[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu

M S 111

ISSN 1301­2762 4. Büyük Üstad Mesaj Sahir Talât AKEV 6. Message From the Grand Master Sahir Talât AKEV 7. Üç Konak Namık OMAĞ 17. Masonik Tarihimizden Kesitler (II. Bölüm) XX. Yüzyılın Başından 1923 Yılına Kadar ülkemizdeki Masonik Gelişmeler A. Oktay GÜNDOĞDU 33. Ritler ve Dereceler Celil LAYİKTEZ 42. Ritler ve Ritueller Neşet SİRMAN 47. Neş'et Sirman Kardeşin Ardından Hazer AKIN 49. Görevler ve Görevliler Raşid TEMEL 55. Herşeyin Sembolü İnsandır 58. İnsanın Başlangıcı Üzerine 69. Burada Olmak 75. Nasıl Bir Yardım? 82. Hukukta ve Masonlukta Vasiyetname 91. Localardan Haberler 102. Aramızdan Ayrılanlar YIL: 1999 İsmail Hakkı DEMİRCİ Mesut TUNÇEL Sümer SALDIRAY Ergun ÇOBANOĞLU Yuda REYNA Mimar SİNAN Mimar SİNAN NO: 111 Kapak Kompozisyonu : SİNASİ BARUTÇU Y E N İ L İ K B A S I M E V İ Tel. 243 55 72 ­245 32 48 * İSTANBUL ­ 1999 MİMAR SİNAN Gevşemeyin, endişe etmeyin. İnananız sağlamsa, mutlaka başarırsınız. Şanı Yüce Kur'an, S.lll. 139 M İMAR S'INAN Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının tarihî, çağdaş ve gerçekçi açıdan araştırma ve yayın organıdır. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası adına imtiyaz sahibi : Sahir Talât AKEV Yazı işlerini fiilen idare eden : Osman S. ALTINAY DERGİDE ÇIKAN YAZILARIN SORUMLULUĞU ÜÇ AYDA BİR ÇIKARILIR, YAZARLARINA AİTTİR. ÜYELERE MAHSUSTUR. ISSN 1301­2762 SAYI : 111 Nuruziya Sokağı 25, 80050 ­ Beyoğlu Tel: 0 212 251 26 50 4. Büyük Üstad Mesaj 6. Message From the Grand Ma ster 7. Üç Konak 17. Masonik Tarihimizden Kesitler (II. Bölüm) XX. Yüzyılın Basından 1923 Yılına Kadar ülkemizdeki Masonik Gelişmeler 33. 42. 47. 49. Ritler ve Dereceler Ritler ve Ritüeller Neş'et Sirman Kardeşin Ardından Görevler ve Görevliler 55. Herşeyin Sembolü İnsandır 58. İnsanın Başlangıcı Üzerine 69. Burada Olmak 75. Nasıl Bir Yardım? Hukukta ve 82. Masonlukta Vasiyetname 91. Localardan Haberler 102. Aramızdan Ayrılanlar MART 1999 Sahir Talât AKEV Sahir Talât AKEV Namık OMAĞ A. Oktay GÜNDOĞDU Celif LAYİKTEZ Neşet SİRMAN Hazer AKIN Raşid TEMEL İsmail Hakkı DEMİRCİ Mesut TUNÇEL Sümer SALDIRAY Ergun ÇOBANOĞLU Yuda REYNA Mimar SİNAN Mimar SİNAN BÜYÜK USTAD MESAJI İNTİZAM ÜZERİNE Aziz Kardeşlerim, Masonlukta intizam konusu çok sık konuşulan ve hakkında çok spekülasyon yapılan bir kavramdır. Özellikle Büyük Locamız 1965 yılında bir tanzim (Consecration) işlemine tâbi tutulduğu için bu tarih özellikle anılır ve bunun Masonlu­ ğumuzda yeni bir sahife açtığı hakkı ile söy­ lenir. Bu kavram ve düşüncelerin hiçbirine karşı gele­ cek değilim ve önceki Büyük Üstad En Muh­ terem Tunç TİMURKAN Kardeşimin bir me­ sajında ifâde ettiği gibi, Türk Masonluğu 1965 yılında bu sonucu sağlayan kardeşle­ rine borçludur. Ancak gerçeklerden hiçbir zaman uzaklaşma­ mamız gereği nazara alınırsa, dünyada kendilerine mason ismini veren ve mason kural ve geleneklerinin bir çoğuna uyan başka örgütlerin de mevcut bulunduğunu kabul etmemiz gerekir. Bunlara, bizim ter­ minolojimizde, gayrı muntazam ve munta­ zam olmayan Masonluk denilmektedir. Bu, uluslararası terminolojinin regular ­ irregu­ lar ­ regulier irregulier'nin bir çevirisidir. Pekâla biliyoruz ki, bu ayırım önce Belçika Grand­Orient'inin özellikle 1877 yılında Fransız Grand­Orient'inden almış oldukları bir ilke kararından doğmuştur. Geleneksel Masonluğun benimsediği bir Landmark'ı bünyesinden çıkaran bu kararlar, gelenek­ lere bağlı Masonluğun tepkisine neden ol­ muş ve bu suretle dünya Masonluğu munta­ zam ve gayrımuntazam diye iki türe ayrıl­ mıştır. Tarihî gerçek bu olmakla birlikte, gayrimunta­ zam ibaresinin bazı kırgınlık ve alınganlık­ lara neden olduğunu bilmekteyim. Bunun böyle anlaşılmaması, ve bu ibarenin maso­ nik terminolojide sâdece bir nitelendirme aracı ve aradaki farkı belirleyici olarak kul­ lanıldığı ve hiçbir küçük düşürme ve aşağı­ layıcı niyete dayanmadığını özellikle vurgu­ lamak isterim. Kadîm Mason geleneklerine bağlılığının bir sonucu olarak, inanç anlayı­ şının da tutuculuk olarak nitelendirilmesini yadırgamaktayım. Masonluğa yaklaşımla­ rı farklı olan bu örgütlerin kendi inandıkları prensip ve kurallara sâdık kalmakla birlik­ te, diğerleri hakkında kırıcı söz ve hareket­ lerden sakınmalarının Masonluğun yararı­ na olacağı düşüncesindeyim. Kardeşçe Sevgilerimle, Sahir Talât AKEV Büyük Üstad MESSAGE FROM THE GRAND MASTER Dear Brethren, Regularity is a concept which is quite frequently talked about and speculated on in Free Masonry. As our Grand Lodge was consecrated in 1965; this date is specially remembered as "Opening a new page" in The Turkish Masonry. I am not going to deny any of these thoughts and concepts, and as emphasised in M . W.. G.. M Tunç Timurkan's message; I would like to stress that The Turkish Masonry does owe to those Brethren who have made this outcome possible in 1965. In order not to deviate from the truth; it is to be admitted that there are other various organisations who abide by most rules of Masonry and call themselves Masons. In our terminology these organisations are known as non-regular or irregular Masons. We certainly know that this differentiation started in 1877, when The Belgian Grand Orient and the French Grand Orient mutually decided to discard a major landmark from traditional Masonry. Thus, the reaction caused Masonry to split into two, as regular and irregular. Even though; this is the historical word "irregular" is regarded beholders. reality, I know as "offending" that by the the I would like to emphasise that this word is nothing more than an adjective, only used to make the differentiation between the two obedience's and is not meant to humiliate or to degrade the other. I am also disturbed by the thought that believing in the traditions of Ancient Masonry should be regarded as Conservativeness. To my opinion; it will be to Masonry's utmost benefit, if the followers of both obedience's, whose approach to Masonry are different, should abide by their beliefs and principles and yet avoid offending each other. With Brotherly Love, Sahir Talât AKEV Grand Master TARİH ÜÇ KONAK N a m ı k OMAG B u r a d a , doğumları farklı yerde ve farklı z a m a n d a olan, üç tarihî sos­ yal olayı t a r i h felsefesi açısından incelemeye çalışacağız. Bu üç olaydan Fransız Masonluğu 1725­1998 yılları a r a s ı n d a 273 se­ ne, Fransız İhtilâli 1789­1998 yılları arasında 209 sene, Tanzimat de­ nen Türk siyasî, sosyal, hukukî ve idarî ıslahatı 1839­1998 yılları ara­ sında 159 sene evvel oluşmuş b u l u n m a k t a d ı r . İki memleketin, sosyal ve h u k u k î tarihini ayrı ayrı ilgilendiren F r a n ­ sız Devrimi ve Masonluğu ile T ü r k H u k u k Felsefesini ilgilendiren T a n z i m a t d e n e n ı s l a h a t h a r e k e t i a r a s ı n d a k i sebeb­sonuç ilişkisini bilmek sosyal ve h u k u k î açıdan b ü y ü k önem taşır. Bu üç olayı "ÜÇ KONAK" adı altında a n a hatlarıyla sunacağız. 1. FRANSIZ B Ü Y Ü K İHTİLALİ: 18. asrın ikinci yarısında, Atlanti­ ğin ötesinde, Amerika K ı t a s ı n d a k i İngiliz müstemlekelerinde, insan­ l a r yepyeni bir prensip etrafında t o p l a n a r a k , a n a v a t a n l a r ı n a isyan bayrağı açmışlardır. Bu isyanın prensibi de şudur. "Bütün i n s a n l a r eşit olarak y a r a t ı l m ı ş l a r ve Yüce T a n r ı tarafından, kendilerine elle­ r i n d e n a l ı n a m a z bazı h a k l a r bahşedilmiştir. B u n l a r a r a s ı n d a yaşa­ m a k hürriyetinden y a r a r l a n m a k ve m u t l u olmayı istemek h a k l a r ı ön saftadır. Bu prensip, o dönemde insanlığın bir kısmının, tıpkı bir yük hayvanı gibi ömür boyu, diğer kısmının hizmetine ayrılması ve "esir" ismi veri­ len haksızlığa u ğ r a m ı ş l a r ı n en tabiî i n s a n h a k l a r ı n d a n yoksun bıra­ kılmasını, eski devir insanlarının, vicdanlarının k a b u l etmiş olması, b u g ü n bizim h a y r e t ve nefretimizi gerektiren bir davranıştır. Tabiî olan bu h a k l a r ı n , eski devirlerde dahi, vazgeçilmez h a k l a r d a n olduğunu kabul eden düşünürler vardır. Stoisizm felsefesi taraftarla­ rının hepsi, esirliğe karşı idiler. Romalı Seneca'nm esirler h a k k ı n d a k i m e ş h u r sözleri şöyledir: "Sen, onlara esirdirler diyorsun. Hayır onlar da insandır, onlar da senin gibidir. Senin esir dediğin insanlar, senin gibi aynı t o h u m d a n var olmuştur. Onlar da senin gibi semaya bakar­ lar, aynı havayı teneffüs eder, senin gibi doğar, senin gibi ölürler." de­ m e k sureti ile esirliğe k a r ş ı çıkmıştır. Hürriyet ideali sayesinde esirlik k u r u m u ortadan kalkmıştır. Bedenle ilgili ve h u k u k î esirlik o r t a d a n kaldırıldıktan sonra, sıra fikir ve vic­ d a n s a h a s ı n d a k i esirliğe gelmiştir. 18. asrın fikir ve vicdan hürriyeti, b ü t ü n dünya düşünürlerinin genel isteği şeklini almıştır. B u g ü n k ü sosyal ve h u k u k î o r g a n i z a s y o n u n esasları olan fikirlerin m e y d a n a gelmesinde GROTIUS, VOLTAIRE, M O N T E S Q U I E U , ROUSSEAU gibi b ü y ü k d ü ş ü n ü r ve âlimlerin rol ve hizmetleri b ü y ü k t ü r . D ü ş ü n ü r l e r tarafından ileri sürülen fikirler a r a s ı n d a en büyük deği­ şikliği getiren fikir, kişinin cismanî ve fikrî hürriyetidir. Bu h ü r r i y e t k a v r a m ı n d a b u l u n a n dinamik kuvvet ve yaratıcı k u d r e t insanlık için bir k u r t u l u ş h a r e k e t i olmuştur. Bu yüksek iki idealin gerçekleşmesi, diğer bir ifâde ile, fikir ve vicdan hürriyeti, ideal bir k a v r a m olmaktan çıkıp, hukukî bir esas olması, iki ihtilâl sayesinde olmuştur. B u n l a r Amerika ve Fransız ihtilâlleridir. Vicdan hürriyeti prensibinin bir k a n u n halini alması, ilk defa Ameri­ ka'da olmuştur. Amerika İhtilâlinden sonra, 1776'da bu prensip bir k a n u n l a kabul edilmiştir. Fransız İhtilâli "İnsan Hakları" ile 1789'da vicdan ve fikir hürriyetini kabul etmiştir. Fikir ve düşünce şekli dolayısı ile genel düzeni bozmadıkça, hiç kimse r a h a t s ı z edilemez, denilmiştir. Bu prensip 27 Ağustos 1789 tarihinde kabul edilmiş­ tir. Fransız İhtilâlinden sonra bu esas, b ü t ü n Avrupa'ya yayılmıştır. Bu­ g ü n p a r l a m e n t e r rejimlerin anayasalarında vicdan ve fikir hürriyeti­ ni sağlayan m a d d e l e r vardır. F r a n s a ' d a din hürriyeti, a n c a k Fransız İhtilâli sayesinde olmuştur. A m e r i k a n isyanı ve prensibi, F r a n s ı z d ü ş ü n ü r l e r i n söz ve yazıları, F r a n s ı z İhtilâlinin kaynağı olmuştur. 18. asrın sonlarında kopan bu ihtilâl Avrupa'yı 25 yıl emsalsiz bir karışıklık içinde yuvarlayarak ye­ n i bir A v r u p a ' n ı n k u r u l m a s ı n a sebeb olmuştur. Fransız Büyük İhtilâli, Fransız sosyal, idarî ve siyasî k u r u l u ş u n u de­ ğiştirmiştir. B u değişiklik, meclis tarafından kesinleştirilmiş olan in­ s a n ve v a t a n d a ş h a k l a r ı genel prensibine göre yapılmştır. Bu presip­ l e r i n en önemlisi " İ n s a n l a r ı n Eşitliği" p r e n s i b i d i r . Bu p r e n s i p , 1789'dan beri F r a n s ı z a m m e ve h u s u s î h u k u k u n d a yer a l m a k t a d ı r . Eşitlik prensibi adına b ü t ü n farklılıklar, imtiyazlar, loncalar, sıfat ve payeler, şahsî ve kollektif ayrıcalıklar, siyasî ve sosyal ayrıcalıklar kaldırılmıştır. B u suretle sosyal sınıflar a r a s ı n d a denge t e m i n edil­ miştir, derebeylik h u k u k u , derebeylik adliyesi ve kilise yüzde onu da kaldırılmıştır. Fransız Devrimi şu önemli işleri görmüştür: a) İ n s a n H a k l a r ı B e y a n n a m e s i n i n k a b u l ü ve yayınlanması, b) Eşitlik ve Özgürlük fikirlerinin k a b u l ü ve yasalaştırılması, c) Krallığın kaldırılması, d) C u m h u r i y e t İdaresinin gerçekleştirilmesi, e) Hukukî, sosyal, k ü l t ü r ve ilmî sahalarda yeni esaslar ve organizas­ yonlar tatbiki, f) Devrimin dayandığı fikirlerin b ü t ü n Avrupa'ya yayılmasının sağ­ l a n m a s ı ve z a m a n l a aynı sonuçlara ulaşılmasının temini, İşte F r a n s a ' n ı n 18. asırdaki genel tablosunun gösterdiği m a n z a r a bu­ dur. 2. F R A N S I Z M A S O N L U Ğ U : Sosyal bir k u r u l u ş olan ve s a v u n d u ğ u fikirler b a k ı m ı n d a n Masonluk kuruluşu, sosyal tarihinin bir bölümü­ dür. Bu sebeble tarihî seyrini, Fransa'da Masonluğun doğuşu ve F r a n ­ sız İhtilâli ile ilişkilerini tesbite çalışacağız. Biz Fransız devrimi ile ilgili olan bir a r a ş t ı r m a yaptığımızdan Fransız Masonluğu açısından ayrıntılı bir açıklama y a p m a k yerine olayları a n a h a t l a r ı ile belirtmeyi uygun görmekteyiz. B u r a d a , F r a n s ı z Ma­ sonluk Tarihi bakımından masonik olaylara değineceğiz. Masonluğun Fransa'ya hangi tarihte girdiğine dair kesin bir bilgi yok­ tur. 1737 senesine k a d a r çok gizli t u t u l a n bu dernek hakkında ne dev­ let, ne de Fransız Locaları arşivlerinde bir belge yoktur. Ancak, İngil­ tere Büyük Locası arşivlerinde, 1732'de "Au­Louis­d'Argent locasına bir p a t e n t verildiği, bu locanın "Faubourg Saint Germain" mahallesin­ de, "Boucheries" sokağında bulunan bir İngiliz lokantasında toplandı­ ğı, yine aynı arşivde 13 Temmuz 1733'de "La Parfaite Union" adlı bir locanın k u r u l d u ğ u yazılıdır. Diğer bir belgede de, D u n k e r q u e şehrin­ de 1721'de "Dostluk ve Kardeşlik" adı altında bir loca kurulduğu belir­ tilmiştir. F r a n s a ' y a Masonluğun giriş tarihi t a r t ı ş m a l ı olup, bazıları 14. Louis zamanında, 1674'de F r a n s a ' d a gizli olarak çalışmakta oldu­ ğ u n u ileri s ü r m e k t e d i r l e r . D u r u m böyle olmakla b e r a b e r y a z a r l a r , Masonluğun Fransa'ya 18. asrın ilk çeyreğinden sonra girdiğini kabul ederler. 1717'de L o n d r a ' d a k u r u l a n M a s o n l u ğ u n teorik şeklinin k u r u l u ş ve m e y d a n a çıkmasına çalışanların b a ş ı n d a olan ve bir Fransız protes­ t a n papazının oğlu b u l u n a n "Desaguliers" Fransa'da, La Rochelle şeh­ rinde 1683'de doğmuştur. 14. Louis'nin protestanlara karşı k a t ı tutu­ m u dolayısı ile ailesiyle İngiltere'ye göç etmiştir. 1717'de spekülatif M a s o n l u ğ u h a y a t a geçiren Desaguliers, Galler P r e n s i Frederic'i ve Montesquieu'yü tekris etmiştir ve 1735'de t e k r a r F r a n s a ' y a dönmüş­ tür. F r a n s ı z l a r d a n Masonluğa ilk giren Montesquieu, yeri ve kişiliği ile dinî meselelerdeki toleransıyla, siyasî fikirleriyle Masonluğa çok hiz­ m e t edebilirdi. Ancak, sosyal seviyesini muhafaza, itibar ve şerefini koruma, Parlamento üyesi olması ve edebî sahada da çalışması, ondan beklenen hizmetleri y a p a m a m a s ı n a sebeb olmuş, bu nedenle 1937'de Ramsey isminde bir iskoçyalı, Fransız Masonluğunun en gayretli uz­ vu olmuş ve Fransız Masonluğunu, İngiliz masonlarının nüfuzu altına girmekten kurtarmıştır. R a m s e y 1686'da, İskoçya'da doğmuştur. Edinbourg Üniversitesinde ilahiyat tahsil etmiştir. Londra'da Fransızca da öğrenmiş ve F r a n s ı z y a z a r ve d ü ş ü n ü r ü , aynı z a m a n d a B a ş p i s k o p o s l u k da y a p a n F e n e ­ lon'un etkisinde kalmıştır. Çeşitli hizmetler ve çalışmalar y a p t ı k t a n sonra, Spekülatif Masonluğa k a r ş ı b ü y ü k bir ilgi d u y m u ş t u r . Ram­ sey'in ü n l ü n u t k u , Masonluğa ve Fransız Masonluğuna yenilikler ge­ 10 tirmiştir. 1738'de yaptığı bu k o n u ş m a s ı Masonluğun birinci açıkla­ masıdır. Yüksek derecelerin yaratıcısı olup, masonların semboller, al­ legoriler, işaret ve tekrislerinin tarihini a r a m a y a yönelmiştir. Yaşa­ mının son z a m a n l a r ı n d a da s u s k u n l u ğ a girmiştir. F r a n s a ' d a k u r u l a n ilk localar, merkezî bir otoriteden yoksun bulun­ maktaydı, ancak 11 Aralık 1743'de Paris'te toplanan 16 locanın dele­ geleri t a r a f ı n d a n bir "Büyük Loca" k u r u l m u ş t u r . 1771 yılma k a d a r Fransız Masonluğu, karışık bir dönem geçirmiş olmakla beraber, ünlü kişiler ve özellikle "Ansiklopedistler'in hepsi locaların üyesi olmuş­ lardır. 7 N i s a n 1778'de Voltaire, "Les Neuf Soers" isimli locada tekris edilmiştir. Fransız Masonluğu bu dönemde fikir mektebi halini almış­ tır. 1789 yılında, F r a n s a ' d a Masonluk G.O. de France t a r a f ı n d a n temsil edilmekte olup, yaklaşık 650 locasıyla bir güç idi. Diğer taraftan loca­ larda toplanan değerli kişiler, cemiyeti hakikî bir fikir k u l ü b ü hâline getirmişlerdi. İhtilâl'de liderlik d u r u m u n d a o l a n l a r ı n çoğu m a s o n d u . M i r a b e a u , Danton gibi bir çok fikir adamı, filozof, idareci, asker ve din adamı, Bü­ y ü k İhtilâlde, aktif rol a l m a d a n önce loca çalışmalarına katılmışlar­ dır. Localarda ihtilâle yol açan, hürriyet, eşitlik gibi felsefî görüşler in­ celenmiş olmakla, ileride yönetici olacak k a d r o l a r ı etkilemişlerdir. B u n a k a r ş ı , localarda hiçbir eylem hazırlığı görüşülmemiş ve düşü­ nülmemiştir. İhtilâl, millî meclisde b u l u n a n üç ayrı sınıf, asker, din adamı, köylü milletvekillerinin çoğu mason idi. Ancak b u masonlar, felsefî ve liberal görüşlerini devrimin gerekçesiy­ le bağdaştıramamışlardır. Bu sebeble de, locaların çalışmaları durdu­ r u l m u ş , h a t t â terör z a m a n ı n d a Masonluk o r t a d a n kalkmıştır. B u n a göre, a) Fransız devrimi. 18. yy boyunca Montesquieu, Voltaire, Rousseau ve ansiklopedistlerin ortaya koyduğu liberal görüşlerin birikimi ve te­ sirleri sonucu Fransız Ulusunun aşağıdan yukarı bir isteği halinde be­ lirlenmiştir. Bu oluşta masonlara pay çıkarmak yersiz ve haksız bir id­ diadır. b) Devrimden önceki yıllarda localarda çoğunluk soylu kişiler ve seç­ kin b u r j u a l a r d a n oluşmaktaydı. B u n l a r krallığa bağlı olup t e k iste­ dikleri var olan düzenin âdil olması ve vergi önünde b ü t ü n ulusun eşit kabul edilmesiydi. B u n u n için de devrimci bir tertip düşünülmemişti. 1 1 c) 1789'dan evvel F r a n s a ' d a 30.000 k a d a r mason b u l u n m a k t a ve bu aydın kişiler ulusal mecliste ekseriyeti oluşturmaktaydılar. Yukarıdaki görüş ve düşüncelere göre devrimin, Masonluğun bir terti­ bi olarak ortaya çıktığını ileri s ü r m e k belge ve kayıtlara uygun değil­ dir. Kaldı ki, giyotinde can veren masonların sayısı da bir hayli kaba­ rıktır. H a t t â , şöyle bir söz vardır. "Masonlar arasında giyotincilerden çok, giyotine gönderilen" bulunmaktadır. Devrimin teşvik edeni ve sa­ hibi olarak m a s o n l a r gösterilemez. Sonuç olarak diyebiliriz ki, F r a n s ı z Devrimi kendi iç k u r u m l a r ı n d a büyük etkiler yaratmış, bu arada Fransız Masonluğunda da, bir takım değişiklikler m e y d a n a getirmiştir. M a s o n l u ğ u n üç e s a s ilkesi olan "Hürriyet, Eşitlik, ve Kardeşlik, Masonluğa devrimden sonra girmiş­ tir. Fransız Devriminin getirdiği, hürriyet havası Masonlukta da etki­ sini göstermiş olup, b u n u n sonucu olarak E.U.M. terimi, t ü z ü ğ ü n d e n ve ritülellerinden çıkarıldığı gibi mabetlerde de kutsal kitaplarda kal­ dırılmıştır. 3 . TANZİMAT O L U Ş U M U VE BENZERLİKLER: T a n z i m a t denen T ü r k sosyal, siyasal ve h u k u k ıslahatı (1839­1998) 159 yıl önce ilân o l u n a n bir röform h a r e k e t i d i r . T a n z i m a t h a r e k e t i n i n çeşitli şekilde a n l a t m a ve açıklaması m ü m k ü n d ü r . Bir kısım düşünürler, Tanzima­ tın sağladığı iyilik ve olgunlaşma b a k ı m ı n d a n b u n u bir "iyileştirme" h a r e k e t i diye tarif ederler. Diğer bir kısım da, siyasî rejim bakımından "Tanzimat", keyfî ve müs­ tebit mutlakiyetle, millî hakimiyet rejimi arasında bir intikal devresi diye tarif ederler. Nihayet içerdeki uygulamaya, konulan k a n u n l a r a , kıyafetteki ve ya­ ş a y ı ş t a k i az çok değişikliklere b a k a r a k , t a n z i m a t ı , doğu uygarlığı çemberinden batı uygarlığı çemberine geçiş devresi diye tarif edenler de vardır. T a n z i m a t m b u çeşitli a n l a t m a ve açıklamaları dışında e n içerikli ve özel anlatımı "Tanzimatm, h â k i m u n s u r u Türk olan, Osmanlı Devleti­ nin y a ş a m a k a r z u s u ve iradesinin bir belirtisi, y a ş a m a k t a devam ede­ bilmesi için silkinip kalkınma girişimi, y a ş a m a kudretini gösteren ye­ ni bir hamledir." T a n z i m a t h a r e k e t i n i n genel olarak incelemesinde vardığımız sonuç; Osmanlı Cemiyetine Fransız Devriminin etkisi olduğudur, h e r ne ka­ dar bazı yazarlar Osmanlı Cemiyetine batı etkisinin, 1839'dan bir asır 12 evvel girmeye başladığını söyleseler de, bu bir asırlık dönemi, pre­tan­ zimat diye anlatırlar. Bu dönemdeki batı etkilerinin d a h a çok F r a n s a k a n a l ı ile geldiğini belirtmekten de geri kalmamışlardır. Nitekim, F r a n s a ile dostluk 16. yy da K a n u n î S u l t a n Süleyman ile 1. F r a n s u a a r a s ı n d a , ortak d ü ş m a n olan Habsbourg h a n e d a n ı n a k a r ş ı birlikte h a r e k e t etmeleri, F r a n s ı z l a r a kapütülâsyonlarla ekonomi çı­ k a r l a r ı verilmesi, askerlik s a n a t ı n d a diğer devletlerden ileri olması gibi sebebler dolayısı iledir. 1789 Fransız devriminin hürriyet havası özel bir sempatiyle karşılanmıştır. 1789'dan sonra siyasî F r a n s a ' n ı n geçirdiği h e r m e r h a l e n i n Türkiye'de bir p a r a l e l i n i görmekteyiz. Coğrafî b a k ı m d a n F r a n s a ile a r a m ı z d a bir hayli mesafe b u l u n m a k l a beraber, siyasî ve sosyal hareket ve dalgalanmalar bu arayı a ş a r a k za­ m a n l a Türkiye'de de ortaya çıkmıştır. Bu p a r a l e l l i k l e r a ş a ğ ı d a belirteceğimiz m e r h a l e l e r d e bir t a k ı m h u k u k î , idarî ve eğitim s a h a l a r ı n d a görülmektedir. 1. SİYASİ BENZERLİK: 1830 tarihli Fransız Ş a r t ı t e k taraflı hü­ k ü m d a r iradesini belirten bir ferman y a h u t iki taraflı mukaveledir. F r a n s ı z ihtilâlinden 41 yıl sonra 1830'da, mutlakiyetçi Şarl, h a l k a y a k l a n m a s ı sonucunda t a h t t a n çekilmiş, yerine geçen Kral Louis­ P h ü i p p e 1830'da Fransız şartını kabul ederek, b u n u n l a bayrağın ka­ bulü, oy verme h a k k ı gibi v a t a n d a ş lehine h ü k ü m l e r getirmiştir. Bu a n l a ş m a aşağıdan yukarıya olan m u t a b a k a t sonu meydana gelmiş bu­ l u n a n siyasî bir a n l a ş m a d ı r . B u n a mukabil, Osmanlı siyasî ve sosyal tarihinde, kemirici iç ve dış akımlar ve k a y n a ş m a l a r l a temelleri çöken Osmanlı toplumunda hür­ riyet ve siyasî otorite dengesini bulmak gayesini güden bir yenileşme ve batılılaşma hareketi olarak Tanzimat F e r m a n ı tek taraflı bir irade beyanı ile 1839'da açıklanmıştır. H u k u k î yönden bir "şart" niteliğin­ dedir. Bu fermanla Padişah tek taraflı olarak yetkilerini sınırlamıştır. Bu y u k a r ı d a n aşağı olan bir siyasî ve h u k u k î t u t u m d u r . Bu iki siyasî tasarruf arasında paralellik aynı devreye, aynı maskatla­ r a yönelik bulunması, Fransız Devriminin etkisini açıkça göstermek­ tedir. 2. HUKUKÎ BENZERLİK: Fransız Devrimini izleyen h u k u k î s a h a d a da, düzenlemeye gidilerek, uzun bir çalışmadan sonra 1804'de Fransız Medenî K a n u n u n m e t n i hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Bu k a n u n , eşitliği ve h ü r r i y e t i getirmiştir. 13 B u n a paralel olarak 1867'de Türkiye'de Fransız kodunun kabulü etra­ fında bîr eğilim doğmuştur. Âli Paşa, Fransız Medenî K a n u n u n u n ba­ zı bölümlerinin a k t a r ı l m a s ı n ı teklif etmiş, k a r ş ı t görüşte b u l u n a n Cevdet P a ş a da aykırılıkta bulunmuştur. Sonuçta 1868'de Mecelle ka­ bul edildi. Ulemâ sınıfının k o r k u s u n d a n Fransız Medenî K a n u n u ter­ cüme ve a k t a r m a edilememiş, onun yerine Mecelle denilen fıkıha da­ yalı eser m e y d a n a getirilmiştir. Mecelle yerine Fransız Medenî K a n u n u kabul edilmiş olsaydı ve b u n u tatbik edecek hukukçular yetiştirilseydi, o tarihte Türk Medenî Kanu­ n u m e y d a n a gelirdi. T a n z i m a t döneminde ceza k a n u n u ve ticaret k a n u n u k ı s m e n F r a n ­ sa'dan, malî yönden defterdarlık tahsilat organizasyonu, F r a n s a ' d a n örnek a l ı n a r a k k u r u l m u ş t u r . Kâğıt p a r a dahi, F r a n s a ' d a n örnek alı­ n a r a k bastırılmıştır. Böylece, h u k u k î ve mâlî sahada, Fransa'nın etkisi açıkça görülmekte­ dir. 3 . EĞİTİM S A H A S I N D A K İ BENZERLİK: 1793 de Konvansiyon idaresi parasız, fakat zorunlu bir eğitim sistemi d ü ş ü n m ü ş t ü r . B u n u ancak 1830'dan sonra yenileştirmiş ve u y g u l a m a y a koymuştur. B u n a paralel olarak Türkiye'de G a l a t a s a r a y Lisesi 1868 yılında açıl­ mıştır. Ayrıca açılacak Darülfünuna, öğretmen yetiştirmek amacı ile Selim Sabit Efendi ile Hoca T a h s i n Efendi Paris'e eğitime gönderil­ mişlerdir. Eğitim s a h a s ı n d a da, ıslahat ve fikir düşüncelerinde de paralellik ol­ duğu görülmektedir. 4 . SİYASÎ K A N U N L A Ş M A D A BENZERLİK: F r a n s a 1871'de 3. C u m h u r i y e t i k u r m u ş t u r . B u n a paralel olarak Türkiye'de 1876'da ilk Kanun­i Esasî k u r u l m u ş , iyi niyetle başlayan, ancak zorbalığa varıp sona eren idare m e y d a n a gelmiştir. Bu siyasî olayın da F r a n s a ' n ı n siyasî etkisi sonucu m e y d a n a geldiği görülmektedir. 5. MASONİK GELİŞMELER AÇISINDAN: 1789 Fransız Devrimi­ ni izleyen Türkiye'de masonik gelişmeler başlamıştır. 1807 yılında ba­ zı Fransız ve İngiltere locaları kurulmuştur. 1856'da 18 mason locası­ nın çalışmakta olduğu görülmektedir. 1861'de ilk T ü r k S ü p r e m Kon­ sey'i k u r u l m u ş t u r . 1883'de de mason balosu verilmiştir. Fransız Dev­ 14 rimini izleyen Fransız Masonluğunda değişiklikler yapıldığını yuka­ rıda ilgili bahiste söylediğimizden b u r a d a t e k r a r l a m a k t a n kaçınmak­ tayız. Bu tarihlerde Masonluğun Türkiye'de yeşermeye b a ş l a m a s ı fi­ kir, vicdan, inanç ve bazı manevî değerlerin Fransız İhtilâli sonucun­ da memleketimizde değiştiğini göstermektedir. 6. TANZİMATIN TÜRKİYE'DE İ L Â N I N I N FRANSA'DAKİ ET­ KİLERİ: Türkiye'de 1839'da T a n z i m a t m ilânı Fransız Cemiyetinin h a v a s ı n ı değiştirmiş, o t a r i h e k a d a r kararsız olan devlet politikası P a r i s gaze­ telerinin olumlu yayını ile Türkiye lehine dönmüş, h a l k "Türkiye'de T a n z i m a t İlânı" k a r ş ı s ı n d a h a y r e t ve heyecana d ü ş m ü ş t ü r . Paris gazeteleri "Gülhane Hattı"nı İnsan Hakları Bildirgesi ile karşı­ laştırmış, bu fermanda "Müsavat ve Adalet" gibi, iki m u a z z a m kıyme­ tin b u l u n d u ğ u belirtilmiştir. F r a n s a , T a n z i m a t a karşı sevgi ile davranmış, b u n u n eski t a a h h ü t l e r i bozmaması da takdirle karşılanarak Türk Dostluğuna dönüşmüştür. SONUÇ Kıt'alar a r a s ı farklar olmakla b e r a b e r F r a n s ı z İhtilâli b ü t ü n Dün­ ya'yı, etkilemiş, Osmanlı, siyasî, askerî, idarî, eğitim ve sosyal hayatı­ n a da karşılıklı istek ve dostluk ilişkileri sonucu aksetmiştir. Diğer ta­ raftan devrim, F r a n s ı z Masonluğu ile k a y n a ş m ı ş bir d u r u m d a iken, devrimin getirdiği yeni fikirler, kuruluş ve prensipler itibarı ile, F r a n ­ sız M a s o n l u ğ u n a yeni bir t u t u m ve şekil vermiştir. B u n a k a r ş ı l ı k T a n z i m a t h e r ş e y d e n evvel siyasî, idarî, adlî, malî ve askerî s a h a l a r d a bir röform hareketidir. Ancak hareket, şeriatle telif­ çi ve tavizci olması nedeniyle beklenileni vermemiştir. Devrin fikrî ve sosyal şartlarının k ü l t ü r seviyesinin olumlu olmayışı, şahsî düşünce­ den k a y n a k l a n a n bu ıslahat hareketi, istenilen röformu temin edeme­ miştir. Böyle olmakla beraber olumlu tarafı, yönetime keyfiliği kaldı­ r a r a k kanuniliği getirmeye, batının ileri müessese ve usullerini örnek almak suretiyle ilericiliğe ve asrî k a n u n l a r ı ve müesseseleri kabul et­ mekle, b u g ü n e götüren bir köprü olmuştur. 15 1. Tanzimatın 2. Osmanlı 100. yıldönümü, 3. Revolution­Empire luk. XVIII. siede, Prof. Albert Malet 18. asır ihtilâl 4. Fransız İhtilâlinin limler 1950. Dış ve İç Yüzü, Derleyen: İbrahim Memduh Seydol, Sosyal Bi­ 5. Masonluk, 6. Fransız Büyük 1955,16­18­19. Paul eseri midir? 1947 ve Türk Mason imparator­ Dergisi, Fikret Çeltikçi, Mimar Sinan D. Sayı Fransız İhtilâli ve Tazminat, Ziyaeddin tırmalar Merkezi, Sayı 11, 1939. 16 1940 Naudon. İhtilâli Masonların sayılar. 7. Fransız Derimi ve Masonluk, 8. Millî Eğitim Bakanlığı, Tarihi, Cilt 5, Prof. Enver Ziya Karal, T. Tarih Kurumu, Fahri Fındıkoğlu 1954­ 36­37. Türkiye Felsefi Araş­ MASONIK TARIHIMIZDEN KESITLER (II. Bölüm) XX. Yüzyılın başından ülkemizdeki Masonik 1923 yılına gelişmeler kadar A. O k t a y G Ü N D O Ğ D U 'Tarih, geçmiş bir zaman dilimi içinde olup bitmiş şeyleri ye­ niden otopsi masasına yatırmak ve daha önceki dönemlere ait toplumsal olguları da laboratuar incelemesinden geçir­ mek uğraşıdır " Çetin Altan (ÇA­1) Y i r m i n c i Y ü z y ı l ı n ilk ç e y r e ğ i : Ulusal tarihimizle masonik tarihimizin içice geçtiği bir dönem. 1909­1935, Ülkemiz Masonik ta­ rihinin 2. Dönemi olarak tanım­ l a n a n bir sürecin başlangıç ve bi­ tiş yılları. Spekülatif Masonlu­ ğun başlangıç tarihi olarak kabul edilen 1717 yılından sadece 21 yıl sonra, 1738 yılında y a y ı m l a n a n bir kaynakta, o yıllarda İstanbul, İzmir ve Halep'te k u r u l a n locala­ rın büyük gelişme kaydettikleri, yüksek mevkideki birçok Türk'ün sözkonusu localarda tekris edildikleri belirtilir. 17 Dönemin siyasi coğrafyasına gö­ re, O s m a n l ı i m p a r a t o r l u ğ u top­ r a k l a r ı n d a ilk Mason Locaları­ nın görüldüğü 1738 yılında baş­ layan I. Dönem, Büyük L o c a n ı n (Maşrık­ı Azâm­ı O s m a n î ' n i n ) k u r u l u ş yılı olan 1909 yılma ka­ d a r süregelir. 2. dönemin sonu olan 1935 yılı ise bildiğimiz gibi ülkemizde masonik çalışmaların geçici bir süre durdurulduğu (uy­ k u y a yattığı) tarihtir. 75. yılını k u t l a m a k t a olduğumuz C u m h u r i y e t i m i z i n k u r u l u ş tari­ h i n i de içeren z a m a n dilimini o l u ş t u r a n bu yıllar, çok önemli, çok yoğun sosyal ve politik olay­ l a r a s a h n e olmuştur. XX. Yüzyı­ lın ilk on yılı ise ülkemizdeki ma­ sonik gelişmeleri belirleyen, ha­ zırlayan yıllar olarak ayrıca önem t a ş ı m a k t a d ı r . Bu nedenle Türkiye Büyük Loca­ sı'nın k u r u l u ş tarihiyle başlayan bir dönemi ele alırken kendi dö­ nemsel bütünlüğü içerisinde, bir­ birini etkileyen, belirleyen ve ya­ r a t a n olayları d a h a iyi anlayabil­ mek için yüzyılın başından itiba­ ren "iz sürmek" d a h a yararlı ola­ caktır. Gene a y n ı d ö n e m s e l b ü t ü n l ü k içerisinde yâni 1909­1935 yılları arasında, Cumhuriyetin k u r u l u ş yılı olan 1923'ten sonrasını, sos­ yal, ekonomik ve politik gelişme­ lere de göndermeler y a p a r a k ay­ rıca ele almak, her ne k a d a r eski alışkanlık ve davranış biçimleri­ nin b ü y ü k ölçüde s ü r d ü r ü l d ü ğ ü bir zaman süreci de olsa bu günle­ ri daha iyi algılayabilmemizi sağ­ layacaktır. Prof. S i n a Aksin T ü r k i y e T a r i ­ hi'nin 1908­1980 yıllarını içeren 4.üncü cildinin önsözünde 1908 yılını, T ü r k Yakın Ç a ğ ı n ı n baş­ langıcı o l a r a k belirtilebileceği önerisini bir kez d a h a t e k r a r l a ­ dıktan sonra bu görüşüne şu şe­ kilde açıklık getiriyor: "Hemen belirteyim ki, bu h u s u s ­ ta, b a n a II. Meşrutiyetin, Cum­ h u r i y e t i n "siyaset l a b o r a t u a r ı " olduğunu öğreten T u n a y a ' y a en az bir ilham borcum var. Bu dü­ şünce kimilerine aykırı gelebilir. B u n l a r , T ü r k Y a k ı n Çağını 20. Yüzyılda b a ş l a t m a k gerekiyorsa b u n u 1923'de veya 19 M a y ı s 1919'da, ya da 23 Nisan 1920'de b a ş l a t m a k isteyebilirler. H a t t â 1908 tarihini başlangıç olarak al­ mayı biraz da A t a t ü r k ç ü l ü ğ ü n r u h u n a aykırı bulabilirler. Şüp­ he yok ki, Cumhuriyetin köktenci d ö n ü ş ü m l e r i n i II. M e ş r u t i y e t t e bulamazsınız. Ama Türkiye 1919, 1920 ya da 1923'deki mec­ rasına 1908'de girmiş bulunuyor­ du. Mecra dedim, evet, t a r i h t e büyük çağ değişikliklerini su te­ rimleriyle a n l a t m a k çok u y g u n oluyor sanırım. Çağ değişikliğini gösteren t a r i h , s u l a r ı n b a m b a ş ­ k a bir istikamete doğru a k m a ğ a başladığı tarihtir. II. Meşrutiye­ tin suları Cumhuriyetin sularına göre belki çok cılız, çok bulanıktı. Ama gidiş, o gidişti. Esasen 1908 ihtilâlini y a p a n l a r ı n içinde Ata­ t ü r k ve Millî Mücadele a r k a d a ş ­ ları yok muydu? (SA­1) XIX. Yüzyılın s o n u n a doğru, im­ p a r a t o r l u ğ u n b a ş k e n t i olan İs­ t a n b u l ' d a k i locaların, bağlı ol­ dukları Büyük Locaların yöneti­ minde, davranışlarını uluslara­ rası siyasî gelişmelerin a k ı ş ı n a göre belirleyen, ilişkilerini ise ço­ ğunlukla p r a g m a t i k doğrultular­ da düzenleyen "sosyal kulüplere" d ö n ü ş m ü ş oldukları görülür. XX. Yüzyılın başlarında ise artık k o n u m u n d a n ve işlevinden çok şey yitirmiş olan İstanbul locala­ rına karşın masonik gelişmelerin ağırlıklı o l a r a k İ m p a t a r o l u ğ u n Makedonya Bölgesinin b a ş k e n t i o l a r a k n i t e l e n d i r i l e n Selânik'e kaydığı görülmektedir. taydı. Irksal bakımdan Museviler, Rumlar, Türkler, Po­ maklar, Arnavutlar, Slavlar, Makedonlar, h a t t â Tatarlar, Bal­ kanların ticaret metropolünün kozmopolit t a b l o s u içinde, en b a ş t a dikkati çeken etnik gurup­ lardı. 100 bine yakın nüfusun ya­ rısından fazlasını o l u ş t u r a n Mu­ sevilerle birlikte bir k a y n a ğ a gö­ re 10 bin (OK­4) bir diğerine göre 20 bini b u l a n nüfuslarıyla (IZ­1) Sabetaycı'lar d a h a yaygın kulla­ nılan isimleriyle D ö n m e l e r için kültürel, sınaî, ticarî h a t t â siyasî a ç ı l a r d a n "Selânik'e d a m g a s ı n ı v u r a n cemaat" t a n ı m ı n d a bulun­ m a k abartılı olmayacaktır. " İ s t a n b u l ve İzmir'in a r a s ı n d a , h e r iki k e n t e de eş u z a k l ı k t a ( y a k l a ş ı k 1300 k m . ) yer a l a n Selânik'in elverişli konumu, hem Rumeli için depolama açısından gerekli bir iskele, h e m de İtal­ ya'nın K a r a d e n i z ve Akdeniz ti­ caretinde bir u l a ş ı m noktası ol­ masını sağlıyordu. Geniş toprak­ l a r ı n d a n s a ğ l a n a n ü r ü n l e r ve li­ m a n ı n a y a n a ş a n gemilerden bo­ şaltılıp d e p o l a n a n , a r a l a r ı n d a h a m m a d d e l e r i n de b u l u n d u ğ u mallar d a h a sonra Arnavutluk'a, Bosna'ya, Sırbistan'a, Tesel­ ya'ya, T u n a boylarına, K a r a d e ­ niz'e ve Akdeniz'e gönderiliyor­ du...." (AI­1) S e l â n i k l i Musevî ve S a b e t a y ­ cı'ların böyle bir t a n ı m ı h a k et­ melerinin temel nedenlerinin en başında muhakkak kalıtımsal niteliklerinin rolü gelmektedir. Ancak "Selanik M u s e v î ' l e r i n i n Tarihi" adlı kitabın yazarı tarihçi J o s e p h N e h a m a ' n m değindiği gözlem de çok önemli: "Museviler dünyanın hiçbir yerinde Selanik'teki k a d a r kendilerini evlerinde hissetmiyorlardı. Kü­ çük Museviler kendi mahalleleri­ n e sıkışıp y a ş a m ı y o r l a r . . . Dik d u r m a y ı m u h a t a p l a r ı n ı n gözü­ n ü n içine b a k m a y ı biliyorlardı... Enkizisyonun kovmuş oldukları, b u r a d a efendi d u r u m u n d a idi. Yaşamayı, çalışmayı, i b â d e t l e r i n i e n g e l l e y e n hiçbir şey, o n l a r a yönelik hiçbir kin, hiçbir şüphe yoktu...." (OK­5) E t n i k b a k ı m d a n t a m anlamıyla kozmopolit bir k e n t olan Selanik, O s m a n l ı kozmopolit h a l k yapısı için tipik bir örneği oluşturmak­ "Selanik, Osmanlı dış ticaretinin 1/7'sini sağlıyordu. Avrupa çapı­ n a göre basit de olsa Osmanlı ya­ pısı içinde önemli bir sanayi mer­ Selânik'in öne çıkmasına n e d e n olan koşullar: 19 kezi idi. i k i iplik, iki bira, halı, ayakkabı fabrikaları, u n fabrika­ sı, t u ğ l a h a n e , ipek böceği işleme ve 19 t a n e s a b u n i m a l â t h a n e s i , önemli t ü t ü n işletmeleri vardı." (OK­1) "Osmanlı s i s t e m i içinde en iyi eğitim gören, batıya açık, dil bilir a s k e r î ve m ü l k î k a d r o l a r ı n Ru­ meli ve bu a r a d a Selanik'te gö­ r e v l e n d i r i l m e l e r i n i n y a n ı sıra, Avrupa'nın baskısıyla üç vilâyette p l â n l a n a n ı s l a h a t ı n iş­ lemesi için k u r u l a n u m u m î mü­ fettişliğin k a d r o s u da Selânik'e yerleştirilmişti. B u k a d r o d a Av­ r u p a l ı u z m a n subaylar vardı ve b ü t ü n A v r u p a devletlerinin yanı sıra Avrupa'yla yakın ilişki için­ de, birçoğu da Avrupa uyruklu iş a d a m l a r ı ile gerçek bir burjuvazi k a d r o s u oluşmuştu." (OK­1) "Kültür h a y a t ı da çok gelişmişti. 1895'den itibaren 5­6 Ladino (İs­ panyol Yahudicesi), 3­4 Türkçe, 3­4 Rumca, 2­3 Fransızca, 2 Bul­ garca, 1 Romence, g ü n l ü k ya da haftalık gazete yayımlanıyordu. Alliance I s r a e l i t e Ü n i v e r s e l l e (Evrensel İsrail Birliği)nin F r a n ­ sızca eğitim veren 7 tesisi vardı. N ü f u s u n y a r ı s ı n d a n fazlasını oluşturan yahudilerin 50, müslü­ m a n l a r ı n 32 ve ayrıca Rum, Sırp, B u l g a r ve R o m e n l e r i n k e n d i o k u l l a r ı v a r d ı . 1907'de H u k u k Mektebinin açılmasıyla Üniver­ site düzeyinde eğitime de erişil­ di" (OK­1) Kentin bir özelliği de Balkanlar­ daki milliyetçi akımların parale­ linde merkezî otoriteye karşı baş­ latılan başkaldırı hareketlerini 20 kontrol edip b a s t ı r m a k için git­ tikçe y o ğ u n l a ş a n asker, dolayı­ sıyla subay sayışıydı. Sonuç olarak Paul Dumont'un da b e l i r t t i ğ i gibi "Bu d e v i r d e , Selanik'te F r a n Masonluğun yer­ leşip gelişmesi için h e r t ü r l ü ge­ r e k s i n m e mevcuttur: B ü y ü k ge­ lişme gösteren bir burjuva kitle­ si, dikkati çekecek k a d a r yaygın bir ilk ve orta okul ağı, becerikli ve t a r t ı ş m a l a r a açık bir aydın kitlesi, dış dünya ile kolay ulaşım yolları (deniz ve demir yolu h a t ­ ları), h e r çeşit cemiyetin k u r u l ­ masını körükleyen cemaatler arası sürtüşmeler." (PD­1) Gene Paul D u m o n t ' a göre "Selanik'te Masonluğun yerleşi­ mi k u ş k u s u z XVIII. yüzyılın son senelerine dayanır. Bazı yazar­ lar, Makedonya'nın merkezinde Amitié adlı bir locanın 1804'ten önce varlığından söz etmektedir­ ler. Bu d u r u m d a XIX. yüzyıl bo­ yunca birçok atölyenin b u n a ek­ lendiği düşünülebilir. F a k a t , Selanik'teki Masonluğun bu "ta­ rih öncesi" devri h a k k ı n d a bilgi­ lerimiz çok kıt. Gerçekte t e m e l atılım 1900 y ı l m a doğru başla­ mıştır." (PD­1) D u m o n t a r a ş t ı r m a s ı n d a Fransız O b e d i y a n s m a bağlı locaları ele aldığı için doğal olarak, k a p s a m dışında k a l a n XIX. yüzyılda ku­ r u l m u ş bir loca da, 1864 k u r u l u ş t a r i h l i i t a l y a B ü y ü k Locası'na bağlı "Makedonya" Locasıdır. "İngiliz ya da F r a n s ı z Masonlu­ ğ u n a göre bir yüzyılı aşan bir ge­ cikmeyle Osmanlı t o p r a k l a r ı n d a k u r u l a n İ t a l y a n locaları, o dö­ n e m d e k i yabancı obediyanslara bağlı diğer localar gibi "Sömürge M a s o n l u ğ u n u n " çizgilerini taşı­ yan kendi ulusal çıkarlarım tem­ sil edip kollayan ve diğer obedi­ y a n s l a r l a sürekli r e k a b e t halin­ deki k u r u l u ş l a r d ı r . XIX. Yüzyılın ikinci y a r ı s ı n d a Osmanlı topraklarındaki İtalyan locaları hızlı bir gelişim gösterir­ ken, Abdülhamid t a h t a geçtikten sonra siyasal d u r u m u n değişerek aleyhlerine dönmesi sonucu, İ t a l y a n obesiyansına bağlı loca­ lar da Italia Risorta Locası dışın­ da birbiri peşi sıra yok olmuşlar­ dı. (AI­2) 1900 yılında İ t a l y a n Masonlu­ ğ u ' n u n B ü y ü k Ü s t a t yadımcısı E t t o r e F e r r a r i ' n i n , eski İ t a l y a n mahfillerinin "uykudaki birader­ lerine" n e z â k e t ziyareti y a p m a k i ç i n , özel o l a r a k İ z m i r ve Selânik'e gittiği Büyük Ü s t a t Er­ n e s t o N a t h a n ' m k a l e m e aldığı mesajı ileterek t ü m Türkiye'deki locaları yirmi yıllık u y k u l a r ı n ­ d a n u y a n d ı r m a k için yüreklen­ dirme ç a b a l a r ı n a girdiğini görü­ yoruz. (AI­3) F e r r a r i ' n i n Osman­ lı t o p r a k l a r ı n a gelişi u m u l a n et­ kiyi y a r a t ı r . Birkaç hafta içinde Selanik'teki M a k e d o n y a Locası "Macedonia Risorta" adı altında, bir mâbete ek olarak, sigara salo­ n u ve kitaplık da içeren bir bina­ nın ilk katındaki lokalde yeniden düzenli olarak çalışmaya başlar. (AI­4) "Gönye ve Hilâl" adlı ese­ rin yazarı, tarihçi Angelo Iacovel­ l a ' n m deyimiyle XX. yüzyılın he­ m e n ilk yıllarında "pembe bir ip­ lik İ t a l y a n M a s o n l u ğ u n u n kade­ riyle Jön Türkler'inkini birleştir­ miştir." (AI­5) O yıllarda Selanik'te adı geçen daha doğrusu var olan localar sa­ dece İtalya Büyük Locası'na bağlı olanlar değildir. "Macedonia Ri­ sorta" haricinde, adı anılan loca­ n ı n üye sayısının a r t m a s ı nede­ niyle 1906 yılında k u r u l a n "La­ bor et Lux" Locası, t a m a m ı "Ma­ cedonia Risorta"dan ayrılan üye­ lerin G.O.D.F. bağlı olarak 1904'te k u r d u k l a r ı "Veritas" Lo­ cası, 1906'da gene G.O.D.F.'a bağlı olarak k u r u l a n "Lavenir de I'Orient" Locası, İspanyol Obedi­ yanslı "Perseverencia", Romen "I P l e a s e Salonicului" ve Y u n a n "Flippos" Locaları Selanik'te söz­ k o n u s u yıllarda adı geçen loca­ lardır. B u r a d a gözardı edilmemesi gere­ ken ilginç bir nokta, kuruluşları­ nın ilk yıllarında, çeşitli milliyet­ çi a k ı m l a r ı n d o ğ r u l t u s u n d a , Memleketimize karşı bir tavır ve h a r e k e t içinde b u l u n a n bu loca­ lardan, Macedonia Risorta ve Ve­ r i t a s Localarında bilinçli bir şe­ kilde kısa sürede T ü r k Masonla­ r ı n ı n çoğunluğu s a ğ l a y a r a k yö­ netimi ele almaları ve bu locala­ rın, üyelerinin "örgütlenmek için toplandıkları, devrimci eylemleri için e m i n bir sığınak işlevi gör­ meleridir. Selanik'te karşılıklı "Sine q u a non": İttihat Terakkîciler ve Masonlar 1906 yılında çoğunluğu m a s o n olan 10 kişilik bir grubun kurdu­ 21 ğu O s m a n l ı H ü r r i y e t Cemiyeti, Manyasîzâde'den de geride kalır. Paris'teki Ahmet Rızanın başım Karasso ise öncelikle masondu, çektiği J ö n T ü r k ö r g ü t l e r i y l e İ 9 0 7 ' d e b i r l e ş e r e k İ t t i h a t ve T e r a k k i Cemiyeti adını alır. Ya­ kın t a r i h i m i z e damgasını v u r a n bu cemiyet üyelerinin oluşturdu­ ğu k a d r o ise 1908'de M e ş r u t i ­ y e t i n ikinci kez ilânı ile iktidarı ele geçirir. M e h m e t T a l â t P a ş a , Mithat Ş ü k r ü Bleda, Kâzım Özalp P a ş a , M e h m e t Cavit Bey, Manyasîzâde Refik, Kâzım Nami D u r u , N â k i Yücekök, H ü s e y i n Muhittin, Faik Süleyman Paşa, Cemal Paşa, Hoca Fehmi Efendi, Osman Adil Bey, Mehmet Servet, Fazlı Necip ve "Jön Türkleri, top­ lantılarını mason localarında y a p m a y a davet etme fikri'nin ya­ ratıcısı (AI­6) E m a n u e l (Carasso) K a r a s u h e m e n ilk a n d a akla ge­ len "İttihatçı M a s o n l a r ' d ı r . a m a locasını ittihatçılara yatak­ lık için açmakla o da ilk ikisinin çizgisine gelmiş oldu." (OK­3) Tarihçi, yazar O r h a n Koloğlu, Si­ yasi Tarihimiz ve Masonluk Tari­ hi k o n u l a r ı n d a temel bir k a y n a k niteliğindeki "İttihatçılar ve Ma­ sonlar" adlı eserinin "Üç Devrim­ ci M a s o n : T a l â t , K a r a s s o , M a n y a s î z â d e " adlı b ö l ü m ü n d e adı geçen üç kişinin y a ş a m öykü­ lerini i n c e l e d i k t e n sonra, "Ma­ sonluğun Devrime Katkısı" adlı bölümde ş u y o r u m u n a y e r ver­ m e k t e d i r : "Üç M a s o n i t t i h a t ç ı öncü a r a s ı n d a , Yeni Osmanlılığa bağlantısı sebebiyle, Masonluğa en ilkesel yaklaşıma sahip olanın M a n y a s î z â d e olduğu söylenebi­ lir. Ancak devrimciliğin eylemci niteliği M a s o n l u ğ u n u çok ikinci plânda bırakmaktadır. Talât, k u ş k u s u z h e r ş e y d e n önce dev­ rimciydi, onda Masonluk 22 Masonik ilke ve öğretilerin İtti­ hatçı masonların eylem ve davra­ nışlarında ne denli etkisi olduğu­ n u belirlemek ve belirtmek için bize fikir verebilecek d ö n e m i n masonik çalışmalarıyla ilgili bel­ gelere ne yazık ki sahip değiliz. Ancak çok değerli tarihçi ve fikir adamı Koloğlünun devrimciliğin "eylemci nitelikleri" ile "Masonik ilke ve davranışların" t a m a m e n çeliştikleri görüş ve yargısına ta­ m a m e n katılmanın pek m ü m k ü n olmadığını h e m e n belirtmek ge­ rekir. Özgürlük, bağımsızlık, u l u s a l çıkarlar sözkonusu oldu­ ğunda, bu yüce değerler için veri­ len ve verilecek s a v a ş ı m l a r d a m a s o n l a r ı n , M a s o n l u ğ u ve m a ­ sonluklarını gerektiğinde bir a r a ç olarak kullandıkları yadsı­ n a m a z t a r i h i bir gerçektir. Esa­ sen masonik öğreti "yâni maso­ nik ilke ya da ilkeler dizisi ile, masonik öğretim (tedrisat, talim) ve öğrenimin (tahsil) insanı yüce değerlerle donatıp, bu değerlerin olabildiğince y a ş a m a a k t a r ı l m a ­ sı gereği doğrultusunda, amaç ve aracın ne denli özdeşleştikle­ rini ifâde etmek pek o k a d a r ya­ dırgatıcı o l m a s a gerek. D ü n y a t a r i h î bu s a v ı d o ğ r u l a y a c a k birkaç t a n e değil, birçok örnekle doludur. B u r a d a aslolan dengele­ ri sağlayabilerek kullanabilecek ve koruyabilecek düzeyde ahlâki değerlere ve fikrî olgunluğa eri­ şebilme k o n u s u n d a ortaya konu­ lan gayret ve çabaların y a n ı n d a , amacın yozlaştırılıp saptırılma­ masıdır. İ t t i h a t ç ı l a r l a m a s o n l a r ı n birlik­ telikleriyle ilgili v u r g u l a n m a s ı gereken diğer önemli bir n o k t a da masonların İttihat­Terakkî c e m i y e t i n d e k i v a r l ı k l a r ı n ı n ve etkinliklerinin boyutudur. Sayı­ sal bir açıklamada bulunabilmek için İ t t i h a t ç ı l a r ı n yüzde kaçının mason olduğunu belirleyebilecek (birçok k o n u d a olduğu gibi) hiç­ bir belgeye sahip olmadığımız gi­ bi k e s i n o l a r a k M a s o n l u k l a hiçbir ilişiği olmayan İttihatçıla­ rın var olduğunu da bilmekteyiz: Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin bir n u m a r a l ı üyesi M e h m e t Tahir, Miralay Sadık, Kâzım K a r a b e k i r , İ s m e t İ n ö n ü gibi. (OK­6) O r h a n Koloğlu, A h m e t Bedevi K u r a n ı n "İnkilâp Tarihimiz ve J ö n Türkler" adlı k i t a b ı n ı kay­ n a k göstererek Cemiyetin iki çe­ şit, "Mason olan olmayan" üyele­ ri a r a s ı n d a M a s o n l u ğ u n bir ü s ­ t ü n l ü k niteliği olmadığını, İtti­ h a t ç ı l a r ı n locaya dahil olanları­ n a "liebeveynden" (anne ve baba­ dan) k a r d e ş , olmayanlara ise "li­ ebden" (babadan kardeş) denildi­ ğini belirtiyor. (OK­6) İttihatçı­ l a r a k a r ş ı bir y a z a r olduğu bili­ n e n A.B. K u r a n ı n ileri s ü r d ü ğ ü gibi "bu deyimlerin (İttihatçıla­ rın) kendi a r a l a r ı n d a ufak bir ci­ n a s zemini o l u ş t u r m a k " amacı­ nın ötesinde bir anlamı, bir değe­ ri olduğunu tarihi gelişmeler bize fazlasıyla göstermiştir. Atatürk, ittihat Terakki ve Masonluk 1909 yılının Eylül sonu E k i m ayında Selanik'te t o p l a n a n İtti­ h a t ve T e r a k k i Kongresinde bir­ birinden farklı iki önerge sunul­ m u ş t u r . Bu önergelerden biri bü­ yük ölçüde siyasî yıpratmaya yö­ nelik Miralay Sadık'ın a r t niyetli "Siyonistlik ve Masonluk" konu­ lu lâyihasıdır. (OK­12) Diğer önerge ise M u s t a f a Ke­ mal'e aittir. Önergesinde Musta­ fa Kemal: 1­ "Cemiyetin a r t ı k yasal­açık bir siyasî p a r t i haline gelmesini, 2­ Askerlerin t a m a m e n siyaset­ ten çekilmesini 3­ Cemiyetin Ma­ sonlukla ilişkisinin kesilmesini" önermektedir. Bu tarihi olay, A t a t ü r k ' ü n birçok k o n u d a olduğu gibi ileri görüş­ lüklükte de deha düzeyindeki üs­ t ü n niteliğini belgeleyen t e m e l bir gösterge niteliğindedir. Söz­ k o n u s u kongreden sonra "tama­ men yönetici çarkının dışına itilen, h a t t â i d a m ı n a k a r a r veri­ len Mustafa Kemal'in" (OK­12) görüş ve önerilerinin doğruluğu çok kısa bir sürede k a n ı t l a n m ı ş ­ tır. Ö n e r g e n i n birinci m a d d e s i n d e belirtildiği gibi Cemiyetin hiçbir z a m a n gerçek a n l a m d a k u r u m ­ l a ş m a y ı p , yöneticilerinin k e n d i başlarına buyruk davranışları sonuçta birçok cephede yüzbin­ lerce v a t a n evladının h a y a t ı n a m a l olmuş, yüzyılların t a r i h i n e 23 damgasını v u r m u ş bir milleti, ül­ asli görevlerine dönmelerini iste­ kesiyle birlikte yok olmanın eşi­ di. Bu istek Milli Mücadelenin ğine getirmiştir. önemli isimlerinin de bulunduğu bazı komutanlar (Kazım Karabe­ kir P a ş a , Ali F u a t P a ş a , Cafer T a y y a r P a ş a ) t a r a f ı n d a n yerine getirilemeyip siyasi bir m u h a l e ­ fet h a r e k e t i n e d ö n ü ş t ü r ü l d ü ve T e r a k k i p e r v e r C u m h u r i y e t Fır­ k a s ı k u r u l d u . Ancak s i y a s e t i n k a y p a k yönünü göz ardı eden as­ k e r kökenli yöneticilerin k u r d u ­ ğu parti kısa sürede Cumhuriyet muhaliflerinin eline düştü. Önergenin ikinci maddesinde be­ lirtilen askerlerin t a m a m e n siya­ setten çekilmesi olgusunun doğ­ r u l u ğ u n u n k a n ı t l a n m a s ı için de çok değil üç yıl gibi kısa bir süre­ nin geçmesi yeterli olmuştur. "Hafi ve celî hiç bir cemiyet­i siya­ sete dahil olmayacağımı ve devle­ tin u m u r ­ u dahiliye ve hariciyesi­ ne hiç bir suretle müdahale etme­ yeceğimi Cenab­ı H a k k a k a s e m ve n a m u s u m l a t e m i n ederim." (MT­1) Dili b i r a z eski olmakla birlikte, gene de kolayca anlaşıla­ cağı gibi bu bir yemin metnidir. P e k çoğunun t u t m a y a c a k l a r ı bi­ linmesine r a ğ m e n bu yemin ordu ve d o n a n m a m e n s u p l a r ı n a 12 Ağustos 1912'de, İttihat T e r a k k i n i n bir dönem için ikti­ d a r d a n u z a k t u t u l d u ğ u , ve İtti­ h a t Terakki karşıtı birçok üyenin yer aldığı Gazi A h m e t M u h t a r Paşa başkanlığındaki hükümet t a r a f ı n d a n ettirilmiştir. Yıllar sonra ise Atatürk'ün bu gö­ r ü ş ü n ü n doğruluğunu ve önemi­ ni kanıtlayan bir olay da Cumhu­ r i y e t i m i z i n ilk yıllarında k u r u ­ lan Terakkiperver Cumhuriyet F ı k r a s ı n ı n çevresinde oluşan ib­ r e t a l ı n a c a k gelişmelerdir? Ka­ bul edilen 1924 A n a y a s a s ı n a gö­ re millet vekilliği ve devlet me­ m u r i y e t i n i n a y n ı kişi ü z e r i n d e birleşmesini engelleyen h ü k ü m ­ ler gereği, Atatürk, özellikle ordu m e s n u b u olan milletvekillerinin, milletvekilliğinden istifa ederek, 24 1925 yılının Ş u b a t ayında doğu illerinde p a t l a k veren Şeyh Sait i s y a n ı , bazı fırka ü y e l e r i n i n a y a k l a n m a l a r a k a r ı ş m ı ş olduk­ larının k a n ı t l a n m a s ı , Hıyanet­i Vataniye ve Takrir­i S ü k û n ka­ n u n l a r ı n ı n k a b u l ü ve y ü r ü r l ü ğ e geçirilmesi gibi olaylar "Masonik Tarihimizden Kesitler" serisinin 1923­1935 yıllarını içeren 3. bö­ lümünde d a h a ayrıntılı ele alına­ caktır. Son olarak önerinin üçüncü mad­ desi olan İttihat T e r a k k i n i n Ma­ sonlukla ilişkisinin kesilmesine gelince: B u r a d a da A t a t ü r k ' ü n , her iki topluluğun kendi doğrula­ rını içeren z o r u n l u b e r a b e r l i k , içiçelik döneminin en kısa sürede sona erdirilmesinin, aksine dav­ ranıldığında bu birlikteliğin ar­ tık iki tarafta da tarihsel aşınma­ lara yol açacağı gerçeğinin t u t a r ­ lı gözlemi b u l u n m a k t a d ı r . Ne yazık ki bu k o n u d a da t a r i h î gelişmelerin A t a t ü r k ' ü n istemle­ ri d o ğ r u l t u s u n d a gerçekleşme­ miş olduğu ü z ü l e r e k b e l i r t m e k durumundayız. A t a t ü r k ' ü n Masonluk ve mason­ larla olan ilişkileri çerçevesinde, şüphesiz kendisinin m a s o n olup olmadığı biz m a s o n l a r k a d a r , haricî alemde de değişik kesimle­ r i n çok m e r a k ettiği, öğrenmek istediği bir konudur. Bu konu ile ilgili yıllardır olumlu, olumsuz, çeşitli spekülâsyonlar yapılmış­ tır ve yapılmaktadır. T a m e r Ayan K a r d e ş i m i z i n var­ sayımların ötesinde, somut, tar­ t ı ş m a g ö t ü r m e z belgelerle zen­ ginleştirerek, titiz bir çalışma so­ nucunda Masonluk camiamıza kazandırdığı "Atatürk ve Mason­ luk" adlı eser bu k o n u y u b ü t ü n b o y u t l a r ı y l a ele a l a n çok k a p ­ samlı bir k a y n a k niteliğindedir. (TA­2) Bu a r a ş t ı r m a d a da belirtildiği gi­ bi A t a t ü r k ' ü n resmen Masonluğu k o n u s u n d a elimizde k e s i n bir belge b u l u n m a m a k t a d ı r . Yerli ve yabancı k a y n a k l a r d a a ç ı k l a n a n bazı bilgiler, veriler ve iddialar ile A t a t ü r k ' ü n y a k ı n çevresin­ dekilerin k a l e m e aldığı a n ı l a r ı somut ve yeterli k a n ı t kapsamın­ da y o r u m l a m a k m ü m k ü n değil­ dir. Öte y a n d a n A t a t ü r k ' ü n Mason­ luğu ve m a s o n l a r ı çok y a k ı n d a n t a n ı m ı ş o l d u ğ u n u ileri s ü r m e k ise abartılı ve gerçek dışı olmaya­ caktır. A t a t ü r k ' ü n birçok özdeyi­ şi gibi, aşağıdaki özdeyişi de, sa­ n ı r ı m k o n u m u z l a ilgili yazılmış onlarca, yüzlerce sayfaya bedel­ dir: "Ben manevî m i r a s olarak hiçbir âyet, hiçbir doğma, hiçbir dön­ m ü ş ve kalıplaşmış k u r a l bırak­ mıyorum. B e n i m m a n e v î m i r a ­ sım ilim ve akıldır. Benim T ü r k milleti için y a p m a k istediklerim ve b a ş a r m a y a çalıştıklarım orta­ dadır. Benden sonra beni benim­ semek isteyenler bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliği­ ni kabul ederse, manevî mirasçı­ larım olurlar." Ulusal bir Büyük Loca'nın Kuruluşu: 1908, İ t t i h a t ve T e r a k k i n i n var­ lığını iyice o r t a y a k o y d u ğ u yıl olur. Birbiri a r d ı n a k a ç ı r m a ve suikast eylemleri, İstanbul'a ya­ pılan telgraf baskıları sonucu kö­ şeye s ı k ı ş a n A b d ü l h a m i t , I I . M e ş r u t i y e t i ilân eder. (10 Tem­ muz Rumî) 23.7.1908. M e ş r u t i y e t i n ilânı ile b i r l i k t e patlayan büyük coşku ve heyecan içinde Selanik'teki mason örgütü de ilk kez açık bir şekilde bu gös­ t e r i l e r s ı r a s ı n d a o r t a y a çıkar. D u m o n t ' u n verdiği bilgiye göre "24,25,26 T e m m u z günleri Selanik'te yapılan büyük gösteri­ ler sırasında b ü t ü n obediyansla­ r a bağlı masonlar, yan y a n a bay­ r a k l a r ı ile sokaklarda y ü r ü m ü ş ­ ler ve herkesçe vatanın kurtarıcı­ ları a r a s ı n d a a l k ı ş l a n m ı ş l a r d ı r . A m a a r a l a r ı n d a en fazla alkış alanlar, b a ş t a E m a n u e l K a r a s u olmak üzere Macedonia Risorta Loca'sınm üyeleri olmuştur." (OK­7) Bağımsızlıklarına aşırı d ü ş k ü n İttihatçılar devrim için yabancı 25 desteğini reddetmeleri gibi, Ma­ san P a ş a başkanlığında, evvelce sonluk konusunda da aynı tavrı 1861 yılında kurulan ancak yaşa­ göstereceklerdir. İttihatçıların İngiliz, F r a n s ı z , ya da İtalya'ya bağlı Türk Mason Locaları yerine Ulusal Büyük Locasına bağlı bir Masonluğu gerçekleştirmeleri son derece doğaldı. tılamayan Yüksek Şûra'yı (Şûra­ i Ali­i Osmanî) yeniden k u r d u k ­ t a n sonra, o n u n g ü d ü m ü n d e 9 Ağustos 1909'da İstanbul'da Tür­ kiye Büyük Maşrık'ım k u r a r a k , Büyük Üstatlığa da Talât P a ş a y ı seçmişlerdir. Aynı d ö n e m d e y a b a n c ı obedi­ y a n s l a r m girişimlerine paralel, uykudaki İstanbul localarının bazı eski üyelerinin yabancı obe­ diyansları h a r e k e t e geçirme ça­ lışmaları da gün ışığına çıkmaya başlamıştır. Paris'le t e m a s a ge­ çen L'Etoile du Bosphore Locası­ nın eski üyelerinden bir k a r d e ş yazdığı m e k t u p t a d u r u m u n uy­ gunluğunu a m a aynı zamanda da aciliyetini şöyle dile getirmekte­ dir: "Osmanlı Kanun­i Esasisinin ha­ yata geçirilişinin ertesinde zâten mevcut olan Alman ve İngiliz Lo­ caları d a v r a n m a d a n Fransız nü­ fusunun bir Mason Locasının te­ sisiyle perçinlenmesinin uygun­ l u ğ u n u ve yararlığını takdirleri­ nize sunuyorum... Bize katılmayı a r z u l a y a n b ü t ü n T ü r k gençliğini F r a n s ı z b a y r a ğ ı a l t ı n a çekmeye çalışmalıyız... Genellikle F r a n ­ sızca b i l d i k l e r i n d e n , üç r e n k l i F r a n s ı z b a y r a ğ ı n ı n altında kar­ deşçe y a ş a m a y a h a z ı r d ı r l a r . " (EE­1) Bu t ü r birçok girişimin süregeldi­ ği o r t a m d a yabancı obediyansla­ r a bağlı o l m a k yerine bağımsız ulusal bir obediyans k u r m a yolu­ n u seçen T ü r k Masonları 3 M a r t 1 9 0 9 ' d a fiilen, 24 H a z i r a n 1909'da r e s m e n P r e n s Aziz Ha­ 26 Son iki yüzyıldır batılılaşma ve batı tarafından y u t u l m a arasın­ da gidip gelen Osmanlı İ m p a r a ­ t o r l u ğ u ü n d a , ulusal çıkarları ba­ ğımsızlıkta gören k a r d e ş l e r i m i ­ zin "Universal M a s o n l u ğ u n ku­ ralları h a k k ı n d a yeterince bilgi sahibi olmadıkları için d a h a baş­ t a n yanlış yol seçtiklerini" ileri s ü r m e k acaba ne ölçüde gerçek­ lerle b a ğ d a ş m a k t a d ı r . O t a r i h ­ lerde düzenli bir Büyük Loca ku­ rulması için girişimlerin olduğu­ n u da bilmekteyiz. İstanbul'daki İtalyan okullarının müfettişi olan Nikola Forte adlı bir karde­ şin bugün için düzenli sayılabile­ cek bir B ü y ü k Loca k u r m a gay­ retleri "şuursuz" olarak nizamla­ r a aykırı bir yola yönlendirici ni­ telikte olduğu, dönemin bir sir­ külerinde belirtilmektedir. Sonu gelmeyen ikinci bir girişim ola­ r a k da İskoçya B ü y ü k Locasına bağlı La Turquie locasının üyesi M ü ş i r F u a t P a ş a n ı n (deli lakabıyla da anılır) girişimi kay­ n a k l a r tarafından belirtilmekte­ dir. B a ş t a n düzenli bir B ü y ü k Loca k u r m a k yerine İngiltere ve İs­ k a n d i n a v y a ' n ı n k a r ş ı çıkmasına rağmen, bir kısım yabancı obedi­ yanslara bağlı Yüksek Ş û r a l a r ı n destek ve onayıyla önce bir Yük­ sek Ş û r a k u r u p , ona bağlı Ulusal B ü y ü k Locayı k u r a n kardeşleri­ mizin, niçin böyle bir yolu benim­ sediklerini, her t ü r l ü önyargıdan uzak, dönemin toplumsal ve özel­ likle siyasal e t k e n l e r i n i de ele a l a r a k a r a ş t ı r m a k başlı b a ş ı n a bir ç a l ı ş m a k o n u s u d u r . Y ü k s e k Ş û r a y a bağlı V a t a n , Muhibban­ı Hürriyet, Şafak, Vefa Localarıy­ la birlikte Mısır Büyük Locasına bağlı Resne ve Uhuvvet­i Osma­ niyye Localarıyla, R e n a i s s a n c e Locasından a y r ı l a n k a r d e ş l e r i n k u r d u ğ u İ t t i h a t T e r a k k i Hakikî Muhipleri Locasının katılımıyla k u r u l a n B ü y ü k Loca ile Yüksek Şûra arasında 1 Kasım 1909 tari­ hinde bir de konkordato imzalan­ mıştır. (AE­1) (FÇ­2) Bu noktada, kardeşlerimizin d a v r a n ı ş l a r ı y l a o dönemde yeni bir yöntem y a r a t m a çabasına gi­ rişmiş oldukları şeklinde yanlış bir y o r u m a yer v e r m e m e k için, " a n a k r o n i z m " den ve E v r e n s e l Masonluk tarihinin bir dönemin­ den kısaca söz etmek çok yararlı olacaktır. Y u n a n c a ana:geri, ve kronos:za­ m a n sözcüklerinin birleşerek oluşturduğu, "Anakronizm", kro­ nolojik ilişkinin, isteyerek ya da bilmeden dikkate alınmaması ya da değiştirilmesi a n l a m ı n ı taşı­ m a k t a d ı r . Bir olayın t a r i h i veya çağıyla ilgili y a n ı l m a a n l a m ı n a da gelen anakronizm, değişik dö­ n e m l e r e özgü farklı d ü ş ü n c e ve y a ş a m biçimlerinin göz ö n ü n d e t u t u l m a m a s m d a n ya da tarihsel gerçeklerin bilinmemesinden k a y n a k l a n ı r . (Ana Cilt 2, S. 37). Britannica, 1717 yılını takip eden, neredeyse bir yüzyıl boyunca İngiltere'de "Eskiler" ve " M o d e r n l e r adı al­ t ı n d a iki grup m a s o n ç a t ı ş a r a k , birbirini düzen dışı ilân etmek­ ten geri kalmamıştır. Eski ve Mo­ dern anlaşmazlığın o r t a d a n kal­ dırılması girişimleri 101 yıl sür­ m ü ş 27 A r a l ı k 1813 t a r i h i n d e görkemli bir celsede b i r l e ş m e esasları ve h ü k ü m l e r i belirlen­ dikten sonra 23 Ağustos 1818 ta­ rihinde yeniden gözden geçilerek son şeklini alan n i z a m n a m e l e r evrensel s t a n d a r t l a r olarak ka­ bul edilmiştir. İngiltere Birleşik Büyük Locasını k u r a n iki Büyük Loca, eski ve saf Masonluğun ilk üç dereceyle Rolay Arch derece­ sinden ibaret olduğunu, masonik otorite açısından da b u n d a n böy­ le her ülkede ancak bir Büyük Lo­ ca bulunabileceğini ilân e t m i ş ­ lerdir. B u n a karşılık 1801 yılında Ame­ rika'da ortaya çıkan ve 1804'de ilk kez F r a n s a ' d a organize edile­ rek b ü t ü n Avrupa'ya yayılan Es­ ki ve Kabul Edilmiş İskoç Riti'nin en y ü k s e k otoritesini o l u ş t u r a n Yüksek Ş û r a eskiden beri İskoç Masonluğu deyimi altında topla­ n a n b ü t ü n localar ve çeşitli isim­ lerdeki yüksek dereceli atölyele­ r i n t ü m ü n ü d o ğ r u d a n doğruya idare altına almıştır. Öte y a n d a n , bugün 4­33 dereceli atölyeleri y ö n e t m e k l e y e t i n e n Yüksek Şûra b ü t ü n XIX. yüz­ yıl boyunca F r a n s a ' d a sembolik 27 locaları d a (yâni ilk üç dereceyi) m ü t h i ş etkileri olabilir... şimdiye otoritesi altında tutmuştur. (FÇ­ D kadar tebaamıza diyebilirdik ki II. Meşrutiyetin i l â n ı n d a n sonra ülkenin kaderini belirleyen siya­ si yönetim kadrolarının "Mason" niteliği, iç ve dış muhalefetin ik­ t i d a r a k a r ş ı oluşan tepkilerinin Masonluğa yeni roller yakıştıra­ r a k en hafif deyimiyle yermeleri­ ne neden olmuştur. Derviş Vahdetî'nin başlattığı ve 31 M a r t olayını y a r a t a n dinsizlik, d i n k a r ş ı t l ı ğ ı k ı ş k ı r t m a l a r ı , Siyo­ nizm s u ç l a m a l a r ı ile d e v a m et­ miştir, "ittihatçı h a r e k e t i n i n bir Y a h u d i ve Mason komplosu" ol­ duğu, sömürgeci Avrupalılar t a ­ rafından d a yoğun bir şekilde iş­ lenmiştir. B u n a Türkçü­Turancı ve Panislâmcı oldukları iddiaları da ilâve edilmiş, birbirlerine böy­ le k a r ş ı t eğilimler, z a m a n ı n a ve y e r i n e göre p r o p a g a n d a l a r d a kullanılarak İttihatçıların h e m Türk, h e m de diğer müslüman ce­ m a a t l e r nezdinde yerilmesi sağ­ l a n m ı ş t ı r . Ö r n e ğ i n A v r u p a ve H i n t M ü s l ü m a n l a r m a h i t a p edi­ lirken propagandalarda hep Türkçü­Mason­Yahudi t e m a s ı n ı işlemiş a m a Panislâmcılığından hiç bahsedilmemiştir. B u n a kar­ e n çok şılık Avrupa'da Panislâmcılığı vurgulanmıştır. (OK­8) Devrimden h e m e n sonra İngiliz dışişleri b a k a n ı Grey'in yeni İs­ t a n b u l elçisine gönderdiği u y a r ı bu k o n u d a y o r u m gerektirmeye­ cek k a d a r açık tipik bir örnektir: "Meşrutiyet gerçekten yerleşirse b u n u n M ı s ı r ve H i n d i s t a n ' d a 28 dinlerinin reisi (Halife) tarafın­ d a n idare edilen ülkelerde hiç de şefkatli olmayan bir istibdat ida­ resi vardır, h a l b u k i bizim istib­ dadımız y u m u ş a k ve şefkatlidir; f a k a t şimdi T ü r k i y e ' d e meclis açılırsa, Mısır'da meşrutiyet iste­ ği çok kuvvetlenecek ve bizim b u isteğe direnç gücümüz çok azala­ caktır. Ve orada meşrutiyet iste­ yenlere karşı silah k u l l a n m a m ı z çok güçleşecektir. (OK­9) "Çıkarlarında asla birleşemeyen Avrupa devletlerini Osmanlı'ya karşı tek bir cephe haline getiren k o n u şüphesiz k a p i t ü l â s y o n l a r olmuştur... B u nedenle, İttihaçı­ l a r m Selanik'ten y a y ı n l a n a n ilk mesajlarında Meşrutiyetin ilanıyla Batı Uygarlığı düzeyi­ ne erişildiği, dolayısıyla kapitülâsyonlara artık gerek kalmadığı yolundaki ifâdeler bü­ t ü n Avrupa'yı çok rahatsız etmiş­ tir. (OK­10) Avrupa ülkeleri arasında ingiliz­ l e r çok özel k o n u m d a y d ı l a r . 1880'lerin b a ş ı n d a n b e r i , O s ­ m a n l ı aleyhtarı ön y a r g ı l a r a da­ yalı İngiliz dış politikasının çok yakın ilişki k u r m u ş olduğu Prens Sabahattin ile birlikte ihtilâl tek­ lif e t m i ş o l d u k l a r ı İ s m a i l Ke­ mal'in Meşrutiyeti ilân eden kad­ ronun dışında kalmaları, Meşru­ tiyetin kendisi ve kendi çıkar böl­ gesi saydıkları bir a l a n d a y a r ı m yüzyıldır süren bir imtiyazın kal­ dırılması a n l a m ı n a gelen Lynch imtiyazının Maliye Bakanlığınca reddi, İngiliz politikasını İ t t i h a t ve T e r a k k i y e karşı dönülmez bir n o k t a y a g e t i r m i ş t i r . Sonuç ola­ r a k i t t i h a t ç ı l a r a k a r ş ı içte m u h a f a z a k â r , din s ö m ü r ü c ü s ü k e s i m l e r i n b a ş ı çektiği m u h a l e ­ fet çevrelerinin Masonluk ve Si­ yonistlik p r o p a n g a n d a l a r ı , dışta ise "Masonlukta intizam dağıtı­ m ı n ı n Merkez ü s s ü " k o n u m u n ­ daki İ n g i l t e r e ' n i n k ö t ü m a s o n , "masonlukta prostitution" (fahi­ şelik) (OK­11) s u ç l a m a l a r ı mu­ h a k k a k en az İttihatçılar k a d a r , h a t t â belki de d a h a fazla Mason­ l u ğ u n k a m u oyu n e z d i n d e y a r a a l m a s ı n a a ş a ğ ı l a n m a s ı n a neden olmuştur. 1909 y ı l ı n d a T ü r k i y e ' d e k i Ma­ sonluk açısından kayda değer bir diğer olay da M a s o n l a r ı n diplo­ matik bir görevle "Osmanlı toplu­ m u n u n uygarlık yolundaki çaba­ larına destek sağlamak" amacıy­ la Avrupa ülkelerine yapılan zi­ y a r e t l e r e h e y e t l e r o l a r a k katıl­ malarıdır. 1910'lu yıllara girilir­ ken Üçlü İttifak (Almanya, Avus­ t u r y a ­ M a c a r i s t a n ve İtalya) ve Üçlü İtilâf ( İ n g i l t e r e , F r a n s a , Rusya) devletlerinin her an a r t a n ve k e s k i n l e ş e n bir k u t u p l a ş m a o r t a m ı n d a olabildiğince dengele­ ri gözeterek, O s m a n l ı t o p l u m u adına dostluk ve yardım taleple­ r i n i n yapıldığı z i y a r e t l e r i n n e denli etkili (!) olduğunu görmek için pek fazla beklemeye gerek kalmayacaktır. 21 Eylül 1911'de İtalya savaş ilân ederek Trablusgarb'ı (bugünkü Libya) işgal eder. 1912 sonbaha­ r ı n d a O s m a n l ı l a r ı B a l k a n ülke­ lerinin b a ş l a t t ı k l a r ı s a v a ş , Os­ manlıların sürekli yenilgileri ile sona erer. İki ay içinde Kosova, İ ş k o d r a , M a n a s t ı r , S e l a n i k ve E d i r n e vilâyetleri k a y b e d i l m i ş , Bulgarlar İstanbul varoşlarında­ ki Çatalca h a t t ı n a k a d a r gelmiş­ lerdir. İki yıla y a k ı n bir süreyi k a p s a y a n , Meclis'in feshi, S a d â r e t m a k a m ı Babıali Baskı­ nı, Harbiye N a z ı r ı n ı n öldürül­ mesi, darbe sonrası b a ş a geçiri­ len M a h m u t Şevket P a ş a n ı n da bir s u i k a s t sonucu öldürülmesi gibi olayların yer aldığı bu yıllar şüphesiz y a k ı n t a r i h i m i z i n e n çalkantılı yıllarıdır. I. Düya Sa­ v a ş ı n ı da içeren 1913­1918 arası yıllar ise Talât, E n v e r ve Cemal P a ş a l a r ı n hakimiyetinde İ t t i h a t ve T e r a k k i n i n diktatörlük döne­ m i olarak t a r i h i m i z e geçmiştir. (SA­2) Masonik tarihimizle ilgili en gün­ cel ve de en kapsamlı çalışmalar­ dan bir olan Pek. Muh. A. Ergin­ soy K a r d e ş i m i z i n " T ü r k i y e ' d e M a s o n l u ğ u n Doğuşu" adlı kita­ bında: I. D ü n y a S a v a ş ı n d a pek çok m a s o n u n cepheye gittiği, yö­ netimdeki başarısızlıklarda m a ­ sonların etkisi olduğunun k a b u l edildiği ve Mason Localarının ça­ l ı ş m a l a r ı n ı n kısıtlandığı", "Sa­ vaş nedeniyle bağlantıları kesil­ m i ş u z a k vilâyetlerdeki Locala­ rın (Mısır, Suriye, L ü b n a n gibi) kapanmak zorunda kaldıkları belirtilmektedir. (AE­2) Şekilsel açıdan zaaflar taşıması­ n a r a ğ m e n B a t ı n ı n düşünce tar­ zını b e n i m s e m i ş birçok aydının 29 Masonluk çatısı altında kendini geliştirerek, güç koşullara rağ­ m e n ülke ve insanlığın y a r a r ı n a çalışıp çaba h a r c a d ı k l a r ı bu dö­ nemde, kaynakların üzerinde d u r d u k l a r ı olaylardan biri, dör­ düncü Büyük Ü s t a t Mirliva Faik Süleyman P a ş a n ı n Kolordu Ko­ m u t a n ı göreviyle t a y i n edildiği Kafkas Cephesinde 17.8.1916 ta­ r i h i n d e şehit oluşu ile 1918'de Büyük Ü s t a t l ı ğ a getirilen Dr. Rı­ za Tevfik'in anti masonik eylem­ leridir. Ne yazık ki k a m u oyunda d a h a fazla iz b ı r a k a n bu ikinci olayda, siyasal çekişmelerle ihti­ r a s l a r a âlet edilen Masonluk bü­ yük y a r a l a r almıştır. Felsefi k o n u l a r a olan ilgisi nede­ niyle "Feylesof Rıza Tevfik" ola­ r a k t a n ı n a n Dr. Rıza Tevfik Bö­ l ü k b a ş ı 1869'da B u l g a r i s t a n ' d a doğmuştur. Mekteb­i Mülkiye'de o k u r k e n öğrenci h a r e k e t l e r i n e katıldığı için okuldan çıkarıldık­ t a n sonra girdiği Sivil Tıbbiyeyi 1897'de bitirerek bir süre hekim­ lik yapmıştır. 1907'de İ t t i h a t ve Terakki Cemiyetine giren Dr. Rı­ za Tevfik, I I . M e ş r u t i y e t i n i l â n ı n d a n s o n r a 1908'de E d i r n e m e b u s u seçilir. 1909 yılında ku­ r u l a n Maşrık­ı Azam (Büyük Lo­ ca)m kurucularındandır. 1910'da İ t t i h a t ve T e r a k k î ' d e n ayrılır. 1912'de H ü r r i y e t ve İtilâf Fırka­ s ı n a girer. Yeniden mebus seçile­ m e y i n c e bir s ü r e p o l i t i k a d a n uzak kaldığı belirtilen Dr. R. Tev­ fik, Mondros M ü t a r e k e s i n i n im­ z a l a n m a s ı n d a n sonra Tevfik Pa­ şa k a b i n e s i n d e M a a r i f Nazırlı­ ğı'na, D a m a t F e r i t K a b i n e s i n d e de Şûra­yı Devlet Reisliğine geti­ 30 rilmiştir. Osmanlı m u r a h h a s ı sı­ fatıyla Sevres Antlaşmasını im­ zalayan k u r u l d a da yer almıştır. K u r t u l u ş S a v a ş ı n a k a r ş ı çıktığı için s a v a ş ı n k a z a n ı l m a s ı n d a n sonra y u r t dışına kaçmıştır. Yü­ zellilikler listesindeki sürgün yıl­ larından sonra, Yüzelliklerin ba­ ğışlanması üzerine 1943'te Tür­ kiye'ye dönebilmiştir. Ölüm tari­ hi İ s t a n b u l 30 Aralık 1949'dur. (AB­1) Yukarıda da belirtildiği gibi Bü­ yük Locanın kurucularından olan Dr. Rıza Tevfik'in Büyük Lo­ c a ' n m k u r u l d u ğ u y ı l l a r d a Ma­ sonluk aleyhinde bulunanlara, Masonluğu dinsizlik, kökü dışa­ r ı d a olmakla s u ç l a y a n l a r a çok sert yanıtlar vermiş olduğu belir­ tiliyor. (NG­1) Ancak ilerki yıl­ larda devrin Şeyhülislâmı M u s a Kâzım Efendi ile birlikte İttihatçı Masonları teşhir edip ağır suçla­ malarda bulunan Dr. Rıza Tevfik Bölükbaşı "33. derece­i Aliyeyi" haiz bir m a s o n olarak, m a s o n aleyhtarlığını Beyoğlu'ndaki ma­ son lokaline polisiye b a s k ı n dü­ zenletecek k a d a r ileriye götür­ m ü ş t ü r . Büyük Ü s t a t l ı k t a n isti­ fa ettirildikten sonra da "etkin­ liklerini" işgal kuvvetleri ile iş­ birliği yaparak İttihatçı ve bu dö­ nemde Kemal'ci masonları elimi­ ne etme çabalarıyla s ü r d ü r m ü ş ­ tür. (TA­1) Anılarını yayınladığı ancak bu a n ı l a r d a masonluğun­ d a n ve M a s o n l u k t a n hiç bahset­ mediği (NG­1) belirtilen Dr. Rıza Tevfik B ö l ü k b a ş ı , h e r h a l d e tarihî ve masonik kişiliği nedeni ile özellikle incelenmesi gereken önemli bir vakadır. B ü t ü n bu olumsuzluklar sürege­ lirken, 1917 yılında özellikle sa­ v a ş t a y o k s u l l a ş a n ailelerin ço­ cuklarının, yetimlerin k o r u n m a , bakım ve eğitimin sağlanabilme­ si amacıyla önce N e c a t Locası­ nın, daha sonra t ü m mason cami­ asının önderliğinde Himaye­i Etfâl Cemiyeti, şimdiki Çocuk Esirgeme K u r u m u n u n temelleri İstanbul'da atılmıştır. Savaş yıl­ l a r ı n ı n özel koşulları nedeniyle fazla gelişme gösteremeyen der­ nek 1921 yılında Dr. Besim Ömer Akalın P a ş a n ı n Büyük Üstad'lı­ ğı döneminde asıl, asil k o n u m ve işlevini k a z a n m ı ş t ı r . Bir millî Büyük Loca olarak, Tür­ kiye Büyük Locasının sözkonusu dönemde ilişkileri, b a ş t a Grand O r i e n t de F r a n c e olmak ü z e r e benzeri diğer gayrı m u n t a z a m Büyük Localarla olabilmiştir. Bu ilişkiler k a p s a m ı n d a , B ü y ü k Lo­ ca 23 E k i m 1921 t a r i h i n d e Ce­ nevre'de düzenlenen A.M.I. (As­ sociation Maçonique I n t e r n a t i o ­ nal) U l u s l a r a r a s ı Masonik Bir­ lik'in toplantısına katılmış ve bu katılımlar Locaların çalışmaları­ nın d u r d u ğ u 1935 yılına k a d a r devam etmiştir. 1909­1935 yılları arasındaki Ma­ sonik Tarihimizin 2. Dönemi ola­ rak tanımlanan tarihi sürecin 1923­1935 yıllarını içeren z a m a n dilimi, bu dönemle ilgili çalışma­ mızın ikinci bölümü ve devamı olarak ayrıca ele alınacaktır. KAYNAKLAR AB­ Ana Biritannica, Cilt 18 s.387. AE­ Abdurrahman ERGİNSOY Türkiye'de İstanbul 1996 l)s.49, 2)s.53. Masonluğun Doğuşu, Erciyas Yayınları, Al­ Angelo IACOVELLA Gönye ve Hilal, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998 1) s.19, 2) s.25, 3)s.36, 4) s.37, 5) s.2, 6) s.41, 7) s.42. ÇA­ Çetin ALTAN Tarihin Baskı) 1) s. 191. Saklanan Yüzü, İnkilâp Kitabevi, İstanbul EE­ Edhem ELDEM Toplumsal Tarih, sayı 33 1996 Geç Osmanlı Döneminde luk ve Siyaset Üzerine izlenimler. 1) s. 16. FÇ­ Fikret ÇELTİKÇİ Hür Masonluk Tarihinden 1982 1) s. 194, 2) s.300, 3) s.311. Notlar, Yenilik Basımevi 1998 (2. Mason­ İstanbul 31 IZ­ İlgaz ZORLU Evet Ben Selânikliyim, Türkiye Sabetaycılığı, Belge Yayınları, İs­ MAM Dili UT­ Mete TUNCAY Türkiye Tarihi, Çağdaş Türkiye 1908­1980 (4. cilt) Cem İstanbul Yayınevi, 1989 1) s.34. NG­ Nejat GÜLEN Dünyada ve Türkiye'de Mason Aleyhtarlığı, yırdan, İstanbul 1997. 1) s.118, 2) s.119, 3) s. 120. Nar Muh.: OK­ Orhan KOLOĞLUİttihatçılar İstanbul ve Masonlar Gür Yayınları, Ds.16, 2)s.44, 3)s.54­53, 4) s. 18, 5) 8.21, 6) s.46, s. 168, 11) s. 175, 12) s. 175. PD­ Paul DUMONTXX. Yüzyıl Başlarında Masonluk, M.S. Yayınları: 7, İstanbul 7) s.98, 8) s.209, Lo.:Ya­ 1991 9) s.113, Selanik'teki Fransız Obediyansına 1985 1) s. 75. 10) Bağlı SA­ Sina AKSİN Türkiye Tarihi, Çağdaş Türkiye 1908­1980 (4.ncü Cilt) Cem Yayıne­ vi, İstanbul 1989 1) s.ll, 2) s.36. TA­ Tamer AYAN Türkiye'de Masonluk Tarihinin 104, İstanbul 1997 1) s. 16, 2) s. 18. TA2­ Tamer AYAN Atatürk 32 ve Masonluk, Anahatları, Güzel İstanbul Mimar Sinan Muh.: Lo.: 1995 sayı: MASONİK K O N U L A R RITLER VE DERECELER Celil LAYIKTEZ Önceden tesbit edilmiş şekilci bir merasimle tekrise varmayı amaçla­ y a n yönteme R i t denir. Rit yükselen derecelerin merasimlerinin tü­ m ü n ü kapsarken, Ritüel her bir merasimin kendine h a s uygulamasını tanımlar. Rit adıyla a n ı l a n ilk m a s o n i k k u r u l u ş F r a n s a ' d a "Rite de Perfecti­ on"dur (Olgunlaşma Rit'i). 25 dereceli olan bu rit 1761 yılında Ameri­ ka'da da uygulanmaya başlamış ve Charleston kentinde 1801 yılında, 8 derecenin ilâvesiyle, bir Yüksek Ş û r a ' n m yönetiminde, "Eski ve Ka­ bul Edilmiş İskoç Riti" adını almıştır. M u n t a z a m Masonlukta, uygu­ l a n a n rit hangisi olursa olsun, ilk 3 derecenin yönetimi bağımsız bir Büyük Locaya bağlıdır, diğer derecelerin yönetimi de Büyük Loca'dan bağımsız olmakla birlikte, üyelerini ilk 3 derecenin m u n t a z a m kar­ deşleri a r a s ı n d a n seçer. Bazı ü s t derecelerin üyelerini b a ş k a ü s t dere­ ce sistemlerinden aldıkları da vâkidir, yeter ki bu Kardeşler m u n t a ­ zam sembolik localardan gelsinler. Böylece, birden fazla ritin uygu­ landığı ülkelerde bazen çok k a r m a ş ı k bir yapı oluşabilir. Etimoloji: Rit kelimesinin etimolojik t e t k i k i n d e n Y u n a n c a Arithmos=sayı ve Sanskritçe=dinsel nizam terkiplerinden geldiği a n l a ş ı l m a k t a d ı r ; b u 33 kelime başlangıçta değişik hristiyan mezheplerinin m e r a s i m özellik­ lerini tanımlamıştır. Rît bir dinde merasimlerin önceden belirlenmiş şekilleri ile sıralarını veya bir cemaatin dinsel inançlarını ifâde etmek için uyguladığı m e r a s i m l e r i n toplamıdır. Böylece, h r i s t i y a n dininin genelindeki, değişik u y g u l a m a ve s a p m a l a r a rit denir (Lâtin, Kopt, Maronit, Grégorien, Ortodoks ritleri gibi). Mason dilinde, rit, aynı yö­ netime bağlı, ya da aynı m a n t ı k içinde gelişen ve bütünleşen bir dere­ celer sistemini t a n ı m l a r . Masonluk y u k a r ı d a k i a n l a m d a rit kelimesini kabul ederek Rektifiye İskoç Riti, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti, Fransız Riti terminoloji­ sinde rit kelimesini, Rejim, Sistem kelimeleri ile eş a n l a m d a kullanır. Masonluk terminolojisinde, m ü ş t e r e k bir yönetimin altında oldukla­ r ı n d a n veya ard a r d a yapılan çalışmaların birinden diğerine devredil­ dikleri için bir b ü t ü n veya grup olarak kabul edilmiş bir derece dizisine RİT denir. Rit yükselen derecelerin t ü m ü n ü kapsarken, ritüel her bir m e r a s i m i n kendine h a s uygulamasını tanımlar. K e l i m e n i n ilk k u l l a n ı l ı ş ı : H ü r m a s o n l u k t a bildiğimiz ilk sapma 1751 yılında İngiltere'de yeni bir B ü y ü k Locanın kurulmasıdır. Yeni k u r u l a n Büyük Loca 1717'de ku­ r u l a n ilk B ü y ü k Locayı ifşaatlar sonucunda kelimeleri değiştirdiğin­ den sapkınlıkla suçluyor ve böyle yenilikler ihdas ettiği için ona Mo­ dernler ismini t a k a r k e n kendisini de Eskiler olarak tanımlıyordu. Bu noktadan çıkışla, Eskiler Rit'i ile Modernler Rit'i terimleri, bir polemi­ ğin sonucunda da olsa, ilk defa kullanılıyordu. Fransa'da, 26 Ağustos 1774 t a r i h i n d e (5774 yılının 8.ci ayının 26.cı günü) y a y ı n l a n a n İskoç Şapitrleri t ü z ü ğ ü n ü n ilk m a d d e s i n d e İskoç Riti M a s o n l a r ı n d a n söz edilir. 1778 yılında F r a n s a ' d a Islâh Edilmiş İskoç Rejimi k u r u l u r . (Rite Ecossais Rectifié) ve "Rejim" kelimesi b u r a d a özellikle kullanıl­ m a k l a beraber sonradan "Rit" kelimesi "Rejinî'in yerini almıştır. İzle­ yen yıllarda G r a n d Orient, Fransız Riti'ni kurar, b u n u Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti ile Mısır kökenli Misraim Riti ve Memfis Riti izler. Ritlerin çoğalması: Rit kelimesinin kullanılması 18.yy.'da yaygınlaşır, AB.D.'de de York Riti doğar. 1861 yılında Ragon "Le Tuileur" adlı eserinde, F r a n s a ' d a mevcut 52 değişik riti sayar. Ritlerin çoğalmalarının nedeni, kendilerini ispatlama yarışında olan ü s t derecelerin m a v i locaları etkileme çabasıdır. İngiliz Masonluğu 34 ü s t derecelerin h e r h a n g i bir ü s t ü n l ü k sağlayabilecekleri düşüncesini reddettiğinden "rit" kelimesi yerine "working" kelimesini k u l l a n m a ­ yı d a h a uygun görmüştür. Bu kelimeyi "çalışma şekli" veya "stil" ola­ r a k çevirmek m ü m k ü n d ü r . Genelde kullanıldığı şekil ile, Taylor Riti, Emülasyon Riti yerine, Taylor Stili, Emülasyon Stili demek İngiliz dü­ şüncesine d a h a yakın olur. Değişik Rit uygulamalarında, genelde ilk üç derecelerin ritüelleri çok az farklı olmaların rağmen, üst derecelerin yapıları büyük farklılıklar sergileyebiliyor. K a p s a d ı k l a r ı derecelerin k a r a k t e r l e r i çok değişik olabileceğinden, ritler içeriklerine göre tasnif edilemezler. Bazı dere­ celerin karışık öğelerden oluştukları da ayrı bir vakadır. Derece veya ritler izleyen "düşünsel öğe'lerle tanımlanabilirler: Hiramik, Kriptik, Okült, Sembolik, Tampliye, Şövalye, Tarihsel, Noaşit, Felsefî, Askerî, Dinsel, Mistik ve Politik. Biraz daha açmak gerekirse, yukarıdaki ta­ n ı m l a m a n ı n k a p s a m ı n a girebilecek muhtelif konular: Simya, Apoka­ lips, Enok, Dokuzuncu Kemer, Tufan Öncesi, N u h Peygamber, Mi­ marlık, Astroloji, Haçlı Seferleri, Askerî öğeler, Şövalye t a r i k a t ve ni­ zamları, F i r a v u n l a r tarihi, Meslekler, Kitabî ve Doğu dinleri, Yer altı ( m a h z e n , m a ğ a r a , m e z a r ) , İskoç, Seçilmişler, Vekiller, H i r a m , Telâffuz Edilemeyen Kelime, Kayıp Kelime, İs'ad, Kadoş, Büyü, Misti­ sizm, Operatif Masonluk, Felsefe, Roz Kruva, İkinci Mabet, v.s.., Aynı ritin değişik derecelerinin h e r birinde, veya g r u p l a ş m ı ş derecelerin h e r bir g r u b u n d a m ü s t a k i l bir düşünsel öğe egemen olabilir. Macit E r b u d a k Üstadımızın ifadesiyle/!) "Hangi rit olursa olsun, bü­ tün bu sistemler ilk üç sembolik mavi dereceler üzerine oturtulmuş olup, kırmızı, siyah ve beyaz, ya da seçilme, olgunlaşma ve yönetimle ilgili masonluklardan kuruludur. Hiç birinin ötekine üstünlüğü yok­ tur, ancak kuruluşları birbirinden ayrı ve değişiktir. Değişik çevre şartları içinde sosyal birlikler, nasıl değişik özellikler kazanıp değişik diller konuşuyorlarsa, dinler gibi Masonluk da çeşitli tarikat ve ritlere ve her tarikat ve rit de çeşitli makam, mertebe ve derecelere ayrılır. An­ cak ritlerin hepsinde gaye ve ülkü birdir. Ayrılık sâdece dışta, eşkâl ve merasimdedir. Söz gelişi, sütunlar, görevlilerin yerleri, duvar ve eşarpların rengi, yürüyüşlerle vuruşlar her ritte ayrıdır. Ritüellerin uygulanmasına gelince, Anglo­Saksonlarda ritueller çoğunlukla ez­ berden, Fransızlarda kitaptan okunduğu halde Hollanda'da seyahat­ lerin yorum ve açıklanmasında ritüele bağlanmak mecburiyeti yok­ tur. (1) Macit Erbudak, Ritler ve EKEİR'nin kuruluşu, Mimar SinarNo.3, s.7­8 35 "Hasılı, din, felsefe, politika, ekonomi, ahlâk sistemleri ve düşünceler arasındaki sınırlar, oldum olası insanları birbirinden ayırdıkları halde, bugün, bu sınırlar üstünden, herhangi bir ulusun malı olma­ yan bir gerçeğin geçtiğini görüyoruz. İşte bu gerçek, kafaları ilme ve tecrübeye dayanan ispatlarla birleştirmeye çalışan ilmin gerçeğidir. Bu anlayışla yola çıkmış bulunan Masonluk, ritler arasında bir üs­ tünlük gözetmez ve hiç birine öncelik tanımaz. Varlığın sisteme sığdı­ rılamıyacağını, buna karşılık sistemin filozofla insanlar arasında bir ÜÇÜNCÜ olduğunu bilen Masonluk, sembollerle çalışmayı tercih eder. Semboller, her seviyeye, her mizaç ve temayüle bir düşünme hak­ kı tanır, işte bu sembolizma sayesindedir ki, Masonlukta düşünme hürriyeti sağlanabilmekte ve bu suretle de bütün düşünce ve inançlara bir arada yaşama imkânı sağlanmaktadır. Zıt ve karşıt görüşlere yer vermeyen bir düzen ise, düşünceye ve dolayısıyla insana değer vermi­ yor demektir. Masonluk düşüncelere kelimelerle kesinlik vermeye kalkışsaydı, dü­ şüncelerle birlikte kendisi de eskimiş olurdu. Kalıplaşan düşünceler, içinde doğdukları çağlarla birlikte ölürler. Çünkü değişme tabiatın ezelî bir kanunudur. Bugünün mitolojileri, dünün gerçekleri ise, yarı­ nın da yalanları olacaklardır. Semboller ise, evrensel insanlığın ümit, dilek ve temayüllerini, insanın hakikat ve mutluluğu arayışındaki tü­ kenmek bilmeyen çabasını belirten güçlü araçlardır." R İ T Ü E L L E R İ N ORTAK ÖZELLİKLERİ: 1. Adayı dış d ü n y a d a n k o p a r a n bir dizi eylem. 2. Ölüm ve yeniden doğuşu anlatan, loca içinde seyahatlarla simgele­ n e n ve adayı sınayan ritüelik ve mitolojik bir d r a m a n ı n sahnelen­ mesiyle, adayın k u t s a l m e k â n ve z a m a n l a tanıştırılması. 3. Kutsal Kitaplar ve gönye ile pergelin üzerine gizlilik ve sadâkat ye­ mini edilmesi. 4. A v a n d a n l ı k l a r ı n a d a y a takdimi, sembollerin açıklanması. 5. T a n ı m a i ş a r e t ve parolalarının verilmesi. 6. Adaya Mason olduğunu kanıtlayan önlük ile loca bijusunun (ve el­ divenlerin) verilmesi. 7. Cemiyetin geleneksel tarihini, l a n d m a r k l a r ı n ı ve h ü m a n i s t ideal­ lerini özetleyen bir k o n u ş m a n ı n yapılması. 8. Adayla birlikte t ü m kardeşleri dış dünyaya geri getirecek k a p a n ı ş töreni ve agap. 36 R İ T Ü E L UYGULAMALARI V E RİTLER Genç m a s o n u n , tekris edildiği locanın ritüelinin evrensel olduğuna dair i n a n ç sahibi olması doğaldır, bu nedenle de ziyaret ettiği ülkele­ r i n M a s o n l u k l a r ı n d a değişik u y g u l a m a l a r l a karşılaştığında şaşırır. Aslında b ü y ü k farklılıklar yoktur. Uygulamada, çok ülkede çalışma­ lar Çırak derecesinde başlayıp kapanırken, ABD'de Ü s t a t derecesinde başlayıp, t e k r a r Ü s t a t derecesinde locayı k a p a m a k âdeti yaygındır. Bazıları konferansları loca içinde (Kıt'a Avrupası), bazıları da k a p a ­ nıştan sonra sofrada (İngiliz uygulaması) yaparlar. Ritlere göre de ba­ zı davranışlar, duruşlar, işaretler, kullanılan müzik t ü r ü , loca tezyi­ natı farklılık gösterebilir ve seyahat eden mason için, bu farklılıkları yerinde görmek daima ilginç bir tecrübe olur. Dil bilmeyen mason, zi­ y a r e t ettiği m u n t a z a m locada izleyeceği değişik rit u y g u l a m a l a r ı n d a dahi, ritüelin gelişmesini a n l a y a r a k takip eder. ÜLKELERE GÖRE RİTLER VE RİTÜELLER M u n t a z a m mason d ü n y a s ı n d a yüzden fazla mavi loca (ilk üç derece) ritüeli u y g u l a n m a k t a d ı r . Yalnızca İngiltere'de 50'nin üzerinde ritüel mevcut olup, b u n l a r ı n büyük çoğunluğu, ancak bir eksperin keşfede­ bileceği kelime farklılıkları ile birbirlerine çok yakındır. Bazı ülkeler­ de k u l l a n ı l a n ritüel ile u y g u l a n a n rit tektir ve Büyük Loca emri ile standartlaştırılmıştır, b a ş k a ülkelerde de, paralel olarak, aynı Büyük Locanın bünyesinde, değişik ritlerle ritüellerin uygulanabildiği gözle­ nir. İngiltere İngiltere'de en sık r a s t l a n a n rit " E m u l a t i o n ' d u r . B u n u n dışında en çok u y g u l a n a n l a r , Stability, Taylor, Logic ve Bristol'dur. İ r l a n d a kö­ kenli olan Bristol ritinin dışında, t ü m diğerleri birbirlerine çok yakın­ dırlar. İngiltere'de ritüeller ezbere uygulanır. Ritüellerin ezberlenme­ si gayrı resmî, a m a çok ciddi eğitim çalışmalarında gerçekleştirilir. Loca ritüelik olarak açılmadan bu çalışmalar yapıldığından, "gayri resmi" tabiri kullanılmıştır. Böylece, çalışmaları yöneten u z m a n l a ş ­ mış Önceki Üstadı Muhterem, her kardeşe ayrı ayrı kürsülerden vere­ cekleri repliklerin provasını y a p t ı r a r a k onları gelecekteki görevlerine hazırlar. B ü y ü k Ü s t a t Kral ailesinden biridir. 37 İskoçya: İngiltere'de "Eskiler" ile "Modern'lerin 1813'te birleşmeleri esnasın­ da, ritueller operatif öğelerinin bir kısmım kaybetmiştir. Oysa, İskoç­ ya'da, operatiflikten spekülâtifliğe geçiş çok d a h a yavaş bir tempo ile 18. yüzyılın ortalarına k a d a r sürmüş ve bu d u r u m ritüellerine de yan­ sımıştır. İskoçya'da da, İngiltere'de olduğu gibi, birbirine benzer bir kaç ritüel uygulanmaktadır. İngiltere ile olan en çarpıcı fark Ü s t a t de­ recesinde görülür: H i r a m efsanesi, İngiltere'nin aksine, t ü m d r a m a ­ tik b ü t ü n l ü ğ ü ile canlandırılır. Büyük Ü s t a t eski asillerden seçilir. İrlanda: İrlanda'da Büyük Locanın kabul ettiği tek bir ritüel vardır ve o da tü­ müyle ezbere uygulanır, yazılmasına, basılmasına izin verilmez. Yek­ nesaklığı sağlamak üzere, Büyük Loca bir "Eğitim Büyük Locası" kur­ m u ş t u r . İstisna olarak, Güney İrlanda'nın Münster bölgesinde, tarih­ sel ve geleneksel nedenlerle ayrı bir ritüel uygulanmaktadır, bu da İn­ giliz Bristol ritüeline çok yakındır. Kıt'a A v r u p a ' s ı n d a u y g u l a n a n b a ş l ı c a ritler: Varsa, İngilizce çalışan localar Amerikan ve İngiliz ritüellerini kulla­ nırlar. B u n l a r ı n dışında ise beş a n a ritin etkisini görüyoruz: 1­ Fransız Riti: Bu masonik sistem Fransız Grand Orinet'ı tarafından d ü z e n l e n m i ş t i . B a ş l a n g ı c ı n d a h r i s t i y a n nitelikli olan bu s i s t e m , Grand Orient'ın masonik intizamını kaybetmesinden sonra, agnostik veya ateist bir şekil aldı. Bu ritte ilk üç dereceden sonra gelen dört felsefî derece vardır. M u n t a z a m Fransız masonluğu, Grande Loge Na­ tionale Française'de (GLNF) bu ritle çalışan localar, ritüelleri agnos­ tik ve ateist öğelerden arınmışlardır. 2­ Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti (EKİR): İlk 3 derece ile beraber 33 dereceden oluşan bu ritin İskoçya ile bir ilgisi yoktur, kökeni F r a n ­ sa'dır ve İngiliz masonluğuna F r a n s a ' d a n gelmiştir. İngiltere, İrlanda ve İskoçya'da m u t l a k h r i s t i y a n öğeleri olan Rit, Kıt'a A v r u p a s ı ve L â t i n ülkelerinde liberal bir g ö r ü n ü m kazanmıştır. 3­ Islah Edilmiş İskoç Riti (IEİR): Bu Rit A l m a n l a r ı n "Strict Obser­ vance" Ritinden etkilenmiştir. 3. dereceden sonrası hristiyan k a r a k ­ terli olup, a n a t e m a Tampliye Şövalyeleridir. Ritin ilk üç derecesinde zengin operatif öğeler vardır, tekristen önce de aday tefekkür hücresi­ ne alınır. 38 4­ Schroeder Riti: Schroeder 18. yüzyıl Almanya'sında, özellikle ü s t derecelerde Masonluğa sürekli eklentiler y a p m a modasına k a r ş ı çık­ mış bir kardeşimizdir. Olayı çözmek için Schroeder, g ü n ü n ü n İngiliz Ritüelini Almanca'ya çevirmişti. "Schroeder Ritüeli" diye anılan bu ri­ tüelin İngiltere'de Eskilerle Modernlerin 1813 yılında birleşmelerin­ den önceki İngiliz ritüellerinin derlemesi olduğu h a t ı r l a n m a l ı d ı r . Fransız Ritini de etkileyen Schroeder riti daha çok Almanya, Avustur­ ya ve İsviçre'de uygulanır. 5­ İsveç Riti: İskandinav ülkelerinde uygulanan bu ritte ilk üç derece­ ye eklenen sekiz dereceyle, onbir derece vardır. Bu rit'in ritüelleri Av­ r u p a ' d a u y g u l a n a n diğer ritlerin ritüellerinden farklıdır. Örneğin, Ü s t a t derecesi efsânesinde, H i r a m Abif yerine Adoniram(2) teması iş­ lenir. İsveç Riti t ü m ü y l e hristiyanîdir; h r i s t i y a n o l m a y a n l a r t e k r i s edilmezler, k a t ı l a m a z l a r , ancak ziyaretçi olarak k a b u l edilirler. Bü­ yük Ü s t a d genelde Kral Ailesinden seçilir. D a n i m a r k a Büyük Locası d a İsveç riti ile çalışır, a n c a k h r i s t i y a n olmayanları da k a b u l e t m e k üzere, ikinci bir Bü... Sek...'e bağlı Emulation Rit'inde çalışan bir bölü­ m ü de yakın z a m a n d a k u r u l m u ş t u r . A V R U P A ' D A R İ T L E R İ N DAĞILIMI F r a n s a ' d a GLNF'in uhdesinde IEİR, EKİR, Fransız ve Emulation (İn­ giliz) ritleri ile, A m e r i k a n a s k e r ve diplomatlarının localarında da WEBB Riti ile çalışılır. Duvar t a h t a s ı n d a o gün hangi locaların hangi ritle çalışacakları ilân edilir, m u n t a z a m ziyaretçi de ilgi duyduğu me­ saiye katılır. A l m a n y a , A v u s t u r y a ve Alman İsviçresi'nde genelde Schroeder riti u y g u l a n ı l m a k l a beraber, bir A l m a n Büyük Locasın) İsveç Rit'ini ka­ bul etmiştir. (2) Adoniram: Abda'nın oğlu Adoniram Süleyman Mabedinin inşaatı zamanında vergi tahsildarıydı. EKIR'nin 4,5,8 ve 14. derecelerinde Adoniram'a atıflar var­ dır. 18. yüzyılın sonlarında, Fransa'da Cuillemain de Saint Victor "Adoniramit" Masonluğu yaymıştı. Hiram Abi veya Hiram Abif ile Adoniram kelimelerinin ibranî imlâları yakındır ve bu karışıklığın doğrudan bir imlâ hatasından kaynaklanmış olduğu iddia edilebilir. (3) Harpten sonre işgal kuvvetlerinin kurdukları localar, Berlin'in özel durumu ve eyalet sistemi nedenleriyle Almanya'da, Birleşik Almanya Büyük Locasının çatı­ sı altında 5 muntazam Büyük Loca paralel olarak faaliyet göstermektedir. İsveç Riti ile çalışan Büyük Loca, Merkezi Hamburg'da olan "The Grosse L.andsloge Der Freimaurer von Deutschand"dır. 39 F i n l a n d i y a hariç, İ s k a n d i n a v ülkelerinde İsveç Riti uygulanır. Fin­ landiya'da ise Amerikan Webb Riti egemendir. Hollanda, Belçika ve mesaileri Fransızca olan İsviçre localarının çoğunluğunda EKİR, ba­ zen de IEİR uygulanır. İtalya, İspanya ve Portekiz'de EKİR hâkimdir. Hollanda ve Belçika'de Felemenkçe çalışan localarda, Shroeder etki­ sinde Felemenk Rit'i uygulanır. Yunanistan ve Lüksemburg'da F r a n ­ sız Riti'nin etkisi büyüktür. Türkiye'de ise, temel EKİR olmak üzere, Fransız Rit'i ile Modern İskoçya Ritüelinden alıntılar vardır, sonuçta "Türk" Riti u y g u l a n m a k t a d ı r . Almanya ve İsrail'de Türkçe çalışan localar T ü r k Rit'inde çalışırlar. Y u k a r ı d a sergilenen b ü t ü n bu değişik u y g u l a m a l a r a r a ğ m e n , İsveç Ritinin dışında, geri k a l a n Avrupa ritlerinin birbirlerine çok yakın ol­ dukları ve ziyaretçinin yabancılık çekmeyeceğini h a t ı r l a t m a k t a y a r a r görüyorum. ORTA V E G Ü N E Y AMERİKA: D ü n y a n ı n b u bölgesinde en sık r a s t l a n a n ritler EKİR ile IEİR'dir. EKİR'nin 4­33 dereceyi kapsayan çalışmaları genel uygulamadır. Me­ saileri Almanca olan mavi localar Schoroeder Rit'ini uygularken, İngi­ liz, İskoç veya İrlanda Büyük Localarından aldıkları beratlarla Anglo­ s a k s o n ritlerinde (çoğunlukla Emulation Riti) ve İngilizce çalışan lo­ calar da vardır. KUZEY AMERİKA: B ü y ü k Locaların münferit uygulamaları a r a s ı n d a k ü ç ü k farklılıklar olmakla beraber, ABD'nin çoğunda mavi localarda Webb tipi ritüeller­ le, 4­33 derece arasında da EKİR'i veya York Riti uygulanır. Webb Ri­ tinde açılış ve kapanış 3. derecededir. 1. ve 2. dereceler yalnızca 3. de­ receye h a z ı r l ı k t ı r . O t u r u m a r a s ı n d a y e m e k m o l a s ı verilebilir. EKİR'inde 3. dereceden sonra 32. dereceye k a d a r olan t ü m dereceler birden verilebilir. H a s e n a t duygusu hâkimdir. ABD'de, her t ü r l ü ma­ sonik k u r u l u ş l a r ı n ortalaması olarak günde toplanan yardım parası, h e r g ü n için, 3.5 milyon dolardır. Kanada'nın on eyaletinin dokuz'unda Eski York, Webb tipi, Emu­ lation veya bunların karışımı olan Kanada Riti uygulanır. Yeni ku­ r u l a n N e w ­ F o u n d l a n d B ü y ü k Locasında ise d a h a çok E m u l a t i o n Rit'inde çalışılır. 40 A F R İ K A V E ASYA: Locaların çoğu Anglo­Sakson ritlerinde çalışılır. Frankofon bölge­ lerde F r a n s a Millî B ü y ü k Locasının ritleri (GLNF) egemendir. Güney Afrika'da, Felemenkçe çalışan localar tâdil edilmiş bir IEİR'i u y g u l a r k e n , J a p o n y a ve Filipin Büyük Locaları Webb Rit'inde çalı­ şırlar. KAYNAKLAR 1. Ritler ve E.K.E.Î.R. 'nin kuruluşu, 2. Din, Irk, Politika ve Masonik Ziyaret (Ritüel Uygulamaları tez ­ Tesviye No.2 s.20 ve Ritler), Celil Layik­ 3. Dış Temaslar s.24­26. için Kılavuz, Macit Erbudak Celil Layiktez 4. Ritler ve Dereceler (Merak Ettikleriniz) 5. Rit Nedir, (Merak Ettikleriniz) 6. Dictionnaire de la Franc Maçonnerie 7. Dictionnaire des Sociétés Secrètes en ­ Mimar Sinan No.3; s. 7 ­ Tesviye No.3, • Tesviye No.ll, Tesviye No. 20., et des s.31­32. s.26­27. Francs­Maçons. Occident. 41 RITLER VE RITÜELLER N e ş e t SİRMAN Bu konu, çok eskiden beri mason l o c a l a r ı n d a i ş l e n m i ş ve işlen­ mektedir. Tanrılık vasfının, etkisinin n a k ­ linde ve inisiyatik zincirin bağ­ l a n m a s ı n d a temel unsurlardır." Özellikle çırak mason kardeşlere h i t a p ederek, özetle ve çabuk an­ laşılır bir şekilde, bir kez daha bu konu ele a l ı n m a k t a d ı r . 22 Eylül 1875 t a r i h l i s ü p r e m konseyler k o n v a n ı n d a r i t l e r d e n şöyle bahsediliyor: "Masonik ni­ zam, yâni Masonluk, tanınmış ve bilinen ritlere ayrılır, çeşitli ol­ m a k l a b e r a b e r hepsi, b ü t ü n rit­ ler, aynı m e n ş e d e n çıkmış olup aynı a m a c a yöneliktirler." "Ta­ nınmış hangi ritten olursa olsun, h e r mason dünyadaki b ü t ü n ma­ sonların kardeşidir." Rit nedir? Ritüel nedir? Litre'e göre rit: "Bir inanışa,îma­ n a ait t ö r e l e r i n t a kendisidir". Boucher'ye göre rit; "Belirli töre­ lerin kurallaştırılmasıdır. O hal­ de ritüel, rit'le ilgili olanların top­ landığı kitaptır. Anglo Saksonlar, rit yerine "Wor­ king" sözcüğünü kullanırlar. Bu deyim, çalışma şekli o l a r a k ter­ cüme edilebilir. Mâruf mason ya­ zar René Guénon diyor ki: "Ritler 42 Obediyans için bir r i t veya ayrı b i r k a ç ritle ç a l ı ş a n l o c a l a r d a n o l u ş a n bir f e d e r a s y o n d u r den­ mektedir. H e r n e k a d a r T ü r k hu­ k u k sistemine göre bu m ü m k ü n değilse de, y â n i locaların t e k e r t e k e r tüzel kişilikleri b u l u n m a ­ m a s ı n e d e n i y l e bir federasyon teşkil edememekte iseler de, ma­ son geleneğine göre bu böyle ol­ m u ş t u r ve böyledir. F a k a t İngil­ tere Birleşik B ü y ü k Locası'nın 4 Eylül 1929'da k a r a r l a ş t ı r d ı ğ ı di­ ğer b ü y ü k locaların t a n ı n m a s ı h a k k ı n d a a n a prensipleri arasın­ daki bir 5.ci m a d d e işi değiştir­ miş görünüyor. Bizim Büyük Lo­ camız da 8 m a d d e d e n oluşan bu prensipleri kabul etmiş bulun­ m a k t a d ı r . Bu 5.ci maddeyi oku­ yalım: "Büyük Loca, kontrolun­ daki localara h ü k ü m r a n olacak­ tır. Sembolik dereceler (çırak, kalfa ve ü s t a d ) üzerinde yegâne ve tartışılmaz otoriteye sahip ola­ caktır ve de hiçbir şekilde bir süp­ rem konsey veya başka bir otorite bu dereceler üzerinde bir kontrol ya da gözetme iddia eden bir kud­ rete sahip olmayacaktır; s ü p r e m konsey ya da bu k u d r e t ile otori­ tesini paylaşmayacaktır." İngiliz mason teşkilâtınca tanınmasını isteyen h e r b ü y ü k loca bu pren­ sipleri u y g u l a m a k z o r u n d a d ı r . Bu şekilde geleneksel olarak Ma­ sonluğun ilk devirlerinden itiba­ r e n b u g ü n e dek gelmiş, h ü r ma­ son h ü r loca prensibi ne olacak? Mason hürdür, h ü r olmasaydı m a s o n olamazdı. Loca h ü r d ü r , zira kendi delegele­ ri ile h ü r o l a r a k B ü y ü k L o c a y ı o l u ş t u r m a k t a d ı r . B ü y ü k Locası­ nın kabul ettiği­ prensipleri uygu­ l a m a k l a da h ü r r i y e t i n d e n birşey kaybetmez. Bunları hür olarak k a b u l etmiş sayılır. D ü n y a d a k i birçok emsalinde ol­ duğu gibi bizim B ü y ü k Locamız da locaların çalışacakları riti tes­ pit etmiş b u l u n m a k t a d ı r . Bu rit Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti değildir. B ü y ü k Localar h ü k ü m ­ ranlıklarına tâbi locaların yalnız idarî, temsil, i n t i z a m ve benzeri işleri için değil; çalışacakları r i t ve ritüelleri t a n z i m yetkisine de sahip bulunduklarından eğer Es­ ki ve Kabul Edilmiş Skoç Riti eski şekli ile 1­33 dereceye k a d a r ritin yegâne nâzımı, otoritesi o l a r a k kalmış olsaydı, bizde cereyan et­ miş 1964 olayları dediğimiz şekil­ de, birçok obediyansta d a b u n a benzer ihtilâflar olurdu. Nitekim o l m u ş t u r da. Bu d u r u m , y â n i Y.Ş.'larm l,2,3.cü dereceye de hâkimiyeti, h e r yerde değişmek­ tedir. Bizde de değişmiştir. Tür­ kiye Fikir ve Kültür Derneği, Es­ ki ve K a b u l E d i l m i ş Skoç Riti içinde yalnız 4 ilâ 33 derece ola­ rak hâkimiyetini sürdürmekte­ dir. Bu b a ğ l a m d a ola ki, Türkiye Büyük Locamız Skoç Ritinde 1­3 derecelerde çalışabilmek için lo­ c a l a r a izin verecek olsa d a h î , Türkiye Fikir ve K ü l t ü r D e r n e ­ ği'nin bu localara hiçbir şekilde, n e dolaylı, ne dolaysız o l a r a k m ü d â h a l e s i o l m a y a c a k t ı r , ola­ maz da. Bizden çok önce İngiltere Büyük Locası'nca t a n ı n m ı ş bulu­ n a n ve de bizim Büyük Locamızla m u n t a z a m ilişkilerde b u l u n a n Fransız Millî B ü y ü k Locası için­ de Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Ri­ ti'nde çalışan localar vardır. Süp­ r e m konseylerinin bunlar üzerin­ de hiçbir otoritesi yoktur. Otorite Büyük Loca'nm elindedir. Zâten, 43 belki de b i r a z d a b u s e b e p t e n 1804 tarihinde k u r u l m u ş F r a n ­ sız Yüksek Ş û r a s ı ' n d a (Supreme Conseil de France) 1964 tarihle­ r i n d e bir b ö l ü n m e olmuş, o za­ m a n k i H â k i m B ü y ü k Amirleri Charles Riandey Kardeş, kendisi bizzat H â . B. Amir iken y a n ı n d a bir t e k ş û r a üyesi P a u l N a u d o n Kardeş ile birlikte Yüksek Şûrayı t e r k e t m i ş l e r d i r . B a ş k a yeni bir Y ü k s e k Ş û r a ( S u p r e m e Conseil P o u r La F r a n c e ) tesis etmişler­ dir. Bu Y ü k s e k Ş û r a ve Charles Riandey, A m e r i k a G ü n e y J u r i ­ diksiyonu t a r a f ı n d a n t a n ı n m ı ş ve 1965'te de H o l l a n d a Y ü k s e k Şûrası tarafından tanınmıştır. Hâlihazırda bizim Yüksek • Şûramızın da t a n ı ş m a k t a olduğu bu Yüksek Şûradır. Avrupa'da ve D ü n y a d a birçok Yüksek Ş û r a l a r bu Y ü k s e k Ş û r a ile b e r a b e r inti­ z a m içinde b u l u n m a k t a d ı r l a r . F r a n s ı z Millî B ü y ü k Locası için­ de, E s k i ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'nde çalışan localardan ayrı, E m u l a t i o n Riti'nde, Düzeltilmiş Skoç Riti'nde çalışan localarda v a r d ı r . B u r i t l e r ü z e r i n d e bilgi v e r m e n i n yeri burası olmamakla b e r a b e r ş u n o k t a y a değinelim: 1823 tarihinden beri şimdiki şek­ li ile İngiliz ve İngiliz dünyası lo­ caları tarafından uygulanan E m u l a t i o n Riti'ne F r a n s a ' d a bi­ r a z fazla r a ğ b e t gösterilmesinin sebebi h e r h a l d e ­ F r a n s a ' d a d a vaktiyle compagnonage dedikleri lonca teşkilâtının bu ritle ilgisin­ den olsa gerek; anlaşılacağı üze­ re, bu rit eski lonca örgütlerinden f a y d a l a n m ı ş t ı r . E m u l a t i o n Riti alışılmış üç dereceden oluşur. Bu 44 ritle çalışan locaları dahi Fransız Millî B ü y ü k L o c a s ı n a tabî ol­ makla beraber Royal Arch (Royal Arş veya S a i n t Arch Royal) ayrı ve özerk bir B ü y ü k Ş a p i t r t a r a ­ fından idare edilmektedir. "Mark Master" ise ayrı bir derece olup b a ş k a bir B ü y ü k Loca'ca i d a r e edilmektedir. F r a n s ı z Millî Bü­ y ü k Locası Deist'tir. İ n g i l t e r e Birleşik Büyük Locası'nm tanıdı­ ğı b ü t ü n l a n d m a r k ' l a r ı eksiksiz uygular. Katolik p a p a z l a r l a iyi ilişkiler içindedir. İngiltere Bü­ yük Locasının kendisinin Dünya A n a B ü y ü k Locası olduğunu id­ dia e t m e s i n d e n ö t ü r ü şikâyetçi olan bazı k a r d e ş l e r 1958 yılında bu büyük locadan ayrılmaya ka­ r a r vermişler ve böylece G r a n d e Loge Nationale Française Opera ismi altında bir başka büyük loca kurmuşlardır. B ü t ü n b u a ç ı k l a m a n ı n sebebi Y.Ş.'ların Büyük Loca'lardaki E. ve K. İskoç Rit'inde çalışan loca­ l a r a m ü d â h a l e edemeyeceklerini göstermek içindir. Bu m ü d â h a l e ritle ilgili d a h i o l a m a z d e m e k içindir. Oysa g e r e k F r a n s a ' d a F r a n s ı z Büyük Locası, gerekse bizde eski Türkiye Yüksek Şûrası izin vere­ r e k k u r d u k l a r ı özerk B ü y ü k Lo­ calarla konkordatolar imzala­ mışlar. H e r b a k ı m d a n özerklik­ lerini t a n ı m ı ş l a r ; fakat r i t üze­ r i n d e k i h â k i m i y e t l e r i n d e n vaz­ geçmemişlerdir. Bu h a l bir vesile olmuş Büyük Locaya m ü d â h a l e l e r i n i devre devre ek­ sik etmemişlerdir. 1965 olayla­ r ı n d a n itibaren azar azar da olsa intizamını, 1973'de t a m a m l a y a ­ r a k B ü y ü k Locamız obediyans o l a r a k m u n t a z a m sayılmış ve d ü n y a d a k i y e r i n i almıştır. Ta­ m a m e n özerk ve otoritesini hiçbir mason teşkilâtı ile paylaşmaz bir hürriyete sahip olmuştur. Obedi­ y a n s olarak b u böyledir, fakat bu halin E. ve KS.R.'i ile ilişkide bu­ lunabileceği k a b u l edilemez. Ri­ tin bir k a b a h a t i ve g ü n â h ı olma­ ması gerek. Ç ü n k ü aynı ritle çalı­ şan localar İngiltere'de olduğu gi­ bi F r a n s a ' d a , Avrupa'da ve özel­ likle A m e r i k a ' d a çeşitli, m u n t a ­ z a m obediyanslar da mevcuttur. H a t t â ve h a t t â büyük gaflet, o za­ m a n k i i d a r e e d e n l e r d e idi. İdarecilerin b u h a t â s ı , yeni Bü­ y ü k Locamız t a r a f ı n d a n riti de­ ğiştirmek suretiyle ödetilmek is­ tenmiştir. Türkiye Yüksek Ş û r a s ı ' n ı n b u h a t â s ı bizzat ken­ disinin g a y r ı m e ş r û s a y ı l m a s ı n a sebebiyet vermiştir. Kanımca 1965 olaylarından son­ r a ritüeller B ü y ü k Locamız t a r a ­ fından yeniden t a n z i m edilirken obediyans ile rit, i n t i z a m ile rit birbirleriyle karıştırılmıştır. Tabiî bu şahsî bir görüştür. O ta­ rihlerde mensubu bulunduğum Fazilet M u h . Locasında çok sev­ diğim ve saygı duyduğum bir eski mason "Burada rit yok ritüel var­ dır" d e m i ş t i . B e n de n a ç i z a n e , kendisine "rit olmadan ritüel ola­ maz" cevabını verdiğimi hatırlı­ yorum. Şimdiki halde kullandığı­ mız ritüeller de yine kanımca bir rite dayanmaktadır. Bu ritin adı­ n a T ü r k Riti denilebildiğini tek­ r a r l a m a k isterim. Niye olmasın ki F r a n s ı z Riti o l m u ş k e n T ü r k Riti neden olmasın? F r a n s ı z Riti de, İskoç Riti'nden faydalandığı gibi Türk Riti de h e m EKSR'nden h e m de Emulation Riti'nden fay­ dalanmıştır. Ayrı bağımsız bir T ü r k Riti'nin b u l u n m a s ı bâzı y ö n d e n y a r a r l ı olmasına k a r ş ı n bazen de zor du­ rumlar yaratmaktadır. Yararı özellikle T ü r k Masonluğu açısın­ d a n olmuştur. O tarihlerle Eski Türkiye Yüksek Şûrası'nın da g a y r ı m u n t a z a m bir d u r u m a düş­ müş bulunduğundan; onun h â m i s i olduğu bir rit'in B ü y ü k Locamız tarafından kullanılması m ü m k ü n olamazdı ve de olmadı. Deneme mâhiyetinde olarak r a h ­ metli İbrahim Hoyi kardeşimizin tercüme ettiği İskoçya Büyük Lo­ cası'nın Ritüelini b e n i m Ü s t a d ı Muhteremliğim zamanında 1968/69 yıllarında iki yıl pilot lo­ ca o l a r a k biz F a z i l e t M u h . L o . ' s m d a u y g u l a m a y a çalıştık. Bu a r a d a şimdiki ritüellerimizin temeli oluşturuldu, şu k a d a r yıl­ dır bu ritüeller uygulanıyor. Bu u y g u l a m a n ı n getirdiği zorluklar Dünya Masonluğunca tanınan, bilinen ritlerden birinin olmama­ sı y ü z ü n d e n u l u s l a r a r a s ı t e m a s ­ l a r d a hissedilmektedir. Mason­ l u ğ u n evrenselliği d ü ş ü n ü l d ü ­ ğ ü n d e t a n ı n m ı ş bir r i t t e çalışan bir loca ziyaretinde, yabancı bir ziyaretçi k a r d e ş k o n u ş u l a n dili pek a n l a m a s a da ritin uygulan­ m a s ı n ı görmekle k e n d i n i diğer k a r d e ş l e r e d a h a y a k ı n hissede­ cektir. Bizler de yabancı bir ülke­ de, bir loca ziyaretimizde o locada 45 u y g u l a n ı l a n riti y a k ı n e n t a n ı r ­ sak, orada d a h a r a h a t oluruz. Ev­ r e n i n m u a z z a m k a n u n l a r ı n ı an­ l a m a y a ç a l ı ş m a d a n önce i n s a n önce kendini t a n ı m a d u r u m u n d a olmalı, yapısını bilmeli, vicdanı­ nı t a r t m a l ı d ı r . Bu i d r â k içinde kendini ıslâh etmeye çalışmakla, g e ç m i ş t e n gelen seslere k u l a k vermekle, m a s o n i k an'aneyi his­ setmeye, sezmeye başlar. Bu hal b ü t ü n ritlere m e n s u p m a s o n l a r için aynıdır. Söz r i t l e r d e n açılmışken, şimdi genel a n l a m d a M a s o n l u ğ a giri­ yoruz. 46 Bu a r a d a önemle bir h u s u s u be­ lirtmek gerekir. Masonluk rit de­ m e k değildir. Çeşitli ritlerin uy­ g u l a n m a s ı n ı g ö r m e k l e çeşitli Masonluk bulunduğu sanılma­ malıdır. Masonluk d ü n y a n ı n her yerinde aynıdır. O da geleneksel M a s o n l u k t u r . Değişen a n c a k o Masonluğu uygulayabilmede b a ş v u r u l a n yollardır. Geleneksel Masonluk ne bir sistemdir, ne de bir doktrindir. Çok eski z a m a n ­ lardan beri verilmiş b u l u n a n me­ sajları, çağrıları bizlere iletmek­ tedir. Masonluk ise bu mesajlara kulak vermektedir ki, biz bunları çağımızın dili ile y o r u m l a m a y a çalışmaktayız. N E Ş E T SIRMAN KARDEŞIN ARDıNDAN Hazer AKIN O'nu tanıyanlar, aynı sütunları paylaşanlar, yazılarını okuyanlar, di­ ğer derneklerdeki dostları ve t ü m çevresi yaşlıların dünya değiştirme­ lerine gösterdikleri t e v e k k ü l ü , O'nun için gösteremediler. V a k u r ve bilge i n s a n sonuna k a d a r E.U.M.'ına bağlı kaldı, akıldan uzaklaşma­ dı, y a k ı n m a d ı . T ü m k a r d e ş l e r i n e ve dostlarına örnek olacak davra­ nışlarda bulundu; sanki son a n a k a d a r üstadlık yeminine sadık kala­ r a k sabır, m e t a n e t ve bağlılık dersi verdi. O'ndan çok şeyler öğrendik, her toplantıda, her konuşmasında hayret­ le yeni bir kelime, yeni bir fikir, yeni bir yorum bulurduk. Ufkumuzu a ç m a k , d ü ş ü n c e k a p a s i t e m i z i genişletmek, d a h a öteye d a h a iyiye u l a ş m a k için içimizde istekler uyandırırdı. Bir kardeş iyi bir konuşma y a p a r s a heyecanlanırdı, h a t t â bazen sözünü kesip iki kelime ile tak­ dirlerini belirtirdi. O'nun lâfımızı kesmesini, değil tenkit, şahsımıza yapılmış b ü y ü k bir iltifat olarak algılar, keyifle t e b e s s ü m eder, göz ucuyla s ü t u n l a r a k a ç a m a k bakışlar atardık. K o n u ş m a l a n çok kalaba­ lık olurdu. Asla okumaz, a m a m u t l a k a yazılı olarak konuşmasını ha­ zırlar, z a m a n z a m a n kâğıtlara göz atardı. Genelde konuya ve yazdık­ larına sâdık k a l m a k l a beraber, a r a d a aklına gelen ve bağlantılı fikir­ 47 leri de sunardı. Osmanlıcayı iyi bilmesine rağmen, kelimelerini gün­ cel Türkçe'den seçmeye özen gösterir, h a t t â yer yer öz türkçe kelimeler kullanırdı. Kısa, anlaşılır, dengeli ve sürükleyici bir sohbet ü s l û b u n u tercih ederdi. Hepimiz, değil söylediği her cümleyi, her kelimeyi zihni­ mize nakşeder, sonra o kelimelerdeki derin anlamları çözmeye çalışır­ dık. E n çok 15­20 d a k i k a sürerdi k o n u ş m a s ı . Hepimiz soru s o r m a k için can atardık, a m a bir yandan, üstadlarımıza olan saygımızdan, di­ ğer y a n d a n O'nu fazla y o r m a m a k için susmayı tercih ederdik. B u n u iyi bilen S i r m a n Ü s t a d bir süre sonra doğudakilerin fikrini sorardı. O n l a r d a n sonra cesaret bulan t e k t ü k kardeş, hepimizin aklında olan soruları sıralar, biz de isteyip te öğrenmemiş olmanın sıkıntısından k u r t u l u r d u k . K a r d e ş sofrası O'nunla t a m bir "Şölen" olurdu, hiç bit­ mesini istemezdik. T o p l a n t ı d a soramadığımız soruları, söyleyemediğimiz sözleri orada dile getirirdik. Yıllar içinde öyle bir agap düzeni k u r m u ş t u ki, b ü t ü n kardeşler t a m bir uyum içinde onu uygulardık. Herkes ya söz alır ya da Üstad ona söz verirdi. Öz ve masonik yorumla açıklanırdı fikirler. Biz­ lere yorum yapma, çok yönlü görme, toleranslı olma gibi özellikler ka­ zandırdı bu sofralar. Her yemekte bir az daha zihnen geliştiğimizi his­ sederdik, ç ü n k ü O, hep bizim d a h a doğruyu, d a h a güzeli bulmamız için konuşmalarımız esnasında bir iki kelime ile yol gösterir, ışık tu­ tar, hedefi buldururdu. Öyle ustaca yapardı ki, b u n u b a z a n hiçbir şey söylemese de bir göz, bir baş h a r e k e t i ile mesajını ulaştırırdı. Biz bu sofralarda Masonluğun on, yüz, bin, milyonlarca sırrı olduğunu anla­ dık. O n l a r a erişmenin m ü m k ü n olmadığını öğrendik, onları duyabil­ m e k için d ü ş ü n m e k , okumak, bilgi sahibi olmak gerektiğine inandık. Bu yolda harcadığımız emeklerin H a k i k a t i a r a m a k olduğunu anla­ dık. İçimizde saklı kalmış t ü m güzel istekleri ortaya çıkarmamızı ve Kardeşlik zincirini bu cevherlerle süslememizi öğretti bu sofralar bi­ ze. D a h a neler hissetmedik ki, neler öğrenmedik ki... Her toplantıya aç gittik, istekle gittik. T a m istediği gibi yaptık. Mezarı b a ş ı n d a Kar­ deşlik zincirini k u r d u k , Masonik duamızı okuduk. Açık zinciri O'nun adını söyleyerek kapadık:, O'nu içimize aldık. R u h u n u ölümsüzleş­ tirdik. N u r içinde yatsın Üstadımız... 48 GÖREVLER VE GÖREVLILER Raşid TEMEL Huylu h u y u n d a n vazgeçmez, ye­ d i s i n d e n e ise y e t m i ş i n d e de odur, y a h u t da, can çıkar h u y çık­ m a z diye sözler vardır. Anlaşılı­ yorki en güç şeylerden biri insa­ nın h u y u n u değiştirmesidir. Bu, ancak Allanın i n s a n a b a h ş e t m i ş olduğu irâde g ü c ü n ü n içindedir. Böyle olduğuna göre, kötü huyla­ rımızın cezasını çekmemiz de bu i r â d e n i n yerinde k u l l a n ı l m a m a ­ sına bağlıdır. Şimdi elime geçen h e r f ı r s a t t a söylediğim ve söylemeye d e v a m edeceğim bir görüşümü tekrar et­ m e k istiyorum. Ç ü n k ü y a ş a m ı ­ mızdaki b ü t ü n tatsızlıkların bu­ r a d a n çıktığına inanıyorum. "Kendi fikrinde direnenler, haki­ k a t i s e v m e k t e n çok k e n d i l e r i n i severler." İşte ne ç ı k a r s a b u r a ­ d a n çıkar. B u bir h a s t a l ı k t ı r . İlâcı da yoktur. Bu işte h a s t a da, doktor da, ilâç da bireyin kendisi­ dir. Aklı v a r s a k e n d i n i t e d a v i eder. Böylece h e m k e n d i k u r t u ­ lur, h e m de etrafı k u r t u l u r . A m a kafasını k u l l a n a m a m a talihsizli­ ğine müptelâ ise, k u r t u l m a şansı yoktur. Kendini tedavi edemedi­ ğine göre de, etrafını rahatsız et­ meme şansı yoktur. Kendini tedavi edemediğine göre de, etra­ fını rahatsız etmeye elinde olma­ d a n devam edecektir. H a t â yap­ m a k i n s a n l a r için n o r m a l d i r . Hatâ yapanı kınamam. Ama hatâsında ısrar edene çok acırım. 49 Masonluk yaşamımızla ve çevre­ mizle olan isteklerimizi kendimi­ ze nasıl uygulayacağımızı, bu su­ retle ne o l d u ğ u m u z a sadık kal­ mamızı ve kendimizi iyi t a n ı m a ­ mızı öğretir. Ayrıca, bir i n s a n ı n kalitesini yani değerini bazı mik­ t a r l a r ve r a k k a m l a r l a değerlen­ dirmek hatasına düşmememizi ister. Bizler doğruluk ve adaletin, içle­ rimizdeki hakseverliğin, h a r e k e t ve t u t u m u m u z d a k i d ü r ü s t l ü k ve namuskârlığın terazisi ile ölçülü­ rüz. Bize en yakın ölçüler bunlar­ dır. Kişi başkalarına reva gördü­ ğü m u a m e l e d e n doğacak etkiden d a h a büyüğüne aday olamayaca­ ğını düşünmelidir. Bu söyledikle­ rime k a r ş ı çıkacak olumsuzluk­ l a r d a , i h t i r a s , t a a s s u p ve cehalettir. Bu üçünden en eskisi, en k u v v e t l i s i ve en k ö t ü s ü de cehalettir. M a s o n l u k t a câhil kal­ dıkça, onun ne olduğunu a n l a m a imkânımız olmayacağı gibi, ken­ dine h a s bir topluluk olan Ma­ sonluğun diğer derneklerden far­ k ı n ı a n l a m a i m k â n ı n d a n da m a h r u m kalırız. O zaman mesle­ ğimizde ilerleme i m k â n l a r ı m ı z da azalır. Mason olmak ciddî ve m u k a d d e s bir girişimdir. Bu adım bir kere atıldı mı, onu anlamaya çalışmak ve imkânlarımız oranında kendi­ mizi b u n a vermemiz en b a ş t a ge­ len görevimiz olmalıdır. Masonik y a ş a m ı m ı z b a ş k a l a r ı n ı n bizim 50 için y a p t ı k l a r ı n d a n çok, kendi­ miz için k e n d i y a p t ı k l a r ı m ı z l a gelişir. Masonluğun h ü r r i y e t , eşitlik ve adalet prensipleri üzerine kurul­ m u ş olduğunu hiçbir z a m a n aklı­ mızdan çıkarmayalım. Masonlu­ ğa ters düşen işler yapan bir kar­ deş veya görevli, masonik sıfatla­ rına lâyık olmadıkları gibi locaya da ahenksizlik getirirler. Herzaman duyduğumuz maso­ nik h a k ve imtiyazlar diye birşey­ ler olmasına r a ğ m e n , evvelâ gö­ revlerimiz üzerinde d u r m a k isti­ yorum. Çünkü haklar vardır, a m a m a s o n l u k gibi d e m o k r a t i k prensipler, h ü r r i y e t ve kardeşlik gibi değerler ü z e r i n d e gönüllü olarak çalışan bir dernekte, biri­ n i n h a k l a r ı n ı n diğerinin h a k l a ­ rıyla s ü r t ü ş m e s i olanağı da var­ dır. O n u n için M a s o n l u k h a k ve imtiyaz iddiasından d a h a ü s t ü n bir ideale sahip olmalıdır. Eğer Masonluk sadece üyelerinin hak­ larını yerine getirmek için kurul­ m u ş olsaydı h a k l a r eşit olduğu­ n a göre, acaba bir üye b a ş k a bir üye için h a k k ı n d a n vazgeçermi idi? Bu anlatmaya çalıştığım şeyle­ r i n bazen en k ö t ü u y g u l a n d ı ğ ı yer de, seçimlerdir. Burada rasladığımız tatsızlıkların yü­ kümlü olduğumuz Masonik âdetlerimize t e r s d ü ş t ü ğ ü orta­ dadır. Görev alınmaz verilir, di­ yenlerde vardır. Seçimlerde böy­ le düşünmenin bence bir sakınca­ sı y o k t u r . A m a g ö r e v i n d e liyakatli ve görevi bihakkın yeri­ ne getirebileceklere verilmesi şarttır. Aksi halde bu işin h ü r ve adaletli olduğu söylenemez. eğer locasında iyi i n s a n l a r ı n bu­ lunduğu iyi bir dünya için gerekli i l h a m ve a r z u y u v e r e m i y o r s a , fazla birşey y a p m ı ş s a y ı l m a z . Yâni seremonileri k u s u r s u z yap­ m a k l a iş bitmez. P r e n s i p l e r e s a h i p çıkılması ge­ reklidir. Böylece üyeler daha ileri gidebilsinler ve d a h a anlaşılır bir düzeye varabilsinler. Ancak bu sayede sadâkat, istikrar, fedakârlık ve sembolümüz olan gönyenin bizden istediği ahlâk, erdem ve vicdan gibi değerler uy­ g u l a n m ı ş olsun. Masonluğun gayesi kendi h a k l a ­ rımızın m ü n a k a ş a s ı değil, loca­ mıza ve insanlığa olan görevleri­ mizi yerine getirmektir. Mason­ luğun kutsal değerleri, onun bir­ liği, geleceği ve yücelmesidir. Bu işi gerçekleştirmedeki on bü­ y ü k gücümüz Allaha inancımız ve sevgiye dayalı kardeşliğimiz­ dir. Masonluk evvelâ b ü t ü n üyelerini k a r d e ş l i k idealinde birleştirmek için vardır. Ç ü n k ü onun güzelliği ve kendine h a s oluşu b u r a d a d ı r . Bu işi y a p a r k e n de bazı dernek­ lerde olduğu gibi bir m a k a m a bağlanmayı, y a h u t t a baskı gücü­ ne i t a a t etmeyi h e m kafamızdan, h e m de yüreğimizden çıkarmalı­ yız. Onun için Masonluğun bu ko­ n u d a bizden beklediği şey, görev­ lerimizi doğru d ü r ü s t uygulama­ mızdır. Görev k o n u s u n a b u şekilde te­ m a s e t t i k d e n s o n r a bir locanın yönetimini a n l a m a k güç olmaya­ caktır. O z a m a n katı bir i t a a t ye­ rine, göreve i t a a t tâbirini kullan­ m a k d a h a doğru olur. Ancak o za­ m a n işler tıkırında gider. Bir üstat, locanın iş celselerini ve ritüelik seremonilerini ne k a d a r etkili, ne k a d a r kuvvetli, ne ka­ d a r m ü k e m m e l y a p a r s a yapsın, Eşit doğarız. A m a bazılarımızın Allah vergisi yetenekleri vardır. Yönetenler ve liderlerin bu yete­ nekli kardeşler a r a s ı n d a çıkması y a r a r l ı olur. E k s e r i y a da öyle olur. A m a seçimle b a ş a gelenle­ rin bazen bekleneni veremediği de bir gerçektir. E ğ e r b u n l a r ı n b a ş a r ı l a r ı yeterli değilse, bazen otorite eğilimi a r t a r . Otorite ve h ü r r i y e t dengededir. Otorite ve sevgi b e r a b e r olmalıdır. Otorite zoruyla iş y a p m a baskı k u r m a k ­ tır. Eğer lider gerçek liderse oto­ ritesini hiç k u l l a n m a d a n işini ra­ hatça yütürür. Bazı y ö n e t e n l e r y ö n e t i l e n l e r i n d ü ş ü n c e l e r i n d e n k o r k a r l a r ve d ü ş ü n c e y a r a t a m a y a n bir top­ l u m o l u ş t u r m a y a yönelirler. Ga­ yeleri de topluma kendi damgala­ rını v u r m a k d ı r . V a r o l m a l a r ı n ı b u n a bağlarlar. Bu da bir liderin 51 içine düşebileceği en h a z i n bir d u r u m d u r . Otoriteyi zorlamak­ t a n Allah masonları korusun. Amin. M a s o n l u k t a liderler, görevliler içinde olduğu k a d a r , aktif görev­ de olmayan kardeşlerimizin ara­ sında da vardır. B u n l a r doğal li­ derlerdir. B u n l a r örnek kişiler­ dir. Aslında b u n l a r bizim hocala­ rımızdır. Bu a r a d a kendini lider s a n a n l a r da bulunabilir. Mason­ l u k t a liderliğe seçilecek kimse­ n i n M a s o n l u ğ u iyi bilmesi şart­ tır. Ş a r t t ı r diyorum çünkü maso­ n i k bilgisi eksik olan bir kimse­ den lider olarak hiçbir hayır gel­ mez, üstelik zarar gelir. Lider de­ nilen kimse yaptığı işin şartlarını bilmezse o işin s o r u m l u l u ğ u n u da bilmez. Şimdi lider olan ve li­ derlik yapacaklarda a r a n ı l a n ba­ zı özellikler üzerinde d u r m a k is­ tiyorum: 1. 2. 52 Lider k ü l t ü r l ü d ü r , bilgilidir, a z i m l i d i r ve de heveslidir. Böylece ışığını d a i m a p a r l a k t u t a r ve etrafındaki h e r k e s e b u özelliklerini h i s e t t i r i r . H e v e s l i o l m a k bulaşıcıdır, o n u n parlaklığı h e m e n baş­ k a l a r ı n a da yayılır. Lider, işbirliği y a p a n kimse­ dir. O n e m e lâzımcı ve u z a k d u r a n tiplerden değildir. Da­ i m a y a r d ı m a h a z ı r d ı r . İca­ b ı n d a kolları sıvanıp gönül­ lülerle b e r a b e r çalışır. Her­ kesin a h e n k içinde çalışma­ sını s a ğ l a r . G ö n ü l l ü diyo­ rum, çünkü Masonlukta m e n f a a t için iş yapılmaz. 3. Lider sabırlıdır. Sabırlı ol­ mak güçlü ve bilgili olmaktır. Bir lider başkaları için önem­ li olan şeylere karşı da duyar­ lıdır. Asla hayırsız değildir. Ortaya çıkacak d u r u m l a r ı rahatça idare eder. Daima to­ leranslıdır. Asla baskıya he­ ves etmez. 4. Çok u z u n k o n u ş m a k t a iyi birşey değildir. Bu bıkkınlık v e r m e k t e n b a ş k a bir işe ya­ ramaz. Bence bu bir hastalık­ tır. Dinleyenlere de saygısız­ lıkdır. Sözlerimiz ve yazıları­ mız m a t e m a t i k t e öğrendiği­ miz, lâzım ve kâfi k u r a l ı n a u y m a l ı d ı r . İyi dinleyici ol­ m a k t a bir erdemdir. 5. Lider güven vericidir. Başka­ ları çıkarlarını onun eline bı­ rakırlarsa b u n u n sorumlulu­ ğunu k a v r a r ve onların güve­ nine lâyık olur. 6. Lider k ı y m e t bilirdir. K a r ­ deşlere karşı kıymet bilirliği­ ni g ö s t e r m e d e k u s u r e t m e ­ melidir. Bir s ı r t o k ş a m a k mucizeler y a r a t a b i l i r . Ufak da olsa bir kıymet bilme gös­ terisi bir k a r d e ş i m i z i d a h a çok ve d a h a başarılı çalışma­ ya yöneltebilir. Başarılan bir işin ise içten gelen bir duygu­ su vardır ki, bir masonu yeni görevler ü s t l e n m e y e s ü r ü k ­ ler. 7. Lider d ü r ü s t ve s a m i m i d i r . Kardeşlerinin loca içinde ve dışında i t i m a t ve saygılarını k a z a n m a k için evvelâ kendi­ ne karşı dürüst ve samimi ol­ malıdır. Samimiyet hiçbir şe­ kilde gizlenemeyecek bir ü s ­ t ü n l ü k t ü r . S a h t e k â r l ı k ise a r k a s ı d a i m a görülebilen bir t ü l perde gibidir. 8. 9. Lider n o r m a l ş a r t l a r d a k a r ­ deşler arasında hiçbir z a m a n t a r a f t u t m a z ve fark gözet­ mez. Yâni kimseye iltimas t a n ı m a z . Böyle bir şey yapar­ sa siyasetçi d u r u m u n a düşer ki, bu d a onu çok k ü ç ü l t ü r . Z a t e n b u d u r u m d a liderliği filân da k a l m a z . Lider cömerttir. Y â n i p a r a h a r c a m a b a k ı m ı n d a n değil, z a m a n ı n ı cömertçe vermek­ t e n k a ç ı n m a z . M a s o n l a r va­ kitlerini, imkânları oranında r a h a t ç a verebilmelidirler ki, k a r d e ş l i k gelişsin ve iyilik yolundaki etkilerini uygula­ yabilsin. 10. Ve nihayet liderlerin kıymet­ lerini iyi bilen ve onlara sa­ hip çıkan m a s o n l a r a da ihti­ yacımız v a r d ı r . Bencil bir k i m s e bir liderin yerini dol­ d u r a m a z . Alıngan bir h u y a sahip olmak da böyledir. Li­ der alıngan olmayacak, vur­ d u m d u y m a z da olmayacak­ tır. Bencil o l m a m a k ve baş­ k a l a r ı n ı n iyiliğini d ü ş ü n m e ­ nin tek ilâcı görevde disiplin­ dir. Hedefimiz b u n u uygula­ m a k olmalıdır. Erdemler kendimizi olduğu k a d a r baş­ k a l a r ı n ı da k a p s a r . A m a biz sâdece kendimizde b u l u n a n kadarını anlayabiliriz. İyi bir lider o l m a k ciddi bir iştir. Ç ü n k ü balık b a ş t a n kokar. B u g ü n k i genç k a r d e ş l e r i m i z d e n y a r ı n ı n görevlileri o r t a y a çıka­ caktır. B u n l a r ı y e t i ş t i r e n l e r i n geniş tecrübesi, k ü l t ü r ü ve bilgisi olması gereklidir. Genç kardeşle­ rimizin b u n l a r ı a r a m a s ı ve iste­ mesi de haklıdır. B u n l a r ı onlara vermek de locanın görevidir. Lo­ ca da bunu bilecek ve kendini ona göre n i z a m a sokacaktır. Masonluğun yapacağı iş localar­ da m u a y y e n bilgileri plânlı ola­ r a k ve mantıklı bir şekilde öğret­ mektir. Genç kardeşlere ritüelde y a z m a y a n şeyler de öğretilmeli­ dir. Albert P i k e n i n dediği gibi sembolizm M a s o n l u ğ u n r u h u ­ dur. Öyleyse b u n u bize veren ri­ tüeller de o n u n bedenidir. Kar­ deşlerin çoğu Masonluğun r u h u ­ n u a r a m a k t a d ı r l a r . Masonluk da b u n u onlara vermeli ve özlediği­ miz hedefe varmayı yerine getir­ melidir. Bakın Albert Pike ne diyor. "Çok çalışmak, az söylemek ve çok dü­ şünmek. Evvelâ ne yapacağımızı ö ğ r e n m e k ve p l â n l a m a k , s o n r a da görevlerimizin ön gördüğü şe­ kilde insanlık ve memleketimiz için istekli ve gayretli bir şekilde b u n u yerine getirmektir." O n u n için M a s o n l u k t a h a k ve imtiyaz a r a m a k yerine, evvela görevleri­ mizi y a p m a k önemlidir. U n u t m a y a l ı m ki M a s o n l u k n e y a p a r s a bireyler yoluyla y a p a r . Y a p a c a ğ ı b ü t ü n işler b i r e y l e r ü z e r i n d e t o p l a n m ı ş t ı r . Öyleyse bireyin M a s o n l u k t a a r a y ı p mey­ 53 d a n a çıkardığı şeyler, Masonlu­ ğ u n gerçek gücü olacaktır. E n önemli ihtiyaç her m a s o n u n ken­ di b a ş ı n a M a s o n l u ğ u n sırlarını b u l m a s ı ve b u n l a r ı y a ş a m ı n ı n n u r u yapmasıdır. İşte o zaman M a s o n l u k gerçek bir üye k a z a n ­ mış olacaktır. Zaten Masonluğun varlığının esas nedeni de işte bu­ dur. Hepimizin parçası olan Ma­ sonluğun şeref ve haysiyetini de­ ğersiz bir h a r e k e t veya sözle boş­ yere lekelemekten k a ç m a n ı n baş görevimiz o l d u ğ u n u ı s r a r l a ha­ tırlatıyorum. Masonik görevlerimizi laubalilik içinde ve u s u l ü n e göre uygula­ 54 mıyor isek, sonra da buna Masonluk diyor isek, kendimizi a l d a t m ı ş oluruz. Böyle bir şeye ancak masonculuk demek doğru olur. Öyleyse b u d u r u m a d ü ş ­ m e m e k için gözlerimizi dört aça­ lım. İçimizi d ö k m e k bir i h t i y a ç t ı r . Ben de b u n u konuşmalarımda ve yazılarımda yerine getiriyorum. P e k çok kardeşlerim de beni teş­ vik ediyorlar. Böylece benim gibi d ü ş ü n e n l e r i n de b u l u n d u ğ u n u öğrenip m u t l u oluyorum. Bu ve­ sile ile beni teşvik eden bu k a r ­ deşlerime t e ş e k k ü r l e r i m i s u n u ­ yorum. HERŞEYIN SEMBOLÜ INSANDıR ismail Hakkı DEMİRCİ K o n u m u z yüce M e v l â n a ' n m "Ne a r a r s a n k e n d i n d e ara" sözündeki h i k m e t perdesini a r a l a m a y a çalışarak girmiş olalım. Bu aralayışı da Masonluktaki ritüellerimizin "Daima uyanık ve dikkatli olunuz" uya­ r ı s m d a k i a n l a m derinliği içinde ifâde etmeye çalışalım. Bilindiği gibi, hepimizin dünyaya gelişi belli bir gayeye yöneliktir. Bu gayelerin içindeki görevlerimizin neler olduğunu a n l a m a k , yüce y a r a d a n m i n s a n o ğ l u n a b a h ş e t m i ş olduğu, önce Akıl ve Zekâ, sonra irâde gücüne dayalıdır. Bu güçlerine sevgiyi de k a t a r a k , v a r o l u ş u n u güzellik anlayışı içinde değerlendirmeye yönelen insan, geldiği kay­ n a ğ a dönünceye k a d a r görevlerini yerine getirmekle sorumludur. Bu görev, Allah'ın bizlere lütfettiği sıfatları, yâni insanî ve ahlâki erdem­ leri, dünyaya yaşam biçimi olarak bırakmaya geldiğimizin idrâk kapı­ sıdır. Bu kapıda insanoğlu, evrensel ve ilâhi tecellilerde payımıza dü­ ş e n i k a v r a y a r a k y e r i n e g e t i r m e y e ç a l ı ş a n bilince u l a ş ı r . Yüce Mevlâna'nm "Ne ararsan..." ifâdesindeki a n l a m da, bu bilincin yaka­ l a n m a s ı halidir. Şimdi de h i k m e t perdesinin ikinci bölümü olan, " Kendinde ara" ifâdesini açmaya çalışalım: Bâtînî düşüncede insanın iki k u t u p l u var­ 55 lık olarak d ü ş ü n ü l ü ş ü , Masonluktaki Teizm anlayışı ile aynı paralel­ dedir. İkisi de Allah ­ İnsan • Ruh Amentüsü ile değerlendirilerek ele alınır. Yorumlar farklı da olsa öz aynıdır. Bâtınî yönden baktığımızda r u h , Allah'tan gelen ve bedende m e k â n bularak, içinde ilâhî sıfat ve a h l â k ile, t ü m erdemleri k a p s a y a n saf, temiz ve ilâhî bir nur, cevher veya enerji olarak tarif edilir. Nefs ise ömrümüzce oluşan maddesel ve dünyasal hırsları, ihtirasları ve bencillik gibi kötü nitelikleri havî bir t a b i a t t ı r . Birinci k u t b u m u z olan r u h u m u z , ulvî ve yüce yönlerimizi, nefsimizin yer aldığı öbür kutbumuz da, süflî ve zayıf yönlerimizi ifâde eder. B u r a d a en b ü y ü k gücümüz, Allah'ın bize bahşetmiş olduğu öz­ g ü r irâdemizdir. O n u n l a iyiyi kötüyü seçme h a k k ı n a sahibiz. Sözün özü: Hepimiz, yaradılışımız gereği h e m yüceliğin h e m de cüceliğin talibi olma h a k k ı n a sahibizdir. O halde hepimiz, ne a r a r s a k arayalım, sonuçta yüce Mevlânâ'nın s ö z ü n d e k i " Kendinde ara" ifâdesinde b u l u ş u r u z . "Gönül ş e h r i s t a n ı n d a iki s u l t a n y a ş a r , b u n l a r d a n biri R a h m a n î , diğeri de Şeytanî'dir". diyen Anadolu e r e n l e r i n d e n Hacı Bektaş­ı Velî, iki k u t u p l u y ö n ü m ü z ü çok güzel ifâde ederken, aynı m e k â n d a yer alan zıtlıkların içinde b u l u n a n HAZİNEDARIN (Akıl ve Zekâ hazinesinden sahibi) görevinde asla r a h a t olmadığına dikkat çe­ ker. Bu d ü ş ü n c e d e n yola çıktığımızda Masonluğa dâhil oluşumuzu, h a z i n e d a r görevimizi nasıl yapacağımıza yönelik bir a r a y ı ş t a buluş­ mamız şeklinde düşünebiliriz.... Masonik sembollere ait lisanı kavra­ dıkça, ortak davranış ve düşünce birliğimiz içinde farklı bir bütünleş­ meye yöneldiğimizi anlıyoruz. Çevremizde her olaya farklı bakıyor ve farklı değerlendirmeye başlıyoruz. Böylece de varoluşumuzda bizlere bahşedilmiş b u l u n a n hazinemizin (Akıl ve Zekâ) ne k a d a r değerli ve önemli olduğunu kavrıyoruz. Masonluk, değerlendirerek efendisi ol­ m a y a çalıştığımız z a m a n ı n içinde, sembollerimizin ifâde ettiği herşe­ ye bağlı olarak bizlere yeni idrâk kapılarını açmaya muktedir bir eği­ tim tarzıdır. Yeter ki, onu anlamaya gayret edebilelim. Gönyeden Per­ gele geçiş ile başlayan bu dönemin, Masonluğun en önemli evresi oldu­ ğ u n u belirtebiliriz. Bu a n d a n itibaren ifâde edilmesi gereken her ola­ yın analizi, yeteneklerimize bağlı olarak d a h a da kolaylaşmış olabil­ mektedir. K o n u m u z u n başlığında "Herşeyin sembolü i n s a n d ı r " ifâdesindeki "Herşey" kelimesi sembollerin t ü m a n l a t m a k istediklerini içermekte­ dir. Sembollerimizden bize yansıyan bilgilerin, iki k u t u p l u varlığımızda ve h e r nefes alışımızda h a r e k e t h a l i n d e olduğunu söylersek doğru 56 ifâde etmiş oluruz. Y a ş a n a n halimiz olan bu d u r u m u m u z u sıralamaya başladığımızda iyi yönlerimizin de, kötü yönlerimizin de kendi varlığı­ mızdan b a ş k a yerde olmadığını görüyor ve de anlıyoruz. Olayları h e r iki yönümüzle değerlendirmeye aldığımızda: Eğer seven, samimî, dü­ r ü s t , müşfik, âdil, uygar, âlim, h a k s e v e r varlık d a v r a n ı m ı n d a isek, sevginin, samimiyetin, doğruluğun, şefkatin adaletin, k ü l t ü r ü n , bilgi­ nin, eşitliğin sembolüyüz. N E F S Y Ö N Ü M Ü Z E G Ö R E BAKILDIĞINDA: Cahil ve öğrenmek istemiyen isek, bağnazlığın ve cehaletin, tutucu ve değişime k a r ş ı isek, t a a s s u b u n , zâlim ve acımasız isek zulmün; h a i n ve sinsi isek ihanetin, pinti isek cimriliğin sembolüyüz. Böylece içinde b u l u n d u ğ u m u z hâli, aklımıza gelebilecek ne v a r s a dü­ ş ü n e r e k saydıklarımıza ilâve edebiliriz. Sonuç olarak, saymadığımız hiç bir erdem ve kötülük bırakmayabiliriz. Göreceğiz ki her a n değişe­ bilen bir d u r u m içine girebiliyoruz. İ n s a n vardır ki, şeytan o n u n ya­ nında acemi kalır. O halde münafıklığın da sembolü insan değilimdir? İnsan vardır ki, iyilik meleği gibidir, tavırlarıyla güven verir. O z a m a n da güzelliğin ve doğruluğun sembolü bizler değil miyiz? N e olursak olalım iki k u t u p l u varlığımızdan kopmamız m ü m k ü n de­ ğildir. Ancak insan­ı kâmil olmaya yönelmek ile, devamlı olarak güzel­ likleri ve doğruları sembolize etmeye çalışabiliriz. Kanımca Masonlu­ ğun en güzel yönü de, bu ortak anlayış içinde çalışmalarını sürdürme­ ye devam etmesindedir. Evrenin Ulu M i m a r ı n d a n hepimize h a t a s ı z olmamızda yardımcı olmasını niyaz ederim. 57 INSANıN BAŞLANGıCı ÜZERINE... Mesut TUNÇEL İ n s a n ı n evrimiyle ilgili son araş­ t ı r m a l a r ve teorilere geniş yer a y ı r a n Time dergisi son o l a r a k Çin ve Endonezya'da b u l u n a n in­ s a n kemiklerinin, ilk insanın ev­ r i n i m e dair ortaya a t ı l a n birçok soruya yeni bir bakış açısı getir­ diğini ortaya koydu. Bilim a d a m l a r ı n a göre, i n s a n ı h a y v a n d a n ayıran tek ve m u t l a k bir faktör yok. 1856 yılında Al­ m a n y a ' d a b u l u n a n ve N e a n d e r t ­ h a l olarak adlandırılan ilk i n s a n kalıntıları, arkeolog ve antropo­ logları k a p s a m l ı a r a ş t ı r m a l a r a itmişti. D ü n y a n ı n dört bir yanın­ da yapılan kazılar sonucu, insa­ nın ilk olarak nerede, nasıl ve ne z a m a n y a ş a m a y a başladığı titiz bir şekilde incelendi. O l u ş u m tezleri k o n u s u n d a ; 58 "Nature" ve "Science" bilim dergi­ lerinden y a y ı n l a n a n son bulgu­ lar, antropoloji a l a n ı n d a b ü y ü k d a l g a l a n m a l a r a neden oldu. Bu tezlerden birincisi "Ataları­ mızın ilk olarak yaşadığı varsayı­ lan Afrika topraklarını, sanılan­ d a n çok d a h a önce t e r k e t m i ş ol­ maları." İkincisi, "İnsanoğlunun evriminin dünyanın, tek bir nok­ t a s ı n d a değil, birçok bölgesinde b i r d e n gerçekleştiği" y o l u n d a . Ü ç ü n c ü s ü ise, "İnsan evriminin s a n ı l a n d a n çok d a h a önce başla­ dığı" tezi. Çin'de b u l u n a n 200 bin yıllık in­ s a n iskeleti, bu t a r t ı ş m a l a r a hız k a z a n d ı r d ı . Aynı ş e k i l d e J a ­ va'nın iki ayrı bölgesinde bulu­ n a n kafataslarının bir milyon ye­ rine iki milyon yaşında oldukları­ n ı n o r t a y a çıkması, a t a l a r ı m ı z ­ d a n Afrika'yı sanılan z a m a n d a n önce terkettiklerini s a p t a m ı ş ol­ du. İ s t e r "Afrika" teorisi, ister "Tek K a y n a k Karşıtı" tez olsun, Jeokronoloji, y â n i eski şeylerin z a m a n dizinini s a p t a y a n bilim dalı u z m a n l a r ı n ı n Homo Erectus kemikleri üzerinde yaptıkları ti­ tiz çalışma, i n s a n o ğ l u n u n bugü­ ne gelmesinin çok u z u n bir za­ m a n aldığını göstermiş oldu. Şimdi a ş a ğ ı d a k i s a t ı r l a r d a olu­ ş u m t e z l e r i n d e n Bronowski'nin Afrika Teorisini içeren, bilime gi­ den yolda i n s a n ı n yolculuğunu izleyelim. Bu çalışma JACOB BRONOWS­ Kİ'nin The Ascent of M a n (İnsa­ nın Yükselişi) isimli k i t a b ı n d a n d e r l e n d i . K i t a p bilim t a r i h i n i kapsıyor, a m a bilim en genel hat­ l a r ı y l a ele almıyor. Bu eserde çakmak taşı âletlerden geometri­ ye, k e m e r d e n görecelik k u r a m ı ­ na, b ü t ü n icatların, insanın doğa­ yı a n l a m a , onu d e n e t i m i a l t ı n a alma, a m a o n u n denetimine gir­ m e m e k o n u s u d a k i özgül yetene­ ğinin ifâdeleri olduğu gösterili­ yor. Aslında fizik eğitimi görmüş bir matematikçi olan J. BRONOWS­ Kİ'ye B.B.C.'den gelen davete gö­ re, Civilization (uygarlık) üzeri­ ne yapılan p r o g r a m l a r d a ilimin gelişmesini s u n m a s ı istenmişti. O n a göre doğanın kilidini a ç a n temel k a v r a m l a r ı n , ilk ve en ba­ sit i n s a n k ü l t ü r l e r i n d e , i n s a n ı n kendi temel ve özgül zihinsel ye­ teneklerinden doğduğu gösteril­ meliydi. Ve bu k a v r a m l a r ı gide­ rek daha bir karmaşıklaştıran bi­ leşimlerde b i r a r a y a getiren bili­ m i n gelişmesi de, aynı derecede i n s a n çıkışlı görülmeliydi. Keşif­ ler sadece zihnin değil i n s a n ı n ü r ü n ü y d ü , canlıydılar ve kişilik­ le y ü k l ü y d ü l e r ; B R O N O W S ­ Kİ'nin y a p m a k istediği t a r i h t e n çok bir felsefe; bilim felsefesin­ den çok, bir doğa felsefesi sun­ makdır. "İnsansız felsefe olmaz, h a t t â doğru d ü r ü s t bir bilim de olmaz" tezini savunuyor ve kita­ bında bu noktanın doğrulanması u m u d u n u taşıyor. "Ve benim için, doğanın a n l a ş ı l m a s ı , hedef ola­ r a k insan doğasının ve doğada in­ sanın k o n u m u n u n anlaşılmasını içerir. Son 25­30 yıl içinde bili­ min doğasında derin bir değişik­ lik oldu; ilgi odağı fizik bilimler­ den h a y a t bilimlerine kaydı. So­ nuç olarak, bilim giderek kişili­ ğin incelenmesine d a h a çok eğilir oldu." diyor. Ve i n s a n ı şöyle ta­ nımlıyor: "İnsan o l a ğ a n ü s t ü bir yaratıkdır. Kendisini canlılar arasında eşsiz kılan bir dizi yete­ neğe sahiptir. Diğerlerinden farklı o l a r a k , m a n z a r a d a y e r alan bir figür değil, m a n z a r a n ı n bir şekillendiricisidir. B e d e n d e ve zihinde doğayı keşfedendir. H e r k ı t a d a yuvasını b u l a n değil, yuvasını y a p a n , h e r yerde yaşa­ yabilen canlıdır." "1769'da Büyük Okyanus'a k a r a ­ d a n u l a ş a n İ s p a n y o l l a r ı n o za­ m a n l a r a n l a t t ı k l a r ı n a göre Cali­ fornia Kızılderilileri, "balığın do­ l u n a y d a k u m s a l a çıkıp r a k s e t t i ­ 59 ğini" söylerlermiş. Gerçekten de plânlar, icatlar, yeni keşifler ya­ yöreye özgü, "Grunion" adı veri­ par ve bu yeteneklerini daha kar­ len bir balık vardır ve bu balık do­ l u n a y d a k u m s a l a çıkar, s u l a r ı n normal olarak med zamanında ulaşabildiği kesimlere y u m a r t a ­ larını bırakır. Dişiler, kendileri­ ni, k u y r u k t a n başlayıp k u m a gö­ m e r ve bu sırada erkekler, dişile­ r i n e t r a f ı n d a dolanırlar, dişiler y u m u r t a l a r ı bırakır bırakmaz da y u m u r t a l a r ı döllerler. Dolunay önemlidir; ç ü n k ü dolunay, sula­ rın yükselmesinde ­med zamanı­ na­ d a h a 9­10 günlük bir sürenin b u l u n d u ğ u n u gösterir ve bu da y u m u r t a l a r ı n , deniz t a r a f ı n d a n t a h r i p edilmeden k u l u ç k a döne­ mini geçirmeleri için gerekli za­ m a n ı kazandırır. Bu süre sonun­ da en yüksek seviyesine yeniden ulaşan sular çekilirken y u m u r t a ­ l a r d a n çıkan balıkları da sürük­ leyip denize g ö t ü r ü r . D ü n y a n ı n h e r köşesi böylesine t a m ve böy­ lesine güzel u y u m örnekleriyle; çevrelerine bir dişli çarkın diğeri­ ne uyduğu gibi u y a n hayvanlarla doludur." m a ş ı k , d a h a d e r i n l e m e s i n e bir t a r z d a birleştirmeyi öğrendikçe de keşifleri d a h a bir incelik, daha bir derinlik kazanır. Değişik çağ­ ların ve değişik kültürlerin bilim, s a n a t ve teknikteki b ü y ü k keşif­ leri, kendi gelişimleri içinde, in­ sanın yetilerinin (melekelerinin) giderek zenginleşen ve giriftle­ şen bir b i r l e ş i m i n i ifâde eder. B u n l a r insanın giderek yükselen yetenek ö r g ü s ü n ü n birer ifadesi­ dir. Etrafımızda s ı ç r a y a r a k h a r e k e t eden, uçan, toprağın a l t ı n d a de­ lik a ç a r a k ilerleyen yüzen, sayı­ sız h a y v a n a r a s ı n d a , çevresine kilitlenip k a l m a y a n yalnızca in­ sandır. İmgelemi (muhayyile­ si), aklı, d u y g u l a r m d a k i inceliği ve dayanıklılığı, i n s a n ı n çevresi­ ni k a b u l l e n m e m e s i n i ve onu de­ ğiştirmesini m ü m k ü n kılar. İ n s a n , diğer h a y v a n l a r d a n , im­ geleme yetisi (tasavvur ve tahay­ yül kudreti) ile ayrılır. Çeşitli ye­ teneklerini bir a r a d a kullanarak, 60 DNA spiralinde, k a l ı t ı m kodu­ n u n çözülmesi, i n s a n ı n beyninin özel yetileri k o n u s u n d a bir çalış­ m a , Görecelik K u r a m ı n ı veya m a d d e n i n a t o m ölçeğinde anlık davranışını görmedeki felsefî de­ rinlik, i n s a n l ı ğ ı n b a ş a r ı l a r ı ve özellikle de bilim, bitmiş yapım­ ların sergilendiği bir m ü z e değil­ dir. Söz k o n u s u olan, bir ilerle­ medir; bu ilerlemede simyacıla­ r ı n ilk deneylerinin de k a t k ı s ı vardır, O r t a A m e r i k a ' n ı n M a y a astronomlarının Eski D ü n y a d a n bağımsız o l a r a k k e n d i l e r i için b u l d u k l a r ı son derece m ü k e m ­ mel a r i t m e t i ğ i n de, A n d ' l a r d a k i bir İ n k a k e n t i olan Machu Picchu'nun t a ş işçileri ve Mağrip İspanyasından kalma Elham­ r a ' n ı n geometrisi, a r a d a n beş­ yüzyıl geçtikten sonra, bize yal­ nızca süsleme sanatının nefis ör­ nekleriymiş gibi geliyor. Bizim için şimdi DNA'nın yapısı ne ise, o z a m a n l a r b u eserlerin, k e n d i halkları için ifâde ettiği önem ve çekicilik de aynıydı. İ n s a n ı n fikirleri, özellikle de bi­ limsel fikirleri ve b u n l a r ı n kay­ n a k l a n , yâni i n s a n ı eşsiz kılan, doğa vergisi yetenekleri, insanın çeşitli becerilerinin o r t a y a çık­ masının t a r i h i demek olan insan aklının tarihidir. İ n s a n kendi ye­ t e n e k l e r i n i n (becerilerinin) zen­ ginliğini keşfede keşfede yükseli­ yor. Yolunun üzerinde y a r a t t ı k ­ ları, doğayı ve kendisini anlama­ d a ulaştığı a ş a m a l a r ı n a n ı t l a r ı ­ dır. İ n s a n ı n k e n d i s i n i n yaradılışın­ da, t u t u l a c a k yolu Charles Dar­ win 1859'da T ü r l e r i n K ö k e n i ve d a h a sonra da 1871'deki kitabı İ n s a n ı n S o y u n d a gösterdi. İn­ s a n ı n ilkin Afrika'da ekvator ya­ k ı n l a r ı n d a evrime uğradığı he­ m e n h e m e n kesin. İnsan evrimi­ nin başlamış olabileceği bu tipik yerler, Kuzey Kenya ile G ü n e y Batı Etiyopya'da Rudolf Gölü ya­ k ı n l a r ı n d a uzayıp giden savana­ lardır. Göl, Büyük Rift vadisi bo­ yunca kuzeyden güneye uzun bir şerit halinde uzanır. Gölün taba­ nı dört milyon yılı aşkın bir süre­ den a r t a k a l a n k a i m bir tortu ta­ bakasıyla kaplıdır. Suların çoğu­ n u kıvrıla kıvrıla gelen, d u r g u n Omo nehri getirir, i n s a n ı n köke­ n i için işte b u r a s ı ; Etiyopya'da Rudolf Gölü yakınındaki bu Omo n e h r i n i n v a d i s i , m ü m k ü n bir alandır. Omo havzasındaki derin yarlar, ş a r a p kayalar, çıplak del­ t a , i n s a n ı n t a r i h s e l geçmişinin k a y ı t l a r ı n ı n eşsiz bir yapısıdır. Volkanik k ü l l e r son dört k ü s u r milyon yıldır bu vadiyi t a b a k a ta­ baka kaplamış durumda, arada geniş şist ve taşlaşmış ç a m u r ta­ b a k a l a r ı da var. Bu derin biriki­ mi, çeşitli z a m a n l a r d a o l u ş m u ş k a t k a t gözle g ö r ü n ü r biçimde, çağlara göre a y ı r m a k m ü m k ü n ; dört milyon yıllık, üç milyon yıl­ lık, iki milyon yıldan fazla, iki milyon yılın b i r a z altında... Ve sonra, rift vadisi o t a b a k a l a r ı öy­ le çökertmiş ve yükseltmiş ki; or­ taya z a m a n boyutu olan bir hari­ t a çıkmış. Örneğin b u r a d a k i ka­ yalıklarda ve k e n a r d a k i t a b a k a ­ l a r a r a s ı n d a i n s a n a b e n z e r bir y a r a t ı ğ ı n k a l ı n t ı l a r ı ve o n u n l a aynı çağda y a ş a y a n h a y v a n l a r ı n kalıntıları görülüyor. Hayvanla­ rın ne k a d a r az değişime uğra­ dıkları ortada. İki milyon yıl ön­ cesine ait balçığın içinde insan ol­ duğu k u ş k u s u z , bir y a r a t ı ğ ı n fo­ silleri b u l u n d u ğ u n d a , onun iske­ letiyle bizimki a r a s ı n d a k i farkı ­ örneğin k a f a t a s ı gelişimindeki farkı­ görünce ş a ş ı r m a m a k i m k â n s ı z . İ n s a n ı n evrimi, Afri­ k a n i n iklimi k u r a k l a ş m a yönün­ de bir değişime uğradığında baş­ ladı. Afrikanin, Omo gibi kavrul­ m u ş bu köşesinde, i n s a n ilk kez ayağını yere bastı. İki milyon yıl önce, i n s a n ı n bilinen ilk a t a s ı , modern insanın ayağından nere­ deyse ayırt edilmeyecek bir ayak­ la yürüdü. İnsanın t ü m organları içinde, en k a p s a m l ı ve i n s a n ı o l u ş t u r m a y a yönelik değişiklik­ lere kafa uğramıştır. Kafa kalıcı bir fosil bırakır ve beynin bazı öl­ çülerini öğrenmemizi sağlar. Son 50­60 sene içinde Güney Afrika­ da birçok kafatası bulundu, bun­ lar, insana benzemenin başlangı­ cındaki k a r a k t e r i s t i k kafa yapı­ sını o r t a y a koyuyor. R a y m o n d D a r t a d ı n d a bir a n a t o m i s t t a r a ­ fından Omo'da değil a m a ekvato­ r u n güneyinde T a u n g denilen bir yerde tarihsel bir kafatası bulun­ du. Bu beş, altı yaşlarında bir be­ beğe aitti. Yüz hemen hemen t a m olmakla birlikte, kafatasının bir parçası ne yazık ki, kaybolmuştu. D a r t , k a f a t a s ı n d a k i iki olağa­ n ü s t ü noktayı a n ı n d a farketmiş­ ti. B u n l a r d a n biri, foramen mag­ n u m ü n dikine olmasıydı. (Bu, omuriliğin beyne giderken için­ den geçtiği, k a f a t a s ı n d a k i delik­ tir.) B u r a d a n çocuğun, kafasını dik t u t t u ğ u anlaşılıyordu. Bu, in­ s a n ı n k i n e b e n z e r bir noktaydı; çünkü, m a y m u n l a r d a ya da goril ve ş e m p a n z e l e r (ape) de kafa o m u r g a d a n öne doğru çıkmış du­ r u m d a y d ı , o m u r g a n ı n t a m tepe­ sine dik olarak oturmuyordu. Di­ ğer n o k t a ise dişlerdi. B u r a d a dişler k ü ç ü k t ü , köşeliydi, ­bir ço­ cuğun s ü t dişleriydi­ goril ya da ş e m p a n z e n i n b ü y ü k azı dişleri gibi değildi. Karşımızdaki yemi­ ni ağzıyla değil, elleriyle a r a ş t ı ­ r a n bir y a r a t ı k t ı . Çocuk m u h t e ­ m e l e n çiğ et yiyiyordu. Ellerini kullanan bu yaratık, avlanmak ve eti parçalamak için âletler, t a ş baltalar yapmak durumundaydı. Dart, bu y a r a t ı ğ a Australopithe­ cus adını verdi. (Güney Ape'l an­ l a m ı n a geliyor. Goril ya da şem­ panze t ü r ü k u y r u k s u z m a y m u n ­ l a r a verilen genel ad, [eip] oku­ nuyor.) A u s t r a l o p i t h e c u s ü n h i k â y e s i 1950'de G ü n e y Afri­ k a ' d a b a ş l a m ı ş t ı . S o n r a kuzeye doğru Tanzanya'daki Olduvai 62 Geçitine gelindi ve en son olarak da, Rudolf Gölü h a v z a s ı n d a , en zengin fosil ve âlet kalıntıları bu­ lundu. İ n s a n ı i n s a n y a p a n şey neydi? Becerikli, hiçbir şeyi g ö z ü n d e n kaçırmayan, düşünceli, hırslı, h e m dilin h e m de m a t e m a t i ğ i n sembollerini, s a n a t ı n , geometri­ nin, şiirin ve bilimin imgelerini z i h n i n d e evirip çevirebilen, in­ s a n t ü r ü hominidler nasıl oldu da, onur duyduğumuz insan t ü r ü haline geldi? Ve nasıl oldu da, in­ s a n ı n yükselişi, onu h a y v a n s a l bir b a ş l a n g ı ç t a n a l ı p , doğayı a r a ş t ı r m a n o k t a s ı n a , bir bilgi t u t k u n l u ğ u n o k t a s ı n a getirdi. İnsan yavrusu, insanî varlık, h a y v a n l a meleğin bir mozayiği­ dir. Örneğin, bebeğe t e k m e attı­ r a n refleks d a h a r a h i m d e y k e n b a ş l a r ve b ü t ü n o m u r g a l ı l a r d a b u böyledir. Refleks, yardımı ge­ rektirmez, ama otomatik hale gelmeden önce m u t l a k a alıştır­ masının yapılması gereken d a h a gelişkin h a r e k e t l e r için bir basa­ m a k o l u ş t u r u r . Onbir aylık bir sürede bebeği s ü r ü n m e y e yönel­ tir. Bu, yeni h a r e k e t l e r getirir; yeni hareketler beyinde (özellik­ le kaslara dayalı eylemlerde den­ g e n i n b ü t ü n l e ş t i ğ i beyincikte) yer eder­yerleşir, pekişir. Beyin böylece, incelmiş, k a r m a ş ı k ha­ reketleri içeren b ü t ü n bir reper­ t u a r oluşturur ve bunları bebeğin ikinci doğal niteliği h a l i n e geti­ rir. Şimdi beyincik k o n t r o l ü ele almıştır. Bilince eren zihnin yap­ m a k z o r u n d a olduğu b ü t ü n şey bir emir y a y ı n l a m a k t ı r . Ve on­ dört a y l ı k k e n b u e m i r "ayağa kalk!"tır. Ve de çocuk dik y ü r ü ­ mek için, insan olma yükümlülü­ ğüne girmiştir artık. Kafa, insanın simgeci, ileriyi gör­ menin­ileri görüşlülüğün t a h t k u r d u ğ u y e r d i r , (bu a n l a m d a ) k ü l t ü r e l e v r i m i n zembereğidir. İ n s a n ı n yükselişi bir b a k ı m a ka­ fanın ve kafatasının evrimidir. 50 milyon yıllık bir geçmişi kap­ s a y a n evrimin a ş a m a l a r ı y l a öz­ deşleştirebileceğimiz sadece 6 ya da 7 kafatası var. 50 milyon yıl öncesinden ağaç ü z e r i n d e yaşa­ y a n ­Romalıların ölülerin ruhla­ r ı n a verdikleri ad ile çağrılan­ L e m u r fosili; m a y m u n , goril ya d a ş e m p a n z e gibi k u y r u k s u z m a y m u n (ape) ve i n s a n ı içine a l a n ailenin, y â n i p i r i m a t l a r m bazı t e m e l i ş a r e t l e r i n i taşıyor. Ana soy çizgisi üzerinde b u l u n a n diğer bir y a r a t ı k , 30 milyon yıl öncesine ait ve kafatası fosili, Mı­ s ı r ' d a F a y u m ' d a b u l u n d u ve Aegyptopithecus adı verildi. Doğu Afrika, Avrupa ve Asya'da, bizim şimdi "Antropoid Ape" de­ memiz gereken y a r a t ı k l a r ı n gö­ zükmesi bir on milyon yıl daha al­ dı ve geldik, 20 milyon yıl öncesi­ ne... O çağa ait, yaygın bir cins var; Dryopithecus. B u n l a r d a be­ yin dikkati çekecek k a d a r büyük, gözler a r t ı k stereoskopik görme­ ye uygun bir yerde, t a m a m e n ön­ de. İ n s a n a yol açan soy çizgisinin ay­ rıldığının işaretini veren, dişler­ deki değişikliktir. Fosillerine sa­ hip olduğumuz ilk haberci Kenya ve H i n d i s t a n ' d a b u l u n a n R a m a ­ pithecus'tur. Bu y a r a t ı k 14 mil­ yon y a ş ı n d a ve sadece çene par­ çaları elimizde. Dişlerinin düz ve d a h a i n s a n a özgü olduğu açık. "Antropoid A p e ' l e r i n b ü y ü k azı­ ları gitmiş, yüz d a h a düz, açıkça belli ki; evrim ağacının vereceği yeni dalın yakınmdayız. Fosil k a y ı t l a r ı n d a 5­10 milyon yıllık bir boşluk var. Bu boşluk, hikâyenin en ilgi çekici bölümü, hominid'den i n s a n a u z a n a n soy çizgisinin, b u g ü n ü n modern ape'lerinin (Goril ve Şempanzele­ rinin) soy çizgisinden belirgin o l a r a k ayrıldığı z a m a n a ilişkin bölümü gizliyor. Bize u z a n a n soy çizgisi üzerinde olmayan bir uzak akrabamız, bir otobur olan, C a u s t r a l o p i t h e c u s R o b u s t u s ' d u r . İ n s a n a benziyor, bir antropoid a m a soy çizgisi hiç bir yere çıkmıyor, soyu tükenmiş. İ n s a n ı n kendi soy çizgisi üzerin­ deki bir uzak a k r a b a s ı ise m u h ­ temelen bir etobur. Bizim "kayıp h a l k a " diye anageldiğimiz y a r a ­ tık her ne ise ona en yakın olanı, Austrapolpithecus Africanus; b u fosil Transvaal'da, Sterfontein'de ve Afrika'da b a ş k a bir yerde bu­ l u n a n birçok kafatası fosilinden bir tanesi ve t a m yetişkin bir dişi­ ye ait. Başta sözünü ettiğimiz Ta­ u n g bebeği eğer büyüseydi, tıpkı bu dişi gibi dimdik durabilirdi, y ü r ü r d ü ve bir­bir b u ç u k libre a r a s ı n d a ağırlığı olan b ü y ü k ç e bir beyni olurdu. Ve insanın ata­ ları bu daha büyük beyinle iki bü­ yük icatta b u l u n d u l a r . 2 milyon yıl önce A u s t r a l o p i t h e c u s , ilkel 63 taş âletler yaptı; bunlar basit darbelerle k e n a r l a r ı yassıltılan çakıl t a ş l a r ı y d ı . Ve izleyen bir milyon yılda, i n s a n ı n ilerleyen evrimi b u tip âletlerde bir deği­ şiklik getirmedi. Alet, k a i m kenarı avuç içiyle sıkı­ ca k a v r a n a r a k t u t u l u y o r d u . (İn­ sanın atalarının kısa bir baş par­ m a k l a r ı v a r d ı , a m a onu, sıkıca kavrayabiliyorlardı.) Ve elbette b u bir e t o b u r u n el âletiydi, vur­ m a k için kesmek için. Diğer icadı toplumsaldı. Oldukça çok sayıda b u l u n m u ş olan A u s t r a l o p h i t h e ­ cus kafatası ve iskeleti, çoğunun 20 y a ş ı n d a n önce ölmüş oldukla­ rını gösteriyor. Bu y a r a t ı k l a r ı n u z u n bir çocukluk dönemi vardı, h a y a t t a k a l a n l a r ı n gözetim altı­ n a alındığı ve bir a n l a m d a eğitil­ diği toplumsal bir düzenleme ol­ malıydı. İşte bu k ü l t ü r e l evrime doğru atılmış b ü y ü k bir adımdı. ya'da b u l u n d u ; bir diğer k l â s i k bulguydu b u ve bir kâfâtâSl fosi­ liydi. Adına N e a n d e t r h a l a d a m denildi. Beyni modern i n s a n ı n k i k a d a r büyük ve üç libreydi. Muh­ temelen Neanderthal a d a m ı n ba­ zı soyları yok olup gitti; a m a yine m u h m e t e l d i r ki, bir soyu O r t a D o ğ u d a s ü r d ü ve bize k a d a r u z a n d ı ; Homo S a p i e n s ' d e n söz ediyoruz. İnsan gibi yavaş hareket eden bir yaratık, kaçmaya u y u m l u bir sa­ v a n a h a y v a n ı n a ancak bir iş bir­ liği sayesinde sessizce y a k l a ş ı p onu izleyebilir ve bir köşeye sıkış­ tırıp yakalayabilirdi. Avcılık belli bir yerde sürekli ar­ t a n bir nüfusu besleyebilmek du­ r u m u n d a değildir; s a v a n a d a sı­ nır mil kare basma iki kişidir. Av­ cılar için yapılacak seçim acıma­ sızdı; açlık y a d a yer değiştirme. 2 milyon yıl önce bizler henüz in­ san değildik. A m a 1 milyon yıl ön­ ce insandık, çünkü bir milyon yıl önce Homo­Homo E r e c t u s diye adlandırabileceğimiz bir y a r a t ı k ortaya çıktı. Afrikadan çok uzak­ l a r a gitti. G e r ç e k t e n de, Homo E r e c t u s fosiline Cinde rastlandı. Bu klâsik bulgu, Pekin a d a m ı di­ ye anılıyor, yaklaşık dörtyüz bin yaşında ve ateşi kullandığı kesin olan ilk y a r a t ı k . O n l a r şaşılacak mesafeleri aştı­ lar. Bir milyon yıl önce, Kuzey Af­ rika'daydılar. Yediyüzbin yıl ön­ ce, belki d a h a da önce, Java'day­ dılar. Dörtyüz bin yıl önce bir yel­ paze gibi açılarak kuzeye doğru yöneldiler, doğuda Çin'e, b a t ı d a Avrupa'ya ulaştılar. Göçlerin b u inanılmaz yayılışı, insanı çok es­ ki z a m a n l a r d a n beri, toplam sa­ yılarının oldukça küçük ­belki bir milyon­ o l m a s ı n a r a ğ m e n , e n yaygın t ü r haline getirdi. İ n s a n a yol a ç a n H o m o E r e c ­ t u s ' t a k i değişiklikler bir milyon yılı aşkın bir süre bedensel deği­ şikliklerden i b a r e t kaldı. Homo E r e c t u s ü n iyi bildiğimiz bir ardı­ lı (halefi) geçen yüzyılda Alman­ İşin d a h a irkiltici y a n ı , i n s a n ı n kuzeye yönelmesinin, t a m ora­ l a r d a iklimin buzul çağına dön­ mesinden sonraya rastlamasıdır. O çağlarda deyim yerindeyse, ka­ r a l a r buzlarla dolup taştı. Kuzey 64 yörelerinin yüzlerce milyon yıl boyunca ılıman bir iklimi olmuş­ tu. Homo E r e c t u s ü n Çin'e ve Ku­ zey A v r u p a ' y a y e r l e ş m e s i n d e n h e m e n önce, üç ayrı buzul çağın­ d a n oluşan bir dönem başladı. Birincisi, Pekin insanı m a ğ a r a d a yaşadığı zaman, yâni bundan dörtyüz bin yıl önce, e n şiddetli n o k t a s ı n d a n geçti. Ateşin ilkin, b u m a ğ a r a l a r d a kullanılmış ol­ m a s ı hiç de şaşırtıcı gelmiyor. Buzlar üç kez güneye ilerledi ve geri çekildi ve h e r keresinde ara­ zi değişti. Buz kepleri en geniş ol­ dukları zaman o kadar çok su top­ ladı ki, denizlerin seviyesi dört­ yüz a y a k düştü. İkinci, buz ç a ğ ı n d a n sonra, iki­ yüz bin yılı aşkın bir zaman önce, N e a n d e r t h a l a d a m iri beyniyle o r t a y a çıktı ve son buz çağında önem k a z a n d ı . İ n s a n ı n çok iyi bildiğimiz kültü­ r rü, en son buz çağında, son yüz­ bin, h a t t â ellibin yılda biçimlen­ meye başladı. İcatlar, şimdi oldu­ ğu gibi, o z a m a n l a r da belki en­ derdi ama, bir kültür içinde çabu­ cak yayılıyordu. Örneğin Güney Avrupa'nın Magdalenian dönemi avcıları, on beş bin yıl önce zıpkı­ nı icat etmişlerdi. M a g d a l e n i a n dönemi avcıları, k e m i k t e n yap­ tıkları âletlerini süslerlerdi; bun­ lar, insanın kültürel evrimini dü­ zenli bir gelişim çizgisi içinde an­ l a t a n , gerçek anlamıyla birer fo­ sildir. İ n s a n buz çağlarının zorlu sına­ v ı n d a n b a ş a r ı y l a çıktı; ç ü n k ü o n u n i c a t l a r ı k a b u l l e n m e k ve topluluğa maletmek gibi zihinsel bir esnekliği vardı. Açıktır ki; buz çağları, insanın y a ş a m a tarzında derin değişiklikler m e y d a n a ge­ tirdi. Bitkilere d a h a az bağımlı olmaya d a h a çok h a y v a n l a r d a n y a r a r l a n m a y a zorlandı. B u z u n sırtında a v l a n m a n ı n güçlüğü av­ l a n m a stratejisini de değiştirdi. Tek hayvanın peşinden gitmenin çekiciliği azaldı. S ü r ü l e r i izle­ m e k ve onları gözden k a ç ı r m a ­ m a k , a l ı ş k a n l ı k l a r ı n ı , göçlerini benimsemek d a h a iyi bir seçenek oldu. Bu insanın h a r e k e t halinde gezginci bir h a y a t t a r z ı n a geçi­ şiydi. H a y v a n g ü d ü l ü y o r d u ve deyim yerindeyse, yiyecek, h a r e ­ k e t h a l i n d e k i bir depoda t u t u l ­ m u ş oluyordu. İ n s a n ı n gezginci h a y a t t a r z ı n ı n kendisi şimdi kültürel bir fosildir ve g ü n ü m ü z e dek u l a ş m ı ş bulu­ nuyor. H a l â bu t a r z d a y a ş a y a n insanlar İskandinavya'nın kuzey u c u n d a k i Laponlar'dır. Ve tıpkı buz çağında yaptıkları gibi, Ren geyiklerini izliyorlar. Laponlarm ataları, b u n d a n oniki bin yıl önce buz kuşağı Güney Avrupadan ge­ ri çekilirken, Pireneler'in Franco C a n t a b r i a n m a ğ a r a l a r ı n ı n bu­ l u n d u ğ u k e s i m d e n k a l k ı p Ren geyiklerinin peşinden, kuzeye gelmiş olabilirler. Bu gün otuzbin kişiler ve üçyüzbin de Ren geyiği var; ve artık bu h a y a t tarzlarının sonuna yaklaşıyorlar. Sürüler donmuş liken otlarının birinden diğerine fiyortlar boyunca kendi göçlerini sürdürüyor ve Laponlar onlara ayak uyduruyor. A m a La­ ponlar çoban değil, Ren geyikleri 65 denetimleri a l t ı n d a değil, onları e h l i l e ş t i r m i ş değiller. S ü r ü l e r nereye gidiyorsa Laponlar da he­ m e n oraya gidiyorlar. Ren geyikleri sürüleri gerçekte, h a l â y a b a n î olmakla birlikte La­ ponlar'ın tek hayvanı denetim al­ tına almak için, diğer kültürlerin de bildiği, geleneksel bazı buluş­ ları var. Örneğin bazı erkek ge­ yikleri h a d ı m edip koşum hayva­ nı olarak kullanabiliyorlar. (Ga­ rip bir ilişki.) Laponlar t a m a m e n Ren geyiklerine bağımlılar, h e r g ü n a d a m b a ş ı n a bir libre et yi­ yorlar, sinirlerini k ü r k ü n ü , deri­ sini, kemiklerini h a t t â boynuzla­ rını kullanıyorlar, s ü t ü n ü içiyor­ lar. H e r şeye r a ğ m e n , Laponlar Ren geyiklerinden d a h a özgür­ ler, ç ü n k ü o n l a r ı n h a y a t t a r z ı k ü l t ü r e l bir u y u m d a n ibaret, bi­ yolojik bir u y u m değil, Laponla­ r m gösterdiği uyum, yâni buzlar­ la kaplı bir bölgede h a r e k e t ha­ linde s ü r d ü r ü l e n gezginci bir ha­ yat; değiştirebilecekleri bir se­ çim; biyolojik m u t a s y o n l a r d a ol­ duğu gibi geriye dönüşü olmayan bir seçim değil. Biyolojik u y u m , davranışların doğuştan gelme bi­ çimidir; a m a k ü l t ü r öğrenilmiş d a v r a n ı ş l a r d ı r ­(yeni b u l u ş l a r d a olduğu gibi) t o p l u m u n t a m a m ı t a r a f ı n d a n b e n i m s e n m i ş , top­ lumsal olarak tercih edilen bir bi­ çimdir. Biyolojik u y u m l a r , Homo Sapi­ ens'de fazla değildir; bizler ol­ dukça homojen (bir cinsten) bir türüz; çünkü dünya yüzüne tek bir merkezden hızla yayıldık. Bu­ n u n l a birlikte (hepimizin bildiği 66 gibi) i n s a n g u r u p l a r ı a r a s ı n d a açık biyolojik farklılıklar var. Biz b u n l a r a ırksal farklılıklar diyo­ ruz ve b u n u n l a , a l ı ş k a n l ı k l a r ı n ya da yetişme o r t a m ı n ı n değişi­ miyle değiştirilemeyecek farkları kastediyoruz. Derinizin rengini değiştiremezsiniz. Niçin Lapon­ lar beyazdır? İ n s a n koyu deriyle başladı; güneş ışığı deride D vita­ mini y a p a r ve eğer i n s a n Afrika­ da da beyaz olsaydı, a ş ı n bir D vi­ tamini oluşumu söz konusu olur­ du. A m a yeteri k a d a r D vitamini edinebilmek için oradaki g ü n e ş ışığının hepsini a l m a k ihtiyacın­ dadır; ve de dolayısıyla doğal ayıklanma, beyaz derililerin da­ h a lehine işlemiştir. Çeşitli topluluklar arasındaki bi­ yolojik farklılıklar ölçüdür. La­ ponlar, yaptıkları buluşlar olma­ saydı biyolojik u y u m l u y a ş a y a ­ mazlardı: Ren geyiklerinin alış­ kanlıklarını ve ürünlerini yaratı­ cı bir biçimde k u l l a n a r a k , onları çekim h a y v a n ı n a d ö n ü ş t ü r e r e k , araç ve gereçleri ve de kızaklarıy­ la hayatlarını sürdürürler... Buz­ lar üzerinde hayatın sürdürül­ mesi derinin rengine bağlı değil­ di; L a p o n l a r ve buz çağları bo­ yunca i n s a n l a r , h a y a t l a r ı n ı , en b ü y ü k buluş olan ateşle­ateş sa­ yesinde sürdürdüler. Ateş, evin­ocağm simgesidir ve Homo S a p i e n s otuzbin yıl önce elinin işaretini b ı r a k m a y a başla­ dığı z a m a n m a ğ a r a onun evi­oca­ ğıydı. Çünkü, en azından bir mil­ yon yıl, insan, bilinebildiği k a d a ­ rıyla, bir yem arayıcı ve bir avcı olarak yaşadı. Çok u z u n olan bu t a r i h öncesi d ö n e m e ilişkin eli­ mizde hiç bir kalıntı yok. Bu dö­ n e m i n s o n u n a ilişkin bazı kayıt­ lara sahibiz; ve o zamanlar insan zihnine neyin egemen olduğunu, Avrupa buz­ kuşağının eteklerin­ deki Altamira m a ğ a r a l a r ı n d a (ya da İspanya ve güney Fransa'daki m a ğ a r a l a r d a ) öğreniyoruz. Bu mağaralarda onun dünyasını o l u ş t u r a n , zihnini meşgul eden, u ğ r a ş t ı r a n şeyi görüyoruz. Yak­ laşık yirmi bin y a ş ı n d a olan ma­ ğ a r a resimleri, o dönem insanını k ü l t ü r ü n ü n evrensel temelini, avcının avladığı ve beslendiği h a y v a n l a r a ilişkin bilgisini tes­ bit ediyor, kalıcılaştırıyor. İ n s a n ı n icatlarına ait epeyce ka­ lıntı b u l u n m a s ı n a karşılık, o n u n çevresini nasıl g ö r d ü ğ ü n e , gör­ düklerini zihninde nasıl canlan­ dırdığına ilişkin ipuçlarını y e r e ­ cek fazla kalıntı niçin yok? İnsan çelimsiz, yavaş, beceriksiz, silâhsız bir hayvandı; o bir çakıl taşını, bir ç a k m a k taşını, bir bı­ çağı, bir mızrağı bulmak, icat e t m e k z o r u n d a y d ı . A m a niçin, hayatını sürdürmenin temeli olan b u bilimsel buluşlarına, icatlarına, bizi şimdi ş a ş ı r t a n bu sanatı, h a y v a n şekillerinden olu­ şan bu süslemeleri ekledi, hem de bu k a d a r e r k e n bir t a r i h t e ? Her şeyin ötesinde, niçin b u t ü r ma­ ğ a r a l a r a gelip yaşadı ve sonra da yaşadığı yerlerde değil de k a r a n ­ lık, gizli saklı, uzak, ulaşılması güç yerlerde b u h a y v a n resimle­ rini yaptı? Açıkça görülen şey, bu yerlerde, h a y v a n ı n b ü y ü işlevi gördüğü­ dür. A m a büyü yalnızca bir keli­ medir, bir yanıt değil. Tek başına hiç bir şeyi açıklamayan bir keli­ me. Evet, i n s a n o n u n l a güç ka­ zandığına inanıyor; a m a h a n g i gücü? Burada ilk kez ifâde edildi­ ğini g ö r d ü ğ ü m ü z güç, önceden kestirebilmenin gücü: ileriye ba­ k a n h a y a l gücü. Bu r e s i m l e r d e avcı yüz yüze geleceğini bildiği, a m a h e n ü z yüz yüze gelmediği tehlikelerle t a n ı ş m ı ş oluyordu. Ressam resminde korku anını dondurmuştu ve avcı resmin ara­ cılığıyla o anın içine giriyordu. Bizim için m a ğ a r a resimleri, av­ cıların h a y a t t a r z ı n ı gözlerinin önünde yeniden c a n l a n d ı r a n bir anlık bir t a r i h kesitidir; biz o re­ simlerde geçmişe bakıyoruz. Ve o n l a r ı n , avcıları için geleceğe baktıkları bir gözetme penceresi olduğunu değerlendiriyoruz. Her iki yönde de, m a ğ a r a resimleri i m g e l e m i n ( m u h a y y i l e n i n ) bir t ü r teleskop t ü p ü görevini görü­ yor; resimler zihni, görülenden, görülebileceği ç ı k a r s a m a y a , y a da t a h m i n e yöneltiyor. Gerçek­ ten, resmin asıl işlevi de budur; r e s m i n tesbit ettiği m ü k e m m e l gözlem, y â n i salt r e s i m , b a k a n göz için yalnızca nesnedir; çünkü onu hareketle, gerçeklikle doldu­ r a n zihindir: b u r a d a sözkonusu olan, gözün fiilen gördüğü değil, imgelenen (tahayyül edilen) ger­ çekliktir. S a n a t ve bilimin her ikisi de, yal­ nızca i n s a n a özgü ve bir hayva­ nın yapabileceği her hangi bir şe­ yin t a m a m e n dışında olan eylem­ lerdir. Ve h e r ikisi de aynı i n s a n 67 yeteneğinden: geleceği gözümü­ z ü n ö n ü n e g e t i r m e , olabileceği önceden görme ve o n u n ö n ü n e geçmeyi plânlama ve beklene­ ni, kafamızın içinde ya da ma­ ğ a r a n ı n k a r a n l ı k d u v a r ı n a veya televizyonun e k r a n ı n a d ü ş ü r ü ­ len ışıkta canlandırdığımız imge­ lerle k e n d i m i z e göstermede, temsil e t m e , y e t e n e ğ i n d e n do­ ğar. Bu resimlere biz, imgelemin (mu­ hayyilenin) t e l e s k o b u n d a n bakı­ yoruz; o bir z a m a n teleskobudur; biz bu teleskopla geçmişin dene­ y i m i n e bakıyoruz. Bu resimleri y a p a n i n s a n l a r ve o z a m a n yaşa­ y a n insanlar aynı teleskoptan ge­ leceğe b a k t ı l a r . O n l a r i n s a n ı n yükselişi boyunca hep o teleskop­ t a n ileriye baktılar; çünkü kültü­ rel evrim dediğimiz şey, aslında 68 insanın hayal gücünün sürekli gelişmesi demektir. Silâhları y a p a n i n s a n l a r da, re­ simleri yapan insanlar da hep ay­ nı şeyi yaptılar. Yalnızca insanın yapabileceği gibi, geleceği önce­ den gördüler, var olandan, m u t ­ l a k a gelecek olanı ç ı k a r s a d ı l a r (tahmin ettiler). Yalnızca i n s a n a özgü çok sayıda yetenek var; a m a bunların hepsinin merkezinde, t ü m bilgimizi ü r e t e n a n a kök, gördüklerimizden görmedikleri­ mize ilişkin sonuçlar ç ı k a r m a , zihnimizi u z a y d a ve z a m a n ı n içinde dolaştırma, geçmişten za­ m a n ı m ı z a u z a n a n m e r d i v e n ba­ s a m a k l a r ı n d a kendimizi t a n ı m a yeteneği yatar. M a ğ a r a duvarla­ r ı n d a k i elin izi ş u n u söylüyor: "Bu b e n i m işaretim. B e n insa­ nım." BURADA OLMAK S ü m e r SALDIRAY B u r a d a o l m a k k o n u s u n a önce; dışarıdaki yaşamda, içinde bulundu­ ğumuz durumların, koşulların, ortamın hepimiz için yaklaşık ortak ve bildik yönlerinin genel bir tasvirini yapmaya çalışarak, b u r a d a olma­ m a k d a n gireceğim. Hepimizin k u r u l u bir düzeni var bu dış âlemde. Öğrendiklerimiz, bil­ diklerimiz ve t ü r l ü edimlerimizle kendimiziz. Doğal çevremiz içindeki didinmelerimiz, başarılarımız, sevinmeleri­ miz, z a m a n z a m a n kederlenmelerimiz, z a m a n z a m a n yılgınlıkları­ mızla kısaca, h e r ne ise d u r u m u m u z işte oyuz. Dostlarımızla beraberliklerimizde k â h p a y l a ş m a l a r ı m ı z d a n duydu­ ğ u m u z h a z l a r ya da karşılaştığımız b a s t ı r ı l a m a z i h t i r a s l a r , zâlim hırslar, k â h benliğimizi s a r a n delişmen hevesler sonu gelmez u m u t ­ lar, k â h açılan ufuklar, şanslar, şanssızlıklar a r a s ı n d a m u t s u z l u k ya da m u t l u l u k l a r ı m ı z l a h a y a t ı , sürdürmekteyiz. Bu yaklaşımla günlük h a y a t t a bazen üstüste gelen aksiliklerin bezdi­ ren, onulmaz yıpratıcılığından b u n a l m ı ş , çaresiz, u m a r s ı z ve yapa­ yanlızken, ençok beklenen o anda uzanan dost bir elin sıcaklığında ha­ y a t a yeniden bağlayan h u z u r u düşleyin. 69 Hani, d o r u k l a r ı n d a n hızla inerek, eteklerinde suyu bulunca sessizce dalı veren yamaçların, kıyıda s ü k û n a k a v u ş m a s ı gibi. Delibozuk ve k a r m a ş ı k günlerin yaşandığı evrelerde insanın tek başı­ n a b u çılgın akışa gem vuramadığı ve eli, kolu bağlı kalışındaki aczi düşünün. Hani, beyaz m a r t ı n ı n su mavisine dalışındaki keskin kararlılık yeri­ ne, yuvası dağılmış karıncaların, şaşkın bozgunu yaşadıkları ve az­ min zaafa uğradığı a n l a r gibi. Beyaz ve hırçın rüzgârlarıyla kovalayan, acımasız kış'tan k a ç a r k e n ; b ü t ü n canlılığını yaz'a bağışlamak a r z u s u n d a k i b a h a r ' ı n telâşını se­ vinçle k a r ş ı l a y a r a k , b ü y ü t m e k , yetiştirmek için olgun bir bekleyiş içindeki yaz'ın, y a p r a k , y a p r a k dökülen, h ü z ü n l ü ve yorgun güz'e is­ teksizce h e r yıl, yeniden teslim oluşunu bitmez t ü k e n m e z bir ısrarla seyre dalmış, sanki gün b a t a r k e n soluğunu vermiş de, doğarken soluk alırmış gibi geçmekte, fâni ömürler için zaman. Hani, birikme hevesi içindeki telaşlı su damlacıklarının damlayış tı­ pırtılarındaki neşeli ve ritmik heyecanın, z a m a n eğrisi içinde azala­ r a k son b u l u ş u n d a k i sönüş gibi... Bu h e n g â m e içinde insan tutunabilmek için, doğumundan itibaren en iyi, en r a h a t ve mükemmel yaşayabilmenin yollarını arar, kendine öz­ gü bir kişiliğe, "bir öznelliğe ulaşır. Ve bu öznelliktir ki, insanı gerçek bilgi, doğru eylem ve yaşamın anlamı ile ilgili sorunlarla yüzyüze geti­ rir;". Bu sorunlara yanıt b u l m a arayışı, tarihî perspektiv içinde; geç­ mişten b u g ü n e çeşitli uygarlıkların nedeni, t ü r l ü öğretilerin kaynağı olmuş ve "Mu Uygarlığı", "Atlantis İmparatorluğu", "Mayalar", "Antik Mısır", "Uygurlar", "Antik Hint­Çin" gibi k a d î m ve sonrası k ü l t ü r l e r zincirinin oluşmasını sağlamıştır. Bu zincirin periodik halkaları birbi­ rine eklenirken, insanoğlu kendini geliştirme metotlarına ve öğretile­ rine, kısaca "Ezoterik" yöntemlere sahip olmuş, b u n l a r a vazgeçilemez gereklilik d u y m u ş t u r , değişmiştir, gelişmiştir. "İnsanlara vaadedil­ miş bir dünya yok" zira. "İnsanların kendi özgür iradeleriyle, mücade­ leleriyle kurabilecekleri bir dünya var". Bu dünyayı anlamak, yaşanır kılmak i n s a n ı n görevidir. "Algıladığımız dünya, sevincimizle gülüm­ ser, kaygılarımızla y ü z ü n ü buruşturur". İnsanın b u n u n sırrına ererek olgunlaşması gerek. Eğer r u h u y l a duyumsuyorsa, özümseyebiliyorsa doğayı ve heyecanını yaşıyorsa gördüğü yeşeren bitkinin, filizlenişini bahar'ın, suya şavkı­ 70 yan mehtabın ve duyuyorsa sesinde gamını bülbülün; seziyorsa sevin­ cini salmırken seherde nazlı sümbülün; çevresine bigâne, hemcinsle­ rine sırtım dönmüş, kayıtsız olamaz insan. Uğultulu tepelerinde deniz serpintili rüzgârın ıslık çaldığı, bir yüzü yosun t u t m u ş , yalçın kayalar misâli ıssız, haşin, tek başına kalamaz. Hani, zamanın sinsice kazıdığı izleri kendinde gizlemek istercesine ör­ tündüğü toz örtü altında sessiz, doğal haliyle yoz ve h a n t a l kalan, yon­ t u l m a m ı ş bir h a m t a ş gibi... Evrende "Her şey, karşılıklı etkileme y a s a s ı n a tabî olarak birbirine bağlıdır", "Herşey değişme halindedir; değişme evrenseldir ve sürekli bir gelişme gösterir". Aynı şekilde "Doğum, çocukluk, ergenlik, olgun­ luk ve ölüm süreci de, insanın fikrî ve zihnî gelişme aşamalarıdır". Bu süreçte, aklını kullanmak zorundadır insan, doğadaki ve sanattaki ya­ r a t m a l a r ı n idraki için gerekli olan aklı. "Gramer, retorik, lojik, geo­ metri, müzik ve astronomiden oluşan liberal bilim ve sanatları" tanı­ mayı, a n l a m a y ı , h a y a t merdiveninin b a s a m a k l a r ı dikkat ve itina ile tırmanabilmek için idrâkini geliştirmeyi, irâdesini kullanmayı ve he­ yecanını denetlemeyi öğrenmelidir. Tıpkı, i m a n , ü m i t , şevkat ile ilk üç, itidal, cesaret, basiret ve adaleti temsil eden son dört basamağı ile Yakub'un yedi basamaklı merdiveni­ ni çıkmak gibi. Ve "Düşünen kafa, m a h i r el'ın kullandığı itaatkâr, tefrik edici, uygu­ layıcı kalem ile, uygulamada irâde ve güçlükleri yenici güç olan çekiç­ le, k e n d i t a ş ı n ı işleyip, yontabilme yönetimi öğrenerek olgunlaşmak için Akıl, Kuvvet, Güzellik sütunları üzerinde yükselen mâbetde, gü­ neşin ilk ışıklarıyla doğan Tanrısal Aydınlanışm altında şevkle çalı­ şıp, t ü m insanlıkla ve evrenle kaynaşarak, ortak sevgi bağının kurul­ ması uğrundaki; insan ömrüyle sınırlı olan uğraşların birleştirilerek ortak çaba ü r ü n ü düşünceler halinde ölümsüzleşmelerini sağlamak üzere ve sürekli t e k â m ü l ü n amacı olan h a k i k a t i a r a m a k için b u r a d a olmak. Bireyin b ü t ü n insanlık ve evrenle kaynaşması, aralarındaki ortak bağ olan sevgi bağının k u r u l m a s ı n ı t e m i n eder. Bu sevgiyi b u l a n insan, kendini a ş a r a k Hakikate ulaşma yolunda ilerler. Bu yönde akıl, geliş­ m e n i n öncül aracıdır. İ n s a n ı n erişebileceği en son H a k i k a t ise, Evre­ nin yaradılışı ve y a ş a m ı n sırlarının idrâkidir. B u n u n için yalnız akıl yeterli olamaz. Hakikati bulmada, a k i m rehberliğindeki sezgi ve algı 71 gücüne de ihtiyaç vardır. "Bellek ve imgelem, geçmişteki olguları ya da şu anda yerinde bulunmayan nesneleri canlandırır gözümüzde; algı ise, şimdiki a n d a da varlığını s ü r d ü r e n bir gerçekliğin nesnel olarak ayırdına vardırır". Algı "bilmeye, bilgiye doğru atılmış bir ilk adımdır". "Bilgi ve h i k m e t b i r a r a y a gelince ilim irfan" doğar, bu ise "Akluhik­ mettir." Akıl ve basiret, ya da sezgi "Akluhikmet için birbirini t a m a m ­ lar". Tıpkı, "Önceden görmek için bilmek, yapmak için de önceden görmek" erdemine s a h i p olmak gibi. Bilinir ki "Her gelişme, zıtlarm, bir b a ş k a deyişle çelişmelerin mü­ cadelesinin eseridir. Bu çelişmeler ise içseldir, yenileyicidir ve birara­ da b u l u n u r l a r , düşüncelerde değişikliğe, gelişmeye yolaçan da onlar­ dır". Bu anlamda, herşeyin karşıtı ile varolduğu bilinci içinde; "Değiş­ mezle, değişebilir arasındaki bağıntıyı kurabilecek olan i n s a n aklı ve düşüncesidir". Bir b a k ı m a k a r ş ı t l a r ı n sentezi a n l a m ı n a gelebilecek şekilde, iki k a r ş ı t ı n u y u m l a b i r a r a y a getirilmesinden doğacak ilâhî armoniyi b u l m a k h ü n e r i n i edinmek ve onu y a ş a m a k için b u r a d a ol­ mak. Hani, iyilik ve kötülük, şeytan ve iyilik meleği, gece ve gündüz, sevgi ve nefret, hürriyet ve istibdad karşıtlıklarında olduğu gibi, "Yok sembolü olan siyah ile varların sentezinin sembolü beyazın ahenkle dengelen­ diği damalı yer döşeme'sinin "güney ve kuzey'inde yer almış olarak, doğudaki Üstâd­ı M u h t e r e m i n öncülüğünde, r u h u n ölümsüzlü­ ğüne ve ilâhî adalete gönülden bağlılık yasasına itaatle, sadâkatin de­ rin ifâdesini bulduğu; Evrenin Ulu M i m a r ı n ı n birlikte anıldığı a n l a r gibi. "Kendiliğinden bilgi, ister istemez sınırlı ve dayanaksızdır.", "Bilimsel bilgi gerçekliğin sıradan bir fotoğrafını aşıp, s a p t a n a n olayların arka­ sında onları birbirine bağlayan bağları araştırır; gerçekliği örten ka­ buğu soyup a t a r ve içerideki genellik ve süreklilik çekirdeğini bulup ortaya çıkarır.", "bilim, kendiliğinden bilgiden farklı olarak bir yorum­ l a m a ve soyutlama uğraşıdır ki...ilkel insanın yapabileceği birşey de­ ğildir". Bu vesileyle, değerli kardeşimiz T a m e r Ayan'm "Bilim Çağı Masonluğu" k i t a b ı n d a geçen bir düşüncesini b u r a d a saygı ile a n m a k istiyorum. "Her bilginin içinde b a ş k a bir bilgi vardır; o bilginin içinde de d a h a de­ rin b a ş k a bir bilgi vardır." 72 Bence bu ifâdede saklı olan engin idrakle ancak "Kendi öz benliğine Kardeşlik ve Sevgi Birliğinin yerleştirilebilmesi" m ü m k ü n d ü r ve he­ pimizin amacı olan "Kâmil İnsan" olabilmek için de bu idrâke sahip bu­ l u n m a k gereklidir. "Kâmil İnsan" ise, Tanrısal Işığı görebilen insan­ dır. "Tanrısal Işığı görmek, Hakikati zekâda, fazileti r u h t a ve temizliği be­ dende t a h a k k u k ettirmektir". İşte böyle bir düzeye erişmeyi hedefle­ miş bireylerin oluşturacağı güçlü "Kardeşlik Zinciri'hin birbirlerine gönülden, sevgi ile bağlı ve tamamlayıcı bir halkasını teşkil etmek üze­ re b u r a d a olmak. "Bir zincir, halkalarının gücü oranında güçlüdür". O halde, "Davranış­ larımızı fazilet ilkeleri ile uyum içinde sürdürmeyi" ilke edinmiş, ken­ dimizi "Akıl ve hikmet, a h e n k ve itidalle sınırlayarak", "Duygu, dü­ şünce ve davranışlarımızda doğruluk ve düzgünlüğü" elden bırakma­ yarak, "İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini tefrit" gücüne sahip bireyler halinde o zincirin birer halkasını oluşturmak için bura­ da olmak. Ve nihayet, yüzler d o ğ u d a parlayan güneşe dönük bulunurken, özgür irâde ve h ü r vicdanlardan feyizlenen yüksek fikir ve düşüncelerin ör­ gülediği bu ulvî değerler ortamında, gelişen erdemlerimizle çaresizlik ve umutsuzlukları gün batımıyla batı'da arkaya atmış olarak, bireysel tefekkürlerin s ü k û n u n d a Ü l k ü Mâbedi'ndeki yerini b u l a c a k olan, "Gönyeden pergele, m a d d e d e n m â n â y a , s o m u t t a n soyuta" geçilerek; akıl, gönül, faziletle işlenen, kişisel k a r a k t e r l e r i n i k a z a n m ı ş ; h ü r r i ­ yet, eşitlik ve kardeşlik andı ile, her yüzü cilâlı, beden, r u h ve zekâ un­ s u r l a r ı n ı n dili olan k ü p t a ş l a r ı m e y d a n a getirmek üzere b u r a d a ol­ mak. "Olmak ya da olmamak" arasındaki tefrikin kalın çizgilerle ayrıldığı, a m a k a r ş ı t o l m a k t a n çok kişisel ifâde biçilminden k a y n a k l a n a n lirik bir tarzla, b u r a d a olmamakdan girerek başladığım yazımın "Burada Olmak" b o y u t u n d a , bazen sembolizmanın yalın hâlinde saklı bulu­ n a n derin a n l a m gücünün doğrudan yaratacağı etkiden y a r a r l a n a r a k , yer yer de değerli yorumlarla kabul görmüş ezoterik söylemlerin sem­ bolizmasmın ardındaki a n l a m l a r ı n ı n şahsen yorumlanışlarını da or­ taya koyabileceğini u m d u ğ u m bir senteze ulaşmayı amaç edindim. Bu a r a d a b u l u n d u ğ u m u z derecenin sınırlarını zorlayan, bilmeden ölçü­ n ü n aşıldığı n o k t a l a r olabilir. Ancak b u n u n , y a ş a n a n , hissedilen ve özümsenmiş olanların bir ivmesi olarak kabul görmesini dilerim. Di­ 73 ğer t a r a f t a n b u n u ; y a r a r l a n d ı ğ ı m Ayan k a r d e ş i m i n "Masonik D e ­ mirci", "EKSR­ Eski ve Kabuledilmiş Skoç Riti Olgunlaşma­" Bi­ l i m Ç a ğ ı M a s o n l u ğ u , Gener k a r d e ş i m i n "Ezoterik B a t ı n î D o k t ­ r i n l e r Tarihi", Tezcan kardeşimin "Antik Ç a ğ d a n G ü n ü m ü z e Ma­ s o n l u ğ u n Orijini", Arıç k a r d e ş i m i n ' M a s o n l a r ı n Dünyası", E r i ç k a r d e ş i m i n "Kültür v e Yaratıcılık", P a u l Naudon'un "Masonluk" ve Tanilli'nin 'Yaratıcı A k l ı n Sentezi" adlı kitaplarıyla, değerli bir­ çok k a r d e ş i m d e n ve Locamızda dinlediğim konferanslarından feyiz­ l e n m e m e borçlu b u l u n d u ğ u m u da belirtmek isterim. 74 NASıL BIR YARDıM? Ergun ÇOBANOĞLU Şu olan biten var ya, boş ver ona; Taş yağsın isterse, çok sürmez. Dakika şaşma, dakika! Yaşamaya bak, Ne geçmişi düşün, ne gelecekten kork. Ömer HAYTAM İ n s a n ' ı n y e r y ü z ü n d e varoluşun­ d a n g ü n ü m ü z e k a d a r geçen za­ m a n sürecinde, y a ş a m koşulla­ r ı n d a d ü n y a n ı n çeşitli yörelerin­ de, birbirlerinden farklı da olsa, çeşitli b ü y ü k değişiklikler mey­ d a n a gelmiştir. Ancak, b ü t ü n bu değişikliklerden olumlu olanla­ rın yarattığı mükemmeliklere r a ğ m e n , h â l â , h e m e n h e m e n hiç değişmeden kalan birşey var. Ya­ şamın i n s a n a acıdan, ü z ü n t ü d e n başka, pek az şey getirmiş olması d u r u m u . B u n u n y a n ı n d a , çağı­ mızda; ü s t ü n gelmek, alt etmek, yenmek, başarmak, k a z a n m a k için verilen savaşımda asırlar ön­ cesi ilkel i n s a n l a r ı n k i n d e n çok d a h a tesirli, k a r m a ş ı k a r a ç ve silâhlar bulunmuş, "BEN" ile bir­ likte "BENCİLLİK" de yıkıcı ve yok edici birer k a r a k t e r e dönüşe­ rek t ı r m a n ı ş a geçmekle m u t l u ­ luk yerine m u t s u z l u k ve h u z u r ­ suzluğun nedenlerini a r t t ı r m a d a önemli birer etken olmuşlardır. 20. yüzyılda y a ş a n a n iki D ü n y a Savaşı ve bir asırlık d e n e y d e n sonra, hiç olmazsa insanların bir 75 bölümü, yalnızca maddesel şey­ dıkça yüzeysel önlemlerle toplu­ lerin mutluluğa, iç suskunluğa mun düüeltilomiyooogine inanı u l a ş m a k için yeterli olmadığını a n l a m a y a başlamışlardır. H a t t â insan mutluluğu için uğraş veren nice düşünürler ile onların görüş­ lerini benimseyip p a y l a ş a n top­ lulukların mensupları; maddesel şeylerin m u t l u olmak şöyle dur­ s u n , çelişkileri k ı ş k ı r t ı p h u z u r ­ suzluğu, m u t s u z l u ğ u arttırdığını farkederek a r a d a ortaya çıkmak­ tadırlar. B u n l a r d a n b i r i de s o n r a d a n SAKYAMUNİ BUDDHA (Sakya ailesinin bilge insanı aydınlanan kişi) a d ı n ı a l a c a k olan SİDD­ HARTA GAUTMA'dır. O n u n gö­ r ü ş ü n e göre D ü n y a ne iyidir, ne de kötüdür. İ n s a n ı n m u t s u z l u ğ u D ü n y a n ı n k ö t ü o l u ş u n d a n değil, Dünyayı olduğu gibi, olduğu du­ r u m u y l a içine sindirmeyişinden, verebileceğinden çoğunu dünya­ d a n istemesindendir. Gerçekleş­ mesi d u r u m u n d a kendisi mutlu­ luk getireceğini sandığı istekleri­ ni, t u t k u l a r ı n ı n t u t u ş t u r d u ğ u , alevlendirdiği acılar ü z ü n t ü l e r , k u ş k u l a r , k o r k u l a r , kinler, nef­ retler, kavgalar, çatışmalar, sa­ bırsızlıklar, düş kırıklıkları yü­ zündendir. Bu açıdan bakılınca y a ş a m d a n kaçmayı değil, yaşamı göğüslemeyi, b a ş k a d ü n y a l a r d a değil, bu dünyada mutlu olmanın yolunu önerdiği görülür. Buddha, jnsanlar kendilerini b e n l i k t e n , bencillikten a r ı t m a ­ 76 mış, öbür y a n d a n da insanın top­ lum içinde kaldıkça kendini ben­ cillikten a r ı t a m a y a c a ğ ı n ı anla­ mıştı. BEN'likten, BENCİL­ LİK'ten arınan, böylelikle de ay­ d ı n l a n a n kimselerin topluma ör­ nek olacağını, t o p l u m u n da bu yolla değişebileceğini u m m u ş t u r . Ö l ü m ü n d e n önce öğrencilerine şu öğütü vermiştir: "Kendi kendi­ nize ışık olun, dışınızda olan, dı­ şınızdan gelebilecek hiçbir şey­ den destek, k a y n a k a r a m a y ı n . Kendinize yalnız "HAKİKAT'ı ışık yapın.." Buddha'nm tek ama­ cı "NİRVANA"'ya g ö t ü r e n yolu göstermekti. Buddha'nın öğretisini yalnız Bu­ dizm'in sınırları ile çerçevelemek noksan olur. Özellikle Hinduizm, b u n u n y a n ı n d a Yeni Konfüs­ yüs'çülük ve Tao'culuk da bu öğ­ reti'den etkilenmiştir. Bunlar­ d a n b a ş k a O r t a Asya'dan gelen gizemli a k ı m l a r aracılığı ile t a ­ savvuf yolu ile İslâmlığı, yine Ye­ ni Platon'culuğa yaptığı etkiyle Hristiyan'lığı da etkilemiş oldu­ ğu belirlenmiştir. B u d d h a , geçici şeyler için özlen duymayı acının k a y n a ğ ı , b u öz­ lemden k u r t u l m a y ı da özgürlüğe ulaşma başarısı olarak kabul eder. Budizm k a s t ve sınıf ayrı­ l ı k l a r ı n a olduğu k a d a r , ı r k ve milliyet ayrılıklarına da kayıtsız k a l m a k t a d ı r . Bu b a k ı m d a n EV­ R E N S E L bir öze sahiptir. Bir in­ s a n menfaat gütmediği için yüce­ lektikçe, insanlığın rütbeler silsi­ lesinde de d a h a fazla yükselir ve B u d d h a ' n m h a l i n e d a h a fazla y a k l a ş ı r . Y a ş a m a ğ a olan s u s a ­ mışlığı iyice altettiği z a m a n da k u r t u l u ş a erer, NİRVANA'ya ulaşır. B u d d h a ' n m dili olduğu s a n ı l a n pali dilinde yazılmış olan P a l i D e r l e m e s i n e göre, B u d d h a , ay­ d ı n l a n d ı k t a n sonra, B e n a r e s ' d e Ceylân ( İ s i p a t h a n a ) P a r k ı n a gi­ dip önceleri o r m a n l a r d a birlikte çile d o l d u r d u k l a r ı gezgin derviş a r k a d a ş l a r ı n ı b u l m u ş ve o n l a r a B u d i z m öğretisi'nin özü o l a r a k kabullenilen: 1. V a r o l u ş u n Üç Özelliğini, 2. Dört Saygın Hakikat'i, 3. Bağımsızlığa G ö t ü r e n Sekiz katlı İnce Y o l ü anlatmış: 1. V A R O L U Ş U N Ü Ç ÖZELLİĞİ Varlığını görebildiğimiz, ya da varlığını görmeyip zihnimizin y a r d ı m ı ile v a r l ı ğ ı n d a n h a b e r alabildiğimiz h e r ş e y i n (Bhava), değişim (Anikka) içinde olması: H e r ş e y doğup büyüyor, s o n r a y a ş l a n ı p ölüp, ç ü r ü y ü p yok olu­ yor a m a gövdelerin, k a l ı p l a r ı n arkasında saklanan hayat sürüp gidiyor. A s l ı n d a b u değişiklik içinde de bir süreklilik var. Deği­ şim a r d ı n d a değişmeyen bir şey de var: D E Ğ İ Ş K E N L İ Ğ İ N SÜ­ REKLİLİĞİ. Kişi bu değişikliğin kendi iradesi dışında oluştuğunu idrâk eder ve karşı koymayıp kabullenirse, ha­ yatla birlikte akmasını öğrenirse acıdan, ızdıraptan kurtulur, aksi h a l d e acıdan, ı z d ı r a p t a n (Duk­ ha)'dan b a ş k a şey elde edemez. Varolan şeylerden hiçbirinin va­ rolan öteki şeylerden ayrık, sü­ rekli bir benliğe sahip olmayışı ( A n a t m a n ) . E v r e n s e l özvarlık varolan herşeyin ö z ü n ü oluştu­ rur. Varolan herşeyde ondan bir p a r ç a vardır. Özvarlığm ölmez, bozulmaz, değişmez, bileşmez bir niteliği olduğu için gövedeler yok olsa da, özvarlık yok olmaz. Var­ lığını bir gövdeden ötesine sürdü­ r ü r gider. Bu öğretiye göre birey'i n bü­ t ü n ' d e n ayrı, kişisel sürekli bir özvarlığı b u l u n m a m a k t a d ı r . Biz ölüp gittiğimiz z a m a n geride ka­ l a n l a r , bizden s o n r a d o ğ a n l a r , doğacak o l a n l a r h a y a t g ü c ü n ü s ü r d ü r ü p gidiyorlar. Değişiklik içinde değişmezlik, değişiklikde süreklilik işte b u r a d a d ı r . 2. D Ö R T SAYGIN HAKİKAT I. Acı ve Izdırap (Dukha) hakkın­ daki h a k i k a t . Doğum ızdırapla olur, y a ş l a n m a ızdırap'tır. H a s t a l ı k , ölüm ızdı­ rap'tır. İstemediğimiz, tiksindi­ 77 Izdırab'ın k a y n a ğ ı boş şeylere, boş kalıplara k a r ş ı duyulan aşırı istekler ve t u t k u l a r d ı r (Trishna). B u n l a r da: Nirvana'ya ulaşmak, bir bakıma, acı ve ızdırab'ı yoketmektir. Nir­ v a n a acı ve ızdırab'ın etkisiz kal­ dığı bir alan olarak tanımlanıyor. Bu, m u t l u l u ğ a algılar ötesi aş­ kın­yüce (Trancendent) h a k i k a t e verilen ad'dır. S a n s k r i t kökenli bir sözcüğün a n l a m ı S a n s k r i t ­ ce'de pek açık değildir. Alevin sönmesi, d a l g a l a r ı n y a t ı ş m a s ı , zihindeki duygusal birikimlerin (Vritti) yok olması gibi anlamlara geliyor. A. Nefs ve Nef H a z l a r ı ' n a d ü ş ­ k ü n l ü k t e n gelen t u t k u l a r . IV. Izdırab'ın yokedilmesine gö­ t ü r e n yolla ilgili h a k i k a t . Mala, mülke, paraya, üne, hazza d ü ş k ü n l ü k , yenmek, b a ş a r m a k , k a z a n m a k gibi hırslar, aşırı cin­ sel t u t k u l a r gibi şeyler... B ü t ü n b u n l a r güçlerini cahillikten, ya­ nılgıdan (Avidya) alırlar. B u d d h a ' n m önerdiği yol­yöntem (Dharma) ne aşırı çile, perhiz yo­ ludur; ne de aşırı nefs'e, nefs naz­ l a r ı n a d ü ş k ü n l ü k yoludur. B u yol; i k i s i n i n o r t a s ı n d a k i sekiz katlı orta yol'dur. Bu ince yolun ilk iki katı düşünce ile, sonra ge­ len dördü d a v r a n ı ş l a , en s o n r a gelen ikisi de u y a n m a , aydınlan­ m a ile ilgilidir. Bunlar: ğimiz şeylerden k u r t u l a m a m a k , sevdiğimiz i s t e d i ğ i m i z şeylere sahip olamamak, ya da onları yi­ t i r m e k h e p ızdırap'tır. Kısacası y a ş a m a dört elle s a r ı l m a m ı z ı n nedenleri ızdırap'tır. II. Izdırab'ın k a y n a ğ ı h a k k ı n d a ­ ki h a k i k a t . B. Mânevi t u t k u l a r . Ruhun ölmezliğine, t u t u n m a y a çalışmak, öldükten sonra da var­ lığını s ü r d ü r m e k , â h i r e t t e ödül­ lendirilmek, ya da d ü n y a y a tek­ r a r gelişte bu h a y a t t a k i n d e n da­ h a iyi bir d u r u m elde etmek iste­ diği gibi dinsel istekler, tutkular­ dır. Bu t u t k u l a r da g ü n a h işle­ m e k k a y g u s u , dinsel görevlerini gereği gibi y a p a m a k a t a n duyu­ lan tasa gibi binbir nedenle acı ve ızdıraba neden olduklarından B E N yanılgısının bir sonucu ola­ r a k ortaya çıkmaktadırlar. III. Izdırab'ın yokedilmesi üzeri­ ne olan h a k i k a t . (NİRVANA). 78 A. D O Ğ R U G Ö R Ü Ş ( S a m y a g ­ Drishti). Saf bir zihin, Yolun ilk a ş a m a s ı olan Doğru Görüşler'e sahibol­ mayı m ü m k ü n kılar. Saf bir zi­ hin, herşeyi yansıtan, fakat bün­ yesine bölük pörçük hiçbirşey al­ m a y a n ve herşeyi aynı ışık altın­ da bir b ü t ü n olarak gören b e r r a k br ayna gibidir. Bu ilk a ş a m a d a Budizm'in ve b ü t ü n dinlerin veya insanlığın dört b ü y ü k e r d e m i n i de buluruz: Maitri, K a r u n a , Mu­ dita, U p e k s h a . P a l i dilinde M e t t a olan M a i t r i dostluk'tur, iyi dilektir, herkese herşeye karşı iyilik, sevgi ve mer­ hamet göstermekdir. Karuna m e r h a m e t ve h e r k e s i n acılarına üzülmektir. Mudita herkesin iyi­ liğine sevinmektir. Upeksha her­ kesin h a t â s ı n ı affetmek ve gör­ m e m e z l i k t e n gelmektir. Bu er­ demler k i ş i n i n Yol'a girmesine yardımcı olurlar ve yolculuğu bo­ yunca onun dostlarıdırlar. E. DOĞRU YAŞAM BİÇİMİ (Samyagaciva). Hiçbir y a r a t ı ğ a z a r a r vermeye­ cek m e s l e k l e r i n seçilmesi de­ m e k t i r ( K a s a p veya balıkçı ol­ mak, alkol ve uyuşturucu madde­ ler ticareti yapmak caiz değildir.) Sahtekârlık gibi, kalpazanlık gi­ bi, çalınmış eşyayı alıp s a t m a k , başkasının malına el koymak gi­ bi k ö t ü işleri hiçbir z a m a n iş edinmemektir. B. DOĞRU KARAR (Samyag­Samkalpa). F. DOĞRU GAYRET (Samyag­Vyayama) İ n s a n ı n zevk ve sefâ h a y a t ı n d a n a y r ı l a r a k hiçbir y a r a t ı ğ a k a r ş ı düşmanlık beslemez bir hâle gel­ mesi (çünkü düşmanlığın, nefre­ tin kökü daima bencillikte, eğlen­ ceye d ü ş k ü n l ü k t e a r a n m a l ı d ı r ) , bu a ş a m a y ı teşkil eder. Bu aşama, r u h u d a h a sıkı bir ge­ nel disiplin a l t ı n a sokar. İ n s a n , düşüncelerine h a k i m olmalı, h e r z a m a n İYİ'nin a r k a s ı n d a n koş­ malı, kötü olan şeye h e r z a m a n u z a k kalmalı, düşüncelerini dai­ m a takibettiği gaye üzerinde yo­ ğunlaştırarak, tembellikten, dal­ gınlıktan sakınmalıdır. C. DOĞRU SÖZLÜLÜK (Samyag­Vak) Bu a ş a m a yalan, iftira, küfür, de­ dikodu ve gevezelikten k u r t u l ­ m a k t a n ibarettir. D. DOĞRU DAVRANIŞ (Samyag­karmanta). Genellikle ahlâkî h a y a t ı kasdet­ m e k l e b e r a b e r , b i l h a s s a hiçbir yaratığı öldürmek, çalmamak, sı­ kı bir cinsel disiplin, his hayatına h â k i m olmak (sonradan pişman­ lık d u y u l a c a k veya u t a n ı l a c a k hiçbirşey yapmamak)'tır. G. DOĞRU BİLİNÇLİK (Samyag­Smriti). Ruh'un bedene tam manâsıyla h â k i m olması demektir. T ü m du­ y u m l a r ı n , duyguların, düşünce­ lerin, r u h s a l d u r u m l a r ı n farkın­ da olacak biçimde bir alıcılık, bir uyanıklık d u r u m u n u n s ü r d ü r ü l ­ mesi o l a r a k yapılabilir. Algıla­ m a n ı n k a p ı l a r ı öylesine temiz­ lensin, ya da açık t u t u l s u n ki her algı hiçbir engelle k a r ı ş l a ş m a ­ dan bilince ulaşabilsin. Böyle ol­ mazsa, dünyayı olduğu gibi, oldu­ 79 ğu d u r u m u ile değil, kurgularla, soyutlamalarla k a v r a m ı ş oluruz. H. DOĞRU MURAKABE (Samyag­Samadhi). Bu sonuncu a ş a m a d a vahiy yolu ile B u d d h a ' l ı ğ a , NİRVANA'ya k a v u ş m a y ı ifâde eder. B u d d ­ h a ' n m öğretisinde Nirvana (Pali: N i b b a n a ) ö l ü m d e n s o n r a değil, yaşarken, b u r a d a ve şu anda ger­ çekleştirilebilecek bir r u h s a l du­ r u m d u r . B u d d h a , N i r v a n a ya­ ş a n t ı s ı n ı n şöyle anlatır: "Nirva­ n a ' y a erişince o n u n doğmamış, eşsiz, bozulmamış, t ü m bağımlı­ lıklardan armmışlık olduğunu anladım" der. A m a N i r v a n a n ı n en açık, en belirgin tanımı Budd­ h a ' n m baş öğrencisi Sariputta ta­ r a f ı n d a n yapılmıştır. O n a göre Nirvana; "İstek ve tutkuların yok olması, kin ve nefretin yok olma­ sı, yanılgı içinde yolunu şaşırmış­ lıktan kurtulma...'"dır. Buddha'nın Nirvana'ya ulaşmış insanı, öğretinin amacı olan mü­ kemmeliğe erişmiştir artık. H a m taşını y o n t m u ş , ailesine, milleti­ ne, i n s a n t o p l u m u n a y a r a r l ı bir kilit t a ş ı olmuştur. B u r a y a k a d a r örnekleri ile yer verilen m e r h a m e t ' i n birer öğesi olan sevgi ve yardım'dan ikincisi­ nin, yâni y a r d ı m ' m geçici olarak yerine sürekli, pasif olmak yerine aktif bir mahiyet ve vasıfta olma­ sı o n d a n b e k l e n i l e n y a r a r ' ı , o n u n l a elde edilmek istenilen sonucu a n c a k sağlayabilecektir. 80 Fakirlere yardım etmek fakirliğe k a r ş i bir pasif mücade­ ledir. Aslolan fakirliğin sebeble­ rini o r t a d a n k a l d ı r m a k amacına yönelik olarak aktif mücadeleye girişerek savaşım vermekdir. Ni­ tekim bir Çin atasözü: "Bir kim­ seye bir balık vererek onun kar­ nını bir öğünlük doyuracağına, ona bir ağ vererek balık avlama­ sını öğretip h e r gün doymasına yardımcı ol" demekle m u h t a ç l a r a yapılacak asıl yardımın onları ça­ lışmaya teşvik ederek, onlara ça­ lışma imkânı bahşederek böylece müstehlik durumdan müstahsil d u r u m a geçirmek suretile top­ l u m u n da y a r a r ı n ı n t e m i n edil­ mesi kastedilmiştir. Ç ü n k ü , bir a t a s ö z ü m ü z ü n dediği gibi; "Fa­ kirlik ayıp değil, tembellik ayıp­ tır." Adaletsizliğin h ü k ü m s ü r d ü ğ ü bir o r t a m d a haksızlığa uğrayan­ lara yardımla iktifa etmek de ay­ nı şekilde pasif mücadeledir. Yi­ ne, aslolan, adaletsizliği y a r a t a n sebeblerin izâlesini s a ğ l a y a r a k hakça bir adalet sisteminin tesisi için u ğ r a ş vermek suretile onun h ü k ü m r â n olmasını s a ğ l a m a k ­ tır. Zira, h a k s ı z l ı ğ a u ğ r a y a n ı n h a k k ı n ı n iade edilmesi için yapı­ lan y a r d ı m geçici ve a n c a k yar­ dım yapılan kişi ile sınırlı kala­ caktır. Oysa, adaletin tesisine ça­ lışarak b u n u n sağlanmasına yar­ dımcı olmak nice yeni haksızlık­ l a r ı n t e k r a r ı n ı önleyecek en te­ sirli çare olacaktır. E ğ i t i m s i s t e m i n i n verimli h â l e getirilmesi ile cehalet son bula­ cak, k a r a n l ı k t a n k u r t u l a r a k n û r ' a k a v u ş a c a k olan kişiler b u sayede i n s a n olma haysiyetinin bilinci içerisinde insanca yaşama h a k l a r ı n ı n koruyucusu olma i m k â n ve vasıflarına sahip olabi­ leceklerdir. G ü n d e n g ü n e globalleşen ve o nisbette de mesafelerin kısalma­ sı ile giderek b ü t ü n l e ş e n dünya­ m ı z d a b u ve benzeri s o r u n l a r ı n çözüme k a v u ş t u r u l m a s ı g ü n geç­ tikçe d a h a d a önem k a z a n m a k t a ­ dır. Nasıl ki, bir daireden ibaret olan bir araba tekerleğinin t a m ortası, kolları v a s ı t a s ı ile yere değme noktalarına aynı derecede destek sağlıyor ise ­ki Allah da yarattık­ larına Rahmet'ini böylece dağıt­ m a k t a d ı r , b u R a h m e t aynı Mer­ kez'den k a y n a k l a n ı p , yayılmak­ tadır­ Mevlânâ Celâleddin­i Rûmî için Kabe'de aynı şeyin ru­ m u z u d u r . Gönül o n u n için b i r ALLAH KIBLESİ'dir, gönlü yık­ m a m a k gerekir. Der ki: "Hacılar, Kabe'nin dört cihetinde de secde­ ye varırlar. Kabe'yi a r a d a n kal­ dırdın m ı , h e r k e s gönül gönüle secde ediyor demektir. Ş u halde i n a n a n b i r i n s a n ı n gönlü, Al­ lah'ın evi yıkılır mı?" E.­. U.­. M.­.'ndan, O ENBÜYÜK ve E N MERHAMETLİ Yardımcı­ mızdan, bizlere olan RAHMET ve MERHAMET'ini esirgememesi­ ni edep ve tevazu ile niyaz ede­ rim. Dilerim öyle olsun... 81 HUKUKTA VE MASONLUKTA VASIYETNAME Yuda REYNA Amerika'da ve Avrupa'da çok yaygın olmasına karşılık, y u r d u m u z d a h u k u k î v a s i y e t n a m e çok az u y g u l a n m a k t a d ı r . B u n u n sebebi, birçok kişide vasiyetname tanzim etmenin, hukukî engeller nedeniyle geçer­ li olmayacağı ve vasitnâme yapmanın o kişiyi ölüme yaklaştırdığı şek­ lindeki k u r u n t u d u r . B u n l a r ı n ikisi de yanlıştır. Bu konuyu seçmemin sebebi, Masonlukta vasiyetnâame ile ilgili bölü­ m ü n yeterince işlenmemiş ve felsefesi y ö n ü n ü n a ç ı k l a n m a m ı ş olma­ sında y a t m a k t a d ı r . M a s o n l u k t a , tefekkür hücresinde i m z a l a n a n ve d a h a sonra y a k ı l a n vasiyetnamenin h u k u k î vasiyetname ile hiçbir benzerliği yoktur. Bu­ n a Felsefî V a s i y e t n a m e demek d a h a doğrudur. I­ H U K U K Î VASİYETNAME: Vasiyetname, bir kimsenin ölümünden sonra mirası ile ilgili hususları ve isteklerini belirten tek taraflı bir irâde beyânıdır. Bu beyân, ölümle netice hasıl edeceği için, b u n a (ölüme bağlı tasarruf) denilmek­ tedir. 82 Medenî K a n u n u m u z u n 449'ncu maddesine göre, 15 yaşını t a m a m l a ­ y a n ve temyiz kudretini haiz olan kimse vasiyetnâame tanmiz edebi­ lir. Halbuki, r ü ş t 18 yaşın ikmali ile kazanılır ve kişi medeni h a k l a r ı k u l l a n m a k yetkisine sahip olabilir. Vasiyetname için 15 yaş ve temyiz k u d r e t i yeterli görülmüştür. Vasiyetname tek taraflı bir irâde beyanı olduğundan, vasiyetçi diledi­ ği z a m a n vasiyetini değiştirebilir ve iptal edebilir, yenisini yapabilir. Bu, o n u n m u t l a k hakkıdır. Vasiyetname, MİRAS ile ilgilidir. İnsan, doğar, yaşar ve zamanı gelin­ ce ölür. Genelde, hiç kimse ölümünü d ü ş ü n m e k istemez. Ölüm olayı, h e m tabiî h e m de hukukîdir. İnsanın ölümü, birçok h u k u k î problemi de b e r a b e r i n d e getirir. Biliyoruz ki, ölüm h a k , m î r a s helâldir. Mîras, ölenin aktifi ve pasifidir. B u n a TEREKE denmekte ise de, doğrusu TE­ RİKE olmalıdır. Mîras h a k k ı Anayasamızın 36'ncı maddesiyle t e m i n a t altına alınmış­ tır. Bu maddeye göre (Herkes mülkiyet ve m î r a s h a k l a r ı n a sahiptir. Bu h a k l a r ancak k a m u y a r a r ı amacıyla sınırlanabilir.) Miras b ı r a k m a k için, m u t l a k a zengin ve varlıklı olmak ş a r t değildir. Bir f a k i r i n , bir d i l e n c i n i n d a h i m i r a s ı olabilir ve b u n l a r d a v a s i y e t n a m e yapabilirler. Bir m i r a s ı n varislere intikali için, murisin ÖLMESİ ve m i r a s alacak olanların da SAĞ olmaları lâzımdır. Ölüm anında, hâmile bir kadının r a h m i n d e k i çocuk s a ğ doğmak şartıyla m i r a s t a n yasal payını alır. P a y l a ş m a , doğuma k a d a r ertelenir. Mîras b ı r a k a n vasiyetname y a p m a k suretiyle, mal varlığında dilediği gibi t a s a r r u f edebilir mi? Mîras h u k u k u n d a muhtelif sistemler mev­ cuttur. M î r a s b ı r a k a n a sınırsız t a s a r r u f h a k k ı t a n ı y a n (ferdiyetçi sistem) ve m i r a s ı n aile içinde kalmasını benimseyen (aileyi koruyan sistem)lere karşılık, 1918 R u s y a s m d a u y g u l a n a n ve kişiye mülkiyet h a k k ı t a n ı ­ m a y a n (kollektivist sistem)'i belirtmek m ü m k ü n d ü r . Türk Medeni Kanunu, uzlaştıncı bir yolla, hem kişiyi özgür kabul ede­ rek t a s a r r u f nisabı içinde v a s i y e t n a m e y a p m a k h a k k ı n ı t a n ı m ı ş ve hem de mirasın aile dışına intikalini kısıtlamıştır. Bu sebeple, murisin m î r a s d a t a s a r r u f hakkı t a m değildir. H u k u k u m u z d a , bazı yakın akra­ baların m i r a s t a mahfuz hisseleri (SAKLI PAYLARI) mevcut olup bun­ ları bertaraf eden vasiyetnameler geçerli değildir. Yakın a k r a b a kate­ 83 gorisine (eş, füruğ yani çocuklar ve torunlar, ana­baba ve kardeşler) girmektedir. Diğerlerine mahfuz hisse t a n ı n m a m ı ş t ı r . Saklı payları ihlâl edilen mirasçılar, dilerlerse, vasiyetnamenin iptali­ ni veya tenkisini dava edebilirler. Dava etmek istemezlerse, yapılan t a s a r r u f geçerli hâle gelir. Kendisine m i r a s k a l a n kişi, b u n u kabul mecburiyetinde değildir. Di­ lerse, MİRASIN REDDİ davası açmak suretiyle, kendisini hariç bıra­ kabilir. Eğer, ölenin terikesi borca batık ise, dava açmaya gerek olma­ dan, m i r a s H Ü K M E N R E D edilmiş sayılır. a) V a s i y e t n a m e t ü r l e r i : Üç tip vasiyetname vardır. El yazısı ile, Resmi Senetle ve Şifahen yapı­ l a n vasiyetnamedir. ­ EL YAZISI İLE EVASİYETNâME en kolay şeklidir. B a ş t a n sona ka­ dar murisin el yazısı ile yazılmış olmalıdır. Daktilo ile geçersizdir. Ya­ zıldığı lisan önemli değildir. Düzenlediği yerin açık adresi, t a r i h i ve yazanın imzasını taşıması lâzımdır. Bu t ü r ü n en önemli örneği ATA­ TÜRK'ün 5.9.1938 tarihli vasiyetnâmesidir. ­ RESMİ VASİYETNAME noterde veya mahkemede iki şahit önünde yapılır. E n sağlam vasiyet şekli budur. Noterlikçe saklanır. ­ ŞİFAHİ VASİYETNAME ise, ölüm hâli, harp, zelzele gibi olağanüstü d u r u m l a r d a , b a ş k a t ü r l ü vasiyet y a p m a n ı n m ü m k ü n olmadığı du­ r u m l a r d a iki şahide son arzular ifâde edilir. Bu beyanı alan şahitler, ya duyduklarını yazıp imzalarlar veya en yakın z a m a n d a h â k i m e gi­ dip zabıt t u t t u r u r l a r . Vasiyet eden, olağanüstü hallerden sağ çıkacak olursa, bir ay içinde, sözlü vasiyetini normal vasiyet haline çevirmeli­ dir. Aksi halde, şifahî vasiyet geçersiz olur. b) İ s l â m H u k u k u n d a d u r u m : İslâm H u k u k u n d a v a s i y e t n â a m e y a p m a k geçerlidir. Yeter ki, terike m e v c u d u n u n 1/3'ünü aşmasın. Kadınlar da vasiyetname yapabilir­ ler. Kur'an­ı K e r i m e göre, vasiyet etme işi sağlıkta yapılırsa, beğenilen bir d a v r a n ı ş sayılır. Ölüm işaretleri belirince, vasiyet e t m e k FARZ sayı­ lır. Yâni, dinen m u t l a k a yapılması gereken bir h a r e k e t olur. 84 Bir ölüm olayında, öncelikle borçlar ödenir, varsa, vasiyetname uygu­ lanır. Sonra miras paylaşılır. İslâm h u k u k u n a göre, m ü s l ü m a n kâfire, kâfir m ü s l ü m a n a mirasçı olamaz. Bu k o n u l a r d a geniş açıklama NİSA ve BAKARA sûrelerinde mevcut­ tur. c) Kitab­ı M u k a d d e s ' e g ö r e d u r u m : TEVRAT'a göre, mirasın aile içinde kalması esası mevcuttur. Bu kura­ lın Tanrı tarafından emredildiği belirtilmektedir. B u n a mukabil, kişi­ ler h a y a t l a r ı n d a malları üzerinde diledikleri t a r z d a t a s a r r u f edebilir, hibe ve bağış yapabilirler. Vasiyetname y a p m a k da m ü m k ü n d ü r . An­ cak, k a n u n i vârisler saf dışı bırakılamaz. Sadece, vârisler a r a s ı n d a payların dağılımında oynanabilir. B u g ü n İSRAİL devletinde sivil m î r a s k a n u n u n mevcut olup, m î r a s payları bizim k a n u n u m u z gibidir. Sâdece, eşin m i r a s payı %50'dir. Bizde, çocuk ve eş sağ olduklarında eşin payı %25'dir. V a s i y e t n a m e y a p m a k t a m a m e n serbesttir. Mahfuz hisse kuralı da yoktur. Mirasın t ü m ü , vasiyet yoluyla 3'ncü kişilere nakledilebilir. d) A t a t ü r k ' ü n E l Yazılı V a s i y e t n a m e s i : Ulu Önder ATATÜRK, h a s t a olarak yattığı Dolmabahçe S a r a y ı n d a 5.9.1938 tarihinde vasiyetnamesini el yazısı ile yazdıktan sonra, note­ ri davet etmiş ve vasiyetnamesini saklanmak üzere tevdi etmiştir. Bu vasiyetname 28.11.1938 tarihinde A n k a r a 3. Sulh H u k u k M a h k e m e ­ sinde açılmış ve o k u n m u ş t u r . B u n a göre: ­ Mâliki b u l u n d u ğ u nakid ve hisse senetleri ile Çanka­ ya'daki m e n k u l ve gayrimenkullleri C.H.P.'ne vasiyet edilmiştir. ­ Mevcutlar İş Bankasınca n e m a l a n d ı n l a c a k t ı r . ­ H e r seneki gelirden (Sabiha, Afet, Makbule vs.ye) belirli aylıklar ödenecektir. Bazılarına ev alınacaktır. ­ İ n ö n ü ' n ü n çocuklarına y ü k s e k tahsilleri için y a r d ı m edilecektir. ­ H e r seneki gelirden k a l a n m i k t a r ı n yarısı T ü r k T a r i h K u r u m u n a , yarısı da Türk Dil K u r u m u n a t a h s i s edile­ cektir. 85 Görülüyor ki, Atatürk, milletten aldığını millete iade etmiş ve k a n u n î mirasçılarına sınırlı sayıda mal bırakmıştır. Atatürk, sağlığında dahi, birçok gayrimenkulunu hazineye, belediyelere ve C.H.P'ye bağışlamış b u l u n m a k t a idi. B u tasarruflarına karşı, mahfuz hisseli mirasçıların itiraz ve davalarını önlemek maksadıyla 19.6.1933 tarih ve 2307 sayılı özel bir k a n u n çıkarılmıştı. (Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin, Ka­ n u n u Medeninin 452'nci maddesine göre olan tasarruflarının, mahfuz hisseler h a k k ı n d a k i h ü k ü m d e n m ü s t e s n a olduğuna dair k a n u n . ) El Yazısıyla v a s i y e t n a m e için verdiğim b u ilginç örnekle, h u k u k t a k i v a s i y e t n a m e b ö l ü m ü n ü noktalamış olmaktayım. II­ M A S O N L U K T A VASİYETNAME: Masonluktaki vasiyetname ile ilk def a tefekkür hücresinde karşılaşı­ yoruz. Bu sebeple ve konuyu canlandırmak bakımından, bir an için bu hücrede yaşadıklarımızı h a t ı r l a t m a k t a y a r a r görüyorum. K o r k u ve heyecana ilâveten bu hücrede neler vardı? Bir ayna, kurukafa, iskelet, tırpan, k u m saati, tuz, ekmek, bir yemin metni vs... vs... Masonluğa ilk adımı a t a r k e n bu hücrede ürperiyor, titriyor ve vicdanınızla b a ş b a ş a bırakılıyorsunuz. Üstelik, ü s t baş perişan bir halde ve k a r a n l ı k t a yal­ nızlığı tadıyorsunuz. Birden k a p ı aralanıyor ve size (eşkenar üçgen) şeklinde bir kâğıt uzatılıyor ve bu senin vasiyetnâmendir. Doldur ve imzala k o m u t u ile sarsılıyor, eyvah, sonum m u geldi zehabına kapılı­ yorsunuz. Belki de, hayatınızda ilk defa bir vasiyetname i m z a l a m a k z o r u n d a kalıyorsunuz. B u r a d a k i vasiyetnamenin h u k u k î vasiyetname ile ilgisi ve benzerliği yoktur. B u n a ( F E L S E F İ VASİYETNâME) demek doğru olacaktır. Bu vasiyetname TEKRİS TÖRENİ ile ilgilidir ve bir parçasıdır. Çün­ k ü , M a s o n l u ğ a k a b u l edilen adayın, haricî h a y a t ı n ı n sona erdiği ve kendisinin ölmüş olduğu farz edilmektedir. Ölmek üzere olan bir kişi­ n i n v a s i y e t n a m e t a n z i m etmesini doğal k a r ş ı l a m a k lâzımdır. Tefekkür odasından sonra, NUR'a kavuşacak olan adayın haricî haya­ tı sona ermiştir. Kendisi y e n i d e n d o ğ a c a k ve tekrisin t a r i h i n i DO­ ĞUM TARİHİ olarak k u t l a y a c a k ve a n a c a k t ı r . Tekris, bir b a k ı m a adayın ölmesi ve yeniden doğmasıdır. Yeni bir h a y a t a başlayacak olan adayın eski h a y a t ı n a ait duygu ve düşüncelerinin yeni h a y a t ı n d a yeri olmamalıdır. Adayın, geçmişe ait b a ğ l a r d a n koparak, yepyeni bir ha­ y a t a atılması esası getirilmek istenmektedir. 86 Locanın eski uygulamalarında, mason adayından, tefekkür hücresin­ deki vasiyetname dışında, h u k u k î a n l a m d a bir vasiyetname imzalat­ tırılıyor ve bu belgede, locanın ölüm yardımının kimlere verileceği be­ lirtiliyordu. K o n u m u z a dönecek o l u r s a k : V a s i y e t n a m e o l a r a k vasıflandırılan kâğıt E Ş K E N A R Ü Ç G E N şeklinde olup, sorular ihtiva etmektedir. B u n l a r da, mason adayının kendisine, ailesine, insanlığa ve ülkesine karşı olan görevleriniz nelerdir tarzındadır. Ülkemize karşı olan gö­ revlerle ilgili soru 1880 tarihinden sonra konulmuştur. Bu soru Tanrı­ ya karşı görevleriniz şeklinde idi. Tanrı ile ilgili soru, locaya girişte so­ r u l m a k t a ve tanrıya i n a n m a y a n l a r ı n locaya kabulleri m ü m k ü n olma­ dığı cihetle ve milliyetçi akımlar nedeniyle yerini, ülkemize karşı gö­ revleriniz şekline d ö n ü ş m ü ş t ü r . Vasiyet kâğıdı neden düz bir y a p r a k değil de, eşkenar üçgen şeklinde­ dir? Masonluk, semboller üzerinde k u r u l m u ş t u r . Gerçekler ve öğreti­ ler, sembollerle ifâde edilir. Masonlukta Ü Ç G E N çok önemli bir sem­ boldür. Üçgenin iki yan kenarı Nur­u ziya ve karanlıkları, tabanı ise, zamanı sembolize eder. Üç köşesinin herbiri şimdiki zamanı, geçmişi ve gele­ ceği ifâde eder. Masonların çalışma sembolü olan ö n l ü k l e r d e de üç­ gen şeklinde bir k a p a k vardır. Mason adayına imzalattırılan yemin m e t n i ve vasiyet kâğıdındaki üç soru, adayın locaya karşı bir d a v r a n ı ş t a a h h ü d ü d ü r . Aday, bu üç so­ ruya cevap vermekle, kendisini c e v a p l a r ı ile b a ğ l a y a c a k ve bir ba­ kıma v a s i y e t t e b u l u n m u ş olacaktır. Bu belgeye vasiyetname denil­ mesinin bir sebebi de budur. HAM TAŞ olarak hücreye giren aday, ye­ ni kimliğine k a v u ş t u k t a n sonra, kendisini geliştirerek, insanlık için, ailesi için ve y u r d u için, güzel, kalıcı ve övgüye değer şeyler y a p m a y a çalışacaktır. İşte, vasiyetname adı ile i m z a l a n a n belgenin asıl amacı b u d u r . Aday, soruları cevaplarken, aynı z a m a n d a , k e n d i geçmişini, haricî hayatını düşünecek, yaşamının muhasebesini yapacak ve otok­ ritikte bulunacaktır. Buradaki farazî ölümün, hayatının sonu olmadı­ ğını, ancak, b u n d a n sonra, yeni kimliğiyle yeni h a y a t ı n d a kendisini önemli görevler beklediğinin bilincine varacaktır. V a s i y e t n a m e i m z a l a n d ı k t a n sonra, adayın ü z e r i n d e k i p a r a l a r ı ve madenî eşyaları alınır. Vasiyetname, locaya bir kılıcın ucunda getirilir ve Üstadı M u h t e r e m e verilir. Tekris töreni sonunda, mason adayına N U R verildikten sonra, Üstad­ı M u h t e r e m a d a y a dönerek: 87 "Biraz önce yazdırdığımız vasiyetname, sizin yeni bir y a ş a m a doğdu­ kmMm Mı oM uyuk ön Bflüflnacflîını g u n u z u be ırtır. u bu göstermek üzere, vasiyetnamenizi yakıyorum" der ve yakılır. B u n d a n maksat, adayın eski hayatına ait duygu ve düşüncelerinin, ye­ ni h a y a t ı n d a iz b ı r a k m a s ı n ı önlemektir. Vasiyet kâğıdındaki üç soruya verilen cevaplar, adayın o a n d a k i haleti ruhiyesine göre, değişkendir. Aslında, mason adayının, b u r a d a verdi­ ği cevapların kendisi için bir t a a h h ü t , bir vasiyet olduğunun t a m bilin­ cine vardığını sanmıyorum. H a m taş olan kendisini yonttukça bu konu belirgin h â l e gelecek ve ö m ü r boyu h a t ı r l a y a c a k t ı r . M a s o n i k h a y a t ı m ı z geliştikçe, toplantılarda Üstad­ı M u h t e r e m l e r i n veya ü s t görevlilerin verdikleri mesajları da birer felsefi vasiyetname olarak algılamak m ü m k ü n d ü r . III­ H U K U K İ V A S İ Y E T N â M E i l e F E L S E F İ V A S İ Y E T N â M E a r a s ı n d a k i FARKLAR: 1­ H u k u k î vasiyetname, kişinin tek taraflı irâde beyanı ile ölü­ m ü n d e n sonraki isteklerini k a p s a r . 2­ H u k u k î vasiyetname, tek taraflı olduğu için h e r z a m a n değiş­ tirilebilir, iptal edilebilir, yenisi yapılabilir. 3­ H u k u k î vasiyetname ile mirasçı tâyin edilen kişi, m î r a s ı red edebilir. Bu d u r u m d a , vasiyetnâame hiçbir netice doğurmaz. 4­ H u k u k î vasiyetname, yapıldığı ülkenin k a n u n l a r ı n a ve kişi­ nin millî h u k u k u n a göre yapılır. H a k l a r ı ihlâl edilenlerin ip­ tal veya t e n k i s davası açmak h a k l a r ı vardır. F E L S E F Î VASİYETNAMEYE g e l i n c e : 1­ Felsefî v a s i y e t n a m e , kişisel bir t a a h h ü t t ü r . B u r a d a , h e m vasiyet eden. h e m de vasiyet edilen d u r u m u n d a y ı z . İki sıfat birleşiyor. Bu vasifeyi R E D e t m e k hakkımız yoktur. 2­ Felsefî vasiyetname, yeni intisap ettiğimiz masonik y a ş a m d a uyacağımız kuralları, ödevlerimizi ve h a m taşı y o n t m a k için kendimize düşen görevleri açıklayan ve imzamızı taşıyan bir taahhüttnâmedir. Bir m i r a ç s ı n m red etmediği vasiyetnameye sâdık kalması ve uyması gerektiği gibi, biz de b u vasiyet k â ğ ı d ı n d a k i beyanlarımıza uyacağımız ve sâdık kalacağımızı t a a h h ü t etmiş olmaktayız. 3­ Bu t a a h h ü d ü m ü z ü çırak yemini ile bir kez d a h a teyid etmek­ teyiz. Bu yeminde, özetle şöyle bir beyânda b u l u n m a k t a y ı z : Şeref ve n a m u s u m üzerine yemin ederim ki: 88 ­ Y u r d u m a ve aileme bağlı kalacağım. Onlar için, elim­ den gelen hiçbir şeyi esirgemeyeceğim. ­ H a k ve adaletten yana olacağım. Başkalarının hakkını kendi h a k k ı m gibi koruyacağım. ­ İ n s a n l a r ı n m u t l u l u ğ u n a çalışacağım, Görülüyor ki, masonluğa katılmak isteyen tefekkür odasında soruları y a n ı t l a m a k suretiyle, kendisine vasiyette bulunacak ve bilâhare, giriş töreni sonunda, aynı m â n â y a gelen bu taahhütlerini yemini ile perçin­ leştirecektir. Masonluğu k a b u l eden bir kişinin b u n l a r d a n dönmesi m ü m k ü n değildir. IV­ Ö R N E K L E R : a) Masonik felsefi vasiyetnameye örnek olarak, b e s t e k â r ve piyanist FRANZ LİSZT'in vasiyetnamesinden b a h s e t m e k istiyorum: Bestekâr, 18.9.1841 tarihinde Almanya'da tekris olmuştur. Kendisine sorulan sorular ve cevapları şöyle idi: 1­ İ n s a n ı n h a y a t t a k i gayesi nedir? İnsanın gayesi, hakîkat­fazîlet ve güzelliğin m ü m k ü n olduğu k a d a r k e m â l e erdirilmesi ve böylece i m k â n l a r ı n m ü s a a d e s i nisbetinde k â i n a t ı n yaratıcısı ile birleşmeyi a r a m a k d ı r . 2­ Benliğiniz, kalbiniz ve m a d d î m u t l u l u ğ u n u z için Masonluk­ t a n ne bekliyorsunuz? Bu gayelerin h a z ı r l a n m a s ı n d a birleşen, iyi ve d ü r ü s t insan­ lar topluluğuna gireceğime inanıyor ve b u n u ümid ediyorum. 3­ Masonluk sizden ne bekliyor? Masonluk, beni, b ü t ü n iyi gayelerine hem sözlerimle, h e m de icraatımla k a t ı l m a m d a daima hazır bulacaktır ve ayrıca de­ ğerli çalışmalarda bulunacağım. b) A t a t ü r k ' ü n felsefî vasiyetnamesi: U l u önderimiz, muhtelif k o n u ş m a l a r ı n d a , n u t u k l a r ı n d a yapılmasını istediği işler h a k k ı n d a vasiyetlerde bulunmuştur. Bunların içinde, en önemlisi gençliğe hitabesidir. Bu hitabede, gençliğe birinci vazifesi­ nin, T ü r k C u m h u r i y e t i n i ve T ü r k istiklâlini ebediyyen m u h a f a z a ve müdafaa etmek olduğunu ve vatanın kedilerine e m a n e t edildiğini va­ siyet e t m e k t e d i r T ü r k Gençliği bu vasiyeti hiçbir z a m a n u n u t m a y a ­ caktır. 89 SONUÇ Biz masonlar nasıl bir miras, nasıl bir vasiyetname bırakmalıyız? Ya­ ş a m gelip geçicidir. Maddî dünyadaki iktidar ve kudretin yarattığı ay­ rıcalıklar b i r g ü n son bulacak ve hepimiz eşit hale geleceğiz. Kalıcı olan, eserlerimiz ve manevî mîrasımızdır. Mason kimdir? Mason nasıl bir insandır? Bu s o r u n u n cevabı şudur: M A S O N : ­ Doğruluğu ve adaleti herşeyin ü s t ü n d e t u t a n , ­ Batıl inançları olmayan, ­ Erdemli, ­ F a k i r , zengin herkesi seven ve kendini sevdirmeye çalı­ şan. ­ Y a r d ı m d a n k a ç m a y a n , iyi ahlâklı h ü r bir insandır. Bizler, yaşamımızda, yukarıdaki doğrultuda h a r e k e t et­ mişsek, hiç k u ş k u n u z olmasın, b u d ü n y a d a m u t l a k a si­ linmeyecek bir iz bırakmışız demektir. Bu olumlu iz, ai­ lemizi ve çocuklarımızı da m u t l u edecek ve bizleri ölüm­ süz kılacaktır. Bu, mason olarak mîrasımızdır. Vasiyetnamemiz de, bu mîrası oluşturacak davranışımı­ zın t a a h h ü d ü d ü r . T ü m k a r d e ş l e r i m e iyi ve ölümsüz vasiyetler diliyorum. BİBLİYOGRAFYA Eski ve Yeni Miras Hukuku Türk Mîras Hukuku Uygulamada Mîras ve Tereke Hukuk. A. Şahıs­aile ve miras hukukunda Yargıtay Tatbikatı. Mîras Hukuk Felsefi Vasiyetname Vasiyetname Düşünce odası Çırak Derecesi ritüeli Çırak Tesviye Dergisi Mason kimdir, Masonluk Kur'an­ı Kerim Meali Kur'anı­ı Kerim nedir? Tefsiri Kitab­ı Mukaddes The Pentatoc and Aphatarot (The laıvs of inheritance) 90 Esat Şener 1981 Ankara Prof. Dr. Zahit İmre 1968 İst. Ertuğrul Bolak 1980 İst. Hilmi Yazıcı­Hasan Atasoy 1970 ist. Prof. Dr. Nuşin Ayiler 1971 Ank. Kemal Türen Humanitas I 1987­1988 yayını Erbiz Okan Arayış I 1990 Dr. Haluk Kulaksızoğlu Kardeşlik / 1996 yayını. :Loca yayını 1995. Tanju Koray 1990 İst. Ocak I 1955 sayı: 15 Yavuz Hakman. M. Sinan dergisi 997/103 Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk 1994 I Hür­ riyet Prof. Dr. Süleyman Ateş Milliyet I 1955 yayını Sayılar Bap. 27 Sonsino press. 1988 London L O C A L A R D A N H A B E R L E R Localarda Verilen Konferanslar LOCASI KONUŞMACI KONU TARİH İSTANBUL İDEAL Nusret Elgin, Başar Nuhoğlu Remzi Sanver Ahmet Han KÜLTÜR ÜLKÜ KARDEŞLİK HÜRRİYET ATLAS Aktan Okan Kemal Görkey Hoşcan Tura Yıldırım Kılkış Aktan Okan Tunç Timurkan Hasan Erman Oğuz Selim Ener Kâmil Günel Mithat Melen Mithat Melen İsmail ismen MÜSAVAT ideal Muh.­. L.­.'sının 60. Kuruluş Yılı ve Türk Masonluğunda Yeri. inisiyasyonun Metodolojisi ve Masonluk Genel Tarih içinde Masonik Tarihin Yeri Gelde Şaşma Önlük Kuşanmış Aydın insan Hakları ve Masonlukta Hak Kavramı Masonluk ve Atasözleri Gelde Şaşma Masonluğun Stratejisi Masonluk ve Adalet Hür Düşünce ile M.­.luk Arasındaki İlişki ve Bağlantılar Akıl ve Bilimci Düşünüş Yeni Millenium'un Sosyo­Ekonomik Boyutu Yeni Millenium'un Sosyo­Ekonomik Boyutu İnsanlar ve Köprüler (Fotoğraf Sergisi ve Destekli) 11.01.1999 14.12.1998 25.01.1999 22.02.1999 22.03.1999 05.02.1999 19.02.1999 18.02.1999 14.01.1999 25.02.1999 26.01.1999 23.02.1999 10.02.1999 24.02.1999 15.01.1999 91 KONUŞMACI LOCASI ÜBERTAS HAKİKAT Tamer Ayan Zeki Karakimseli Heinz Gebauer Dimitri Frangopulos Yani Paisios AHENK FAZİLET ERENLER DELTA SADIK DOSTLAR ÜLKE Aktan Okan Tamer Ayan Metin Ertem Tahsin Batman Melih Yonsel Tanju Koray Kutsal Tülbentçi Tamer Ayan Erhan Özatay Tamer Ayan Tamer Ayan Tamer Ayan ŞEFKAT HÜMANİTAS HULUS FREEDOM DEVRİM Ahmet Erman Mustafa Görgünel İzak Abudaram Mithat Melen Runa Sontaş Kimon Mungiuri Lefter Karakaş Lefter Karakaş Dave Harbath Çetinkaya Apatay Tamer Ayan Ahmet Erman Muharrem Kazancı Zihni Güler 92 KONU Bilgi Çağı Masonluğu Masonlukta Sembolizm Anılar Türkiye'de Masonluğun Tarihi istanbul'daki ingiliz Sarayının Tarihçesi Gel de Şaşma! Merdiven Sembolizması ATATÜRK ve MÜZİK DEVRİM Çağımızda Elektronik Baskılar ve Yeni Kapütülâasyonlar Hayat Nedir?, Kader Nedir? Birbirlerine Etkisi Ezoterizm Atatürk ve Lâiklik Merdiven Sembolizması Her Zaman Çırak'ım Ç.­. D.­. Kut.­. Kelimelerinin Sembolik Yorumu TARİH 29 .01.1999 26 .02.1999 03 .02.1999 25 .02.1999 11 .03.1999 03 .02.1999 05 .01.1999 12 ,02.1999 26.02.1999 01 .02.1999 14 ,01.1999 11 .02.1999 25 .02.1999 29 .12.1998 12 01.1999 K.­. D.­. Geç.­. Ve Kut.­. Kelimelerinin Sembolik Yorumu 12..01.1999 Üs.­. Mason D.­. Geç.­. Ve Kut.­. Kelimelerinin Sembolik Yorumu 12 .01.1999 Kalfalık Üzerine 09 .03.1999 Neden, Kimi Teklif, Nasıl Tahkikat 28..12.1998 Bir Brahmanın Günü 05,.01.1999 Yeni Millenium'un Sosyoekonomik Boyutu Masonların Giysi ve Takıları Yeni Yıla Başlarken Senelik Kelime Masonik Seçmeler Benjamin Franklin K.­.'in Hayatı ve Zamanı Gelenekler Ön.­. Üs.­. Muh.­.'in Görevi ve Sembolizması 2000 Girerken Masonluk K.­.'ler Hakkını, Nafakasını Aldı mı? Tarihin en Büyük Lâiklik ve irtica Olayları .02.1999 24 .03.1999 02 .01.1999 06 .02.1999 03 .03.1999 17 .01.1999 07 .12.1998 30 .01.1999 13 .01.1999 27 24 .02.1999 10 .03.1999 LOCASI KONUŞMACI KONU PINAR Osman Bıyıkoğlu 1717 Öncesi M.­.luk, Operatif M.­.luktan Spekülatif M.­.luğa geçiş 09.02.1999 Türk Masonluğu 09.02.1999 Ali Doğan Öztunç Hazer Akın SEVENLER HİSAR ÜÇGEN ÜÇIŞIK Ayhan Çorbacıoğlu, Taylan Kozikoğlu Uğur Tuzlacı Pulad Verbas Ergun Zoga Kerem Doksat Ahmet Erman Oktay Gündoğdu Güner Koçel Nusret Semi GÜN Murat Dağal ÖZLEM Nişan Sönmez, Umur Ören Neşet Kadırgan, Orhan Çetindağ Semih Özbayrak, Haluk Eke BAŞAK Oktay Yanç İREM Can Arpaç Refik Birand EVREN Jak Hayim Okan Dal Hakan Çelikoğlu Elyo Medina Agop Arat PİRAMİT Onur Ayangil Özgen Aygünal BURÇ Ahmet Erman Reha Erekli SEMBOL GÜVEN MEŞALE ANADOLU Haluk Sanver Semih Bolca Sedat Toydemir Ahmet Erman TARİH 3. D.­. Felsefesi Anderson Yasaları ve Landmarklar 23.02.1999 23.02.1999 Akıl ve irade (Karar) HiramKey Üçgenin Sembollzması M.­.luğun Görev ve Sorumlulukları 05.03.1999 16.02.1999 15.01.1999 29.01.1999 Evrenin ve insanın Evrimi 12.02.1999 2000'li Yıllarda M.­.luk XX. yy/m Başından 1923 Yılına Kadar Ülkemizdeki M.vik Gelişmeler M.­.luk ve Ölçüler 26.02.1999 04.01.1999 15.02.1999 Felsefî ve M.­.ik Açıdan Atatürk Hint Mistisizmi Düşünce ve Eğitim Antik Çağda Düşünce Orta Çağda Düşünce Masonik Davranış ve Ölçü Üzerine Cevaplanması En Zor Soru Sonsuzluk Kavramı Üzerine Mısır Tanrıları Boşluk ve Kaos Katarlar Masonik Etiket Tolerans Rönesans Resmi'nin M.­.ik Yorumu Çok Kültürlü Toplumlar ve Kavranmasında M.­.luğun Rolü 01.03.1999 18.02.1999 11.01.1999 08.02.1999 22.02.1999 18.02.1999 06.01.1999 19.02.1999 14.01.1999 28.01.1999 11.02.1999 25.02.1999 08.01.1999 05.03.1999 2000 Girerken M.­.luğun Durumu ve Geleceği Sevgi 04.01.1999 15.02.1999 Üs.­. Muh.­., Doğu ve Sütunlar Maya Uygarlığı 11.01.1999 04.02.1999 Mehmet Talat B.­. Fikirde Değil Fiilde Masonluk 17.02.1999 26.01.1999 19.02.1999 93 LOCASI KONUŞMACI Nusret Semi SEZGİ Naci Tugay Tamer Ayan AKIL VE HİKMET Çetin Kaya Apatay BOĞAZİÇİ Ahmet Erman YEDİTEPE Koray Darga GÖNYE ilhan Cedimağar Kemal Hepgül Yöneten: ibrahim Çokcan GÜZEL İSTANBUL Oral Tangüner Murat Kuran, Cihangir Ağapğlu, Hayati Çam, ibrahim Özen Sedat Hendekli SEMBOL Fadıl Altop TANYERİ Namık OMAĞ Ferhan Dinçer SADAKAT Celil Layiktez Gürkan Aktoluğ Tamer Ayan DOSTLUK GELİŞİM ONUR UMUT YAKACIK Oktay Karaarslan Reşit Ata Necdet Egeran Mehmet Kayhan Kamal Ahmet Turan Öner Rıdvan Dursun Ülkü Baydar Ergun Celep Nazif Kocayusufpaşaoğlu Kerim Yanık Serdar Ersöz Necdet Varcan Ferhan Dinçer Hasan Subaşı Hasan Akdeniz Raşit Temel Semih Akbaş, Ömer Ekmekçi 94 KONU TARİH Felsefî ve Masonik Açıdan Atatürk 23.02.1999 M .­.ik ve Felsefî Yönü ile Ahlâk 02.02.1999 M.­.'luğun Esasları Gelenek 2000 Yılına Girerken Masonluk O'da Masondu André Chenier Kardeşlik Sevgisi Akıl Hikmet Nerede? Üçüncü Milenyum ve Masonluk Masonluk ve Sevgi 16.03.1999 28.01.1999 13.01.1999 18.02.1999 04.01.1999 15.03.1999 15.02.1999 15.01.1999 Temel Masonik Erdemler 29.01.1999 Bilgi Çağında Toplumsal Erdemler 19.02.1999 Ölüm Üzerine Düşünceler 25.01.1999 3. Konak 08.01.1999 Salim Rıza'dan Nur­u Ziya'ya 05.02.1999 1730­1918 Arasında Türkiye'de Masonluk 26.01.1999 Türk Masonluğunun İdari Yapısı 12.02.1999 Masonlukta Obediyans, Jühdiksiyon, Rit­Order Kavramlarının Yorumu 23.02.1999 Masonlukta Birlik ve Bütünlük 04.01.1999 Havadan­Sudan Bir Konuşma 01.02.1999 21. Yüzyılda Masonluk 01.03.1999 24 Bölümlü Cetvelin Düşündürdükleri 27.10.1998 Atatürk Fotoğrafları ve Değişleri 10.11.1998 24.11.1998 Ahlâk ve M.­.'luk Taşlar 02.02.1999 Korku 16.02.1999 Hz. Süleyman Mührü 16.03.1999 Masonlukta; Hoşgörü, Sevgi Fedekârlık 05.01.1999 Masonlarda Dayanışma 16.02.1999 Taahhütlerimiz ve Yeminlerimiz 11.01.1999 Salim Rıza'dan Nuru Ziya'ya 08.02.1999 Şiirle Memleket ve İnsan Sevgisi 22.02.1999 Tohumdan Meyve 28.12.1998 Bazı Yükümlülüklerimiz 25.01.1999 Türk Kültürünün Tarihsel Değişim ve Etkileşimi Türk Kültürü ve Türkiye Kültürü Kavramları 08.02.1999 LOCASI KADIKÖY GEOMETRİ KONUŞMACI KONU Coşkun Ozgünel Kerem Doksat Erdoğan Ersever Celil Layiktez Türkiye Kültürleri ve Kökleri 22.02.1999 Evrenin ve insanın Evrimi Ateşi Çalmak Abdülhamit II. ve Türk Masonluk Tarihi Ezoterizm Etiket (Devam ve Mazeret) 11.01.1999 25.01.1999 Tanju Koray Tamer Ayan DOĞU Aktan Okan Etiket (Davranış ve Kıyafet) 10.02.1999 Amerikada Masonluk 24.02.1999 Aktan Okan Gel de Şaşma Havadan ­ Sudan Operatif Masonluktan Spekülatif Masonluğa Geçiş Masonluğun Çağa Ayak Uydurması Devlet ve Hükümet Kavramları Masonluğa Çağa Ayak Uydurması Masonluk Üzerine Merdiven Sembolizması Masonluğun Çağa 12.01.1999 26.01.1999 Ahmet Erman Tezer Ülküatam Ahmet Erman Kemal Özden Tamer Ayan DORUK Ahmet Erman A. Koray Darga Kemal Görkey ÖRS Erdoğan Ersever Ergun Zoga GRANİT SABAH YILDIZI GÜNEY ATAYOLU Haluk Oral Şinasi Afacan Nusret Semi Tuğrul Savaş Reşit Ata Metin Ertem Şadan Ersoy ALTAR 08.02.1999 13.01.1999 27.01.1999 Tamer Ayan Reşit Ata Rıdvan Tuğsuz, Seyhan Gücüm ÜLKÜM TARİH Erdoğan Soysal Tamer Ayan Yücel Candemir 09.02.1999 23.02.1999 12.01.1999 09.02.1999 23.02.1999 09.03.1999 Ayak Uydurması 05.01.1999 O da bir M.­.du Andre Chenier 02.02.1999 Aydın ve M.­. Kimliklerimiz Üzerine 16.02.1999 Ateşi Çalmak Bir Masonun Görev ve Sorumlulukları Geometri Rehberlik Felsefî ve Masonik Açıdan Atatürk Çağdaş Eğitimde Gelişmeler ve Masonik Eğitim Hem Sohbet Hem Eğitim Atatürk'ün Bakışıyla Müzik Sanatı Ülkü Mabedi Yolunda Masonik Mesajlar Masonluğun Doğuşu ve Jüridiksiyon, Obediyans, Rit­Order, intizam Kavramı Üs.­. Çalışma Avadanlıkları ve Çalışma Tablosu 14.01.1999 11.02.1999 15.02.1999 01.03.1999 04.01.1999 15.02.1999 07.01.1999 25.01.1999 08.02.1999 12.01.1999 09.02.1999 23.02.1999 95 LOCASI KONUŞMACI YÜCEL Neden Ritüel 04.01.1999 Cahillik ve Taassuba Karşı Savaşacağım Tiradı Üzerine Bir Yorum 15.02.1999 Ali Oktay Cever Masonlukta Uyum, Gelenekler ve Uygulama Atatürk Bugün Yaşasa idi Ne Derdi? Merdiven Sembolizması Üçgenin Sembolizması Masonluk Tarihinden Ali Abbas Şahin GÜZELLİK KÜRE ÇEKİÇ KOZA IRMAK Tamer Ayan Pulat Verbas Bilgin Turnalı Şeci Ören ibrahim Afif Karakılıç GÜZELLİK ÇEKİÇ TAŞOCAĞI MİMAR HİRAM ANIT KÖRFEZ SEVGİ YOLU 96 Uzak Bir Yaprak 08.02.1999 Mauf 02.02.1999 M.­.luğun Özündeki Dostluk 28.01.1999 16.02.1999 Zihni Tekin 3. D.­. Felsefesi 02.03.1999 Aytaç Manço 3. D.­. Felsefesi 16.03.1999 Yusuf Nomal Masonlukta Eğitim 11.01.1999 Kayhan Armağan Ömer Asım Eralp Kaya Kerim Ekinci Ara Kadoğlu Yetvart Kovan Erdoğan Ersever Mete Akyol Nejat Gülen M. Hazer Akın Ahmet Erman Fikret Azov İsmail ismen SEBAT 04.03.1999 23.02.1999 09.03.1999 3. D.­. Felsefesi Can Arpaç ZEYTİNDALI 07.01.1999 Aytaç Manço, Tarhan Özgökmen, Zihni Tekin KÜRE TARİH T. ilhan Özdem Gökhan Akkan NAR KONU Son Finansal Kriz ve Türkiye'ye Etkileri 09.02.1999 Sevgi Üzerine 05.01.1999 Masonik Görevlerimiz 27.01.1999 Yaşlılık 03.02.1999 Masonik Muhasebe 03.03.1999 Bu Dilin Ustaları 04.01.1999 Gazete Okumasını Biliyormuyuz? 01.02.1999 Adalarda Anılar 15.02.1999 Ritler, Oluşumları ve Spekülatif Masonluktaki Yeri 01.03.1999 2000'li Yıllarda Masonluk 07.01.1999 Ham Taşın içindeki Güzellik 18.02.1999 Türk ve italyan Masonluğu 18.12.1998 insan ve Köprüler Recai Yıldız (Fotoğraf Sergisi ile Destekli) Hitay Güner Tolerans 15.01.1999 12.02.1999 Bülent Arman Has.•. Em.­. Görev ve Yetkileri 26.02.1999 Remzi Sanver Sabetayizm ve Masonluk 26.02.1999 Haluk Oral Masonlukta Demokrasi 12.01.1999 Naif Timur ittihat Terakki Sesler ve Belgeler 26.01.1999 Bildiklerimiz 11.01.1999 LOCASI KONUŞMACI ANKARA UYANIŞ DOĞUŞ İNANIŞ BİLGİ DİKMEN Fuat Tuygan Mustafa Kasacı Ajlan Özacar Fuat Göksel Rüknettin Es Esat Keskin Cemal Aytemiz Cahit Çelikel Abidin Demir Ahmet Aydoğdu YILDIZ Atila Çelik Orhan Bulay Okan Üçer ARAYIŞ ÜÇGÜL ÇAĞ Mete Gürler Eralp Özgen, Necati Kutlu Esat Orhon Nadir Elibol GÖNÜL MİMARLARI EŞİTLİK Erkin Süeren Yusuf Dülger ANKARA Volkan Erkal Can Süer YUNUS EMRE İLKE ATANUR ÇUKUROVA ERDEM DENGE Can ilbay Tuncay Kesim Erdoğan Tan Vedat Yıldız Tansı Atasev Sinan Öktem Güngör Kavadarlı Turgut Artun Nejat Avni Ölez Coşkun Özoğul Ziya Utkutuğ Bülent Hatay KONU "Vaziyet ve Manzara­i Umumiye" GÖREVLERİMİZ Kardeşlik Atatürk ilkeleri Uzun ince Bir Yoldayım Ham Taş Eğitim Regius Bilgi Üzerine Hoşgörü Dinleme Kabiliyetinizi Nasıl Geliştirebilirsiniz? Tasavvuf ve Sufilik Niçin Özgürlük Platon ve Yeni Plâtonculukta Ruh Anlayışı Sır Saklamak Uluslararası ilişkilerimiz Açısından İnsan Hakları Mabet ve Sofra Adabı Görev Bilinci ve Sorumluluk Neden Buradayız? Fazileti insan Şablonu ve Haykırışı inlsiye Olmak Landmarklar TARİH 05.02.1999 12.01.1999 23.11.1998 14.12.1998 28.12.1998 22.02.1999 03.12.1998 03.02.1999 17.02.1999 18.02.1999 26.11.1998 11.02.1999 25.02.1999 16.02.1999 25.11.1998 27.01.1999 07.12.1998 02.03.1999 08.12.1998 26.01.1999 05.02.1999 M.­.ik Saygı 19.02.1999 Masonluğun Tanıtımı Nasıl Olmalıdır? 25.01.1999 Ahlâk ve Vicdan 08.02.1999 Liderlik Sırları 22.02.1999 insanlarda Davranış Özellikleri ve Kişilik Oluşumu 11.12.1998 Ülke Mabedi 15.02.1999 Dış Âlemde Niçin M.­.uz Tolerans III. Derece Hiram ve Üstat Derecesi Sorumluluk Bilinciyle Masonluk "Sorumluluk Bilinciyle" Bir Konu: Genetik Kopyalama 25.11.1998 26.01.1999 02.02.1999 16.02.1999 12.01.1999 09.02.1999 97 LOCASI KONUŞMACI Okan Işın, Ahmet Tuncay, Atilla Gökaydın, Ali Kalıpçı KUTUP YILDIZI Tuncay Kesim KONU TARİH DOĞAN GÜNEŞ ÜÇNUR BAŞKENT GÖKKUŞAĞI HOŞGÖRÜ ANTALYA EKİN Seyhun R­Tunaşar Tevfik Fikret Baran Mustafa Şişman Sinan Önem Metin Aydemir Ali Kaş Cahit Geveci Ayhan Türker Ekmek Bircan Necip Aziz Berksan Bülent Saldamlı Ender Arkun, Yücel Kanpolat, Tuğrul Tankut, Ruhi Esirgen, Mehmet Tomak YÖRÜNGE Nuri Önal PERGEL Ünal Sakıncı Levent Özalp UYUM Mehmet Kıcıman Akın Anal Okan Işın GÜNEY YILDIZI AND ESKİŞEHİR ÇINAR EVRİM PUSULA 98 Nejat Evis İsmail Üstel Ufuk Karadeniz Sabri Yurdakul Metin Aydemir Ceylan Güner Yavuz Hakman Metin Ercan Metin Ercan Cemil Lalik Cankat Tulunay Yücel Canpolat Ejder Yılmaz Lozandan Sevr'e Karşı ATATÜRKÇE Masonluk; Kökü Geçmişte Olan Gelecektir Ege'li inisiyle Bir Bilge: Thales Dünya Ekonomik Krizi ve Türkiye Moriah Dağı M .­.lııkta Adalet Sessizliğin Sesini Duymak Operatif ve Spekülatif M .­.luğun Kısa Tarihçesi M.­.ların Dünü, Bugünü, Yarını Sevgi 23.11.1998 04.02.1999 23.11.1998 14.12.1998 11.01.1999 04.01.1999 01.02.1999 29.01.1999 05.02.1999 06.01.1999 M.­.luğun Tarihçesi 14.01.1999 Üs.­.lık Görevleri 04.02.1999 Üç Basamak Toplumu Etkileyen Kurumlar (IV) Dünyada ve Türkiye'de Bilim Politikaları ve "TÜBİTAK" 13.02.1999 M.­. ve Haricî Âlem Adalet ve Masonluk M .­.lukta Tolerans M .­.ik Ütopyalar Çoğul Düşlerimiz M.­.luğun Ne Verdiğini Hiç Düşündünüz Mü? Ezoterik Kurumlar Kaos'un Düzeni Kendimizle Tanışmak Masonik Eğitim Sessizliğin Sesini Duymak Masonluk Tarihinde 1965 Olayları Landmarklar 21. Yüzyıla Doğru İnsan Binlerce Yıllık Öğütler Sevgi Mabedi Türkiye'nin ilâç Sorunları Yaratıcılık ve Etik Öz Eleştiri 11.02.1999 09.02.1999 05.01.1999 02.02.1999 10.12.1998 14.01.1999 28.01.1999 11.02.1999 25.02.1999 11.03.1999 26.11.1998 25.02.1999 09.01.1999 30.01.1999 16.12.1998 18.02.1999 04.01.1999 15.02.1999 01.03.1999 27.01.1999 LOCASI DEFNE BİLİM KONUŞMACI Metin Kemahlı Rahmi Aktepe Azimet Gürbüz, Ersan Ener Ural Ada Cem Altınöz Mustafa Üçgül ÖZGÜRLÜK Metin Somuncu Bozkurt Güvenç Belgin Erkan KONU TARİH Masonik Tutum ve Davranış Bilgi Toplumu Birey ve Toplum Olarak 20. Yüzyılın Etkileri Felsefe, Bilim ve insan Bilim Muh.­. L.­.sı Amblemindeki Semboller Thales, Pythagoras ve Doğa Felsefesi M.­.lukta Emeğin Önemi ve Yeri Cehalet ve Taassupla Mücadelenin Neresindeyiz? Başarmak Zorundayız 03.02.1999 17.02.1999 26.01.1999 09.02.1999 M .­.luk Ülkemizde Cehalet ve Taassupla Gelecekte Nasıl Mücadele Etmelidir? 17.12.1998 03.02.1999 27.01.1999 24.02.1999 24.02.1999 10.03.1999 İZMİR İZMİR NUR GÖNÜL Tamer Ayan Sedat Özbeyler Aziz Kocaoğlu Ali Rıza Özcan Rıza Gürkaynak Şerif Eroğul İRFAN ÜMİT EYLEM Yüksel Kazmirci Yalım Üner Hayri Sal Önder Bayata Ertuğrul Akşehirli Tamer Ayan Rıfat Pala Mustafa Yılmaz Güven Öztürk MANİSA EGE Fırat Var irfan Demiryol Pek Muh.­. Tanju Koray IŞIN Önder Kayın Mehmet Atay M .­.luğun Yazılı Olmayan Kuralları 05.01.1999 M.­.luğun Olmayan Kuralları 04.02.1999 M .­.luğun Landmarkları Kardeşliğin Özü 04.02.1999 18.02.1999 M.­.ik Yardımlaşma 18.02.1999 M.­.lukta intizam Hamtaş Bektaşilik Alev Saçan Yıldız Ayna Merdiven Sembolizması Gerçek ve Hakikat, Diyalektik, Metafizik, izafiyet, Mutlak Bilim, Bilgi, Cehalet Akıl, Hikmet, Kuvvet, Güzellik M.­.luğun Yazılı Olmayan Kuralları Neden Buradayız? M .­.luğun Organik Yapısı Ön.­. Bü.\ Üs.­. En.­. Muh.­. Halit ARPAÇ K.­.'den Anılar Ç.­. Avadanlıkları 25.01.1999 22.12.1998 22.12.1998 05.01.1999 05.01.1999 02.02.1999 01.02.1999 01.02.1999 01.02.1999 13.01.1999 24.12.1998 07.01.1999 21.12.1998 04.01.1999 99 LOCASI BAŞARI KONUŞMACI Mehmet Işçan Mustafa Besimzade Ajlan Sözütek Muammer Ünlüsoy Özbülent Arusan ÜÇSUTUN KARŞIYAKA Nevzat Yolalan Tevfik Fikret Özcan Uzunoğlu Mert Soydinç Erdoğan Çiner Halim Alanyalı BODRUM KORDON DOĞA Sacit Türkan Orhan Önal Sezgin Gökmen Tahsin Tüzer Tamer Ayan Yurdal Keskiner Aydın Zevkliler ibrahim Sökmen Timur Guda Murat Gomel TAN OCAK ŞAKUL 100 Ömer Şanlı Ali Çalışkan Cengiz Özarı Avram Aji ibrahim Acar Kâmuran Zerener Avram Ventura Mustafa Güven Tekin Atılgan KONU TARİH Uç Büyük Nur Tarihte Cehalet ve Taassup II. Derece Ritüeli üzerine Düşünceler 15 Basamaklı Merdiven ve ikinci Derece Çalışma Tablosu Üzerine Düşünceler 04.01.1999 Kal.­. M.­, ve Adalet 01.02.1999 M.­.ik Sır ve Ketumiyet 14.01.1999 14.12.1998 25.01.1999 01.02.1999 Bir Çırak Masondan, 21.12.1998 Çırak Masonun Görevleri Tutkuları Yenebilmek 21.12.1998 Işık Yapmanın İki Yolu Vardır, Ya Kandil Olmak Ya da 04.01.1999 Yansıtan Ayna Durdurun Zamanı inecek Var 26.01.1999 Bir Masonun Vazgeçilmez Karakter Üstünlükleri; Sır Saklamak, 01.03.1999 Bağlılık ve Uyum Sevgi, Tolerans, Doğruluk 15.03.1999 Hipokrat Yemini 15.03.1999 Sağlıklı Olmak 14.01.1999 Ezoterik Tarih 28.01.1999 M .­.luk Ülkemizde Cehalet ve Taassupla Gelecekte Nasıl Mücadele Etmelidir? imaj Günümüzde Taassup ve Cehaletle Mücadelede Neredeyiz? Hak ve Adaletten Yana Olacağım insanların Mutluluğuna Çalışacağım Düşünce Odasının Düşündürdükleri 17.12.1998 11.02.1999 16.12.1998 13.01.1999 13.01.1999 27.01.1999 Devam Önlük 16.02.1998 16.02.1999 M.­.luk Üzerine Özet Düşünce Başlarken Allegori ve Semboller Ketumiyet Aradığımız Gerçek Hakikatseverlik Hata ve Kusurları itiraf 02.02.1999 10.12.1998 24.12.1998 24.12.1998 07.01.1999 25.01.1999 25.01.1999 LOCASI KONUŞMACI Ümit Işgörür NOKTA Hüseyin Dilek Akarlı Ömer Faruk Zuhal İMBAT Hüseyin Dilek Akarlı Selâhattin Erişkin Cem Biçer NİRENGİ Ali Rıza Aysen Özkan Aras Türkhan Slem AGORA IŞIK Tamer Ayan Haldan Levent Murat Tuncay KONU TARİH Taassup ve Boş İnançlar 25.01.1999 M.­.lukta Bir Vizyon Arayışı 11.01.1999 Anadolu Hümanizması ve M.­Juk 25.01.1999 M.­.lukta Bir Vizyon Arayışı 12.01.1999 M.­.lukta Hoşgörü 26.01.1999 M.­.lukta Disiplin 26.01.1999 Tekrisin Ezoterik Açıdan Yorumu 04.02.1999 Susmak 25.02.1999 Hiram Abif Kimdir? 25.02.1999 M .­.luk Ülkemizde Cehalet ve Taassupla Gelecekte Nasıl Mücadele Etmelidir? Kuruluş Yıldönümümüzden Anılar Kirlenen Kent Kültürü Karşısında Mason 17.12.1998 28.01.1999 11.01.1999 101 ARAMIZDAN AYRILANLAR TEKRİS TARİHİ LOCASI İNTİKAL TARİHİ İstanbul 1916 Ankara 1946 Çorum 1934 30.05.1957 Fazilet 09.10.1998 10.10.1989 Eşitlik 13.10.1998 28.03.1977 Erdinç Sözüdoğru İstanbul 1950 Erzincan 1949 19.12.1985 22.10.1993 Tesviye Sadık Dostlar irem 15.10.1998 17.10.1998 19.10.1998 ibrahim Beykont Sel ünik1920 09.04.1974 Erdem Demiryas İstanbul 1944 01.05.1991 Ülke Atayolu 04.11.1998 04.11.1998 Nezih Benk Paris1924 22.10.1974 Nurettin Güler Dinar 1939 İstanbul 1936 Selanik 1910 16.05.1989 10.12.1986 23.06.1955 irem Arayış Ahenk Gönül 06.11.1998 08.11.1998 İstanbul 1926 12.06.1965 27.10.1987 Meşale Nilüfer 14.11.1998 24.11.1998 06.03.1981 14.11.1964 Ufuk Taş Ocağı 26.11.1998 27.11.1998 01.02.1955 17.06.1930 27.11.1998 10.12.1998 11.12.1998 17.12.1997 DOĞUM YERİ VE TARİHİ ADI SOYADI Neşet Sirman Ayhan Erler Yalçın Alpman Tayhan Gözberk A Can Odoğlu Hüseyin Usmen Tuğrul Eliçin Metin Sabuniş ilhan Vardar Bursa 1939 Gönen 1924 Salim Rıza Kırkpınar İstanbul 1905 08.11.1998 10.11.1998 Necdet Ergezen Manisa 1922 Adil Koni izmir 1903 Mümtaz Külünk 1915 Aydın 1958 03.02.1954 Nur Atlas Barış 28.09.1995 Yıldız istanbul 1936 14.10.1977 İstanbul 1914 06.06.1961 13.04.1976 Güzel İstanbul 27.12.1998 21.01.1999 irem Suat Demiray Oktay Söl Orhan Nemli Engin Tunaşar İbrahim Seren Mustafa Yalman Kemal Özden Zeki Akalın İstanbul 1938 Karşıyaka 1943 Adana 1906 Hasan Kale 1922 Selanik 1909 Fazilet 01.02.1999 04.02.1992 27.02.1953 05.12.1969 Şakul Fazilet Ülküm 09.06.1998 14.02.1999 16.02.1999 06.11.1953 Fazilet 28.02.1999 HİÇ BİR ŞEY ÖLMEZ ­ HER ŞEY YAŞAR Eb.. Maş., a intikal eden kardeşlerimize E v . i n Ul.. M i . n d a n sonsuz mağfiret ve kederli ailelerine ve bütün kardeşlerimize sabırlar dileriz. 102 SAN. VE T I C . L T D . ŞTİ T E L : 243 55 72 ­ 245 32 48 İSTANBUL ­ 1999 Organ of the Grand Lodge of Free and Accepted Masons of Turkey ISSN 1301­2762 CONTENTS 6. Message From the Grand Master Sahir Talât AKEV 7. Three Chapters Namık O MAG 17. Crossections from our Masonic History 33. A. Oktay GÜNDOĞDU Rites and Degrees Celil LAYİKTEZ 42. Rites and Rituals Neşet SİRMAN 47. After Brother Neşet Sirman 49. Duties and Officers 55. Human is the Symbol of everything 58. On the Beginning of Mankind 69. Being here 75. What Kind of Help? Hazer AKIN Raşid TEMEL İsmail Hakkı DEMİRCİ Mesut TUNÇEL Sümer SALDIRAY Ergun ÇOBANOĞLU 82. Will as in Masonry and Law Yuda REYNA News from the Lodges Mimar SİNAN 91. 102. Obituaries Mimar SİNAN Adress : 25, Nuruziya Sokağı — Beyoğlu / İSTANBUL YEAR: 1999 NO: 111