. Abbâs b. Sehl, maksatlarının İbn
Zübeyr’e yardım olmadığını anlayınca onları ikram ettiği yemeklerle meşgul oldukları sırada gafil avladı ve çoğunu kılıçtan geçirdi. 125 Muhtâr’ın bu orduyu göndermedeki maksadının, öncelikle
Medine’yi ele geçirmek, ardından buraya bir emir tayin edip,
göndereceği yeni birliklerle bütün Hicaz bölgesini hâkimiyeti
altına almak olduğu söyleniyor. 126
Bu olaydan sonra İbn Zübeyr’e karşı açıkça cephe alan
Muhtâr, İbnü’l-Hanefiyye’ye bir mektup göndererek bu orduyu,
aslında düşmanlarına karşı ona yardımcı olmak ve onun adına
bölgeyi ele geçirmek için gönderdiğini, eğer arzu ederse başka
ordular gönderebileceğini, ancak bu askerlerin Medine’liler tarafından kabul edilmesi için onlara elçiler gönderip onu desteklediğini açıklamasını istedi. İbnü’l-Hanefiyye ise onun bu işbirliği
teklifini şu mektupla geri çevirdi: “Mektubun bana ulaştığında okudum. Benim hakkımı önemsediğini ve beni memnun etmeye çalıştığını
anladım. Ancak beni en çok memnun edecek olan şey, Allah’a itaatin söz
konusu olduğu işlerdir. Onun için yapacağın işlerde elinden geldiğince
Allah’a itaat et. Bil ki eğer ben isteseydim, insanlar koşa koşa bize gelir,
kendimize çok sayıda yardımcı bulurdum. Fakat ben, onlardan uzak
duruyorum. Allah, benim hakkımda hükmünü verinceye kadar sabredeceğim. O, en iyi hükmü verendir.” İbnü’l-Hanefiyye bunları yazmakla
125
126
Taberî, s. 1099-1100. Ayrıca bk. İbn Miskeveyh, II, 184-186; İbnü’l-Esîr, s. 568.
Bk. Taberî, s. 1099.
221
kalmadı, ifadelerinin yanlış yorumlanmasına imkân vermemek
için mektubu teslim ettiği elçiye, “Muhtâr’a söyle, Allah’tan korksun;
kan dökmekten elini çeksin.” demeyi ihmal etmedi. 127
Böylece İbnü’l-Hanefiyye, Muhtâr’ın faaliyetleriyle bir ilgisinin olmadığını ve onun yaptıklarını tasvip etmediğini ilk defa
açık bir şekilde ortaya koymuş oldu. Fakat İbn Zübeyr, bu olaydan
sonra Muhtâr’la işbirliği içinde olduğunu düşündüğü İbnü’lHanefiyye’nin üzerindeki baskılarını arttırdı ve daha önce de bahsettiğimiz gibi onu hapsedip yakmakla tehdit etti. 128 Bu gelişme,
İbnü’l-Hanefiyye’yi, Muhtâr’dan bizzat yardım istemek durumunda bıraktı. 129 Fakat, Muhtâr’dan yardım istemek için yazdığı mektubu götürüp yardım çağrısında bulunacak elçilere onun durumunu araştırmalarını, eğer bekledikleri gibi çıkarsa mektubu ona
teslim etmelerini, aksi takdirde durumlarını halka arz ederek
doğrudan halktan yardım talep etmelerini istemesi, 130 onun hala
Muhtâr’ın tam olarak ne yapmaya çalıştığını çözemediğini ve ona
şüpheyle yaklaştığını gösteriyor. Hatta, yardımların gelmesinden
sonra bile İbn Abbâs, Muhtâr’ı öven konuşmalar yaptığı halde
İbnü’l-Hanefiyye’nin onun hakkında suskun kaldığı, lehinde veya
aleyhinde hiç konuşmadığı görülmektedir. 131
Muhtâr’ın söz konusu talep üzerine gönderdiği askerî birlikler vasıtasıyla İbnü’l-Hanefiyye’yi içinde bulunduğu zor durumdan kurtarıp ona malî destek vermesine ve İbnü’lHanefiyye’nin de bu yardımları kabul etmesine rağmen, Muhtâr’ın Irak bölgesinde hâkimiyeti ele geçirdikten sonra, “Hüseyin’in intikamı” parolası ile bu işe giriştiği halde bu konuda ciddi
Taberî, s. 1100. Ayrıca bk. Belâzürî, VI, 420-421; İbn Miskeveyh, II, 187; İbnü’l-Esîr, s. 568.
Taberî, s. 1100; İbnü’l-Esîr, s. 568.
129
Wellhausen, Muhalefet Partileri, s. 132.
130
Belâzürî, III, 475.
131
İbn Sa’d, V, 105.
127
128
222
bir gayret göstermemesi, üstelik Kûfeli eşrafın arasında bulunan
katillere emân verip onları kollaması, çoğunluğunu mevâlinin
oluşturduğu kendi askerleri arasında homurdanmaların yükselmesine sebep olduğu gibi, 132 İbnü’l-Hanefiyye’nin onu yalancılıkla
suçlamasına yol açtı. Nitekim Muhtâr, İbn Zübeyr’e yazdığı bir
mektubu beraberinde gönderdiği elçisine, mektubu adresine teslim ettikten sonra İbnü’l-Hanefiyye’ye uğramasını ve ona Muhtâr’ın, onu ve Ehl-i Beytini sevdiğini söylemesini istemiş; elçi de
onun bu emrini yerine getirip dediklerini aktarınca İbnü’lHanefiyye, elçiye çıkışarak: “Yalan söylüyorsun. Ebû İshâk da yalan
söylüyor. Hüseyin’i katleden Ömer b. Sa’d’ı döşeğinde oturtup dururken
nasıl oluyor da beni ve Ehl-i Beytimi seviyor!” şeklinde tepki göstermişti. 133
Bu arada Muhtâr, Abdülmelik b. Mervân’ın emrindeki
Ubeydullah b. Ziyâd tarafından 66 yılının sonlarına doğru hâkimiyeti altındaki topraklar taciz edilmeye başlanınca önce Yezîd b.
Enes’i üç bin kişi ile, ardından da İbrahim b. Eşter’i 7 bin kişilik bir
orduyla onun üzerine gönderdi. Bu şekilde Muhtâr’ın yalnız kalmasını fırsat bilen Kûfeliler ona karşı ayaklandılar. Bu ayaklanma
karşısında zor durumda kalan Muhtâr, İbrahim b. Eşter’i geri çağırdı ve onun sayesinde isyanı bastırdı. Artık Muhtâr’ın, Hz. Hüseyin’in katillerini korumak için bir mazereti kalmamıştı. Bu nedenle esir alınan isyancılardan Hz. Hüseyin’in katline karışanların
hepsi çeşitli işkencelerle öldürülürken, kaçanların yakalanması
için amansız bir takip başlatıldı. Yakalananlar öldürüldü, kaçmayı
başaranların da geride bıraktıkları evleri yerle bir edildi. 134
İbnü’l-Esîr, s. 562; İbn Kesîr, VI, 21.
el-İmâme ve’s-Siyâse, II, 30; İbn Abdirabbih, IV, 404; Ebü’l-Arab et-Temimî, s. 195. Bk.
Taberî, s. 1095; İbnü’l-Esîr, s. 566.
134
Bk. Taberî, s. 1087, vd.; İbnü’l-Esîr, s. 562, vd.
132
133
223
İsyanın asıl sebebi, Muhtâr’ın mevâliye tanıdığı yeni haklar
ve onları Kûfeli eşrafa tercih etmesi olmakla birlikte onların,
Muhtâr’ı İbnü’l-Hanefiyye’nin desteğiyle hareket ettiği yönünde
yalan söylediğini öne sürmeleri dikkat çekicidir. 135 Hatta bu düşüncelerini onunla yaptıkları görüşmede onun yüzüne karşı dile
getirmişlerdi. Muhtâr ise onların bu iddialarını çürütecek bir delil
ortaya koyamamış, sadece onları oyalamak için bir heyet gönderip durumu tetkik etmelerini önermişti. 136
Muhtâr, isyandan sonra İbnü’l-Hanefiyye’yi memnun etmek için Hz. Hüseyin’in katlinde rol oynayanlardan öldürdüğü
elebaşların kellelerini, birer mektup ve bir kısım mallarla birlikte
ona peş peşe göndermeye başladı. Özellikle Ömer b. Sa’d ile Ubeydullah b. Ziyâd’ın öldürülmeleri, Ehl-i Beyti oldukça memnun
ettiği görülmektedir. 137 Öyle ki bunların kesik başları getirilip
önlerine konulduğunda, Muhammed b. Hanefiyye dışında, Muhtâr’a duydukları memnuniyeti dile getirmeyen kimse kalmadı. 138
İbn A’sem, Ömer b. Sa’d’ın başı getirildiğinde İbnü’l-Hanefiyye’nin
de mutluluktan secdeye kapandığını, ardından Muhtâr için dua
ederek bir daha onun aleyhinde konuşmayacağını söylediğini
iddia etmektedir. 139 Ancak başka kaynaklarda bunu destekleyen
bir veriye rastlamadığımız gibi, aksine İbn Abbâs’ın: “Katillerimizi
öldürdü, intikamımızı aldı.” diyerek Muhtâr’ı övmesi üzerine İbnü’lHanefiyye’nin, ona müdahale ederek: “Biz onun nasıl biri olduğunu
daha iyi biliriz, onun hakkında iyi bir şey söyleme!” dediği rivayet
edilmektedir. 140
Dîneverî, s. 274.
Taberî, s. 1090.
137
Bk. Dîneverî, s. 275, vd.; Ya’kûbî, II, 259; İbn A’sem, II, 294, vd.
138
İbn Sa’d, V, 100.
139
İbn A’sem, II, 298.
140
Belâzürî, VI, 446.
135
136
224
Diğer yandan Muhtâr’la birlikte hareket edip etmemeleri
konusunda, daha önce zikrettiğimiz Abdurrahman b. Şureyh başkanlığındaki Kûfeli heyetin dışında, münferit olarak İbnü’lHanefiyye ile görüşenlerin de olduğu görülmektedir. Rivayete
göre Muâviye b. Sa’lebe adında bir kişi, İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına gitmiş ve kendilerine elçi göndererek davette bulunan Muhtâr’ın taleplerine karşı ne yapmaları gerektiği konusunu danışmış,
İbnül-Hanefiyye de ona savaşmamasını tavsiye etmiştir. 141 Yine
Basralı bir adamın, onun yanına giderek: “Şu Muhtâr aramızda
zuhur etti, sizin adınıza davette bulunuyor. Eğer emrinizle bunu yapıyorsa ona uyalım.” dediği, İbnü’l-Hanefiyye’nin de ona: “Şu oğluma
ne emretmişsem sana da onu emrediyorum. Biz, öyle bir aileyiz ki, bu
ümmetin adına leke sürmeyiz ve ümmetin rızası olmadan yönetimi ele
geçirmeyiz. Nitekim Ali, iktidarın kendi hakkı olduğunu biliyordu. Fakat
o, kendisine biat edilinceye kadar savaşmadı.” karşılığını verdiği rivayet edilmektedir. 142 Öyle anlaşılıyor ki her iki rivayette söz konusu
edilen şahıslar aynı kişi olup, 143 Muhtâr’ın Irak bölgesini ele geçirmesinden sonra hâkimiyet sağlayamadığı Basra’yı almak için
yaptığı faaliyetler sırasında gidip İbnü’l-Hanefiyye ile görüşmüştür. 144
Abdullah b. Zübeyr’in 67 (686-687) yılında kardeşi Mus’ab b.
Zübeyr’i Basra’ya vali olarak göndermesiyle birlikte bölgedeki
gelişmeler, Muhtâr’ın aleyhine döndü. Mus’ab, daha önce Muhtâr’dan kaçarak Basra’ya sığınmış olan Kûfeli eşrafın teşvikiyle,
bölgede Haricilere yönelik başarılı operasyonlarıyla tanınan Mühelleb. b. Ebî Sufra’yı da yanına alarak büyük bir orduyla Kûfe’ye
doğru harekete geçti. Mus’ab’ın ordusunu Harura’da karşılayan
İbn Ebî Şeybe, VI, 191.
İbn Asâkir, LIV, 346.
143
Bk. Belâzürî, VI, 450.
144
Bk. Taberî, s. 1097.
141
142
225
Muhtâr, bozguna uğrayınca Kûfe’ye çekildi. 145 Şehrin iç kalesine
sığınan Muhtâr, dört ay süren direnişten sonra askerlerinin iyice
gevşemesi üzerine kendisi için emân talebinden bulundu, ancak
bu teklifi kabul edilmeyince 14 Ramazan 67 (3 Nisan 687) tarihinde düşmanla çarpışmaya ikna edebildiği on dokuz adamıyla birlikte kaleden inip kahramanca çarpışarak yaşamını yitirdi. 146
Muhtâr’la Mus’ab’ın karşı karşıya geldiği sırada İbnü’lHanefiyye’nin, bölgedeki taraftarlarına bir mektup göndererek
onları gelişen olaylar karşısında dikkatli olmaya çağırdığı görülmektedir. Taberî’nin yer verdiği mektupta İbnü’l-Hanefiyye, taraftarlarına şöyle hitap ediyordu: “Muhammed b. Ali’den Kûfe’deki
arkadaşlarımıza. Çıkıp, sohbet ortamlarına ve camilere sığınarak Allah’ı
gizli veya açık zikredin. Müminlerin arkasından gizli işler çevirmeyin.
Eğer canınızın tehlikeye girmesinden korkarsanız, yalancılar karşısında
inancınızı korumaya özen gösterin, namaz, oruç ve dualarınızı artırın.
Zira, Allah dilemedikçe hiç kimsenin, bir başkasına ne faydası ne de
zararı dokunabilir. Herkes, yaptıklarından sorumludur. Hiç kimse, bir
başkasının günahını yüklenmez. Allah, herkesi yaptıklarıyla hesaba
çekecektir. Öyleyse iyi işler yapın, (ahiretiniz için) kendinize güzel bir
gelecek hazırlayın ve gafillerden olmayın. Vesselamu aleykum.” 147
Mektubun bölgede birtakım gâlî düşünceleri yaymaya çalışan iki kadının faaliyetleri bağlamında yazıldığı anlaşılmaktadır.
Ancak mektubun zamanlaması ve içeriğinin yanı sıra, söz konusu
kadınların aynı zamanda Muhtâr’ın askerlerini düşmana karşı
cesaretlendirmek için uğraştıklarını göz önünde bulundurursak,
İbnü’l-Hanefiyye’nin bölgede yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan
birtakım sapkın düşüncelere karşı o bölgedeki taraftarlarını
Taberî, s. 1107-1110.
Taberî, s. 1112, 1115.
147
Taberî, s. 1111.
145
146
226
uyarmakla birlikte, aslında Muhtâr’ın girdiği çatışma ortamından
onları uzaklaştırmaya çalıştığını görmüş oluruz. 148
Bu arada, kaynaklarda Muhtâr’ın ölmeden önce bir itirafta
bulunduğundan söz edilmektedir. Belâzürî ve Taberî’nin aktardığına göre Muhtâr, en yakın adamlarından olan ve kendisiyle birlikte kaleden inip çarpışarak ölen on dokuz kişiden biri olan Sâib
b. Mâlik el-Eş’arî ile nasıl bir strateji izleyecekleri konusunu tartışırken, “Sen ne kadar ahmaksın! Ben, sadece Araplardan bir adamım.
Baktım ki Hicaz’da İbn Zübeyr, Şam’da Mervân, Yemâme’de de Necdet
ortaya çıktılar. Ben de onlardan geri kalacak değildim!” diyerek ona
gerçek niyetini izhar etmiştir. 149
Bu sözüyle Muhtâr’ın tam olarak ne demek istediği kapalı
olmakla birlikte konuyu ele alan Dîneverî, onun niyetini daha açık
ifadelerle ortaya koymaktadır. Dîneverî’nin anlattığına göre Muhtâr, Sâib b. Malik’e seslenerek, “İhtiyar! Hadi çıkıp kendi hesabımıza
çarpışalım, din adına değil.” demiştir. Sâib, onun bu çıkışına şaşırarak dinî kaygılarla bu işe kalkıştıklarını düşündüklerini söyleyince
Muhtâr, yemin ederek dünya menfaati için bu işe girdiğini, amacına ulaşmak için de Hz. Hüseyin’in intikamını alma bahanesine
sığınmaktan başka çaresi olmadığını açıklamıştır. 150
Muhtâr’ın öldürülmesinden sonra eşlerinden birinin ondan
teberri etmeyerek bu uğurda canını vermesi ve ölümünden sonra
bile ona sadakatlerini devam ettiren başka kişilerin varlığı gerekçe gösterilerek kaynaklarda ona nispet edilen bu itirafın, daha
sonraları düşmanları tarafından ortaya atılan bir iftira olduğu
Bk. Taberî, s. 1111.
Belâzürî, VI, 440; Taberî, s. 112. Ayrıca bk. İbn A’sem, II, 351; İbn Miskeveyh, II, 209;
İbnü’l-Esîr, s. 575.
150
Dîneverî, s. 280.
148
149
227
söylenmektedir. 151 Ancak etrafındaki kuşatma dört ay sürmesine
rağmen Musul’da bulunan İbrahim b. Eşter’in ona yardım etmek
için kılını kıpırdatmamış olması, 152 o zamanlar Muhtâr’la ilgili
birtakım şüphelerin su yüzüne çıktığını göstermektedir.
Ayrıca bu savaş sırasında Mus’ab’ın tarafında yer alan
Ubeydullah b. Ali b. Ebî Tâlib’in Muhtâr’ın askerleri tarafından
bile bile öldürülmesi, Muhtâr’ın samimiyeti ile ilgili kuşkuları
gündeme getirdiği gibi; 153 İbnü’l-Hanefiyye’nin, onun ölüm haberi
karşısında sarf ettiği sözler de söz konusu itirafın ona ait olabileceğini desteklemektedir. Hatırlanacağı üzere, Muhtâr’ın ölümünden sonra Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Urve’yi İbnü’l-Hanefiyye’ye
göndererek, “Yardım istediğin yalancıyı Allah öldürdü ve Irak halkı
benim üzerimde birleşti. Artık biat et.” mesajını iletince İbnü’lHanefiyye, o zamana kadar Muhtâr’la yaşananları da özetleyen bir
konuşma yapmıştı. İbnü’l-Hanefiyye, Urve ile yaptığı konuşmasında Muhtâr’ı hiçbir zaman davetçi veya yardımcı olarak göndermediğini ifade etmiş ve aslında Muhtâr’ın kendisinden çok İbn
Zübeyr’e yakın bir kişi olduğunu belirterek: “Eğer o, yalancıysa
zaten yalanı üzerinde yaşayıp gitti. Yok eğer böyle değilse, o kendisini
daha iyi bilir. Bende hilaf olmaz. Eğer ben bozgunculuk yapan biri olsaydım, kardeşinin yanında durmaz beni davet edenlerle birlikte çıkardım.
Ama ben, kardeşinin aleyhine gelişecek olan bu teklifleri reddettim.”
demişti. 154
Konuyu bitirmeden önce burada Muhtâr’ın, hareketini başlatırken desteklerini almak için Ali b. Hüseyin ile Muhammed b.
Hanefiyye arasında gidip geldiği yönündeki rivayetler üzerinde
Wellhausen, Muhalefet Partileri, s. 146. Ayrıca bk. Feyyûmî, Muhammed İbrâhim, eşŞîatü’l-Arabiyye ve’z-Zeydiyye, Kahire 2002, s. 239.
152
Hatîbü’l-Havârizm, II, 277.
153
Belâzürî, VI, 439; Taberî, s. 1111.
154
İbn Sa’d, V, 106.
151
228
durmak istiyoruz. Belazurî’nin aktardığı bir rivayete göre Muhtâr,
Kûfe’yi ele geçirmesinden sonra İbn Zübeyr’e bir mektup göndererek ele geçirdiği malları kendisine bırakması durumunda ona
olan bağlılığını sürdüreceğini bildirir. Ancak İbn Zübeyr onun bu
talebini reddedince Muhtâr, bu sefer onunla irtibatını keser ve Ali
b. Hüseyin’e bir mektup yazarak ona biat etmek istediğini bildirir.
Ali b. Hüseyin ise onun bu teklifini, söz konusu mektubla beraber
gönderilen mallarla birlikte geri çevirir. Üstelik camiye gidip
onun aleyhinde bir konuşma yaparak onu ayıplar ve kendisinin
yalancı olduğunu açıklar. Bunun üzerine Muhtâr, İbnü’lHanefiyye’ye bir mektup yazarak ona da aynı teklifte bulunur. Bu
sefer Ali b. Hüseyin, İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına gider ve ondan
Muhtâr’ın teklifini kabul etmemesini, hatta halkın karşısına çıkıp
ondan beri olduğunu açıklamasını ve onu kınayarak yalanlarını
anlatmasını ister. Ancak İbn Abbâs, İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına
gelip İbn Zübeyr’den gelebilecek tehlikeye karşı Muhtâr’ın desteğine ihtiyaç duyabileceğini gerekçe göstererek bunu yapmamasını söyler. İbnü’l-Hanefiyye de İbn Abbâs’ın tavsiyesine uyar ve
Muhtâr’ın kusurları konusunda suskun kalır. Böylece Muhtâr’ın
işi Kûfe’de gittikçe büyür. 155
Başka bir rivayete göre Ali b. Hüseyin, Muhtâr’ın gönderdiği mektubu açıp okumadan gönderilen hediyelerle birlikte kapıdan geri çevirince, mektubun üzerindeki isim silinerek “el-Mehdî
Muhammed b. Ali” şeklinde yeniden yazılır. 156
Bu rivayetler, Ali b. Hüseyin’in siyasetten uzak bir yol izlediği gerçeğini yansıtmakla birlikte bunların, onu Muhammed b.
Hanefiyye ile yarıştırma kaygısına mebni olduğunu düşünüyoruz.
Belâzürî, VI, 454. Ayrıca bk. Mes’ûdî, III, 83-84.
Tûsî, Ebû Cafer Muhammed b. el-Hasen (460/1068) İhtiyâru Marifeti’r-Ricâl, thk. Hasan elMustafa, Meşhed 1348, II, 126.
155
156
229
Çünkü Şiî eğilimli yazarların eserlerinde yer alan bu rivayetlerin
daha sonraları tersyüz edilerek İbnü’l-Hanefiyye’nin adeta Ali b.
Hüseyin’in emrinde hareket eder pozisyonuna sokulduğunu görüyoruz. Bu yeni rivayetlere göre İbnü’l-Hanefiyye, “Kalkın, benim
ve sizin imâmınız olan Ali b. Hüseyin’e gidelim.” diyerek Muhtâr’la
ilgili konuları Ali b. Hüseyin’e havale etmiş, o da İbnü’lHanefiyye’ye: “Amca! Bir zenci köle bile biz Ehl-i Beytin taraftarı olup
bizim adımıza kıyam etse insanlara ona uymak vacip olur. Bu iş için seni
görevlendiriyorum. İstediğin gibi hareket et.” demiştir. 157
Netice itibariyle Muhammed b. Hanefiyye’nin emir ve izni
olmamakla birlikte Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî’nin onun adını
kullanarak başlattığı harekete karşı suskun kalması ve bu konuda
ciddi bir tavır sergilememiş olması, söz konusu hareketin yolunu
açmış ve kısa zamanda Irak bölgesinde yayılmasını sağlamıştır.
Daha sonraları İbnü’l-Hanefiyye, Muhtâr’ın açık destek taleplerini
geri çevirdiği ve zaman zaman onun hareketlerine karşı insanları
uyardığı halde, yine ondan tam anlamıyla teberri etmemiştir.
Kaldı ki kendilerine biat etmesi için onu sıkıştıran Abdullah b.
Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervân’a karşı açık bir şeklide cephe
almamış olan İbnü’l-Hanefiyye’nin, onun adamı olduğunu söyleyerek Ehl-i Beytin intikamını almak peşinde olduğunu iddia eden
ve ona ciddi anlamda yardımları dokunan Muhtâr’a karşı açık bir
tavır sergilemesi ve ona cephe alması beklenemezdi. Aslında o,
diğerlerine karşı sergilediği tutumu Muhtâr’a da göstermiştir.
Onun içindir ki İbnü’l-Hanefiyye’nin, İbn Zübeyr hareketine destek vermemesi bu hareketin çöküşünde etkin rol oynadığı gibi,
onun Muhtâr’a da destek vermemesi, hatta zaman zaman onun
aleyhine işleyen birtakım tasarruflarda bulunması bu hareketin
sonunu beraberinde getirmiştir.
157
Meclisî, XLV, 365. Ayrıca bk. Gölpınarlı, s. 569; Hâşimî, s. 215.
230
II. Dinî Düşünce ve Akımlara Etkisi
A. Dinî Düşünce ve Faaliyetleri
Muhammed b. Hanefiyye’nin yaşadığı dönem, İslâm dünyasında yaşanan ve sonraki dönemlere damgasını vuran en büyük
siyasî farklılaşma ve çalkantılara sahne olmakla birlikte aynı şeyi
dinî düşünce ve akımlar için söylemek mümkün görünmemektedir. Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra yaşanan Cemel ve Sıffin
savaşlarını müteâkiben Müslümanlar farklı siyasî kamplara ayrılmış, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesiyle bu ayrılık daha
da derinleşmiştir. Bununla birlikte Müslümanların itikadî açıdan
Hz. Peygamber dönemindeki saf İslâm inancını korumaya devam
ettiklerini söyleyebiliriz.
Başka bir ifade ile o dönemde Müslümanları farklılaşma sürecine iten faktör, inanç değil siyasettir. Rasulullah’ın vefatından
sonra kimin halife olacağı konusunda başlayan tartışmalar, Hz.
Ebû Bekir ve Hz. Ömer döneminden sonra altı halife adayının
ortaya çıkmasıyla birlikte dozunu arttırmıştır. Her ne kadar Şûrâ
neticesinde aday sayısı ikiye indiyse de Hz. Osman ve Hz. Ali’den
müteşekkil bu adayların seçilmesi süreci kadîm Emevî-Hâşimî
mücadelesini canlandırmıştır. Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından Hz. Ali’nin halife seçilmesi ve maktul halifenin katillerinin
tespit edilip cezalandırılması etrafında yaşanan ihtilaflar, İslâm
dünyasında bölünmeleri beraberinde getirmiştir.
Bölünmenin temeli siyasî olmakla birlikte özellikle Siffin
Savaşı’ndan sonra tahkim hadisesi etrafında Hz. Ali ile ters düşerek ondan ayrılan ve daha sonraki süreçte mevcut iktidarlar için
ciddi bir muhalefet sergileyen Haricilerin, muhaliflerini tekfir
ederek yola çıkmaları, ardından muhaliflerin çoluk-çocuklarının
231
kanlarını dökmek ve mallarını talan etmeyi mubah saymaları ve
büyük günah işleyen kişiyi tekfir etme noktasına varmaları siyasî
zeminde başlayan farklılaşmayı itikadî alana doğru sürüklemeye
başladı. Diğer yandan parçalanmış bütünlüğün diğer unsurları
Emevîler ile Hâşimilerin de konumlarını temellendirmek için dinî
referans arayışına girmeleri, özellikle Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra onun intikamını almak için yola çıktığı iddiasındaki
Muhtâr’ın Kûfe’de başlattığı hareket ve bu hareketin barındırdığı
mevâli unsuru bu süreci hızlandırdı.
Hilâfet meselesi etrafında düğümlenen ve giderek itikadî
farklılaşmaya doğru giden siyasî zemindeki iktidar mücadelesinin
canlı tanığı konumundaki Muhammed b. Hanefiyye’nin, bu süreçte daha sonraları ortaya çıkacak olan itikadî mezheplerin temel
inanç ilkeleri arasında yer alan “imâmet”, “mehdilik” ve “takiyye” konuları ile o sıralar tartışma konularından biri haline gelmeye başlayan “kader” konusundaki görüşlerini ortaya koyan bazı
tasarruflarına rastlıyoruz. 158 Çalışmamız sırasında karşılaştığımız
söz konusu meselelerle ilgi İbnü’l-Hanefiyye’nin düşüncesini ortaya koyan rivayetlerden hareket ederek konuyu ele alacağız.
Bilindiği gibi Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından halife seçilen babası Hz. Ali’ye biat etmekle
süreçteki yerini almış oldu. Ardından Hz. Ali’ye biat ettikleri halde bu biatlerini bozarak ona karşı cephe alan muhaliflere karşı
Cemel Savaşı’nda babasının yanında yer aldı. Bu onun ilk tecrübesiydi. Ardından Sıffin ve Nehrevân savaşlarına katıldı. Bu savaşlarda karşı karşıya gelen rakipler, aslında farklı inanç sistemlerine
sahip kişiler değildi. Başka bir ifadeyle onlar, daha sonraları teBu kavramların tarihî süreç içerisinde geçirdikleri evrim için bk. Atalan, Mehmet,
Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın yeri, Ankara 2005; Kâtib, Ahmed, Şiada Siyasal
Düşüncenin Gelişimi – Şûrâ’dan Velâyet-i Fakihe, çev. Mehmet Yolcu, Ankara 2005.
158
232
şekkül edecek olan ve farklı sistemler geliştiren itikadî fırkaların
inançlarından uzaktılar. Bununla birlikte onların, haklılıklarını
ortaya koymak için bazı dinî referanslara sarıldıkları muhakkaktır. Ancak bu, mevcut İslâm inancı ve siyasî rekabet sınırları içindeydi. Rakipler, birbirlerini mevcut inancın dışında daha farklı bir
inancı ortaya koymak veya yeni fikirler icat etmekle suçlamıyor;
sadece mevcut inancın gereğini yapmamak veya o inancın sınırları dışına çıkmakla itham ediyorlardı. Haricilerin, “Hüküm ancak
Allah’ındır” diyerek Sıffin Savaşı’nın akabinde tahkime başvuran
tarafları Kur’ân-ı Kerîm’in mevcut hükümleri dışına çıkarak kendi
başlarına hareket etmekle suçlayıp “tekfir” etmeleri gibi. ya da
yine Sıffin Savaşı’nda karşı karşıya gelen rakiplerin karşı tarafı
aslında “hiç Müslüman olmamış” olmakla suçlamaları gibi.
Bu noktada İbnü’l-Hanefiyye’nin de Sıffin Savaşı’nda, “aynı
inancı taşıyan insanların nasıl oluyor da birbirlerine kılıç çekebildikleri”
sorusuyla karşı karşıya kaldığında, onun karşı tarafı aslında hiç
Müslüman olmadıkları, başka bir ifade ile onların kılıç zoruyla
sadece Müslüman göründükleri savıyla kendini haklı göstermeye
çalıştığı görülmektedir. 159 Burada İbnü’l-Hanefiyye, rakiplerini
Müslüman olarak görmemektedir. Ancak onun, savaş sırasında
savunma refleksiyle dile getirdiği bu düşünceyi daha sonraları
koruduğunu söylememiz güç görünmektedir. Çünkü sonraki dönemlerde Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye teslim etmesiyle birlikte söz konusu savaşta mücadele ettiği ve kılıç zoruyla teslim olup
Müslüman göründükleri şeklinde itham ettiği Muâviye’ye biat
etmiş ve bu biatine sadakatini korumuştur. Hatta daha önceki
bölümlerde de geçtiği gibi o, Muâviye ile oturup birtakım dinî
meselelerde sohbet bile etmiştir. 160
159
160
Minkarî, s. 216.
İbn Asâkir, LIV, 319.
233
Bununla birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin, söz konusu savaşlara
katılmaktan pişmanlık duymadığı bir gerçektir. O, daha sonraki
dönemlerde kendisiyle yapılan tartışmalarda söz konusu savaşlara katılımı hatırlatıldığında kendini savunmaya devam etmiştir.
Fakat o, bu kez rakiplerini tekfir etmemekle birlikte onları verdikleri sözden dönmek ve boyunlarındaki biat borcuna sadık kalmamakla suçlamıştır. Ona göre Hz. Ali’nin, kendisine biat ettikleri
halde bu biatlerini bozup karşısına dikilen rakipleriyle savaşması
için bu yeterli bir gerekçeydi. 161 Onun içindir ki o, Muviye ve
Yezîd’e biat ettikten sonra bu biatini bozması için yapılan teklifleri geri çevirdiği gibi daha sonraları da muhtemelen verdiği sözden dönmek durumunda kalmamak veya verdiği biati daha sonra
bozmuş olmamak için İbn Zübeyr ve Abdülmelik’in biat etmesi
için yaptıkları baskılara rakiplerin sayısı teke ininceye kadar direnmiştir.
Aslında Muhammed b. Hanefiyye, imâmet konusunda dünyevî bir bakış açısına sahipti. O, konuyu bir inanç meselesi olarak
görmüyordu. Daha sonraki dönemlerde Şîa’nın birtakım nasslar
ihdâs ederek veya yorumlayarak bir inanç meselesi haline getirdikleri imâmet konusunu, toplumsal bir mesele olarak görüyordu.
Hatta meseleyi tamamen bir asabiyet meselesi, güç ve mukavemet
meselesi olarak görüyordu. 162 Onun için, “Araplar, acemlere karşı bir
üstünlüklerinin olduğunu ileri sürdüler. Acemler, bunun sebebini sorunca “Muhammed Araptı” dediler. Onlar da doğru söylüyorsunuz dediler.
Kureyş de Araplara karşı bir üstünlüğünün olduğu iddiasında bulundu.
Bu sefer Araplar, bunun sebebini sorunca “Muhammed Kureyşli idi”
dediler. Dolayısıyla eğer halk doğru söylemişse bizim insanlar üzerinde
161
162
İbn Asâkir, LIV, 347.
Neşşâr, II, 55.
234
bir üstünlüğümüz var demektir.” 163 şeklinde bu konudaki düşüncesini gayet net bir şekilde dile getiriyordu.
Dımaşk ziyareti sırasında yanında bulunan ve kendisine babasından miras kalan Rasulullah’ın kılıcını Abdülmelik b.
Mervân’a teslim ederken aralarında geçen konuşmanın da onun
imâmet konusundaki görüşüne ışık tuttuğunu düşünüyoruz. Abdülmelik’in huzurunda toplanan mecliste ortaya konulan kılıç,
çağrılan bir demirci tarafından kalitesi ölçülmüştü. Ardından
Abdülmelik, ondan kılıcı kendisine hibe etmesini istemiş, o da
“Hangimizin onda daha çok hak sahibi olduğunu düşünüyorsan o alsın.”
demişti. Bunun üzerine Abdülmelik, “Eğer senin bir akrabalığın varsa hepimizin bir akrabalığı ve dolayısıyla bir hakkı vardır.” karşılığını
vermiş, o da bu söze karşın hiçbir itirazda bulunmaksızın kılıcı
ona teslim etmiştir. 164
Muhammed b. Hanefiyye’nin hiçbir zaman imâmet iddiasında bulunmadığı ve hiç kimseye bu yönde bir çağrıda bulunmadığı, 165 hatta onun böyle bir istek ve arzusunun olmadığı iddia
edilmektedir. 166 Gerçekten İbnü’l-Hanefiyye’nin, imâmet iddiasında bulunmadığı, hatta bunun için çaba göstermediği bir vakıadır. Fakat onun böyle bir arzusunun olmadığını söylemek doğru
değildir. O, bir nassa dayanmasa da toplumsal teâmüller çerçevesinde hilâfetin aile olarak kendi hakları olduğunu düşünüyordu.
Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Yezîd’in ölümünü müteâkiben ortaya çıkan fetret döneminde hilâfet iddiasıyla ortaya
çıkarak biat almaya çalışan ve bu çerçevede onun biatini almak
için baskı yapan Abdullah b. Zübeyr ile Abdülmelik b. Mervân’a
İbn Sa’d, V, 95.
İbn Sa’d, V, 112-113.
165
Şeyh Müfîd, Ebû Abdillah Muhammed b. Muhammed (413/1022), el-Füsûlü’l-Muhtâre,
thk. S. Ali Mir Şerifî, Beyrut 1993, s. 300.
166
Müsnid, s. 24.
163
164
235
biat etmemek için direnmesinin bir nedeni de aslında imâmetin
onlardan çok kendi hakkı olduğunu düşünmesidir. Nitekim Abdullah b. Zübeyr’le yaptığı bir tartışmada bu düşüncesini dile getirmekten geri durmamıştır. 167
İbnü’l-Hanefiyye’nin hilâfetin kendi hakkı olduğunu düşünmekle birlikte bu uğurda ciddi bir çaba sarf etmediği bir gerçektir. Hatta bu yolda hiç çaba sarfetmediğini, başka bir ifade ile
kılını bile kıpırdatmadığını söyleyebiliriz. Bunun sebebi, ümmetin
isteği ve icmaı olmadan bu makama talip olmanın ve bu uğurda
kan dökmenin doğru olmayacağı düşüncesi idi. Bu konuda Hz.
Ali’yi örnek aldığı iddiasındaydı. Ona göre Hz. Ali, Rasulullah’ın
vefatından sonra imâmetin kendi hakkı olduğunu düşündüğü
halde bu yolda mücadele etmemiş, kendisine biat edilinceye kadar da bu uğurda savaşmamıştır. Ne zaman ki ümmet, ona biat
ederek onun bu hakkını teslim etmiş, işte o zaman vermiş oldukları sözden dönerek bu biati bozanlara karşı savaşmıştır. Dolayısıyla henüz ona yapılmış bir biat söz konusu olmadığı için uğrunda savaşmasını gerektirecek bir durum da ortaya çıkmamıştı. 168
Hilâfetin bir gelin gibi hazır bir şekilde getirilip eline teslim
edileceği günlerin hayallerini kuran İbnü’l-Hanefiyye, bunun bir
gün mutlaka gerçekleşeceğine inanıyordu. 169 O, bu inancını zaman
zaman dile getirmekten de çekinmiyordu. Nitekim Abdülmelik’in
onu davet edip güvence verdiği halde sözünden dönmesi üzerine
Şam topraklarını terk ettiği zaman beraberindeki kalabalığı dağıtmadan önce yaptığı konuşmada, “Âl-i Muhammed’in işi ertelenmiştir. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki ilk başladıkları
gibi aranıza tekrar dönecekler.” 170 diyerek bu inancını dile getiriyor
İbn A’sem, II, 308.
İbn Asâkir, LIV, 346, 347.
169
İbn Sa’d, V, 97.
170
İbn Sa’d, V, 108.
167
168
236
ve onlardan bu konudaki ümitlerini korumalarını istiyordu: “Bizim bu işimiz üzerinde gökle yerin istikrarlı duruşu gibi durun. Bizim
iktidarımız, doğan güneş gibi gelecektir.” 171 Ancak bu konuda acele
edilmemesini isteyerek: “İktidarımızı görüyor musunuz? Onun gelişi,
şu güneşten daha apaçıktır. Fakat acele etmeyin ve kanlarınızı boşuna
akıtmayın.” diyordu. 172
İbnü’l-Hanefiyye’nin bu düşüncesi, aslında onun “kader”
anlayışının bir neticesiydi. Onun içindir ki; “Dikkat edin hak ehlinin
bir devleti olacaktır. Allah, onu dilediği zaman getirecektir.” diyordu. 173
Yine, onun kapısında pürdikkat bekleyerek ondan harekete geçmesini bekleyenlere örgülü saçlarıyla dikkatleri üzerine çeken bir
oğlunu göndererek, “Biz lanetçileri ve müfritleri sevmeyiz, kaderi öne
çekmeye çalışanları da sevmeyiz!” mesajını iletiyordu. 174 Daha da
ötesi dönemin muktedir yönetimine karşı etrafındakileri uyararak, “Şu fitneden sakının. Kim, ona bulaşırsa mutlaka onu ezer geçer.
Dikkat edin, bu kavmin bir eceli ve bir süresi var. Eğer yeryüzündeki
herkes, onların mülklerini izale etmek için toplansa buna güç yetiremezler; Allah, bu konuda izin verinceye kadar. Siz, şu dağı yerinden edebilir
misiniz?” 175 diyordu.
Yaşadığı dönemde tartışma konusu olan kader konusunda
onun herhangi bir tartışmaya girdiğine dair bir rivayete rastlamıyoruz. Fakat burada olduğu gibi değişik vesilelerle yaptığı konuşmalardan onun bu konudaki görüşlerini kestirmek zor değildir.
İbnü’l-Hanefiyye’nin, mevcut yönetimlerle ilişkiler çerçevesinde etrafındaki insanlara nasıl hareket etmeleri gerektiği
İbn Asâkir, LIV, 344.
İbn Asâkir, LIV, 344.
173
İbn Ebî Şeybe, VII, 454.
174
İbn Ebî Şeybe, VI, 191.
175
İbn Ebî Şeybe, VII, 472.
171
172
237
konusunda yaptığı tavsiyelerde, daha sonraları Şîa’da hayati bir
prensip haline gelecek olan “takiyye” meselesiyle ilgili malzeme
verdiğini görüyoruz. Nitekim yanına gelip kendisinden değişik
konularda görüş almak isteyen bir kişiye, Emevîlere karşı savaşmamasını ve takiyye yaparak onlardan korunmasını tavsiye etmiştir. Adam, nasıl takiyye yapacağını sorunca da “Seni çağırdıkları
zaman onlara görüneceksin. Böylece Allah, bununla canına ve inancına
gelecek bir saldırıyı defeder ve onlardan daha çok hak sahibi olduğun
Allah’ın malından da nasibini almış olursun.” diyerek konuyu izah
etmiştir. Adam, şayet istemediği halde bir çatışmanın içine sürüklenirse ve bundan kaçınması mümkün olmazsa nasıl hareket etmesi gerektiğini sorunca, “O zaman iki elinden biriyle diğerine Allah
için biat eder ve Allah için savaşırsın. Zira Allah, nice toplumları niyetlerinden dolayı cennete koyar, nicelerini de yine niyetlerinden dolayı cehenneme koyacaktır.” şeklinde yol göstermiştir. 176
Siyasî farklılaşmanın yavaş yavaş dinî farklılaşmayı beraberinde getirmeye başladığı bir dönemde yaşamış olmakla birlikte
İbnü’l-Hanefiyye’nin, o zamanlar İslâm dünyasında genel olarak
kabul gören ve Rasulullah dönemindeki safiyetini korumaya devam eden inancı taşıdığını söyleyebiliriz. Başka bir ifade ile İbnü’l-Hanefiyye, hangi düşünceye sahip idiyse görüşüp konuştuğu
mesela Emevî sultanlarından Muâviye, Yezîd ve Abdülmelik b.
Mervân da aynı düşüncedeydi. Yine o, siyasî rekabet halinde olduğu Abdullah b. Zübeyr’in sahip olduğu dinî inanç ve düşünceden farklı bir düşünceye sahip değildi. Aksi takdirde eğer böyle
bir farklılık olsaydı onun söz konusu kişilerle olan ilişkilerinde bu
ortaya çıkardı.
176
İbn Sa’d, V, 96.
238
Aynı şey, mücadele halindeki diğer siyasî gruplar için de
geçerlidir. Örneğin Medineliler, Yezîd’e isyan ettikleri zaman onu
mevcut İslâm inancından farklı bir inanca sahip olmakla değil,
sadece onu mevcut dinî hükümleri, helal ve haramları dikkate
almamakla suçlamışlardı. 177 Yine dört farklı siyasî gurubun ayrı
sancaklar altında Arafat’ta boy gösterdiği 68 yılı haccında bunların hac menasikinin icrası etrafında cereyan eden ufak tartışmalar dışında birbirlerini farklı inanç veya düşünceye sahip olmakla
suçladıkları görülmemektedir. 178 Burada sadece Abdullah b. Zübeyr, güneşin batışıyla birlikte Arafat’tan inen İbnü’l-Hanefiyye’yi
erken ayrılmakla suçlamış, o da “Kimden almış İbn Zübeyr, karanlık
bastıktan sonra ayrılmak gerektiğini!” diyerek onu eleştirmiş ve bu
konuda sünnete göre hareket ettiğini ifade etmişti. 179
Bilindiği gibi Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Muhammed b. Hanefiyye, ailenin büyüğü olarak Benî Hâşim’in reisi
konumuna gelmişti. Bu itibarla bu aileye Rasulullah’a olan yakınlıklarından dolayı gösterilen teveccüh onun şahsında yapılıyordu.
Bunun bir yansıması olarak Kûfeli bir grup onun Mekke’de olduğunu öğrenince gelip yanına yerleşmişlerdi. O sırada Mekke’de
halifeliğini ilan ederek biat almaya çalışan ve kendisine biat etmemekte direnen İbnü’l-Hanefiyye ile arası açık olan Abdullah b.
Zübeyr, bu gurubu yanına çağırarak biatlerini almak istemiş ve
neticede aralarında İbnü’l-Hanefiyye’nin şahsiyeti etrafında ciddi
bir münakaşa vuku bulmuştu. Bu tartışma sırasında İbn Zübeyr’in,
“Vallahi efendinizin ne düzgün bir dinî yaşantısı, ne kabule şayan bir
görüşü, ne de güvenilecek bir aklı var; bu iş için de ehil biri değildir.” 180
şeklinde İbnü’l-Hanefiyye’yi suçladığı görülmektedir. Burada İbBelâzürî, III, 471; İbn A’sem, II, 195; İbn Kesîr, V, 746.
Taberî, s. 1123.
179
İbn Sa’d, V, 103.
180
Belâzürî, III, 473; İbn A’sem, II, 299.
177
178
239
nü’l-Hanefiyye, dinî açıdan bir eleştiriye tabi tutulmuştur. Fakat
bu, onun mevcut dinî düşünceden farklı bir düşünceye sahip olduğu veya yeni birtakım fikirler ihdâs ettiği anlamında değildir.
Sadece mevcut inancın gereklerini yerine getirmedeki eksikliği
veya dinî hükümleri anlama ve kavrama ya da dinî ve siyasî rehberlik konusundaki yetersizliği söz konusu edilmiştir. Kavga ortamında dile getirilmiş olan bu ithamların, İbnü’l-Hanefiyye’nin
hak etmediği maksadı aşan ifadeler olduğunu düşünüyoruz.
İbn Zübeyr’in İbnü’l-Hanefiyye’ye yönelik baskılarını artırmasının ardından onun Muhtâr’dan yardım istemesi ve Muhtâr’ın da onun bu çağrısını yerine getirerek dört bin civarında
yardımcı kuvvet göndermesiyle birlikte çevresindeki insanların
sayısı artmış ve Kûfe’de Muhtâr’ın onun adını kullanarak faaliyetlerini sürdürmesi özellikle bu bölgede şöhretini zirveye çıkarmıştır. Bu durum, onun ismi etrafından bazı yeni düşüncelerin ortaya
atılmasının yolunu açtığı gibi, aslında ona da ilmî birikimini diğer
insanlarla paylaşma fırsatını vermiştir.
Muhtâr’ın Kûfe’deki faaliyetlerini başlatırken, “el-Mehdî İbnü’l-Vasî Muhammed b. Ali, beni size gönderdi” 181 diyerek işe başlaması ve muhataplarının onun bu ifadelerini yadırgamaması,
“Mehdî” ve “Vasî” kavramlarının sınırlı da olsa o dönemde
Kûfe’de bazı kişilerce kullanıldığını göstermektedir. İbrahim b.
Eşter’in, kendisine hitaben Muhtâr tarafından İbnü’l-Hanefiyye
adına uydurulan mektupta kullanılan “Mehdî” ifadesini yadırgaması ise bu kavramın yaygın olarak kullanılmadığının bir kanıtıdır. 182 Mehdî sıfatı o sıralarda Süleyman b. Surad tarafından “doğru yola iletilmiş, hidayete ulaştırılmış kimse” anlamında bir şeref ünvanı olarak Hz. Hüseyin için kullanılmış, daha öncesinde de aynı
181
182
Belâzürî, VI, 380; Taberî, s. 1058.
Bk. Belâzürî, VI, 385; Taberî, s. 1079; İbn A’sem, II, 278.
240
manada Hassân b. Sâbit tarafından Rasulullah için kullanılmıştır. 183
Muhammed b. Hanefiyye, yazdığı mektupların hiç birinde
Mehdî sıfatını kullanmazken; 184 Muhtâr’ın ise onunla ilgili yaptığı
konuşmalarda ve yazdığı mektuplarda onun için Mehdî sıfatını
kullanması, 185 bu kavramın onunla ilintili olarak yaygın bir şekilde kullanılmasının yolunu açmıştır. Öyle ki eşinin bile ona, “Ya
Mehdî” diye seslendiği görülmektedir. 186 Ancak bu kullanımın
gittikçe lügat anlamı dışına çıkarak metafizik bir çehreye bürünmesi İbnü’l-Hanefiyye’yi rahatsız etmeye başlamıştır. 187 Bu nedenle bu sıfatla hitap edilmesine itiraz ederek kendisine ismi veya
künyesiyle hitap edilmesini istemiş ve “Evet ben, mehdiyim. Ben
doğruya ve hayra götüren yolu gösteririm.” diyerek bu kavramın
hangi anlamda kullanılması gerektiğini göstermiştir. 188 Bu uyarısına rağmen hala ona bu sıfatla hitap edenlere de kızarak, “Ben,
sizi bundan menetmedim mi? Mehdî, sadece Allah’ın hidayete erdirdiği
kimsedir.” demiş; 189 başka bir seferinde de “Her mümin mehdidir.” 190
diyerek bu kavramın farklı anlamlara çekilmesine engel olmaya
çalışmıştır.
Rivayete göre Muhtâr, “Mehdî” olarak tanıttığı İbnü’lHanefiyye’nin Kûfe’ye gelme niyetinde olduğunu öğrendiğinde
buna engel olmak için çevresindekilere, “Mehdinin alameti, bir
adamın ona kılıçla vurduğu halde onun bu darbeden zarar görmemesi ve
yara almamasıdır.” demiş; İbnü’l-Hanefiyye de bu oyundan haberÖz, Mustafa, İmâmiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdî İnancı, İstanbul 1995, s. 33.
Bk. İbn Sa’d, V, 108, 111; Taberî, s. 111; İbn A’sem, II, 303.
185
Bk. Belâzürî, VI, 475; Taberî, s. 1079; İbn A’sem, II, 276, 297, 304, 342.
186
İbn Ebî Hayseme, II, 132; İbn Asâkir, LIV, 348.
187
Sehâvî, II, 545.
188
İbn Sa’d, V, 94; İbn Asâkir, LIV, 347.
189
Hâkim en-Nîsâbûrî, III, 145.
190
Diyarbekirî, II, 284.
183
184
241
dar olunca Kûfe’ye gitmekten vazgeçmiştir. 191 İbnü’lHanefiyye’nin Kûfe’ye gitmek istemesini bazı kaynaklar, Muhtâr’ın onu davet etmesine bağlarken; 192 bazıları, İbn Zübeyr’in
baskılarından kurtulmak için oraya gitmek istediğini rivayet etmektedirler. 193 Ayrıca İbnü’l-Hanefiyye’nin, Muhtâr’ı yalanlamak
için Kûfe’ye gitmek istediği söylenmektedir. 194 Başka bir söylentiye göre ise Muhtâr’ın secili konuşmalar yaparak kehanette bulunduğu haberi İbnü’l-Hanefiyye’ye ulaşınca onun yüzünden halkın fitneye düşmesinden korkarak onunla ilişkilerini kesme kararı
almış, Muhtâr da onun bu kararını duyunca yürütmekte olduğu
faaliyetlerine bir zarar vermesinden endişe etmiş ve onu öldürmenin bir yolunu bulmak için bu lafı söylemiştir. 195 Bu şekildeki
farklı söylentiler, rivayetin sıhhatiyle ilgili şüphe uyandırmakla
birlikte Muhtâr’ın, yanına gelen Ubeydullah b. Ali’yi aynı taktikle
yanından savuşturmuş olması, 196 onun saf Şiîleri istediği gibi kullanmak maksadıyla, Wellhausen’in ifadesiyle İbnü’l-Hanefiyye’yi
bir “korkuluk” 197 olarak kullanmaya devam edebilmek için böyle
bir tanımlamada bulunmuş olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Burada “Mehdî” kavramının artık, lügat anlamının dışına
çıkartılarak “doğa üstü güçlere sahip bir varlık” anlamında kullanılmaya başlandığı görülmektedir.
Başka bir rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye’yi İbn Zübeyr’in
elinden kurtarmaya giden ordunun içindeki bazı kişiler, “Ey
Mehdî’nin yanına giden süvariler! Hızlı koşmaktan boyunları yürüyen
dallar gibi görünen iyi binekler üzerinde; yardım etmek için Peygamberin soyuna; Muhammed’e, Ali’nin en hayırlı oğluna!..” şeklinde gaipten
Belâzürî, VI, 451.
İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 201.
193
İbn Sa’d, V, 101; İbn Asâkir, LIV, 339; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 118.
194
İbn Asâkir, LIV, 343.
195
İsferâyinî, s. 33.
196
Zübeyrî, s. 44; İbn Asâkir, LII, 131.
197
Wellhausen, Muhalefet Partileri, s. 136.
191
192
242
sesler duymuşlar. Bunlar Mekke’ye vardıktan sonra ona bunun ne
anlama geldiğini sorduklarında ise o: “Bu, bazı Müslüman cinlerin
işidir.” şeklinde açıklamada bulunmuştur. 198 Eğer rivayet doğruysa
bu anlatılanlar, söz konusu kavramın Kûfe halkının zihnine nasıl
nakşedildiğini göstermesi açısından önemlidir. Aynı zamanda bu,
İbnü’l-Hanefiyye’nin de birtakım manevî yardımların beklentisi
içinde olduğunu göstermektedir. 199
“Mehdilik” kavramı İbnü’l-Hanefiyye’nin şahsında yaygınlık kazanarak ıstılahi bir mana kazanmaya doğru yol alarak itikadî
bir veche bürünürken aynı şeyi “Vasilik” için söylememiz mümkün görünmemektedir. Muhtâr’ın bu lafı Kûfe’deki faaliyetlerini
başlattığı sırada “Mehdilik” ile beraber kullanmakla birlikte daha
sonraları bunu devam ettirmediği anlaşılmaktadır. Kaldı ki daha
önce de ifade ettiğimiz gibi İbnü’l-Hanefiyye, imâmet meselesini
dinî bir mesele olarak değil, toplumsal bir realite olarak görüyordu. Üstelik Kûfe’den gelip onun yanına yerleşen aralarında sahabî
Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile’nin bulunduğu on yedi kişilik grup da
bu konuda onunla aynı görüşü paylaşıyorlardı. 200 Muhtemelen
İbnü’l-Hanefiyye’nin, imâmet konusunu, başka bir ifadeyle iktidar
meselesini nasslara bağlayarak dinî bir alana çeken böyle bir düşünceden haberi bile olmamıştır. Nitekim daha sonraları bu konu,
onun küçük kardeşi Ömer b. Ali’ye sorulduğu zaman, “Bu biz Irak’a
gelmeden önce hiç duymadığımız bir şeydir.” demiştir. 201
İbn Asâkir, LIV, 341.
Krş. İlhan, Avni, Mehdilik, Beyan yay., İstanbul 1993, s. 77.
200
İbn Zübeyr’le girdikleri münakaşada Abdullah b. Hanî şöyle diyordu: “Ya İbn Zübeyr!
Başımıza lider olasınız diye kenara çekilmemiz ve bu işi size bırakmamız, sadece Rasûl Muhammed’in konumundan dolayıdır. Çünkü Kureyş’ten olmanız hasebiyle onun mekânı, mirası ve üzerimizdeki makamına sahip olma konusunda diğer insanlardan önceliklisiniz. Özellikle siz, şayet
sizlere gösterdiğimiz bu adeleti kendi aranızda uygularsanız, efendimiz Muhammed b. Ali’nin bu
işin ehli bir kişi olduğunu ve babası Ali b. Ebî Tâlib’in konumu itibariyle bu konuda diğer insanlardan öncelikli olduğunu görürsünüz. Eğer bunu onaylamıyorsan, yalancısın demektir. Zira biz onu,
Peygamber ile beraber namaz kılan ilk erkeğin oğlu, Emirulmüminin oğlu, nesebi sabit ve Arapların salihlerinden biri olarak biliyoruz.” Bk. İbn A’sem, II, 300.
201
Ebû Hayyân, VII, 53.
198
199
243
Diğer yandan Muhtâr’ın mevâliye dayanarak Kûfe’de hüküm sürmesi ve onlara daha önce verilmemiş birtakım haklar
tanıması, onlara bölgede söz sahibi olmalarının yolunu açtı. Bu
gelişme, çoğunluğu Fars kökenli olan mevâlinin sahip oldukları
Eski İran kültürü ile Yemen kökenli Arapların sahip oldukları
Yahudî kültürünün Şiilik kisvesi altında yeşerme fırsatını beraberinde getirmiştir. O zamana kadar hilâfetin Hz. Ali ve ailesinin
hakkı olduğu düşüncesiyle siyasî anlamda onların taraftarlarını
teşkil eden ve Suriye hâkimiyetine karşı Irak muhalefetini temsil
eden Şiilik, artık tüy değiştirmeye başlamıştı. 202
Rivayete göre aşırı görüş sahibi Şiiler (gulat), Hind bnt. elMütekellife en-Natihiyye ve Leyla bnt. Kumâme el-Müzeniyye’nin
evinde toplanıyor ve buralarda birtakım faaliyetlerde bulunuyorlar. Ebû Abdullah el-Cedelî ve Yezîd b. Şerahil, İbnü’l-Hanefiyye’yi
bu iki kadının faaliyetleri ve aşırı düşünceleri ile Ebü’l-Ahras elMuradî, el-Batîn el-Elleysî ve Ebü’l-Hâris el-Kindî’nin yaptıklarından haberdar ediyorlar. O da bunun üzerine Kûfe’deki Şîa’yı bu
gelişmelere karşı uyarmak üzere bir mektup yazıyor: “Muhammed
b. Ali’den Kûfe’deki Şîamıza. Çıkıp, sohbet ortamlarına ve camilere sığınarak Allah’ı gizli veya açık zikredin. Müminlerin arkasından gizli işler
çevirmeyin. Eğer canınızın tehlikeye girmesinden korkarsanız, yalancılar
karşısında inancınızı korumaya özen gösterin, namaz, oruç ve dualarınızı artırın. Zira Allah dilemedikçe hiç kimsenin, bir başkasına ne faydası
ne de zararı dokunabilir. Herkes, yaptıklarından sorumludur. Hiç kimse,
bir başkasının günahını yüklenmez. Allah, herkesi yaptıklarıyla hesaba
çekecektir. Öyleyse iyi işler yapın, (ahiretiniz için) kendinize güzel bir
gelecek hazırlayın ve gafillerden olmayın. Vesselamu aleykum.” 203
Wellhausen, Muhalefet Partileri, s. 146. Ayrıca Bk. Buckley, R.B., “İlk Dönem Şiî Gulatı”,
çev. Mehmet Atalan, FÜİFD, sy. 10:2, 2005, s. 152; Watt, W. Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E. Ruhi Fığlalı, İstanbul 2001, s. 55.
203
Taberî, s. 1111.
202
244
Rivayette adı geçenlerin ne tür faaliyetlerde bulundukları
ve hangi aşırı görüşlere sahip oldukları konusu açık olmamakla
birlikte Abdullah b. Nevf’in, adı geçen kadınlardan Hind bnt. elMütekellife’nin evinden çıkarak Kûfe’ye doğru ilerleyen Mus’ab b.
Zübeyr’in ordusuna karşı savaşmaya giden Muhtâr’ın askerlerini
cesaretlendirmeye çalıştığı ve onlara teşvik edici konuşmalar
yaparak muzaffer olacaklarına dair kehanetlerde bulunduğu belirtilmektedir. 204 Rivayete göre Muhtâr’ın askerleri bu kehanetlere rağmen yenilince Abdullah b. Nevf’e bunun hesabı sorulmuş, o
da “Allah, dilediğini siler, dilediğini bırakır. Bütün kitapların anası onun
yanındadır.” 205 ayetiyle cevap vermiştir. 206 Her ne kadar Muhtâr’ın
söz konusu tepkilere karşı aynı ayetle cevap vererek ilk defa
“bedâ” fikrini ortaya attığı söylenmekteyse de; 207 söz konusu fikir,
bu rivayette görüldüğü gibi Abdullah b. Nevf tarafından ortaya
atılmış olup, aslında Muhtâr’a nispet edilen birçok aşırı fikir de
Muhtâr’ın haberi olmadığı halde bu kişi tarafından ona nispetle
ortaya atılmıştır. 208 Rivayette adı geçen iki kadını Câhız, gulatın
zahid kadınları arasında saymakta 209 ve onların tenâsuh inancına
sahip olduklarına dair bir şiire yer vermektedir. 210 Aynı inancı
taşıdığı görülen Ebü’l-Hâris el-Kindî (Abdullah b. Amr b. Harb) de
daha sonra Harbiyye olarak adlandırılan fırkaya öncülük edecektir. 211
Bazı makalat türü eserlerde, “Sebeiyye” olarak adlandırılan
bu zümrenin “Sen, zamanın huccetisin!” diyerek Muhtâr’ı kandırTaberî, s. 1111.
Ra’d: 39.
206
Taberî, s. 1111. Ayrıca bk. Belâzürî, VI, 438-439.
207
İbnü’l-Esîr, s. 575.
208
Taberî, s. 1104.
209
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk. A. M. Harun, Kahire
1998, I, 365.
210
Câhız, I, 30.
211
Kâdî, Vedâd, el-Keysâniyye fi’t-Tarih ve’l-Edeb, Beyrut 1974, s. 120. Bk. Bağdadî, Abdülkahir
(429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev. E. Ruhi Fığlalı, Ankara 2007, s. 186.
204
205
245
dıkları ve onu peygamberlik iddiasında bulunmaya sürükledikleri; 212 Muhtâr’ın, kendisine inen bir vahiy veya imâmdan (İbnü’lHanefiyye) gelen bir mektupla kendisine bilgi geldiğini iddia ettiği ve ileriye dönük kehanetlerde bulunduğu, olaylar söylediklerinin hilafına vuku bulunca da Bedâ’ya sarıldığı, Hz. Ali’ye ait olduğu iddiasıyla ortaya çıkardığı bir sandalyeyi süsleyip onu Benî
İsrail’in tabutuna eşdeğer gördüğü, meleklerin beyaz güvercinler
suretinde yardımlarına geleceğini söyleyerek güvercinler uçurduğu, İbnü’l-Hanefiyye’nin de bunlardan haberdar olunca ondan
teberri ettiği söylenmektedir. 213
Aslında sözü edilen iddia ve faaliyetlerle Muhtâr’ın ne derece ilgisi olduğu tartışmalıdır. 214 Kaldı ki siyasî alandaki meşgaleleri başından aşkın olan Muhtâr’ın, bu tür şeylere vakit ayırması
mümkün görünmemektedir. Fakat onun, hedefine ulaşmak için
dayanmak zorunda olduğu mevâli ve Yemen kökenli bazı Arapların bu tür taşkınlıklarına göz yumduğu muhakkaktır. 215 Ayrıca,
daha önce de ifade ettiğimiz gibi İbnü’l-Hanefiyye’nin, Muhtâr’la
arasına kesin hatlarla bir mesafe koyduğu ve ondan teberri ettiği
vâki olmamıştır. Muhtemelen burada söz konusu edilen hususlar,
adı geçen kişilerin faaliyetleriyle ilgilidir.
İbnü’l-Hanefiyye, Muhtâr’ın bölgedeki iktidarının sonlarına
doğru yaşandığı anlaşılan bu gelişmelere karşı Kûfe’deki sevenlerine göndermiş olduğu söz konusu mektupla hem bölgedeki siyasî
gelişmelerle arasına bir mesafe koymuş hem de siyasî ortamın
zemin oluşturduğu birtakım galî görüşlerden uzak durduğunu
Bağdadî, s. 37; İsferâyinî, s. 33.
Şehristanî, I, 238-240.
214
Bk. Hakyemez, Cemil, “Bedâ Düşüncesi ve Şiî İmamet Tartışmalarındaki Yeri,” HÜİFD,
2006/2, c. V, sy. 10, s. 33; Kâdî, Vedâd, “Keysâniyye’ye Özel Referansla İslâm Kaynaklarında Gulât Teriminin Gelişimi,” çev. Yusuf Benli, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII,
(2007) sy. 2, s. 247; Neşşâr, II, 52-59; Wellhausen, Muhalefet Partileri, s. 143-156.
215
Bk. Taberî, s. 1093, 1102-1103,
212
213
246
ortaya koymuştur. Ayrıca Muhtâr’ın öldürülmesinden sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin oğlu Hasan’ın, bölgeye bir ziyaret gerçekleştirdiği görülmektedir. 216 İbnü’l-Hanefiyye, yazdığı mektupla yetinmeyerek bölgede yaşanan gelişmeleri yakından takip etmek
için oğlu Hasan’ı buralara göndermiş olmalıdır. Rivayete göre
Hasan b. Muhammed önce Kûfe’ye, oradan da Nusaybin’e geçer.
Burada “Haşebiyye” olarak adlandırılan bir kitle bulunmaktaydı.
Bunlar, Muhtâr’ın öldürülmesinden sonra hala bağımsızlıklarını
sürdürebilen taraftarlarıydı. Hasan b. Muhammed, yanlarına gidince onu başlarına lider olarak geçirirler. Fakat çok geçmeden
Abdullah b. Zübeyr’e bağlı Müslim b. Esir komutasındaki ordu
Musul’dan hareket ederek onların üzerine yürür ve onları dağıtır.
Bu saldırıda Hasan b. Muhammed esir alınıp Mekke’ye getirilir.
Burada zindana atılan Hasan, bir fırsatını bulup kaçar ve babasının yanına gider. 217
Öyle anlaşılıyor ki Muhtâr’ın Kûfe’de başlattığı hareketin
ilk günlerinde mevâlinin kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde
Hz. Osman’ı eleştirerek başlayan faaliyetler, 218 daha sonra özellikle Haricilerin, ilk iki halifeyi tutarak son iki halifeyi yani Hz. Osman ve Hz. Ali’yi eleştirip tekfir etmelerine bir tepki olarak bazı
Şiiler tarafından Hz. Osman’ın yanı sıra ilk iki halife Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer’in de eleştirilmesi ve hatta tekfir edilmesi noktasına
varmıştır ki bunun paralelinde Hz. Ali hakkında da ifrata kaçmışlardır. 219 Nitekim Hasan b. Muhammed, bu bölgeye yaptığı ziyaretten sonra yazdığı bir risâleyle oralarda gördüğü bu paraleldeki
görüşlere değinmiş ve onları eleştirmiştir.
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 334.
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 334.
218
Taberî, s. 1086.
219
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 333. Ayrıca bk. Harbûtlî, Muhtar es-Sekafî, s. 264.
216
217
247
Hasan b. Muhammed, iki sayfalık bir bildiriden müteşekkil
“Kitabü’l-İrcâ” adlı eserinde “İmamlarımız Ebû Bekir ve Ömer’den
razıyız” diyerek konuya girmiş ve bunlar hakkında Ümmetin içinde bir ihtilafın zaten vuku bulmadığını, onlardan sonra tartışma
konusu olup haklarında şüphe duyulan kişiler hakkında da ircâda
bulunduklarını ifade etmiştir. 220 Konuyla ilgili olarak da “(Firavun):
Peki ya ilk nesillerin hali ne olacak? dedi. De ki: Onların bilgisi Rabbinin
yanında bir kitaptadır.” 221 ayetini delil getirmektedir. Ardından Ehli Beyti körü körüne taklit eden müfrit Şiilere göndermelerde bulunarak, “Arapların bir Ehl-i Beytini imâm edindiler. Onların dinlerini
taklit ederek onların sevdiklerini dost, nefret ettiklerini de düşman edindiler. Kur’ân’dan yüz çevirip kahinlere uydular ve kıyamet kopmadan
önce bir devletin kurulacağı hayaline kapıldılar. Allah’ın kitabını tahrif
ettiler. Onun hükümlerini birtakım menfaatler karşılığında saptırdılar ve
yeryüzünde fesat çıkardılar.” 222 demekte ve “Sebeiyye” olarak isimlendirdiği bu kitlenin, gizli bir ilim ile hidayete erdiklerine inandıklarını ifade ederek onların “Allah’ın nebisinin, Kur’ân’ın onda
dokuzunu gizlediği” şeklindeki iddialarına cevap vermektedir. 223
Rivayete göre Hasan b. Muhammed, bu eseri yazmadan önce Osman, Ali, Talha ve Zübeyr hakkında konuşmaların yapıldığı
bir ortamda hazır bulunmuş, herkes konuşmasını bitirdikten sonra sözü almış ve adı geçenler hakkında ircâ edip onların lehinde
veya aleyhinde (tevellî/teberrî) bulunmamanın en iyi yol olduğunu dile getirmiştir. Onun bu söylediklerini haber alan Muhammed
b. Hanefiyye ise, “Nasıl da baban Ali’nin lehinde bulunmazsın!” diyerek ona kızmış ve elindeki asayla başını yarmıştır. 224
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 333.
Taha, 20/51,52.
222
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 333-334.
223
Kutlu, agm., s. 327.
224
Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 81-100 yılları, s. 332.
220
221
248
Aslında İbnü’l-Hanefiyye, oğlu Hasan’ın risâlesinde deklare
ettiği görüşlerinden pek de farklı bir düşünceye sahip değildi.
Nitekim Şam’da bulunduğu sırada, “Ali mi üstündür, yoksa Osman
mı?” şeklindeki bir soruya muhatap olduğu zaman tıpkı oğlu Hasan gibi, “Onların bilgisi, Rabbinin yanında bir kitaptadır.” 225 ayetiyle
karşılık vermiştir. 226 Bununla birlikte daha öncede ifade ettiğimiz
gibi İbnü’l-Hanefiyye, bütün yaşananlara rağmen babasının haklı
olduğuna inanıyordu ki bu nedenle oğlunun babası aleyhinde
bulunması anlamına gelebilecek bir konuşmasına tepki göstermiş
olmalıdır. Daha doğrusu, belki de o bu tür meselelerin tartışma
konusu yapılarak herhangi birilerinin lehinde veya aleyhinde
halkı kışkırtmanın karşısındaydı. Zira o, kimi çevrelerce tartışma
konusu yapılan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’i tafdil ediyor, Hz. Osman’ı da övüyordu. 227 Onun için, yanında Hz. Osman aleyhinde
konuşanları susturur, 228 Hz. Ali’nin Cemel Savaşı’nda onun katillerine lanet okuduğunu onlara hatırlatır, 229 bir gün Hz. Ali’ye “Rasulullah’tan sonra insanların en hayırlısı kimdir?” diye sorduğunu onun
da önce “Ebû Bekir” sonra “Ömer” dediğini, “sonra sen?” dediğinde
de onun “Baban, sadece Müslümanlardan bir adamdır” dediğini anlatırdı. 230
Yine o, oğlu Hasan’ın risâlesindeki görüşler paralelinde,
Muhtâr’ın kendisine gönderdiği askerlerin arasında, kendilerinde
bilinenin dışında birtakım ilimlerin olduğu yolundaki tevehhümlerin dolaştığı yönündeki söylentiler üzerine kalkıp onlara hitaben, Kur’ân’a atıfta bulunarak “Vallahi bizler, şu iki kapak arasındakinden başka Rasulullah’tan hiçbir şeyi miras almadık” demiştir. 231
Taha, 20/51,52.
Belâzürî, III, 464.
227
Bürrî, II, 229.
228
İbn Ebî Şeybe, VII, 524.
229
İbn Ebî Şeybe, VII, 539.
230
İbn Ebî Şeybe, VI, 350.
231
İbn Sa’d, V, 105.
225
226
249
“Benî Ümeyye ile biz, Kureyş’in Allah’a ortak koşulan ve ilahlaştırılan iki ailesiyiz.” 232 sözü de bunun başka bir örneğidir. Ayrıca
onun, söz konusu kitlenin bazı taşkınlıklarına karşı tepkisini dile
getirerek “Onların yalan konuşmaları ve kötü yaygaraları konusunda
dikkatli olun. Öyle ki bu yalanlarla kendilerini doğuran annelerini bile
yoldan çıkarır ve ölümüne sebep olurlar!” dediğini görüyoruz. 233
Netice itibariyle İbnü’l-Hanefiyye, Rasulullah zamanındaki
safiyetini o zamanlar daha korumaya devam eden ve toplum arasında yaygın olarak kabul gören bir inanç ve düşünce sahibiydi.
Bu nedenle toplumun, siyasî farklılaşmadan sonra yavaş yavaş
dini farklılaşmaya doğru gittiği o dönemde yeni yeni ortaya çıkan
bazı fikir ve düşünceleri hoş görmemiştir. O, Rasulullah’ın eğitiminden geçmiş bir ailede büyümüş bir kişi olarak sahip olduğu
ilmî birikimi ve tecrübesini toplumla paylaşmaya ve onları aydınlatmaya gayret etmiştir. Bu çabanın bir gereği olarak daha çok
ilimle uğraşmış, geniş bir çevreye hitap etmiş ve birçok talebe
yetiştirmiştir. Dolayısıyla ondan veya onun talebelerinden ders
alıp da daha sonra farklı fraksiyonlarda yer alan bazı şahısların
varlığı muhakkaktır. Fakat farklı çevre ve kültürlere sahip bu
kişilerin ortaya attığı görüşleri ona mal etmenin doğru bir hareket olmayacağını düşünüyoruz.
B. İlgili Dinî Akımlar
Çalışmamız sırasında tespit edebildiğimiz kadarıyla Muhammed b. Hanefiyye ile irtibatlandırılan dinî akımlar, Keysâniyye, Mürcie ve Mu’tezile’dir. Bunlardan Keysâniyye, aslında onunla
özdeşleşmiş bir akımdır. Onun imâmetine inanan bütün gruplar,
bu fırkanın içine dâhil edilmişlerdir. Diğer iki fırkanın İbnü’lHanefiyye ile irtibatı ise daha çok oğulları Hasan ve Abdullah vasıtasıyla kurulmaktadır.
232
233
İbn Sa’d, V, 94.
İbn Sa’d, V, 97; İbn Ebî Hayseme, II, 134.
250
1. Keysâniyye
Keysâniyye fırkasına isim babalığı yapan Keysân’ın, Muhtâr
b. Ebî Ubeyd es-Sekafî veya Hz. Ali’nin bir kölesi ya da İbnü’lHanefiyye’nin bir öğrencisi olduğu yönünde spekülasyonlar olmakla birlikte bu kişinin Ebû Amra Keysân olduğu yönündeki
görüş daha makul görünmektedir. 234 Muhtâr’ın Kûfe’deki ihtilalinden sonra Hz. Osman aleyhinde yaptığı konuşmalarla dikkatleri
üzerine çeken bu kişi, 235 Muhtâr’ın Kûfe emniyetinden sorumlu
müdürü olup Hz. Hüseyin’in katillerinin takibi ve cezalandırılması
konusunda fevkelade çaba göstermiş ve bölgede adeta terör estirmiştir. 236 Rivayete göre o, Hz. Hüseyin’in katline karıştığı tespit
edilen herkesin evini yıkar ve içindeki her canlıyı öldürürdü. Hatta Kûfe’deki her yıkık evin onun tarafından yıkıldığı söylenir. Öyle
ki bu hareketi, daha sonra darb-ı mesel haline gelerek başına bir
musibet gelen kişiler için “Evine Ebû Amra girdi” tabiri kullanılır
olmuştur. 237
Ebû Amra, en son Mus’ab b. Zübeyr’e karşı savaşan Ahmer
b. Şumeyt komutasındaki Muhtâr’ın ordusunda mevâlinin başında bulunuyordu. Bilindiği gibi bu savaşta birkaç süvari dışında
Muhtâr’ın askerlerinden kurtulan olmamış, piyade olarak savaşa
katılan mevâlinin tamamı kılıçtan geçirilmiştir. 238 Bu savaştan
sonra akibetinin ne olduğu bilinmemektedir. Bununla birlikte
Bk. Kummî/Nevbahtî, Ebû Halef Sa’d b. Abdillah el-Eş’ârî (301/913) / Ebû Muhammed
Hasan b. Musa (300/912), Şiî Fırkalar (Kitâbü’l-Makâlât ve’l-Fırak/Fıraku’ş-Şia), çev. Hasan
Onat, vd., Ankara 2004, s. 101-103; Eş’ârî, s. 18; Şeyh Müfîd, el-Füsûlü’l-Muhtâre, s. 296;
Bağdadî, s. 31; Tûsî, II, 128; Şehristanî, I, 235-235. Krş. Neşvân el-Himyerî, Neşvân b. Said
(573/1178), el-Hûru’l-‘În, thk. Kemal Mustafa, Beyrut 1985, s. 236; Wellhausen, Muhalefet
Partileri, s. 147; Watt, s. 53; Kâdî, age., s. 64; Korkmaz, s. 85.
235
Bk. Taberî, s. 186.
236
Dîneverî, s. 268.
237
Tûsî, II, 128.
238
Taberî, s. 1107-1108.
234
251
onun da öldürülmüş olabileceği ya da kaçıp izini kaybettirerek el
altından faaliyetlerini devam ettirdiği muhtemeldir. 239
Diğer yandan Keysâniyye fırkasının nüvesini Muhtâr ve taraftarları teşkil ettiği için bu fırkaya “Muhtâriyye” adı da verilmiştir. 240 Ancak Muhtâr zamanında, her ne kadar bir fırkalaşmadan söz edilemezse de çoğunluğunu mevâlinin oluşturduğu bu
kişilere özellikle Basra ve Kûfeli eşraf tarafından çapulcu, serseri
ve ayak takımı nazarıyla bakılmakta ve bunlar “Haşebiyye” adıyla
anılmaktaydılar. 241 Hz. Hüseyin’in katillerinin cezalandırılması
sırasında kulaktan kulağa dolaşmaya başlayan efsaneler ve nişanlı
atlar üzerinde savaşan veya havada zuhur eden beyaz güvercinler
suretinde inen melek hikâyeleriyle kendinden geçen bu kişiler,
Hz. Ali’ye ait olduğu iddiasıyla ortaya konulan bir sandalyenin
etrafında yaptıkları taşkınlıklarla, Ubeydullah b. Ziyâd’in üzerine
yürümekte olan İbrahim b. Eşter’i bile çileden çıkarmış ve onun,
“Allah’ım şu beyinsizlerin yaptıklarından bizi mesul tutma!” şeklinde
tepki göstermesine sebep olmuşlardı. 242 İbrahim b. Eşter’in,
Mus’ab b. Zübeyr tarafından kuşatılacak olan Muhtâr’ın yardımına gelmemesinin bir sebebi de bu ve benzeri taşkınlıklar olmalıdır. 243
O dönemde Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye tarafından
“Sebeiyye” adıyla anıldıkları görülen bu zümre, 244 Muhtâr’ın
Mus’ab b. Zübeyr’le yaptığı savaşta çoğu öldürülmüş geri kalanlar
da tamamen sindirilmişlerdir. Bunlar da İbnü’l-Hanefiyye’nin
Abdülmelik’e biat etmesiyle birlikte tam bir hayal kırıklığına uğKâdî, age., s. 69.
Bk. Kummî/Nevbahtî, s. 101.
241
Belâzürî, VI, 437.
242
Taberî, s. 1103.
243
Bk. Bağdadî, s. 38.
244
Kutlu, agm., s. 327.
239
240
252
ramışlar ve bunun bir sonucu olarak aralarında İbnü’lHanefiyye’nin ölümüne inanmak istemeyenler ortaya çıkmıştır.
Onlara göre İbnü’l-Hanefiyye’nin, İbn Zübeyr ile savaşması
ve kaçmaması gerekirdi. O, bu şekilde Rabbine karşı gelmiştir.
Üstelik o, bununla kalmamış Abdülmelik b. Mervân’a yönelmişti.
Bundan önce de Yezîd b. Muâviye’ye yönelmekle zaten Rabbine
isyan etmişti. İşte bu suçlarının cezası olarak o, Radvâ dağında
hapsedilmiştir. 245 Aslında “O, takiyye yurdunda önder ve düşünceleriyle ikna edici birisi idi. Ancak Allah, böyle bir günahı işlediği için onu
cezalandırdı ve yurdundan, taraftarlarından ve ailesinden uzaklaştırarak sarp bir dağda karanlık bir mağaraya koydu. Nitekim Âdem’i de
işlediği günaha karşı bir ceza olarak Cennet’ten çıkarıp yeryüzüne göndermişti. Allah, Yunus’u da aynı şekilde cezalandırmıştı.” 246
Muhammed b. Hanefiyye’nin ölmediğini, Yenbû’ yakınlarındaki sulak ve ağaçlık vadilerin olduğu sıradağlardan oluşan
“Radvâ” 247 dağında gizlendiğini düşünen ve bir gün onun tekrar
aralarına döneceğine inananların o dönemdeki sözcüsü olarak
Şair Küseyyir Azze görünmektedir. Küseyyir, onların bu konudaki
düşüncelerini şu şiiriyle dile getirmiştir:
“Doğrusu imâmlar, Kureyş’tendir.
Hakkın dostları, birbirine eşit dört kişidir:
Ali ve onun üç oğlu.
Bunlar torunlardır, yok onlardan gizli bir şey.
Bağdadî, s. 40.
Kummî/Nevbahtî, s. 104.
247
Semhûdî, VI, 290. Radvâ, Medine’ye 100 km., Mekke’ye ise yaklaşık 380 km mesafede
olan sıra dağlardır. Bk. Kâdî, age., s. 174.
245
246
253
Torunlardan biri, imân ve doğruluk torunudur.
Bir torunu da Kerbela, kaybetmiştir.
Bir torunu ise gözler onu görmeyecektir;
Önünde sancaklar ile süvarilere komutanlık edene kadar.
O gizlenmiştir, bir süre halkın arasında görülmez;
Radvâ’da, yanında bal ve su.” 248
Böylece daha hayatta iken İbnü’l-Hanefiyye için kullanılan
“Mehdî” kavramı, onun ölümünden sonra ricat edeceği fikriyle
tam anlamıyla “Beklenen Mehdî” anlamında kullanılır olmuştur.
Sebeiyye’nin ilk defa Hz. Ali’nin mehdiliğine inandığı söylenmekle bilirlikte, 249 bu tür düşünceleri Hz. Ali dönemi ile ilişkilendirmenin mümkün olmadığını ve bunların tam anlamıyla Muhammed b. Hanefiyye’nin ölümünü müteâkiben ortaya çıktığını göz
önünde bulundurursak, 250 onun İslâm tarihinde, zulüm ve adaletsizliğe gark olmuş dünyayı kurtarmak üzere zuhur edecek Mehdî
nazarıyla bakılan ilk kişi olduğunu söyleyebiliriz. 251 Bu düşünce,
Emevîlerin zulmü karşısında Arap olmayanlar için bir teselli kaynağı, en olumsuz şartlarda ümit ışığı veya kaçınılamaz durumları
kabullenme vesilesi olmuştur. 252
Belâzürî, II, 424; Nâşî el-Ekber, Ebü’l-Abbâs Abdullah b. Muhammed (293/906), Usûlü’nNihal, thk. Seyit Bahçıvan, Konya 2007, s. 24; Eş’ârî, s. 19; İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), el-Eğânî, thk. A. Ali Mehnâ, Beyrut 1986, IX, 20.
249
Bk. Bağdadî, s. 178.
250
Bk. Hakyemez, Cemil, “Mehdî Düşüncesinin İtikadîleşmesi Üzerine”, GÜÇİFD, 2004/1, c.
III, sy. 5, s. 131; Korkmaz, s. 195; Onat, age., s. 114, vd.
251
Krş. Dalkıran, s. 155; Gölpınarlı, s. 539; Hudarî, II, 140; Neşşâr, II, 56, Watt, s. 66.
252
Watt, s. 57; Korkmaz, s. 191.
248
254
105/723 yılında ölen Küseyyir Azze, 253 vasilik, mehdilik, İbnü’l-Hanefiyye’nin ric’atı, sıbt, esbat ve Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a ta’n gibi daha sonra Şîa için temel teşkil edecek fikirleri ilk
defa savunan isimlerden biri olarak kabul edilmektedir. 254 Ancak
Küseyyir Azze’nin, güçlü bir şair olmakla birlikte ahmaklığıyla da
şöhret bulması ve içli dışlı olduğu Emevî sultanları tarafından bir
nevi maskot muamelesine tabi tutulması, 255 onun Ehl-i Beyte olan
sevgi ve bağlılığının niteliği ile konuyla ilgili verdiği bilgilerin
ciddiyetine halel getirdiğini düşünüyoruz. Nitekim onun İbnü’lHanefiyye’yi “Mehdî” olarak tanımladığı, “O mehdidir, bunu bize
bildirdi el-Ahbâr’ın kardeşi Ka’b, geçmiş zamanlarda!” şeklindeki şiirini okuduğu zaman, Ka’bü’l-Ahbar (32/652)’la ne zaman görüşüp
de bu bilgiyi aldığı sorulmuş, o da bunu tevehhüm ettiğini, başka
bir ifade ile uydurduğunu itiraf etmek durumunda kalmıştır. 256
Bu akımın temsilcisi olarak Ebû Kerb ed-Darîr gösterilmekte ve ona uyanlar “Kerbiyye” adıyla anılmaktadır. 257 Bu kişi hakkında kaynaklarda hemen hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. 258
Onlara göre Muhammed b. Hanefiyye sağdır, ölmemiştir. O, Radvâ
dağındadır ve yanında gıdasını aldığı su ve bal vardır. Sağında bir
aslan, solunda da bir panter, onu ortaya çıkacağı zamana kadar
korumaktadır.
O,
Beklenen
Mehdi
(el-Mehdiyyu’l259
Muntazar)’dir.
Hamza b. Umâre el-Berberî de bu akımın diğer bir temsilcisidir. Bu kişinin kendisini nebî, Muhammed b. Hanefiyye’yi de
Bk. Nâşî el-Ekber, s. 24; İsfahânî, el-Eğânî, IX, 6.
Korkmaz, s. 181.
255
Bk. İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ, thk. A.
M. Şâkir, Kahire 1364, I, 480-481; İbn Hamdûn, III, 279-281; İsfahânî, el-Eğânî, IX, 7.
256
İsfahânî, el-Eğânî, IX, 23.
257
Bağdadî, s. 31.
258
Krş. Watt, s. 57; Onat, age., s.117.
259
Nâşî el-Ekber, s. 23; Bağdadî, s. 32.
253
254
255
ilah olarak kabul ettiği, Medine ve Kûfe’de bazı kişilerin ona uyduğu söylenmektedir. 260 Onun, kendi kızı ile evlendiği, bütün haramları helal kıldığı ve “İmamı tanıyan dilediğini yapsın, bundan
dolayı kendisine hiçbir günah yoktur.” dediği iddia edilmektedir. 261
Aynı dönemde yaşayan Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin elBâkır ise bu fiil ve fikirlerinden dolayı ona lanet etmiş, ondan
uzaklaşmış ve onu yalanlamıştır. 262
Eş’ârî, İbnü’l-Hanefiyye’nin imâmeti ve şahsiyeti etrafında
ileri sürdükleri fikirler ve oğlu Ebû Hâşim’den sonra imâmetin
kime geçtiği konuları çerçevesinde Keysâniyye’yi on bir grup
halinde ele almaktadır. Ancak bunlardan fırka olarak isimlerini
zikrettiği gruplar Kerbiyye, Ravendiyye, Harbiyye ve Beyâniyye
olmak üzere sadece dört tanedir. 263
Bu fırkalardan kimin hangi görüşte olduğu konusunda kaynaklarda muhtelif ve çelişkili bilgiler olmakla birlikte genel itibariyle konuya değinecek olursak; İbnü’l-Hanefiyye’nin imâmetinde
müttefik olan bu grupların bir kısmı, Cemel Savaşı’nda Hz. Ali’nin
sancağı İbnü’l-Hanefiyye’ye teslim etmesini dayanak göstererek
ondan sonraki imâmın İbnü’l-Hanefiyye olduğunu ileri sürmüşlerdir. 264 Bunlara göre; “O, Ali b. Ebî Tâlib’in vasîsi olup Ehl-i Beytinden hiç kimse ona muhalefet edemez, imâmetinden dışarı çıkamaz ve izni
olmaksızın kılıcına sarılamaz. Nitekim Hasan b. Ali, Muâviye ile savaşa
onun izni ile çıkmış ve yine onun izniyle Muâviye ile anlaşmış ve sulh
yapmıştır. Kezâ Hüseyin de Yezîd b. Muâviye ile savaşa onun izni ile
çıkmıştır. Eğer Hasan ile Hüseyin ondan izinsiz çıkmış olsalardı, helâk
Kummî/Nevbahtî, s. 120.
Kummî/Nevbahtî, s. 122.
262
Kummî/Nevbahtî, s. 120.
263
Bk. Eş’ârî, s. 18-23.
264
Eş’ârî, s. 18.
260
261
256
olur dalâlete düşerlerdi. Bu yüzden her kim Muhammed b. Hanefiyye’ye
muhalefet ederse kâfirdir, müşriktir.” 265
Diğer bir kısmı da Ali b. Ebî Tâlib’in, Hasan b. Ali’yi nass ile
tayin ettiği, onun da kardeşi Hüseyin b. Ali’yi tayin ettiği, onun da
kardeşi Muhammed b. Ali’yi yani İbnü’l-Hanefiyye’yi nass ile
imâm olarak tayin ettiği iddiasındadır. 266 Kimisi, İbnü’lHanefiyye’nin ölümünden sonra onun ölmediğine ve gizlendiği
yerden çıkıp geri döneceğine inanırken, kimisi de onun öldüğünü
ve ondan sonra imâmetin oğlu Ebû Hâşim Abdullah’a geçtiğini
kabul etmiştir. 267
İbnü’l-Hanefiyye’nin ölümünden sonra oğlu Ebû Hâşim Abdullah’a intisap ettikleri söylenen Keysâniler, “Hâşimiyye” olarak
isimlendirilmişlerdir. Bunlar da onun ölümünden sonra imâmetin
kime geçtiği konusunda ihtilafa düşerek değişik gruplara bölünmüşlerdir. 268
Ebû Hâşim’in ölmeden önce Muhammed b. Ali b. Abdullah
b. Abbâs’a vasiyet ederek imâmeti ona devrettiğine inanan ve
“Ravendiyye” olarak adlandırılan grup, 269 Abbâsîlerin iktidara
geçişi sürecinde büyük ölçüde kullanılmışlardır. 270 Her ne kadar
Abbâsîler, iktidarı ele geçirdikten sonra ataları Abbâs b. Abdülmuttalib’in Rasulullah tarafından tayin edilmesi suretiyle imâmetin doğrudan kendilerine geçtiğini ileri sürerek redd-i mirasta
Kummî/Nevbahtî, s. 110.
Eş’ârî, s. 19.
267
Bk. Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s. 165; Eş’ârî, s. 20.
268
Şehristanî, I, 242.
269
Eş’ârî, s. 21.
270
Feyyûmî, eş-Şîatü’l-Arabiyye, s. 256. Ayrıca bk. Daftary, Farhad, “Emeviler Döneminde ve
Abbasilerin İlk Dönemlerinde İran, Horasan ve Mâverâünnehir’deki Mezhebi ve Milliyetçi Hareketler”, çev. Mehmet Atalan, Kelam Araştırmaları, 4:2 (2006), s. 144-145; Varol,
Hilafet Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, s. 81-92.
265
266
257
bulunmuşlarsa da; 271 bu süreçte İbnü’l-Hanefiyye’nin adının kullanılması, onun özellikle Horasan bölgesinde tanınmasına ve buralarda onunla ilgili efsaneler yaratılarak günümüze kadar ulaşan
nice menkıbelerin ortaya çıkmasına yol açtığını düşünüyoruz. 272
Muhammed b. Hanefiyye, yaşadıkları bir yana, söz konusu dönemlerde kendisinden beklenilen unsurlar muvacehesinde halkın
muhayyilesinde yer edinmiş olmalıdır. Bu çerçevede, onun kahramanlıklarının anlatıldığı, konusu tarihî olaylara uygun olmayan
dinî-destanî hikâyeler, Türk Halk Edebiyatında “Muhammed Hanefî Cengi” adıyla; Fars Edebiyatının etkisi altında olan Güneydoğu Asya ülkelerinde ise “Hikâyât-ı Muhammed Hanefiyye” adıyla
şöhret bulmuştur. 273
Eş’ârî, s. 21.
Krş. Ronart, s. 202.
273
Öz, agm., s. 539. Muhammed Hanefî Cenknâmeleri üzerine “Muhammed b. el-Hanefiyye ve
Anadolu'daki Tezahürleri (Muhammed Hanefî Cenknâmeleri)” adıyla bir çalışma yapan Mehmet Atalan, onun menkıbevî hayatını konu alan, yirmi dokuz adet birbirinden farklı
cenknâme, hikâyât ve kaside tespit etmiştir. (Bk. Atalan, s. 24-42.) Cenknâmelerde Muhammed b. Hanefiyye’ye karşı derin bir sevgi ve içten bir bağlılık sezilmektedir. İbnü’lHanefiyye, bazen Hz. Ali ile birlikte bazen de sadece kendisi için müstakil olarak yazılan
cenknâmelerde kahramanlık, cömertlik, ilim, irfan ve velayet timsali olarak anılmıştır. O,
bu seçkin vasıflarıyla çeşitli teşbih, telmih ve mukayeselere konu edilerek övülmüştür.
Özellikle ilminden ve cengâverliğinden bahsetmek cenknâmelerde bir gelenek halini
almıştır. Bu cenknâmelerde İbnü’l-Hanefiyye, irfan abidesi olarak tasvir edilmesinin yanı
sıra; bir ejderhayı kolayca öldürebilen, yardıma muhtaç tek bir kişi için bile sonu gelmez
maceralara atılan, bir orduyu tek başına çökerten; aynı zamanda bağışlayan, bağışladığı
kâfirlerin onun bu davranışından etkilenerek Müslüman olduğu bir şahsiyet; fiziksel
özellikleri itibariyle yakışıklı, heybetli ve oldukça cevvâl, has bir insan olarak karşımıza
çıkar. Muhammed b. Hanefiyye, çocukluğundan itibaren İslâm dininin hükümlerine göre
yetişmiş, ömrünü Kur’ân’ın tebliğine hizmet etmek, İslâmı yaymak ve yüceltmek için
çalışmalar yapmakla geçirmiş örnek bir insandır. O, ömrü boyunca Kur’ân’ın hükümlerine itaat etmiş; âlim, fâzıl, veli ve mürşit gibi manevi mertebelere ve seçkin vasıflara sahip olup; imân, takva, salih amel, Kur’ân ve sünnete bağlılık, güzel huylar, kahramanlık,
cömertlik, ilim, irfan ve velayet, onun faziletinin esaslarını teşkil etmektedir. O, kamil bir
imâna sahip samimi bir mümin; imân ve takvada, salih amelde eşsiz bir kişi olup imân ile
marifetullaha, takva ile de üstün ahlaka ulaşmıştır. O, her türlü haramdan sakınmış; dinin emrettiklerini yapan, yasaklarından da uzak durmuş takvalı, akıllı, bilgili, özü alp, eli
açık ve ilmi çok bir kişidir. Cenknâmelerde, İbnü’l-Hanefiyye’nin, özellikle Zaloğlu Rüstem’e benzetilmesi de onun halk muhayyilesinde bir kahraman olarak yaşadığının açık
bir delilidir. (Bk. Atalan, s. 55-63.) Gezgin el-Herevî, eserinde Kayseri hakkında bilgi verirken burada Battal Gazi camisinin bulununduğunu ifade etmekte ve Muhammed b.
Hanefiyye’nin bu şekirde hapis yattığını anlatmaktadır. Ancak biz, İbnü’l-Hanefiyye’nin
Kayseri ile bir irtibatına başka kaynaklarda rastlayamadık. Muhtemelen Herevî söz konusu cenknamelerden esinlenerek bu notu eserine almıştır. (Bk. Herevî, Ebü’l-Hasen Ali b.
271
272
258
Beyân b. Sem’ân et-Temimî de Ebû Hâşim’in kendisine vasiyette bulunduğu iddiasıyla ortaya çakarak “Beyâniyye” adıyla
anılan guruba öncülük etmiştir. 274 Hamza b. Umâre’nin etkisinde
kaldığı söylenen Beyân b. Sem’ân, 275 Ebû Hâşim’in ölümünden
sonra nübüvvet iddiasında bulunmuş, hatta Ebû Cafer Muhammed el-Bâkır’ı kendisine uymaya ve nübüvvetini kabul etmeye
çağırdığı bir mektup yazmıştır. 276 Bu gurubun bir kısmı, Ebû
Hâşim ve Beyân’ın nebî olduğunu ileri sürerken, 277 diğer bir kısmı
da onun uluhiyyetine inanmış ve ilahî ruhun, önce Ebû Hâşim’e
sonra da Beyân’a geçtiğini iddia etmiştir. 278 Kûfe’de saman ticaretiyle uğraşan Beyân, 119/737 yılında dönemin Kûfe valisi Halid b.
Abdullah el-Kasrî tarafından on beş arkadaşıyla birlikte tutuklanmış ve üzerlerine yağ dökülerek yakılmışlardır. 279
“Harbiyye” adlı grup da Ebû Hâşim’in, Abdullah b. Amr b.
Harb’ı imâm olarak tayin ettiği iddiasındadır. Onlara göre Ebû
Hâşim’in ruhu ona geçmiştir. 280 Bunlar, tenâsuha inanırlar.
İmâmetin Ali’den Hasan’a, ondan Hüseyin’e, ondan da İbnü’lHanefiyye’ye geçtiğini savunurlar. Bunu da Allah’ın ruhunun
Peygamber’e, Peygamber’in ruhunun Ali’ye, Ali’nin ruhunun Hasan’a, Hasan’ın ruhunun Hüseyin’e, onun ruhunun İbnü’lHanefiyye’ye, onun ruhunun da oğlu Ebû Hâşim’e, Ebû Hâşim’in
ruhunun da Abdullah b. Amr b. Harb’e hulûl ettiği şeklinde anlarlar. Her biri on rekât olan günde on beş vakit namazın olduğunu
savunur, fakat bunların hiç biri namaz kılmazlar. 281 Hareketin
Ebî Bekr es-Sâih (611/1215), el-İşârât ila Ma’rifeti’z-Ziyârât, thk. Ali Ömer, Mektebetü’sSekâfeti’d-Dîniyye, Kahire 2002, s. 55.)
274
Eş’ârî, s. 23.
275
Kummî/Nevbahtî, s. 121.
276
Kummî/Nevbahtî, s. 135.
277
Kummî/Nevbahtî, s. 135.
278
İsferâyinî, s. 32.
279
Kummî/Nevbahtî, s. 121-122. Bk. Taberî, s. 1356; İbnü’l-Esîr, s. 718.
280
Eş’ârî, s. 22.
281
Kummî/Nevbahtî, s. 110-111.
259
lideri, Muhtâr zamanında yürüttükleri faaliyetleri İbnü’lHanefiyye’ye şikâyet edilen beş kişiden biri olarak görünmektedir. 282 O dönemde hangi tür faaliyetlerinin şikâyet konusu olduğu
açık olmamakla birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin bu şikâyet üzerine
Kûfe’deki sevenlerini uyaran bir mektup yazmış olması, durumun
vahim olduğuna işaret etmektedir. Ebû Hâşim’in vefatından sonra
onun mirasına konmaya çalışan bu kişinin yaşı epey ilerlemiş
olmalı ki “hareketin liderliğine layık olmamak veya yetersiz olmakla” 283
suçlanmıştır. Eş’ârî’nin aktardığına göre onun yalan söylediğini
düşünen taraftarları, bir imâm arayışıyla Medine’ye gitmiş ve
karşılaştıkları Abudullah b. Muâviye b. Abdullah b. Cafer b. Ebî
Tâlib’i imâm olarak benimseyip Ebû Hâşim’in söz konusu vasiyetinin ona yapıldığı iddiasında bulunmuşlardır. 284
“Cenâhiyye” olarak adlandırılan bu yeni grup Abudullah b.
Muâviye b. Abdullah b. Cafer b. Ebî Tâlib’e intisap etmiştir. Onlara
göre Allah’ın ruhu, Âdem’e geçmiştir. Bütün peygamberler, Hz.
Muhammed’e ulaşıncaya kadar Allah’ın ruhunun birinden diğerine geçtiği tanrılardır. Bu ruh, Hz. Muhammed’den sonra Ali’ye,
ondan Muhammed b. Hanefiyye’ye, sonra onun oğlu Ebû Hâşim’e
ve sonra da Abdullah b. Muâviye’ye geçmiştir. 285 “Muâviyye” adıyla da anılan bu grup, cennet ve cehennemi inkâr etmiştir. Şarap
içmeyi, ölü eti yemeyi, zinayı ve diğer haram kılınmış şeyleri helal kılmışlardır. Kur’ân’da anılan haramlar hakkında bunlar, Ebû
Bekir, Ömer, Talha, Zübeyr ve Aişe gibi kin duyulması icap eden
topluluğa kinayedir, demişlerdir. 286 Abdullah b. Muâviye, 127/744
yılında Kûfe’de başlattığı isyanda Emevî güçlerine karşı tutunaKâdî, age., s. 120. Bk. Taberî, s. 1111.
Faruk Ömer, “Abbasilerin Siyasî Emellerinin Tarihi Kökleri”, çev. Cem Zorlu, SÜİFD, sy.
13, 2002, s. 196. Adı geçen şahıs ve fırkası hakkında geniş bir değerlendirme için bk.
Korkmaz, s. 156-161.
284
Eş’ârî, s. 22. Ayrıca bk. Kummî/Nevbahtî, s. 132-133.
285
Nâşî el-Ekber, s. 33; Kummî/Nevbahtî, s. 135.
286
Bağdadî, s. 189-190.
282
283
260
mayarak kaçtığı Horasan bölgesindeki iki senelik iktidar mücadelesinin ardından Abbâsî dâilerinden Ebû Müslim el-Horasanî tarafından tutuklanıp öldürüldüğü halde, 287 söz konusu grup onun
ölmediğini, İsfahan dağlarında gizlendiğini ve onun Rasulullah’ın
müjdelediği Mehdî olduğunu ileri sürmüşlerdir. 288
Ebû Hâşim’den vasiyetli olduğunu ileri sürerek ortaya çıkan
bu gruplar kendi aralarında dal budak salarken, bunların dışında
Ebû Hâşim’den sonra imâmetin kardeşi Hasan b. Muhammed b.
Hanefiyye’ye veya Ali b. Muhammed b. Hanefiyye’ye geçtiğini
iddia edenler de olmuştur. 289 Bunların bir kısmı da Ebû Hâşim’den
sonra Ali b. Hüseyin’in imâm olduğunu ileri sürerek imâmeti Hz.
Hüseyin nesline inhisâr eden fırkaya katılmışlardır. 290
Aslında her ne kadar Muhammed b. Hanefiyye’nin, Ebû
Hâşime vasiyette bulunarak imâmeti ona devrettiği iddiası söz
konusu edilmekteyse de; 291 onun, imâmet veya taraftar kitlesini
Ebû Hâşim’e veya herhangi bir kimseye vasiyet edip teslim ettiğine dair bir veri bulunmamaktadır. İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat
ederken herhangi bir vasiyette bulunduğuna dair muteber kaynaklarda bir kayda rastlamadık. Sadece bazı Şiî kaynaklarda İbnü’l-Hanefiyye’nin vefat ettiği sırada oğlu Ebû Hâşim’e yaptığı
ahlak içerikli bir konuşmadan söz edilir. 292 Yine Şeyh Sadûk’un
aktardığı bir rivayette, Ebû Cafer Muhammed el-Bâkır’ın ölüm
döşeğindeki İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına girerek ondan bir vasiyette bulunmasını istediği, ancak konuşamadığı için getirtilen bir
leğenin içindeki kumun üzerine vasiyetini yazdığı ve bunun Ebû
Bk. Taberî, s. 1424, vd.; İbnü’l-Esîr, s. 751, vd.
Kummî/Nevbahtî, s. 140-141; Eş’ârî, s. 23.
289
Nâşî el-Ekber, s. 27-28; Şehristanî, I, 344.
290
Neşvân el-Himyerî, s. 215.
291
Bk. İbn Abdirabbih, VI, 475.
292
Hâşimî, s. 257.
287
288
261
Cafer tarafından bir sayfaya kaydedildiği bildirilmekte, ancak
vasiyetin içeriğinden söz edilmemektedir. 293 Fakat Ebû Hâşim’in,
ölmeden önce Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbâs’a vasiyette
bulunduğu ve imâmet hakkı ile birlikte taraftar listesini gösteren
bir sayfa teslim ettiği yönünde, rivayetlerde birçok çelişki olmakla birlikte, işin gerçekliğini ortaya koyacak derecede bulgular
mevcuttur. 294 Diğer hayalperest şahıs ve grupların ise değil İbnü’lHanefiyye, Ebû Hâşim’le bile bir ilişkilerinin olabileceğini düşünmüyoruz.
İbnü’l-Hanefiyye’nin ölümünden sonra müntesiplerinin bir
kısmı bu şekilde farklı fraksiyonlara saparken, diğer bir kısmı
Şeyh Sadûk, Ebû Cafer Muhammed b. Ali (381/991) Kemâlü’d-Dîn ve Temâmü’n-Ni’me, thk.
Ali Ekber el-Gıfarî, Kum 1417, s. 36-37.
294
Bk. Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s. 173, vd.; Belâzürî, III, 465-468; Taberî, s. 1471; İbn
Abdirabbih, VI, 475-477; Makdisî, s. 146. Ayrıca bk. Faruk Ömer, s. 196-203; Varol, Hilafet
Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, s. 71-75. Konuyla ilgili rivayetlerden birisinin, meselenin
bamteline dokunduğunu düşünüyoruz. Söz konusu rivayete göre o dönemde Fatıma evladının yaş itibariyle en büyüğü olan Zeyd b. Hasan b. Ali b. Ebî Talib, Hz. Ali’den kalma
vakıfların yönetimi konusunda Ebû Hâşim’le mücadeleye girmiştir. Mesele Medine’de
dava konusu olmuş, Ebû Hâşim: “Ben ve sen nesep bakımından eşitiz. Ali, vasiyetinde vakıfların
kullanım hakkını ailesinden yaş itibariyle en büyük olan oğlana bırakmıştır. Ben de senden daha
yaşlıyım, üstelik Allah’ı, kitabını ve peygamberinin sünnetini senden daha iyi biliyorum. Neye
dayanarak bu konuda benimle mücadele ediyorsun. Hem vasiyet Fatıma’nın değil, Ali’nindir.”
diyerek Zeyd’e karşı hakkını savunmuş ve neticede karar onun lehine sonuçlanmıştır.
Ancak Zeyd b. Hasan, meseleyi Dımaşk’a Velid b. Abdülmelik’e taşımış ve laf arasında Ebû
Hâşim’in Kûfe’de Muhtar es-Sekafî’den kalma taraftarlarının olduğunu ve bunların onu
imâm kabul ederek ona mali yardımlarda bulunduklarını ispiyonlamıştır. Üstelik Velid b.
Abdülmelik’in, Zeyd’in kızı Nefise ile evli olması işin rengini tamamen değiştirmiş olmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki Başkente çağrılan Ebû Hâşim, burada bazı sıkıntılara maruz kalmıştır. Her ne kadar onun zehirlendiği söylenmekteyse de bizce hem yaşının ilerlemiş
olması hem de söz konusu meselenin onda yarattığı stres onu iyice yıpratmış ve dönüşte
rahatsızlanınca Humeyme’ye saparak burada bulunan amcaoğulları Muhammed b. Ali b.
Abdillah b. Abbâs’ın yanında belli bir süre hasta yatağında kaldıktan sonra vefat etmiştir.
(Bk. Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s. 174-185; İbn Asâkir, XIX, 375-377.) Aslında Ebû
Hâşim’in ölümü, pek kimseyi ırgalamamış olmalı ki söz konusu rivayetlerde onun Velid
b. Abdülmelik mi, yoksa Süleyman b. Abdülmelik döneminde mi öldüğü meselesi tartışma konusu olmuştur. Dolayısıyla varlığından söz edilen taraftar kitlesi de pek ehemmiyetsiz, kuru bir kalabalıktan ibaret olmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki onunla mektuplaşarak
zaman zaman onu ziyeret ettikleri söylenen ve belki de ondan bir hareketlilik bekleyen
kişiler, daha önce amcaları Hasan ve Hüseyin ile babasına karşı aynı beklenti içinde olan
ve onunla birlikte diğer bazı Ehl-i Beyt fertlerini de rahatsız eden ve zamanla sayıları çok
da azalmış olan niteliksiz bir sempatizan gruptan ibarettir. (Bk. Zübeyrî, s. 47; İbn Abdirabbih, IV, 375-377.)
293
262
istikrarını koruyarak onun ölmediği ve cezasını çekmekte olduğu
Radvâ dağından inip, adaletsizliğin pençesinde kıvranan dünyayı
kurtaracak Mehdî edasıyla döneceği günü beklemeye koyulmuşlardır. Bunlar, onun mağarada sadece 60 yıl kalacağını iddia ediyorlardı. Bu süre geçip de onun ortaya çıkmadığını görünce zor
duruma düştüler. 295 Onlarla aynı görüşte olan ve “Seyyid elHimyerî” 296 adıyla bilinen Şair İsmail b. Muhammed (173/789),
içine düştükleri bu içler acısı durumu şöyle tasvir ediyor: “İnsanlar, seninle ilgili görüşlerimizden dolayı kötü sözler söylediler, bizi yalanladılar ve bize düşman ve hasım kesildiler. Dediler ki -zaten onların sözleri çoktur- insanların sesi ve sedası kesilerek zamana yenik düşmüşken,
ölmüş ve ölü olarak kalan bir kimseyi mi bekliyorsunuz? Onlardan dolayı
takatsiz düştük.” 297 Aslında onlar da beklemekten bıkmış olmalı ki
Şair, şu mısralarıyla onların duygularına tercüman oluyordu:
“Ey Radvâ vadisi! Sende bulunan kişi neden görünmüyor,
Ona olan aşkımızdan delirdiğimiz halde?
Ne zamana kadar, nereye kadar ve daha ne kadar,
Ey Rasûl’ün oğlu! Ve sen diri olup rızıklandırıldığın halde?” 298
Muhammed b. Hanefiyye’nin adı etrafında muhtelif görüşler serdeden bu zümrenin zaten fazla olmayan sayıları, bu yaşananlardan sonra giderek azalmıştır. Nitekim bunların en hararetli
dâilerinden Şair Seyyid el-Himyerî’nin bile görüş değiştirerek
Caferî olduğu söylenmektedir. 299 Her ne kadar onun değil de oğlunun mezhep değiştirdiği ve ona izafe edilen “Caferî oldum AlNâşî el-Ekber, s. 25-26; Kummî/Nevbahtî, s. 119.
Bk. İsfahânî, el-Eğânî, VII, 248; Zehebî, Siyeru A’lâm, VIII, 45.
297
Kummî/Nevbahtî, s. 119.
298
Mes’ûdî, III, 88; İbn Asâkir, LIV, 322.
299
Kummî/Nevbahtî, s. 126; Şeyh Müfid, el-Füsûlü’l-Muhtâre, s. 299.
295
296
263
lah’ın adıyla, Allahu Ekber!..” şeklinde başlayan şiirin oğluna ait
olduğu söylenmekteyse de; 300 bunun, söz konusu gerçeği değiştirmeyeceğini düşünüyoruz. Özellikle Rasulullah’ın ashabı ve eşlerinin zem edilmesi, 301 İslâm inancına aykırı düşüncelere sahip
olmaları, Ebû Hâşim’den sonra İbnü’l-Hanefiyye’nin neslinden
halka liderlik edecek birinin çıkmaması, diğer yandan Abbâsîlerin
iktidara geldikten sonra redd-i mirasta bulunarak kendi atalarını
ön plana çıkarmaları, ayrıca Hasan ve Hüseyin neslinden de
önemli bazı kişilerin öne çıkması, 302 bu kitlenin giderek erimesine
yol açmıştır.
Bununla birlikte, 278/891 yılında Kûfe kırsalında ortaya çıkan Karmatilerin (Karâmita) elinde inançlarının izah edildiği ve
Keysâniyye’nin izini taşıyan bir risâlenin dolaştığı söylenmektedir. Bu risâlede, Ahmed b. Muhammed b. Hanefiyye’nin İsa, Mesih
ve Mehdî olduğu bildirilmektedir. Onun, aynı zamanda son peygamber olduğu ve kendisine nazil olan bir kitabının mevcut olduğu; bu nedenle ezanlarda Âdem, Musa, İsa ve Muhammed’in yanı
sıra onun isminin de anılması öngörülmekte; namaz, oruç ve hac
ibadetleri ile helal ve haramlar konusunda düzenlemeler getirilmektedir. Buna göre gündoğumu ve günbatımında olmak üzere
günde iki defa ikişer rekât namaz kılınacak, her rekâtta Ahmed b.
Muhammed b. Hanefiyye’ye nazil olan kitaptaki “fatiha” süresi
okunacak (ki risâlede bu sureye yer verilmiştir), Cuma namazları
ise Salı günleri kılınacak ve o gün başka bir iş yapılmayacak, oruç
senede iki defa Mihrican ve Nevruz günlerinde tutulacak, namazlar Kudüs’e doğru kılınacak ve hac ibadeti de orada icra edilecektir. Nebiz haram, şarap ise helaldir. Cenabet için gusül edilmeyeMes’ûdî, III, 88; İsfahânî, el-Eğânî, VII, 250.
İsfahânî, el-Eğânî, VII, 249.
302
Bk. Varol, Hilafet Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, s. 103-228; Uyar, Gülgûn, Ehl-i Beyt İslâm
Tarihinde Ali-Fâtıma Evlâdı, İstanbul 2004, s. 103-331.
300
301
264
cek, sadece namazda olduğu gibi abdest alınacaktır. Kendileriyle
savaşanı öldürmek vaciptir. Muhalif olup da savaşmayandan ise
cizye alınacaktır. Azı dişli ve pençeli hiçbir hayvanın eti yenilmeyecektir. 303
Aslında Karmatiler, Cafer b. Muhammed es-Sadık’ın oğlu
İsmail’in imâmetine inanan ve “İsmailiyye/Batiniyye” olarak bilinen fırkanın başka bir versiyonudur. 304 Bilindiği gibi bunlar, Muhammed b. Hanefiyye’nin değil de Ali b. Hüseyin’in imâm olduğuna inanırlar. 305 Onlar, Muhammed b. İsmail b. Cafer’in imâm
olduğunu kabul edip diğerlerinden ayrılmışlardır. Onlara göre;
“Hz. Muhammed son peygamberdir, ancak ondan sonra sırasıyla şu yedi
imâm gelir: İmam ve Resûl olan Ali b. Ebî Tâlib, Hasan, Hüseyin, Ali b.
Hüseyin, Muhammed b. Ali, Cafer b. Muhammed ve imâm, kâim ve
mehdî Muhammed b. İsmail b. Cafer’dir. Muhammed b. Cafer b. İsmail,
aynı zamanda rasûldür. Bunlar hem rasûl, hem imâmdırlar.” 306 Onlara
göre, Muhammed b. İsmail, ölmemiştir ve dünyayı ele geçirmeden de ölmeyecektir. 307
Bununla birlikte içlerinde İbnü’l-Hanefiyye’den bahsedenlerin çıkmış olması dikkat çekicidir. Bu durum, zamanla yok olmaya yüz tutan bazı Keysânilerin onların içine sızmış olduğunu
ve eski inançlarını korumaya devam ettiklerini göstermektedir.
Fakat söz konusu risâlede “Ahmed b. Muhammed b. Hanefiyye”
adının kullanılması ve onun etrafında birtakım inançların ihdâs
etilmiş olması işi daha da ilginç kılmaktadır. Zira Muhammed b.
Hanefiyye’nin “Ahmed” adında bir oğlu olmadığı gibi, o tarihte
böyle bir oluşuma öncülük edebilecek bu ismi taşıyan bir torunu
Taberî, s. 2109-2110; İbnü’l-Esîr, s. 1085. Ayrıca bk. Kâdî, age., s. 293-294.
Bağdadî, s. 220.
305
Kummî/Nevbahtî, s. 198.
306
Kummî/Nevbahtî, s. 201-201.
307
Eş’ârî, s. 26.
303
304
265
da bulunmamaktadır. 308 Öyle anlaşılıyor ki zamanla nesli tükenen
bu güruh, İbnü’l-Hanefiyye’yi unutmamış olmakla birlikte, İbnü’lHanefiyye ve nesli hakkındaki bilgi ve ilgileri iyice zayıflamıştır.
Keysânilerin, hicrî dördüncü asrın başlarında varlıklarını
değişik şekillerde sürdürdükleri anlaşılmaktadır. 309 Ancak bir sonraki asırda tamamen silinmiş olmalıdırlar. Zira Şîa’nın “İsna Aşeriyye” koluna mensup Şeyh Müfîd (413/1022), onların İbnü’lHanefiyye’nin imâmetine dair delillerini çürütmeye çalışırken,
cevap yetiştirdiği bu kişilerin artık nesillerinin tamamen tükendiğini ifade etmektedir. 310 Bununla birlikte Keysânilerin İbnü’lHanefiyye adına ihdâs ettikleri bidat ve hurafelerin, sonraki asılarda da varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Mesela Yakut elHamevî (626/1228), defalarca ziyaret ettiğini söylediği Basra körfezinin kuzeydoğusunda yer alan “Hârek” (Khark) adasında İbnü’l-Hanefiyye’ye ait olduğu iddia edilen bir mezarın halk tarafından ziyaret edilip adaklar adandığını ifade etmektedir. 311 Bu
mezarın, bir zamanlar Karmatilerin merkezi durumundaki bu
yerlerde söz konusu Keysâniler tarafından ihdâs edilmiş olması
muhtemeldir. 312 İbnü’l-Hanefiyye’ye ait olduğu söylenen Kahire’deki ziyarete açık diğer bir mezar da bunun başka bir örneğidir. 313 Ayrıca günümüzde Taif’teki Abdullah b. Abbâs Camii haziresinde bulunan bir mezarın yanı sıra, 314 Suriye’nin Kuzeybatı
bölgesinde yer alan İdlib şehrine bağlı Deyr Sîtâ kasabasında ona
izafe edilen bir mezar bulunmaktadır. 315 İşin daha da ilginci, günümüzde bile Radvâ dağı civarında yaşayan şehir hayatından
Bk. Zübeyrî, s. 75-78; İbn Hazm, s. 66; İbn İnebe, s. 432-437.
Bk. Kummî/Nevbahtî, s. 141.
310
Şeyh Müfid, el-Füsûlü’l-Muhtâre, s. 298.
311
Yakut el-Hamevî, II, 337. Ayrıca bk. http://itouchmap.com, Erişim Tarihi: 14/07/2009.
312
Kâdî, age., s. 300.
313
Bk. Evliyalar Ansiklopedisi, “Muhammed bin Hanefiyye”, İstanbul 1992, VIII, 426.
314
http://www.ashraf-online.com, Erişim Tarihi: 14/07/2009.
315
http://ar.wikipedia.org, Erişim Tarihi: 14/07/2009.
308
309
266
uzak bazı bedeviler arasında İbnü’l-Hanefiyye’nin söz konusu
dağda saklandığı ve bir gün oradan ineceği inancının yaşıyor olmasıdır. 316
2. Mürcie
Kaynaklarda Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin ircâ konusunda ilk konuşan kişi olduğu, başka bir ifade ile onun Mürcie’nin kurucusu olduğu ifade edilmektedir. 317 Fakat Hasan’ın
yazdığı “Kitabü’l-İrcâ” adlı eserin muhtevası ve konuyla ilgili yapılan çalışmalar, ondan önce de bu fikri konuşup tartışanların olduğunu göstermektedir. 318 Bu itibarla onun, ircâ fikrini ilk ortaya
atan değil, belki bu fikri temellendirmek için eser yazan ilk kişi
olduğu söylenebilir. 319
Hasan b. Muhammed’in söz konusu eseri yazmadan önce
Kûfe’ye gittiği bilinmektedir. Onun, İbnü’l-Hanefiyye’nin izni ve
hatta emriyle gerçekleştirdiğini düşündüğümüz bu seyahat sırasında yaptığı konuşmalarda Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer aleyhinde
konuşulmamasını istediği görülmektedir. 320 Medine’de de Ali,
Osman ve Talha hakkında konuşmaların yapıldığı bir mecliste
hazır bulunmuş ve burada adı geçenler hakkında ileri geri konuşulmamasını isteyerek haklarında ircâ edilmesinin en uygun yol
olduğunu ifade etmiştir. 321 Rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye, Hasan’ın söz konusu mecliste yaptığı konuşmayı haber aldığı zaman
Bk. Kâdî, age., s. 266.
Bk. İbn Sa’d, V, 328; İbn Ebî Hayseme, II, 221; Şehristanî, I, 229; İbn Asâkir, LIV, 380; İbn
Kesîr, VI, 323.
318
Bk. Cook, Michael, “İslâm’da Aktivizm ve Quietizm: İlk Mürcie’nin Durumu”, çev. Sönmez Kutlu, AÜİFD, XXXVII, Ankara 1997, s. 309; Kutlu, Sönmez, Türklerin İslâmlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, Ankara 2002, s. 58, vd.
319
Kutlu, agm., s. 320.
320
İbn Asâkir, XIII, 378.
321
İbn Asâkir, XIII, 380.
316
317
267
sinirlenmiş ve gidip elindeki asasıyla onun başına vurarak, “Sen,
baban Ali’yi mi tevellî etmiyorsun?” demiştir. 322
Aslında, daha öncede ifade ettiğimiz gibi, burada İbnü’lHanefiyye’nin tepkisi sadece babası Hz. Ali’ye karşı oğlunun takındığı tavra karşı olmalıdır. Yoksa o da, her hâlükârda Hz. Ali’yi
haklı görmekle birlikte, adı geçenler hakkında ileri geri konuşulmasını istemeyen bir kişidir. 323 Bu olaydan sonra Hasan’ın, “Kitabü’l-İrcâ” adıyla bilinen risâlesini yazıp, 324 öğrencileri vasıtasıyla
bunu dağıtması ve muhtelif şehirlere de gönderip okutması, 325
bunun başka bir kanıtı olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca Hasan’ın,
babasının vefatından önce yazdığı anlaşılan bu eseri, 326 ondan
habersiz yazıp dağıtmasının da söz konusu olamayacağını ifade
etmek istiyoruz.
Dolayısıyla burada İbnü’l-Hanefiyye’nin de Mürcie’den olabileceği, başka bir ifade ile onun da ilk mürciî fikirlere sahip olduğu düşüncesi ileri sürülebilir. 327 Nitekim Belâzürî’nin aktardığı bir
rivayet bu düşünceyi destekler mahiyettedir. Söz konusu rivayete
göre İbnü’l-Hanefiyye, Şam’da bulunduğu sırasında Ali’nin mi,
yoksa Osman’ın mı üstün olduğu sorusuna muhatap olmuş, cevap
vermek istmemekle birlikte bu soruya, “Onların bilgisi, Rabbinin
katında bir kitaptadır.” 328 ayetiyle karşılık vermiştir. 329
Münzir es-Sevrînin aktardığı şu sözü de onun ircâsına yorumlanabilir: “Ben, Rasulullah’tan başka kimin kurtuluşa erdiği ve
İbn Asâkir, XIII, 381. Bk. İbnü’s-Sûfî, s.223
İbn Asâkir, XXXIX, 455.
324
İbn Asâkir, XIII, 381.
325
Makrizî, Takiyyuddin Ahmed b. Ali (845/1141), Kitabü’l-Mevâiz ve’l-İtibâr bi Zikri’l-Hıtat
ve’l-Âsâr, Beyrut ty., II, 350.
326
Bk. Kutlu, agm., s. 322.
327
Krş. Fığlalı, Ethem Ruhi, “Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye”, DİA, XVI, 331-331.
328
Taha, 20/51,52.
329
Belâzürî, III, 464. Ayrıca bk. Makrîzî, el-Mukaffâ, VI, 297.
322
323
268
kimin cennetlik olacağı konusunda hiç kimseye şahitlik etmem. Beni
doğurtan babama bile!” 330
Bununla birlikte İbnü’l-Hanefiyye’nin belli bir fikir, düşünce veya fırka, ya da mezhep ortaya koyma, belli bir akıma öncülük
etme gibi bir kaygı taşıması söz konusu değildir. Onun kaygısı,
sadece İslâm Ümmeti’nin vahdetini tehdit eden siyasî veya itikadî
gelişmelerdir. Başka bir deyişle o, hep Müslümanlar arasındaki
birliğin korunması gayreti içinde olmuştur. 331
Daha açık bir ifade ile İbnü’l-Hanefiyye, genel anlamda
İslâm dünyasında hâkim olan düşünce yapısına sahipti. İsferâyinî’nin, “Cemel Savaşı’nın her iki tarafı, mümin ve Müslümandırlar. Lâkin haklı olan Ali idi. Diğerleri ise içtihatlarında hata etmişlerdir.
Fakat onlar küfür, fısk, teberri ve adâvetle ilzâm edilemezler.” 332 şeklinde formüle ettiği Müslümanların genel düşüncesine İbnü’lHanefiyye’nin de sahip olduğunu söylememiz daha isabetli olur
galiba.
3. Mu’tezile
Mu’tezile kaynakları, Muhammed b. Hanefiyye’yi kendi
mezheplerinin şeyhleri arasında gösterme gayreti içinde görünmektedirler. Mezhebin ideologlarından Kâdî Abdülcebbar, Hasan
ve Hüseyin ile birlikte İbnü’l-Hanefiyye’yi Mu’tezile’nin ikinci
tabakâtında göstermektedir ki ona göre Hz. Ali de mezhebin birinci tabakâtında yer almaktadır. Üçüncü tabakâtta ise İbnü’Hanefiyye’nin oğulları Ebû Hâşim Abdullah ve Hasan bulunmaktadır. Her ne kadar Hasan’ın ircâya meyli varsa da o, Gaylân’ın
İbn Sa’d, V, 94; İbn Ebî Hayseme, II, 135.
Watt’ın, “Esas itibariyle ilk Mürciîler, İslâm ümmetinin birliğilini korumak isteyen insanlardı.”
şeklindeki tanımını esas alacak olursak belki İbnü’l-Hanefiyye’yi de Mürcie’ye dahil edebilirz. Bk. Watt, s. 156.
332
İsferâyinî, s. 68.
330
331
269
üstadıdır ve bir bakıma Mu’tezilenin Gaylâniyye koluna dâhildir. 333
“Tabakâtu’l-Mu’tezile” müellifi İbnü’l-Murtazâ da mezhebin
kurucusu Vâsıl b. Atâ’nın, Muhammed b. Hanefiyye ve oğlu Ebû
Hâşim Abdullah’tan ders aldığı iddiasındadır. Hatta ona göre İbnü’l-Hanefiyye, Vâsıl’ı yetiştirmiş ve onu mezun ederek muhkem
hale getirmiştir. Devamında da İbnü’l-Hanefiyye’nin Hz. Ali’den,
onun da Rasûllah’tan ders aldığını ifade ederek mezhebin köklerini daha da derinlere indirmektedir. 334
Neşvân el-Himyerî de İbnü’l-Hanefiyye ve oğlu Ebû Hâşim
kanalıyla mezheplerinin kökenini Rasulullah’a kadar ulaştırma
gayretindedir. O da Vâsıl’ın, İbnü’l-Hanefiyye tarafından yetiştirildiğini, onun vefatından sonra da Ebû Hâşim’le beraber uzun
süre arkadaşlık ettiklerini ifade etmektedir. 335
Başka bir Mu’tezilî yazar İbn Ebi'l-Hadîd ise diğerlerine nazaran daha temkinli davranmakta ve Vâsıl’ı İbnü’l-Hanefiyye’nin
değil de Ebû Hâşim Abdullah’ın öğrencisi olarak göstermektedir.
Fakat o da diğerleri gibi, “Ebû Hâşim, babasının öğrencisidir; o da
Ali’nin öğrencisidir.” diyerek mezhebin kökenini Hz. Ali’ye bağlamakta ve Mu’tezile mensuplarını onun öğrencisi ve ashabı olarak
göstermeye çalışmaktadır. 336
Yine İbn Ebi'l-Hadîd, Emevîlerle Hâşimileri birbirleriyle
karşılaştırarak kimin daha üstün olduğunu ispatlamaya çalışırken,
“Kim, Muhammed b. Hanefiyye ve oğlu Ebû Hâşim gibi olabilir ki! Onlar,
tevhid ilmi ve adl ilmini ortaya koymuşlardır. Nitekim Mu’tezile, biz
Kâdî Abdülcebbar, s. 22-24.
İbnü’l-Murtazâ, s. 7.
335
Neşvân el-Himyerî, s. 260.
336
İbn Ebi'l-Hadîd, I, 123.
333
334
270
birinci Ebû Hâşim ve ikinci Ebû Hâşim (el-Cubbâî) sayesinde bütün insanlara galip geldik, demişlerdir.” 337 şeklinde Mu’tezile mezhebinin
alamet-i farikası olan “Tevhid” ve “Adl” prensiplerini İbnü’lHanefiyye ve Ebû Hâşim’in icat ettiğini ileri sürmektedir.
Eserinde ilklere yer veren İbn Rüste, “İtizâl konusunu ilk konuşan Muhammed b. Hanefiyye’dir. Medine’de İrcâ konusunu ilk konuşan kişi de Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’dir.” demektedir. 338 Şehristanî de Vâsıl’ın, bir söylentiye göre itizâl fikrini Ebû Hâşim’den
aldığını, diğer bir söylentiye göre ise Hasan el-Basrî’den aldığını
ifade etmektedir. 339
Ancak bu iddiaların, mezhep taassubuna ve mensubu bulunduğu akımın görüşlerini temellendirme kaygısına dayanan
beyhude çabalar olduğunu düşünüyoruz. 340 Zira Vâsıl b. Atâ’nın
hayatı incelendiğinde onun İbnü’l-Hanefiyye ile görüşüp ondan
ilim tahsil etme imkânı olmadığı gibi, Ebû Hâşim ile de sınırlı bir
iletişimi söz konusudur. Bilindiği gibi İbnü’l-Hanefiyye 81/700
yılının başında vefat etmiştir. Vâsıl ise 80-131 (699-748) yılları
arasında yaşamıştır. 341 Hasan b. Muhammed’in 95/713 yılında
vefat ettiğini, 342 Ebû Hâşim’in de Velid b. Abdülmelik’in öldüğü
96/714 yılında vefat ettiğini kabul edecek olursak, 343 Vâsıl’ın onlarla görüşüp ilim tahsil etmesi için oldukça sınırlı bir zaman dilimi geride kalmaktadır. Medine’de doğup büyüyen Vâsıl b. Atâ,
15-16 yaşlarına kadar hem Ebû Hâşim hem de Hasan b. Muhammed’den Kur’ân-ı Kerîm, Fıkıh, Hadis ve az da olsa Akaid dersleri
İbn Ebi'l-Hadîd, XV, 189.
İbn Rüste, Ebû Ali Ahmed b. Ömer (310/922) el-A'lâkü'n-Nefîse, Leiden 1891, VII, 200.
339
Şehristanî, I, 66.
340
Krş. Feyyûmî, Muhammed İbrâhim, el-Mu’tezile Tekvînü’l-Akli’l-Arabî A’lâm ve Efkâr, Kahire
2002, s. 139-141; Kâdî, age., s. 301-303
341
İbn Hallikân, VI, 11.
342
İbn Asâkir, XIII, 381.
343
İbn Asâkir, XXXII, 267.
337
338
271
almış olmalıdır. Vâsıl’ın daha o yaşlarda ileride öncülük edeceği
akımın temelini oluşturan itikadî/felsefî öğretileri tahsil ettiğini
düşünmek oldukça zordur. Nitekim Vâsıl b. Atâ, Ebû Hâşim’in
vefatından sonraları Basra’ya gitmiş ve orada uzun süre Hasan elBasrî’ye öğrencilik etmiştir. Ardından o zamanlar gittikçe alevlenen ve birçok kelamî/felsefî problemi beraberinde getiren “tekfir” furyasının etkisiyle hocası Hasan el-Basrî ile girdiği bir tartışmadan sonra ondan ayrılarak “itizâl” etmiştir. 344 Ayrıca onun,
hem Medine’de hem de Basra’da diğer birçok kişiden ilim tahsil
etmiş olabileceğini ve farklı kültürlerin etkisi altında kalmış olabileceğini unutmamak gerekir.
Dolayısıyla her ne kadar Taşköprüzâde ve günümüz araştırmacılardan Ali Sâmî en-Neşşâr da Vâsıl’ın, itizâl görüşlerini
İbnü’l-Hanefiyye’nin iki oğlu Ebû Hâşim Abdullah ve Hasan b.
Muhammed’den aldığını ileri sürmekteyseler de; 345 bu tezin tarihî
verilerle bağdaşmadığını düşünüyoruz. Kaldı ki Vâsıl’ın, daha ileri
yaşlarda ve daha uzun süre ders aldığı Hasan el-Basrî’den söz
konusu görüşlerini alıp almadığı bile tartışmalıdır. 346 Hatta
Vâsıl’ın, söz konusu mezhebin ihdâsında ne derece etkin olduğu
bile şüphelidir. 347 Ayrıca Mu’tezile’nin dışında, yukarıda anlattığımız gibi Keysâniyye ve Mürcie’nin de İbnü’l-Hanefiyye ve oğullarına intisâbı söz konusu edilmektedir. Diğer yandan İbnü’lHanefiyye’nin, daha önce değindiğimiz kader konusundaki oldukça teslimiyetçi anlayışı nedeniyle onun “Cebrîliği” bile ileri sürülebilir.
Bağdadî, s. 85-86; Makrizî, Hıtat, II, 345.
Bk. Taşköprüzade, II, 145; Neşşâr, I, 383.
346
Feyyûmî, el-Mu’tezile, s. 124.
347
Bk. Watt, s. 262.
344
345
272
Vedâd el-Kâdî’nin dediği gibi; 348 eğer İbnü’l-Hanefiyye, birbirleriyle mücadele halinde olan Abdullah b. Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervân’ın tarafı oldukları fitneden uzak durup onlardan
ayrılırken, “Ben itizâl ettim” 349 lafzını kullanmışsa belki lügat anlamıyla onun Mu’tezilî olduğu söylenebilir. Kaldı ki Cemel ve Sıffin
savaşlarına katılmayıp tarafsız kalanlara da bu anlamda Mu’tezilî
denilmiştir. 350 Oysa bu, onların söz konusu akımın öncüleri veya
ideolojinin fikir babası oldukları anlamına gelmez.
Netice olarak; hem Muhammed b. Hanefiyye’nin, hem de
oğulları Abdullah ve Hasan’ın, Rasulullah ve Hulafâ-i Raşidîn döneminden kalan ve Müslümanların çoğunluğunca da temsil edilen
saf İslâm inancından ayrıldıkları, başka bir ifade ile ana damardan
bir sapma gösterdikleri, farklı akım, mezhep, fırka veya inanç ve
düşünceye öncülük ettikleri ve insanları bunlara davet ettikleri
kanaatinde değiliz.
III. Sosyal Etkisi
A. Sosyo-politik Yapı
Muhammed b. Hanefiyye’nin yaşadığı dönemdeki topluma
en azından siyasî açıdan baktığımızda İslâm dünyasındaki iç çatışmalar nedeniyle bezmiş bir halkla karşı karşıya olduğumuzu
söyleyebiliriz. Devlet başkanı makamındaki halife Hz. Osman’ın
öldürülmüş olması bile başlı başına toplumu sarsan bir hadisedir.
Bu olayın ardından yaşanan Cemel, Sıffin ve Nehrevân savaşları
ise bu yapıyı daha da sarsmıştır. Daha Sıffin Savaşı öncesinde,
Kâdî, age., s. 303.
Muhammed b. Hanefiyye, Muhtâr’ın açık destek talebine karşı yazdığı mektubunda
insanlardan “itizâl” ettiğini ifade etmiştir. bk. Taberî, s. 1100.
350
Neşvân el-Himyerî, s. 259. Ayrıca bk. Watt, s. 267; Aydınlı, Osman, “Mu’tezile Ekolü
Teşekkülü, İlkeleri ve İslâm Düşüncesine Katkıları”, Marife, Kış 2003, sn. 3, sy. 3., s. 32.
348
349
273
savaş hazırlıklarını yürüten Hz. Ali’ye taraftarlarından birinin sarf
ettiği şu sözün oldukça manidar olduğunu düşünüyoruz: “Basralı
kardeşlerimizin üzerine bizi sürüp onlarla savaştırdığın gibi, şimdi de
bizi Şamlı kardeşlerimizin üzerine sürüp onlarla savaştırmak mı istiyorsun? Hayır vallahi, kesinlikle bunu yapmayacağız!” 351
Gerçekten savaşan tarafların Müslüman olmaları bir yana,
aynı kabile ve hatta aynı ailelere mensup kişilerin farklı cephelerde birbirleriyle savaşması işin bir başka can alıcı noktasıydı. 352
Nehrevân Savaşı sonrası askerlerini Şam üzerine göndermekte
kararlı olan Hz. Ali’ye Kûfelilerin lakayt kalması toplumun yaşanan kanlı savaşlara karşı duyduğu tepki, rahatsızlık ve huzursuzluğun başka bir örneğiydi. 353 Bu sırada Hz. Ali ile Muâviye arasında el değiştiren Mısır ve Yemen’de işlenen cinayetlerin toplum
üzerinde oluşturduğu travmayı da unutmamak gerekir. 354
Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye teslim etmesinin genel itibariyle İslâm dünyasında sevinçle karşılanması 355 ve bu senenin
“âmü’l-cemâa” olarak adlandırılıp, 356 burada özveride bulunan Hz.
Hasan’ ın övgü dolu sözlerle taltif edilmesi ve hatta, “Bu benim
oğlumdur. Şeref sahibi bir efendidir. Umarım ki Allah, oğlum sebebiyle
yakında Müslümanların iki büyük fırkasının arasını ıslah eder.” türü
rivayetlerin ihdâs edilmesi, 357 belki de toplumun huzur ve barışa
duyduğu özlemin bir ifadesi idi.
Yaklaşık yirmi yıl süren Muâviye dönemi ile birlikte Haricilerin çıkardığı bazı taşkınlıklar ile siyasî muhalif konumundaki
Dîneverî, s. 145.
Mahmûd Şâkir, et-Târîhu’l-İslâmî, III, 278.
353
Dîneverî, s. 194-195.
354
Bk. Taberî, s. 876-893.
355
İbnü’l-Esîr, s. 465.
356
İbn Kesîr, V, 498.
357
Demircan, İktidar Mücadelesi, s. 29.
351
352
274
bazı Hz. Ali taraftarlarına yönelik baskılar dışında İslâm dünyasında nispeten bir huzur ortamı hâkim olmuştur. Bu dönemde iç
çekişmeler nedeniyle durmuş olan fetihler, yeniden başlatılmıştır.
Toplumun yeniden yapılanmasında etkin bir fonksiyonu olan bu
fetih hareketleri ile Ceyhun nehri ötesindeki bazı şehirler ile Afrika’nın içlerinde ve batıdaki en uç noktalarında bulunan bazı topraklar devletin sınırları içine dâhil edilmiştir. Devletin gelirleri
yeniden düzenli hale getirilmiş ve sistemi oturtmak amacıyla
devlet işlerini kolaylaştırıcı düzenlemelere gidilmiştir. Fakat toplum, iç çekişmelerden önceki yapısından oldukça uzak ve yıpranmış haldeydi. Rasulullah ve ondan sonra gelen Hz. Ebû Bekir ve
Hz. Ömer dönemlerini birlik içinde yaşayan Müslümanlar, Hz.
Osman’ın katlinden sonra yaşanan süreçle iyice politize olmuşlardı. Siyasî yönden farklılaşan duygular, bu dönemde mâhir bir
idarecinin idaresi altında sadece sinelere gizlenmişti. 358
Muâviye’nin, oğlu Yezîd’i veliaht seçerek ülkeyi saltanat
düzenine sürüklemesi beraberinde yeni ihtilaf ve çatışmaların
yolunu açtı. Muâviye’nin ölümünde sonra yerine geçen oğlu
Yezîd’e biat etmeyi kabul etmeyen Hz. Hüseyin ve Abdullah b.
Zübeyr, muhalefetin yeni aktörleriydiler. İktidara ulaştıracağı
ümidiyle çıktığı Kûfe yolculuğunda Hz. Hüseyin’in iktidar güçleri
tarafından öldürülmesi, mevcut yönetime karşı toplumda büyük
bir öfke birikimine yol açtı. Ardından Medine isyanının kanlı bir
şekilde bastırılması, Abdullah b. Zübeyr’in etrafında şekillenen
muhalefeti patlama noktasına getirdi ki çok geçmeden Yezîd’in
ölmesi, Emevî iktidarını tamamen yok olmakla karşı karşıya getirdi. Artık İslâm dünyasının neredeyse tamamı, el değiştirerek
Abdullah b. Zübeyr’in hâkimiyeti altına girmişti. Fakat Emevîlerin, pes etmeyerek eski güçlerine tekrar kavuşmaları yolunda
358
Aycan, s. 133, 139, 219.
275
giriştikleri mücadele ve bunun paralelinde iktidarın Benî
Hâşim’in hakkı olduğu gerekçesiyle ortaya çıkan oluşumlar, İslâm
dünyasında öncekilerden daha şiddetli çatışmaların yaşanmasına
neden oldu.
Artık bu yeni dönemde İslâm dünyası Emevîler, Hariciler,
Zübeyriler ve Şiiler olarak adlandırabileceğimiz dört farklı siyasî
(biraz da dinî) hareketin güç gösterisine sahne olacaktı. Bu dönemde yaşanan olaylar, toplumda artık onarılamaz siyasî kırılmalara neden olduğu gibi, dinî farklılaşmanın yolunu da açtı.
Hz. Hüseyin’in ölümünden sonra kendini Benî Hâşim’in lideri konumunda bulan İbnü’l-Hanefiyye, aynı zamanda “Hz. Ali
taraftarları veya Benî Hâşim’in iktidarını savunun kişiler” olarak
tanımlayabileceğimiz Şiilerin lideri makamındaydı. Peygamber
ailesinin varisi olması hasebiyle de toplumun bir kesimi nezdinde
kutsiyet sahibi bir kişi olarak görülüyordu. Bu nedenle onun nasıl
hareket edeceği hem toplum, hem de siyasî rakipler açısından
önem arz ediyordu.
B. Sosyal Fonksiyonu
Muhammed b. Hanefiyye, babası Hz. Ali ile birlikte Cemel,
Sıffin ve Nehrevân savaşlarına aktif olarak katılmış olmakla birlikte daha sonraları, yaşadıklarından ders almış bir kişi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Hz. Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesinden sonra bulunduğu sorumluluk makamında oldukça
temkinli davranmıştır. Bu olayın istismar edilmesine pirim vermemiş, Yezîd’in ölümünden sonra da yaşanan çatışma ortamına
girmekten kaçındığı gibi toplumun bu tür alanlara sürüklenerek
bölünmesinin önüne geçmeye çalışmıştır.
276
Bu çerçevede toplumun içinde bulunduğu çatışma ortamında nasıl hareket edecekleri konusunda İbnü’l-Hanefiyye’ye
danışmak için yanına gelen birçok kişinin olduğu görülmektedir.
Özellikle Muhtâr es-Sekafî’nin Kûfe’de başlattığı harekete katılım
noktasında onun fikrine başvuranların nitelik ve niceliği onun
toplum içindeki itibar ve etkisini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Onun bir “kardeş” olarak Hz. Hüseyin’in intikamının alınmasını arzu etmekle birlikte böyle bir işe girişecek olanların topluma vereceği zararları göz önünde bulundurmuş olmalı ki bu
şekilde yanına gelen hemen hemen herkese sükûnet çağrısından
bulunmuş ve onlara toplumu kasıp kavuran fitneye bulaşmamalarını ve ümmeti parçalayacak hareketlerden kaçınmalarını tavsiye
etmiştir.
İbnü’l-Hanefiyye, toplum vicdanını kanatan Kerbela ve
Harre olaylarından sonra yerleştiği Mekke’de vaktini ibadet ederek ve irşat faaliyetleriyle geçirmeye çalışmış, söz konusu hadiselerin kanalize ettiği öfke selinin önünü almaya ve toplumun gerginliğini giderme gayreti içinde olmuştur. Nitekim bu tavrını
örnek alan Kûfeli bir gurubun onun yanına gelip kutsiyetine binaen en sakin ve huzurlu yer olarak gördükleri Mekke’ye yerleşerek onun gibi vakitlerini ibadetle geçirmeye çalıştıkları görülmektedir. Bölgede hâkimiyetini ilan etmiş olan Abdullah b. Zübeyr,
onları yürütmekte olduğu şiddete dayalı siyasî mücadelesinin
tarafına çekmeye çalıştığında, “Biz Kûfeli bir kavimiz. İnsanlar ihtilafa düştükleri zaman biz, onlardan ayrılıp şu Harem’e geldik. Hem eziyet
etmemek, hem de eziyete uğramamak için. Ümmet, bir kişi üzerinde
ittifak edip birleştiği zaman biz de onların girdiği yola gireriz. Bu, efendimizin görüşüdür ki biz, her hâlükârda onunla birlikte hareket edeceğiz.” 359 demişlerdi.
359
Belâzürî, III, 472.
277
Gelişen olaylar karşısında toplumun içine düştüğü çaresizlik ve İbnü’l-Hanefiyye’nin bu durum karşısında oynadığı rolü,
İbn Sa’d’ın aktardığı bir rivayetin gayet net bir şekilde yansıttığını
görüyoruz. 360 Söz konusu rivayete göre İbnü’l-Hanefiyye, bir topluluğun içinde sohbet ederken yanına gelen Uneyzeli ∗ bir kişi,
özel bir ihtiyacı olduğunu ifade eder. Bunun üzerine İbnü’lHanefiyye, ondan oturup beklemesini ister. Sohbetini bitirip evine gidince adam da onun peşine takılır ve beraberinde onun evine gider. İbnü’l-Hanefiyye, onu evine alıp oturttuktan sonra ihtiyacının ne olduğunu sorar. O da derdini şöyle dile getirir: “Vallahi
sizler, akrabalık bakımından Kureyş’in bizlere en yakın olan kişileri değilsiniz ki akrabalığımızdan dolayı sizleri sevelim. Fakat sizler, akrabalık
bakımından Kureyş’in Peygamberimize en yakın olanlarısınız. Biz de
Peygamberimize olan yakınlığınıza binaen sizleri seviyoruz. Ancak size
olan sevgimizden dolayı sürekli ayıplanıyoruz, horlanıyoruz. Öyle ki bu
yüzden boyunlar vuruldu, itibarımız yok edildi, şehirden şehire sürüldük, eziyete uğradık ve iş o dereceye vardı ki ıssız bir yere gidip kendimi
Allah’a ibadet etmeye adamayı düşündüm. Eğer Âl-i Muhammed’in durumundan endişemiz olmasaydı bunu yapardım. Yine mevcut yönetimlere karşı aynı düşüncede olduğumuz kişilerle –Haricilerle- birlikte çıkıp
savaşmayı düşündüm. Fakat sizinle ilgili bazı söylentiler de uzaktan
uzağa bize ulaşıyordu. Onun için sizinle yüz yüze görüşüp konuşmak
istedim. Hem siz, bana göre insanların en güvenilir ve yine uymayı en
çok istediğimiz kişisiniz. Dolayısıyla sizi başkasından sormamız doğru
olmazdı. Kısacası ben, sizin görüşünüz doğrultusunda hareket etmek
istiyorum, acaba size göre çıkış yolu nedir?” İbnü’l-Hanefiyye, adamın
bu sözleri üzerine, “Sakın bu olaylara bulaşmayın. Aksi takdirde bu
sizin için daha büyük bir ayıp olur. Allah’ın kitabına sarılın. Zira sizden
öncekiler, onunla hidayet buldukları gibi sizden sonrakiler de onunla
İbn Sa’d, V, 94-95. Ayrıca bk. İbn Asâkir, LIV, 344-345; Zehebî, Siyeru A’lâm, IV, 122.
Kasîm bölgesinde ki bir yerleşim yeri. Bk. Yakut el-Hamevî, IV, 161.
360
∗
278
hidayete ereceklerdir. Yemin ederim, eğer siz eziyete uğramışsanız, sizden daha hayırlı olanlar da eziyet çekmiştir.” şeklinde söze başlar ve
adamın konuşmasında yapmayı düşündüğünü ifade ettiği ifrattefrit noktasındaki hareketleri yapmamasını ister. Sorunlar karşısında bir kenara çekilmenin çare olmadığını vurgulayarak, ıssız
bir yere çekilip kendini ibadete vermeyi ruhbanlık olarak tanımlar ve bunun İslâm’da yerinin olmadığını açıklar. Ardından ondan,
mevcut yönetimlere karşı ayaklanan ve râvînin Hariciler olarak
tanımladığı gruplarla birlikte hareket etmemesini söyler ve böyle
bir davranışı “Ümmet’ten ayrılmak” olarak, başka bir ifadeyle bölücülük şeklinde değerlendirir. İbnü’l-Hanefiyye, bu şekilde yapılmaması gerekenleri sıraladıktan sonra söz konusu ortamda nasıl
hareket etmesi gerektiğini de göstererek, “Şu kavme karşı takiyye
ile korunun, onlarla savaşmayın.” der. Râvî, burada kavimden kastedilenlerin Benî Ümeyye olduğunu söyler. Ancak bununla diğer
baskı unsurları da kastedilmiş olabilir. Adamın nasıl takiyye yapacağını sorması üzerine İbnü’l-Hanefiyye, aslında o zamanlar daha
sonraki istılahî manasını kazanmamış olan takiyyeyi şu şekilde
tanımlar: “Çağırdıkları zaman onlara görüneceksiniz. Böylece hem Allah, canını ve inancını korumuş olur, hem de onlardan daha çok hak
sahibi olduğun Allah’ın malından payına düşeni almış olursun.” Adam,
istemeden de olsa şayet kendisini bir çatışmanın içinde bulursa ve
savaşmaktan başka bir çaresi kalmazsa ne yapması gerektiğini
sorunca, “O zaman iki elinden biriyle diğerine Allah için biat edersin ve
Allah için savaşırsın. Zira Allah, nice toplumları niyetlerine göre cennete
koyar, nicelerini de niyetlerinden dolayı cehenneme koyacaktır.” şeklinde yol gösterir. İbnü’l-Hanefiyye, konuşmasını bitirdikten sonra
hakkında çıkması muhtemel yalan-yanlış söylentilerin önüne
geçmek gayesiyle, söylemediği veya kendisinden duymadığı bir
şeyi kendisine izafe etmemesini o adamdan ister ve onu bu konuda uyarır.
279
Bu rivayette olduğu gibi İbnü’l-Hanefiyye’nin, sık sık Ümmetin birliğine vurgu yapması önemlidir. Bu nedenle kendilerine
biat etmesi için, onu sıkıştıran Abdullah b. Zübeyr ve Abdülmelik
b. Mervân’a, toplumda “birlik sağlanmadıkça” hiç kimseye biat etmeyeceğini, hatta kendisi adına yapılacak bir biati dahi ümmetin
rızası ve ittifakı olmadan kabul etmeyeceğini ilan etmiştir. 361 Ayrıca onun adına hareket ettiği iddiasındaki Muhtâr es-Sekafî ile
birlikte hareket edip savaşmak isteyenlere bile savaşmamalarını
tavsiye etmiş ve onlardan toplumun esenliğini bozacak davranışlardan kaçınmalarını talep etmiştir. 362 “Fitne, önüne çıkanı süpürüp
götürür.” 363 diyerek insanları olumsuz gelişmeler karşısında dikkatli olmaya çağırmıştır.
“Kendi kendine yeten, elini kötülükten çeken, dilini tutan ve evinde oturandan Allah, razı olsun. Bu, onun için yeterlidir. Böyle bir kişi
kıyamet günü sevdiğimiz kişiler arasında olacaktır.” 364 sözleriyle halkı
sükunete davet eden İbnü’l-Hanefiyye, bu çalışmalarıyla aynı
zamanda bir âlimin fitne dönemlerinde toplumu nasıl yönlendireceği konusunda örneklik teşkil etmiştir. 365
Aslında onun da yönetimdekilerin icraatlerindan pek
memnun olduğu söylenemez. Ona göre mücadele halindeki Abdullah b. Zübeyr ile Abdülmelik b. Mervân dünya menfaatinden
başka bir kaygı taşımıyorlardı. “Her ikisi de dünya menfaati için savaşıyor” 366 diyerek onları eleştiriyordu. Fakat o, söz konusu kişilerin bütün tahriklerine rağmen, yeni bir cephe açmak suretiyle işi
daha da zora sokacak davranışlarda bulunarak toplumun huzuruİbn Sa’d, V, 108.
İbn Ebî Şeybe, VI, 191.
363
İbn Ebî Şeybe, VII, 477.
364
İbn Ebî Şeybe, VII, 454. Ayrıca bk. İbn Sa’d, V, 97; İbn Asâkir, LIV, 347; Zehebî, Siyeru
A’lâm, IV, 123.
365
Har’ân, s. 436.
366
İbn Sa’d, V, 106.
361
362
280
nu bozmak istemiyordu. Onun için, “Şer, ehveni şer ile defedilir.” 367
anlamına gelen konuşmalar yapıyor, ehveni şerre rıza göstermekte bir sakınca görmüyordu. Yukarıdaki rivayette geçen “takiyye”
tavsiyesini de belki bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Abdullah b. Zübeyr’den kaçarak sığındığı Şam topraklarından geri çevrildiğinde onunla birlikte savaşmaya hazır büyük bir
kalabalık olduğu halde yaşananlardan dolayı patlama noktasına
gelen bu kişileri toplayıp teskin etmiş ve onlardan memleketlerine dağılmalarını isteyerek, gittikleri yerlerde huzuru bozacak
davranışlardan kaçınmalarını tavsiye etmiştir. 368 İlgili bölümde
üzerinde durduğumuz gibi, burada İbnü’l-Hanefiyye’nin geri çevrilmesinin sebebi, insanların ona olan ilgi ve hayranlığın gittikçe
artması ve Abdülmelik b. Mervân’ın bundan duyduğu endişe idi.
Burada halkın İbnü’l-Hanefiyye’ye göstermiş olduğu bu ilginin sebebi üzerinde durmak faydalı olacaktır. Hatırlanacağı
üzere İbnü’l-Hanefiyye, binlerce taraftarıyla Medyen’e yaklaştığı
zaman, şehir halkı yaklaşan kalabalıktan ürkerek şehrin kapılarını
kapatmışlardı. 369 Bu hareket, o zamanlar İslâm dünyasında toplumda hüküm süren korku, endişe ve güvensizliğin bir ifadesi olsa
gerek. İbnü’l-Hanefiyye’nin gittiği bir sonraki şehir Eyle’de ise
kaldığı süre içinde beraberindekilerle göstermiş oldukları hal ve
hareketler takdir toplamıştır. Vakitlerini ibadetle geçirmeleri,
halka eziyet etmek ve haklarını ihlâl etmekten kaçınmaları, kısacası hak hukuk dairesi içinde hareket etmeleri nedeniyle çok kısa
bir sürede bölgede şöhretleri yayılarak kendilerinden övgüyle söz
edilmiştir. 370 Aslında burada İbnü’l-Hanefiyye’ye gösterilen ilgi,
onun şahsından çok beraberindeki arkadaşlarıyla göstermiş olduİbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, III, 22.
İbn Sa’d, V, 105; İbn Asâkir, LIV, 344.
369
İbn A’sem, II, 384.
370
İbn A’sem, II, 384-485.
367
368
281
ğu davranışlardan kaynaklanmaktadır ki bunun, toplumun huzur
ve barışa duyduğu özlemin net bir işareti olması hasebiyle çok
önemli olduğunu düşünüyoruz.
Politik nedenlerle meydana gelen huzursuzluk ortamında
ekonomik sıkıntıların yaşanması da kaçınılmazdır. Bu şekilde
sıkıntıya düşmüş olan insanlara hem yardımcı olmak, hem de bu
konuda insanları teşvik etmek konusunda İbnü’l-Hanefiyye’nin
gayretleri dikkat çekicidir. Onun, Abdullah b. Abbâs’tan sikâye
görevini devralma konusundaki başarısız teşebbüsü, 371 bu çerçevede değerlendirilebilir. Ayrıca insanların, malî yardım talebinde
bulunmak üzere onun yanına geldiği görülmektedir. 372 O, bu konuda üzerine düşen görevi yapmasının yanı sıra, halkı da teşvik
ederek, “Ey insanlar, biliniz ki insanların size olan ihtiyacı Allah’ın size
bir nimetidir. Onun için bunu ihmal etmeyin. Yoksa iş, sıkıntıya dönüşür.” 373 diyordu.
Mekke’de çıkan ekonomik sıkıntı nedeniyle oradan ayrılmak isteyen Ebu’t-Tufeyl’e, “Kemik yemek zorunda kalsan bile oradan
çıkma!” 374 demesi, onun Mekke’ye verdiği önemi gösterdiği gibi,
yine aynı kişiye hitaben, “Şu mekâna yerleş ve Harem’in güvercinlerinden biri ol!...” 375 demesi de orada nasıl hareket edileceğini göstermektedir. Ancak o, bütün mülayimliğine rağmen artan baskılar
karşısında Mekke’den ayrılmak zorunda kaldığında, “Eğer Ali de
çektiğimiz bu sıkıntılara maruz kalsaydı, buradan çekip giderdi.” 376
diyecektir.
Vakıdî, Muhammed b. Ömer (207/822), Kitabü’l-Meğâzî, thk. M. Jones, London 1966, II,
838.
372
İbn Ebi'l-Hadîd, XVIII, 265.
373
İbn Asâkir, LIV, 337.
374
Fâkihî, II, 284.
375
Fâkihî, II, 287.
376
İbn Ebî Şeybe, VII, 459.
371
282
O politik arenada kendisiyle uğraşıp eziyet etmeye çalışanların çabalarına pirim vermediği gibi günlük hayatında da onunla
uğraşıp sıkıntı vermeye çalışanlara aldırış etmiyordu. Nitekim
kendisine, “Kureyşli bir adam, senin aleyhinde çalışıyor.” denildiği
zaman, "Allah’ın başka kimseleri benden kurtarmasındansa, beni onlardan kurtarması Allah’ın nimeti olarak bana yeter.” 377 diyerek diğer
insanlara eziyet etmektense eziyete uğramayı tercih ediyordu.
Onun için sıkıntılara karşı sabretmeyi de kemâlin bir gereği olarak değerlendiriyordu. 378
Toplumun birliğini bozmaya yönelik girişimlere cephe almış olan İbnü’l-Hanefiyye, aynı zamanda bu birliği pekiştirecek
çalışmalarda bulunmuş ve bu çerçevede, “Hüsnü niyetle kardeşini
razı etmeyen, atiyyelerle onu hiç razı etmez.” 379 diyerek bireyler arasındaki samimiyete dayalı muhabbetin önemini vurgulamıştır.
Aynı şekilde “Kardeşinin kalbinde sana karşı beslediği sevgi, senin
kalbinde ona beslediğin sevgi olduğunu bil.” 380 sözüyle bu muhabbetin
karşılıklı olması gerektiğini ifade etmiştir.
İbnü’l-Hanefiyye, aynı zamanda giyim kuşamı, yemesi ve
içmesiyle de topluma yön vermiştir. Dönemin popüler tartışmalarından olduğu anlaşılan rengârenk elbiselerin giyilmesi, “hazz”
diye ifade dilen ipek karışımı kumaşların kullanılması, kozmetik
malzemelerinin kullanılması, 381 bir çeşit meyve suyunun kaynatılarak elde edilmesi nedeniyle alkol şüphesi görülen ve “tılâ” olarak tabir edilen bir çeşit meşrubatın içilmesi, sütün mayalanması
sonucu elde edilen peynirin yenilmesi 382 gibi konularda onun,
İbn Asâkir, LIV, 337.
İbn Asâkir, LIV, 337.
379
İbn Hamdûn, IV, 359.
380
İbn Hamdûn, IV, 365.
381
İbn Sa’d, V, 114-115.
382
İbn Ebî Şeybe, V, 94, 125, 126.
377
378
283
halkı aydınlattığı ve genellikle kolaylaştırıcı bir yöntem izlediği
görülmektedir.
Konuyla ilgili rivayetlerin hemen hepsinde dikkati çeken
diğer bir husus da İbnü’l-Hanefiyye’nin yanına gelenlerin onu bir
cemaatin içinde sohbet halindeyken bulmalarıdır. Öyle anlaşılıyor
ki o, gerek Ehl-i Beytin bir mensubu olması gerekse toplumda
temâyüz eden şahsiyeti sayesinde, organize ve çok kalabalık olmasa da etrafında bir cemaat toplamış ve gelişen olaylar kaşrısında bulduğu her fırsatta onları teskin edecek konuşmalar yapmış
ve ilmini onlarla paylaşma gayreti içinde olmuştur. Burada şunu
ifade edilim ki söz konusu cemaatin, kalabalık ve organize olmaması İbnü’l-Hanefiyye’nin böyle bir arzu ve gayretinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Yoksa Muhtâr’a yazdığı mektubunda
ifade ettiği gibi eğer isteseydi, mücadele halindeki diğer gruplardan belki daha kalabalık ve düzenli bir taraftar kitlesi bulabilirdi.
Ancak o böyle bir davranışta bulunarak ümmeti parçalamak ve
Müslümanları bir iç savaşa sürüklemek istememiştir. 383
Netice itibariyle Muhammed b. Hanefiyye, Ali Sâmî enNeşşâr’ın dediği gibi, mutlak olarak fitne ve kargaşa ortamının
adamı olmamıştır. 384 Eserü’l-Ülemâ müellifinin de dediği gibi o,
barışçı bir kişi idi ve fitneden nefret eder, ondan uzak dururdu. 385
Yine Mahmûd Şâkir’in ifadesiyle, “Muhammed b. Hanefiyye,
ihtilaf çıkarma peşinde olmadığını sürekli ilan etmiştir. Ümmet, parçalandığı zaman onlardan itizâl etmiş; söz birliği edilip bir halife üzerinde
ittifak edildiğinde ise halkın takip ettiği yola girmiştir. Eğer o, birtakım
arzular, makam ve mevkiler peşinde olsaydı şöhretin zirvesindeyken,
Bk. Taberî, 1100.
Neşşâr, II, 56.
385
Har’ân, s. 62.
383
384
284
özellikle de ona biat etmek için tekliflerin yapıldığı zamanlarda bunu
yapardı.” 386
Ve yaşadığı süreç içerisinde kan dökülmemesi yönündeki
gayretleri, ümmetin “icmaı ve rızası” olmaksızın yönetime talip
olmayı veya bu şekilde talip olanlara biat etmeyi kabul etmemiş
olmasından hareketle, çağdaş bir araştırmacının yaptığı gibi, İbnü’l-Hanefiyye’nin “demokrasi ve fikir hürriyetinin öncüsü” 387 olduğu
ileri sürülebilir. Bunun, oldukça iddialı bir yaklaşım olduğunu
düşünmekle birlikte, bu bölümde anlattıklarımızdan hareketle
İbnü’l-Hanefiyye için böyle bir yakıştırmayı kayda değer bulduğumuzu ifade etmek istiyoruz.
Mahmûd Şâkir, Râbiu’r-Râşidîn, s. 496.
Bk. Akîdî, Ali, “Uzamâu fî Mesîreti’l-İnsâniyye Muhammed b. el-Hanefiyye Râidu’dDîmukratiyye ve Hurriyetü’r-Ra’y” (www.taakhinews.org, Erişim Tarihi: 07/05/2008).
386
387
285
SONUÇ
Muhammed b. Hanefiyye, 16/637 yılında Medine’de doğmuş ve 81/700 yılının Mart ayında yine Medine’de vefat etmiş ve
orada defnedilmiştir.
Annesi Havle bnt. Cafer el-Hanefiyye, Hz. Ebû Bekir döneminde yaşanan Ridde savaşlarında Benî Hanîfe kabilesiyle yapılan
çatışmada esir düşmüş ve devlet başkanı Hz. Ebû Bekir tarafından
ganimet payı olarak Hz. Ali’ye verilmiştir. Bu durum, Hz. Ali’nin
Hz. Ebû Bekir’in imâmetini tanıma ve benimsemiş olmanın bir
delili olarak görülmüştür.
Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ali’nin bu hanımından doğma
tek çocuğudur. Hem Hz. Ali’nin diğer eşlerinden doğan ve onunla
aynı adı taşıyan diğer kardeşlerinden ayırtedilmesi için, hem de
belli bir kesim tarafından “Ehl-i Beyt” adıyla kutsiyet kazandırılmaya çalışılan Hz. Fatıma neslinden olmadığının vurgulanması
kaygılarıyla annesine nispetle İbnü’l-Hanefiyye adıyla anıla gelmiştir.
Muhammed b. Hanefiyye, çocukluk ve gençlik dönemlerini
geçirdiği Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde oldukça müreffeh
bir hayat yaşamış ve iyi bir eğitimden geçmiştir. Bununla birlikte
o, Hz. Osman döneminin sonlarında başlayan ve onun öldürülmesiyle sonuçlanan çalkantılara tanık olmuştur.
Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Osman’ın katlinden sonra
hilâfete geçen babası Hz. Ali’ye biat etmiş ve onunla beraber bir
dizi savaşa iştirak etmiştir. Bu çerçevede Cemel Savaşı, onun ilk
savaş deneyimi olmuştur. Hem savaşan tarafların Müslüman olması, hem böyle bir çatışma ortamına ilk defa giriyor olması, hem
286
de savaş tecrübesinin olmaması, onu savaşın başlarında endişe ve
tereddüte sevketmiştir. Ancak Hz. Ali’nin, onun bu endişelerini
gidermesi ve arkasında durarak ona yol göstermesiyle birlikte
hem bu savaşta hem de daha sonra yaşanacak olan Siffin Savaşı’nda kahramanca savaşmasının yolunu açmıştır.
Sıffın Savaşı’ndan sonra bölünen Hz. Ali taraftarlarından,
daha sonraları Hariciler olarak adlandırılacak olan kişilerle yapılan Nehrevân Savaşı’nda da hazır bulunmuştur. Daha sonra Haricilerin, bu savaşta öldürülen kardeşlerinin intikamını almak gayretiyle Hz. Ali’ye karşı düzenledikleri suikasta tanık olmuş ve faillerin cezalandırılması sürecine katılmıştır.
Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Ali’in öldürülmesinden sonra
onun yerine geçen Hz. Hasan’a biat etmiş ve onun kısa süreli
hilâfet döneminde yaşananlara tanıklık etmiştir. Hz. Hasan’ın
yeni çatışmalara meydan vermemek kaygısıyla hilâfeti Muâviye b.
Ebî Süfyân’a devretmesine karşı çıkmış olmakla birlikte, kardeşinin ısrarı üzerine diğer kardeşi Hz. Hüseyin gibi bu durumu kabullenmek durumunda kalmış ve Muâviye’ye biat etmiştir.
Muhammed b. Hanefiyye, Muâviye’ye yaptığı biatin arkasında durmuş ve bunu ihlâl edecek davranışlardan kaçınmıştır.
Hatta, zaman zaman Muâviye’yi ziyaret etmiş, onun düzenlemiş
olduğu uluslararası yarışmalara katılmış, ikram ve hibelerini kabul etmiştir. Muâviye, veliahd olarak seçtiği oğlu Yezîd için Medine’ye gelerek halktan biat almaya çalıştığında da herhangi bir
itirazda bulunmaksızın ona biat etmiştir. Yezîd, Muâviye’nin ölümünden sonra başa geçtiğinde ona halife olarak da biat etmiştir.
Üstelik bu biatine sadık kalarak ona karşı yürütülen hareketlere
itibar etmemiştir. Bu çerçevede Kerbela vakasıyla sonuçlanan Hz.
Hüseyin’in çıkışını tasvip etmediği gibi, Harre vakasıyla sonuçla-
287
nan Medinelilerin isyanına da destek vermemiş, hatta bu isyanın
karşısında yer almış ve neticede Medine’yi terk etmek durumunda kalmıştır.
Muhammed b. Hanefiyye, Yezîd b. Muâviye’nin ölümünden
sonra Emevî iktidarının geçirdiği sarsıntıyı fırsat bilerek faaliyetlerine hız veren ve kısa sürede neredeyse İslâm dünyasının tamamında hâkimiyetini sağlayan Mekke merkezli Abdullah b. Zübeyr hareketine boyun eğmemiştir. Onun biat çağrılarına olumsuz cevap vermiş ve bunun neticesinde büyük baskılara maruz
kalmıştır. Bu süre zarfında Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beytin intikamını
almak iddiasıyla ortaya çıkan ve onun adını kullanarak hareket
eden Muhtâr b. Ebî Ubeyd es-Sekafî’ye de destek vermemiştir. Her
ne kadar İbn Zübeyr’in baskılarına karşı Muhtâr’dan yardım istemek durumunda kalmış olsa da hiçbir zaman açık bir şekilde onu
desteklediğini ilan etmemiştir. Aksine Muhtâr’ın aleyhindeki bazı
tasarrufları bu hareketin akâmete uğramasında etkin olmuştur.
Muhammed b. Hanefiyye, bir yandan Abdullah b. Zübeyr’in
biat çağrılarına ve bu yöndeki baskılarına direnirken, diğer yandan Emevî iktadarını toparlamaya çalışan Abdülmelik b.
Mervân’ın bu yöndeki çağrılarına muhatap olmuştur. Ancak çektiği bütün sıkıntılara rağmen İslâm dünyasında “birlik sağlanmadıkça” hiç kimsenin yanında yer almayacağını ve hiç kimseye biat
etmesinin söz konusu olamayacağını belirterek her ikisinin çağrılarına olumsuz cevap vermiştir. Hatta yaklaşık on yıllık bir aradan
sonra Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesiyle Abdülmelik’in iktidarı
tek elde toplamasına kadar bu tutumunu bütün baskılara rağmen
sürdürmüş olması, onun bu konudaki samimiyetinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında onun, söz konusu kişilere
biat etmekten geri durmasının asıl sebebi hilâfetin kendi hakkı
olduğunu düşünmesidir. Ancak bu yolda hiçbir çaba gösterme-
288
miştir. Hatta diğer Ehl-i Beyt fertleriyle olan ilişkileri göz önüne
alındığında bunların, Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra bir
bütünlük içinde hareket etmedikleri ve iktidara yürüme gibi bir
kaygı taşımadıkları görülmektedir.
Ehl-i Beyt’in veya Benî Hâşim’in, Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra siyasetten çekilerek iktidar mücadelesinden uzak
durması, baskılar karşısında sinmelerinin bir sonucu olduğu muhakkaktır. Ancak İbnü’l-Hanefiyye, “pasiflikle” suçlanmasına neden olan bu tavrı dinî ve ahlakî değerlere dayandırmıştır. Ona
göre bir tek Müslümanın öldürülmesine sebep olsa bile dünya
saltanatı uğruna mücadele edilmez. Eğer halk, onu hilâfete layık
görüyorsa gelip ona bunu teslim etmelidir ki; toplumsal teâmül ve
öncelikler gereği, hakkı olduğuna inandığı hilâfet bir gün getirilip
ona teslim edilecektir. Tıpkı, Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra
Hz. Ali’nin ayağına gidilerek layık olduğu hilâfetin ona teslim
edilmesinde olduğu gibi.
Diğer yandan Muhammed b. Hanefiyye, toplumda baş gösteren dinî farklılaşmanın önüne geçme gayreti içinde olmuş ve
gelişmeler karşısında “muhafazakâr” bir tavır takınmıştır. Bu
çerçevede ortaya çıkan gâlî hareketlere karşı açık bir şekilde tavır
koymuş ve bu konuda halkı uyarmıştır.
Her ne kadar onun ismi etrafında teşekkül eden Keysâniyye
fırkası, onunla özdeşleşmişse de aslında onun bu fırka ile, isminin
kullanılması dışında hiçbir ilgi ve etkisi yoktur. Takiyye dışında,
mehdilik, imâmet, vasilik, ricat, bedâ, gizli ilim gibi daha sonraları
Şîa’nın içinde kök salan fikirlere bir katkısı ve etkisi olmamış,
aksine Şîa tarafından bu kavramlara yüklenen anlamları nakzeden bir tavır sergilemiştir. Özellikle imamet konusundaki düşüncesi Şîa’nın temellerini sarsacak niteliktedir. Emevîlerle olan sıcak
289
ilişkileri ve Hz. Hüseyin’in onlara karşı giriştiği isyanı tasvip etmemesi bu konudaki düşüncesinin bir eseri olmalıdır.
Aynı şekilde, onunla Mürcie ve Mu’tezile fırkaları arasında
bir bağlantı kurmak ve bunların teşekkülünde etkisinin olduğunu
söylemek oldukça zordur. Onun, derin bilgi birikimi ile birçok
talebe yetiştirdiği ve bu talebeler arasında, ya da bunlardan ders
almış kişiler arasında sıra dışı birtakım fikir ve akımların içine
giren Muhtâr es-Sekafî ve Vâsıl b. Atâ gibi kişilerin olduğu bir
gerçektir. Ancak bu şekilde onunla irtibatı olanların, gerek onun
zamanında, gerekse onun ölümünden sonra ileri sürdükleri fikir
ve akımları ona mal etmek doğru değildir.
Kısacası; Muhammed b. Hanefiyye, yaşadığı toplumda meydana gelen “siyasî-dinî-soysal” kırılma ve farklılaşmaların karşısında durmuş, toplumun birliği ve bütünlüğünü tehdid eden gelişmelere cephe almış ve bu değişim sürecinin en az hasarla atlatılması yönünde gayret göstermiştir. Ancak “Ali” ile bir şekilde
bağlantılı olmanın siyasî iktidarlarca en büyük tehlike ve suç olarak görüldüğü bir dönemde, yaşanan onca olaydan sonra iyice
politize olmuş ve farklı fraksiyonlara kayarak içe kapanmış bir
toplumda onun çok da etkili olduğunu söyleyemeyiz.
Netice olarak Muhammed b. Hanefiyye’nin hayatını, dinî,
siyasî ve sosyal etkisi çerçevesinde ele aldığımız bu çalışmanın,
gerek onun hayatı gerekse yaşadığı dönem ve bu dünemde yaşananların günümüze dek süren bazı sonuçları üzerinde yapılacak
olan mutalaalarda katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Bu çalışma,
geniş bir perspektiften konuya yaklaşılmış olmakla birlikte, neticede İslâm Tarihi alanı dâhilinde hazırlanmış sınırlı bir çalışmadır. Bu itibarla Fıkıh, Hadis, Tefsir, Akâid ve özellikle Mezhepler
Tarihi alanında İbnü’l-Hanefiyye’nin hayatı araştırmaya açık bir
290
konudur. Bu alanlarda konuyla ilgili olarak yapılacak araştırmalarda çalışmamızın önemli bir basamak teşkil etmesini temenni
ediyoruz.
291
BİBLİYOGRAFYA
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, (Müellifi Meçhul, H. 3. Asır), thk. Abü-
lazîz ed-Dûrî, Abdülcebbâr el-Muttalibî, Dârüt-Talîa, Beyrut
1971.
Ahmed b. Hanbel (241/661), Müsned, I-VI, nşr. Müessesetü Kurtuba, Kahire ty.
Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Bedir yay.,
İstanbul 1981.
Akîdî, Ali, “Uzamâu fî Mesîreti’l-İnsâniyye Muhammed b. elHanefiyye Râidu’d-Dîmukrâtiyye ve Hurriyetü’r-Ra’y”
(www.taakhinews.org Erişim tarihi: 07/05/2008).
Alevî, Yahyâ b. Hamza, (749/1348), el-İkdü’l-Leâlî fi’r-Red alâ Ebî
Hâmid el-Gazâlî, thk. S. Abdullah, Dârü’l-Afâki’l-Arabiyye,
Kahire 2002.
Ali b. Ebî Tâlib, Nehcü’l-Belağa, Hz. Ali’nin Hutbeleri, Mektupları, ve
Kısa Sözleri, çev. Komisyon, Ankara 1990.
Âlûsî, Muhmud Şükrî el-Bağdâdî (1270/1853), Bülûğu’l-Ereb fî Marifeti Ahvâli’l-Arab, I-III, tsh. M. Behcet el-Eserî, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1314.
Apak, Adem, “Hz. Ali’nin Siyasî Kişiliği”, Hz. Ali Sempozyumu, Hazırlayan: Selim Arık, İl Müftülüğü, Bursa 2005, s. 29-50.
Arı, M. Salih, Hz. Ebu Bekir ve Ridde Savaşları, Beyan yay., İstanbul
1996.
292
Atalan, Mehmet, Muhammed b. el-Hanefiyye ve Anadolu'daki Tezahürleri (Muhammed Hanefî Cenknâmeleri), İlâhiyât Yay., Ankara
2007.
______, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın yeri, Araştırma
yay., Ankara 2005.
Atiyye, Mâcid b. Ahmed, “Muhammed İbnü’l-Hanefiyye, 16-81 h.
Hayâtuhu ve Cihâduhu”, Mecelletu Ulûmi’l-Hadîs, sy. 15, sn.
1382/1962, s. 108-150.
______, “Müsnedu Muhammed İbni’l-Hanefiyye”, Mecelletu Ulûmi’lHadîs, sy. 15, sn. 1382/1962, s. 151-186.
Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muâviye b. Ebi Süfyân, Ankara
Okulu yay., 2. bs., Ankara 2001.
Aydınlı, Osman, “Mu’tezile Ekolü Teşekkülü, İlkeleri ve İslâm Düşüncesine Katkıları”, Marife, sn. 3, sy. 3, Kış 2003.
Bağdadî, Abdülkahir (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.
E. Ruhi Fığlalı, TDV yay., Ankara 2007.
Bahçıvan, Seyit, “İrca Fikri ve Ebû Hanife’nin İrcâ İle İthamına Bir
Bakış”, SÜİFD, sy. 8, sn. 1998, s. 141-176.
Banning, Hubert, Muhammad İbn al-Hanafija, Erlangen 1909.
Bedr, Abdülbâsıt, et-Târîhu’ş-Şâmil li’l-Medîneti’l-Münevvere, Medine
1993.
Belâzürî, Ahmed b. Yahya (279/892), Kitâbu Cümel min Ensâbi’lEşrâf, I-XIII, thk. Suheyl Zekkâr – Riyâz Ziriklî, Dârü’l-Fikr,
Beyrut 1996.
293
Beydûn, İbrahim, Melâmihu’t-Teyyârâti’s-Siyâsiyye fi’l-Karni’l-Evvel
el-Hicrî, Dârü’n-Nahdi’l-Arabiyye, Beyrut 1979.
Beyhakî, Ebü’l-Hasan Ali b. Ebi’l-Kasım (565/1170), Tetimmetu
Sıvâni’l-Hikme, nşr. Muhammed Şefî, Lahor 1351.
Buckley, R.B., “İlk Dönem Şiî Gulatı”, çev. Mehmet Atalan, FÜİFD,
sy. 10:2, sn. 2005, s. 137-159.
Buharî, Ebû Abdullah İsmail b. İbrahim (256/869), el-Câmiu’s-Sahîh,
I-VI, thk. Mustafa Dîb el-Bûğâ, Dâru İbn Kesîr, 3. bs., Beyrut
1987.
______, et-Târîhu’l-Kebîr, I-VIII, nşr. Mehmet Özdemir, elMektebetu’l-İslâmiyye, Diyarbakır ty.
Buhl, Fr., “Muhammed b. al-Hanafiya”, İA, VIII, 478-479.
Bürrî, Muhammed b. Ebî Bekir b. Abdullah b. Musa et-Tilmisanî
(680/1281), el-Cevhere fî Nesebi’n-Nebî ve Ashâbihi’l-Aşere, I-II,
thk. Muhammed Altuncî, Riyad 1983.
Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn, I-V,
thk. A. Muhammed Harun, Mektebetü’l-Hâncî, 7. bs., Kahire
1998.
Cezzâr, Fikri, Medâhilü’l-Müellefîn ve’l-A’lâmi’l-Arab hatâ Âmme
1215/1800, I-IV, Riyad 1991.
Cook, Michael, “İslâm’da Aktivizm ve Quietizm: İlk Mürcie’nin
Durumu”, çev. Sönmez Kutlu, AÜİFD, XXXVII, Ankara 1997,
s. 305-315.
294
Daftary, Farhad, “Emeviler Döneminde ve Abbâsilerin İlk Dönemlerinde İran, Horasan ve Mâverâünnehir’deki Mezhebi ve
Milliyetçi Hareketler”, çev. Mehmet Atalan, Kelam Araştırmaları, sy. 4:2 (2006), s. 139-157.
Dalkıran, Sayın, “Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan
Fırkalar”, Dinî Araştırmalar, c. 7, sy. 19, sn. 2004, s. 139-158.
Dârimî, Ebû Said Osman b. Said (280/893), er-Red ale’l-Cehmiyye,
thk. Bedir b. Abdullah, Dârü İbn Kesir, 2. bs., Kuveyt 1995.
Deksan, Abdülemir Abd Hüseyin, el-Hilâfetü’l-Ümeviyye 65-86/684705 Dirâse Siyâsiyye, Dârü'n-Nehdati'l-Arabiyye, Beyrut 1973.
Demircan, Adnan, “Üçüncü Halife Osman’a Yöneltilen Bazı Eleştirilere Bâkıllânî’nin Cevapları”, İSTEM, sy. 8, sn. 2006, s. 9-20.
______, Ali-Muâviye Kavgası, Beyan yay., İstanbul 2002.
______, Haricilerin Siyasî Faaliyetleri, Beyan yay., İstanbul 1996.
______, İslâm Tarihi Râşid Halîfeler Dönemi, A-Dem yay., Şanlı Urfa
2001.
______, İslâm Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, Beyan yay.,
İstanbul 1996.
Dermenghem, Emile, Hazreti Muhammed’in Hayatı, çev. R. Nuri
Güntekin, Alkım yay., İstanbul 2006.
Dîneverî, Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd (282/895), el-Ahbârü’t-Tivâl,
thk. Ö. Faruk et-Tabbâ, Dârü’l-Fikr, Beyrut, 1995.
295
Diyarbekirî, Hüseyin b. Hasan (990/1582), Tarihu’l-Hamîs fî Ahvâli
Enfesi Nefîs, I-II, Müessesetü’ş-Şa’bân, Beyrut, ty.
Dozy, R. Pieter Anne (1300/1883), İslâm Tarihi, trc. Vedat Atila, Gri
yay., İstanbul 2006.
Dûlâbî, Ebû Bişr Muhammed b. Ahmed (310/922) el-Künâ ve’l-Esmâ,
I-II, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999.
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as (275/888) Süneni Ebî Dâvud, I-II,
thk. Muhammed Muhyiddin, Dârü’l-Fikr, yy., ty.
Ebû Hâtim er-Râzî, Ahmed b. Hamdân el-Leysî (324/936), Kitâbü’zZîne, thk. A. Selam es-Samerâî, Dârü Avsat, 2. bs., Bağdat
1982.
Ebû Hayyân, Ali b. Muhammed (414/1023), el-Basâir ve’z-Zehâir, IIX, thk. Vedâd el-Kâdî, Dârü Sâdır, Beyrut 1988.
Ebû İshâk eş-Şirazî, İbrahim b. Ali (476/1083) Tabakâtü’l-Fükahâ,
thk. İhsan Abbâs, Dârü’r-Râid el-Arabî, 3. bs., Beyrut 1981.
Ebû Nuaym el-İsbahânî, Ahmed b. Abdullah (430/1039), Hilyetü’lEvliyâ ve Tabakâtü’l-Asfiyâ, I-X, Dârü’l-Kütübi’l-Arabiyye, 2.
bs., Beyrut 1967.
Ebû Zehra, Muhammed (1394/1974), İmam Zeyd, çev. Ahmet Karababa - Salih Parlak, Şafak yay., İstanbul 1993.
Ebü’l-Arab et-Temimî, Muhammed b. Ahmed (333/945), Kitabü’lMihen, thk. Y. Vehib el-Ceburî, Dârü’l-Garb el-İslâmî, Beyrut
1988.
296
Ebü'l-Kâsım el-İsbahânî, İsmail b. Muhammed (535/1141), Siyerü’sSelefi’s-Sâlihîn, I-IV, thk. Kerem b. Hilmi, Dârü’r-Râye, Riyad
1999.
Emîn, Seyyid Muhsin (1371/1952), A’yânu’ş-Şîa, I-XI, thk. Hasan elEmin, Dârü’t-Teâruf, Beyrut 1983.
Erten, Hayri, “Hz. Ömer Döneminde Sosyal Yapı ve Değişme”,
Marife, sy. 1, sn. Bahar 2001, s. 175-193.
Eş’ârî, Ebü’l-Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve
İhtilâfü’l-Musallîn, thk. Hellmut Ritter, Wiesbaden 1963.
Evliyalar Ansiklopedisi, “Muhammed bin Hanefiyye”, Türkiye Gaz.
Yay., İstanbul 1992, VIII, 425-428.
Fadlallah, Muhammed Cevad, Sulhü’l-İmâm el-Hasan Esbâbuhu
Netâicuhu, Dârü’z-Zehrâ, 2. bs., Beyrut 1987.
Fâkihî, Ebû Abdullah Muhammed b. İshâk el-Mekkî (h. 3. asır),
Ahbâru Mekke fî Kadîmi’d-Dehr ve Hadîsih, I-VI, thk. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş, Mekke 1986.
Faruk Ömer, “Abbâsilerin Siyasî Emellerinin Tarihi Kökleri”, çev.
Cem Zorlu, SÜİFD, sy. 13, sn. Bahar 2002, s. 193-210.
Fayda, Mustafa, Halid b. Velid, Çağ yay., İstanbul 1990.
Fesevî, Ebû Yusuf Yakub b. Süfyân (277/890), Kitâbü’l-Ma’rife ve’tTârîh, thk. E. Ziya el-Umerî, Mektebetü’d-Dâr, Medine 1410.
Feyyûmî, Muhammed İbrâhim, el-Mu’tezile Tekvînü’l-Akli’l-Arabî
A’lâm ve Efkâr, Dârü’l-Fikri’l-Arabî, Kahire 2002.
297
______, eş-Şîatü’l-Arabiyye ve’z-Zeydiyye, Dârü’l-Fikri’l-Arabi, Kahire
2002.
______, eş-Şîatü’ş-Şu’ûbiyye ve’l-İsnâ Aşeriyye, Dârü’l-Fikri’l-Arabi,
Kahire 2002.
Fığlalı, Ethem Ruhi, “Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye”, DİA,
XVI, 331-332.
Firûzabâdî, Mecduddin Muhammed b. Yakub (817/1414), Tuhfetu’l-Ebîh fimen Nusibe ilâ Ğayri Ebihi, thk. Muhammed Salih
eş-Şinnâvî, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1990.
Goldziher, Ignaz, el-Akîdetü ve’ş-Şerîatü fi’l-İslâm, Arapçaya çev. M.
Yusuf – A. Abdülhak – A. H. Abdülkadir, Dârü’r-Râid, Beyrut
1946.
Gölpınarlı, Abdülbakiy, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiilik, Der
yay., İstanbul 1979.
Hâirî, Muhammed Hüseyin el-A’lemî, Dâiretu’l-Meârif eş-Şîiyye’lÂmme, I-XVIII, 2. bs., Beyrut 1993.
______, Terâcimu A’lâmi’n-Nisâ, I-II, Müsessesetü’l-A’lemî, Beyrut
1987.
Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah
(405/1014), el-Müstedrek ale’s-Sahihayn fi’l-Hadis, I-IV, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Haydarabad 1915.
Hakyemez, Cemil, “Bedâ Düşüncesi ve Şiî İmamet Tartışmalarındaki Yeri,” HÜİFD, c. V, sy. 10, 2006/2, s. 29-49.
298
______, “Mehdî Düşüncesinin İtikadîleşmesi Üzerine”, GÜÇİFD, c.
III, sy. 5, 2004/1, s. 127-144.
Halîfe b. Hayyât el-Asferî (240/854), Kitabu’t-Tabakât, thk. Süheyl
Zekkâr, Mat. Vezareti’s-Sekafe, Dımaşk 1966.
Har’ân, Abdullah b. Abdurrahman (1423/2002), Eserü’l-Ulemâ fi’lHayâti’s-Siyâsiyyeti fi’d-Devleti’l-Ümeviyye, Mek. Rüşd, Riyad
1424.
Harbûtlî, Ali Hasenî, Abdullah b. Zübeyr, A’lâmü’l-Arab serisi: 43, elMüessesetü’l-Mısriyye el-Âmme, Kahire 1962.
______, Muhtâr es-Sekafî, A’lâmu’l-Arab serisi: 43, el-Müessesetü’lMısriyye el-Âmme, Kahire 1962.
Hasan İbrahim Hasan, Târîhu’l-İslâm es-Siyâsî ve’d-Dînî ve’s-Sekâfî
ve’l-İctimâî, I-IV, Mektebetü’n-Nahdeti’l-Mısriyye, 7. bs., Kahire 1964.
Hasenî, Hâşim Marûf, Sîretü’l-Eimmeti’l-İsnâ Aşara, I-II, Dârü’tTeâruf, Kum 1409.
Hasîbî, Ebû Abdullah el-Hüseyn b. Hamdân (334/946), elHidâyetu’l-Kubrâ, Muessesetu’l-Belâğ, 4. bs., Beyrut 1991.
Hassûn, Muhammed – Meşkûr, Ummu Ali, A’lâmu’n-Nisâi’lMü’minât, İntişâratu Usve, yy., 1411.
Hâşimî, Hatîb Ali b. Hüseyin en-Necefî (1396/1976), Muhammed b.
el-Hanefiyye, thk. el-Müessesetü’l-İslâmiyye li’l-Buhûs, Müessesetü’t-Târihi’l-Arabî, Beyrut 2004.
299
Hatîbü’l-Havârizm, Ebü’l-Mueyyed el-Muvaffak b. Ahmed elMekkî (568/1173), Maktelü’l-Hüseyn, I-II, thk. Muhammed
Semâvî, Kum 1418.
Herevî, Ebü’l-Hasen Ali b. Ebî Bekr es-Sâih (611/1215), el-İşârât ila
Ma’rifeti’z-Ziyârât, thk. Ali Ömer, Mektebetü’s-Sekâfeti’dDîniyye, Kahire 2002.
Hudarî, Muhammed b. Afifi (1345/1925), Muhadarâtu Tarihi Ümemi’l-İslâmiyye: ed-Devletü’l-Ümeviyye, I-II, Dârü’l-Marife, Beyrut ty.
Huî, Mirza Habibullah el-Hâşimî (1324/1906), Minhâcu’l-Berâa fî
Şerhi Nehci’l-Belâğa, I-XXII, thk. Ali Aşur, Dârü İhyai’tTurasi’l-Arabî, 1. bs, Beyrut 2003.
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî (314/926), el-Fütûh, IIII, thk. Süheyl Zekkâr, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1992.
İbn Abdilber, Yusuf b. Abdullah (463/1071), ed-Dürer fî İhtisâri’lMeğazî ve’s-Siyer, thk. Şevki Dayf, Dârü’l-Mearif, 2. bsk, Kahire 1983.
İbn Abdirabbih, Ebû Muhammed Ahmed b. Muhammed elEndelüsî (328/939), Kitâbü’l-İkdi’l-Ferîd, I-VII, thk. Ahmed
Emin vd., Mat. Lecneti’t-Telif, Kahire 1969.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kâsım Ali b. Hasan (571/1175), Târîhu Medîneti
Dimeşk, I-LXXV, thk. Ömer el-Amrâvî, Dârü’l-Fikr, Beyrut
1997.
300
İbn Ebî Bekir, Muhammed b. Yahya el-Endelüsî (741/1340), etTemhîd ve’l-Beyân fî Makteli’ş-Şehîd Osman b. Affân, thk. Kerem
Hilmî, Dârü’l-Âfâk, Kahire 2002.
İbn Ebî Hayseme, Ebû Bekir Ahmed b. Ebî Hayseme Zuheyr b.
Harb (279/892), et-Târîhu’l-Kebîr/Târîhu İbn Ebî Hayseme, IIV, thk. Selâhuddîn b. Fethî, el-Fârûku’l-Hadîse li’t-Tibâa,
Kahire 2003.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed (235/849), elKitâbü'l-Musannef fi'l-Ehâdîs ve'l-Âsâr, I-VII, thk. Kemal Yusuf
Hût, Dârü't-Tâc, Beyrut 1989.
İbn Ebi’l-Hadîd, İzzuddin Ebû Hâmid Abdülhamid b. Hibetullah elMutezilî (656/1258), Şerhu Nehci’l-Belâğa, I-XX, thk. Hüseyin
el-A’lemî, Müessesetü’l-A’lemî, Beyrut 1995.
İbn Hacer, Ebü’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalâni (852/1448), el-İsâbe
fî Temyîzi’s-Sahâbe, I-VII, thk. Ali Muhammed el-Bicâvî,
Dârü’l-Cîl, Beyrut 1992.
______, Takrîbü’t-Tehzîb li Hâtimeti’l-Huffâz, I-II, thk. Abdülvehhab
Abdüllatif, Dârü’l-Marife, 2. bs., Beyrut 1975.
______, Tehzîbü’t-Tehzîb, I-X, Dârü’l-Hayât, Beyrut 1991.
İbn Haldûn, Abdurrahman b. Muhammed (808/1406) Kitabü’l-İber,
I-VI, Dârü’l-Fikr, Ofset bs., Beyrut 1979.
İbn Hallikân, Ebu’l-Abbâs Şemsuddîn b. Ahmed (681/1282), Vefeyâtu’l-A’yân ve Enbâu Ebnâi’z-Zemân, I-VIII, thk. İhsân
Abbâs, Dârü Sâdır, Beyrut 1968.
301
İbn Hamdûn, Ebu’l-Mealî Muhammed b. Hasan (562/1168), etTezkiretü’l-Hamdûniyye, I-IX, thk. İhsan Abbâs-Bekir Abbâs,
Dârü Sadr, Beyrut 1996.
İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed (456/1064), Cemheretü
Ensâbi’l-Arab, thk. A. M. Harun, Dârü’l-Meârif, 5. bs., Kahire
1982.
İbn Hibbân, Muhammed b. Hibbân (354/965), Kitabü’s-Sikât, I-X,
thk. M. Abdülhamid Han, Dairetü’l-Mearif el-Osmaniyye,
Haydarabad 1983.
______, Meşâhiru Ulemâi’l-Emsâr, thk. M. Fleischhammer, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut ty.
İbn İnebe, Cemâluddin Ahmed b. Ali el-Hasenî (828/1425), Umdetu’t-Tâlib fî Ensâbi Âli Ebî Tâlîb, thk. Mehdî er-Recâî, Mektebetu Ayetullah el-Maraşî, Kum 2004.
İbn İsfendiyâr, Bahâüddîn Muhammed b. Hasan (613/1216), Tarihu
Taberistân, Arapçaya çev. Ahmed Muhammed Nâdî, Kahire
2002.
İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer (774/1372), el-Bidâye ve’nNihâye, I-VIII, thk. Yusuf el-Işş – Muhammed el-Bikâî,
Dârü’l-Fikr, 2. bs., Beyrut 1997.
______, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I-IV, Dârü’l-Ma’rife, Beyrut 1982.
İbn Kûluveyh, Ebü’l-Kasım Cafer b. Muhammed el-Kummî
(368/978), Kâmilü’z-Ziyârât, thk. B. Caferî, Tahran 1417.
302
İbn Kunfüz, Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Hasan el-Kasnataynî
(809/1406), el-Vefeyât, thk. Âdil Nuveyhiz, el-Mektebetu’lCezairiyye, Beyrut 1971.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), elMeârif, thk. Servet Ukkâşe, Dârü’l-Meârif, 4. bs., Kahire 1981.
______, eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ, I-II, thk Ahmed Muhammed Şâkir, Dârü’lİhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, Kahire 1364.
______, Uyûnu’l-Ahbâr, I-IV, Dârü’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut ty.
İbn Mencûveyh, Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-İsbahânî (428/1037),
Ricâlu Sahîhi Müslim, I-II, thk. Abdullah el-Leysî, Dârü’lMarife, Beyrut 1987.
İbn Merdeveyh, Ebû Bekir Ahmed b. Musa el-İsfahanî (410/1019),
Menâkibu Ali b. Ebî Tâlib vemâ Nezele mine’l-Kur’ân fî Ali, thk.
A. M. Huseyn, Dârü’l-Hadis, Kum 1422.
İbn Miskeveyh, Ebû Ali Ahmed b. Muhammed (421/1030), Tecâribu’l-Ümem, I-VIII, thk. Ebu’l-Kasım İmamî, Dârü Suruş, 2. bs.,
Tahran 2001.
İbn Rüste, Ebû Ali Ahmed b. Ömer (310/922) el-A'lâkü'n-Nefîse, nşr.
E. J. Brill, Leiden 1891.
İbn Sa’d, Ebû Abdullah Muhammed (230/884), et-Tabakâtu’l-Kubrâ,
I-IX, Dârü Sadır, Beyrut ty.
______, Tercemetü’l-İmam el-Hasan mine’l-Kısmi’l-Garyri’l-Matbu min
Kitabi’t-Tabakâti’l-Kübrâ, thk. S. A. et-Tabatabaî, Müessesetü
Âli’l-Beyt, Kum 1416.
303
İbn Şehraşûb, Ebû Cafer Muhammed b. Ali (588/1192), Menâkibu
Âl-i Ebî Tâlib, I-IV, Dârü’l-Advâ, Beyrut 1985.
İbn Tâvus, Ebü'l-Kâsım Radıyyüddin Ali b. Musa b. Cafer
(664/1266); el-Melhûf ala Katli't-Tufûf, thk. Faris Tebriziyan,
Dârü'l-Üsve, yy.
İbn Tiktakâ, Muhammed b. Ali (709/1309), el-Asîlî fî Ensâbi’tTâlibiyyîn, thk. Mehdî er-Recâî, Mek. Ayetullah el-Mer’aşî,
Kum 1418.
İbn Tûlûn, Muhammed (953/1546), Kaydü’ş-Şerîd min Ahbâr-i Yezîd,
thk. Muhammed Garb, Dârü’s-Suhuvve, Kahire 1986.
İbnü’d-Devadarî, Ebû Bekir b. Abdullah b. Aybek (732/1332), Kenzü’d-Dürer ve Câmiü’l-Gurer, I-IX, thk. M. Said Cemaleddin, elMüessesetü’l-Camiiyye, Kahire 1981.
İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), elMuntazam fî Tarîhi’l-Mülûk ve’l-Ümem, I-XVII, thk. Muhammed Abdulkadir Ata – Mustafa Abdulkadir Ata, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut ty.
______, Sıfatü’s-Safve, I-IV, thk. Mahmud Fâhûrî, Dârü’l-Marife, 2.
bs., Beyrut 1979.
İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed (630/1232),
Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, I-VII, thk. H. Me’mun Şeyha,
Dârü’l-Marife, Beyrut 1997.
______, el-Kâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû Suhayb el-Kermî, Beytü’lEfkâri’d-Devliyye, Riyad ty.
304
İbnü’l-Hazzâ, Ebû Abdullah, et-Ta’rîf bimen Zukire fi’l-Muvatta mine’n-Nisâ ve’r-Ricâl, I-IV, thk. M. İzzuddin el-Mi’yâr, Vezaretu’l-Evkaf, Suudi Arabistan 2002.
İbnü’l-İmâd, Ebü’l-Fellâh Abdulhay el-Hanbelî (1089/1678),
Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, I-VIII, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1979.
İbnü’l-Kayym, Muhammed b. Ebî Bekr el-Cevziyye (751/1350),
Zâdu’l-Meâd, I-VI, çev. Şükrü ÖZEN – H. Ahmet ÖZDEMİR –
Ali Vasfi KURT, İklim Yay., İstanbul 1988.
İbnü’l-Murtazâ, Ahmed b. Yahya (840/1437), Tabakâtu’l-Mu’tezile,
thk. S. Diwald-Wilzer, nşr. F. Shtair, Beyrut 1961.
İbnü’s-Sûfî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Alevî en-Nessâbe (h.
5. asır), el-Mecdî fî Ensâbi’t-Tâlibiyyîn, thk. Ahmed el-Mehdî –
Mahmud el-Maraşî, Mek. Ayetullah el-Mar’aşî, Kum 1409.
İclî, Ahmed b. Abdullah (261/875), Târîhü’s-Sikât, thk. A. Kalecî,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1984.
İlhan, Avni, Mehdilik, Beyan yay., İstanbul 1993.
el-İmâme ve’s-Siyâse, (İbn Kuteybe’ye nispet edilmektedir.) I-II, thk.
Ali Şîrî, İnşaratu’ş-Şerif er-Rıza, Kum 1413.
İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin ( 356/967), Mekâtilu’tTâlibiyyîn, thk. S. Ahmed Sakr, Müessesetü’l-Alemî, 2. bs.,
Beyrut 1987.
İsfahânî, Ebü’l-Ferec Ali b. Hüseyin (356/967), el-Eğânî, I-XXV, thk.
Abdullah Ali Mehnâ, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986.
305
İsferâyinî, Ebü’l-Muzaffer İmadüddin Şahfur b. Tahir (471/1078)
et-Tabsîr fi'd-Dîn ve Temyizü'l-Fırkati'n-Naciye ani'l-Fırak, thk.
K. Y. Hût, Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1983.
Kâdî Abdülcebbar, Abdullah b. Ahmed (415/1020) el-Münye ve’lEmel, thk. U. M. Ali, Dârü’l-Marife, yy., ty.
Kâdî, Vedâd, “Keysâniyye’ye Özel Referansla İslâm Kaynaklarında
Gulât Teriminin Gelişimi”, çev. Yusuf Benli, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c. VII, sy. 2, sn. 2007, s. 241-276.
______, el-Keysâniyye fi’t-Tarih ve’l-Edeb, Dârü’s-Sekâfe, Beyrut 1974.
Kalkaşendî, Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali (820/1417), Nihâyetu’l-Ereb fî
Ma’rifeti Ensâbi’l-Arab, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1984.
Kapar, M. Ali, “Hanîfe (Benî Hanîfe)”, DİA, XVI, 42.
______, Halifeliğin Emevilere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, Beyan yay.,
İstanbul 1998.
Kâtib, Ahmed, Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi – Şûrâ’dan Velâyet-i
Fakihe, çev. Mehmet Yolcu, Kitâbiyât yay., Ankara 2005.
Kehhâle, Ömer Rızâ, Mu’cemu Kabâili’l-Arab, I-III, Müessesetü
Risâle, 3. bs., Beyrut 1982.
Kelâbâzî, Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Buharî (398/1007),
Ricâlü Sahîhi’l-Buhârî, I-II, thk. Abdullah el-Leysî, Dârü’lMarife, Beyrut 1987.
Kesîrî, Muhammed b. Said, Berâetu Ehli'l-Hadis ve's-Sünne min
Bid’ati'l-Mürcie, Dârü’l-Muhaddis, Riyad 1426.
306
Kılıç, Ünal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezîd b. Muâviye, Kayıhan yay., İstanbul 2001.
Korkmaz, Sıddık, “Hz. Ali’nin Oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’ye
Vasiyeti”, SÜİFD, Güz 2007, sy. 24, s. 97-142.
______, Tarihin Tahrifi İbn Sebe Meselesi, Araştırma yay., Ankara
2005.
Köksal, M. Asım, Hazreti Hüseyin ve Kerbela Faciası, Akçağ yay., Ankara 1984.
Kummî/Nevbahtî, Ebû Halef Sa’d b. Abdullah el-Eş’ârî (301/913) /
Ebû Muhammed Hasan b. Musa (300/912), Şiî Fırkalar
(Kitâbü’l-Makâlât ve’l-Fırak/Fıraku’ş-Şîa), çev. Hasan Onat, vd.,
Ankara Okulu yay., Ankara 2004.
Kureşî, Bakır Şerif, Hayâtü’l-İmâm el-Huseyn b. Ali Dirâse ve Tahlil, IIII, Müessesetü’l-Vefâ, Beyrut 1983.
Kurûn, Seyyid Hasan, “İbnü’l-Hanefiyye ve’l-Ahzâbü’l-Mutasâria”,
Mecelletu’l-Ezher, c. 50, sy. 7, sn. 1978, s. 1472-1481.
Kutlu, Sönmez, “İlk Mürciî Metinler ve Kitâbü’l-İrcâ”, AÜİFD,
XXXVII, Ankara 1997, s. 317-331.
______, Türklerin İslâmlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV yay.,
Ankara 2002.
Kütübî, Muhammed b. Şâkir (764/1363), Fevâtü’l-Vefeyât, I-V, thk.
İhsan Abbâs, Dârü Sadr, Beyrut 1973.
Mahmûd Şâkir, et-Târîhu’l-İslâmî,
İslâmiyye, 7. bs., Beyrut 1991.
I-XVIII,
el-Mektebetü’l-
307
______, Râbiu’r-Râşidîn Ali b. Ebî Tâlib ve Üsretuhu, el-Mektebetu’lİslâmî, Beyrut 1997.
Makdisî, el-Mutahhar b. Tahir (355/966), el-Bed’ ve’t-Târih, I-II, thk.
H. U. el-Mansûr, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
Makrîzî, Takıyyüddîn Ahmed b. Ali (845/1441), Kitâbu’l-Mukaffâ elKebîr, I-II, thk. M. el-Alâvî, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, I-VIII, Beyrut 1991.
______, Kitabü’l-Mevâiz ve’l-İtibâr bi Zikri’l-Hıtat ve’l-Âsâr, I-II, Dârü
Sâdır, Ofset bs., Beyrut ty.
______, İmtâ'ü’l-Esmâ’ bimâ li’n-Nebiy mine’l-Ahvâl ve’l-Emvâl ve’lHafede ve’l-Metâ’, I-XIV, thk. M. A. en-Nemisî, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1999.
Mecdüddin İbnü’l-Esîr, Ebü's-Seâdât el-Mübârek b. Muhammed
el-Cezerî (606/1209), el-Muhtâr min Menâkibi’l-Ahyâr, I-VI,
thk. M. es-Sağırcî – A. Abdurabbih – M. Edib, Merkezü Zâyid
li’t-Turâs ve’t-Târih, Arap Emirlikleri 2003.
Meclisî, Muhammed Bakır (1110/1698), Bihâru’l-Envâr el-Câmiatu li
Dureri Ahbâri’l-Eimmeti’l-Athar, I-CX, Muessesetu’l-Vefâ, 2.
bs., Beyrut 1983.
Mervezî, İsmail b. Hüseyin (614/1218), el-Fahrî fî Ensabi’t-Tâlibiyyîn,
thk. Mehdi Recaî, Mek. Ayetullah el-Mar’aşî, Kum 1409.
Mes’ûdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hüseyin (346/957), Mürûcü’z-Zeheb ve
Meâdinü’l-Cevher, I-III, thk. M. M. Abdülhamid, 4. bs., elMektebetü't-Ticareti'l-Kübra, y.y., 1964.
308
Minkarî, Nasr b. Muzâhim (212/827), Vak’atu Siffîn, thk. A. M. Harun, Dârü’l-Cîl, Beyrut 1990.
Mizzî, Cemâluddîn Ebü’l-Haccâc Yûsuf (742/1341), Tehzîbu’l-Kemâl
fî Esmâi’r-Ricâl, I-XXXV, thk. B. A. Ma’rûf, Müessesetü’rRisâle, Beyrut 1992.
Muhammed Fuad Abdülbaki, Muttefekun Aleyh Hadisler (BuhariMüslim), çev. A. Feyzi Kocaer, Hüner yay., Konya 2004.
Muhib et-Taberî, Ebû Cafer Ahmed b. Abdullah (694/1295), erRiyâdu’n-Nadire fî Menakibi’l-Aşere, I-IV, Dârül-Kütübi’lİlmiyye, 1. bsk, Beyrut 1983.
______, Zehâiru’l-Ukbâ fî Menâkibi Zevi’l-Kurbâ, Dârü’l-Marife, Beyrut
1974.
Mutahharî, Murtaza, Min Hayati’l-Eimmeti’l-Athâr, ed-Dâru’lİslâmiyye, Beyrut 1992.
Müberred, Ebü’l-Abbâs Muhammed b. Yezîd (285/898), el-Kâmil, IIV, thk. M. Ahmed ed-Dalî, Mües. Risâle, Beyrut 1986.
Müslim, İbn Haccâc Ebü’l-Hüseyin (261/875), es-Sahîh, I-IV, thk. M.
Fuad Abdülbakî, Dârü İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut ty.
Müsnid, Abdullah b. Ali, el-Aleviyyûn ve’l-Abbâsiyyûn ve Davetu Âli’lBeyt, Dârü’l-Menâr, Kahire 1991.
Nâşî el-Ekber, Ebü’l-Abbâs Abdullah b. Muhammed (293/906),
Usûlü’n-Nihal, thk. Seyit Bahçıvan, Konya 2007.
309
Necâşî, Ebü'l-Abbâs Ahmed b. Ali (450/1058), Fihristu Esmâi Musannefi’ş-Şîa: Ricâlü'n-Necâşî, thk. Musa ez-Zencânî, Müessesetü’n-Neşri’l-İslâmî, Kum 1407.
Neşşâr, Ali Sâmî, Neşetu’l-Fikri’l-Felsefî fi’l-İslâm, I-III, Dârü’l-Meârif,
7. bs., Kahire 1977.
Neşvân el-Himyerî, Ebû Said Neşvân b. Said (573/1178), el-Hûru’l‘În, thk. Kemal Mustafa, Dâru Âzâl, 2. bs., Beyrut 1985.
Nevevî, Ebû Zekeriyya Muhyiddin b. Şeref (676/1277), Tehzîbü’lEsmâ ve’l-Lüğât, I-II, thk. A. M. Muavved – A. Ahmed, Dârü’nNefâis, Beyrut 2005.
Nüveyrî, Şehâbuddin Ahmed b. Abdilvahhab (733/1332), Nihâyetu’l-Ereb fî Funûn’l-Edeb, I-XXVII, thk. A. M. el-Bicâvî, Kahire
ty.
Onat, Hasan, “Ebû Hâşim”, DİA, X, 146.
______, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV yay.,
1.bs., Ankara 1993.
Önkal, Ahmet, “Tahkim Olayı Üzerine Bir Değerlendirme”, sn. 1,
sy. 2, 2003, İSTEM, s. 33-68.
Öz, Mustafa, “Muhammed b. Hanefiyye”, DİA, İstanbul 2005, XXX,
537-539.
______, İmâmiyye Şîasında Onikinci İmam ve Mehdî İnancı, Marmara
Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı yay., İstanbul 1995.
310
Rayyıs, Ziyauddin, Abdülmelik b. Mervân Muhavvilu’d-Devletu’lArabiyye Hayâtuhu ve Asruhu, A’lâmü’l-Arab Serisi: 10, elMüessesetü’l-Misriyye el-Amme, Kahire 1962.
Reyşehrî, Muhammed, Mevsuatu’l-İmâm Ali b. Ebî Tâlib fi’l-Kitâb ve’sSünneti ve’t-Târîh, I-XII, Dârü’l-Hadîs, Beyrut 2000.
Ronart, Stephen – Nondy, “Hanafiyah İbn-al-, Muhammad”, CEAS,
Amsterdam 1959.
Safedî, Selahuddin Halil b. Aybek (764/1363), el-Vâfî bi’l-Vefeyât, IXXIX, thk. Muhammed b. Ubeydullah- Muhammed b.
Mahmud, Dârü’n-Neşr, 2. bs., Weisbaden 1974.
Sallâbî, Ali Muhammed, ed-Devletü’l-Ümeviyye Avâmilü’l-İzdiyâr ve
Tedâiyyâtu’l-İnhiyâr, Dârü İbn Kesir, Dımaşk 2006.
Samerraî, Abdüsselam, el-Ğuluv ve’l-Fırakü’l-Ğâliyye fi’l-Hadâreti’lİslâmiyye, Dârü Avsat, 2. bs., Bağdat 1982.
Sarıçam, İbrahim, Emevi-Hâşimi İlişkileri, TDV yay., Ankara 1997.
Sehâvî, Şemsuddin (902/1496), et-Tuhfetu’l-Latîfe fî Târîhi’lMedîneti’ş-Şerîfe, I-II, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1993.
Sem’ânî, Ebû Sa’d Abdülkerim b. Muhammed (562/1166), el-Ensâb,
I-V, thk. A. Ömer el-Bârûhî, Dârü’l-Cenân, Beyrut 1988.
Semhûdî, Nuruddin Ali b. Abdullah (911/1505), Vefâu’l-Vefâ bi Ahbari Dâri’l-Mustafâ, I-V, thk. Kasım es-Sâmarrâî, Müessesetü’l-Furkan, Medine 2001.
Sıbt İbni’l-Cevzî, Yusuf b. Kızoğli b. Abdullah (654/1256), Tezkiretu’l-Havâs, Müessesetü Ehli’l-Beyt, Beyrut 1981.
311
Subhanî, Cafer (edit.), Mevsuatu Tabakâti’l-Fukahâ, I-II, Kum 1418.
Şehristanî, Ebü’l-Feth Taceddin Muhammed b. Abdülkerim
(548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, I-III, thk. A. Fehmi Muhammed, Beyrut 1948.
Şeybânî, Muhammed b. Abdülhadi, Mevâkifü’l-Muârıza fî Hilâfeti
Yezîd b. Muâviye, el-Mektebetü’l-Mekkiyye, Medine 1417.
Şeyh Müfîd, Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed (413/1022),
el-Cemel ve’n-Nusre li Seyyidi’l-İtre fî Harbi’l-Basra, thk. Seyyid
Ali, Silsiletu Müellefâti’ş-Şeyh el-Müfîd: 1, Dârü’l-Müfîd, 2.
bs., Beyrut 1993.
______, el-Emâlî, thk. Hüseyin Veli - Ali Ekber el-Ğifarî, Silsiletu
Müellefâti’ş-Şeyh el-Müfîd: 2, Dârü’l-Müfîd, 2. bs., Beyrut
1993.
______, el-Füsûlü’l-Muhtâre, thk. S. Ali Mir Şerifî, Silsiletu Müellefâti’ş-Şeyh el-Müfîd: 2, Dârü’l-Müfîd, 2. bs., Beyrut 1993.
______, el-İhtisâs thk. Mahmûd Zerendi - Ali Ekber Gıfari, Silsiletu
Müellefatiş-Şeyh el-Müfîd: 12, Dârü'l-Müfîd, 2. bs., Beyrut
1993.
Şeyh Sadûk, Ebû Cafer Muhammed b. Ali el-Kummî (381/991)
Kemâlü’d-Dîn ve Temâmü’n-Ni’me, thk. Ali Ekber el-Gıfarî,
Müessesetü’n-Neşr el-İslâmî, Kum 1390.
______, et-Tevhîd, thk. S. H. el-Hüseynî, Dârü’l-Marife, Beyrut 1387.
Şimşir, Mehmet, “Râşid Halifeler Döneminde İdare Sistemi ve
Divan Teşkilatı”, İSTEM, sy. 6, 2005, s. 265-280.
312
Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarîhu’l-Ümem
ve’l-Mülûk, thk. Ebû Suhayb el-Kermî, Beytü’l-Efkâri’dDevliyye, Riyad ty.
Tabersî, Ebû Ali el-Fadl b. Hasan (548/1153), İ’lâmü’l-Verâ bi
A’lâmi’l-Hüdâ, thk. Ali Ekber el-Ğifarî, Dârü’l-Marife, Beyrut
1979.
Taha Hüseyin (1393/1973), el-Fitnetü’l-Kübrâ, I-II, Dârü’l-Meârif, 12.
bs., Kahire 1994.
Tahranî, Şeyh Âğâ Büzürg (1390/1970), e-Zerîa ilâ Tasânîfi’ş-Şîa,
(http://www.alseraj.net, Erişim Tarihi: 29/04/2009).
Taşköprüzade, Ahmed b. Mustafa (968/1561), Miftâhü’s-Saâde ve
Misbâhü’s-Siyâde, I-III, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985.
Tebbânî, Muhammed, Tahzîrü’l-Ubkerî min Muhâdarât’i-Hudarî ev
İfâdetü’l-Ahyâr bi Berâeti’l-Ebrâr, I-II, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye,
2. bs., Beyrut 1984.
Tirmizî, Muhammed b. İsa (279/892), Sünen, I-V, thk. A. Muhammed Şâkir, vd., Dârü İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut ty.
Toklu, Adem, Muhammed bin el-Hanefiyye’nin İslâm Tarihindeki Yeri,
Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ 2002.
Tûsî, Ebû Cafer Muhammed b. el-Hasen (460/1068), İhtiyâru Marifeti’r-Ricâl, thk. H. el-Mustafa, Meşhed 1348.
Uyar, Gülgûn, Ehl-i Beyt İslâm Tarihinde Ali-Fâtıma Evlâdı, Gelenek
yay., İstanbul 2004.
313
Vakıdî, Muhammed b. Ömer (207/822), Kitabü’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, Oxford Unv. Press, London 1966.
Varol, M. Bahaüddin, “Hz. Hasan’ın Çok Evliliğine Dair Rivayetler
Üzerine”, İSTEM, sn. 7, 2009, sy. 13, s. 9-13.
______, Ehl-i Beyt – Kavramsal Boyut, Yediveren yay., Konya 2004.
______, Hilâfet Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, Yediveren yay., Konya
2004.
______, Siyasallaşma Sürecinde Ehl-i Beyt, Yediveren yay., Konya
2004.
Vâsitî, Muhammed b. el-Hasan (776/1374), Mecmaü’l-Ehbâb ve Tezkiretu Uli’l-Elbâb, I-VI, Dârü’l-Minhâc, Beyrut 2002.
Watt, W. Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E.
Ruhi Fığlalı, Şa-to yay., İstanbul 2001.
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, A. Ü.
İlahiyat Fak. Yay., Ankara 1963.
______, İslâmın En Eski Tarihine Giriş, çev. Fikret Işıltan, İ. Ü. Edebiyat Fak. Yay., İstanbul 1960.
______, İslâmiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, çev.
Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1989.
Ya’kûbî, Ahmed b. Ya’kûb (284/897), Tarîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Dârü
Sadr, Beyrut ty.
314
Yâfiî, Afîfuddin Abdullah b. Esad el-Yemenî (768/1367), Mir’âtü’lCenân ve İbretü’l-Yekzân fî Marifeti Havâdisi’z-Zemân, I-IV, thk.
Abdullah el-Cüburî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1984.
Yakut el-Hamevî, Şehâbüddîn Ebû Abdullah Yakut b. Abdullah
(626/1228), Mu’cemü’l-Büldân, I-V, Dârü Sâdır, Beyrut 1977.
Yüksel, Ahmet Turan, İhtirastan İktidara Kerbela, Yediveren yay.,
Konya 2001.
Zebibî, Ahmed, “İbnü’l-Hanefiyye”, el-Mevsûatu’l-Arabiyye, Dımaşk
2003, VIII, 630-631.
Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed (748/1374), Duvelü’lİslâm, I-II, thk. H. İsmail Merve – M. el-Arnavut, Dârü Sâdır,
Beyrut 1999.
______, el-İber fî Haberi men Ğaber, I-III, thk. Ebû Hacer Muhammed
Zaglul, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985.
______, el-Kâşif fî Marifeti men lehu Rivâye fi’l-Kütübi’s-Sitte, I-III,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983.
______, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, I-XXIII, thk. Ş. el-Arnavûd – M. esSâğirî, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut 1985.
______, Târîhu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhir ve’l-A’lâm, thk. Ömer
Abdüsselam Tedmûrî, Dârü’l-Kitabi’l-Arabî, 2. bs., Beyrut
1993.
Ziriklî, Hayruddin, el-A’lâm Kamûsu Terâcim, I-VIII, 10. bs., Beyrut
1992.
315
Zorlu, Cem, İslam’da İlk İktidar Mücadelesi, Yediveren yay., Konya
2002.
Zübeyrî, Ebû Abdullah Mus’ab b. Abdullah (236/850), Kitabu Nesebi
Kureyş, thk. E. Levi Provençal, 3. bs., Dârü’l-Mearif, Kahire
1982.
Zühaylî, Muhammed, Merciu’l-Ulumi’l-İslâmiyye, Dımaşk ty.
317
DİZİN
Abbâs b. Abdülmuttalib,
256
Abbâs b. Hişam, 22
Abbâs b. Sehl, 220
Abbâsîler, 256
Abdullah b. Abbâs, 33, 34,
50, 51, 63, 71, 101, 110,
129, 131, 132, 135, 136,
143, 148, 165, 166, 172,
174, 190, 193, 195, 196,
198, 202, 203, 221, 223,
228, 265, 281
Abdullah b. Âmir, 71
Abdullah b. Amr, 153,
181, 244, 258
Abdullah b. Cafer, 36, 37,
105, 110, 112, 135, 159,
186
Abdullah b. Habbâb b.
Eret, 105
Abdullah b. Hânî, 84, 192
Abdullah b. Hanzala, 153,
154
Abdullah b. Kamil, 210
Abdullah b. Muhammed b.
Akîl, 36, 71
Abdullah b. Mutî, 154,
213, 219
Abdullah b. Nevf, 244
Abdullah b. Ömer, 53, 83,
93, 129, 146, 154, 158,
175, 178, 204
Abdullah b. Zübeyr, 3, 7,
8, 10, 12, 28, 33, 34, 35,
39, 49, 50, 51, 52, 53,
54, 55, 56, 57, 65, 67,
84, 87, 95, 124, 125,
133, 136, 137, 138, 140,
143, 145, 146, 148, 153,
155, 158, 161, 162, 163,
164, 165, 166, 168, 169,
170, 171, 172, 173, 174,
175, 176, 177, 178, 179,
180, 185, 188, 189, 190,
191, 192, 193, 195, 196,
197, 198, 199, 200, 201,
202, 203, 204, 205, 206,
207, 208, 209, 210, 212,
213, 218, 219, 220, 221,
222, 224, 226, 227, 228,
229, 233, 234, 237, 238,
239, 241, 242, 246, 252,
272, 274, 276, 279, 280,
287, 298
Abdurrahman b. Mülcem,
108, 109, 111
Abdurrahman b. Şureyh,
211, 214, 215, 224
Abdülmelik b. Mervân, 3,
7, 8, 10, 34, 56, 87, 141,
162, 163, 164, 168, 169,
173, 176, 181, 201, 222,
229, 234, 237, 252, 272,
279, 280, 287, 310
Abdülvahid b. Eymen, 68
Abdülvâhid b. Eymen, 64
Abudullah b. Muâviye,
259
Âd, 167
Afrika, 45, 274
318
Ahmed b. Muhammed, 15,
44, 263, 264, 299, 305
Ahmer, 102, 250
Aişe bnt. Ebî Bekir, 94,
119, 120
Akâbe, 167
Akraba Savaşı, 25
Ali b. Ebî Tâlib, 1, 2, 4, 7,
9, 10, 12, 16, 17, 18, 19,
20, 22, 23, 26, 27, 29,
31, 33, 34, 40, 41, 42,
43, 44, 46, 47, 48, 49,
53, 66, 67, 70, 72, 73,
77, 78, 79, 83, 89, 90,
91, 92, 93, 94, 95, 96,
97, 98, 99, 100, 101,
102, 103, 104, 105, 106,
107, 108, 109, 110,
111,112, 113, 114, 115,
116, 117, 128, 130, 140,
141, 142, 144, 162, 187,
202, 203, 206, 207, 230,
231, 233, 235, 243, 245,
246, 248, 250, 251, 253,
255, 257, 261, 267, 268,
269, 273, 274, 275, 285,
286, 288, 291, 306
Ali b. el-Muğîre, 22
Ali b. Hüseyin, 7, 8, 28,
36, 71, 108, 134, 135,
138, 139, 154, 179, 227,
228, 253, 260, 264, 298,
304, 307
Âmir b. Vâsile, 164, 194,
242
Ammâr b. Yasir, 71, 95,
98, 103
Amr b. Âs, 65, 103, 104,
107, 108, 145
Amr b. Bekir, 108
Amr b. Dinâr, 63, 71, 72
Amr b. Gülsüm, 41
Amr b. Said, 153, 171
Amr b. Zübeyr, 199
Arafat, 51, 53, 68, 174,
175, 238
Ârim, 137, 199
Asya, 45, 257
Atâ b. Ebî Rebâh, 71
Bakî Mezarlığı, 34, 36, 38,
118, 119, 120, 121, 163
Basra, 33, 41, 94, 95, 129,
141, 142, 161, 164, 193,
219, 224, 251, 265, 271,
311
Battal Gazi, 257
Bedâ, 245, 297
Bekir b. Vail, 24
Belâzurî, 89, 91, 92, 95,
97, 100, 101, 106, 108,
109, 111, 113, 114, 115,
116, 117, 119, 120, 121,
126, 128, 129, 132, 135,
140, 144, 146, 148, 149,
150, 151, 152, 154, 155,
156, 157, 158, 160, 162,
164, 165, 166, 168, 169,
170, 171, 174, 176, 178,
179, 180, 181,182, 185,
190, 191, 192, 193, 194,
195, 197, 198, 199, 201,
319
202, 203, 207, 209, 211,
212, 213, 214, 215, 216,
219, 221, 223, 224, 226,
227, 228, 238, 239, 240,
241, 244, 248, 251, 253,
261, 267, 276
Belâzürî, 12, 19, 21, 22,
23, 27, 36, 41, 47, 58,
59, 60, 61, 80, 81, 97,
132, 146, 157, 173, 177,
182, 184, 194, 210, 226,
267, 292
Benî Esed, 22, 27
Benî Hanîfe, 15, 22, 23,
24, 25, 26, 27, 28, 29,
123, 285, 305
Benî Hâşim, 1, 50, 120,
135, 148, 153, 159, 183,
189, 190, 191, 193, 202,
205, 206, 238, 275, 288
Benî İsrail, 245
Benî Ümeyye, 2, 51, 52,
53, 93, 94, 102, 119,
120, 143, 154, 161, 174,
175, 176, 183, 190, 191,
206, 249, 278
Benî Zübeyd, 23
Berre bnt. Abdurrahman,
59
Beyân b. Sem’ân, 258
Beyâniyye, 255, 258
Beytullah, 52, 199
Bizans, 145
Buhârî, 15, 29, 35, 42, 71,
72, 305
Burak b. Abdullah, 108
Cafer b. Muhammed, 134,
264, 301
Cemal bnt. Kays, 58
Cemel Savaşı, 2, 12, 33,
47, 92, 93, 95, 96, 97,
98, 99, 100, 104, 117,
120, 156, 162, 183, 187,
189, 205, 230, 231, 248,
255, 268, 272, 275, 285,
311
Cenâhiyye, 259
Cerrâh b. Sinan, 114
Ceyhun, 274
Dârabcerd, 116
demokrasi, 284
Dımaşk, 12, 16, 21, 31, 54,
56, 61, 158, 168, 171,
181, 182, 184, 185, 234,
261, 298, 310, 314, 315
Dîneverî, 13, 33, 34, 49,
94, 95, 97, 100, 101,
102, 104, 105, 106, 108,
114, 116, 118, 119, 122,
123, 124, 125, 129, 132,
134, 138, 161, 162, 172,
189, 204, 217, 219, 223,
226, 250, 273, 294
Ebân b. Osman b. Affân,
36, 37, 38, 57
Ebû Abdullah el-Cedelî,
51, 179, 194, 195, 196,
197, 243
Ebû Ahmed el-Hâkim, 15
Ebû Amra, 250
Ebû Bekir es-Sıddîk, 1, 18,
22, 23, 25, 26, 27, 28,
320
29, 31, 39, 64, 77, 230,
246, 248, 266, 274, 285
Ebû Hamza, 34, 54, 170,
172
Ebû Hâşim, 17, 38, 57, 59,
61, 62, 63, 157, 255,
256, 258, 259, 260, 261,
263, 268, 269, 270, 271,
309
Ebû Hureyre, 71, 92
Ebû Hüreyre, 120
Ebû İshâk, 32, 35, 72, 73,
222, 295
Ebû Kerb ed-Darîr, 254
Ebû Musa el-Eş’arî, 95
Ebû Müslim el-Horasanî,
260
Ebû Nuaym el-İsfahanî,
111
Ebû Ömer el-Bezzâr, 71
Ebu’t-Tufeyl, 55, 164,
167, 242, 281
Ebü’l-Ahras el-Muradî,
243
Ebü’l-Hâris el-Kindî, 243,
244
Ebü’l-Mutemir, 194
Ehli Beyt, 3, 4, 7, 10, 12,
13, 16, 63, 68, 73, 85,
132, 145, 208, 210, 212,
214, 229, 256, 261, 263,
283, 285, 287, 288, 313
Emeviler, 2, 3, 11, 12, 39,
56, 67, 78, 147, 161,
163, 186, 187, 188, 219,
230, 231, 237, 253, 254,
256, 259, 269, 274, 275,
287, 288, 294, 309
Esmâ bnt. Ebî Bekir, 28
Esmâ bnt. Umeys, 28
Eşter b. Malik, 102
Eyle, 34, 35, 36, 54, 55,
166, 167, 169, 172, 173,
201, 280
Ezruh, 104, 105
Fadl b. Abbâs, 159
Fatıma bnt. Muhammed
(sav), 16
Gassân, 102
Gaylâniyye, 269
Goldziher, 18, 69, 297
Güneydoğu, 257
Haccâc, 20, 34, 54, 55, 56,
84, 140, 141, 172, 176,
177, 178, 179, 180, 181,
182, 184, 185, 186, 199,
203, 204, 308
Halid b. Abdullah, 258
Halid b. Velid, 18, 23, 25,
203, 296
Halife b. Hayyât, 36
Hamza b. Umâre, 254, 258
Hânî b. Kays, 194
Hânî b. Urve, 129
Hanîfe b. Lüceym, 21, 24
Harbiyye, 244, 255, 258
Hariciler, 52, 107, 108,
111, 114, 187, 275, 278,
286
Harre, 3, 61, 62, 133, 147,
152, 153, 161, 188, 190,
276, 286
321
Harura, 224
Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib,
3, 4, 6, 7, 12, 16, 39, 45,
47, 48, 73, 74, 76, 77,
83, 95, 102, 110, 111,
112, 113, 114, 115, 116,
117, 118, 119, 120, 121,
122, 123, 128, 136, 137,
142, 144, 145, 146, 162,
163, 187, 207, 232, 273,
286, 313
Hasan b. Hasan, 137, 140,
141, 196
Hasan b. Muhammed, 63,
64, 246, 247, 251, 260,
266, 267, 270, 271, 297
Hasan el-Basrî, 57, 135,
270, 271
Haşebî, 195
Haşebiyye, 63, 246, 251
Hâşimiyye, 256
Havle bnt. Cafer, 4, 15, 16,
21, 22, 285
Havle bnt. İyâs, 21
Hayber, 75, 103
Hicaz, 34, 49, 57, 122,
140, 143, 146, 148, 153,
162, 167, 176, 180, 184,
191, 217, 220, 226
Hind bnt. el-Mütekellife,
243, 244
Hişâm b. Ebî Ya’lâ, 71
Horasan, 256, 257, 260,
294
Hucr b. Adî, 187, 207
Hulafâ-i Raşidîn, 272
Humeyme, 63, 261
Hurr b. Yezîd, 133
Husayn b. Nemîr, 161
Huşşu Kevkeb, 120
Huzeyme b. Sâbit, 98
Hüseyin b. Ali b. Ebî
Tâlib, 3, 4, 6, 7, 8, 12,
16, 28, 39, 48, 49, 50,
76, 77, 84, 86, 87, 102,
110, 112, 113, 115, 116,
117, 118, 119, 120, 121,
122, 123, 124, 125, 126,
127, 128, 129, 130, 131,
132, 133, 134, 135, 136,
138, 139, 140, 142, 144,
145, 146, 147, 149, 151,
153, 158, 160, 188, 189,
213, 214, 222, 223, 226,
230, 231, 234, 238, 239,
250, 251, 260, 274, 275,
276, 286, 287, 288, 289
İbn A’sem, 13, 47, 94,
110, 111, 114, 116, 124,
125, 126, 127, 128, 148,
149, 150, 151, 152, 153,
154, 155, 156, 157, 158,
160, 165, 166, 167, 168,
169, 170, 171, 173, 174,
176, 177, 178, 180, 181,
182, 184, 185, 191, 192,
197, 199, 201, 202, 203,
204, 208, 209, 210, 211,
213, 214, 216, 217, 219,
223, 226, 235, 238, 239,
240, 242, 280, 299
322
İbn Abdirabbih, 44, 69, 70,
80, 82, 117, 121, 180,
181, 186, 199, 202, 222,
260, 261, 299
İbn Asâkir, 12, 15, 17, 19,
20, 28, 30, 31, 32, 33,
35, 38, 42, 43, 51, 53,
54, 56, 64, 69, 70, 71,
72, 80, 81, 82, 83, 85,
94, 117, 121, 123, 124,
130, 132, 133, 135, 136,
138, 141, 145, 162, 163,
170, 171, 172, 174, 179,
180, 182, 183, 185, 205,
218, 219, 224, 232, 233,
235, 236, 240, 241, 242,
261, 262, 266, 267, 270,
277, 279, 280, 281, 282,
299
İbn Ebî Şeybe, 13, 30, 68,
75, 76, 186, 205, 224,
236, 248, 279, 281, 282,
300
İbn Ebi'l-Hadîd, 22, 23,
27, 67, 68, 70, 78, 80,
98, 99, 101, 110, 114,
119, 120, 125, 136, 137,
190, 196, 199, 202, 203,
269, 270, 281, 300
İbn Hacer, 14, 16, 18, 31,
35, 61, 71, 85, 300
İbn Haldûn, 142, 300
İbn Hamdûn, 17, 66, 67,
81, 98, 254, 282, 301
İbn Hibbân, 15, 32, 34, 64,
84, 85, 301
İbn İnebe, 13, 22, 29, 59,
60, 62, 137, 138, 140,
265, 301
İbn Rüste, 270, 302
İbn Sa’d, 6, 12, 17, 19, 21,
23, 24, 25, 28, 30, 31,
34, 35, 36, 38, 52, 53,
54, 55, 58, 59, 60, 61,
62, 63, 67, 68, 69, 71,
74, 75, 76, 78, 79, 84,
90, 91, 97, 100, 107,
109, 112, 132, 133, 141,
142, 153, 159, 165, 167,
168, 169, 170, 171, 172,
174, 175, 176, 179, 180,
182, 184, 185, 186, 191,
193, 194, 196, 198, 199,
200, 201, 204, 208, 209,
210, 211, 212, 214, 218,
221, 223, 227, 234, 235,
237, 238, 240, 241, 248,
249, 266, 268, 277, 279,
280, 282, 302
İbn Tûlûn, 154, 155, 156,
157, 303
İbnü’l-Esîr, 13, 15, 23, 26,
31, 34, 35, 50, 71, 80,
81, 82, 83, 93, 94, 95,
101, 102, 109, 110, 112,
114, 119, 120, 121, 125,
126, 132, 133, 144, 153,
154, 158, 159, 161, 163,
164, 165, 172, 173, 174,
175, 176, 179, 185, 190,
204, 211, 214, 216, 219,
220, 221, 222, 226, 244,
323
258, 260, 264, 273, 303,
307
İbnü’l-Kelbî, 22, 29
İbnü’l-Murtazâ, 76, 269,
304
İbrahim b. el-Cüneyd, 70
İbrahim b. Eşter, 215, 216,
217, 218, 222, 227, 239,
251
İbrahim b. Hişâm, 35
İmam Sadık, 111
İmâmet, 27, 77, 119, 127,
139, 142, 231, 233, 234,
242, 260, 261, 288
İran, 243, 256, 294
İslâm, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 9,
11, 14, 15, 16, 18, 21,
25, 31, 32, 35, 37, 38,
39, 40, 45, 47, 49, 50,
51, 52, 53, 54, 56, 57,
67, 68, 69, 70, 87, 91,
93, 98, 107, 121, 126,
134, 147, 161, 168, 185,
187, 188, 189, 190, 192,
205, 209, 230, 232, 237,
238, 243, 245, 246, 247,
253, 257, 263, 266, 268,
272, 273, 274, 275, 278,
280, 287, 289, 292, 293,
294, 295, 297, 298, 305,
309, 312, 313, 314
İsmail b. Muhammed, 34,
262, 296
İsmailiyye, 264
İsna Aşeriyye, 265
İstanbul, 11, 19, 25, 26,
37, 40, 87, 89, 90, 106,
116, 139, 145, 159, 172,
240, 243, 263, 265, 291,
294, 295, 296, 297, 304,
305, 306, 309, 312, 313
Ka’bü’l-Ahbar, 254
Kâdî Abdülcebbar, 76,
268, 269, 305
Karkisya, 171
Karmatiler, 263, 264, 265
Kasım b. Muhammed, 157
Katâm, 108
Kays b. Sa’d b. Ubade, 65,
112, 114, 115
Kayseri, 257
Kerbela, 3, 8, 39, 48, 49,
86, 128, 133, 134, 137,
138, 140, 147, 148, 149,
158, 160, 188, 207, 230,
253, 275, 276, 286, 306,
314
Kerbiyye, 254, 255
Keysâniyye, 4, 6, 9, 10,
57, 62, 77, 78, 244, 245,
249, 250, 251, 255, 263,
271, 305
Kızıldeniz, 169
Kubeyse b. Züeyb, 167
Kufe, 49, 50, 54, 55, 56,
84, 94, 95, 99, 104, 105,
106, 108, 114, 116, 117,
118, 122, 128, 129, 130,
131, 132, 133, 140, 141,
142, 144, 147, 163, 164,
171, 173, 174, 191, 193,
324
194, 197, 198, 208, 209,
210, 211, 212, 213, 215,
216, 218, 219, 224, 225,
228, 231, 239, 240, 242,
243, 244, 245, 246, 250,
255, 258, 259, 261, 263,
266, 274, 276
Kur’ân-ı Kerîm, 24, 43,
72, 78, 79, 110, 152,
232, 247, 248, 257, 259,
302
Kureyş, 13, 21, 83, 146,
183, 233, 242, 249, 252,
277, 315
Küseyyir Azze, 165, 252,
254
Leyla bnt. Kumâme, 243
Leyletü’l-Herîr, 100, 102
Lût, 167
Medâinî, 22, 35
Medine, 1, 2, 18, 22, 24,
26, 27, 35, 36, 37, 38,
43, 48, 49, 54, 56, 57,
61, 63, 64, 71, 74, 89,
93, 94, 117, 118, 122,
123, 124, 125, 127, 128,
129, 130, 132, 133, 134,
135, 138, 146, 148, 149,
152, 153, 154, 156, 157,
158, 159, 160, 163, 169,
172, 184, 185, 188, 190,
207, 209, 220, 252, 255,
259, 261, 266, 270, 274,
285, 286, 292, 296, 310,
311
Medyen, 55, 166, 167,
170, 171, 173, 280
Mehdî, 21, 22, 56, 60, 69,
193, 212, 216, 217, 228,
239, 240, 241, 253, 254,
260, 262, 263, 298, 301,
303, 304, 309
Mekke, 35, 36, 49, 51, 54,
55, 84, 89, 94, 103, 107,
117, 124, 126, 128, 129,
130, 132, 133, 135, 136,
153, 157, 161, 163, 164,
169, 171, 172, 173, 174,
176, 178, 189, 190, 191,
195, 198, 199, 201, 203,
204, 208, 210, 212, 214,
238, 242, 246, 252, 276,
281, 287, 296
Mervân b. Hakem, 47, 84,
90, 119, 146, 154, 161,
163
Mescid-i Haram, 195, 197,
199
Mesih, 263
Mısır, 11, 94, 169, 191,
273
Mina, 51, 52, 55
Minhâl b. Amr, 71
Misver b. Mahreme, 107,
196
Mu’tezile, 57, 63, 76, 249,
268, 269, 270, 271, 272,
289, 292, 296, 304
Muâviye b. Ebî Süfyân, 2,
3, 12, 39, 45, 48, 49, 65,
71, 83, 84, 89, 93, 94,
325
96, 99, 100, 102, 104,
105, 107, 108, 113, 114,
115, 116, 117, 118, 119,
122, 123, 124, 128, 143,
144, 145, 146, 147, 149,
158, 160, 161, 163, 187,
206, 207, 224, 232, 237,
255, 259, 273, 274, 286,
292, 294
Muğîre b. Şu’be, 111
Muhammed b. Abdullah
(sav), 1, 16, 17, 18, 19,
20, 22, 23, 24, 25, 30,
39, 40, 41, 42, 46, 53,
67, 70, 74, 75, 76, 79,
89, 92, 102, 103, 105,
111, 112, 116, 119, 120,
123, 125, 126, 131, 162,
170, 197, 202, 230, 234,
235, 237, 238, 240, 248,
249, 256, 260, 263, 267,
269, 272, 274
Muhammed b.
Abdurrahman b. Avf, 20
Muhammed b. Cafer, 20,
59, 95, 264
Muhammed b. Cübeyr, 52,
175
Muhammed b. Ebî
Huzeyfe, 20
Muhammed b. Kays, 71
Muhammed b. Mesleme,
93
Muhammed b. Neşr, 71,
194
Muhammed b. Sa’d b. Ebî
Vakkâs, 20, 181
Muhammed el-Bâkır, 73,
258, 260
Muhsin el-Emîn, 13, 29
Muhtâr es-Sekafî, 3, 7, 8,
9, 12, 15, 33, 50, 53, 56,
57, 87, 114, 138, 140,
141, 142, 163, 164, 170,
173, 188, 189, 190, 191,
193, 194, 198, 199, 200,
207, 208, 209, 210, 211,
212, 213, 214, 215, 216,
217, 218, 219, 220, 221,
222, 223, 224, 225, 226,
227, 228, 229, 231, 239,
240, 241, 242, 243, 244,
245, 246, 248, 250, 251,
259, 272, 276, 279, 283,
287, 298, 307
Mus’ab b. Zübeyr, 141,
142, 164, 171, 176, 224,
244, 250, 251
Musul, 62, 227, 246
Mutahhar b. Yahya, 167
Müccâ’a b. Mürâre, 25
Mühelleb. b. Ebî Sufra,
224
Münzir b. Zübeyr, 153
Münzir es-Sevrî, 17, 19,
32, 71, 72, 76, 92, 204
Mürcie, 77, 249, 266, 267,
268, 271, 289, 293, 305,
306
Müseylime, 23, 24, 25
326
Müslim, 19, 21, 41, 59, 64,
72, 75, 108, 128, 132,
133, 159, 246, 254, 302,
308
Müslim b. Akîl, 129
Müslim b. Ukbe, 161
Müsria bnt. Abbâd, 58
Nasr b. Evs, 68
Necdet b. Âmir, 51, 52
Necef, 111
Nehrevân Savaşı, 2, 12,
47, 92, 105, 106, 107,
108, 156, 231, 272, 273,
275, 286
Neşvân el-Himyerî, 250,
260, 269, 272, 309
Nu’mân b. Beşîr, 159
Nuhayle, 106
Nusaybin, 246
Nübeyh b. Vehb, 71
Osman b. Affân, 2, 3, 12,
38, 39, 45, 46, 47, 71,
77, 90, 91, 93, 94, 95,
100, 117, 119, 162, 183,
187, 189, 230, 231, 246,
248, 250, 272, 274, 285,
288
Ömer b. Abdülaziz, 64
Ömer b. Ali, 71, 137, 140,
141, 242
Ömer b. Ali b. Ebî Tâlib,
71, 137
Ömer b. el-Hattâb, 1, 2,
31, 32, 39, 40, 42, 43,
45, 64, 67, 70, 77, 89,
199, 207, 230, 246, 248,
266, 274, 285, 296
Ömer b. Sa’d, 133, 222,
223
Rabî’ b. Münzir, 18
Radvâ, 34, 160, 185, 252,
253, 254, 262, 265
Ravendiyye, 255, 256
Ravh b. Zinbâ, 167
ricat, 4, 9, 18, 253, 288
Rum, 65, 66, 179
Sa’d b. Ebî Vakkâs, 2, 93,
133
Sa’d b. Mes’ûd, 114, 207
Sâbât, 114, 207
Sâib b. Mâlik, 226
Said b. Müseyyeb, 32
Sâlim b. Ebi’l-Ca’d, 15
Sebeiyye, 244, 247, 251,
253
Sehl b. Huneyf, 93
Semud, 167
Seyyid el-Himyerî, 262
Sıbt İbni’l-Cevzî, 15, 20,
29, 31, 33, 36, 60, 61,
62, 63, 64, 80, 81, 86,
102, 103, 111, 121, 132,
136, 137, 140, 144, 310
Sıffin Savaşı, 2, 12, 47, 92,
99, 104, 105, 110, 143,
156, 187, 203, 230, 231,
232, 272, 275
Sind, 28
Suriye, 69, 89, 243, 265
Süfyân b. et-Temmâr, 67
Süleym Ebû Âmir, 193
327
Süleyman b. Abdülmelik,
63, 261
Süleyman b. Surad, 188,
212, 213, 239
Süleyman eş-Şeybânî, 68
Şa’bî, 216, 217
Şam, 48, 93, 105, 106,
112, 134, 136, 147, 148,
149, 152, 153, 159, 161,
162, 164, 165, 166, 168,
170, 171, 173, 181, 190,
191, 201, 204, 208, 213,
219, 226, 235, 248, 267,
273, 280
Şebîb, 108
Şehy Müfîd, 33
Şîa, 3, 6, 7, 10, 13, 16, 18,
27, 42, 58, 63, 73, 74,
111, 119, 127, 139, 187,
207, 212, 229, 233, 237,
243, 245, 250, 254, 260,
265, 288, 293, 296, 297,
306, 309, 312
Şurahbil b. Vers, 220
Taberî, 6, 12, 17, 21, 23,
26, 34, 36, 46, 47, 50,
89, 90, 91, 92, 93, 94,
95, 97, 101, 102, 104,
105, 106, 109, 110, 111,
112, 115, 117, 118, 119,
125, 126, 132, 133, 134,
135, 136, 138, 144, 153,
154, 158, 159, 161, 164,
172, 175, 176, 185, 190,
204, 207, 208,209, 211,
212, 213, 214, 215, 216,
217, 219, 220, 221, 222,
223, 224, 225, 226, 227,
238, 239, 240, 243, 244,
245, 246, 250, 251, 258,
259, 260, 261, 264, 272,
273, 283, 308, 312
Taif, 33, 34, 51, 55, 172,
173, 174, 176, 202, 203,
204, 208, 265
takiyye, 231, 237, 252,
278, 280
Talha b. Ubeydullah, 2,
17, 20, 94, 162, 212
Taşköprüzâde, 271
Tebük, 89
Tevvâbûn, 3, 171, 188
Tufeyl b. Âmir, 174
Tufeyl b. Ebi’t-Tufeyl, 194
Türk, 257, 313
Ubeydullah b. Abbâs, 114,
121
Ubeydullah b. Ali, 140,
141, 142, 227, 241
Ubeydullah b. Ömer, 101
Ubeydullah b. Ziyâd, 129,
133, 134, 138, 154, 161,
208, 222, 223, 251
Uhud, 103
Urve b. Zübeyr, 54, 181,
198, 200
Usame b. Zeyd, 22
Ümmü Cafer bnt.
Muhammed, 59
Ümmü Gülsüm, 32, 42
Ümmü Halid bnt. Hâşim,
161
328
Vakıdî, 28, 31, 33, 36, 95,
281, 313
Vâsıl b. Atâ, 57, 269, 270,
289
Vasilik, 242
Velid b. Abdülmelik, 261,
270
Verdân, 108, 170
Yahya b. Said, 32
Yemâme, 23, 24, 29, 226
Yemen, 29, 126, 131, 132,
243, 245, 273
Yezîd b. Enes, 222
Yezîd b. Muâviye, 3, 12,
49, 50, 85, 86, 124, 126,
127, 128, 129, 131, 133,
134, 136, 145, 146, 147,
148, 149, 150, 152, 153,
154, 155, 157, 158, 159,
160, 161, 188, 189, 190,
198, 208, 209, 233, 234,
238, 252, 255, 274, 275,
287, 306, 311
Yezîd b. Şerahil, 243
Zaloğlu Rüstem, 257
Zehebî, 12, 15, 17, 18, 21,
28, 29, 31, 32, 35, 37,
38, 42, 43, 51, 52, 53,
54, 63, 64, 68, 69, 70,
71, 72, 74, 80, 81, 92,
94, 98, 132, 133, 144,
145, 162, 172, 179, 180,
184, 185, 241, 246, 247,
262, 277, 279, 314
Zeyd b. Hasan, 137, 261
Zeyd b. Kays, 41
Zûkâr, 95
Zübeyr b. Avvâm, 2, 94,
189
Zübeyrî, 13, 21, 36, 37, 58,
59, 60, 61, 63, 138, 141,
241, 261, 265, 315