[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
EPİDEMİK’İN BİRİNCİ KİTABI ve EPİDEMİK’İN ÜÇÜNCÜ KİTABI HİPPOCRATES GİRİZGÂH Kitaplardan bu ikisi, aslında yekpâre bir eseri teşkil etmektedir. Ve, Yunânî bilimlerin en takdîre şâyân bir numûnesidir. Retoriği ve edebî formu itibâriyle pek mütevâzı duran bu eser, Thucydides müstesnâ, lisânı istihdâm edişi itibariyle eşsizdir. Cümlelerinde, gramer kâidelerine, çoğu durumda pek özenmeyen bu metin, bazan, râbıtasız duran kelimelerden müteşekkil bir küme intibâını da verir. Ancak, hikâyesi dâima, bir maksada mâtufdur. Kişi, metni, belâgatı itibariyle müteâlâ ettiğinde, şu intibâı alır: Metnin yazarının yegâne emeli, gözlemlenmiş olguları, mümkün mertebe vazıh (veciz) ve özetleyerek bildirmekdir. Metnin terkîbinde, metnin bazı kısımlarının konumlandırıldığı düzenin bozuk durduğu hissi hâsıl olur. Evvelâ, “constitution” “Constitution” kelimesi, kelimesiyle temsil edilen mefhumu karşılayan ve tercümelerde, umûmiyetle yeğlenerek yazılan bir kelimedir. Mânâsı, şöyledir: Bir dönemin mümeyyiz vasıfını kuran iklîm şartlarıdır ki, nev-i şahsına münhasır niteliklidir. Bu kelime, illetlerden bahis olunduğunda da, yazılmaktadır. Ve, bunun gibi nice bahislerde mânâ verir. Muayyen bir dönemde hükümfermâ olmuş, kalıplaşmış bir kategoriyi bildirir. tâbir olunan kısımlardan ikisi yazılmıştır. Sonrasında da, iki adet kısacık paragraf yazılmıştır. Bu paragraflardan birinin mevzûû, hekimin vazifesi hakkındadır. Diğerinin mevzûû, bazı semptomlar (belirti) hakkındadır. Bunlardan sonra, “constitution” tâbir olunan metinlerden biri daha yazılmıştır. Sonra, hummalar hakkında birkaç paragraf yazılmıştır. Bundan sonra, tıbbî vak’âlardan ondört adedi yazılmıştır. Epidemik’in Üçüncü Kitabı’nın açılışı, tıbbî vak’alardan on iki adedinin daha yazılmasıyladır. Bunlardan sonra, “constitution” tâbir olunan metinlerden dördüncüsünü yazılmıştır. Ve, bunun ardından, mânâsı bakımından rabıtasız kalmış münferit bir paragraf yazılmıştır. Ve, kitabın sonuna doğru, vak’a incelemelerinden on altısı yazılmıştır. Eskiçağda, yazmalar istinsâh edilirken, müstensihin, esas aldığı yazmanın metni ile istinsah ettiği metinde farkın oluştuğu, öyle ki, metnin bazı kısımlarının yerinin şaştığı, mâlûmdur. Klasik devirden kalmış eserlerde, bu durumun tezâhürlerine pek sık rastlarız. Mâmâfih, bizim, metnin yukarısında bahsettiğimiz, okuru afallatan ölçüde büyük değişimler, ne müstensihlerin lâkaydlığına ve kaprisine ne de dikkatsizliğine atfedilebilir. Bu metinde, gramer kâidelerine de, pek özenilerek riâyet edilmediğini, bununla birlikde müteâlâ ettiğimizde, bunun, yayınlanması niyetiyle tashih edilmediğini anlarız. Yazarı, muhtemelen, fikirlerini çalakalem yazıvermiş, yazarın, kendi fikirlerini, kendisine hatırlatma niyetiyle yazılmış bir düzen intibâını vermektedir. Ve, yazarı, sonradan dönüp de tashih etmemiştir yazdığını. Tahrîfâtdır zannedilen kısımlardan nispeten kısalarından birkaçı müteâlâ edilsin: Şu [Ç.N: tayy-i zamanvârî telâkkî ile] tahayyül ile düşünün ki; modern devirde yayınlanmış bir kitabı, istikbâldeki meçhûl bir dönemde tedkik edeceği tasavvur edilen meçhûl kişinin nazarında, kitabın dipnotları ve kitaba eklenti mâhiyetindeki metinler, ‘tahrîfât’ diye telâkkî edilebilir. Bizim bu hipotezimizi destekleyen mâhiyetteki bir olgu da, mevzubahis vak’a incelemelerinden pek çoğu ile ‘constitution’ tâbir olunan metinlerin hiçbir bağı kurulmamıştır. Mevzubahis ‘constitution’lardan ilk üçü, beldelerden Thasos’a atıfda bulunmaktadır. Dördüncü ‘constitution’ un yeri ise, yazılmamıştır. Yazılmış tıbbî vak’aların vuku bulduğu beldelerin isimleri, Thasos, Larisa, Abdera, Cyzicus’dur. Ve, bir de, Meliboea isimi yazılmıştır. Halbuki, bunlardan pek çoğu da, hiçbir belde isimiyle birleştirilmeksizin yazılmıştır. Ayrıca, mevzubahis illetlerin özellikleri, bu ‘constitution’ların özelliklerine, hiç mi hiç benzemez. Bunların hepsi, seyiri akut illetlerdir; bazısının, fevkâlâde acaip semptomları vardır, ve bazısı da, seyiri inişli çıkışlı tezâhür eden ve akutdan ziyâde kroniğe yakın seyir eden, semptomları, düzenli fâsılalarla muvakkaten hafifleyen ancak büsbütün de sönümlenmeyen sıtmanın alelâde vak’alarıdır. Bunların, Prognostik (hastalığın alâmetlerini yorumlayarak, muhtemel neticesini tahmin etme sanatına dâir.) eserinin verdiği mâlûmatı örneklendirmesi, mevzubahis ‘constitution’ları örneklendirmesinden çok daha ehilcedir. Prognostik eserinin esas muhtevâsı, “Semptomları, âlâmet olarak yorumlayıp bir nevî kehânetde bulunmakdır.” İşte bu tıbbî vak’aların bildirdiği veri, eserde yazılmış umûmi kâidelerin pek çoğunun esasını teşkil etmiş olsa gerektir. Hülâsâ, muhtemeldir ki, Epidemik Kitapları, yazarınca, yayınlanmamıştır. Epidemik Kitapları’nın (bunlara dâhil olan, beş kitap vardır ki, yazarının, Hipokrat değil de bir başka yazar olduğu husûsunda ilmî kanaatda ittifak vardır. Bunlar, Epidemik’in II. Kitabı, Epidemik’in IV. Kitabı, Epidemik’in V. Kitabı, Epidemik’in VI. Kitabı, Epidemik’in VII. Kitabıdır) işlediği konular, ilginç meseleleri sunmaktadır. ( bilginlere ilginç meseleleri çıkartmaktadır.?) Şimdilik, bunlardan sadece birincisi ile üçüncüsü hakkında yazacağım tedkiklerle sınırlıyorum. Epidemik Kitapları’nda, tasvir edilmiş illetler hangileridir? Bu ilmî soru, yüzyıllarca, tıb ehlini meşgûl edegelmiş bir meseledir. Ve tıbbî metinleri okuyan her kişi, bu konu hakkında kendi hükümünü verme imtiyâzını bulur. Bu vak’alardan bazısının anlaşılması güçtür, halbuki, Önsözdeki bir kısımda yazılmış Hipokratik İlletler, tıb ehlinden olmayan kişinin dahi bir teşhis denemesinde bulunabileceği özellikdedir. Buradaki ilmî muammalardan biri de, Epidemik’in Üçüncü Kitabı’nda yazılmış ‘constitution’ın atıfda bulunduğu salgının, II. Thucydides’in hükümranlığı devrinde çıkmış vebâ olup olmadığı meselesidir. İlginç hususlardan biri de şudur: Yazarın (hekimin) clientèle tâbir olunan hasta kümesinin tasviri ve tatbik edilen tedâvilerin betimlenmesidir. Şu husus dikkate şâyândır ki; Yunan hekimleri, tıpkı o dönemde bulunmuş Sofistler’in yapmış olduğu üzre, bir şehirden diğerine seyâhat ederlerdi. Bir şehirde, kendilerinin sunduğu tıbbî hizmetlere talep olduğu müddetce kalırlardı. Binâenaleyh, İklimler, Sular, Yerler Hakkında eserinin ’si bu idi, yâni, hekimlere bir kılavuz olması amacıyla yazılmıştır, hekimlerin henüz hiç varmadıkları beldelerdeki sıhhî durum (hangi illetlerin muhtemelen mevcut olabileceği) hakkında mâlûmât veriyordu. Bu hususa, metnimizde, evvelce değindiydik. Hastaların isimleri, ictimâi durumları gibi özelliklerin, kısaca, müteâlâ edilmesi yararlı olacakdır Bakınız, Littré ‘nin, VIII. cildinin vii. ilâ xxix. sayfalarına; ki burada, bilginlerden Meineke’nin fikirleri müteâlâ edilmiştir. : Tıbbî vak’alardan hiçbirinde, illetin vukû bulduğu sene, ay, gün ve vakit gibi veri mevcût değildir. Lâkin, bunlardan pek çoğunda, hastanın isimi ve adresi yazılmıştır. Umûmiyetle, isimin yazıldığı hâllerde, adres yazılmamıştır; adresin yazıldığı hâllerde ise, isim yazılmamıştır. Epidemik’in III. Kitabı’nın sonuna doğru yazılmış birkaç vak’ada, hastanın oturduğu beldenin adı yazılmıştır, ancak, bu durumda, hastanın, ne isimi ne de adresi yazılmıştır. Yazılmış vak’alardan ikisinde, (Birinci Kitab’ın 12. vak’asında ve Üçüncü Kitab’ın vak’a dizilerinden ikincisinde yazılmış vak’alardan dördüncüsü) isim, adres ve belde gibi veriden hiç biri belirtilmemiştir. Hastaların ictimâi profili müteâlâ edildiğinde; bazısının âile reisi olduğu, bazısının hekimin kendi âilesinden kişiler olduğu, bazan da köle statüsünde oldukları bilinmektedir. Bazısı ise, pansiyoner (bir meskende kirâda oturan statüsünde olduğu) gibi gözükmektedir. Hastaların ictimâi hâllerinin tasvir edildiği metin, şu intibâı vermektedir: Bu metnin yazarı, bu kümeye hiç mi hiçbir kıymet atfetmemiş, bilakis, bu defteri tutma amacı, kendisine bir hatırlatma vesilesi olması niyetiyle, hastalar kümesi hakkındaki veriyi kayıt etme amaçlı olarak yazılmış gözükmektedir. Nitekim, yazarının üslûbu, bunun, şahsî istifâdesi için yazılmış bir metin olduğu, neredeyse, yayınlanması niyetiyle kurgulanmamışlığı intibâını verir. Metnin, tıbbî vakâlar kısımında ise, bunun tedkik eden kişi şu intibâı alır ki, bu metnin yazılmasındaki niyet, hastanın şahsî tıbbî ahvâli ile ilgili mâlûmâtı, epikrizi (?) kaydetmektir. Eğer, tıbbî vak’aların tasvir edildiği metin, bu özellikdeki bir müsvedde ise, bunların teferruat seviyesi itibariyle niçin hayli değiştiği hususu, anlaşılır hâle gelmektedir. Metnin kurgusundan şu anlaşılıyor ki, amaçlanan, hastanın günlük durumu hakkındaki tespitin kısaca ve özetle yazılmasıdır. Belki de, günlük periyodlu olmasa dahi, illetin seyirindeki ‘kritik günler’in bilinmesi/bildirilmesi amacıyla yazılmış da olabilir. Lâkin, şöyle düşünün ki, eğer, hasta, hekimce, gün be gün ziyâret edilmemiş ise, edilmişse dahi, muayyen bir günde, ziyâret etmiş hekimin bildirdiği mühim bir husus olmamış ise, metinde, müteakip günlerin arasında dönemsel boşlukların mevcûdiyeti, izâh olunur; nitekim, metni incelediğimizde, mevzubahis boşlukları tespit ediyoruz. Böylesi bir metni, yayınlama niyetiyle tashih eden bir yazarın, metindeki bu boşlukları, bunları, metnin insicâmını ihlâl etmeyecek tarzda düzenlemesi lâzım gelirdi, bunu yapmamış olsa dahi, hiç değilse, böylesi bir keyfiyetden okuru haberdar etmesi, bunu izâh etmesi lâzım gelirdi. Mâmâfih, bu eserin özelliklerinden en dikkate şâyânı, hakîkâte varma gayretindeki sadâkatidir. ‘Constitution’ tâbir edilen metin kısımları, konusu itibariyle öyle tahdid edilmiştir ki, vukû bulmuş salgından evvel gelen veya sonra gelen iklîmin durumunun, hassâsiyetle tasvir edilmesine münhasır kılınmıştır. Vak’a incelemelerinin (Ç.N: anlatımları denilse daha mı doğru olur acaba?) konusu, illetlerin, şifâ bulmaya doğru veya ölümcül bir duruma doğru seyir edişi ile sınırlanmıştır. Konuyla alâkası olmayan hiçbir husus yazılmamıştır, konuyla alâkalı hususların hepsi, yazılmıştır. Kırk iki vak’a yazılmıştır. Bundan yirmi beşi ölümle nihâyete ermiştir. Bu nispet ise, yüzde altmışa pek yakındır. Yazarın maksadı, şifânın nasıl hâsıl olacağını sunulması değildir, nitekim, tedâvi hakkında bir bahis yoktur, daha ziyâde amaç edindiği, semptomların birinin diğerinden sonra zuhur edişinin düzenini anlamaya ve ifşâ etmeye mâtuf bir ilmî ilgi vardır; Tabiat’ın, illetin özünü, vücuddan (bünyeden?) tard etmeye mâtuf gayretlerindeki muvaffakiyetlerini ve muvaffakiyetsizliklerini tespit etmeye ve anlamaya dönük bir yaklaşım vardır. Burada, hekimin ameli, bir tıb ehlinin işleri olmayıp bir bilginin faaliyetidir. Hekim, şifâ veren insan olma vazifesini, bir müddet bırakmıştır, hastaya, tıbbî durumuna ve illetin ilmî husûsiyetlerine, bir temâşâgâhdan bakarak gözlemleyen insan perspektifine geçmiştir. Bu türden bir perspektif ise, Yunanlılarca tâbir edilen mevcûdiyet hâlidir ki, onlarca, insanın hâllerinden en âlâsıdır diye düşünülürdü. Eserin yazmaları ve baskıları Epidemik’in Birinci Kitabı’nın asıl nüshâlarını teşkil eden yazmalar, A ve V diye bilinen yazmalardır. Epidemik’in Üçüncü Kitabı’nın asıl nüshalarını teşkîl eden yazmalar ise, Galen’in düştüğü ilginç şerhlerle zeyl edilmiştir. On altıncı, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllar Bakınız, Littré ‘nin II. cildinin 593. ilâ 596. sayfalarına. da, yapılmış baskılardan hayli fazla çeşit vardır. Lâkin, bunlardan hiçbiri fevkâlâde bir ilmî mezîyete hâiz değildir. Baskısı, 1780 senesinde, Londra’da, Samuel Farr’ca yapılmış bir İngilizce tercümesi varsa da, bu pek kıymetsiz bir yayındır. Adams’ın baskısının birinci cildine, konumuzu teşkil eden kitaplar, alınmıştır. Eklenmiş bâzı hususlar 1. kelimesinin mânâsı, “akut”, “şedîd” olup hummâları tavsif ederken yazılmıştır. Hummânın, illetin seyirine eşlik ettiği marazlardan, zâtülcenb, zâtürre, nöbeti münâvebeli sıtma vesâire, ki bunlar hakkındaki mâlûmât Regimen in Acute Diseases (Akut Seyir eden İlletlerde Tatbik edilen tedâvî usülleri ?) kitabının V. kısımındadır. Tıbbın Hipokratvârî Mektebi’nin kabûl edegeldiği doktrinlerden (umdelerden) kriz, süyûkların terkibi vesâire mefhumlar, esas itibariyle, akut illetlerin seyirinde cârî olgulardır diye zannedilse dahi, aslında, cümle illetin seyirinde bilinen olgulardandır. Misâl verelim: Nezlenin seyirinde dahi, süyûkların terkîb edildiği olgusu, mâlûmdur. ( Kadim Tıb Hakkında eserinin, xviii. kısımına bakınız.) 2. Edât işlevli olup bir kelimenin önüne yazılarak, ‘bir mekânda bulunma hâli’ mânâsını veren , anlaşıldığı kadarıyla, gramerin imkânlarından, accusative, (‘isimin i hâli’), genitive, (sahip bulunmaklık hâlini ve alâkâlı bulunmaklık hâli) dative (isimin e hâli) ile, pek de gramer kâidesi itibariyle ayırd edilmeksizin yazılabilmektedir. Muhtemelen, bunların yazımında, ince teferruatlar olabilir ancak, ben, bunları tefrîk edecek denli vâkıf değilim konuya. EPİDEMİK’in BİRİNCİ KİTABI Ahvâl ve şerâit – I I. Thasos beldesinde, sonbaharda, ekinoks tarihine ve Pleiades burcunun gurub etmesine yakın bir vakitde, iklimin umûmî vaziyeti şöyle idi: Yağmur, hafifce ama mütemâdiyen yağıyordu. Bu yağışa, güneyden esen rüzgâr tekaddüm ediyordu. Kış, rüzgârın, umûmiyetle güneyden esişiyle sürüyordu ve eğer, rüzgâr, kuzeyden esmiş ise dahi, bunlar ancak hafif kuvvetde idi. Mevsim kurak geçiyordu. Bütünü itibariyle müteâlâ olunduğunda, kış, bahar gibiydi âdetâ. Bahar, güneyden esen rüzgârla sopsoğukdu; ara sıra, yağmur, kısa müddetlerle, boşanıyordu. Yaz, umûmiyetle, bulutlu idi. Yağmur, hiç yağmamıştır. Etezyen Rüzgârları (Ç.N: Yazın, Akdeniz’de esen, periyodu yıllık rüzgârdır.) tâbir olunan rüzgârlar, esinti mâhiyetindeydi, sayısı, kuvveti azdı ve muayyen bir düzende değildi. İklîm, umûmu itibariyle, southerly tâbir olunan vasıfda idi; kurak dönemler görülmekteydi; bunlar, daha ziyâde, baharın başlangıcındaydı; halbuki, iklimin evvelki ahvâli ve şerâiti, bunun tam zıddı olup northerly tâbir olunan bir vasıfda idi. Hastalardan bir kaçı, yoğun hummâ nöbetli illetlere tutulmuş idi; lâkin, bu illetler, umûmiyetle mûtedil seyir etmişti; sadece, vak’alardan bir kaçında hemoraj (kanama) vukû bulmuş idi, ancak, ölümle neticelenen vak’a olmamıştır. Bir çok hastada, kulaklardan birinin civârında, bazısında, kulaklardan ikisinin civârında, şişme, kabarma tespit edilmiştir. Ancak, bu vakâlardan pek çoğunda, buna, hummâ Bu cümleyi, ve kelimelerinden sonra bir noktalama işâretiyle okuduğumuz takdirde ise, cümlenin çevirisinin mânâsı, şöyle olmaktadır: “Kulakların civârında, kabartılar/şişler var idi, vak’alardan pek çoğunda, kulaklardan birinin civârında idi, lâkin, ekseriyetle, kulaklardan ikisinin civârında idi.” Besbellidir ki, bu illetin isimi, kabakulakdır. tekaddüm etmemiştir. Bundan ötürü de, hastanın, yatağında istirahat etmesi lüzûmu görülmemiştir. Bazı vak’alarda, ateşin, hafif ölçüde çıktığı tespit edilmiştir, ancak, vak’aların hepsinde, şişler ve kabartılar, hiçbir zarar vermeksizin sönümlenmiştir. Hiçbir vak’ada, sebebi bununkinden ayrı şişlerde ve kabartılarda görülen kanlı irin, tespit edilmemiştir. Bu oluşumlar, şu özellikdeydi: Gevşek, sarkık, büyükce yayılan, ne cerahatli ne de ağrılı vasıfda idi. Vak’alardan hepsinde de, bu oluşumlar, kendilerine dâir hiçbir emâreyi bırakmadan yitip gitmiştir. Bu illetden musdarib olanlar, gençler, genç erkekler, olgunluk çağındaki adamlar idi, bilhassa da, güreş okulunu ve jimnastik salonunu sık sık ziyâret edenlerdendi. Kadınlardan da, bu illete mârûz kalanlar var idi. Hastalardan pek çoğunda, yalnızca kuru öksürük görülmekteydi, bunlar öksürdüğünde, hiçbir ifrâzât gelmemekteydi. Ancak, sesleri koyuluyor ve bedleşiyordu. Bu semptomun görülmesinden pek kısa süre sonra, bazı vak’alarda da, bir hayli süre sonra bir vakit, testisden birinde veya testisden ikisinde de, iltihablanmanın vukû bulduğu gözlemlenmiştir. Buna, bazı vakâlarda, hummâ eşlik etmiştir, bazı vakâlarda hummâ görülmemiştir. Ekseriyetle, bunlar, hastada, bir hayli ızdıraba sebep olmuştur. Ancak, hastanın umûmî durumunun bundan gayrısında, tıbben yardım Bu da, demektir ki, hiçbir hasta, revire mürâcâât etmesini icab ettirecek denli rahatsız hissetmemiştir kendini. edilmesini icâb ettiren hiçbir maraz bulgulanmamıştı. II. Yazın bir hayli başındaki bir dönemde, yaz boyunca ve kışın, hayli uzun müddettir musdarib olanların vaziyeti fenalaşmış, ve zââfiyete düşerek yatar hâle gelmiştir. Ve, bu dönemde, semptomları pek belli belirsiz olanların (ızdırâbı pek de yoğun çekmeyenler), semptomları, kat’ileşmiştir. Bazısında, semptomlar, nevzuhur etmiştir. Bunlar, ahvâl ve şerâiti, zââfiyete doğru meyil edenlerdi. Hakîkatde, bunlar pek çoğu, hatta, ekserîsi, ölmüştür. Bu ölenlerin yatağına yatan hastadan, pek kısacık bir müddetle dahi olsa, yaşayanını, tespit etmemişimdir. Bu vak’alarda, ölüm, umûmiyetle, zââfiyet hâlinde rastlanagelenlerden daha tez vakitde vukû bulmuştur. Halbuki, şikâyetlerin bundan gayrısının, ki bunlar, az sonra tasvir edilecektir, seyiri daha uzun müddetli olup bunlara hummâ tekaddüm etmiştir; lâkin, hastanın bünyesi, buna, kolaylıkla tahammül edebilmiştir ve bunlardan hiçbiri, ölümcül nitelikde olmamıştır. Nitekim, zââfiyet hâli, vukû bulmuş illetlerden en fenâsıydı. Ve, ölümle nihâyet bulmuş vak’aların yegâne sebebi addedilmiştir. Vak’alardan ekserîsinde, şu semptomlar bulgulanmıştır: Titremeye tekâddüm eden hummâ (ateşin çıkması), mütemâdî, akut seyreden, büsbütün de münâvebe vermeyen, daha ziyâde, semitertian tip tâbir olunan, tertianvârî (nöbeti üç günde bir gelen sıtma tipine benzeyen) tipdedir. Semptomların zuhur etmesinin seyirinde, semptomlar, bir gün, seyrelir, azalır, hafifler, yoğunluğunun ölçüsü azalır, ertesi gün, semptomlar, yoğunlaşır ve azar; seyirin umûmu müteâlâ edildiğinde, bir akutlaşma gözlemlenir.Hastaya, hastalıkdan mütevellid ter basmasına mütemâdiyen rastlanıyordu. Ancak, bu, vücûdun umûmuna müteallik olmamakaydı. Vücûdun uzantısını teşkil eden ucdaki uzuvlarında, aşırı ölçüde soğuma (hissedilmesi?), nın vuk’u bulması, ve bunların, ısısını istirdâd etmesinin ancak pek güçlükle olabilmesi. Bağırsağın işleyişinin âhenginin bozulması şöylece bulgulanmıştır: Hastanın, gâitasını çıkardığı kabın muhtevâsı tedkik edildiğinde; miktarının pek az çıktığı, yapısının mütecânis olmadığı, yoğunluğunun az olduğu ve ödün (safranın), gâitanın muhtevâsındaki mevcûdiyeti tespit edilmiştir. Hastanın bağırsağının mutâd işleme düzeninin bozulmasıyla, bünye gâitasını, sık sık istihrâc eder olmuştur. İdrarın niteliği müteâlâ edildiğinde, şunlar tespit edilmiştir: Bazan, seyrek, renksiz Epidemik kitaplarının metni boyunca yazılagelen kelimesinin mânâsı, “renksiz” mânâsında olabileceği gibi, “bedreng” mânâsına da gelebilir. Halbuki, Havalar, Sular Yerler Hakkında kitabının VII. kısımının 1. bâbının ii. kısımındaki metnindeki mânâsı, 85. sayfada da görüleceği üzre, kat’i suretle, bu mânâdadır. , terkîb edilmemiş ve pek az miktarda olabildiği gibi, yoğun, muhtevâsından pek az miktarı katı hâlli (çökeltili) olup durulması gözlemlendiğinde, hastanın sıhhati için pek de hayra alâmet diye yorulmayıp, çökelme durduğunda, teşekkül eden, muayyen bir düzene girmemiş tortu tabakası oluştuğunda, hastanın pek de hayrına yorulmaz. Hastalar, sık sık öksürür, bu öksürükle berâber, miktârı az, terkib edilmiş balgam (sputa), hayli meşâkkatli bir çıkışla yükselerek vücûddan istihrâc edilir. Hastalardan, bu semptomların en yoğun gözlemlendiği kişilerin balgam ifrâzâtının, hiç mi hiç terkib edilmemiş olduğu, ve bunun muhtevâsının, gayrimütecânis olduğu bulgulanmıştır. Bu vak’aların ekserîsinde, hastanın boğazı, semptomların zuhur etmeye başladığı vakitden itibaren, sancımakta olup, rengi kızıldır ve iltihaplıdır. Akıntı, az miktarda, seyrek ve kekredir. Hastaların mâruz kaldığı illetin seyiri değerlendirildiğinde, bunların vücûdunun kütlesinin eksilegeldiği ve bünyelerinin umûmî vaziyetinin fenâlaştığı, hiçbir yemeği canlarının çekmediği ve hiçbir susuzluk hissi hissetmedikleri, müşâhede olunmuştur. Ölümlü vak’alardan pek çoğunda, hastanın öldüğü vakte doğru yaklaşıldıkca, semptomlardan delirium (çıldırı) gözlemlenmiştir. İşte, hastanın zââfiyet geçirdiği hâlin semptomları, böyledir. III. Ancak, yaz eriştiğinde, ve güz boyunca, hummalardan kronik olup da akut ataklarda bulunmayan pek çoğu vuk’u bulmuştur; bu illetlerin taarruz ettiği bünyeler, zâten, hayli zamandır musdarib olan kişiler idi, ancak, bundan gayrısı itibariyle, bünyeleri sağ idi. Nitekim, bunların bağırsağının işleyişi, pek çok vak’ada, rahat ve düzenli idi. Ve, bunlar, azıcık yıpranacak ölçüde dahi, zarar görmemiş idi. Vak’aların pek çoğundaki idrâr, rengi hoş ve berrak idi ancak yoğunluğu seyrek idi. Ve, hastalığın kriz vakti yaklaşdıkca, bu sıvı, terkib edilerek muhtevâsı tekâmül etmiştir. Hastalardaki öksürük, hafifce idi ve hastaya eziyet vermiyordu. İştahsızlık durumu yokdu bilâkis, hastaya, normâlde yenilen yemeklerden sunulması pekâlâ mümkündü. Umûmiyetle, titremeli hummâlara mâruz kalarak, zââfiyet geçiren hastaların durumunun hilâfına olarak, hastaların midesi bulanmıyordu. Hastalar hafifce terliyor, ve gelen nöbetler de, tahmin edilemeyecek ölçüde değişebilen vakitlerde vukû buluyordu. Burada, Kühlewein’in okumamayı tercih ettiği kelimeler, şu mânâ gelmektedir: “seyiri münâvebeli olmayan, ancak, nöbeti üç günde bir gelen seyirli sıtmalarda vukû bulduğu üzre, yoğunlaşan.” Hastalığın seyirindeki krizlerden ilki, takrîben, illetin yirminci gününde vukû bulmuştur. Pek çok vak’ada, kriz, takrîben, hastalığın kırkıncı gününde vuk’u bulmuştur; lâkin, vak’alardan pek çoğunda da, takrîben, sekseninci günde gelmiştir. Bazı vak’alarda, hastalığın nihâyete ermesi, böylesi bir krizin zuhur etmesiyle değil de, pek de alışılmadık bir düzende vuk’u bulmuştur. Vak’aların ekserîsinde, humma, pek kısa bir müddet geçtikden sonra, nüks etmiştir. Ve, bu nüks etmenin vuku bulmasından sonraki dönemde, evvelki seyirin düzeninde olduğu üzre, benzeri periyodları müteakip, bir kriz vukû bulmuştur. Bu vak’alardan pek çoğunda, illetin seyiri, öyle bir ölçüde uzamışdır ki, kış boyunca devâm edeni de görülmüştür. Bu ahvâl ve şerâitde tarif/tasvir edilmiş vak’alardan, ancak, zaâfiyet geçiren hastalar kümesinde, ölümcüllük nispetinin yüksek olduğu bulgulanmıştır; halbuki, hastaların, bundan gayrısında, herkes şifâ bulmuş olup, hummadan musdariblerin durumu da, ciddileşmemiştir. Ahvâl ve şerâit – II IV. Thasos’da, güzün başında, mevsîmin mûtâd ikliminde pek görülmeyen ancak kışın olagelen fırtınalar kopmuş; ve ansızın, kuzeyden esen rüzgârlar ile güneyden esen rüzgârlar çarpışıp yükünü yağmura tevdî etmiş. Bu elverişsiz hava muhalefeti, tâ, Pleiades burcunun battığı mevsimin vaktine değin devam etmiştir. Kış, northerly hüküm sürüyordu; yağmur, hem bol hem de iri damlacıklı yağıyordu; kar, havanın gevşediği fâsılaların hâricinde, yağmıştır. Mâmâfih, soğuk havanın, mevsim normâllerinin o denli de fevkâlâde ötesinde seyir ettiği söylenemezdi. Lâkin, kış gündönümünü müteakip ki bu dönemde, umûmiyetle, rüzgâr batıdan esmeye başlar, yoğun kışlık havanın avdet ettiği bir dönem yaşanmıştır, bu dönemde, rüzgâr kuzeyden esmiş, kar yağmış ve mütemâdiyen bol yağış düşmüştür; gök heybetli ve kasvetli gözükmüştür. Bu hava şartları devâm edegelmiş; hava, ancak, bahar ekinoksunda dönmüştür. Bahar, soğuk geçmiş, northerly, rutûbetli ve bulutlu geçmiştir. Hava, yazın da, pek ısınmamıştır. Etezyen Rüzgârları, bu dönemde, mütemâdiyen esmiştir. Ancak, pek kısa bir müddet sonra, Arcturus yıldızının doğmasına yakınca bir vakitde, yağmur, yeniden yağmıştır ve buna, kuzeyden esen rüzgâr tekaddüm etmiştir. V. İklîm, bütün bir yıl boyunca, rutûbetli, soğuk ve northerly geçmiştir. Kış, umûmun hıfzısıhhası itibariyle, pek çok bakımdan elverişli geçmiştir. Lâkin, baharın ta en başında, aslında, pek çokları, illetlerden musdarib olmuştur. Bu dönemde, gözde, ilk iltihablanmalar başlamıştır ki, bunu belirten olgu, burun akıntısı, acımalardır. Ve, terkib edilmeksizin ifrâz edilen ifrâzatlar müşâhede edilmiştir. Akıntısı zamklı küçük yaralar çıkmıştır ve vak’aların pek çoğunda, bunlar çıktığında hastaya epey ızdırab vermiştir. Bu yaralardan kâhir ekseriyeti, nüks etmiş, kapanması, ancak, sonbaharın arefesinde olmuştur. Yazın ve güzün; dizanteri nevinden illetler, idrara çıkmada zorluk (buruntu), lienteri bulgulanmıştır. Ödlü ishâl illetinin bulgulanması, hastanın gâitasının toplandığı kabın muhtevâsındaki maddenin, miktarca bol, seyrek dokulu, nâmütecânis vasıflı olmasından bilinmiştir. Bazı vak’alarda ise, bunun, hayli sulu vaziyetde durduğu bulgulanmıştır. Vak’aların pek çoğunda; ağrılı (sancılı) ödlü – safralı akıntının, muhtevası, sulu ve zerreciklerle dolu vaziyetde, cerahatli, irinli, iltihablı olduğu ve idrârâ çıkmayı zorlaştırdığı, müşâhede edilmiştir. Böbrekde maraz bulgulanmamıştır, ama, bu marazların türlü semptomunun, çeşitli yoğunlukda/düzende çıktığı, tespit edilmiştir. Kusmaların vukû bulduğu, tespit edilmiştir. Kusmuğun muhtevâsında, flegma (balgâmî süyûk), kara safra ve hazım edilmemiş besinin bakiyesi tespit edilmiştir. Terlemelerin vukû bulduğu, tespit edilmiştir. Terin oluşturduğu tabakanın, hastanın cildini, büsbütün kapladığı tespit edilmiştir. Bu şikâyetlerin alındığı vak’alardan pek çoğunda, illetin seyrine eşlik etmemiştir humma. Ve, musdaribler, yatakda istirahat etme vaziyetine mecbur kalmamıştır. Lâkin, vak’alardan diğer pek çoğunda, hummâlar tespit edilmiştir. Bunların vasıflarını, şimdi, tasvir edeceğim: Hastalardan, metnin yukarısında belirttiğimiz semptomlardan hepsi zuhur edenleri, zââfiyet geçirmekte olup bunlar illetden bir hayli musdarib idiler. Güz gelince ve kış boyunca, kronik türden çeşitli hummâlar müşâhede edilmiştir: Pek az vak’ada, ateşin yoğun seyrettiği bulgulanmıştır. Gündüz saldıran ateş, gece saldıran ateş, nöbeti üç günde bir gelen ateşler, nöbeti tam da dört günde bir gelen düzendeki ateşler, düzeni meçhûl ateşler, bunlardandır. Mevzubahis türdeki ateşlerden her biri, kendi kurbanını seçmiştir. VI. İmdi, evvelâ şunu tespit edelim: Hastalar kümesinin içinden pek az sayıda hastaya, hummâların en yoğunu musallat olmuştur. Bu grup, hastalar grubunun içindeki diğer gruplardan daha az musdarib olmuştur. Burundan kanama vak’ası bulgulanmamıştır; pek az vak’ada görülen akıntısı az kanamalar müstesnâ. Delirium (çıldırma) semptompları bulgulanmamıştır. Semptomların bundan gayrısı, pek hafif ölçüde zuhur etmiştir. Hastalıkların kriz günlerinin düzeni, hayli düzgün tebârüz etmiştir, umûmiyetle bu, on yedi günlük periyodları teşkil etmekteydi. Bu hesap, müteakip krizlerin arasında sayılmış günlerin de dâhil edildiği bir hesaptır. Bu dönemde vukû bulup da ölümcül tesirde bulunmuş hiçbir hummâyı tespit etmedim; frenitis (beyin zarının iltihablanması) da bulgulanmamıştır. Nöbeti üç günde bir gelen hummâların gerek sayısı gerekse, hastaya verdiği ızdırab itibâriyle, ârızî çıkan ateşden daha çok olduğu bulgulanmıştır. Lâkin, bu illetlerin seyirinde, başlangıcından itibâren sayıldığında, bu düzende tezâhür eden döngülerin sayısı, dörtdür; yedi döngü tamâm olunca, kriz, nihâyete ermiştir. Ve, hiçbir hâlde ve şartda, nüks eden vakâ bulgulanmamıştır. Lâkin, nöbeti dört günde bir gelen hummâların seyiri müteâlâ edildiğinde, bunlardan pek çoğunu, aslen, quartan tâbir olunan dört günlük döngülü düzende başladığını, ancak, bir hayli vak’ada da, hummânın veya illetlerin diğer türlerinin düzeninde başlayıp, seyirin esnâsında, mâhiyeti dönüşerek, quartan düzenine girdiği tespit edilmiştir. Sıtmanın özellikleri düşünüldüğünde; sıtmada müteessir olagelen hayvancık kaynaşmalarının (enfeksiyon) karma mâhiyette olduğu, hayli sık rastlanan bir durumdur. Eğer ki, bu enfeksiyonlardan biri, hastada, nöbeti dört günde bir gelen hummâya sebebiyet veriyor ise, bunun öz periyodu, enfeksiyonlardan diğerinin hummalardan uzun sürdüğü içindir ki, zâhiren bakıldığında, hummânın mâhiyeti, quartan tâbir edilen düzene dönüşmüş zannedilir. Nöbeti dört günde bir gelen hummâlarda umûmiyetle görüldüğü üzre, hastalığın seyiri, uzar da uzar, hatta, normâl seyir süresinden de uzun sürer. Hastalardan pek çoğu, nöbeti günlük gelen hummâların kurbânı olmuştur, bazısı, gece çıkan ateşle vurulmuştur; bazan da, arîzî çıkarak yükselen ateş vurmuştur hastayı. Ve, bu hastalarda, hastalığın seyri uzun sürmüş, bu esnâda, hasta, ya yatakda istirahat etmiş ya da gezinebilir takâtda bulunmuştur. Vak’alardan pek çoğunda, hummânın seyiri, Pleiades yıldız kümesinin gökde gözüktüğü dönem boyunca sürmüş ve hatta bazan, kış boyunca da sürmüştür. Hastaların pek çoğunda, bilhassa da, çocuk hastalarda, hastalığın seyirinin başlangıcından beri, titreme ve ateşin hafif ölçüde çıktığı, bulgulanmıştır. Bâzı hâllerde de, titremenin, ateşin çıkmasını müteakip vuku bulduğu bulgulanmıştır. Bu hastalıkların seyirinin pek çoğunda, illetin seyirinin normâlinden fazla uzadığı, ancak, bunun, hastaya tehlikeli olmadığı, (lâkin, vak’alardan, zâten, bundan gayrı sebepten ötürü de musdarib olduğu için ölmeye mütemâyil bir umûmî hâlde bulunanı müstesnâ) bulgulanmıştır. VII. Lâkin, illetlerden, seyiri büsbütün yekpâre olup da, münâvebesi olmayan mâhiyettekilerin, seyiri ağırlaşıp da, nöbeti üç günde bir gelene benzeyen ama tam da o düzende olmayan bir düzene girdiğinde, öyle ki, semptomların teskîn olduğu günün ertesindeki günde semptomların ağırlaştığı/yoğunlaştığı bir düzenin zuhur ettiği vak’alar, bu dönemde vukû bulmuş hummâlardan en ağırı, en uzun sürmüşü ve hastaya en fazla ızdırab vereni olmuştur. Bunlar, semptomların şöyle-böyle zuhur etmesiyle başlayıp seyirin umûmû itibariyle değerlendirildiğinde, mütemâdiyen yoğunlaşma temâyülünde olması, semptomların azması ve fenalaşması, teskînâtların ancak pek mahdut ölçüyle geldiği vakitleri tâkiben gelen, evvelkinden daha şedîd azmalar ve ‘kritik günler’de, fenâlaşmanın, ekseriyetle daha yoğun vukû bulduğu bir seyirle seyir eder. Hastaların cümlesinde, muayyen bir düzeni olmayan cefâ çekmeler, görülür ki, bunlardan en nâdiri ve en az yoğunu, düzeni semitertian tâbir olunan türde vukû bulur, halbuki, hummaların bundan gayrı türde seyredeninde, bu cefâların daha şedid hissedildiği bilinir. Hasta, terler, bunun miktarı mebzûldür. Miktarı, nispeten en az terleme olgusuna, semitertian tâbir olunan düzende seyir edende rastlanır. Bu terlemeler, hastayı, semptomlarından azâd etmez, bilâkis, bunlar, bünyeye zararlıdır. Bu hastalarda, vücûdun ucundaki uzuvlarda, pek yoğun soğuma (soğuma hissi?) vukû bulur ve bunların ılınması, ancak, zar zor olabilir. Hastalarda, ekseriyetle, uykusuzluk hâli görülür, bilhassa da, bu durum, semitertian tâbir olunan seyirle seyredeninde görülür, bundan sonraki safhada, koma (havâle geçirme?) hâli görülür. Vak’aların hepsinde, bağırsağın işleyişinin düzeninin âhenksizleştiği ve umûmi vaziyetinin fenâlaştığı tespit edilmiştir, lâkin, bu durum, semitertian tâbir olunan düzende seyredeninde, en fenâ hâlini bulur. Vakâlardan pek çoğunda, idrârın vaziyeti, şöyledir: a) Seyrekdir, terkib edilmemiştir, rengi olmayan renkdedir ve bir müddet sonra, azıcık bir ölçüde dahi olsa, terkib edilegeldiğinin ve hastalığının krizinin vukû bulduğuna dâir alâmetlerin zuhur ettiği bilinir. Veya, şöyledir: b) Gözlemlenebilir ölçüde yoğundur hatta tortuludur; hiç çökelmez, içinde bulunduğu kabın tabanında çökelti oluşturmaz. Veya, şöyledir: c) Tortusu küçük dânelidir, münferid cisimcikler hâlindedir, bunlar, idrârın hâllerinden en fenâsıdır. Hummâların seyirine, öksürük tekaddüm eder, lâkin, bu patolojide, öksürmenin, hastanın hayrına mı olduğu yoksa şerrinin mi dokunduğu husûsunda mâlûmatım yokdur. VIII. PAGE \* MERGEFORMAT 24