SİYASAL ÇATIŞMA
Siyasal uzlaşma, ancak belirli bir savaşımın, çatışmanın sonunda ortaya çıkar. Uzlaşmayı belirleyen
öğe, güçler arasındaki dengedir. O dengenin oluşumuna olanak veren siyasal çatışma ise, tarafların
ellerindeki savaşım araçlarını incelemeden anlaşılamaz. Ama kullanılan araçlar ve yöntemler ne olursa
olsun, her siyasal çatışma, aynı zamanda inanç sistemleri arasındaki bir çatışmayı da içerir. Siyasal
değişme ise, siyasal çatışmayı izleyen bir süreçtir. Değişmenin belirli bir aşamasında da, devrim
olgusuyla karşılaşılır.
Siyasal Çatışmada Araçlar
Siyasal çatışmada kullanılan araçları, şiddete dayalı olanlar ve şiddete dayalı olmayanlar biçiminde
ikiye ayırarak inceleyebiliriz. Para, sayı ve örgüt, kitle iletişim araçları ikinci gruba girerler.
a) Para
Paranın siyasal çatışmadaki önemi yadsınamaz. Para, kitle iletişim araçlarını etkilemenin ya da
onları doğrudan ele geçirmenin yolu olduğu gibi, ülkeyi yönetenleri ve o yönetenleri seçenleri
doğrudan etkilemenin de olanaklarını sağlar.
Paranın sadece, ticaretin ve sanayinin egemen olduğu çağdaş toplumlarda siyasal yaşamı
etkilediğini sanmak aldatıcıdır. Kapitalizmden önceki dönemlere gidildiğinde de, servet sahiplerinin
siyasal ağırlıklarının fazlalığı açıktır.
Para, etkisini, basit seçmenden başlayarak en yüksek karar sahiplerine kadar gösterebilir. Servet
sahipleri, gazetelere yalnızca ürünlerini satmak için reklam vermezler. Gün olur, kendi düşüncelerini
satmak için de reklam verirler. Hatta gazete sayfalarını kiralayarak, paralı ilanlar yoluyla hükümete bile savaş açabilirler. Amerikan geleneği olan bu yöntemin örnekleri, 1979 yılı ilkbaharında kendi
toplumumuzda bile görülmüştür.
b) Sayı ve Örgüt
Nasıl ki para; servet sahiplerinin, işveren kesimlerinin siyasal mücadeledeki en önemli silahı ise,
sayı ve örgüt de işçilerin ve onun da ötesinde geniş halk kitlelerinin gücünü oluşturur. Serveti olan her
kişi, tek başına bile siyasal yaşamda etkili olabilir. Ama ücretli ya da dar gelirli toplum kesimlerinin
siyasal yaşamda ağırlık taşıyabilmeleri, sayılarına ve örgütlenme düzeylerine bağlıdır. Teker teker
hiçbir ağırlık taşımayan bu kişiler, kalabalık örgütler oluşturduklarında siyasal kararları etkileyebilirler. Hatta kendilerinden yana siyasal iktidarların ortaya çıkmasını sağlayabilirler.
Çoğulcu bir demokraside para işveren için ne ise, örgüt de işçi için odur.
c) Kitle iletişim Araçları
Demokratik olsun olmasın, bir rejimde etkili olmak isteyen siyasal güçler açısından, kitle iletişim
araçları her zaman büyük önem taşır. Çoğulcu bir demokraside, halkın genel çıkarlarının ekonomik
gücü elinde bulunduran azınlığın özel çıkarlarına feda edilmemesi, kitle iletişim araçları üzerinde
ikincilerin doğrudan ya da dolaylı bir denetim tekeline sahip bulunmamasına bağlıdır. Paranın sayıya,
ya da başka bir deyişle sermayenin emeğe egemen olmaması, kitle iletişim araçlarının konumuna
bağlıdır.
Düşünce özgürlüğü, düşüncelerini yayabilme olanakları bulunmadığı zaman fazla bir anlam
taşımaz. Siyasal güçlerin, kitlelere ulaşabilmek, kendilerine yandaş bulabilmek için kullanabilecekleri
araçların sayısı, günümüzde üçtür: Yazılı, sözlü ve görüntülü basın; yani gazeteler, radyo ve
televizyon.
2. ŞİDDETE DAYALI ARAÇLAR VE YÖNTEMLER
Tarih boyunca şiddet, siyasal çatışmanın yaygın bir aracı olmasaydı, şatolara, kalelere gerek
kalmaz, sarayların etrafı yüksek duvarlar ve surlarla çevrilmezdi. Devletin amacı şiddeti yok etmek
değil, şiddetin yurttaşlarca birbirlerine ve devlete karşı kullanılmasını önlemektir. Devlet, gerektiğinde
şiddete başvurmak tekelini elinde tutmak ister. Ama şiddet olanaklarını yitirirse, otoritesini ve etkisini
de yitireceğini bilir.
a)Toplumsal Güçlerin Kullandığı Şiddet
Tüm siyasal rejimlerin istikrarı, siyasal iktidarın toplumdaki güç dengesini iyi yansıtmasına bağlıdır.
En büyük toplumsal güçlerin temsilcileri iktidarda olduğu zaman, devlet otoritesinde bir boşluk ve
rejimde de ciddi bir zayıflık söz konusu olmaz. Tersi bir durumda ise, iktidarın dışında kendisinden
daha büyük bir güç bulunacağı için, iktidar otoritesini tüm topluma kabul ettirmekte güçlük çeker. Bir
bunalım başlar.
b) Siyasal Iktidann Kullandığı Şiddet
Şiddet şiddeti doğurur. Siyasal iktidara karşı şiddet kullananlar, siyasal iktidarı da kendilerine karşı
şiddet kullanmaya zorlamış olurlar. Hele bu şiddet, iktidarın da ötesinde rejimin kendisine yönelmişse,
tehdidin büyüklüğü ölçüsünde rejim de şiddete başvurur, iktidarı ele geçirecek güce sahip olmadan
şiddet kullananlar, sonunda bir baskı rejiminin gerekçelerini ve ortamını hazırlamış durumuna
düşebilirler.
İnanç Sistemleri ve Siyasal Çatışma
İdeolojilerin de dinler gibi bir inanç sistemleri olduklarını daha önce görmüştük, ister doğrudan siyasal
nitelikli olun, isterse dinler gibi siyasetle ancak dolaylı olarak ilgilensin, tüm inanç sistemlerinin siyasalçatışmaya doğrudan ya da dolaylı bir biçimde yansıması kaçınılmazdır. İnsanların davranışları herzaman inançlarının uzantısı olmasa bile, inançlarla davranışlar arasında bir bağlantının bulunması
doğaldır. İn anç sistemleri bir yandan insanları birleştirirken, öte yandan da farklı inanç sistemlerini
benimsemiş olanlarla onların arasındaki ayrımları arttırır. Ama farklı inanç sistemlerini benimsemiş
toplum kesimleri yan yana barış içinde yaşarlarken birden şiddetli bir çatışmaya tutuşmuşlarsa, bunun
nedenini inanç sistemlerinde değil, toplumun maddesel koşullarının yarattığı bunalımlarda aramak
gerekir.
1. DİN VE SİYASET
Durkheim'e göre din, toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak temel öğelerin başında gelir. Dinin,
toplumun işleyişini bozacak, varlığını sürdürmesini zorlaştıracak nitelikteki bireysel davranışları
bastırmak ve kişiyi topluma uyumlu hale getirmek gibi önemli bir işlevi vardır.
Marksizm, diğer ideolojiler gibi, dinlerin de sınıf çatışmalarının bir ürünü olduğunu savunur. Dini, bir
bakıma, kurulu düzenin ve egemen sınıfın ideolojisi sayar. Dinin, toplumsal sistemin işlemesini
sağlayan bir öğe gibi değerlendirilmesi açısından, Karl Marx'ın Durkheim'le uyuştuğu söylenebilir.
Max Weber ise, dinin toplumdan çok insanın birey olarak bazı ruhsal gereksinmelerini karşıladığı
inancındadır. Weber'e göre, insanın bütün davranışlarında akla yakın nedenler yoktur, insan, ölüm gibi
bilimsel yaklaşımla çözümleyemediği olgulara akıldışı yanıtlar getirmek eğilimindedir. Bilimsel veriler
ve akıl yürütme ile açıklayamadığı olguların yanıtlarım dinden beklemektedir.
Dinlerin kökeninde, bir araya gelme, dayanışma, yaşamın ölümden sonra da -başka biçimler altında
bile olsa- sürmesi, bugün çekilen sıkıntı ve acıların geçici olduğu ve gelecek yaşamda ödüllendirileceği
umudu gibi doğal gereksinmelerin rolü yadsınamaz. Bilimin açıklayamadığı şeyleri, doğa üstü güç ya
da güçlere dayanarak açıklamak da bu çerçevede sayılabilir.
a) Hıristiyanlık
Musa Peygamber'in amacı, ulusal bir din kurarak, bütün İsrail kabilelerini birleştirmekti. Bu nedenle de
Musevilik, evrensel bir din olma iddiası ve amacı taşımıyordu. Yahudi ırkını yeryüzüne egemen kılan
bir Tanrı anlayışı söz konusuydu. Hıristiyanlık ise, çok daha geniş kapsamlı dayanışma yaratmaya
yönelik bir din olarak doğdu, insanlar ve uluslar arasındaki eşitliği savunarak, çok daha geniş bir
yandaş kitlesi sağladı.İsa, yaşadığı dönemde toplumda var olan haksızlıkları eleştirmiş, ezilenlerin acılarını azaltmayaçalışmıştı. Ama o haksızlıkların var olmadığı bir toplumsal düzen üzerinde pek durmamıştı. Çünkü önemli olan dünyasal düzen değil, ruhun ait olduğu Tanrı'nın düzeniydi.
b) Müslümanlık
İsa dan beri bütün dinler, bu dünya nimetlerinin önemsizliğini, hatta kötülüğünü
savunmuşlardır. Buda'ya göre, insanın ne kadar parası pulu varsa, o ölçüde Nirvana'dan uzaklaşır,
İsa'ya göre: "Bir zenginin cennete gitmesi, bir devenin iğne deliğinden geçmesi kadar zordur." Oysa
İslam bunların tam tersini söyler: "Kazanan Tanrı'nın sevgilisidir." Böylece İslamiyet, öte dünyaya
olduğu kadar bu dünyaya da önem veren, bunun doğal sonucu olarak da bazılarına göre ruhsal
iktidar-bedensel iktidar ayrımını tanımayan bir din olmaktadır.
Şu sözler Hazreti Muhammed'e aittir: "Tanrı diyor ki, ancak emeğini toprağa sarf eden, ancak
toprakta kendisi tarım yapan o toprağın sahibidir."
c) Laiklik
Genellikle din ile devlet işlerinin ayrılması olarak tanımlanan laiklik, elbette ki din ve vicdan
özgürlüğünü de içerir. Ama sadece din ve vicdan özgürlüğünün tanınmış olması, o toplum düzeninin
laik olduğu anlamına gelmez. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu'nda dinsel hoşgörü vardı, laiklik yoktu.
Laik toplum düzeni, bütün din ve inançtan insanların, eşit koşullarla aynı kurallara uymak durumunda
bulundukları, hiç kimseye dinsel ayrıcalık ve üstünlük tanımayan bir toplum düzenidir. Laiklik, toplum ve devlet yaşamının akla ve bilime dayatılmasıdır.
Laiklik tarihsel gelişim içinde Avrupa'da doğdu. Feodal düzen yıkılmış, Tanrısal iradenin ürünü
olduğuna ve dolayısıyla sonsuza kadar yaşayacağına inanılan toplumsal ve siyasal kurumlar sona
ermişti. Hıristiyan kilisesinin yüzyıllardır yaydığı dogmaların geçersizliği -coğrafi keşiflerin de etkisiyleyaşanarak
görülmüştü. Örneğin dünyanın bir tepsi gibi yuvarlak ve düz olmadığı anlaşılmıştı. Peşinen,
sınanmadan doğru oldukları varsayılan dogmaların yerini, bilimsel nitelikli bilgiler almaya başlamıştı.
2. ÇAĞDAŞ İDEOLOJİLER
İdeolojiler, toplumların ya da toplumların içindeki belirli kesimlerin gereksinmelerine yanıt veren, kendiiçinde tutarlı inanç sistemleridir. Her toplum kesimi, kendi ideolojisine yani kendi inançlarınauyan birsiyasal iktidarı yasal sayar ve ona baş eğmeyi doğal kabul eder. Halkın çoğunluğunun inançlarınauygun olan bir yönetim biçimi yasaldır. Bu çoğunluk ne kadar büyürse, siyasal istikrar ve toplumsa lbarış o ölçüde artabilir. Ama toplumun büyük bir kesiminin inançlarına ters düşen bir yönetime ancak korku nedeniyle baş eğilir. Bu kesimin büyümesi ölçüsünde, rejim giderek daha çok baskıya dayanmak zorunda kalır.
Günümüzde etkisini korumayı sürdüren siyasal ideolojileri dört grup altında ele alacağız; liberalizm,
sosyalizm ve komünizm, tutuculuk ve faşizm, milliyetçilik.
a) Liberalizm
Liberalizm -tarihsel evrim içinde- Avrupa'daki topraksoylular (Aristokrasi) ile kentsoylular (Burjuvazi)
arasındaki çatışmaya koşut olarak doğdu. Onuncu yüzyıldan başlayarak kentlerde gelişen ticaret ve
sanayi, varlıklı, yeni bir toplumsal sınıfın doğmasına olanak vermişti. Zaman bu kentsoylu sınıfı
ekonomik ve toplumsal açıdan daha da güçlendirirken, kapalı tarım ekonomisinin yıkılmaya yüz
tutması toprak soyluların giderek zayıflamalarına neden oluyordu.
Genel ve eşit oy ilkesinin kabulü için, 1789'dan 1848'e kadar süren büyük mücadelelerin verilmesi
ve çok kan dökülmesi gerekmiştir. Önce çok varlıklılara tanınan oy hakkı, giderek daha az varlıklılara
genişletilmiş, yoksul ve emekçilerin oy hakkını elde etmeleri ise çok zor ve büyük kayıplar pahasına
olmuştur. 1980'lerin ikinci yarısında Güney Afrika'da zencilere eşit oy hakkı tanımamak için takınılan
tutumun altında yatan nedenler, geçen yüzyılın başında toplumun alt kesimlerine karşı öne sürülen
nedenlerden çok farklı değildir.
b) Sosyalizm ve Komünizm
Topraksoylular-kentsoylular çatışmasında ilginç bir görünüm vardı. Topraksoylulann ezdiği köylüler
kilisenin de yardımı ile kendilerini ezenlerin, sömürenlerin yanında yer aldılar. Aydınlar ve bir çıkar
çatışması içinde oldukları halde işçiler ise kentsoyluları desteklediler. Burada köylülerin davranışı
bilinçsiz ve kendi çıkarlarına ters, işçilerinki ise bilinçliydi. Çünkü liberalizmin ilkeleri olan eşitlik ve
özgürlük, işçiler de dahil tüm halk yığınlarının yararınaydı. Ama yalnızca yasalar önündeki eşitlik ve
siyasal hak ve özgürlükler onların sorunlarını karşılamaya yetmediği içindir ki, sosyalizm yeni bir
ideoloji olarak siyasal çatışmalardaki yerini aldı.
c) Demokratik Sol-Sosyal Demokrasi
Demokratik sol ya da sosyal demokrat ideoloji, Marksizmden sonra tarihsel bir sentez olarak oluştu.
Bir yandan, liberalizmin getirdiği siyasal demokrasinin kazanımlannı hiçbir zaman yadsımadı; öte
yandan, emeğin savunuculuğunu ve toplum yararının özel çıkarların üzerinde olmasını gözetti.
Böylece liberalizm ile sosyalizmin sentezi bir ideoloji doğmuş oldu. Fransa'nın sosyalist başbakanı
Michel Rocard'ın deyimi ile; "Sosyal demokrasi, Marksizme kuramsal ve devrime siyasal bir ihanet,
sınıfların işbirliği ve enternasyonalizmden kopma" demektir. Bunları eleştirerek değil, kendisi de bir
sosyal demokrat olarak beğeni ile söyleyen Rocard, bir anlamda sosyal demokrasinin Marksizmden
ayrıldığı noktaları da özetlemiş oluyor.
d) Tutuculuk ve Faşizm
Gerek liberalizm gerekse sosyalizm çıkış noktasında iyimserdir, insanın iyi doğduğunu, ama
koşulların onu bazı durumlarda kötü yaptığını, örneğin suça ittiğini savunur. İnsan akıllıdır ve kendisi
için neyin iyi neyin kötü olduğunu seçebilecek yetenektedir. Oysa tutucu düşünce, sıradan insanın
kötü, bencil olduğu, kendi çıkarını göremeyeceği inancından hareket eder. insanlar eşit
yaratılmamışlardır ve ilke olarak, büyük çoğunlukla, kendi çıkarını ikinci plana atabilen, yetenekli, akıllıve en önemlisi de iyi olarak doğmuş küçük azınlık arasında büyük bir fark vardır
d) Milliyetçilik
Kapalı tarım ekonomisinden ulusal pazar ekonomisine geçilirken, insanlar ülke düzeyinde
birbirleriyle ilişki içine girdiler. Aynı topluma ait olmanın bilinci gelişti. "Biz" duygusu, derebeyliğin
bölgesel sınırlarından ulusal sınırlara kadar genişledi. Ortak dil oluştu, aynı yurdu paylaşmanın bilinci
gelişti. Papalığa bağlı evrensel kiliseden, krala bağlı ulusal kiliseye geçildi. Ulusal özellikler bu
etkileşim içinde ortaya çıktı. "Ulus" doğmuş oldu. Ulusal devlet, aynı zamanda yüz yüze ilişkilerin,
birbirini tanıyanlar arasında ki ilişkilerin önemini yitirdiği bir çerçeveydi. Kurumsal ilişkiler içinde kişi
kendisini çok daha güçsüz ve yalnız hissediyordu. Dayanışma duygusuna, manevi dayanağa olan
gereksinme artmıştı, işte, böyle bir ortam içindedir ki, yurtseverlik milliyetçiliğe dönüştü.
Çatışma Konuları
Terör, Uluslararası Terör ve Küresel Terör
Ticaret Savaşları ve Ulusal Çıkarlar: Uluslararası Bir Çatışma Alanı Olarak Küresel Ticaret
Bir Çatışma Alanı Olarak Enerji ve Küresel Enerji Politikaları
Milliyetçi Çatışmalar
Uluslararası İlişkilerde Çatışma ve Güvenlik Bağlamında Su Sorunu
Fundamentalizm
Yasadışı (Kayıtsız) Göçmenler: Uygar Dünyanın Yeni Köleleri
Aden Körfezi ve Somali Açıklarında Deniz Haydutluğu Sorunu
Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölümünde yer alan çatışmalar
Irak: ABD ve Saddam Hüseyin “İşbirliği” ile Gelen Yıkım
İsrail Sorunu: Ortadoğu’nun Gordion Düğümü
İran-Irak Üstünlük Mücadelesi: Çok Boyutlu Sorunlar
Libya ve Uluslararası Sistem: Radikalizmden Yumuşamaya
Batı Sahra: Sömürge Mirasında Hâkimiyet Mücadelesi
Kuzey Irak: Etnik Bir Sorunun Arkeolojisi
Lübnan: İç Çatışmaların ve Suikastların Ülkesi
Cezayir: Sömürgeci Geçmişin Gölgesinde İç Savaştan Millî Uzlaşıya
Mısır: İç ve Dış Çatışma Dinamikleri
Yemen: “Yeni Afganistan” mı?
İran Nükleer Krizi: Farklı Algılamalar Üzerine İnşa Edilmiş Uluslararası Güvenlik Sorunu
Kafkasya ve Orta Asya bölümünde yer alan çatışmalar
Afganistan: Küresel Güçlerin Oyun Alanı
Azerbaycan-Ermenistan Çatışması: Kafkasya’da Bitmeyen Mücadele
Çeçenlerin Dramı: Kurt ile Ayının Kanlı Dansı
Gürcistan: Yeni Dünyanın Doğu-Batı Sınırı
Hazar Bölgesi Enerji Politikaları
Tacikistan: Çok Boyutlu Bir İç Savaş
Özbekistan: Orta Asya’da Demokrasi Korkusu
Kırgızistan: Bir Demokrasi Adası mı?
Doğu Türkistan: Bir Milliyetçilik Sorunu mu, Bir Ekonomik Sorun mu?
Fergana Vadisi: Orta Asya’nın Jeopolitik ve Stratejik Merkezi
Türkiye-Ermenistan İlişkileri: Zor Komşuluk
Avrupa bölümünde yer alan çatışmalar
Makedonya: Balkanlarda Tarihî Miras Kavgası ve Etnik Çatışma
Kuzey İrlanda: Bir Etnik ve Dinî Milliyetçilik Sorunu
Bosna-Hersek: Batı’nın Güvenini Kaybettiği Medeniyet
Batı Trakya: Avrupa’da Çiğnenen Azınlık Hakları
Ege’de Barış Yolunda Donmuş Sorunlar
Kıbrıs: Doğu Akdeniz’de Egemenlik Mücadelesi
Kosova: Arnavut Sorununun Kilit Bölgesi
Moldova’da Devlet İçinde Devlet: Transnistria
Bask Bölgesi: İspanya’nın Ayrılıkçılık Sorunu
Korsika: Üniter Fransa’nın Baş Ağrısı
Amerika bölümünde yer alan çatışmalar
Kolombiya: Latin Amerika’nın En Uzun Savaşı
Quebec: Kanada’nın Milliyetçilik Sorunu
Venezüella: Kurumlar, Aktörler ve Çatışma
Peru: İnka Ülkesinde Kanlı Çatışma
Meksika: Postmodern Bir Devrimci Hareket Zapatistalar
ABD-Küba Çatışması: 44 Yıllık Mücadele
Nikaragua: Amerikan Müdahaleciliği ve İdeolojik Direniş
El Salvador: Latin Amerika’da Yeni Dönemin Öncüsü
Guatemala: Mayalar, İdeolojik Savaş ve Dış Müdahale
Haiti: Müdahalelerin, Kaosun ve Belirsizliklerin Gölgesinde Bir Ülke
Ekvator-Peru: Sınır Anlaşmazlıkları
Afrika’daki çatışmalar
Sudan: Neo-kolonializmin Kıskacında Bölünme Sancısı
Zimbabwe: “A” Taştan Evler ve Yeni Umutlar
Burundi: “Orta Doğu” Afrika’da Etnik Çatışma
Kongo Demokratik Cumhuriyeti (Zaire): Orta Afrika İç Savaşı
Ruanda: “Orta Doğu” Afrika’da Katliamlar Ülkesi
Somali: Afrika Boynuzu’nun İstikrarsız Ülkesi
Nijerya: Afrika’nın En Kalabalık Ülkesinde Dinsel ve Etnik Çatışma
Kenya: Kabileler Arasında İktidar Mücadelesi
Çad: Şiddet Sarmalındaki Ülke
Darfur Sorunu: Sorunun Kökenleri, Çatışma ve Uluslararası Hukuk
Fildişi Sahilleri: Temel Haklar Savaşı
Angola: Elmas ve Petrol Savaşı
Uganda: Orta Afrika’da Darbeler Ülkesi
Sierra Leone: Işıldayan Elmasın Karanlığa Sürgün Ettiği Ülke
Tanzanya: Sömürge Geçmişinden Ekonomi Eşitsizliklere
Doğu ve Güney Asya bölümünde yer alan çatışmalar
Pakistan: Din Eksenli Çatışmanın Pençesinde, Tutunamayan Devlet Olmanın Eşiğinde
Kore: Doğu Asya’da Yükselen Çatışma ya da Kasıtlı Tırmandırma?
Keşmir: Bağımsızlık Mücadelesinde Bitmeyen Savaş
Endonezya: Çatışmadan Demokrasiye
Tibet: Dünyanın Çatısında Özgürlük Mücadelesi
Tayvan Sorunu: Toprak, Temsil, Aidiyet
Doğu Timor: Yeni Devlet Eski Kaos
Myanmar (Burma): Karanlıkta Yazılan Tarih
Kamboçya: Çinhindi’nin Sorunlu Ülkesi
Hindistan: Sömürge Mirasının İç Çatışmaları
Filipinler: Etnik Azınlığın Var Olma Mücadelesi ve Şiddet
Sri Lanka: Etnik Şiddet ve İç Savaş
Kuril Adaları: Rusya ile Japonya’nın Denizlerde Hâkimiyet Mücadelesi
Nepal: Gelenek ile Modernizmin Çatışması
Kaynaklar
Ahmet Taner Kışlalı, Siyasal Sistemler - Siyasal Çatışma 2010 İmge Kitabevi. Ankara.
http://www.ihhakademi.com/dunya-catismalari-catisma-bolgeleri-ve-konulari/
SİYASAL ÇATIŞMALAR Veli Sünbül 1111214036
19.11.2014
6