[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
SİYASAL ÇATIŞMA Siyasal uzlaşma, ancak belirli bir savaşımın, çatışmanın sonunda ortaya çıkar. Uzlaşmayı belirleyen öğe, güçler arasındaki dengedir. O dengenin oluşumuna olanak veren siyasal çatışma ise, tarafların ellerindeki savaşım araçlarını incelemeden anlaşılamaz. Ama kullanılan araçlar ve yöntemler ne olursa olsun, her siyasal çatışma, aynı zamanda inanç sistemleri arasındaki bir çatışmayı da içerir. Siyasal değişme ise, siyasal çatışmayı izleyen bir süreçtir. Değişmenin belirli bir aşamasında da, devrim olgusuyla karşılaşılır. Siyasal Çatışmada Araçlar Siyasal çatışmada kullanılan araçları, şiddete dayalı olanlar ve şiddete dayalı olmayanlar biçiminde ikiye ayırarak inceleyebiliriz. Para, sayı ve örgüt, kitle iletişim araçları ikinci gruba girerler. a) Para Paranın siyasal çatışmadaki önemi yadsınamaz. Para, kitle iletişim araçlarını etkilemenin ya da onları doğrudan ele geçirmenin yolu olduğu gibi, ülkeyi yönetenleri ve o yönetenleri seçenleri doğrudan etkilemenin de olanaklarını sağlar. Paranın sadece, ticaretin ve sanayinin egemen olduğu çağdaş toplumlarda siyasal yaşamı etkilediğini sanmak aldatıcıdır. Kapitalizmden önceki dönemlere gidildiğinde de, servet sahiplerinin siyasal ağırlıklarının fazlalığı açıktır. Para, etkisini, basit seçmenden başlayarak en yüksek karar sahiplerine kadar gösterebilir. Servet sahipleri, gazetelere yalnızca ürünlerini satmak için reklam vermezler. Gün olur, kendi düşüncelerini satmak için de reklam verirler. Hatta gazete sayfalarını kiralayarak, paralı ilanlar yoluyla hükümete bile savaş açabilirler. Amerikan geleneği olan bu yöntemin örnekleri, 1979 yılı ilkbaharında kendi toplumumuzda bile görülmüştür. b) Sayı ve Örgüt Nasıl ki para; servet sahiplerinin, işveren kesimlerinin siyasal mücadeledeki en önemli silahı ise, sayı ve örgüt de işçilerin ve onun da ötesinde geniş halk kitlelerinin gücünü oluşturur. Serveti olan her kişi, tek başına bile siyasal yaşamda etkili olabilir. Ama ücretli ya da dar gelirli toplum kesimlerinin siyasal yaşamda ağırlık taşıyabilmeleri, sayılarına ve örgütlenme düzeylerine bağlıdır. Teker teker hiçbir ağırlık taşımayan bu kişiler, kalabalık örgütler oluşturduklarında siyasal kararları etkileyebilirler. Hatta kendilerinden yana siyasal iktidarların ortaya çıkmasını sağlayabilirler. Çoğulcu bir demokraside para işveren için ne ise, örgüt de işçi için odur. c) Kitle iletişim Araçları Demokratik olsun olmasın, bir rejimde etkili olmak isteyen siyasal güçler açısından, kitle iletişim araçları her zaman büyük önem taşır. Çoğulcu bir demokraside, halkın genel çıkarlarının ekonomik gücü elinde bulunduran azınlığın özel çıkarlarına feda edilmemesi, kitle iletişim araçları üzerinde ikincilerin doğrudan ya da dolaylı bir denetim tekeline sahip bulunmamasına bağlıdır. Paranın sayıya, ya da başka bir deyişle sermayenin emeğe egemen olmaması, kitle iletişim araçlarının konumuna bağlıdır. Düşünce özgürlüğü, düşüncelerini yayabilme olanakları bulunmadığı zaman fazla bir anlam taşımaz. Siyasal güçlerin, kitlelere ulaşabilmek, kendilerine yandaş bulabilmek için kullanabilecekleri araçların sayısı, günümüzde üçtür: Yazılı, sözlü ve görüntülü basın; yani gazeteler, radyo ve televizyon. 2. ŞİDDETE DAYALI ARAÇLAR VE YÖNTEMLER Tarih boyunca şiddet, siyasal çatışmanın yaygın bir aracı olmasaydı, şatolara, kalelere gerek kalmaz, sarayların etrafı yüksek duvarlar ve surlarla çevrilmezdi. Devletin amacı şiddeti yok etmek değil, şiddetin yurttaşlarca birbirlerine ve devlete karşı kullanılmasını önlemektir. Devlet, gerektiğinde şiddete başvurmak tekelini elinde tutmak ister. Ama şiddet olanaklarını yitirirse, otoritesini ve etkisini de yitireceğini bilir. a)Toplumsal Güçlerin Kullandığı Şiddet Tüm siyasal rejimlerin istikrarı, siyasal iktidarın toplumdaki güç dengesini iyi yansıtmasına bağlıdır. En büyük toplumsal güçlerin temsilcileri iktidarda olduğu zaman, devlet otoritesinde bir boşluk ve rejimde de ciddi bir zayıflık söz konusu olmaz. Tersi bir durumda ise, iktidarın dışında kendisinden daha büyük bir güç bulunacağı için, iktidar otoritesini tüm topluma kabul ettirmekte güçlük çeker. Bir bunalım başlar. b) Siyasal Iktidann Kullandığı Şiddet Şiddet şiddeti doğurur. Siyasal iktidara karşı şiddet kullananlar, siyasal iktidarı da kendilerine karşı şiddet kullanmaya zorlamış olurlar. Hele bu şiddet, iktidarın da ötesinde rejimin kendisine yönelmişse, tehdidin büyüklüğü ölçüsünde rejim de şiddete başvurur, iktidarı ele geçirecek güce sahip olmadan şiddet kullananlar, sonunda bir baskı rejiminin gerekçelerini ve ortamını hazırlamış durumuna düşebilirler. İnanç Sistemleri ve Siyasal Çatışma İdeolojilerin de dinler gibi bir inanç sistemleri olduklarını daha önce görmüştük, ister doğrudan siyasal nitelikli olun, isterse dinler gibi siyasetle ancak dolaylı olarak ilgilensin, tüm inanç sistemlerinin siyasalçatışmaya doğrudan ya da dolaylı bir biçimde yansıması kaçınılmazdır. İnsanların davranışları herzaman inançlarının uzantısı olmasa bile, inançlarla davranışlar arasında bir bağlantının bulunması doğaldır. İn anç sistemleri bir yandan insanları birleştirirken, öte yandan da farklı inanç sistemlerini benimsemiş olanlarla onların arasındaki ayrımları arttırır. Ama farklı inanç sistemlerini benimsemiş toplum kesimleri yan yana barış içinde yaşarlarken birden şiddetli bir çatışmaya tutuşmuşlarsa, bunun nedenini inanç sistemlerinde değil, toplumun maddesel koşullarının yarattığı bunalımlarda aramak gerekir. 1. DİN VE SİYASET Durkheim'e göre din, toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak temel öğelerin başında gelir. Dinin, toplumun işleyişini bozacak, varlığını sürdürmesini zorlaştıracak nitelikteki bireysel davranışları bastırmak ve kişiyi topluma uyumlu hale getirmek gibi önemli bir işlevi vardır. Marksizm, diğer ideolojiler gibi, dinlerin de sınıf çatışmalarının bir ürünü olduğunu savunur. Dini, bir bakıma, kurulu düzenin ve egemen sınıfın ideolojisi sayar. Dinin, toplumsal sistemin işlemesini sağlayan bir öğe gibi değerlendirilmesi açısından, Karl Marx'ın Durkheim'le uyuştuğu söylenebilir. Max Weber ise, dinin toplumdan çok insanın birey olarak bazı ruhsal gereksinmelerini karşıladığı inancındadır. Weber'e göre, insanın bütün davranışlarında akla yakın nedenler yoktur, insan, ölüm gibi bilimsel yaklaşımla çözümleyemediği olgulara akıldışı yanıtlar getirmek eğilimindedir. Bilimsel veriler ve akıl yürütme ile açıklayamadığı olguların yanıtlarım dinden beklemektedir. Dinlerin kökeninde, bir araya gelme, dayanışma, yaşamın ölümden sonra da -başka biçimler altında bile olsa- sürmesi, bugün çekilen sıkıntı ve acıların geçici olduğu ve gelecek yaşamda ödüllendirileceği umudu gibi doğal gereksinmelerin rolü yadsınamaz. Bilimin açıklayamadığı şeyleri, doğa üstü güç ya da güçlere dayanarak açıklamak da bu çerçevede sayılabilir. a) Hıristiyanlık Musa Peygamber'in amacı, ulusal bir din kurarak, bütün İsrail kabilelerini birleştirmekti. Bu nedenle de Musevilik, evrensel bir din olma iddiası ve amacı taşımıyordu. Yahudi ırkını yeryüzüne egemen kılan bir Tanrı anlayışı söz konusuydu. Hıristiyanlık ise, çok daha geniş kapsamlı dayanışma yaratmaya yönelik bir din olarak doğdu, insanlar ve uluslar arasındaki eşitliği savunarak, çok daha geniş bir yandaş kitlesi sağladı.İsa, yaşadığı dönemde toplumda var olan haksızlıkları eleştirmiş, ezilenlerin acılarını azaltmayaçalışmıştı. Ama o haksızlıkların var olmadığı bir toplumsal düzen üzerinde pek durmamıştı. Çünkü önemli olan dünyasal düzen değil, ruhun ait olduğu Tanrı'nın düzeniydi. b) Müslümanlık İsa dan beri bütün dinler, bu dünya nimetlerinin önemsizliğini, hatta kötülüğünü savunmuşlardır. Buda'ya göre, insanın ne kadar parası pulu varsa, o ölçüde Nirvana'dan uzaklaşır, İsa'ya göre: "Bir zenginin cennete gitmesi, bir devenin iğne deliğinden geçmesi kadar zordur." Oysa İslam bunların tam tersini söyler: "Kazanan Tanrı'nın sevgilisidir." Böylece İslamiyet, öte dünyaya olduğu kadar bu dünyaya da önem veren, bunun doğal sonucu olarak da bazılarına göre ruhsal iktidar-bedensel iktidar ayrımını tanımayan bir din olmaktadır. Şu sözler Hazreti Muhammed'e aittir: "Tanrı diyor ki, ancak emeğini toprağa sarf eden, ancak toprakta kendisi tarım yapan o toprağın sahibidir." c) Laiklik Genellikle din ile devlet işlerinin ayrılması olarak tanımlanan laiklik, elbette ki din ve vicdan özgürlüğünü de içerir. Ama sadece din ve vicdan özgürlüğünün tanınmış olması, o toplum düzeninin laik olduğu anlamına gelmez. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu'nda dinsel hoşgörü vardı, laiklik yoktu. Laik toplum düzeni, bütün din ve inançtan insanların, eşit koşullarla aynı kurallara uymak durumunda bulundukları, hiç kimseye dinsel ayrıcalık ve üstünlük tanımayan bir toplum düzenidir. Laiklik, toplum ve devlet yaşamının akla ve bilime dayatılmasıdır. Laiklik tarihsel gelişim içinde Avrupa'da doğdu. Feodal düzen yıkılmış, Tanrısal iradenin ürünü olduğuna ve dolayısıyla sonsuza kadar yaşayacağına inanılan toplumsal ve siyasal kurumlar sona ermişti. Hıristiyan kilisesinin yüzyıllardır yaydığı dogmaların geçersizliği -coğrafi keşiflerin de etkisiyleyaşanarak görülmüştü. Örneğin dünyanın bir tepsi gibi yuvarlak ve düz olmadığı anlaşılmıştı. Peşinen, sınanmadan doğru oldukları varsayılan dogmaların yerini, bilimsel nitelikli bilgiler almaya başlamıştı. 2. ÇAĞDAŞ İDEOLOJİLER İdeolojiler, toplumların ya da toplumların içindeki belirli kesimlerin gereksinmelerine yanıt veren, kendiiçinde tutarlı inanç sistemleridir. Her toplum kesimi, kendi ideolojisine yani kendi inançlarınauyan birsiyasal iktidarı yasal sayar ve ona baş eğmeyi doğal kabul eder. Halkın çoğunluğunun inançlarınauygun olan bir yönetim biçimi yasaldır. Bu çoğunluk ne kadar büyürse, siyasal istikrar ve toplumsa lbarış o ölçüde artabilir. Ama toplumun büyük bir kesiminin inançlarına ters düşen bir yönetime ancak korku nedeniyle baş eğilir. Bu kesimin büyümesi ölçüsünde, rejim giderek daha çok baskıya dayanmak zorunda kalır. Günümüzde etkisini korumayı sürdüren siyasal ideolojileri dört grup altında ele alacağız; liberalizm, sosyalizm ve komünizm, tutuculuk ve faşizm, milliyetçilik. a) Liberalizm Liberalizm -tarihsel evrim içinde- Avrupa'daki topraksoylular (Aristokrasi) ile kentsoylular (Burjuvazi) arasındaki çatışmaya koşut olarak doğdu. Onuncu yüzyıldan başlayarak kentlerde gelişen ticaret ve sanayi, varlıklı, yeni bir toplumsal sınıfın doğmasına olanak vermişti. Zaman bu kentsoylu sınıfı ekonomik ve toplumsal açıdan daha da güçlendirirken, kapalı tarım ekonomisinin yıkılmaya yüz tutması toprak soyluların giderek zayıflamalarına neden oluyordu. Genel ve eşit oy ilkesinin kabulü için, 1789'dan 1848'e kadar süren büyük mücadelelerin verilmesi ve çok kan dökülmesi gerekmiştir. Önce çok varlıklılara tanınan oy hakkı, giderek daha az varlıklılara genişletilmiş, yoksul ve emekçilerin oy hakkını elde etmeleri ise çok zor ve büyük kayıplar pahasına olmuştur. 1980'lerin ikinci yarısında Güney Afrika'da zencilere eşit oy hakkı tanımamak için takınılan tutumun altında yatan nedenler, geçen yüzyılın başında toplumun alt kesimlerine karşı öne sürülen nedenlerden çok farklı değildir. b) Sosyalizm ve Komünizm Topraksoylular-kentsoylular çatışmasında ilginç bir görünüm vardı. Topraksoylulann ezdiği köylüler kilisenin de yardımı ile kendilerini ezenlerin, sömürenlerin yanında yer aldılar. Aydınlar ve bir çıkar çatışması içinde oldukları halde işçiler ise kentsoyluları desteklediler. Burada köylülerin davranışı bilinçsiz ve kendi çıkarlarına ters, işçilerinki ise bilinçliydi. Çünkü liberalizmin ilkeleri olan eşitlik ve özgürlük, işçiler de dahil tüm halk yığınlarının yararınaydı. Ama yalnızca yasalar önündeki eşitlik ve siyasal hak ve özgürlükler onların sorunlarını karşılamaya yetmediği içindir ki, sosyalizm yeni bir ideoloji olarak siyasal çatışmalardaki yerini aldı. c) Demokratik Sol-Sosyal Demokrasi Demokratik sol ya da sosyal demokrat ideoloji, Marksizmden sonra tarihsel bir sentez olarak oluştu. Bir yandan, liberalizmin getirdiği siyasal demokrasinin kazanımlannı hiçbir zaman yadsımadı; öte yandan, emeğin savunuculuğunu ve toplum yararının özel çıkarların üzerinde olmasını gözetti. Böylece liberalizm ile sosyalizmin sentezi bir ideoloji doğmuş oldu. Fransa'nın sosyalist başbakanı Michel Rocard'ın deyimi ile; "Sosyal demokrasi, Marksizme kuramsal ve devrime siyasal bir ihanet, sınıfların işbirliği ve enternasyonalizmden kopma" demektir. Bunları eleştirerek değil, kendisi de bir sosyal demokrat olarak beğeni ile söyleyen Rocard, bir anlamda sosyal demokrasinin Marksizmden ayrıldığı noktaları da özetlemiş oluyor. d) Tutuculuk ve Faşizm Gerek liberalizm gerekse sosyalizm çıkış noktasında iyimserdir, insanın iyi doğduğunu, ama koşulların onu bazı durumlarda kötü yaptığını, örneğin suça ittiğini savunur. İnsan akıllıdır ve kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu seçebilecek yetenektedir. Oysa tutucu düşünce, sıradan insanın kötü, bencil olduğu, kendi çıkarını göremeyeceği inancından hareket eder. insanlar eşit yaratılmamışlardır ve ilke olarak, büyük çoğunlukla, kendi çıkarını ikinci plana atabilen, yetenekli, akıllıve en önemlisi de iyi olarak doğmuş küçük azınlık arasında büyük bir fark vardır d) Milliyetçilik Kapalı tarım ekonomisinden ulusal pazar ekonomisine geçilirken, insanlar ülke düzeyinde birbirleriyle ilişki içine girdiler. Aynı topluma ait olmanın bilinci gelişti. "Biz" duygusu, derebeyliğin bölgesel sınırlarından ulusal sınırlara kadar genişledi. Ortak dil oluştu, aynı yurdu paylaşmanın bilinci gelişti. Papalığa bağlı evrensel kiliseden, krala bağlı ulusal kiliseye geçildi. Ulusal özellikler bu etkileşim içinde ortaya çıktı. "Ulus" doğmuş oldu. Ulusal devlet, aynı zamanda yüz yüze ilişkilerin, birbirini tanıyanlar arasında ki ilişkilerin önemini yitirdiği bir çerçeveydi. Kurumsal ilişkiler içinde kişi kendisini çok daha güçsüz ve yalnız hissediyordu. Dayanışma duygusuna, manevi dayanağa olan gereksinme artmıştı, işte, böyle bir ortam içindedir ki, yurtseverlik milliyetçiliğe dönüştü. Çatışma Konuları Terör, Uluslararası Terör ve Küresel Terör Ticaret Savaşları ve Ulusal Çıkarlar: Uluslararası Bir Çatışma Alanı Olarak Küresel Ticaret Bir Çatışma Alanı Olarak Enerji ve Küresel Enerji Politikaları Milliyetçi Çatışmalar Uluslararası İlişkilerde Çatışma ve Güvenlik Bağlamında Su Sorunu Fundamentalizm Yasadışı (Kayıtsız) Göçmenler: Uygar Dünyanın Yeni Köleleri Aden Körfezi ve Somali Açıklarında Deniz Haydutluğu Sorunu Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölümünde yer alan çatışmalar Irak: ABD ve Saddam Hüseyin “İşbirliği” ile Gelen Yıkım İsrail Sorunu: Ortadoğu’nun Gordion Düğümü İran-Irak Üstünlük Mücadelesi: Çok Boyutlu Sorunlar Libya ve Uluslararası Sistem: Radikalizmden Yumuşamaya Batı Sahra: Sömürge Mirasında Hâkimiyet Mücadelesi Kuzey Irak: Etnik Bir Sorunun Arkeolojisi Lübnan: İç Çatışmaların ve Suikastların Ülkesi Cezayir: Sömürgeci Geçmişin Gölgesinde İç Savaştan Millî Uzlaşıya Mısır: İç ve Dış Çatışma Dinamikleri Yemen: “Yeni Afganistan” mı? İran Nükleer Krizi: Farklı Algılamalar Üzerine İnşa Edilmiş Uluslararası Güvenlik Sorunu Kafkasya ve Orta Asya bölümünde yer alan çatışmalar Afganistan: Küresel Güçlerin Oyun Alanı Azerbaycan-Ermenistan Çatışması: Kafkasya’da Bitmeyen Mücadele Çeçenlerin Dramı: Kurt ile Ayının Kanlı Dansı Gürcistan: Yeni Dünyanın Doğu-Batı Sınırı Hazar Bölgesi Enerji Politikaları Tacikistan: Çok Boyutlu Bir İç Savaş Özbekistan: Orta Asya’da Demokrasi Korkusu Kırgızistan: Bir Demokrasi Adası mı? Doğu Türkistan: Bir Milliyetçilik Sorunu mu, Bir Ekonomik Sorun mu? Fergana Vadisi: Orta Asya’nın Jeopolitik ve Stratejik Merkezi Türkiye-Ermenistan İlişkileri: Zor Komşuluk Avrupa bölümünde yer alan çatışmalar Makedonya: Balkanlarda Tarihî Miras Kavgası ve Etnik Çatışma Kuzey İrlanda: Bir Etnik ve Dinî Milliyetçilik Sorunu Bosna-Hersek: Batı’nın Güvenini Kaybettiği Medeniyet Batı Trakya: Avrupa’da Çiğnenen Azınlık Hakları Ege’de Barış Yolunda Donmuş Sorunlar Kıbrıs: Doğu Akdeniz’de Egemenlik Mücadelesi Kosova: Arnavut Sorununun Kilit Bölgesi Moldova’da Devlet İçinde Devlet: Transnistria Bask Bölgesi: İspanya’nın Ayrılıkçılık Sorunu Korsika: Üniter Fransa’nın Baş Ağrısı Amerika bölümünde yer alan çatışmalar Kolombiya: Latin Amerika’nın En Uzun Savaşı Quebec: Kanada’nın Milliyetçilik Sorunu Venezüella: Kurumlar, Aktörler ve Çatışma Peru: İnka Ülkesinde Kanlı Çatışma Meksika: Postmodern Bir Devrimci Hareket Zapatistalar ABD-Küba Çatışması: 44 Yıllık Mücadele Nikaragua: Amerikan Müdahaleciliği ve İdeolojik Direniş El Salvador: Latin Amerika’da Yeni Dönemin Öncüsü Guatemala: Mayalar, İdeolojik Savaş ve Dış Müdahale Haiti: Müdahalelerin, Kaosun ve Belirsizliklerin Gölgesinde Bir Ülke Ekvator-Peru: Sınır Anlaşmazlıkları Afrika’daki çatışmalar Sudan: Neo-kolonializmin Kıskacında Bölünme Sancısı Zimbabwe: “A” Taştan Evler ve Yeni Umutlar Burundi: “Orta Doğu” Afrika’da Etnik Çatışma Kongo Demokratik Cumhuriyeti (Zaire): Orta Afrika İç Savaşı Ruanda: “Orta Doğu” Afrika’da Katliamlar Ülkesi Somali: Afrika Boynuzu’nun İstikrarsız Ülkesi Nijerya: Afrika’nın En Kalabalık Ülkesinde Dinsel ve Etnik Çatışma Kenya: Kabileler Arasında İktidar Mücadelesi Çad: Şiddet Sarmalındaki Ülke Darfur Sorunu: Sorunun Kökenleri, Çatışma ve Uluslararası Hukuk Fildişi Sahilleri: Temel Haklar Savaşı Angola: Elmas ve Petrol Savaşı Uganda: Orta Afrika’da Darbeler Ülkesi Sierra Leone: Işıldayan Elmasın Karanlığa Sürgün Ettiği Ülke Tanzanya: Sömürge Geçmişinden Ekonomi Eşitsizliklere Doğu ve Güney Asya bölümünde yer alan çatışmalar Pakistan: Din Eksenli Çatışmanın Pençesinde, Tutunamayan Devlet Olmanın Eşiğinde Kore: Doğu Asya’da Yükselen Çatışma ya da Kasıtlı Tırmandırma? Keşmir: Bağımsızlık Mücadelesinde Bitmeyen Savaş Endonezya: Çatışmadan Demokrasiye Tibet: Dünyanın Çatısında Özgürlük Mücadelesi Tayvan Sorunu: Toprak, Temsil, Aidiyet Doğu Timor: Yeni Devlet Eski Kaos Myanmar (Burma): Karanlıkta Yazılan Tarih Kamboçya: Çinhindi’nin Sorunlu Ülkesi Hindistan: Sömürge Mirasının İç Çatışmaları Filipinler: Etnik Azınlığın Var Olma Mücadelesi ve Şiddet Sri Lanka: Etnik Şiddet ve İç Savaş Kuril Adaları: Rusya ile Japonya’nın Denizlerde Hâkimiyet Mücadelesi Nepal: Gelenek ile Modernizmin Çatışması Kaynaklar Ahmet Taner Kışlalı, Siyasal Sistemler - Siyasal Çatışma 2010 İmge Kitabevi. Ankara. http://www.ihhakademi.com/dunya-catismalari-catisma-bolgeleri-ve-konulari/ SİYASAL ÇATIŞMALAR Veli Sünbül 1111214036 19.11.2014 6