Cem Doğan
A curious man who has a deep interest in Ottoman and European social history...
Supervisors: Prof. Dr. M. Kemal ÖKE, Prof. Dr. Mehmet ÖZDEN, and Prof. Dr. Julia LAITE
Supervisors: Prof. Dr. M. Kemal ÖKE, Prof. Dr. Mehmet ÖZDEN, and Prof. Dr. Julia LAITE
less
Uploads
Books
Papers
birçok kendine özgü karakter yetiştirmiştir. Bu karakterlerin en ilginçlerinden
biri de hiç şüphesiz Abdullah Cevdet’tir. Çıkardığı İçtihat Gazetesi’nde fikirlerini
yaymaya çalışan Cevdet, ya hep ya hiç mantığı çerçevesinde Batı medeniyetinin
tek gerçek medeniyet olduğunu ve eğer Osmanlı Batı’yı örnek alarak yıkılmaktan
kurtarılacaksa sorgusuz bir biçimde ve tamamen bu medeniyetin taklit
edilmesi gerektiği görüşünü savunmuştur. Bu yönüyle Cevdet, II. Meşrutiyet’in
Batıcılığı savunan fikir akımı içerisinde yer alan entelektüellerin en uç noktasını
temsil etmektedir. Bu çalışmada, bir yandan Abdullah Cevdet’in yaşamı ve çalışmaları
hakkında genel bilgiler verilirken; öte yandan da Cevdet’in Batılılaşma
hakkındaki görüşleri İçtihat Gazetesi’nde kaleme aldığı makaleler ve telif eserleri
üzerinden okunmaya çalışılacaktır.
aralanması, Osmanlı unsurları arasında sevinçle karşılanmış, ülkenin birçok yerinde kutlama gösterileri düzenlenmişti. Osmanlı işçileri de, göreli özgürlük ortamının getirdiği bu coşkudan faydalanmış ve 1908 Yaz’ında birçok grev hareketine girişmişlerdi. Bu makale, bu yoğun grev dalgasının önünü almak amacıyla yürürlüğe konan Ta’til-i Eşgâl Kanunu’nu (Grev Kanunu) kapsam ve içerik bakımından analiz etmeyi amaçlamaktadır
merkez edinen ve seküler yaşama vurgu yapan bir felsefeyi öğütlemesi, onun
skolâstik düşünceden en keskin biçimde ayrılan yönünü oluşturmuştu. Temel
sacayağını Aydınlanma ruhuna ve onun getirdiği maddî ilkelere dayandıran 18.
ve 19. yüzyıl bilimi ise, evreni yaratan bir Tanrı’nın varlığını yadsıyarak, insanlığın
etrafında değişen her şeyin madde ve onun hareketinden kaynaklandığı
iddiasından hareket etmişti. Bu bağlamda 18. ve 19. yüzyıllar, bir yandan
felsefenin materyalist bilimin hizmetine koşulduğu bir dönemi temsil ederken
diğer yandan Bruno, Hobbes, de la Mettrie, d’Holbach, Moleschott ve Büchner
gibi farklı ülkelerden birçok materyalist düşünürü çıkaran bir dönemi de temsil
etmişti. Böyle bir bilim anlayışının Osmanlı aydınları üzerinde etkili olması doğaldı.
Materyalizm, gibi Batı orijinli bir akımın Osmanlı entelektüelleri tarafından
benimsenmesi karşısında, birtakım anti-materyalist Osmanlı düşünürleri de
karşı argümanlarla bu görüşleri çürütmeye çalışmışlardır. Bu makalenin amacı,
Osmanlı düşün hayatında girişilen materyalizm ve anti-materyalizm tartışmaları
bağlamında Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi tarafından, genelde materyalizme
ve özeldeyse Büchner ve O’nun materyalizmi savunan baş eseri Kraft und
Stoff’a (Madde ve Kuvvet) yönelik eleştirileri incelemektir
Nizamnamesi adlı düzenlemeyi tartışmak ve Osmanlı-Türk işçi sınıfının gelişiminin kısa bir evresine
ışık tutmak amacıyla kaleme alınmıştır. Osmanlı-Türkiye işçi sınıfının tahlil ve detaylı bir tetkiki
gerçekleĢtirilmek istendiğinde karĢılaĢılacak baĢlıca engel, eldeki eski dönemlere dair verilerin
yetersizliği olacaktır. Bu bakımdan, burada elde edilebilen azami bilgiler kümesi dâhilinde konuyu
derinlemesine irdelemek ve sağlıklı sonuçlara ulaşmaya çalışmak çalışmanın odak noktalarından birini
teşkil etmek suretiyle en az makalenin içeriği kadar önem kazanmaktadır.
gelenektir. Her ne kadar kaba haliyle bazı ilkçağ Germen kabilelerinde
uygulanan bir âdet olsa da, düello zaman içerisinde ciddi değişikliklere
uğramıştır. İlkçağlarda görülen düello benzeri uygulamalara bakıldığında,
bunların daha çok bir suçludan beklenen tazmin şeklinde belirdiği görülür.
Ayrıca Ortaçağlar düellosu da şiddet içermekle beraber, İlkçağlar’ın düello
benzeri uygulamaları dehşet verici şiddet uygulamalarını çok daha fazla
oranda benimsemişti. Bu anlamda, düello yüzyıllar boyunca pek çok ülkede
görülmekle birlikte asıl kurumsallığını Avrupa’da bulmuştur denilebilir. Bu
kurumsallığın temellerini ise Ortaçağ Avrupa’sında beliren bir gelenek olarak
şövalyeliğe borçludur. Şövalyelik, zaman içerisinde gittikçe benimsenerek bir
gelenek olmaktan çıkmış ve Ortaçağ’a özgü bir kurum halini almıştır. Bu
kurumun gelenekleri de, toplumda kendine kolayca bir yer bulmuştur. Fakat
şövalyelik kurumunun ve buna bağlı geleneklerin halk tabakasını pek
kapsamadığı görülür. Zira bu kurum, toplumsal yapının üstte yer alan kısmına
hitap etmekte; daha ziyade soyluları ve savaşçı özellikler gösteren orta tabaka
ile bunların haleflerini kapsamaktaydı. Öte yandan, Doğulu ülkelerde de düello
benzeri karşılaşma ve çarpışmalar görülmüştür. Osmanlı belgelerinde de, gerek
gayrimüslimlerin ve gerekse Türklerin kendi aralarında ya da bir gayrimüslim
ile bir Türk’ün arasında vuku bulan düellolara ilişkin çarpıcı bilgiler yer
almaktadır. Bu bağlamda, burada ilk olarak Batı ülkelerindeki düello
geleneğine ilişkin genel ve kuramsal bir çerçeve oluşturulacak; daha sonra ise
Osmanlı ülkesinde gerçekleşen düello karşılaşmaları arşiv belgelerinin
tanıklığıyla incelenecektir.
aslen erken dönem pagan toplumlarında görülen bir âdettir. Ortaçağ Avrupa’sında da
engizisyon tarafından büyücülükle ve geceleri dolasarak insanlara kötülük etmekle suçlanan
binlerce kisi, “cadı” oldukları iddiasıyla iskenceye ve ölüme mahkûm edilmistir. Osmanlı
Devletine baktığımızda ise yine cadılıkla suçlanan ve bu nedenle yer değistirme, öldükten
sonra mezarı açılarak yakılma gibi birtakım cezalara çarptırılan kisilerin var olduğunu
görürüz. Bu çalısmada, cadılığın ve cadıların Batı geleneğindeki yeri ve cadılığa iliskin
görülen davalar incelenmis ve Osmanlı’da cadılığa ve devletin cadılara yönelik tutumu tetkik
edilmis ve Osmanlı toplumu ile Batı toplumlarında Cadılığı yaklasım ile ilgili karsılastırmalı
bir inceleme yapılmıstır.
birçok kendine özgü karakter yetiştirmiştir. Bu karakterlerin en ilginçlerinden
biri de hiç şüphesiz Abdullah Cevdet’tir. Çıkardığı İçtihat Gazetesi’nde fikirlerini
yaymaya çalışan Cevdet, ya hep ya hiç mantığı çerçevesinde Batı medeniyetinin
tek gerçek medeniyet olduğunu ve eğer Osmanlı Batı’yı örnek alarak yıkılmaktan
kurtarılacaksa sorgusuz bir biçimde ve tamamen bu medeniyetin taklit
edilmesi gerektiği görüşünü savunmuştur. Bu yönüyle Cevdet, II. Meşrutiyet’in
Batıcılığı savunan fikir akımı içerisinde yer alan entelektüellerin en uç noktasını
temsil etmektedir. Bu çalışmada, bir yandan Abdullah Cevdet’in yaşamı ve çalışmaları
hakkında genel bilgiler verilirken; öte yandan da Cevdet’in Batılılaşma
hakkındaki görüşleri İçtihat Gazetesi’nde kaleme aldığı makaleler ve telif eserleri
üzerinden okunmaya çalışılacaktır.
aralanması, Osmanlı unsurları arasında sevinçle karşılanmış, ülkenin birçok yerinde kutlama gösterileri düzenlenmişti. Osmanlı işçileri de, göreli özgürlük ortamının getirdiği bu coşkudan faydalanmış ve 1908 Yaz’ında birçok grev hareketine girişmişlerdi. Bu makale, bu yoğun grev dalgasının önünü almak amacıyla yürürlüğe konan Ta’til-i Eşgâl Kanunu’nu (Grev Kanunu) kapsam ve içerik bakımından analiz etmeyi amaçlamaktadır
merkez edinen ve seküler yaşama vurgu yapan bir felsefeyi öğütlemesi, onun
skolâstik düşünceden en keskin biçimde ayrılan yönünü oluşturmuştu. Temel
sacayağını Aydınlanma ruhuna ve onun getirdiği maddî ilkelere dayandıran 18.
ve 19. yüzyıl bilimi ise, evreni yaratan bir Tanrı’nın varlığını yadsıyarak, insanlığın
etrafında değişen her şeyin madde ve onun hareketinden kaynaklandığı
iddiasından hareket etmişti. Bu bağlamda 18. ve 19. yüzyıllar, bir yandan
felsefenin materyalist bilimin hizmetine koşulduğu bir dönemi temsil ederken
diğer yandan Bruno, Hobbes, de la Mettrie, d’Holbach, Moleschott ve Büchner
gibi farklı ülkelerden birçok materyalist düşünürü çıkaran bir dönemi de temsil
etmişti. Böyle bir bilim anlayışının Osmanlı aydınları üzerinde etkili olması doğaldı.
Materyalizm, gibi Batı orijinli bir akımın Osmanlı entelektüelleri tarafından
benimsenmesi karşısında, birtakım anti-materyalist Osmanlı düşünürleri de
karşı argümanlarla bu görüşleri çürütmeye çalışmışlardır. Bu makalenin amacı,
Osmanlı düşün hayatında girişilen materyalizm ve anti-materyalizm tartışmaları
bağlamında Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi tarafından, genelde materyalizme
ve özeldeyse Büchner ve O’nun materyalizmi savunan baş eseri Kraft und
Stoff’a (Madde ve Kuvvet) yönelik eleştirileri incelemektir
Nizamnamesi adlı düzenlemeyi tartışmak ve Osmanlı-Türk işçi sınıfının gelişiminin kısa bir evresine
ışık tutmak amacıyla kaleme alınmıştır. Osmanlı-Türkiye işçi sınıfının tahlil ve detaylı bir tetkiki
gerçekleĢtirilmek istendiğinde karĢılaĢılacak baĢlıca engel, eldeki eski dönemlere dair verilerin
yetersizliği olacaktır. Bu bakımdan, burada elde edilebilen azami bilgiler kümesi dâhilinde konuyu
derinlemesine irdelemek ve sağlıklı sonuçlara ulaşmaya çalışmak çalışmanın odak noktalarından birini
teşkil etmek suretiyle en az makalenin içeriği kadar önem kazanmaktadır.
gelenektir. Her ne kadar kaba haliyle bazı ilkçağ Germen kabilelerinde
uygulanan bir âdet olsa da, düello zaman içerisinde ciddi değişikliklere
uğramıştır. İlkçağlarda görülen düello benzeri uygulamalara bakıldığında,
bunların daha çok bir suçludan beklenen tazmin şeklinde belirdiği görülür.
Ayrıca Ortaçağlar düellosu da şiddet içermekle beraber, İlkçağlar’ın düello
benzeri uygulamaları dehşet verici şiddet uygulamalarını çok daha fazla
oranda benimsemişti. Bu anlamda, düello yüzyıllar boyunca pek çok ülkede
görülmekle birlikte asıl kurumsallığını Avrupa’da bulmuştur denilebilir. Bu
kurumsallığın temellerini ise Ortaçağ Avrupa’sında beliren bir gelenek olarak
şövalyeliğe borçludur. Şövalyelik, zaman içerisinde gittikçe benimsenerek bir
gelenek olmaktan çıkmış ve Ortaçağ’a özgü bir kurum halini almıştır. Bu
kurumun gelenekleri de, toplumda kendine kolayca bir yer bulmuştur. Fakat
şövalyelik kurumunun ve buna bağlı geleneklerin halk tabakasını pek
kapsamadığı görülür. Zira bu kurum, toplumsal yapının üstte yer alan kısmına
hitap etmekte; daha ziyade soyluları ve savaşçı özellikler gösteren orta tabaka
ile bunların haleflerini kapsamaktaydı. Öte yandan, Doğulu ülkelerde de düello
benzeri karşılaşma ve çarpışmalar görülmüştür. Osmanlı belgelerinde de, gerek
gayrimüslimlerin ve gerekse Türklerin kendi aralarında ya da bir gayrimüslim
ile bir Türk’ün arasında vuku bulan düellolara ilişkin çarpıcı bilgiler yer
almaktadır. Bu bağlamda, burada ilk olarak Batı ülkelerindeki düello
geleneğine ilişkin genel ve kuramsal bir çerçeve oluşturulacak; daha sonra ise
Osmanlı ülkesinde gerçekleşen düello karşılaşmaları arşiv belgelerinin
tanıklığıyla incelenecektir.
aslen erken dönem pagan toplumlarında görülen bir âdettir. Ortaçağ Avrupa’sında da
engizisyon tarafından büyücülükle ve geceleri dolasarak insanlara kötülük etmekle suçlanan
binlerce kisi, “cadı” oldukları iddiasıyla iskenceye ve ölüme mahkûm edilmistir. Osmanlı
Devletine baktığımızda ise yine cadılıkla suçlanan ve bu nedenle yer değistirme, öldükten
sonra mezarı açılarak yakılma gibi birtakım cezalara çarptırılan kisilerin var olduğunu
görürüz. Bu çalısmada, cadılığın ve cadıların Batı geleneğindeki yeri ve cadılığa iliskin
görülen davalar incelenmis ve Osmanlı’da cadılığa ve devletin cadılara yönelik tutumu tetkik
edilmis ve Osmanlı toplumu ile Batı toplumlarında Cadılığı yaklasım ile ilgili karsılastırmalı
bir inceleme yapılmıstır.