Refik Yaslikaya
Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi (Doc.Dr)
Phone: +905307802634
Address: Kırıkkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü
Phone: +905307802634
Address: Kırıkkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü
less
InterestsView All (8)
Uploads
tüm yerel yönetim büyüklükleri için geçerli bir yaklaşım olamayacağı vurgulanmıştır. Ayrıca, yerel yönetimlerde ölçek ekonomisi tezine yönelik pek çok alan araştırmasının bulgularına çalışma içinde yer verilerek, büyüklük ve verimlilik ilişkisinin deneysel kanıtları ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu kanıtlar, ölçek ekonomisi kaynaklı maliyet tasarrufları beklentisinin her durumda karşılığı olmadığını göstermektedir
uygulanan yerel yönetim reformlarının en önemlilerinden biridir. Başta
büyük nüfus içeren yerel yönetimlere sahip Kuzey Avrupa ülkeleri olmak
üzere, dünyanın pek çok ülkesinde belediye sayıları, birleştirmeler
yoluyla azaltılmaktadır. Birleştirme reformlarının en önemli motivasyon
unsuru, her zaman ölçek ekonomisi tezi olmuştur. Büyüklüğü
verimlilikle ilişkili gören reform stratejileri, belediye birleşmeleri ile artan
büyüklüğün ortalama maliyetleri düşüreceğini varsaymaktadır.
Maliyetlerde düşüş beklentisi beş gerekçeye dayandırılmaktadır.
Bunlar sabit maliyetlerin daha büyük birimlere yayılması, küçük
birimlerdeki tekrarlanan örgütlenmeler kaynaklı israfın (duplication /
mükerrer örgütlenme) ortadan kalkması, belediye yönetiminde
uzmanlaşmanın sağlanması, daha gerçekçi planlama yapılabilmesi ile
doğrudan ve dolaylı idari harcamaların azalmasıdır. Ancak bu ilişkiyi
alanda test eden araştırmaların önemli bir kısmı varsayıma destek veren
net kanıtlar ortaya koyamamaktadır. Birleşmeler yoluyla ortaya çıkan
belediye büyüklüğünün tümüyle ölçek ekonomilerini
gerçekleştirebildiğine dair kanıtlar sunabilen çalışmaların sayısı oldukça
sınırlıdır. Ölçek kanıtları bulan çalışmalarda; ölçek kazançları ya yalnızca
idarenin genel harcamalarıyla sınırlı kalmakta ya da belli bir büyüklüğün
üstüne çıkıldığında ortadan kalkmaktadır. Bazı kanıtlar ise yalnızca belli
hizmetlerle sınırlıdır. Öte yandan araştırmaların çok daha büyük kısmı,
belediye birleşmelerinin ölçek ekonomileri üretmediğini gösteren
bulgulara sahiptir. Bu çalışma, sözü edilen kanıtları belli başlıklar
altında gruplayarak değerlendirmekte ve belediye büyüklüğü artmasına karşın maliyetlerin neden azalmadığını gerekçeleriyle birlikte ortaya
koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ölçek ekonomisi, belediye birleşmeleri,
merkezileşme-yerelleşme, yerel yönetimde reform, 6360 sayılı yasa.
Makale tam metni Amme İdaresi Dergisi web sayfalarından indirilebilmektedir
Adres: http://ammeidaresi.hacibayram.edu.tr/Dergiler
(Cilt 52, Sayı 1, Mart 2019, s.33-65)
Political Results of Scale Expanding in Local Governments: An Examination over the Municipal Amalgamations in Europe
Abstract: Local government agencies have two main functions. First carrying out local public services and, second to involve citizens in the process of making public decisions as a democratic institution. During the history, plenty of local government reforms had been done all over the world to fulfill these functions. One of the reforms is Municipal amalgamations and it has a history almost one and a half century. Voluntary or compulsory policies for municipal amalgamations had been implemented by many countries during this period. Increasing the scale for expectation of saving cost was the justification of policies every time. But, many of the researchs result did not validate the thesis of scale economies in the amalgamated municipalities. Increasing the scale doesn’t reduce the costs. In addition to this, it has negative effects on democratic participation. In amalgamated municipalities, the decline of the participation ratio is a clear indicator of this. This study starts with justifications of amalgamation, which has a large proportion of scale economies thesis and it contains examples of different European countries’ experiences that demonstrate the reducing effects of scale expansion over the democratic participation phenomenon. The aim of the study is to show that amalgamation, which is based on the economic efficiency thesis is a threat for the rights of citizens’ democratic participation and also to show that amalgamation has insensitive to differences and centralizing them with a monolithic approach. It is possible to see the traces of a similar approach in our countries’ local government reforms (especially metropolitan reforms). Examples of Turkey aren’t included in the scope of this study. However, it is considered that years of experience in European countries has a pave the way for the future reforms in Turkey.
yüz elli yıllık bir geçmişi vardır. Bu sürenin yarısında İmparatorluğun içinde
bulunduğu çöküş süreci ve cumhuriyetin ilk yıllarındaki kuruluş sancıları
nedeni ile bir gelenek oluşturulması mümkün olmamıştır. Gerek Osmanlı
İmparatorluğu döneminde ve gerekse cumhuriyet döneminde oluşturulan yerel
yönetim yapıları, merkezi idarenin taşradaki otoritesini korumak ve yerel
düzeyde muhalefet girişimlerinin yerel yönetim orijininde güçlenmesinin
önüne geçmek amacı taşımıştır. Bu amacın yerel yönetimlerin varolma
nedenleri çerçevesinde yarattığı paradoksu ortadan kaldırmak iddiası ile
2004 yılından itibaren bir dizi reform girişimleri hayat geçirilmeye
çalışılmıştır. Bu çalışmada yerel hizmetlerle ilgili Türk yerel yönetim
sisteminin geçirdiği tarihi evrim ele alınırken daha çok belediye ve il özel
idaresi çerçevesinde bir inceleme yapılarak köy yerel yönetim birimi
çalışmanın kapsamında değerlendirilmeyecektir.
Kamu Hizmeti, Yerel Hizmet, Belediye, İl Özel
İdaresi, Yerel Yönetimler
ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal haklarını kentsel mekânda
kullanabilmesi, kent yaşamının gerektirdiği şart ve imkânların
kentlilere sağlanması olarak tanımlanabilir. Kent hakkı, hem
kente/kentsel yaşama hem de kentlilere yönelik olduğu için genel,
soyut ve evrensel nitelikli diğer insan haklarından farklı olarak, yerel
ve somut nitelikler taşır.
Ancak bu hakkın akademik literatüre girişi görece olarak
yakın zamanlarda olmuştur. Bu nedenle henüz tüm boyutlarıyla
kavranabildiğini söylemek mümkün değildir. Bu çalışma kent hakkı
kavramının bilinirliğinin test edilmesi üzerine kurgulanmıştır.
Çalışmada üniversitede kamu yönetimi bölümünde okuyan
öğrencilerin kavram hakkında farkındalık düzeyi ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Kamu yönetiminde okuyan öğrencilerin yönetim
teorisini öğrenen, yerel- merkez arasındaki ilişkileri analiz eden ve
mezun olduktan sonrada saha da öğrendiklerini uygulayacak kişiler
olduğu düşünüldüğünde kavramın farkındalık düzeyinin yüksek
olması önem arz etmektedir.
Bu çerçevede kent hakkı kavramının teorisine ve pratiğine
yönelik sorular Gazi Üniversitesi ve Kırıkkale Üniversitesi Kamu
Yönetimi Bölümü öğrencilerine anket olarak sorulmuş ve elde
edilen sonuçlar analiz edilmiştir.
12 Kasım 2012 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen 6360 sayılı yasa, 6 Aralık 2012 tarih ve 28489 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasanın yayımlanma tarihi her ne kadar Aralık 2012 ise de bazı maddelerin yürürlüğüne ilişkin özel tarih verilerek, yasanın öngördüğü yeni büyükşehir yönetim düzeni ilk mahalli idareler seçimi sonrasına bırakılmıştır. Bu tarihe kadar geçen süre içinde ise yasayla kaldırılan il özel idareleri, belde belediyeleri ve köylerin devir ve tasfiye işlemlerinin gerçekleştirilmesine ilişkin süreçler tanımlanmıştır.
6360 sayılı yasanın ortaya çıkaracağı sorunlara ilişkin yasa uygulamaya geçmeden yapılan az sayıda çalışma Türkçe yazın içinde yerini almıştır. Bu çalışmalarda yasanın Anayasaya uygunluğu (Gözler, 2013:37-82), yerel siyasete ve yerel yönetim maliyesine etkileri (Adıgüzel, 2012: 153-176), gerekçeleri (Keleş, 2012: 2-11, Güler, 2012) ve mekânsal planlama açısından ortaya çıkaracağı sorunlar (Ersoy, 2013:20-32) eleştirel bir gözle incelenmiştir. Bu çalışmaların uygulayıcıların kararları üzerinde önemli etkileri olduğu yadsınamaz. Ancak yasa yürürlüğe girip uygulamayı şekillendirmeye başlayınca öncü çalışmalarda ortaya konmayan pek çok sorunun da varlığı ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmada Mersin Büyükşehir Belediyesi örneği üzerinden, yasanın yürürlüğe girmesinden sonraki, başka bir deyişle 30 Mart 2014 tarihindeki yerel seçim sonuçlarını izleyen süreçte ortaya çıkan sorunlar analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışma Büyükşehir Belediyesi üst yönetimi ve devir tasfiye sürecine aktif katılan personelle, 24-28 Haziran 2014 tarihleri arasında yüz yüze yapılan derinlemesine mülakatlardan elde edilen sonuçlar üzerinden oluşturulmuştur
Sahip oldukları topluma karşı sorumluluk ilkesi sayesinde kooperatifler, yerel faydadan genel faydaya katkı sağlayan yenilenebilir enerji alanına yönelmiştir. Sürekli devam eden doğal süreçlerde var olan, kaynağını güneşten, doğadan ve atık maddelerden alan yenilenebilir enerji, doğal akış ile hidrolik, rüzgar, güneş, jeotermal, biokütle, dalga, akıntı enerjisi ve gel-git gibi fosil olmayan yani tükenmeyen kaynaklardan elde edilen bir enerji türüdür. Söz konusu kaynaklara dayalı yerel ve yenilenebilir enerji yatırımlarının, ister küçük ister büyük ölçekte, ister şehir ister kırsal alanda olsun, imece usulünün bir ürünü olarak kurulan kooperatifler çatısı altında değerlendirilmesi, sosyal ve ekonomik kalkınma hedeflerine ulaşmak konusunda önemli katkı sağlama potansiyeli taşımaktadır.
Bu çalışmada yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretiminde kullanımının yaygınlaştırılması için yeni nesil kooperatiflerden biri olarak yenilenebilir enerji kooperatiflerinin öneminden ve Türkiye’deki hukuki durumundan bahsedilecektir. Bu çerçevede öncelikle yenilenebilir enerjini kavramı ele alındıktan sonra, yenilenebilir enerji kooperatifçiliği; dünyadaki iyi uygulamalar çerçevesinde ortaya koyulacaktır. Çalışmanın devamında Türkiye açısından hukuki ve fiili açıdan bir durum tespiti yapılacak ardından da yenilenebilir enerji kooperatifleri Enerji Üretim ve Tüketim Kooperatifi Örnek Ana Sözleşmesi çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Bu tezin konusu kendisini sınırladığı alanda (katı atık hizmetlerinde birincil toplama aşaması) özelleştirme uygulamalarını tartışmaktır.
Özelleştirme, katı atık hizmetleri alanında tüm aşamalarda uygulanabilen bir hizmet gördürme yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak çöplerin temizlenmesi ve toplanmasından oluşan ilk aşama, özelleştirme uygulamalarına geniş ölçüde yer açılmasıyla dikkat çekmektedir. Özellikle emek yoğun bir yapı içinde hizmetlerin yürütüldüğü gelişmekte olan ülkelerde maliyetleri düşürme hedefinin belirleyiciliğinde hizmet alanı hızla piyasaya açılmaktadır.
Ancak özelleştirme bir tercih olarak değerlendirildiğinde, maliyetlerdeki düşüş yanında bu hizmetten yararlananlar için ortaya çıkabilecek dışsallıkların da sürecin başında dikkate alınması gereklidir. Bu çalışma teorik ve hukuksal arkaplanı yanında, katı atık hizmetlerinde özelleştirmenin hizmet maliyetleri üzerindeki etkisi ve özelleştirilen hizmet alanının vatandaşlar tarafından nasıl algılandığı sorunsalı ile ilgilenmektedir. Bu bağlamda, özelleştirmenin hizmet maliyetlerinde bir azalma sağlamakla birlikte hizmet kalitesine her durumda katkı sağlamayacağı, kalitenin özelleştirmeden bağımsız bir değişken olarak kabul edilmesi gerektiği temel varsayımından hareket etmektedir.
Yaslıkaya, Refik, Privatization in the Solid Waste Services, Ph.D.Thesis, Advisor: Prof. Ruşen Keleş, 316 p.
ABSTRACT
With the beginning of the 1980s, the wave of privatization began to spread all over the world. Still, this wave of privatization is on the agenda. While, at the beginning, this process was initiated as a privatization of Public Economic Enterprises (PEE) of central governments, gradually it is also expanded to the local governments including local public services.
This dissertation, first of all, analyzes the privatization practices particulary in the field of primary collection of solid waste services.
Privatization is a method of service provision that could be applied to all stages in the field of solid waste services. However, in recent years, the first stage of solid waste services, which is called as “primary collection,” has taken a central place in the privatization practices. Especially, in the developing countries in which the services are provided by intense labor, the aim of decreasing the costs of services let the local governments to privatize all service realms including primary collection.
Nevertheless, when privatization is considered as an option, beside the decrease in the costs, the possible externalities should also be taken into account at the initial stage of process. By studying theoretical and legal background of the issue, this dissertaion also analyzes the impact of the privatization of solid waste services on the service costs. Moreover, the question “how the privatization of service areas is perceived by the citizens” was also analyzed in terms of public opinion survey applied in specific local governments. Furthermore, it is argued that while privatization causes a decrease in the service costs, it does not necessarily contribute to the service quality in all cases. In this sense, this dissertation maintains that quality should be considered as an independent variable of privatization.
Bu çalışmada ise 11. Kalkınma Planında vurgulanan mahallenin, bir komşuluk ve yerleşme birimi olarak inşası tartışmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla öncelikle Türk yönetim yapısı içinde mahallenin hukuki durumu ortaya konulmuş ardından kalkınma planın öngördüğü şekilde mahallenin daha işlevsel hale getirilmesine yönelik bazı öneriler oluşturulmuştur. Bu öneriler özet olarak kentlerde yeni oluşacak yerleşimlerin ölçek olarak mahalle bazında dizayn edilmesi ve bu yeni mahallelerde komşuluk ilişkileri özelinde ortak kullanım alanlarının oluşturulmasına yöneliktir
240 vatandaşımızın şehit olduğu darbe girişiminin ardından 1982 Anayasasının 121. Maddesi ve 2935 sayılı OHAL Kanunu 3. Maddesine istinaden, tüm ülkede OHAL ilan edilmiştir. OHAL ilanı ile gerek darbecilerle mücadele edilebilmesi ve gerekse darbe heveslilerinin, yandaşlarının ya da finansörlerinin tasfiye edilmesi çerçevesinde olağanüstü hal kapsamında bazı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK) bakanlar kurulu tarafından düzenlenerek Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Bu KHK’lerden biri de 5393 sayılı belediye kanununda değişiklik öngören 674 sayılı KHK’dir. Adı geçen KHK ile terör ile irtibatı olduğu için görevden uzaklaştırılan belediye başkanlarının yerine “kayyum” atamasının önü açılmıştır.
Bu çalışmada 674 sayılı KHK ile belediyelerde belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde, büyükşehir ve il belediyelerinde İçişleri Bakanı, diğer belediyelerde vali tarafından belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilmesine imkan veren düzenleme, yerel demokrasi ve hukuk devleti bağlamında değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ayrıca hizmetlerde aksama yaşanmasının terörle mücadeleyi güçleştirmesi ya da belediye imkânlarının terör örgütlerinin desteklenmesi için kullanılması durumunda yapılacak işlemlerle ilgili 674 sayılı KHK ile getirilen düzenlemeler de tartışılmaya çalışılacaktır.
tüm yerel yönetim büyüklükleri için geçerli bir yaklaşım olamayacağı vurgulanmıştır. Ayrıca, yerel yönetimlerde ölçek ekonomisi tezine yönelik pek çok alan araştırmasının bulgularına çalışma içinde yer verilerek, büyüklük ve verimlilik ilişkisinin deneysel kanıtları ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu kanıtlar, ölçek ekonomisi kaynaklı maliyet tasarrufları beklentisinin her durumda karşılığı olmadığını göstermektedir
uygulanan yerel yönetim reformlarının en önemlilerinden biridir. Başta
büyük nüfus içeren yerel yönetimlere sahip Kuzey Avrupa ülkeleri olmak
üzere, dünyanın pek çok ülkesinde belediye sayıları, birleştirmeler
yoluyla azaltılmaktadır. Birleştirme reformlarının en önemli motivasyon
unsuru, her zaman ölçek ekonomisi tezi olmuştur. Büyüklüğü
verimlilikle ilişkili gören reform stratejileri, belediye birleşmeleri ile artan
büyüklüğün ortalama maliyetleri düşüreceğini varsaymaktadır.
Maliyetlerde düşüş beklentisi beş gerekçeye dayandırılmaktadır.
Bunlar sabit maliyetlerin daha büyük birimlere yayılması, küçük
birimlerdeki tekrarlanan örgütlenmeler kaynaklı israfın (duplication /
mükerrer örgütlenme) ortadan kalkması, belediye yönetiminde
uzmanlaşmanın sağlanması, daha gerçekçi planlama yapılabilmesi ile
doğrudan ve dolaylı idari harcamaların azalmasıdır. Ancak bu ilişkiyi
alanda test eden araştırmaların önemli bir kısmı varsayıma destek veren
net kanıtlar ortaya koyamamaktadır. Birleşmeler yoluyla ortaya çıkan
belediye büyüklüğünün tümüyle ölçek ekonomilerini
gerçekleştirebildiğine dair kanıtlar sunabilen çalışmaların sayısı oldukça
sınırlıdır. Ölçek kanıtları bulan çalışmalarda; ölçek kazançları ya yalnızca
idarenin genel harcamalarıyla sınırlı kalmakta ya da belli bir büyüklüğün
üstüne çıkıldığında ortadan kalkmaktadır. Bazı kanıtlar ise yalnızca belli
hizmetlerle sınırlıdır. Öte yandan araştırmaların çok daha büyük kısmı,
belediye birleşmelerinin ölçek ekonomileri üretmediğini gösteren
bulgulara sahiptir. Bu çalışma, sözü edilen kanıtları belli başlıklar
altında gruplayarak değerlendirmekte ve belediye büyüklüğü artmasına karşın maliyetlerin neden azalmadığını gerekçeleriyle birlikte ortaya
koymaktadır.
Anahtar Kelimeler: Ölçek ekonomisi, belediye birleşmeleri,
merkezileşme-yerelleşme, yerel yönetimde reform, 6360 sayılı yasa.
Makale tam metni Amme İdaresi Dergisi web sayfalarından indirilebilmektedir
Adres: http://ammeidaresi.hacibayram.edu.tr/Dergiler
(Cilt 52, Sayı 1, Mart 2019, s.33-65)
Political Results of Scale Expanding in Local Governments: An Examination over the Municipal Amalgamations in Europe
Abstract: Local government agencies have two main functions. First carrying out local public services and, second to involve citizens in the process of making public decisions as a democratic institution. During the history, plenty of local government reforms had been done all over the world to fulfill these functions. One of the reforms is Municipal amalgamations and it has a history almost one and a half century. Voluntary or compulsory policies for municipal amalgamations had been implemented by many countries during this period. Increasing the scale for expectation of saving cost was the justification of policies every time. But, many of the researchs result did not validate the thesis of scale economies in the amalgamated municipalities. Increasing the scale doesn’t reduce the costs. In addition to this, it has negative effects on democratic participation. In amalgamated municipalities, the decline of the participation ratio is a clear indicator of this. This study starts with justifications of amalgamation, which has a large proportion of scale economies thesis and it contains examples of different European countries’ experiences that demonstrate the reducing effects of scale expansion over the democratic participation phenomenon. The aim of the study is to show that amalgamation, which is based on the economic efficiency thesis is a threat for the rights of citizens’ democratic participation and also to show that amalgamation has insensitive to differences and centralizing them with a monolithic approach. It is possible to see the traces of a similar approach in our countries’ local government reforms (especially metropolitan reforms). Examples of Turkey aren’t included in the scope of this study. However, it is considered that years of experience in European countries has a pave the way for the future reforms in Turkey.
yüz elli yıllık bir geçmişi vardır. Bu sürenin yarısında İmparatorluğun içinde
bulunduğu çöküş süreci ve cumhuriyetin ilk yıllarındaki kuruluş sancıları
nedeni ile bir gelenek oluşturulması mümkün olmamıştır. Gerek Osmanlı
İmparatorluğu döneminde ve gerekse cumhuriyet döneminde oluşturulan yerel
yönetim yapıları, merkezi idarenin taşradaki otoritesini korumak ve yerel
düzeyde muhalefet girişimlerinin yerel yönetim orijininde güçlenmesinin
önüne geçmek amacı taşımıştır. Bu amacın yerel yönetimlerin varolma
nedenleri çerçevesinde yarattığı paradoksu ortadan kaldırmak iddiası ile
2004 yılından itibaren bir dizi reform girişimleri hayat geçirilmeye
çalışılmıştır. Bu çalışmada yerel hizmetlerle ilgili Türk yerel yönetim
sisteminin geçirdiği tarihi evrim ele alınırken daha çok belediye ve il özel
idaresi çerçevesinde bir inceleme yapılarak köy yerel yönetim birimi
çalışmanın kapsamında değerlendirilmeyecektir.
Kamu Hizmeti, Yerel Hizmet, Belediye, İl Özel
İdaresi, Yerel Yönetimler
ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal haklarını kentsel mekânda
kullanabilmesi, kent yaşamının gerektirdiği şart ve imkânların
kentlilere sağlanması olarak tanımlanabilir. Kent hakkı, hem
kente/kentsel yaşama hem de kentlilere yönelik olduğu için genel,
soyut ve evrensel nitelikli diğer insan haklarından farklı olarak, yerel
ve somut nitelikler taşır.
Ancak bu hakkın akademik literatüre girişi görece olarak
yakın zamanlarda olmuştur. Bu nedenle henüz tüm boyutlarıyla
kavranabildiğini söylemek mümkün değildir. Bu çalışma kent hakkı
kavramının bilinirliğinin test edilmesi üzerine kurgulanmıştır.
Çalışmada üniversitede kamu yönetimi bölümünde okuyan
öğrencilerin kavram hakkında farkındalık düzeyi ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Kamu yönetiminde okuyan öğrencilerin yönetim
teorisini öğrenen, yerel- merkez arasındaki ilişkileri analiz eden ve
mezun olduktan sonrada saha da öğrendiklerini uygulayacak kişiler
olduğu düşünüldüğünde kavramın farkındalık düzeyinin yüksek
olması önem arz etmektedir.
Bu çerçevede kent hakkı kavramının teorisine ve pratiğine
yönelik sorular Gazi Üniversitesi ve Kırıkkale Üniversitesi Kamu
Yönetimi Bölümü öğrencilerine anket olarak sorulmuş ve elde
edilen sonuçlar analiz edilmiştir.
12 Kasım 2012 tarihinde TBMM tarafından kabul edilen 6360 sayılı yasa, 6 Aralık 2012 tarih ve 28489 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasanın yayımlanma tarihi her ne kadar Aralık 2012 ise de bazı maddelerin yürürlüğüne ilişkin özel tarih verilerek, yasanın öngördüğü yeni büyükşehir yönetim düzeni ilk mahalli idareler seçimi sonrasına bırakılmıştır. Bu tarihe kadar geçen süre içinde ise yasayla kaldırılan il özel idareleri, belde belediyeleri ve köylerin devir ve tasfiye işlemlerinin gerçekleştirilmesine ilişkin süreçler tanımlanmıştır.
6360 sayılı yasanın ortaya çıkaracağı sorunlara ilişkin yasa uygulamaya geçmeden yapılan az sayıda çalışma Türkçe yazın içinde yerini almıştır. Bu çalışmalarda yasanın Anayasaya uygunluğu (Gözler, 2013:37-82), yerel siyasete ve yerel yönetim maliyesine etkileri (Adıgüzel, 2012: 153-176), gerekçeleri (Keleş, 2012: 2-11, Güler, 2012) ve mekânsal planlama açısından ortaya çıkaracağı sorunlar (Ersoy, 2013:20-32) eleştirel bir gözle incelenmiştir. Bu çalışmaların uygulayıcıların kararları üzerinde önemli etkileri olduğu yadsınamaz. Ancak yasa yürürlüğe girip uygulamayı şekillendirmeye başlayınca öncü çalışmalarda ortaya konmayan pek çok sorunun da varlığı ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmada Mersin Büyükşehir Belediyesi örneği üzerinden, yasanın yürürlüğe girmesinden sonraki, başka bir deyişle 30 Mart 2014 tarihindeki yerel seçim sonuçlarını izleyen süreçte ortaya çıkan sorunlar analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışma Büyükşehir Belediyesi üst yönetimi ve devir tasfiye sürecine aktif katılan personelle, 24-28 Haziran 2014 tarihleri arasında yüz yüze yapılan derinlemesine mülakatlardan elde edilen sonuçlar üzerinden oluşturulmuştur
Sahip oldukları topluma karşı sorumluluk ilkesi sayesinde kooperatifler, yerel faydadan genel faydaya katkı sağlayan yenilenebilir enerji alanına yönelmiştir. Sürekli devam eden doğal süreçlerde var olan, kaynağını güneşten, doğadan ve atık maddelerden alan yenilenebilir enerji, doğal akış ile hidrolik, rüzgar, güneş, jeotermal, biokütle, dalga, akıntı enerjisi ve gel-git gibi fosil olmayan yani tükenmeyen kaynaklardan elde edilen bir enerji türüdür. Söz konusu kaynaklara dayalı yerel ve yenilenebilir enerji yatırımlarının, ister küçük ister büyük ölçekte, ister şehir ister kırsal alanda olsun, imece usulünün bir ürünü olarak kurulan kooperatifler çatısı altında değerlendirilmesi, sosyal ve ekonomik kalkınma hedeflerine ulaşmak konusunda önemli katkı sağlama potansiyeli taşımaktadır.
Bu çalışmada yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretiminde kullanımının yaygınlaştırılması için yeni nesil kooperatiflerden biri olarak yenilenebilir enerji kooperatiflerinin öneminden ve Türkiye’deki hukuki durumundan bahsedilecektir. Bu çerçevede öncelikle yenilenebilir enerjini kavramı ele alındıktan sonra, yenilenebilir enerji kooperatifçiliği; dünyadaki iyi uygulamalar çerçevesinde ortaya koyulacaktır. Çalışmanın devamında Türkiye açısından hukuki ve fiili açıdan bir durum tespiti yapılacak ardından da yenilenebilir enerji kooperatifleri Enerji Üretim ve Tüketim Kooperatifi Örnek Ana Sözleşmesi çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Bu tezin konusu kendisini sınırladığı alanda (katı atık hizmetlerinde birincil toplama aşaması) özelleştirme uygulamalarını tartışmaktır.
Özelleştirme, katı atık hizmetleri alanında tüm aşamalarda uygulanabilen bir hizmet gördürme yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak çöplerin temizlenmesi ve toplanmasından oluşan ilk aşama, özelleştirme uygulamalarına geniş ölçüde yer açılmasıyla dikkat çekmektedir. Özellikle emek yoğun bir yapı içinde hizmetlerin yürütüldüğü gelişmekte olan ülkelerde maliyetleri düşürme hedefinin belirleyiciliğinde hizmet alanı hızla piyasaya açılmaktadır.
Ancak özelleştirme bir tercih olarak değerlendirildiğinde, maliyetlerdeki düşüş yanında bu hizmetten yararlananlar için ortaya çıkabilecek dışsallıkların da sürecin başında dikkate alınması gereklidir. Bu çalışma teorik ve hukuksal arkaplanı yanında, katı atık hizmetlerinde özelleştirmenin hizmet maliyetleri üzerindeki etkisi ve özelleştirilen hizmet alanının vatandaşlar tarafından nasıl algılandığı sorunsalı ile ilgilenmektedir. Bu bağlamda, özelleştirmenin hizmet maliyetlerinde bir azalma sağlamakla birlikte hizmet kalitesine her durumda katkı sağlamayacağı, kalitenin özelleştirmeden bağımsız bir değişken olarak kabul edilmesi gerektiği temel varsayımından hareket etmektedir.
Yaslıkaya, Refik, Privatization in the Solid Waste Services, Ph.D.Thesis, Advisor: Prof. Ruşen Keleş, 316 p.
ABSTRACT
With the beginning of the 1980s, the wave of privatization began to spread all over the world. Still, this wave of privatization is on the agenda. While, at the beginning, this process was initiated as a privatization of Public Economic Enterprises (PEE) of central governments, gradually it is also expanded to the local governments including local public services.
This dissertation, first of all, analyzes the privatization practices particulary in the field of primary collection of solid waste services.
Privatization is a method of service provision that could be applied to all stages in the field of solid waste services. However, in recent years, the first stage of solid waste services, which is called as “primary collection,” has taken a central place in the privatization practices. Especially, in the developing countries in which the services are provided by intense labor, the aim of decreasing the costs of services let the local governments to privatize all service realms including primary collection.
Nevertheless, when privatization is considered as an option, beside the decrease in the costs, the possible externalities should also be taken into account at the initial stage of process. By studying theoretical and legal background of the issue, this dissertaion also analyzes the impact of the privatization of solid waste services on the service costs. Moreover, the question “how the privatization of service areas is perceived by the citizens” was also analyzed in terms of public opinion survey applied in specific local governments. Furthermore, it is argued that while privatization causes a decrease in the service costs, it does not necessarily contribute to the service quality in all cases. In this sense, this dissertation maintains that quality should be considered as an independent variable of privatization.
Bu çalışmada ise 11. Kalkınma Planında vurgulanan mahallenin, bir komşuluk ve yerleşme birimi olarak inşası tartışmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla öncelikle Türk yönetim yapısı içinde mahallenin hukuki durumu ortaya konulmuş ardından kalkınma planın öngördüğü şekilde mahallenin daha işlevsel hale getirilmesine yönelik bazı öneriler oluşturulmuştur. Bu öneriler özet olarak kentlerde yeni oluşacak yerleşimlerin ölçek olarak mahalle bazında dizayn edilmesi ve bu yeni mahallelerde komşuluk ilişkileri özelinde ortak kullanım alanlarının oluşturulmasına yöneliktir
240 vatandaşımızın şehit olduğu darbe girişiminin ardından 1982 Anayasasının 121. Maddesi ve 2935 sayılı OHAL Kanunu 3. Maddesine istinaden, tüm ülkede OHAL ilan edilmiştir. OHAL ilanı ile gerek darbecilerle mücadele edilebilmesi ve gerekse darbe heveslilerinin, yandaşlarının ya da finansörlerinin tasfiye edilmesi çerçevesinde olağanüstü hal kapsamında bazı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK) bakanlar kurulu tarafından düzenlenerek Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Bu KHK’lerden biri de 5393 sayılı belediye kanununda değişiklik öngören 674 sayılı KHK’dir. Adı geçen KHK ile terör ile irtibatı olduğu için görevden uzaklaştırılan belediye başkanlarının yerine “kayyum” atamasının önü açılmıştır.
Bu çalışmada 674 sayılı KHK ile belediyelerde belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması veya tutuklanması ya da kamu hizmetinden yasaklanması veya başkanlık sıfatı veya meclis üyeliğinin sona ermesi hallerinde, büyükşehir ve il belediyelerinde İçişleri Bakanı, diğer belediyelerde vali tarafından belediye başkanı veya başkan vekili ya da meclis üyesi görevlendirilmesine imkan veren düzenleme, yerel demokrasi ve hukuk devleti bağlamında değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ayrıca hizmetlerde aksama yaşanmasının terörle mücadeleyi güçleştirmesi ya da belediye imkânlarının terör örgütlerinin desteklenmesi için kullanılması durumunda yapılacak işlemlerle ilgili 674 sayılı KHK ile getirilen düzenlemeler de tartışılmaya çalışılacaktır.
Çevre sorunlarına uzun süre yerel, bölgesel ya da ulusal sorun gözüyle ba-kılmış ve buna uygun çözüm yolları üretilmiştir. Ancak zamanla bu sorunların ulu-sal sınırları aşan boyutları fark edilmiş ve çözümün küresel boyutta olması gerektiği düşüncesi yerleşmiştir. Bu amaçla başta Birleşmiş Milletler olmak üzere pek çok uluslararası örgüt, çevre sorunlarını çalışma programlarına almış ve bu sorunlara yönelik çözüm politikalarına odaklanmıştır. Kitabın bu bölümünde sözü edilen çözüm politikaları incelenmeye çalışılmıştır.
Uluslararası toplumun yarım yüzyılı aşkın bir zamandır çevre sorunlarına yönelik çabaları ve geliştirilen politikalar incelenirken iki yol izlenebilir. Bunlardan ilki ve yaygın olanı uluslararası toplantı, konferans, anlaşma ve sözleşmelerin tarihsel bir gelişim çizgisi üzerinde incelenmesidir. Ancak bu yaklaşım biçimi, özellik-le devamlılığı olan, tekrarlayan ya da geliştirilen uluslararası politikaların izini sür-meyi zorlaştırmaktadır. Örneğin, Habitat konferansları esas olarak nüfus ve yerleşme konusuna odaklanmakta ve her 20 yılda bir yapılmaktadır. Habitatların ilki olan 1976 tarihli toplantı ile 1996 yılındaki toplantılar arasında, çok sayıda başka temaya yönelik etkinlik gerçekleştirilmiştir. Kronolojik bir sırayla uluslararası politikalara yönelik çabalara odaklanmak, sürekli bir gel git yapılmasına neden olmak-tadır. Bu nedenle, bölüm içerisinde uluslararası çevre politikaları oluşturmaya yönelik çaba, temelde üç ana başlık altında toplanarak incelenecektir. Bunlardan ilki, genel ve kapsamlı politikalar diyebileceğimiz sürdürülebilir kalkınmadan denizlerin korunmasına, su sorunundan erozyona kadar geniş bir alana yayılmış konulara odaklanan çabalar olacaktır. İkinci olarak 1992 Rio Doruğu ile başlayan ve temelde iklim değişikliği konusuna odaklanmış uluslararası politikalara, tek başlık altında derli toplu olarak bakılacaktır. Habitat toplantıları ise üçüncü başlığı oluştu-racaktır.
Tüm bu başlıklar Birleşmiş Milletler öncülüğünde/ev sahipliğinde yapılan toplantılar üzerinden incelenecektir. Ancak uluslararası çevre politikaları üzerine konuşurken pek çok uluslararası toplantı, zirve ya da konferansı incelemek, pek çok uluslararası anlaşma, sözleşme yanında bildiri ve raporlara odaklanmak gerekmektedir. Bu toplantı ve toplantı çıktılarının tamamı, başlı başına bir kitabın boyutunu bile aşabilecek genişliktedir. O yüzden bu bölüm, uluslararası politikanın önemli kilometre taşları olarak kabul edilen toplantı ve çıktılarla kendini sınırlayacaktır.
Uluslararası çevre politikaları geliştiren bir başka örgüt ise Avrupa Birliği’dir. Birleşmiş Milletlerle karşılaştırıldığında yalnızca üye ülkeler çapında bile olsa Birlik tarafından geliştirilmiş politikalar, uluslararası çevre politikaları açısından ayrıca incelenmeye değerdir. Bu nedenle bölümün son kısmı Avrupa Birliği çevre politikalarına ayrılmıştır.
Peki bu kitap içinde kamu yönetiminin temel kavramları gibi bir başlık açılmaya neden ihtiyaç duyulmuştur? Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; bu bölüm, sadece diğer kitaplarda da bulunduğu ya da bu kitapta olmaması bir eksiklik doğuracağı için yazılmamıştır. Bu bölümü diğer kitaplardan ayıran en önemli farklılık, kurgusu ve yazım dilidir. Yukarıda kısaca başlıklar halinde sıralanan kavramlar, bir yönüyle hukuk, diğer yönüyle yönetim biliminin teknik tartışma konularıdır. Bu bölüm altında ise bu teknik taraf mümkün olduğunca azaltılarak, kolay okunacak ve anlaşılacak bir metin oluşturulmaya çalışılmıştır.
Ders kitabı ya da makaleler gibi akademik nitelikteki yayınların en önemli sıkıntısı, olayı ya da olguyu gösterebilmek için sürekli bildirici bir dil kullanmasıdır. Kimi zaman buna didaktik de diyoruz. Yani öğretme maksatlı. Akademik dil, sürekli olarak olanı en yalın haliyle göstermeye çalışır. Hele bir de söz konusu olan kamu yönetimi metni ise, mevzuatla desteklenmiş dil, bir süre sonra okuyucuyu bezdirme noktasına getirir. Sınav dönemlerinde sınavdan bir gece öncesinde bu tür teknik metinleri okuyan öğrenciler ne söylemek istediğimi gayet iyi anlayacaktır. Gözler, (2021) dilin sadece bildirme işlevi olmadığını bunun yanında bir de “belirtme” ve “etkileme” işlevi olduğunu söyler. Bu işlevleri kullanarak metnin bir roman ya da hikaye gibi olmasa bile kolay okunması gerektiği ve okunan her sayfanın, her satırın, sonraki kısımlar için merak uyandırması gerektiğini söyleyebiliriz.
Ancak, bunu yapmak hiç kolay değildir. Çünkü, yazıya dökülmüş her konunun doğrudan kendisiyle, kendisinin anlatılmış hali arasında bir mesafe olması kaçınılmazdır. Konu geçmişi ilgilendiriyorsa hafıza, geleceği ilgilendiriyorsa bir miktar hayal gücü eşliğinde yazıya dökülür. Ama hangi zaman dilimine ait olursa olsun, sözü edilen mesafe kaçınılmazdır. Roman ve hikaye gibi metinlerde bu mesafenin azaldığı, buna karşın akademik metinlerde bu arttığı bilinen bir gerçektir. Bu bölümde mesafe mümkün olduğunca kısa tutulmak istenmiştir. Bu amaçla, hemen bölümün başında zamandan ve mekandan bağımsız bir dünyada, hayali bir devletin kurulma hikayesi ile başlanmış ve ilerleyen başlıklarda, bu devletin kendisinden beklenen misyonu yerine getirebilmesi için nasıl örgütleneceği, kamu yönetimi alanının temel kavramları çerçevesinde ortaya konulmuştur.
Bölümün tam künyesi:
Yaslıkaya, Refik. 2021. “Kamu Yönetiminin Temel Kavramları”. ss. 21-69 içinde Türk Kamu Yönetimi, editör H. Yayli. Ankara: Orion.
Türkiye’de 2000’li yıllar idari reform geleneği içinde önemli kırılmalar olarak adlandırılabilecek yasal değişikliklere sahne olmuştur. 2004 ve 2005 yıllarında İl Özel İdareleri, Belediyeler ve Büyükşehir Belediye kanunları çıkarılarak yerel yönetim sistemimiz üzerindeki merkeziyetçi vurgu kısmen de olsa azaltılmıştır. 2012 yılında Büyükşehir Belediye Kanunu bir kez daha kapsamlı bir şekilde değiştirilmiştir. Bu değişikliğin bazı kısımları pek çok çalışmada merkeziyetçi paradigmaya geri dönüş olarak okunmaktadır. Bu çalışma 6360 sayılı yasayla oluşturulan büyükşehir düzenini, büyükşehir özelinde derinleştirilen merkeziyetçilik ve İl Özel İdarelerinin kaldırılmasıyla oluşan boşluğu doldurmak üzere ihdas edilen Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıkları eliyle oluşturulan merkeziyetçilik başlıklarında analiz etmektedir. Ayrıca 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişi ardından çıkarılan 674 sayılı KHK ile belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine merkezi idare ya da onun taşradaki yetkilileri eliyle belediye başkanı görevlendirilmesi de yine merkeziyetçilik yerellik ekseninde analiz edilmektedir. Çalışmanın temel vurgusu yerel yönetim alanındaki bu gelişmelerin, merkeziyetçilik-yerellik ekseninden çok kanun koyucunun yaptığı “hizmet mi? demokratik değerler mi?” tercihi çerçevesinde analiz edilmesi gerekliliğidir.
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ (SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ)
KARŞILAŞTIRMALI ANAKENT YÖNETİM MODELLERİ DOKTORA DERSİ
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA