Papers by Sefa Mertek
Turcology research, Mar 21, 2024
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Turcology Research, 2024
Doğu ve Batı hakkında konuşmak, çoğu zaman, karşıtlık üzerinden kurulan ve birinin tercih edilmes... more Doğu ve Batı hakkında konuşmak, çoğu zaman, karşıtlık üzerinden kurulan ve birinin tercih edilmesini gerektiren oryantalizm ya da oksidentalizm paradigmasının bir parçası olmaya yol açar. Bu tercih ise düşüncelerin inşa edilmiş yapıların içine hapsedilmesiyle sonuçlanır. Yeni bir söz söyleyebilmek için bu paradigmayı aşmak ve onun ötesinde düşünmek gereklidir. Türk siyasal hayatında oldukça özgün bir yere sahip olan Nurettin Topçu da zaman zaman Oryantalizm ve Oksidentalizm paradigmasına hapsedilmektedir. Kimi yazarlar Nurettin Topçu'yu oryantalist değerlendirirken kimileri oksidentalist olarak nitelemektedir. Dahası oryantalizm ve oksidentalizmi de aşarak İslamcı, milliyetçi, muhafazakâr, sosyalist ya da anti modernist olarak tanımlayanlar da vardır. Bu çalışma, Nurettin Topçu'nun eserlerine yansıyan 'özgünlük' vurgusu ile oryantalizm ve oksidentalizm paradigmasının ötesine geçmenin imkanını sorgular ve alternatif bir okuma önerisi sunmayı amaçlar. Özetle, Nurettin Topçu'nun-niyet etmemiş bile olsa-hareket felsefesi, ihyacı din anlayışı, Anadoluculuk ve Müslüman Anadolu sosyalizmi üzerine inşa ettiği ahlak nizamı düşüncesi ile Oryantalizm ve oksidentalizm paradigmasının ötesine geçmenin imkanını oldukça kuvvetli bir şekilde gösterdiği sonucuna varılmıştır.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 2024
This article analyzes the Turkey Statement and Action Plan concerning the concept of hegemony, Eu... more This article analyzes the Turkey Statement and Action Plan concerning the concept of hegemony, Europeanization, and migration diplomacy. In contrast to the mainstream literature, which exclusively concentrates on the idea of the Europeanization process and balance politics in its analysis of the deal, this study explains the deal with the perspective of hegemony and hegemonic stability theory, along with mentioning discourses of Turkey and EU officials. In other words, the Europeanization process with the migration crisis in 2016 led to—especially economic—hegemony, which resulted by consent, not coercion, in the relationship between Turkey and the EU. Based on the deal, externalization, trade relations and rhetoric of Turkey and the EU, the article concludes that the migration crisis established a based hegemony between Turkey and the EU on the subject of the migration crisis.
KEYWORDS: Hegemony, consent, Europeanizationthe, EU-Turkey statement and action plan, externalization.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
İlahiyat tetkikleri dergisi, Jun 30, 2019
Bookmarks Related papers MentionsView impact
The Journal of International Social Research, Feb 28, 2017
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, Dec 31, 2017
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Gaziantep University Journal of Social Sciences, Jan 27, 2020
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi dergisi, Jul 30, 2020
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, Jul 30, 2018
Almanya’nin Avrupa ve Ikinci Dunya Savasindan sonra ozellikle Avrupa Birligi (AB) icerisindeki ro... more Almanya’nin Avrupa ve Ikinci Dunya Savasindan sonra ozellikle Avrupa Birligi (AB) icerisindeki rolu, her daim tartismali konulardan biri olmustur. Ikinci Dunya Savasi’nin ardindan Almanya’nin barissever toplumlardan biri haline gelip gelmedigine dair endiseler mevcuttur. Gunumuzde bu endiseler yerini, ekonomisiyle ve teknolojisiyle AB icerisinde kendi hegemonyasini kabul edilebilir yollarla gelistirmeye calistigina dair yeni endiselere birakmistir. Nitekim, Avrupa’nin bu kadar guclu hatta adeta hegemonya izlenimi uyandiran, diger taraftan da saglam ekonomisi ve finans sektoru ile bir muhasebeci goruntusu cizen Almanya’yi ne sekilde kabul edip yoluna devam edecegi bu baglamda onemli bir sorundur. Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE /* Style Definitions */ table.MsoNormalTable {mso-style-name:"Normal Tablo"; mso-tstyle-rowband-size:0; mso-tstyle-colband-size:0; mso-style-noshow:yes; mso-style-priority:99; mso-style-parent:""; mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt; mso-para-margin-top:0cm; mso-para-margin-right:0cm; mso-para-margin-bottom:8.0pt; mso-para-margin-left:0cm; line-height:107%; mso-pagination:widow-orphan; font-size:11.0pt; font-family:Calibri; mso-ascii-font-family:Calibri; mso-ascii-theme-font:minor-latin; mso-hansi-font-family:Calibri; mso-hansi-theme-font:minor-latin; mso-fareast-language:EN-US;} Bu calismanin amaci, Almanya’nin AB’nin ilk yillarindan bu yana Avrupa entegrasyonu icerisinde surekli gelisen yeri ve simdilerde geldigi baskin pozisyonu son yillardaki ekonomik krizler ve bu krizlerin Avrupa nezdinde buldugu yankilar baglaminda incelemektir. Bu calismada Almanya’nin savasin ardindan gecirdigi donusum sureci, AB karar alma sureclerindeki etkinligi, ozellikle Yunanistan ekonomik krizi ile daha da gorunur hale gelen krizlerin yonetilmesindeki rolu ve son olarak da Avrupa’nin en guclusu durumundaki ekonomisinin Eurozone icerisinde goreceli konumu, Almanya’nin hegemonyaya dogru donusmesinin gorunurdeki ornekleri olarak ele alinacak konulardir.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
İlahiyat Tetkikleri Dergisi, 2019
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Journal of International Social Research, 2017
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Gaziantep University Journal of Social Sciences
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Although the US and Iraq relations have vital importance for the Middle East, little is known abo... more Although the US and Iraq relations have vital importance for the Middle East, little is known about relations between the US and Iraqi Kurds. Iraqi Kurds live in the Northern area of Iraq and throughout history, they have had an impact on both Iraq and the region. This article focuses on the US and Iraqi Kurds' relations from the beginning to Arab Spring with the perspective of realism. Relations between the US and Iraqi Kurds were examined within three time periods, characterized by touchstone events in history, namely the Second World War, the Gulf War and the Iraq War. The relations between the US and Iraqi Kurds contribute considerably to our understanding of the balance of politics at the micro level in Iraq and the macro level in the region. This study investigates whether Iraqi Kurds can be gainful or the US. As a result, because of the US' interest-based realism, the US is always gainful.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Liberal Düşünce Dergisi, 2020
Öz
Post truth her ne kadar son yıllara ait bir fenomen olsa da hakikat ve yalan ilişkisinin bir u... more Öz
Post truth her ne kadar son yıllara ait bir fenomen olsa da hakikat ve yalan ilişkisinin bir uğrağı olduğu ifade edilebilir. Hakikat ve yalan tarih boyunca devamlı mücadele içerisinde olmuştur. Post truth ise bunun bir yansımasıdır. Post truth, teknoloji ve siyaset ile yakın bir ilişki içerisindedir. Post truth özellikle kitle iletişim araçlarıyla ve sosyal medya ile varlığını kolaylıkla kabul ettirirken popülizm için de en etkili araç olarak görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, post truth’u Hannah Arendt’in düşünceleri doğrultusunda açıklamaktır. Çünkü çalışmanın en temel iddiası, post truth’un kökenlerinin hakikat ve yalan ilişkisinde yattığıdır. Arendt bu ilişkiyi net bir şekilde ortaya koyduğundan dolayı onun düşünceleri doğrultusunda post truth’un okuması yapılmaktadır.
Abstract
Although the post truth is a phenomenon of the recent years, it can be said that post truth is a moment of the relationship of truth and lie. Truth and lie have been in constant struggle throughout history. Post-truth is a reflection of this struggle. Post truth is in close relationship with technology and politics. While post truth makes its existence easily accepted by mass media and social media, it is considered as the most effective tool for populism. The aim of this study is to explain post truth in the light of Hannah Arendt’s thoughts. Because the most basic claim of the study is that the origins of post-truth lie in the relationship of truth and lie. As Arendt clearly demonstrates this relationship, the post-truth is read in the light of her thoughts.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Hitit Sosyal Bilimler, 2019
Türkiye’de üniversite-sanayi iş birliğinin istenilen düzeyde olmaması, uzun yıllardan beri çalışı... more Türkiye’de üniversite-sanayi iş birliğinin istenilen düzeyde olmaması, uzun yıllardan beri çalışılan konuların başında gelmektedir. Yapılan çalışmaların çoğu üniversitelerin beklentilerini ve algılarını ele almış ancak sanayi kesiminin üniversite-sanayi iş birliğine yönelik algı ve beklentilerinin üzerinde yeterince durulmamıştır. Bu kapsamda araştırmanın amacı, Samsun’daki sanayi kesimi ile üniversite arasında karşılıklı ve etkin bir ilişki/etkileşim kurabilmesi ve üniversite-sanayi iş birliğinin daha da geliştirilebilmesi için sanayi kesiminin üniversite algısını belirlemek ve beklentileri hakkında çıkarımlar yapmaktır. Çalışmanın verileri, Samsun’un Tekkeköy ilçesinde faaliyette bulunan 243 sanayiciden toplanmış ve analiz edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, sanayi kesiminin üniversiteyi görece olumlu niteliklere sahip olan, ama şehirden ve sanayi sektöründen kopuk bir kurum olarak algıladıkları söylenebilir. Yine katılımcılara göre üniversite ile sanayi sektörü arasındaki ilişkilerin geliştirilmeye muhtaç olduğu ve bu konudaki beklentilerinin ise üniversitenin aktif rol alması yönünde olduğu ifade edilebilir. Öte taraftan sanayi kesimi kendilerinin de üniversiteye yeterli destek sunmadıkları yönünde bir özeleştiri yaparken; üniversitenin kendilerine ne tür katkılar sunabileceği hususunda yeterli bilgiye sahip olmadıklarını da belirtmişlerdir.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Bilgi ve İktidar Kıskacında Üniversiteler ve Sosyal Bilimler: Foucaultcu Bir Yaklaşım, 2020
Öz İnsanların birbiriyle ilişkisi sonucu, iktidar ortaya çıkar. Bu nedenle bilinen tarihsel sürec... more Öz İnsanların birbiriyle ilişkisi sonucu, iktidar ortaya çıkar. Bu nedenle bilinen tarihsel sürece göre insanlar, toplum halinde yaşadığından dolayı iktidar da devamlı olagelmiştir. İktidar, iktidarını sürdürebilmek için her zaman bilgiye ihtiyaç duymuştur. Tarihsel süreç içerisinde de ihtiyaç duyulan bilginin boyutu sürekli artmıştır. Michel Foucault, iktidar ilişkilerine odaklanarak bilginin bu ilişkiler sonucu üretildiğini belirtmektedir. Foucault'ya göre iktidar, söylem vasıtasıyla hakikati üretmektedir. Bedenlere ise çeşitli yollarla üretilen hakikati benimsetir. Foucault, iktidarın her yerde olduğunu belirtir. Bilgi sahasının merkezi olan üniversiteler ve üniversitelerin bünyesinde faaliyet gösteren sosyal bilimler, iktidarın etkilerine doğrudan açıktır. Dolayısıyla üniversiteleri ve sosyal bilimleri Foucault'nun iktidar ve bilgi yaklaşımıyla değerlendirmek mümkündür. Bu çalışmanın amacı, Foucault'nun bilgi ve iktidar yaklaşımlarıyla üniversiteler ve sosyal bilimlerin bir çözümlemesini yapmaktır.
Anahtar Kelimeler: İktidar, Bilgi, Michel Foucault, Üniversite, Sosyal Bilim.
Abstract As a result of people's relationship with each other, power emerges. Therefore, according to the known historical process, power has always been due to people's living in society. Power has always needed information to maintain its power. The size of the information needed in the historical process has increased continuously. Michel Foucault states that knowledge is produced as a result of these relations by focusing on power relations. According to Foucault, power produces truth through discourse. It adopts the truth produced through various ways to bodies. Foucault states that power is everywhere. Universities, which are the center of the field of knowledge, and the social sciences operating within the universities are directly open to the effects of power. Therefore, it is possible to evaluate universities and social sciences with the power and knowledge approach of Foucault. The aim of this study is to analyze the social sciences and universities with the knowledge and power approaches of Foucault.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
ALMAN EKONOMİK HEGEMONYASINI AVRUPA BİRLİĞİ İÇERİSİNDE KONUMLANDIRMA: KAVRAMSAL VE TARİHSEL BİR İNCELEME, 2018
German position in the Europe and European Union was a controversial issue since the end of the S... more German position in the Europe and European Union was a controversial issue since the end of the Second World War. Concerns about whether Germany became a member of peace-loving nations after the Second World War have now turned to new ambivalences on the country's motivations to develop its own hegemony within the EU through its robust economy and technology. As a matter of fact, it is an important problem in this context as to how Europe comes to terms with Germany, which draws such a strong impression of hegemony but has an image of an accountant with a strong economy and financial sector. In this work, Germany's ever-evolving place in European integration since the early years of the EU and its current position resembling hegemony will be examined in the context of recent economic crises and the echoes of these crises in the European level. As apparent examples of Germany's turn towards hegemony, cases which will be discussed in this study are the transformation process of the Germany right after the Second World War, Germany's influence in the EU decision making process, Greek economic crisis and its role in the management of crisis, and lastly the relative position of the German economy with respect to other countries in the Eurozone.
ALMAN EKONOMİK HEGEMONYASINI AVRUPA BİRLİĞİ İÇERİSİNDE KONUMLANDIRMA: KAVRAMSAL VE TARİHSEL BİR İNCELEME
Özet Almanya'nın Avrupa ve İkinci Dünya Savaşından sonra özellikle Avrupa Birliği (AB) içerisindeki rolü, her daim tartışmalı konulardan biri olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Almanya'nın barışsever toplumlardan biri haline gelip gelmediğine dair endişeler mevcuttur. Günümüzde bu endişeler yerini, ekonomisiyle ve teknolojisiyle AB içerisinde kendi hegemonyasını kabul edilebilir yollarla geliştirmeye çalıştığına dair yeni endişelere bırakmıştır. Nitekim, Avrupa'nın bu kadar güçlü hatta adeta hegemonya izlenimi uyandıran, diğer taraftan da sağlam ekonomisi ve finans sektörü ile bir muhasebeci görüntüsü çizen Almanya'yı ne şekilde kabul edip yoluna devam edeceği bu bağlamda önemli bir sorundur. Bu çalışmanın amacı, Almanya'nın AB'nin ilk yıllarından bu yana Avrupa entegrasyonu içerisinde sürekli gelişen yeri ve şimdilerde geldiği baskın pozisyonu son yıllardaki ekonomik krizler ve bu krizlerin Avrupa nezdinde bulduğu yankılar bağlamında incelemektir. Bu çalışmada Almanya'nın savaşın ardından geçirdiği dönüşüm süreci, AB karar alma süreçlerindeki etkinliği, özellikle Yunanistan ekonomik krizi ile daha da görünür hale gelen krizlerin yönetilmesindeki rolü ve son olarak da Avrupa'nın en güçlüsü durumundaki ekonomisinin Eurozone içerisinde göreceli konumu, Almanya'nın hegemonyaya doğru dönüşmesinin görünürdeki örnekleri olarak ele alınacak konulardır.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Toplumsal hayatta düzen, istikrarlı ve öngörülebilir davranışları içinde barındıran bir yaşama bi... more Toplumsal hayatta düzen, istikrarlı ve öngörülebilir davranışları içinde barındıran bir yaşama biçimidir. Tarih boyunca insanlar, her zaman bir düzen içerisinde olmak istemişlerdir. Çünkü insanlar, öngörülebilir davranışları içeren güvenli bir ortamda yaşamlarını geçirmeyi tercih etmektedirler. Thomas Hobbes, “homo homini lupus” derken güvenliği ve insanların toplumsal bir düzen olmaksızın birbirlerine güvenmemeleri gerektiğini ifade etmiştir. Bu bakımdan insanlar, ilk önce kişisel, sonra ailesel, daha sonra ise toplumsal bir güvenlik arayışı içinde olmuşlardır. Güvenli bir siyasal düzen sağlandıktan sonra ise insanlar refah, ahlak, bilim gibi değerleri düşünmeye başlamışlardır. Refah, insanların sadece yaşamlarını idame ettirebilmesini değil, aynı zamanda belirli bir yaşam kalitesinde yaşamalarını ifade etmektedir. Toplumsal refah ise içinde yaşanılan toplumun yaşam kalitesindeki seviyeyi belirtmektedir. Toplumsal refahın ana belirleyici unsuru ise devletlerdir. Devletler gelişmişlik düzeyi ile kendi halkının yaşam kalitesini yükseltme amacını taşımaktadır. Toplumsal refah ile ilişkili olarak toplum hayatı şekillenmekte ve toplum hayatı da insanların düşünceleri üzerinde etkili olmaktadır. Siyasal düzen ve toplumsal refah, insanların hayata bakışları ve olaylara yaklaşımları konusunda son derece etkili olmuştur. Siyasal düzenin ve refahın olduğu ortamda insanlar siyasete, ahlaka, bilime vb. farklı bir yaklaşım belirlerken siyasal düzenin ve refahın olmadığı ortamda insanlar, çok daha farklı bir yaklaşım benimsemişlerdir. Bu çalışmanın amacı, siyasal düzeni ve toplumsal refahı göz önünde bulundurarak “ahlak anlayışımızın içinde yaşadığımız toplumun şartları bakımından şekillenip şekillenmediği” sorusunun cevabını aramaktır. İlk olarak, siyasal düzen ve toplumsal refahın kavramsal bir incelemesi yapılacaktır. İkinci olarak, ele alınan düşünürler olan Kınalızade Ali Efendi’nin yaşadığı Osmanlı Devleti’nin ve Niccolo Machiavelli’nin yaşadığı İtalya’nın durumları ele alınacaktır. Son bölümde ise örnek teşkil etmesi açısından aynı çağda fakat siyasal düzeni ve toplumsal refahı farklı olan devletlerde yaşamış Kınalızade Ali Efendi’nin ve Niccolo Machiavelli’nin ahlak felsefeleri karşılaştırmalı olarak incelenecektir.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Öz
Türkiye İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı ve SSCB faktörü dolayısıyla birtakım politikalar... more Öz
Türkiye İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı ve SSCB faktörü dolayısıyla birtakım politikalar benimsemiştir. Bu dönemde Türkiye'nin asıl amacı, Batı sisteminin içine girmek olmuştur. Bu bağlamda Türkiye, NATO'ya üye olmuştur. Türkiye, NATO'ya üye olduktan sonra Batı politikalarını Orta Doğu'da uygulamayı kendisine vazife edinmiştir. Türkiye'nin bu perspektifte hareket etmesi Batılı devletlerden kurtulmak isteyen Arap devletleriyle ilişkilerinin bozulmasına sebebiyet vermiştir. Arap devletleri ise İkinci Dünya Savaşı sonrası tam anlamıyla bağımsızlıklarını kazanmak için ülkelerinde bulunan emperyalist Batılı devlet olan İngiltere'yi ülkelerinden kovmanın peşindedirler. İngiltere Orta Doğu'daki stratejik askeri üslerini korumak için politikalar üretmiştir. Türkiye de bu politikaları desteklediği için Arap devletleri ile sorunlar baş göstermeye başlamıştır. Tüm bu olaylar içerisinde bölgeye iki süper güç olan ABD ve SSCB de girmiştir. İngiltere'nin bölgeden çıkarılmasıyla oluşan boşluğu ABD ve SSCB doldurmaya çalışmıştır. Arap-İsrail Savaşı, Orta Doğu Komutanlığı projesi, Bağdat Paktı ve Süveyş Krizi'nde Türkiye ile Arap devletleri arasındaki ilişkiler birbirine zıt yönde seyretmiştir. Bu olaylarda Türkiye ile Arap devletleri dolaylı olarak karşı karşıya gelmişlerdir. Ancak bu olayların ardından 1957 yılında Suriye Buhranı sırasında Türkiye ile Arap devletlerinden biri olan Suriye doğrudan karşı karşıya gelmiştir. Türkiye, ABD'nin yanında politikalar benimserken Suriye SSCB'nin yanında politikalar benimsemiştir. Bu makale, genelde Türkiye ile Orta Doğu'daki Arap devletleri ve özelde 1957 yılında yaşanan krizle Suriye ile ilişkileri anlamak üzerine odaklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: 1957 Suriye Buhranı, Türkiye, Suriye, ABD, SSCB.
Abstract
After The World War II, Turkey has adopted a number of policies because of West and USSR factor. During this period, Turkey's main aim has been to enter into the Western system. In this context, Turkey became a member of NATO. After becoming a member of NATO, Turkey has made mission itself to apply Western policies in the Middle East. Turkey's move in this perspective gave rise to the deterioration of relations with Arab states that want to get rid of the western states. Arab states, after World War II, have been seeking to expel England which is an imperialist Western power from their country to gain total independence. England has produced policies to protect strategic military bases in the Middle East. Problems have started to show between Turkey and Arab states because of Turkey's support to these policies. All of these events, the two superpowers USA and USSR also entered to the region. USA and USSR have tried to fill the gap left by the removal of England. In events of Arab-Israeli War, the Middle East Command project, the Baghdad Pact and the Suez Crisis; relations between Turkey and Arab States have gone through in opposite directions. In these events, Turkey and Arab states come indirectly faced. However, after these events, during the 1957 Syrian Crisis, Turkey and Syria which is one of Arab states have come directly faced. While Turkey adopted policies with USA, Syria adopted policies with USSR. This article focuses on understanding relations between Turkey and generally Arab states in the Middle East and specially Syria with the 1957 Syrian Crisis.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Conference Presentations by Sefa Mertek
Türkiye'de yerel yönetim birimleri 1982 Anayasası hükümlerine göre; il özel idaresi, belediyeler ... more Türkiye'de yerel yönetim birimleri 1982 Anayasası hükümlerine göre; il özel idaresi, belediyeler ve köylerdir. Belediyeler bu üç birim arasında pek çok yönden ön plana çıkmaktadır. Özellikle ülke nüfusunun %93,3'ü belediye yönetimleri altında yaşamakta ve belediyelerin kentle ve kırsal alanla ilgili çeşitli görevleri ve sorumlulukları yerine getirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Belediyelerin ülke genelinde nüfuz ettiği toplam nüfus dikkate alındığında; mültecilerin kente uyumunda ve yönetiminde de önemli etkilere sahip olduğu söylenebilir. Mültecilerin büyük bir kısmı kentlerde yaşamaktadır. Bu da belediyelerin, konunun birinci muhatabı olduğunu göstermektedir. Bu anlamda vatandaşa en yakın yönetim birimi olan belediyelerin göçmenlerin yerleşimi ve uyumu konusunda ülkelerin ilk müdahalecisi durumunda oldukları söylenebilir. Ayrıca belediyeler, yerel topluluk içinde ortak ihtiyaçları karşılamak için en uygun politikaları
yapabilirken; hızlı ve anlamlı değişikliklere neden olan girişimleri titizlikle yerine getirebilmektedir. Buna ek olarak, belediye yönetimlerinin ortak menfaatin bir araya getirilmesi konusunda da kamuoyunu etkileyebilecek benzersiz bir kapasiteye sahip olduğu söylenebilir. Bu araştırmanın amacı, Türkiye'de yaşayan mültecilerin kente uyumunda belediyelerin rolünü, Samsun Büyükşehir Belediyesi ve üç merkez ilçe belediyesi
üzerinde incelemektedir. Çalışmada öncelikle, dünyada mültecilik krizine
değinilmekte; en çok mülteci gönderen ve en çok mülteci alan ülkelere yer verilmektedir. Daha sonra dünyada mültecilere yönelik uyum politikalarına yer verilerek bazı ülkelerin entegrasyon ile ilgili karneleri ele alınmakta ve bazı belediyelerin kente gelen mültecilere yönelik uyum politikalarına yer verilmektedir. Üçüncü bölümde Samsun Büyükşehir Belediyesi ve merkez ilçe belediyeleri yetkilileriyle derinlemesine mülakat tekniğiyle yapılan görüşmenin verileri incelenmekte ve Samsun merkez ilçe belediyelerinin mültecilerin kente uyumu konusunda süreci nasıl yönelttikleri, ne gibi uygulamalar yaptıkları ve karşılaştıkları sorunlar ortaya konulmaktadır.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Uploads
Papers by Sefa Mertek
KEYWORDS: Hegemony, consent, Europeanizationthe, EU-Turkey statement and action plan, externalization.
Post truth her ne kadar son yıllara ait bir fenomen olsa da hakikat ve yalan ilişkisinin bir uğrağı olduğu ifade edilebilir. Hakikat ve yalan tarih boyunca devamlı mücadele içerisinde olmuştur. Post truth ise bunun bir yansımasıdır. Post truth, teknoloji ve siyaset ile yakın bir ilişki içerisindedir. Post truth özellikle kitle iletişim araçlarıyla ve sosyal medya ile varlığını kolaylıkla kabul ettirirken popülizm için de en etkili araç olarak görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, post truth’u Hannah Arendt’in düşünceleri doğrultusunda açıklamaktır. Çünkü çalışmanın en temel iddiası, post truth’un kökenlerinin hakikat ve yalan ilişkisinde yattığıdır. Arendt bu ilişkiyi net bir şekilde ortaya koyduğundan dolayı onun düşünceleri doğrultusunda post truth’un okuması yapılmaktadır.
Abstract
Although the post truth is a phenomenon of the recent years, it can be said that post truth is a moment of the relationship of truth and lie. Truth and lie have been in constant struggle throughout history. Post-truth is a reflection of this struggle. Post truth is in close relationship with technology and politics. While post truth makes its existence easily accepted by mass media and social media, it is considered as the most effective tool for populism. The aim of this study is to explain post truth in the light of Hannah Arendt’s thoughts. Because the most basic claim of the study is that the origins of post-truth lie in the relationship of truth and lie. As Arendt clearly demonstrates this relationship, the post-truth is read in the light of her thoughts.
Anahtar Kelimeler: İktidar, Bilgi, Michel Foucault, Üniversite, Sosyal Bilim.
Abstract As a result of people's relationship with each other, power emerges. Therefore, according to the known historical process, power has always been due to people's living in society. Power has always needed information to maintain its power. The size of the information needed in the historical process has increased continuously. Michel Foucault states that knowledge is produced as a result of these relations by focusing on power relations. According to Foucault, power produces truth through discourse. It adopts the truth produced through various ways to bodies. Foucault states that power is everywhere. Universities, which are the center of the field of knowledge, and the social sciences operating within the universities are directly open to the effects of power. Therefore, it is possible to evaluate universities and social sciences with the power and knowledge approach of Foucault. The aim of this study is to analyze the social sciences and universities with the knowledge and power approaches of Foucault.
ALMAN EKONOMİK HEGEMONYASINI AVRUPA BİRLİĞİ İÇERİSİNDE KONUMLANDIRMA: KAVRAMSAL VE TARİHSEL BİR İNCELEME
Özet Almanya'nın Avrupa ve İkinci Dünya Savaşından sonra özellikle Avrupa Birliği (AB) içerisindeki rolü, her daim tartışmalı konulardan biri olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Almanya'nın barışsever toplumlardan biri haline gelip gelmediğine dair endişeler mevcuttur. Günümüzde bu endişeler yerini, ekonomisiyle ve teknolojisiyle AB içerisinde kendi hegemonyasını kabul edilebilir yollarla geliştirmeye çalıştığına dair yeni endişelere bırakmıştır. Nitekim, Avrupa'nın bu kadar güçlü hatta adeta hegemonya izlenimi uyandıran, diğer taraftan da sağlam ekonomisi ve finans sektörü ile bir muhasebeci görüntüsü çizen Almanya'yı ne şekilde kabul edip yoluna devam edeceği bu bağlamda önemli bir sorundur. Bu çalışmanın amacı, Almanya'nın AB'nin ilk yıllarından bu yana Avrupa entegrasyonu içerisinde sürekli gelişen yeri ve şimdilerde geldiği baskın pozisyonu son yıllardaki ekonomik krizler ve bu krizlerin Avrupa nezdinde bulduğu yankılar bağlamında incelemektir. Bu çalışmada Almanya'nın savaşın ardından geçirdiği dönüşüm süreci, AB karar alma süreçlerindeki etkinliği, özellikle Yunanistan ekonomik krizi ile daha da görünür hale gelen krizlerin yönetilmesindeki rolü ve son olarak da Avrupa'nın en güçlüsü durumundaki ekonomisinin Eurozone içerisinde göreceli konumu, Almanya'nın hegemonyaya doğru dönüşmesinin görünürdeki örnekleri olarak ele alınacak konulardır.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı ve SSCB faktörü dolayısıyla birtakım politikalar benimsemiştir. Bu dönemde Türkiye'nin asıl amacı, Batı sisteminin içine girmek olmuştur. Bu bağlamda Türkiye, NATO'ya üye olmuştur. Türkiye, NATO'ya üye olduktan sonra Batı politikalarını Orta Doğu'da uygulamayı kendisine vazife edinmiştir. Türkiye'nin bu perspektifte hareket etmesi Batılı devletlerden kurtulmak isteyen Arap devletleriyle ilişkilerinin bozulmasına sebebiyet vermiştir. Arap devletleri ise İkinci Dünya Savaşı sonrası tam anlamıyla bağımsızlıklarını kazanmak için ülkelerinde bulunan emperyalist Batılı devlet olan İngiltere'yi ülkelerinden kovmanın peşindedirler. İngiltere Orta Doğu'daki stratejik askeri üslerini korumak için politikalar üretmiştir. Türkiye de bu politikaları desteklediği için Arap devletleri ile sorunlar baş göstermeye başlamıştır. Tüm bu olaylar içerisinde bölgeye iki süper güç olan ABD ve SSCB de girmiştir. İngiltere'nin bölgeden çıkarılmasıyla oluşan boşluğu ABD ve SSCB doldurmaya çalışmıştır. Arap-İsrail Savaşı, Orta Doğu Komutanlığı projesi, Bağdat Paktı ve Süveyş Krizi'nde Türkiye ile Arap devletleri arasındaki ilişkiler birbirine zıt yönde seyretmiştir. Bu olaylarda Türkiye ile Arap devletleri dolaylı olarak karşı karşıya gelmişlerdir. Ancak bu olayların ardından 1957 yılında Suriye Buhranı sırasında Türkiye ile Arap devletlerinden biri olan Suriye doğrudan karşı karşıya gelmiştir. Türkiye, ABD'nin yanında politikalar benimserken Suriye SSCB'nin yanında politikalar benimsemiştir. Bu makale, genelde Türkiye ile Orta Doğu'daki Arap devletleri ve özelde 1957 yılında yaşanan krizle Suriye ile ilişkileri anlamak üzerine odaklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: 1957 Suriye Buhranı, Türkiye, Suriye, ABD, SSCB.
Abstract
After The World War II, Turkey has adopted a number of policies because of West and USSR factor. During this period, Turkey's main aim has been to enter into the Western system. In this context, Turkey became a member of NATO. After becoming a member of NATO, Turkey has made mission itself to apply Western policies in the Middle East. Turkey's move in this perspective gave rise to the deterioration of relations with Arab states that want to get rid of the western states. Arab states, after World War II, have been seeking to expel England which is an imperialist Western power from their country to gain total independence. England has produced policies to protect strategic military bases in the Middle East. Problems have started to show between Turkey and Arab states because of Turkey's support to these policies. All of these events, the two superpowers USA and USSR also entered to the region. USA and USSR have tried to fill the gap left by the removal of England. In events of Arab-Israeli War, the Middle East Command project, the Baghdad Pact and the Suez Crisis; relations between Turkey and Arab States have gone through in opposite directions. In these events, Turkey and Arab states come indirectly faced. However, after these events, during the 1957 Syrian Crisis, Turkey and Syria which is one of Arab states have come directly faced. While Turkey adopted policies with USA, Syria adopted policies with USSR. This article focuses on understanding relations between Turkey and generally Arab states in the Middle East and specially Syria with the 1957 Syrian Crisis.
Conference Presentations by Sefa Mertek
yapabilirken; hızlı ve anlamlı değişikliklere neden olan girişimleri titizlikle yerine getirebilmektedir. Buna ek olarak, belediye yönetimlerinin ortak menfaatin bir araya getirilmesi konusunda da kamuoyunu etkileyebilecek benzersiz bir kapasiteye sahip olduğu söylenebilir. Bu araştırmanın amacı, Türkiye'de yaşayan mültecilerin kente uyumunda belediyelerin rolünü, Samsun Büyükşehir Belediyesi ve üç merkez ilçe belediyesi
üzerinde incelemektedir. Çalışmada öncelikle, dünyada mültecilik krizine
değinilmekte; en çok mülteci gönderen ve en çok mülteci alan ülkelere yer verilmektedir. Daha sonra dünyada mültecilere yönelik uyum politikalarına yer verilerek bazı ülkelerin entegrasyon ile ilgili karneleri ele alınmakta ve bazı belediyelerin kente gelen mültecilere yönelik uyum politikalarına yer verilmektedir. Üçüncü bölümde Samsun Büyükşehir Belediyesi ve merkez ilçe belediyeleri yetkilileriyle derinlemesine mülakat tekniğiyle yapılan görüşmenin verileri incelenmekte ve Samsun merkez ilçe belediyelerinin mültecilerin kente uyumu konusunda süreci nasıl yönelttikleri, ne gibi uygulamalar yaptıkları ve karşılaştıkları sorunlar ortaya konulmaktadır.
KEYWORDS: Hegemony, consent, Europeanizationthe, EU-Turkey statement and action plan, externalization.
Post truth her ne kadar son yıllara ait bir fenomen olsa da hakikat ve yalan ilişkisinin bir uğrağı olduğu ifade edilebilir. Hakikat ve yalan tarih boyunca devamlı mücadele içerisinde olmuştur. Post truth ise bunun bir yansımasıdır. Post truth, teknoloji ve siyaset ile yakın bir ilişki içerisindedir. Post truth özellikle kitle iletişim araçlarıyla ve sosyal medya ile varlığını kolaylıkla kabul ettirirken popülizm için de en etkili araç olarak görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, post truth’u Hannah Arendt’in düşünceleri doğrultusunda açıklamaktır. Çünkü çalışmanın en temel iddiası, post truth’un kökenlerinin hakikat ve yalan ilişkisinde yattığıdır. Arendt bu ilişkiyi net bir şekilde ortaya koyduğundan dolayı onun düşünceleri doğrultusunda post truth’un okuması yapılmaktadır.
Abstract
Although the post truth is a phenomenon of the recent years, it can be said that post truth is a moment of the relationship of truth and lie. Truth and lie have been in constant struggle throughout history. Post-truth is a reflection of this struggle. Post truth is in close relationship with technology and politics. While post truth makes its existence easily accepted by mass media and social media, it is considered as the most effective tool for populism. The aim of this study is to explain post truth in the light of Hannah Arendt’s thoughts. Because the most basic claim of the study is that the origins of post-truth lie in the relationship of truth and lie. As Arendt clearly demonstrates this relationship, the post-truth is read in the light of her thoughts.
Anahtar Kelimeler: İktidar, Bilgi, Michel Foucault, Üniversite, Sosyal Bilim.
Abstract As a result of people's relationship with each other, power emerges. Therefore, according to the known historical process, power has always been due to people's living in society. Power has always needed information to maintain its power. The size of the information needed in the historical process has increased continuously. Michel Foucault states that knowledge is produced as a result of these relations by focusing on power relations. According to Foucault, power produces truth through discourse. It adopts the truth produced through various ways to bodies. Foucault states that power is everywhere. Universities, which are the center of the field of knowledge, and the social sciences operating within the universities are directly open to the effects of power. Therefore, it is possible to evaluate universities and social sciences with the power and knowledge approach of Foucault. The aim of this study is to analyze the social sciences and universities with the knowledge and power approaches of Foucault.
ALMAN EKONOMİK HEGEMONYASINI AVRUPA BİRLİĞİ İÇERİSİNDE KONUMLANDIRMA: KAVRAMSAL VE TARİHSEL BİR İNCELEME
Özet Almanya'nın Avrupa ve İkinci Dünya Savaşından sonra özellikle Avrupa Birliği (AB) içerisindeki rolü, her daim tartışmalı konulardan biri olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Almanya'nın barışsever toplumlardan biri haline gelip gelmediğine dair endişeler mevcuttur. Günümüzde bu endişeler yerini, ekonomisiyle ve teknolojisiyle AB içerisinde kendi hegemonyasını kabul edilebilir yollarla geliştirmeye çalıştığına dair yeni endişelere bırakmıştır. Nitekim, Avrupa'nın bu kadar güçlü hatta adeta hegemonya izlenimi uyandıran, diğer taraftan da sağlam ekonomisi ve finans sektörü ile bir muhasebeci görüntüsü çizen Almanya'yı ne şekilde kabul edip yoluna devam edeceği bu bağlamda önemli bir sorundur. Bu çalışmanın amacı, Almanya'nın AB'nin ilk yıllarından bu yana Avrupa entegrasyonu içerisinde sürekli gelişen yeri ve şimdilerde geldiği baskın pozisyonu son yıllardaki ekonomik krizler ve bu krizlerin Avrupa nezdinde bulduğu yankılar bağlamında incelemektir. Bu çalışmada Almanya'nın savaşın ardından geçirdiği dönüşüm süreci, AB karar alma süreçlerindeki etkinliği, özellikle Yunanistan ekonomik krizi ile daha da görünür hale gelen krizlerin yönetilmesindeki rolü ve son olarak da Avrupa'nın en güçlüsü durumundaki ekonomisinin Eurozone içerisinde göreceli konumu, Almanya'nın hegemonyaya doğru dönüşmesinin görünürdeki örnekleri olarak ele alınacak konulardır.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı ve SSCB faktörü dolayısıyla birtakım politikalar benimsemiştir. Bu dönemde Türkiye'nin asıl amacı, Batı sisteminin içine girmek olmuştur. Bu bağlamda Türkiye, NATO'ya üye olmuştur. Türkiye, NATO'ya üye olduktan sonra Batı politikalarını Orta Doğu'da uygulamayı kendisine vazife edinmiştir. Türkiye'nin bu perspektifte hareket etmesi Batılı devletlerden kurtulmak isteyen Arap devletleriyle ilişkilerinin bozulmasına sebebiyet vermiştir. Arap devletleri ise İkinci Dünya Savaşı sonrası tam anlamıyla bağımsızlıklarını kazanmak için ülkelerinde bulunan emperyalist Batılı devlet olan İngiltere'yi ülkelerinden kovmanın peşindedirler. İngiltere Orta Doğu'daki stratejik askeri üslerini korumak için politikalar üretmiştir. Türkiye de bu politikaları desteklediği için Arap devletleri ile sorunlar baş göstermeye başlamıştır. Tüm bu olaylar içerisinde bölgeye iki süper güç olan ABD ve SSCB de girmiştir. İngiltere'nin bölgeden çıkarılmasıyla oluşan boşluğu ABD ve SSCB doldurmaya çalışmıştır. Arap-İsrail Savaşı, Orta Doğu Komutanlığı projesi, Bağdat Paktı ve Süveyş Krizi'nde Türkiye ile Arap devletleri arasındaki ilişkiler birbirine zıt yönde seyretmiştir. Bu olaylarda Türkiye ile Arap devletleri dolaylı olarak karşı karşıya gelmişlerdir. Ancak bu olayların ardından 1957 yılında Suriye Buhranı sırasında Türkiye ile Arap devletlerinden biri olan Suriye doğrudan karşı karşıya gelmiştir. Türkiye, ABD'nin yanında politikalar benimserken Suriye SSCB'nin yanında politikalar benimsemiştir. Bu makale, genelde Türkiye ile Orta Doğu'daki Arap devletleri ve özelde 1957 yılında yaşanan krizle Suriye ile ilişkileri anlamak üzerine odaklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: 1957 Suriye Buhranı, Türkiye, Suriye, ABD, SSCB.
Abstract
After The World War II, Turkey has adopted a number of policies because of West and USSR factor. During this period, Turkey's main aim has been to enter into the Western system. In this context, Turkey became a member of NATO. After becoming a member of NATO, Turkey has made mission itself to apply Western policies in the Middle East. Turkey's move in this perspective gave rise to the deterioration of relations with Arab states that want to get rid of the western states. Arab states, after World War II, have been seeking to expel England which is an imperialist Western power from their country to gain total independence. England has produced policies to protect strategic military bases in the Middle East. Problems have started to show between Turkey and Arab states because of Turkey's support to these policies. All of these events, the two superpowers USA and USSR also entered to the region. USA and USSR have tried to fill the gap left by the removal of England. In events of Arab-Israeli War, the Middle East Command project, the Baghdad Pact and the Suez Crisis; relations between Turkey and Arab States have gone through in opposite directions. In these events, Turkey and Arab states come indirectly faced. However, after these events, during the 1957 Syrian Crisis, Turkey and Syria which is one of Arab states have come directly faced. While Turkey adopted policies with USA, Syria adopted policies with USSR. This article focuses on understanding relations between Turkey and generally Arab states in the Middle East and specially Syria with the 1957 Syrian Crisis.
yapabilirken; hızlı ve anlamlı değişikliklere neden olan girişimleri titizlikle yerine getirebilmektedir. Buna ek olarak, belediye yönetimlerinin ortak menfaatin bir araya getirilmesi konusunda da kamuoyunu etkileyebilecek benzersiz bir kapasiteye sahip olduğu söylenebilir. Bu araştırmanın amacı, Türkiye'de yaşayan mültecilerin kente uyumunda belediyelerin rolünü, Samsun Büyükşehir Belediyesi ve üç merkez ilçe belediyesi
üzerinde incelemektedir. Çalışmada öncelikle, dünyada mültecilik krizine
değinilmekte; en çok mülteci gönderen ve en çok mülteci alan ülkelere yer verilmektedir. Daha sonra dünyada mültecilere yönelik uyum politikalarına yer verilerek bazı ülkelerin entegrasyon ile ilgili karneleri ele alınmakta ve bazı belediyelerin kente gelen mültecilere yönelik uyum politikalarına yer verilmektedir. Üçüncü bölümde Samsun Büyükşehir Belediyesi ve merkez ilçe belediyeleri yetkilileriyle derinlemesine mülakat tekniğiyle yapılan görüşmenin verileri incelenmekte ve Samsun merkez ilçe belediyelerinin mültecilerin kente uyumu konusunda süreci nasıl yönelttikleri, ne gibi uygulamalar yaptıkları ve karşılaştıkları sorunlar ortaya konulmaktadır.
başlamıştır. Özellikle 2000'li yıllardan sonra teknoloji ve ulaşım ağlarının
gelişmesiyle dünya adeta küçük bir köy halini almıştır. İnsanlar rahatlıkla bir yerden
başka bir yere ulaşım sağlayabilmektedir. Hem dünyada hem Türkiye'de
yükseköğretim politikaları, uluslararasılaşmayı temel strateji haline getirmiştir.
Uluslararasılaşma, yükseköğretim kurumları için bir prestij unsuru olarak da
algılanmaya başlanmıştır. Ayrıca yükseköğretimde uluslararasılaşma, Türkiye‟de
kalkınma programlarına dahi yansımıştır.
Ülkemize geçici göç kapsamında çeşitli ülkelerden öğrenciler gelmekte ve
eğitim almaktadır. Bu kapsamda ülkemize gelip eğitim alan öğrenciler yıllara göre
dengeli bir dağılım göstermiştir. Ancak özellikle Arap Baharı'ndan sonra Orta
Doğu'dan ülkemize çok sayıda mülteci gelmiştir. Yükseköğretim sistemi de bu
mülteci dalgasından oldukça etkilenmiştir. Yükseköğretim kurumları, bu ani dalga
karşısında diğer yabancı uyruklu öğrencilere uygulanan ilkelerden farklı ilkeler
benimsemiştir.
Hem uluslararasılaşma hem de bu ani mülteci dalgası beraberinde bazı
sorunlar getirmiştir. Ayrıca uluslararasılaşmanın amaçlanandan farklı işlediği
gözlemlenmiştir. Bu yüzden mevcut durumun analizi zorunlu hale gelmiştir. Bu
araştırmanın amacı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi özelinde üniversitelerin
uluslararasılaşmasının analiz edilmesidir. Bu bağlamda öncelikle, dünyada ve
Türkiye'de yükseköğretimde uluslararasılaşma konusu incelenmiştir. Daha sonra
Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde öğrenim gören yabancı uyruklu ve Türk
öğrencilerle mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Ek olarak lisans ve lisansüstü
programlardan sorumlu öğrenci işleri personeliyle mevcut durumun sunduğu fırsatlar
ve olası sorunlar üzerine de görüşmeler yapılmıştır.
çalışmalar, siyasal olan yerine teoloji üzerinden
ilerlemektedir. Bu eser, İslam siyaset düşüncesini siyasal
kavramından hareketle ele almayı amaçlamaktadır. Özel
olarak ise İslam siyaset düşüncesine dair polis ve siyaset
üzerinden bir siyasal olan tanımlaması inşa etmeye çalışmaktadır.
Bu açıdan polis, hükümet etme aracını ya da
iktidarı nitelerken siyaset, adalet sürecini ya da hukuku
nitelemektedir. Siyasal olan ise ikisinin etkileşime geçtiği
alanda ortaya çıkmaktadır.
İslam’ın bir siyasal olana sahip olduğu iddiasını ortaya
koymak için Carl Schmitt ve Jacques Ranciere’in siyasal
olan kavramına yükledikleri anlamdan hareketle inşa edilen
siyasal olan kavramı, İslam siyaset düşüncesinde polis
konusunda iktidarın görünümü olan hilafet, imamet ve
saltanat üzerinden, adalet süreci olan hukuk konusunda
nasihat ve şeriat üzerinden soybilim yöntemi kullanılarak
eleştirel bir şekilde ele alınacaktır. Kısacası İslam’ın kendine
özgü siyasal olana sahip olduğu ortaya konacaktır.
Sonuç olarak İslam siyaset düşüncesi, teoloji yerine siyasal
üzerinden ele alındığında kendine özgü bir siyasal olan tasarımının
varlığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu alanda
çalışma yapmak teolojiden ziyade siyasalı merkeze alan bir
yaklaşımı gerektirmektedir.
Bu çalışma, İslami bir ahlak teorisinin mümkün olup olmadığı sorusuna odaklanmaktadır. İslami modernizm geleneğinin İslam‘ı yorumlama yöntemi ahlak temelli olduğundan modernist geleneğin ahlak felsefesi ele alınarak sorunun cevabı araştırılmıştır. Birinci bölümde, İslami bir ahlak teorisi çizmeden önce İslam‘ı yorumlama metodumuzun bu teoriyi etkilediğini göstermek için radikal ve modernist geleneğin İslam‘a bakışlarına değinilmiştir. Bunlarla birlikte modernitenin ortaya çıkması sonucu ihya ve reform hareketlerinin iki gelenek üzerindeki etkisi de ele alınmıştır. İkinci bölümde, ahlak kavramına odaklanılmış ve ahlakın Batı, Doğu ve Uzak Doğu toplumlarındaki tarihsel serüveni ele alınmıştır. Böylece ahlak kavramının geçmişte nasıl ele alındığı ve günümüzde nasıl ele alınabileceği gösterilmek istenmiştir. Üçüncü bölümde, İslami modernizm geleneğinin ahlak felsefesi incelenmiştir ve araştırma sorusuna yanıt aranmıştır. Ayrıca bu bölümde çalışma bir adım daha derinleştirilerek modernist geleneğin çizmiş olduğu ahlak felsefesi ile doğal hukuk arasındaki ilişki irdelenmiştir. Sonuç olarak, İslami bir ahlak teorisinin mümkün olduğu ve modernist geleneğin ahlak felsefesinin buna bir örnek oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Buna ek olarak modernist geleneğin ahlak felsefesinin bir doğal hukuk teorisi olduğu ileri sürülmüştür.
bağlantılı olarak kapitalizm, Max Weber ve Karl Marx’ın argümanlarıyla açıklanmaktadır. Weber,
liberalizmi dini bir açıyla ele alıp Protestanlıkla ilişkilendirmesine karşılık Marx, esas olarak kapitalizmi ve dolaylı olarak ise liberalizmi üretim ilişkileriyle açıklamaktadır. Bu eseriyle Kurun,
Weberyan bir tutum benimseyerek liberalizmin teolojiden türediğini ortaya koymaya çalışmaktadır.
Ancak Kurun, liberalizmi sadece Hıristiyanlığın içerisinde doğan bir doktrin olarak ele almaktadır.
Bu bakımdan olsa gerek Kurun, 1500 ile 1750 yılları arasında Hristiyanlıktaki dönüşüme göre
liberalizmi açıklamaktadır. Kurun’un birbirinden bağımsız gibi görünen ve genellikle seküler teorilerle
ele alınan anayasacılık, toplum sözleşmesi, federalizm, modern demokrasi gibi kavramları dini bir
açıdan ele alıp açıklaması oldukça dikkat çekicidir.
Abstract
Political Theology: The Theological Origins of Liberalism, which will be evaluated, is a study that
contributes to the literature of theology, philosophy and political science. In literature, liberalism and
capitalism in relation to liberalism is explained by Max Weber and Karl Marx's arguments. Adopting
a Weberian attitude of liberalism Kurun, with this work, is trying to reveal that liberalism originated
from theology. However, Kurun treats liberalism as a doctrine born only in Christianity. In this respect, Kurun explains liberalism according to transformation in Christianity between 1500 and 1750.
It is noteworthy that Kurun discusses concepts such as constitutionalism, social convention, federalism, modern democracy, which seem to be independent of each other and are often treated with secular theories from a religious perspective.