[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM YIL / YEAR 13, SAYI / ISSUE 25 (BAHAR / SPRING 2015/1) ss. 43 - 66 UFUK BİRCAN Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü ufuk.bircan@gmail.com Öz Bu çalı ma dil, dilbilim ve göstergebilim alanlarının çığır açan isimlerinden biri olan Ferdinand de Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri’ndeki görü lerinin açımlaması niteliğindedir. Dili bir sistem ve tarihsel bir nesne olarak kabul eden Saussure, bu kuramını belirli kar ıtlıklar üzerinden temellendirir. Öncelikle çağda dü üncede bilimsel olarak gösterge kavramını ilk defa ele alan Saussure, göstergeyi olu turan gösteren ve gösterilen ili kisini bu temellendirmede en önemli iki kavram olarak inceler. Saussure, ayrıca çözümleyici eylemlerle nesnelerin arkasında duran yapıyı ve onları anlamlı kılan kurallar ve bağıntılar dizgesini de yetkin bir biçimde belirler. Saussure, bunun yanında özne merkezli dü ünsel faaliyetlerin yakla ımlarını yıkarak; etnoloji, antropoloji, psikoloji, sosyoloji, felsefe, dilbilim ve edebiyat alanlarının yapısalcı yöntemle incelenmesini de derinden etkilemi tir. Bu çalı mada sözü edilen etkile im süreçleri detaylı bir biçimde ele alınmaya çalı ılmı tır. Anahtar Kelimeler: Dil, Dilbilim, Göstergebilim, Saussure, Dil Felsefesi, Toplumdilbilim LANGUAGE, LINGUISTICS AND SEMIOLOGY IN SAUSSURE Abstract Being one of the ground-breaking names in the fields of language, linguistics and semiotics, Ferdinand de Saussure’s views in Course in General Linguistics will be presented as a commentary in this study. Saussure, accepting language as a system and a historical object, bases his theory on certain contradictions. Scientifically discussing the concept of sign in the contemporary thought for the first time, Saussure examines profoundly the relationship of signifier and signified composing the sign as two most important concepts in his basis. Saussure, also determines the structure standing behind the objects with the analyser action and the system making them meaningful rules and relations. Saussure, deeply influenced the examination of ethnology, anthropology, psychology, sociology, philosophy, linguistics and literature with the structuralist method by breaking down the object-centred intellectual approaches. In this study, afore-mentioned interaction processes have been attempted to be discussed in a detailed manner. Keywords: Language, Linguistics, Semiology, Saussure, Language Philosophy, Sociolinguistics UFUK BİRCAN Giri A ristoteles’ten beri pek çok dü ünür, insanı diğer varlıklardan ayıran özellik olarak dili göstermi tir. Bununla beraber dil, bir bildiri im aracı ve sosyal ya amın önde gelen unsurudur. Modern anlamda dilbilimin kurucusu olarak adlandırılan Ferdinand de Saussure kendinden önceki tarihsel bakı açısını deği tirerek dilin bir sistem olduğunu ileri sürmü tür. Saussure’ün bu yakla ımı dilbilimin nesnesine özgün bir bakı açısı getirmi tir. Onun yapısal dilbilim çalı maları sosyal bilimlerin pek çok alanında kullanılmasının yanı sıra, özellikle Levi Strausse’ün antropolojisi, Barthes’ın göstergebilimi, Derrida’nın yapıbozumu, Kristeva’nın metin çözümlemesinde kar ımıza çıkar. Saussure’ün dildeki kar ıtlıklarını merkeze alarak yapısal ve postyapısal alanda etkilenenler olduğu kadar yapısalcılığa kar ı çıkan ve bunun dil ara tırmalarında yetersiz kaldığını savunan dü ünürler de vardır. 44 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Deği ik yapısalcılık türleri, 1960’larda Paris’in entelektüel atmosferini etkilemekte ve bu yapısalcı akımlar dönemin dü ünce yazılarının üretilmesini sağlamaktadır. Bu akım “entelektüel ilgi merkezini, konu an özneden uzakla tırıp konu ulan dilin yapısına kaydırmaya yönelik giriimler olarak nitelenebilir.” Birbirlerinden son derece farklı olmakla beraber Foucault da dahil olmak üzere pek çok dü ünüre yapısalcı tanımlaması yapılmı tır (Megill, 1998: 288). Megill, yapısalcılığı gösterge yapısalcılığı ve yapı yapısalcılığı olarak ikiye ayırmaktadır. Pettit ve Wahl’e göre “gösterge yapısalcılığının kavramsal kökenleri, Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri’nde ve daha özgül olarak da Saussure’ün göstergeyi gösterenle gösterilenin birliği olarak tanımlamasında bulunur” (Megill, 1998: 309-310). Göstergebilimsel tanımı öne çıkaranlar Saussure’ün sosyo-linguistiği bağlamında göstergebilimini ele alırlar. Piaget, yapı yapısalcılığının alanını dilbilim dı ında doğa bilimleri, psikoloji ve antropolojiyi i in içerisine katarak geni letmi tir. Bunun nedeni göstergenin yapısalcılık kavramı içindeki öneminin önüne geçmektir. Piaget, göstergeye hiç vurgu yapmadan yapısalcılığı “yapısalcılık yapıyla ilgilenir; yapı ise bir ‘dönü ümler sistemi’dir” diye tanımlarken de bunu vurgulamı tır (Megill, 1998: 320). SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM Çağda dü üncede bilimsel olarak gösterge kavramını ilk defa ele alan Saussure’dür. O, yapısalcılığını gösterge kavramı üzerine temellendirir. Saussure, ula abildiği tüm dilleri betimleyerek dilin evrimini incelemek ve tüm dillerde evrensel olarak dilin yasalarını ortaya çıkaran yasaları bulmak ve dilbilimin sınırlarını çizmek ister ve bu unsurları dilbilimin görevi olarak görür. Onun dilbilimine dair amacını: “Konunun, görü açısından önce var olması öyle dursun, neredeyse görü açısı konuyu yaratır. Kaldı ki söz konusu olguyu ele alı biçimlerinden hangisinin öncelik ta ıdığını ya da üstün olduğunu da önceden bize hiçbir ey göstermez. Üstelik olguyu ne biçimde ele alırsak alalım, dil olayının her zaman iki yüzü vardır; bunlar birbirinin kar ılığıdır, birbirinin değerini belirler.” ifadelerinden çıkarsamak mümkündür (Saussure, 1985: 10). I ık, Saussure’ün bu alıntısından hareketle “bu yakla ımın gerek göstergebilim (semiyoloji) ve çağda dilbilimin, gerekse de yapısalcılık diye adlandırılan sosyalbilim yakla ımının temelini” olu turduğunu söyler. Saussure, birbirlerinin değerini belirleyen ikili kavramların olu turduğu bir bakı açısını sunmaktadır (I ık, 2000: 29). Saussure’ün kar ıtlıklarından hareketle kendi dilbilim görü lerini olu turanlar arasında “Tesniere’in (1893-1954) öncülüğünü yaptığı Fransız Ekolü, E. Sapir (1884-1939) ve Bloomfield’in (1884-1949) kurduğu Amerikan Ekolü ve Troubetzkoy’un (1890-1938) olu turduğu Prag Ekolü sayılabilir” (Nazlı, 2013: 5). Yapısalcı ekolde; yapısal ili kiler, farklılıklar sistemi, göstergeler ve yapılar arasındaki deği im, dili olu turan temel unsurlardır. Yapısalcı ekol, sosyal sürecin bir analitiğini, dil ile toplum arasındaki benzerlikler açısından ele alır. Yapısalcı ekol dü ünürlerindeki göstergelerin nedensizliği fikri, Saussure’ün Genel Dilbilim Dersleri’nde temellenir. Yapısal ili kiler arasındaki anlamlandırma, yapılar arasındaki farklılıklardan kaynaklanır. Saussure yapısalcılığının önemi, dili meydana getiren fakat yerine oturmamı söz-eylemler karma asına son vermesidir. “O, edinç dil dizgesiyle edim dil dizgesinin bireysel eylemlerle gerçekle tirilmesi arasında bir ayrım yaptı. Söz-eylemler, yalnızca geçerliklerini kazandıkları dizgenin tümüne dayalı olarak algılanabilirler. Dizge ise, yalnızca bir yığın bireysel söz-eylemlerde varlığını sürdürür” (Coward & Ellis, 2008: 17). Dizge, somut bir varlık olmamakla birlikte tek tek sözcelerin mümkün sonsuzluklarının ortaya çıkması halinde algılanır. 45 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN I. Saussure, Avrupa’da dili tarihsel bir nesne ve ara tırma alanı olarak kabul eden bir geleneği, dili tarihinden bağımsız olarak incelenecek bir varlık olarak görmesiyle yıkmı tır. Saussure’ün ba lattığı bu yeni bakı açısı yapısalcı dilbilim olarak da adlandırılır. Yapısalcılığa kadarki süreçte artsüremli (diachronic) dil inceleme geleneği yerini e süremli (synchronic) yöntemi öne çıkaran geleneğe bırakmı tır. Bu e süremli yöntem ve dilin kendi doğasına ili kin yeni kazanımlar tarihsel dilbilim çalı malarının da önünü açmı tır. Bu süreçte e süremli yöntemden elde edilen yeni kazanımlar zamanla artsüremli dilbilimine eklemlenmi tir. Bunlardan en önemlisi de iç-tasarım (internal reconstruction) dır. İç-tasarım, karıla tırmalı yöntem olmaksızın ve buna bağlı olarak akraba diller kar ıla tırması yapmaksızın dilin iç tarihini tasarlamanın mümkün olduğunu göstermi tir (Fox, 1995: 6; Gökçe, 2015: 14). 46 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Temel hedefi dili olu turan karma ık sözceler topluluğuna düzen getirmek olan Saussure, konu ma ediminin ancak bu edimlerin kendisinden türediği dilsel yapı aracılığıyla ortaya konabileceğini söyleyerek dilde genel geçer bir yapı olduğunu ve anlamayı mümkün kılan eyin de bu yapının kendisi olduğunu temellendirir. Saussure, dildeki kavramları gösterilen (at), kavramları olu turan sesleri gösteren (a-t), bunların bütününü de gösterge olarak görür ve dilsel çözümlemeyi bunlara ait kod çözme olarak kabul eder. “Gösteren ve gösterilen terimleri hem kendi aralarındaki, hem de bütünle kurdukları kar ıtlığı belirtmek gibi bir yarar sağlar” (Saussure, 1985: 72). Bu üç kavram kar ıt olmakla beraber birbirlerini çağrı tıran isimlerle belirtilirse anlam da belirginle mi olur. Saussure’e göre “Göstereni gösterilenle birle tiren bağ nedensizdir. Göstergeyi, bir gösterenin bir gösterilenle birle mesinden doğan bütün olarak gördüğümüzden daha yalın olarak öyle diyebiliriz: Dil göstergesi nedensizdir” (Saussure, 1985: 73). Anlam dilin kendisinden doğmaz, ancak gösteren, o dili kullanan dilsel topluluğun kuralları dı ında bütünüyle nedensizdir. Çinli birinin imparatorunu dokuz kez eğilip doğrularak selamlamasından hareketle Saussure, bu nedensizliğin toplumsal bir uzla maya dayandığını “Bunların kullanılmasını zorunlu kılan kendi öz değerleri değil söz konusu olan kuraldır. Onun için diyebiliriz ki göstergelerin her bakımdan nedensiz olanları göstergesel yöntemin ülküsünü öbürlerinden daha iyi gerçekle tirir” (Saussure, 1985: 74) eklindeki sözleriyle belirtmi tir. Dilbilim an- SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM latım dizgelerinin en yaygını ve karma ığı olması bakımından her türlü göstergebilimin örneğini te kil eder ve bu durumu dilin yalnız özel bir dizge olma özelliği de deği tirmez. Göstergenin nedensizliği yanında gösterenin çizgiselliği de dil göstergesinin iki temel ilkesinden biridir. Gösterenin çizgiselliği, gösterenin i itimsel nitelikte olması nedeniyledir ve varlığa ula ma ancak zaman içindedir. Bu nedenle bir yayılım göstermesi ve bunun tek boyutta ölçülebilir olması gibi zamandan kaynaklı özellikler ta ır (Saussure, 1985: 75-76). “Gösterge, bireyin özgür gerçekle tirme ediminden değil de dil dizgesinden kaynaklanan toplumsal ve ruhsal bir kendiliktir. Öte yandan, gösterenin i itselliği zamanın akı ı içerisinde gerçekle ir; bu da göstergenin çizgisel olmasını sağlar” (Rifat, 1990: 17). Dilin çizgisel özelliği göstergeler dizgesi olarak ele alınan dile diğer göstergeler dizgesi arasında bir farklılık katar. Saussure, dil göstergesinde gösterenin yayılım göstermesi ve çizgi boyutunda ölçülebilir olarak göstergenin iki özelliğinden bahseder. Çizgisellik gösterenin bölünebilir olmasıyla da kendisini ortaya koyar. Çizgiselliğin gösterenin bölünebilir olmasında “cümlede birbiri ardınca çizgisel olarak öğeler dizilir ve bunlar bölümlenebilir. Aynı ey sözcükler için de geçerlidir. ‘Buraya gel’ cümlesindeki iki öğe birbirinden ayrılabilir. Ayrılan sözcükler yeniden bölümlenebilir: g-e-l gibi. Dil göstergeleri belli bir çizgi üzerinde sıralanır” (Kerimoğlu, 2014: 31). Saussure’e göre çizgisellik görsel i aretlerden farklı olarak dilin i itim imgesini gösterir. Örneğin bu türden bir i aret sistemi farklı boyutlarda e zamanlı sorunlar ortaya çıkarabilir. Saussure, bir kar ıt örnek olarak vurgulu bir heceyi gösterir ve aynı nokta üzerinde anlamlı farklı unsurların kümelenebileceğini fakat bunun bir illüzyon olduğunu belirtir. Hece ve onun vurgusu tek bir fonetik eylem içerir. Bu görü e özellikle Roman Jacobson itiraz etmi tir (Joseph, 2004: 71). Jacobson, kendisinden önce dillerin sesbilimsel sınıflandırılmasını sağlayan ikili kar ıtlıklar dizgesi olarak görülmesi ve bütün dünya dillerine yakla ımdaki ili kileri ayırıcı özelliklerin varlığına veya yokluğuna göre saptanması konusunu, bütün sesbilimsel ayırıcı özelliklerin ikili kar ıtlıklar dizgesine indirgenebileceği görü üyle a maya çalı mı tır. Saussure, dil göstergesinin hem deği mez hem de deği ebilir olduğunu ileri sürer. “Gösteren, belirttiği kavram açısından özgür bir seçim ürü- 47 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN nü olmakla birlikte kendisini kullanan topluluk bakımından özgür değildir, zorunlu olarak benimsenmi tir” (Saussure, 1985: 77). Topluma dilin seçtiği gösteren yerine ba ka bir gösteren seçeneği sunulmaz. Saussure, bunu ‘zorunlu seçim’ olarak adlandırır. Dilin kendisine i aret edilen göstergeyi göstergeler arasından seçmek zorunda olması gibi birey ve toplum da dilin ona sunduğu göstergeleri seçmek zorundadır. 48 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Saussure, göstereni kavram bakımından özgür bir seçim olarak görmekle beraber bunu kullanan dilsel topluluk açısından özgür değil, zorunlu görür. Dilsel topluluğa hangi göstereni seçeceği sorulmaz, bu seçimi ne birey ne de topluluk deği tirebilir, bunu dil kendisi seçer ve o ekilde kullanmayı dayatır. “Bir simgeler dizgesi de tartı ma kaldırır; çünkü simge, gösterilen nesne ile ussal bir bağıntı kurar. Ama nedensiz göstergeler dizgesi olan dilde böyle bir dayanak yoktur. Bundan ötürü de her türlü sağlam tartı ma temeli ortadan kalkar. Fr. soeur ‘kızkarde ’i İng. sister’e, Alm. ochs’u Fr. boeuf ‘öküz’e yeğlemek için hiçbir neden yoktur” (Saussure, 1985:79). Herhangi bir dilde göstergeler çokça olabilir; kimi dillerde harf sayısı otuz veya daha fazla olabilir ne var ki göstergeleri sayıca sınırsızdır. Her dil bir dizge olu turur ve dil dizgesi karma ık bir düzenektir, bu sadece aklîlik altında açıklığa kavu turulabilir. Dili kullananlar dahi bu konuda bilgisizdirler. Bu durum sadece i in uzmanları tarafından anla ılabilir. Dil her konu anı ilgilendirir ve topluluktaki dili kullanan birey her gün dilden faydalanır. Dil toplumsal ya amdaki her bir gruptan ve kurumdan etkilenir. Bu da dilin özgür olmadığını dili kullanan daha önceki topluluklardan günümüze aktarıldığını, geçmi e bağlı kalındığını ve bugün de dilin o ekilde kullanıldığını gösterir. “Gösterge nedensiz olduğu için gelenek dı ında yasa tanımaz ve ancak geleneğe dayandığı için de nedensiz olabilir” (Saussure, 1985: 79-80). Saussure, zamanın dilin sürekliliğini sağladığını ve dil göstergelerini bazen hızlı bazen de yava ekilde deği ime uğrattığını belirtir. “Bir bakıma, göstergenin deği mez olduğu da söylenebilir, deği ebilir olduğu da. Son çözümlemede, bu iki olgu dayanı ıktır: gösterge bozulma eğilimindedir, çünkü sürüp gider. Ama her bozulmada eski gereç gene yerinde kalır, geçmi ten kopu görecedir. İ te bundan ötürü de bozulma ilkesi süreklilik ilkesine dayanır” (Saussure, 1985: 80-81). Kelimeler gösterenin uğradığı ses deği iklikleri olduğunda veya gösterilen kavramı deği tiğinde anlamın da deği tiği zannına yol açar. Bu, gösteren ile gös- SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM terilen arasındaki bağıntının deği mesi nedeniyledir. “Gösterilenle gösteren arasındaki bağıntıyı her an deği tiren etkenlere kar ı dil kesinlikle savunmasızdır. Bu da, göstergenin nedensizliğinden doğan sonuçlardan biridir” (Saussure, 1985: 82). Culler, Saussure’ün dili bir göstergeler dizesi olarak görmesinin iki anlama geldiğini, “Birincisi, gösterge (örneğin bir sözcük) bir biçim (‘gösteren’) ile bir anlamın (‘gösterilen’) bile imidir ve biçim ile anlam arasındaki ili ki doğal benzerliğe değil geleneğe dayalıdır.[…] Daha da önemli olan nokta, göstergenin seçmeli doğasının ikinci yönüdür: Hem gösteren (biçim) hem de gösterilen (anlam) sırasıyla ses düzleminin ve dü ünce düzleminin geleneksel bölümlenmeleridir. Diller ses düzlemini ve dü ünce düzlemini farklı olarak bölümlerler” (Culler, 2007: 86-87). Culler’e göre Saussure’ün vurguladığı; dilin, “bilimsel adlandırma” olmadığı ve her bir dilin biçimler ve kavramlar dizgesi olduğu, dolayısıyla dünyayı düzenleyen geleneksel göstergeler dizgesi olduğu yönündedir (Culler, 2007: 87-88). Saussure’ün göstergeye ili kin dü ünceleri, insanların toplumsal hayatının düzenlenmesine ve incelenmesine yol açmı tır. “Foucault’nun yalnızca gösterenin gösterilen üzerindeki belirleyiciliği görü ünü reddetmekle kalmaması, aynı zamanda gösteren ve gösterilenin her ikisini de “söylemsel öncesi bağlamda” saptayan “maddeci bir kavrayı ”a sahip olması, onu, anlamlandırmanın ele alınmasında “gösterenlerin serbest oyunu”na öncelik veren post-yapısalcılardan farklı olarak iktidar üzerinde yoğunla maya götürmü tür” (Hülür, 2009: 13). Foucault dili belirleyici görmemesine kar ın, dilin önemini yadsımaz, çünkü onun üzerinde durduğu sadece söylenenle sınırlandırılmaz, söylenenin dı ında kalan toplumsal kurumlar ve pratikler de onun bilgi-iktidar çözümlemesinin ilgi alanın bir parçasıdır. Foucault dilin önemini vurgulamakla anlamlandırmanın dünyadan önce geldiği görü ünü savunan Saussurecü dil anlayı ından farklılığını da dile getirmi tir. Saussure’de göstergenin nedensizlik özelliği ile ilgisinin anlamı u ekilde ortaya çıkar: “Dil bir dizelge değildir; bu yüzden gösterilenleri önceden var olan kavramlar değil, bir dilin bir a amasından ötekine deği ebilen rastlantısal kavramlardır. […] Bir göstereni çağrı tıran gösterilen, herhangi bir biçeme girebilir; o gösterilene uygun bir gösteren sayılabilmesi için ta ıması gereken hiçbir temel, çekirdek anlam yoktur” (Culler, 1985: 24). Sonuç olarak daha önceden belirlenmi gösteren- 49 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN ler bulunmadığına göre gösterenle gösterilen arasındaki bağıntının nedensizliği kaçınılmazdır. Bu da hem gösterenin hem de gösterilenin nedensizliğini ortaya koyar. II. Her bilim edindiği konuyu sınırlandırmalıdır. Dilbilimin konusu da bir topluluk tarafından kullanılan dilin fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik yönleridir. Dilbilime olanak tanıyan olguların çe itliliği, karma ıklığı ve birbirleriyle olan bağlantısı söz konusu edildiğinde dilbilimciler kendilerini kar ı kar ıya bulurlar. Dilbilimci bu karma ık ili kileri düzene sokmak, alanı sınırlandırmak yoluyla ne tek tek olgularla ne de yığınla uğra ır. Bu ikilemden kurtulmak için Saussure, “dilbilimciden gerecin, yani dil yetisinin (langage) içinde sınırlı basit bir alan, dil yetisinin bir bölümü olmayan ama aslında soyut olan, olguların ayrıcalıklı bir bölümü değil, gerecin ayrıcalıklı bir görünümün temsil eden bir nesne olu turmak ister” (Kıran, 1996, 131). Dilbilimin dı ındaki bilimler, önceden belirlenmi konularda çalı ırken dil alanında konuyu görü açısı belirler. 50 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Saussure, dil içindeki temel kar ıtlıklardan söz ederek dil yetisinin tanımını yapmaya çalı ır. Dil olgusunu nasıl ele alırsak alalım dilin her durumda iki tarafı vardır. Bunlar birbirlerinin kar ılığıdır. Ağzı dilin sesinden ayıramayız, sesi de i itimden soyutlayarak ele alamayız. Dil yetisini sadece ses olu turmaz, ses dü üncenin bir aracıdır. Dil yetisinin hem bireysel hem toplumsal yönü vardır, biri olmadan diğeri dü ünülemez, birbirine indirgenemez. Dil yetisi bir dizge içerisinde evrimsel bir süreç izler. Dilin hem güncel tarafı hem de geçmi in bir ürünü olduğu yadsınamaz bir gerçektir (Saussure, 1985: 16). Saussure’ün ele aldığı karıtlıklar, dil (language)-söz (parole), gösteren-gösterilen, e süremliartsüremli, dizimsel-çağrı ımsal, töz-biçim kar ıtlıklarıdır. Buna göre anlam ikili kar ıtlıklarla üretilir ve doğal olarak dil bir olanaklar bütünlüğü olarak değerlendirilebilir. Dil-söz kar ıtlığı, “1. Toplumsal olguyu bireysel olgudan: 2. Temel olguyu ikincil, az çok da rastlantısal nitelikli olgudan ayırmak demektir” (Saussure, 1985: 16). Bu ekilde dil kendi ba ına incelenebilecek nesne konumuna getirilmi ve yapı kavramı da yerini dizge kavramına bırakmı tır. “Demek ki dilbilim bu iki düzeye bağlanan öğelerin birle tiği sınır bölgesinde i lem yapar. Bu birle im bir töz değil, bir biçim yaratır” (Saus- SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM sure, 1985: 122). Saussure, bu durumu satranç oyununda bir ta ın değerinin ancak oyunun kuralları çerçevesinde ve diğer ta larla bağlantısı içerisinde anlam kazanması örneğiyle açıklar (Saussure, 1985: 94). Yapısalcı dilbilimde amaç gözlemlenen olaydan, yani sözden hareketle olayı biçimlendiren temel dizgeye, yani dile varmaktır. Dil-söz kar ıtlığı Barthes tarafından dil-yazı (ecriture) kar ıtlığı olarak ele alınmaktadır. Dil-söz ayrımının toplumbilimsel yönden ayrı bir önemi vardır. Toplumsal olay ve toplumsal yapı arasındaki fark bu iki kavramın açılımında kendini gösterir. Barthes, Levi-Strausse’un kavramsalla tırmalarını ve dilin sözü kullananlarda bilinçsiz nitelikte olduğu dü üncesini Saussure’e dayandırdığını iddia etmektedir. “Buna göre bilinçsiz olan içerikler değil (Jung’un anaörneklerinin ele tirisi) biçimlerdir, yani simgesel i levdir; (…)” (I ık, 2000: 33). Saussure’de dil olanaklı tüm dilsel kullanımların bütününü gösterir. Olanaklı tüm sözlerin toplamı dildir. Dil, sonsuz sayıda söz üretme olanağına sahiptir, zaman dı ıdır ve tam olarak belirlenmemi tir. Söz ise dilin tikel bir kullanımına kar ılık gelir. Söz, soyut bir dil sistemi içinde ortaya çıkan somut bir olanaktır. Dil, evrensel ve zamansızken söz, tikel ve zamansaldır, yani imdi ve buradadır. Dil, temel anlamlandırma kategorisi olarak sözden üstün ve önceliklidir. Saussurecü dilbilimde anlam, sözcelemelerin ait olduğu dilde ortaya çıkar. Söz özneye değil, dile aittir ve dile ait olanın açığa çıkarılmasıdır. Saussure için dil sorunu her eyden önce bir gösterge sorunudur. Gösterge, Saussurecü anlamda dilsel bir birimdir. “Dil göstergesi bir nesne ile bir adı birle tirmez bir kavramla bir i itim imgesini birle tirir” (Saussure, 1985: 71). Saussure’e göre dil bir göstergeler sistemidir. Bu sistemde vurgu, anlamla i itim imgesinin birle imidir. Dil, kavramları imleyen bir göstergeler sistemi iken, gösterge insanı ilgilendiren anlam ve anlamlama sorunlarını i leyen bir kavramdır. Dilin temel görevi dü enceleri ortaya koymaktır. Göstergelerin farklılığı ve kar ıtlığı ‘söz’de, söz ediminde kendini gösterir. Her dile getiri farklılık ve kar ıtlıklarla ortaya konur. Yapısal antropolog Levi-Strauss’a göre çocuk, dünyasını ikili kar ıtlıklar üzerine kurar. Ona göre böyle olmasa doğadan kültüre geçi olmaz. Saussure, sistem kavramını dilin biçimsel yapısıyla ili kilendirmesine rağmen gösterge kavramını dilin psikososyolojik yönüyle ili kilendirir. 51 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN 52 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Saussure’e göre dil, toplumsal bir kurum olmakla beraber siyasal, türel vb. kurumlardan farklıdır. Dil, bir göstergeler dizgesi olması bakımından “yazıyla, sağır-dilsiz abecesiyle, simgesel nitelikli kutsal törenlerle, incelik belirtisi sayılan davranı biçimleriyle, askerlerin belirtkeleriyle, vb. kar ıla tırılabilir” (Saussure, 1985: 19). Fakat dil bu diğer dizgelerden hem farklı hem de daha önemlidir. Saussure, dilden hareket ederek diğer göstergelerin i leyi ini ele alacak bir bilim dalının ortaya çıkacağını söyler. Bu bilim, toplum içindeki göstergelerin ya amını inceleyecektir. Henüz mevcut olmayan ancak ileride kurulmasını öngördüğü bu bilim dalı semiyoloji, yani göstergebilimdir. “Dilbilim, bu genel nitelikli bilimin bir bölümünden ba ka bir ey değil. Onun için, göstergebilimin bulacağı yasalar dilbilime de uygulanabilecek. … Göstergebilimin yerini kesinlikle belirlemek ruhbilimciye dü er. Dilbilimcinin görevi, göstergesel olgular bütünü içinde dilin özel bir dizge olmasında neyin sağladığını ortaya koymaktır. … Dilbilime ilk kez bilimler arasında belli bir yer verebilmemizi, onu göstergebilime bağlamamıza borçluyuz” (Saussure, 1985: 19). Saussure, dilbilimin göstergebilimin, göstergebilimin de toplumsal ruhbilimin alt dalı olarak ele alınacağını söyler. Göstergebilim bulacağı yasalarla dilbilime uygulanacak, bu ekilde toplumla ilgili olgular bütünlüğü çerçevesinde sınırlı bir alana bağlanacaktır. Saussure, ilerde göstergebilimin kurulması durumunda onun ba lıca konusunun gene göstergenin nedensizliğine dayanan dizgeler bütünü olacağını söyler (Saussure, 1985: 74). Saussure, toplumdilbilimi Amerikalı William Dwight Whitney’in Dil ve Dil Çalı maları adlı eserinden etkilenmesi sonucunda ele almı tır. Aynı ekilde Whitney’in göstergelerin nedensizliği üzerinde duru unu takdir etmekle beraber onun dili bütün diğer kurumlardan ayırdığını göremediği için ele tirmi tir (Saussure, 1985: 82) Hem dilbilimi hem de göstergebilimi modern anlamda ba latan Saussure, göstergebilimin (semiology) amacını, göstergelerin doğasını, topluma etkisini ve yöneten yasaları incelemek olarak belirlemi tir. Fakat Amerikan egemenliğinin kendini göstermesi sonucunda Peirce’ün ‘semiotics’ kavramı ‘semiology’ kavramının yerini almı tır (Erdoğan ve Alemdar, 2010: 314). İkinci Dünya Sava ı sonrası göstergebilim sosyal medya alanında ve kültürel söylem çözümlemelerinde kendisine yer bulmu tur. Böylece göstergebilim dilin sosyal boyutunda dilbilim incelemelerini zirveye ta ımı tır. SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM Saussure, dilbilimci olarak göstergebilimi daha kapsamlı görürken Barthes, göstergebilimi dilbilimin bir alt dalı olarak görmektedir. Barthes’ın göstergebilim görü ü yapısalcı yöntemin ele tirisine yol açmı tır. Dildeki öğeler birbiriyle kar ıtlık üzerinden anlam kazanır. Dildeki göstergeler de satrançtaki ta ların kar ıtlık ili kisine göre anlam kazanır. “Sonra, dizge hep bir anlıktır; bir konumdan öbürüne deği ir. u da bir gerçek ki değerler aynı zamanda ve özellikle deği mez bir anla maya (oyunun kuralı) bağlıdır. Bu anla ma, oyunun ba lamasından önce de vardır, oyuncuların ta ları her oynatı ından sonra da. Bir kez benimsendi mi artık deği meyen bu kural dilde de görülür. Göstergebilimin deği mez ilkeleri söz konusudur burada” (Saussure, 1985: 94). Saussure, göstergebilimin ilkelerine dair bazı ipuçları da verir. Dilin toplumsal ya amla kayna mı olması dilin bir özelliğidir. Dil dizgesine her an herkes katılır. Dil, ancak dü üncenin ı ığında kavranabilir. Bundan dolayı dil her zaman herkesin etkisi altında kalır. Toplumun sürekliliği ve deği imiyle beraber dilin deği imi zorla ır. Toplumsallık ve zamansallık dili süreklile tirmesine rağmen aynı zamanda dili deği ime de zorlar. Bu durum çeli kili gibi görünse de Saussure’ün göstergenin hem deği mezliği hem de deği ebilirliği görü ünü destekler. Dilin deği ebilirliği konusu süreklilik ilkesine dayanır. Sözcükler zaman içerisinde zorunlu olarak deği ime uğrarlar. Anlam daralabilir, geni leyebilir veya anlam yitimi olabilir. Dolayısıyla göstergenin bozulabilir olması göstergebilimin bir ilkesidir. “Zaman içindeki bozulmaya bağlı olarak göstergenin gene zaman içinde süreklilik ta ıması genel göstergebilimin bir ilkesidir. Yazı dizgeleri, sağırdilsizlerin bildiri im yöntemleri, vb. bunu doğrular” (Saussure, 1985: 19). Saussure dil-söz arasında ayrım yaptığında dili anlam veren ve anlam verilen ili kisi üzerinden ele almı tır. Anlam ona göre dili olu turan içsel farklılıklar dizgesinden türer, yani anlam, dil ve dünya arasındaki ili kisellikten türemez. Göstergebilimciler kendi terminolojilerini üreterek entelektüel seviyede metne çok büyük bir önem vermi lerdir. “Göstergebilimde dikkat ‘metin’ üzerinde toplanır. İzleyici ‘okuyucu’ olarak nitelenir ve ileti im sürecinde aktif bir rol alır. Okuyucu kendi deneyini, tutumlarını ve duygularını getirerek metnin anlamını yaratır. Anlamın incelenmesinde üç öğe önde gelir: (1) İ aret (gösterge), (2) i aretin i aret ettiği (gösterilen), (3) i areti kullananlar (gösteren)” (Erdoğan&Alemdar, 2010: 316). 53 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN 54 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Peirce, gerçeklikle ilgili tasarımların göstergelerin anlamlarını hayatın içerisinde bulması yoluyla doğruladığını söyler. Ona göre bir önermenin anlamlı olabilmesi o önermenin doğruluk değerinin belirlenmesinin artı olmaktadır. Doğruluk değeri dil dı ı olgularla ili kilidir. Kısaca dü ünce-i areti dü ünüldüğü anlamda nesnesini belirler (Peirce, 2004: 126). Peirce, her dü üncenin bir i aret olduğunu ve her dü üncenin ba ka bir dü ünceye yol açmasının i aretin özü olduğunu belirtir. Peirce, i aretlerin dü üncelerin açığa çıkmasında önemli bir kanıt olduğunu söyler. Açıkça o anlayabileceğimiz tek gerçeğin i aretle beliren dü ünce olduğunu ifade ederken idrak edilmeyen dü üncenin var olamayacağını belirtir. Bundan dolayı da i aretlerle belirlenmesi gereği söz konusudur. O halde her dü ünce ba ka bir dü ünceye i aret ediyorsa bu bir i aretin özü olmaktadır. Var olan bir dü ünce geçmi ten getirilerek u anki mevcut dü ünceyi ortaya koyar (Peirce, 2004: 103-104). Peirce, göstergebilimin çağda anlamda bir bilim dalına dönü mesini sağlamı tır. Göstergeyi semiotic olarak adlandırmı tır. Ayrıca göstergebilimi mantık bilimiyle e görmü tür. “Ch. S. Peirce her çe it olguyu inceleyecek ve sınıflandıracak bir dal olarak gördüğü göstergebilimi üç bölüme ayırır: 1. salt (katı ıksız) dilbilgisi; 2. gerçek anlamıyla mantık; 3. salt (katı ıksız) sözbilim (retorik)” (Rifat, 2009: 30). Saussure dilbilimindeki ikili kar ıtlıklar, Peirce’ün göstergebiliminde yerini üçlüklere bırakmı tır. En önemli üçlüğü gösterge, yorumlayan ve nesne üçlüğüdür. Bir diğeri ise görüntüsel gösterge, belirti ve simge üçlüğüdür. Dilbilim, göstergebilim için gösterenlerin uzla ımsal niteliğine ve anlamın ayırt edici yönüne i aret etmektedir. Gösterge dizgelerinin çe itliliği dil çözümlemesinin kavramlarının hangisine uygun olacağı noktasında çözümleyici dil ile sözü birbirinden ayırır. Çözümleyici eylemlerle nesnelerin arkasında duran yapıyı ve onları anlamlı kılan kurallar ve bağıntılar dizgesini belirlemeye çabalar. Genellikle çözümleyici ilk bakı ta dizimsel ve dizisel çağrı ımları görebilir. Örneğin trafik ı ığında olduğu gibi, basit göstergelerde dizimsel bağıntı çok basittir. Bununla beraber dizisel kar ıtlık içinde, ak am yemeğinde hem kuzu kavurma hem de kuzu kaburga örneğindeki gibi çoğu dizge için dizimsel bağıntılar bir takım kar ıtlık ve bağıntılarla deği ik anlamlar üretebilirler. Birçok dizge gibi göstergebilimsel dizgeler de dil dizgesine dayandığından ve bu nedenle ikinci dereceden dizgeler olduğundan karma ıktırlar. Saussure, SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM dil ve dilin özel kullanımlarının uzla ımı olan yazın yapıtının ikinci dereceden, dolayısıyla da karma ık bir dizge olduğunu söyler. “Ama yazın yapıtları hiçbir zaman bütünüyle kendilerini tanımlayan düzgülerin sınırları içinde kalmazlar, yazının gösterge-bilimsel ara tırmasını böylesine çekici bir giri im haline getiren de budur i te” (Culler, 1985: 110). Saussure, i itim imgesini fiziki ve maddi unsur olarak değil sesin anlıksal izi olarak ele alır. İ itim imgesinin anlıksal özelliğini kendi dilimizi göz önünde bulundurduğumuzda anlayabiliriz. “Dudaklarımızı da, dilimizi de kıpırdatmadan kendi kendimize konu abilir, bir iiri içimizden ezbere okuyabiliriz. Dildeki sözcükler bizim için i itim imgeleri olduğundan bunları olu turan ‘sesbirim’lerden söz etmekten kaçınmak gerekir” (Saussure, 1985: 71). Kavram, i itim imgesine bağlanan dü ünce ya da dü ünceler bütünüdür. Saussure, sesin i itim imgesine gösteren, kavrama da gösterilen adını verir. Dilde gösterilen hiçbir zaman belirtilen nesneyle aynı eyi ifade etmez ve gösteren-gösterilen kar ıtlığı adnesne kar ıtlığını kar ılamaz. Saussure dili dizelge değil de dizge olarak gördüğünden dili adlar yığını olarak nitelemez. Üzüm kavramının İngilizcede grape Arapçada ıneb Farsçada engür eklinde dile getirildiğini söylersek daha önceden u veya bu dilden bağımsız olarak var olan bir kavram için dilin nedensiz bir adı olduğunu görebiliriz. Dil bağımsız varolan kavramlara uygulanan adlar bütünü değildir. Eğer böyle olsaydı dilin tarihsel evrimde kavramların deği meden günümüze kadar kalması gerekirdi. “Gösterenler evrime uğrayabilir; belli bir kavramı çağrı tıran belli ses dizisi deği ebilir; belli bir ses dizisi apayrı bir kavrama bile bağlanabilir. Ku kusuz, ara sıra, dünyadaki deği melerin doğurduğu yeni kavrama yeni bir gösterge bulmak da gerekebilir. Ama dilden bağımsız varlıklar olarak kavramların kendileri evrime uğramazlar” (Culler, 1985: 23). Dildeki kavramların zaman içerisinde anlam kaymalarına uğraması hem gösteren-gösterilen hem de göstergenin nedensizliği açısından güzel bir örnek te kil etmektedir. Gösterge insanlar arasındaki ileti imi mümkün kılan, bir eyleri ifade etmeye yarayan içsel eydir. Saussure dilbiliminde anlamlandırma, metafizik öğretilerden ve insandan arındırılıp dile atfedilmektedir. Anlam dilin kendi içinde var olan bir ey olarak ele alınmaktadır. Hiçbir gösterge bir diğer göstergeden önce değildir. Her göstergenin i levi ba ka göstergelerle ortaya çıkar. Metafizik yönelimli dil çalı malarında gösterilene önem verilirken 55 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN Saussure’ün yapısalcı dilbilimiyle beraber gösteren önem kazanmı tır. Saussure’e göre bir gösterge anlamını ba ka bir göstergeden farklılığıyla elde eder. Gösterenler farklı ses imgeleriyle dile getirildiği için farklı gösterenlerdir. Her gösterge, birbiriyle yapısal bir ili ki içerisindedir. Yapısalcı dilbilimin temel yakla ım biçimi gösterenin anlamı, dil içindeki göstergelerin kar ıtlığı sonucunda belirir. Burada öncelik gösterenlerin farklı ses birimlerince dile getirilmesidir. Dilin olanakları ve yasaları gizlidir. Yapısalcılığın amacı da bu gizli yasaları ortaya çıkarmaktır. 56 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Dilin e süremli-artsüremli kar ıtlığı olarak incelenme yöntemi ilk olarak Saussure tarafından dilbilimin temel prensiplerinden biri olarak ele alınmı tır. Oysa XX. yüzyıl öncesinde Avrupa dilbilim anlayı ında özellikle Agust Schleicher’in sloganı haline gelmi olan ‘diller canlı organizmalardır’ cümlesinde açığa çıkan ontolojik sorunu, Saussure artsüremli ve e süremli yöntemle yıkmı tır. Saussure ve onu izleyenler artsüremliliğin kesinlikle dili konu anın bakı açısından dilin nasıl i lediğiyle ilgili bilgi vermediğini söylemektedirler. Bundan dolayı her dilsel biçimin ait olduğu dönemle ili kili olarak incelenmesi dilin doğasına dair bilgilerimize daha fazla katkı sunar (Sampson, 1980: 36). Daha sonradan dilin yapısalcılık ekolü tarafından bu kar ıtlıkla ele alınması etkilediği diğer bilim dallarında özellikle de yapısalcı dilbilimde kendisini e süremli olarak göstermi tir. Bu kar ıtlık Saussure’e göre yöntemsel bir nitelik arzeder. Çünkü o, olayların içinde böyle bir ayrımın olmadığını, dil yetisinin hem oturmu bir sistem hem de bir evrim içinde olduğunu söyler. Bu kar ıtlık genel olarak dil yetisinin özel olarak da doğal dillerin olgularına bir yakla ımı ifade eder. Herhangi bir dilin e süremlilik çerçevesinde ele alınması belli bir zaman diliminde dilin evriminin dı ta bırakılarak statik bir ekilde incelenmesi anlamına gelir. Ancak herhangi bir zamanda konu ulan dil biçim olarak tarihsel bağlamından kopuk değildir. Saussure, bu durumu bir cismin izdü ümü ve kendisi arasındaki ili ki ile açıklar: “Bir dil durumu, tarihsel bir gerçekliğin belli bir andaki izdü ümü gibidir. Nasıl deği ik cisim türlerinin incelenmesiyle geometrideki izdü ümler kavranamazsa -inceleme derin de olsa, sonuç aynıdır- e süremli durumlar da cisimlerin bir ba ka deyi le artsüremli olayların incelenmesiyle ortaya konamaz” (Saussure, 1985: 93-94). Bunu da satranç örneği ile açıklayan Saussure, dilin de tıpkı satranç gibi bir değerler dizgesi olduğunu söylemi , bu yüzden de değerlerin deği iminden söz etmi tir. Dolayısıyla satranç bize dilin yapay bir si- SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM mülasyonunu verir. Saussure, e süremlilik ve artsüremliliğin birbirine indirgenemeyeceğini, fakat e süremliliğin daha önemli olduğunu, dilin yapısı gereği e süremli olduğunu ve dil dizgesindeki bağlantıların e süremli bir bağlılıkla birbirine bağımlı olduğunu söyler. Ona göre artsüremliliği kabul edenler dilin kendisini değil de dili deği tiren olaylar dizisini görür. Saussure’ün bu kar ıtlık üzerinde önemle durmasının nedeni yöntemsel bir gereklilikten kaynaklanır. O, dilde hareketsiz kalan bir öğenin olmadığını bundan dolayı da dilin tarihsel geli imini kabul etmek gerektiğini söyler. Bu ekilde Saussure dil-söz kar ıtlığını e sürem-artsürem ayırımıyla kuvvetlendirmi tir. Onun dile e süremli bakı ı dilin bir sistem, bir yapı olarak ele alınmasına yol açmı tır. “E zamanlı dilbilim, bir arada bulunan ve bir sistem olu turan öğelerin, aynı toplumsal bilincin algıladığı mantıksal ve ruhsal bağıntılarıyla uğra acak, toplumsal bilinç nasıl görüyorsa o da öyle görecektir. Artzamanlı dilbilim ise, aynı toplumsal bilincin görmediği ve aralarında sistem olu turmadan birbirinin yerini alan art arda sıralanan öğelerin bağıntılarını inceleyecektir” (Kıran, 1996: 137). Görüldüğü üzere yöntem olarak artsüremlilik durumu e süremlilikten sonra gelir ve bunlar birbirini asla dı lamaz, zira e süremli inceleme ile sistemin evrimsel yasaları ortaya konabilir. E süremlilik imdi ve burada olanın anlam üretmede etkin olmasıdır. Artsüremlilik ise Saussure’e göre geleneksel dilbilimin anlayı ıdır. Tarihsel geçmi e dayalı olarak incelemelerde bulunur. E süremliliğin incelenmesi gösterenler dünyasının düz anlamları aracılığıyla anla ılması demektir. Saussurecü göstergebilim dilbilimi düz anlamlar üzerinden yapılandırmaktadır. Saussure’deki her bir göstergenin tek bir düz anlamı olması durumu Barthes, Foucault ve Derrida’da deği mi ve yan anlamlar öne çıkmı tır. III. Saussure, bir dil durumunda her eyin bağıntılara dayandığını söyler. Onun ifadesiyle “Dil öğeleri arasındaki bağıntı ve ayrılıklar her biri belli bir değerler düzeni yaratan deği ik iki alanda ortaya çıkar. Bu iki düzeyin kar ıtlığı, her birinin özniteliğini daha iyi anlamamızı sağlar. Dilin varlığı için zorunlu olan, anlıksal etkinliğimizin iki biçiminin kar ılığıdır bunlar” (Saussure, 1985, 133). Gösterenin çizgiselliği birimlerin art arda sıralanması demektir. Art arda gelen iki öğe aynı anda söylenemez. Saussure, bunların birle imini dizim olarak ifade eder. Dizimdeki herhangi bir öğe değerini hem diğerleriyle öncelik veya sonralık hem 57 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN de bunun yanında diğer öğelerle olan kar ıtlığından alır. Bu bağıntıların dı ında aralarında ortak bir yön bulunan sözcükler, söylem dı ında çağrı ım yoluyla hafızada birbirleriyle bağıntı kurarlar. Bu ekilde birbirinden farklı bağıntılar içeren çe itli gruplar meydana gelir. “Dizimsel bağıntı aynı anda birlikte bulunan (“in praesentia”) öğeler arasındaki bağıntılardır ve gerçek bir dizide yer alan iki ya da daha çok sayıda öğeye dayanır. Buna kar ın, çağrı ımsal bağıntı, aynı anda birlikte bulunmayan öğeleri gücül bir belleksel dizide birbirine bağlar” (Kıran, 1996: 151). Saussure, bu durumu sütun örneğiyle açıklar. “Sütun bir yandan, ta ıdığı ba tabanla belli bir bağıntı kurar: Uzamda bir arada bulunan bu iki birimin sunduğu düzen dizimsel bağıntıyı dü ündürür. Öte yandan, örneğin sütün eğer Dor biçimindeyse, uzamda onunla birlikte yer almayan öbür biçimlerle (İyon, Korint vb.) de anlıksal bir kar ıla tırmaya yol açar: Bu bağıntı çağrı ımsaldır” (Saussure, 1985: 134). Her dilsel birim dilin i leyi ini düzenleyen iki boyutta bulunur. Dilsel betimlemenin ereği dil sisteminin kurallarını belirlemektir. 58 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Dilin çağrı ımsal bağıntılarında her sözcüğün üç çe it çağrı ım alanından bahsedilebilir. Bunlar sözcükler arasındaki biçimsel çağrı ımlar, içlemler arasındaki anlam çağrı ımları ve aynı sözcük ailesinin öğeleri arasındaki biçim ve anlam çağrı ımlarıdır. Görülüyor ki Saussure, dizgenin çözümlenmesi için dizginin öğeleri arasındaki dizisel ve dizimsel bağıntıları belirlemektedir. Dizimsel ve çağrı ımsal kar ıtlıklar söz dizimsel anlamlandırma (syntagmatic) ve dizimsel anlamlandırma (paradigmatic) dizgeleriyle açığa çıkar. Söz dizimsel anlamlandırma; yan yana terimlerin ayrı tırılması yoluyla anlamlandırmadır. Örneğin bir cümlenin isim, fiil, nesneden olu masında bir sıralaması vardır. Aynı anda yan yanalık vardır ve bunlar terimlerin sıralamadaki yerini gösterir. Bu durum dilde bir sıralamanın bulunduğuna ve bunun da gösterenlerin sıralaması olduğuna i aret eder. Dizimsel anlamlandırma, çağrı ımsal bir yapıyı verir. Bu dikey bir dizimdir. Örneğin öznesi ahıs olan bir cümlede özne herhangi biri değil belirli bir ki idir. Dikey dizimde özne terimi altındaki ki iler farklıla ır. Çağrı ım, dizimsel anlamlandırmada varken yan yanalık söz dizimsel anlamlandırmada yer alır. Bu karıtlık anlamlandırmayla ilgilidir (Kearney, 1986: 247). Söz dizimsel bağıntı ve dizimsel bağıntı sadece cümle seviyesinde değil aynı zamanda sıfat tamlamasında, isim tamlamasında ve ay- SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM nı yapıdaki bir kelimenin üretiminin de temelinde yer alır. Örneğin “takfiilinden tak-ı ismi üretildikten sonra buna bakılarak gez-i yaptık, göm-ü yaptık, kaz-ı, yap-ı vb. kelimeleri üretilmesi aynı sentaks üzerinden geni letilen paradigma örnekleridir” (Demirci, 2014: 57). Saussure, modern dilbilim anlayı ını dil ve söz ayrımı yaparak belirlemi tir. O, dilbilimin diğer bilimlerden farklılığını, dilbilimin verili olanla uğra madığını ve töz olmayan bir biçim olan eyle ilgilendiğini söyleyerek ortaya koymu tur. Bu aslında töz biçim kar ıtlığını ifade eder. Buna göre dilsel veriler sadece farklılıklarıyla var olurlar ve karıtlıklarıyla değer kazanırlar. Bir sözcük ancak kar ıtıyla anlam kazanır. Saussure’ün dilbilimine yakla ımında dil olgusunun temelinde dizge kavramı vardır. Dizge ise doğrudan kavranabilen somut bir nesne, bir töz değildir, bir biçimdir. Saussure gösteren ile gösterilenin aynı ey olmadığını ileri sürerken hem dilbilimsel dizgenin birimleri, hem de bunların gerçek, fiziki biçimde gerçekle meleri arasında bir ayrım yapmaktadır. Gösterenle gösterilen arasında hiçbir bağın olmaması, dolayısıyla dil göstergesinin nedensizliği, aynı zamanda gösterenle gösterilenin bütünselliğinin nedensizliği olduğu görülmü tür. Bir dilin birimlerini tanımlamak için salt bağıntısal ve soyut birimlerinin fiziksel alanda nasıl gerçekle tiğini birbirinden ayırt etmek gerekir. İ itimsel sesler, tek ba ına bize ne dil dizgesinin birimlerini ne de kavramlarını verir. “Saussure’ün haklı olarak üzerinde durduğu gibi her iki durumda da dil birimi bir töz olmaktan çok onu öteki birimlerden ayırt eden bağıntılarla tanımlanan bir biçimdir” (Culler, 1985: 35). Göstergenin nedensizliğini ileri sürmek salt bağıntısal bir kendiliktir. Göstergeleri belirli bir ekilde düzenlemek için önce onları olu turan bağıntı dizgeleri ile olan ayrımına bakmak gerekir. Bu durumda göstergelerin gerçekle tiği tözlerle göstergeleri olu turan gerçek biçimleri ayırt edimine ula ılır. Burada ayrı tırılan ey gerçek dil davranı ı veya dilin gerçekle mesinin temelinde yatan bir biçimler dizgesidir. Bu biçimler dizgesi de dildir. Saussure, Genel Dilbilim Dersleri’nde biçimler dizgesi olan dili göstergelerin gerçek konusu olarak dilin ayrı tırılmasını göstergelerin kendi öz niteliklerinin bir sonucu olarak ele almı tır (Culler, 1985: 36). Saussure, dilin bir söz değil de bir biçim olduğunu, dilin de kar ılıklı bağıntılı bir değer dizgesi olduğunu belirtir ve dili çözümlemenin de bir dil durumunu olu turan değerler dizgesi olduğunu gösterir. “Çözüm- 59 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN leyicinin görevi ise bu i levsel deği ikliklerin ne olduğunu bulgulamaktır” (Culler, 1985: 48). Dil göstergesini ayrılıklar meydana getirseydi birim ve dilbilgisi birbirine eklemlenemezdi. Dili hangi açıdan ele alırsak alalım temelinde hiçbir salt olguyu bulamayız. Açıkçası dilde karma ık bir denge vardır. Dil olaylarını açıklarken kar ıla tığımız yanılgıların bilinçsiz bir ekilde benimsenen dilin temelinde töz bulunduğu varsayımından kaynaklandığı açıktır (Culler, 1985: 50). Saussure’e göre dü ünceler ve materyal dünyası biçimsiz ve muğlak bir kitleden ba ka bir ey değildir. Dil bu anlamda farklı dü ünceleri ve sesleri ayırt etmedeki bir araçtır. Buna göre dil dü ünler ve sesler arasında kombinasyonlar yapmaya yarar. Dilin kendisi tözden farklı bir ekilde soyutlandığı için bir biçim olarak tanımlanmaktadır. Tamamen kar ıt ili kili ve negatif değerler sistemi olması bakımından dil töz değil, bir biçimdir. Ayrıca Saussure dilin, söz (parole) kadar somut olduğunun altını çizer ve bunların ayrı bir ekilde incelenebileceğini vurgular (Speelman, 1995: 3). 60 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Yapısalcı dilbilimin dönü türdüğü sorunlardan birisi de gerçekliğin tözde değil yapılarda aranmasıdır. Her çe it gerçekle menin arkasındaki yapıyı ortaya çıkarmak yapısalcılığın amacıdır. Barthes da yapısalcı ekolün amacınının bir nesneyi bozup yeniden olu turmak ve süreç içerisinde bu nesnenin i lev görme ilkelerini görünür hale getirmek olduğunu söylemi tir. Burada yapı neredeyse klasik felsefedeki töz kavramının yerini almı tır. Barthes’a göre yapı, nesnenin arkasında görünmez biçimde bulunan yönlerini doğal nesnede kavranılamaz olan eyleri gerçekliğe ula tıran benze im(simulacrum)dir (Best&Kellner, 1998: 34-35). Saussure, bir dilin tümcelerinin değerinin tek tek öğelerle değil de bu öğelerin kar ılıklı ili kileri içinde ortaya çıktığını belirtir. O, “değer kavramı, bir öğeyi yalnız belli bir sesle belli bir kavramın birle imi gibi ele almanın büyük bir yanılsama olduğunu da bize gösterir. Öğeyi bu yoldan tanımlamak, onu bir parçası olduğu dizgeden ayırmak demektir. İ e öğelerle ba layıp bunları toplayarak dizgeyi yaratabileceğimizi sanmak olur bu. Oysa, tersine, dayanı ık bütünden kalkarak bu bütünün kapsadığı öğeleri çözümleme yoluyla elde etmek gerekir” (Saussure, 1985: 123). Yapısalcılığın çıkı noktasını olu turan bu dü ünceler bu ekolün de temelini olu turmu tur. SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM Saussure, Genel Dilbilim Dersleri’nin İkinci Kesim’inde semiyolojik sistemin bir değerler sistemi olduğunu gösterir. Dilbilimsel gösterge değerleri özellikle daha karma ıktır. Çünkü hem onu olu turan parçalar onu tanımlamak için yeterli gelmez hem de değer, konu an topluluğun kolektifliği sonucunda var olabilir. İkinci Kesim aynı zamanda dilbilimsel sistemdeki bir birimle satranç oyunundaki birim arasındaki kar ıla tırmayı da içeren bölümdür. Bu Genel Dilbilim Dersleri’ndeki ilk değer tartı malarının da temeli olmu tur. Satranç oyunundaki at ele alındığında, at kendi ba ına oyunun kesin olarak bir parçası değildir. At, salt özdeksel olarak oyundaki karesinin ve diğer durumların dı ında oyuncu için bir ey ifade etmez. Fakat kendi değerleriyle ili kilendirildiği ve bu değerle bütünle tiği zaman anlam kazanır. Oyunda bir at kaybedildiğinde ba ka bir at onun yerini alabildiği gibi ona hiçbir benzerliği olmayan fakat aynı olduğu söylenen bir ta aynı değer atandığı sürece onun yerini alabilir. Saussure, ayrıca değerin anlam olmadığını açıkça belirtmi tir. Anlam-değer farkını burada açıkça belirtmese de Üçüncü Kesim’de bu konuya açık olarak yer vermi tir. “Bu noktada İng. sheep kelimesi ile Fr. ‘e değer’i mouton arasındaki farklılıkla ilgili ünlü görü ünü sunmu tur. Ona göre bu iki kelime aynı anlama sahip olabilir ki burada kastedilen aynı hayvana göndermede bulunmalarıdır. Fakat aynı değere sahip değiller, çünkü bir Fransız mouton kelimesini hem canlı hayvan hem de eti için kullanırken bir İngiliz sheep kelimesini sadece canlı hayvan için kullanır diğeri için ise mutton kelimesini kullanır” (Joseph, 2004: 66). “Saussure’ün değer tartı masının tatmin edici olmayan yönü, anlamdan farklılığı üzerine ısrarcı olmasının sonucu olarak aralarındaki karma ık ili kiyi hiçbir zaman tam olarak açıklayamamasıdır. Saussure, değerin anlamın sadece bir parçası olduğuna i aret eder, fakat gerisinin ne olduğunu bizden anlamamızı bekler. Onun göz ardı ettiği gerçek, kendi örneklerinde dahi moutton’un değerinin sheep’in değerinden farklı olduğunu anlamamızın tek yolunun ilk kelimenin daha geni anlama sahip olmasıdır.” (Joseph, 2004: 67). Saussure’de değerin anlamdan kaynaklandığı iması var olsa da açık olarak ifadesine ve açıklamasına rastlanmaz. Saussure, dilde sesin dü ünceden ayrılamayacağını, böyle bir ayrımın ancak soyutlama ile gerçekle ebileceğini kâğıt örneğiyle açıklar. “Dil bir kâğıda da benzetilebilir: Dü ünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü 61 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN de kesmi olursunuz”(Saussure, 1985: 122). Bu ayrım bizi salt ruhbilim veya salt sesbilim alanına ula tırır. Saussure, her göstergeye bir birlik olarak bakarken Derrida’da gösterenler doğrudan doğruya gösterilene bağlı değildir. Derrida, sözcük ile dü üncenin gerçekte bir ve aynı olamayacağını söyler. Ayrıca gösterenlerle gösterilenler sürekli olarak yeni kombinasyonlar içinde bulunmalarına bağlı olarak ya birbirlerinden ayrı ırlar ya da birle irler. “Dolayısıyla, bu noktada gösteren ile gösterilenin aynı sayfanın iki ayrı yüzü olarak dü ünüldüğü Saussurecü gösterge örnekçesinin yetersizliği ortaya çıkar” (Sarup, 1995: 40) Derrida, gösterenle gösterilen arasında durağan bir ili ki ve deği mez bir ayrım olmadığı fikriyle Saussure’ü ele tirmi tir. Ayrıca Derrida, dilbilimin yazıdan daha çok konu ma ile ilgili bir ara tırma alanı olduğunu ileri sürerek Saussure’ü ele tirmi tir. 62 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 “Saussure’den önceki dil anlayı ına göre dil var olan nesneleri adlandırır, yani sınıflara ayrılmı , düzene sokulmu hazır bir dı dünya vardır ve bu gerçekliği biz dil ile aktardığımıza göre, dil, bu dünyayı yansıtmaya yarayan bir araçtır. Saussure, bu dil anlayı ını köktenci bir biçimde deği tirdi ve durumu tersine çevirdi diyebiliriz. Saussure’e göre dil zaten mevcut nesneleri, kavramları sonradan etiketleyerek bir çe it katalog olu turmaz, çünkü dil kavramlardan önce vardır” (Moran, 1991: 172). Sonuç Saussure XX. yüzyıla girerken dil, dilbilim ve göstergebilim alanındaki görü leriyle birçok alanı etkileyen bir çığır açmı tır. O, ilk olarak özne merkezli dü ünsel faaliyetlerin idealist yakla ımlarını yıkmı tır. İkinci olarak dilin bir töz değil bir biçim olduğunu söyleyerek dizgeleri yapısal ili kilerde temellendirmi tir. Üçüncü olarak yapısal ili kileri, dil-söz, gösteren-gösterilen, e süremli-artsüremli, dizisel-dizimsel gibi kar ıtlıklar üzerinden ele almı tır. O, bu görü leriyle etnoloji, antropoloji, psikoloji, sosyoloji, felsefe, dilbilim, edebiyat vb. alanlara yapısalcı yöntem ile yapıların birbirleriyle bağıntısının anlam verdiği konusunda büyük bir etkide bulunmu tur. Dili bir yapı olarak ele alırken kar ıla tırmalı dil anlayı ını a arak dili kendi iç öğeleri bakımından incelemi tir. Dili dı gerçekliğe bağlı olarak değil de dil dizgesini dizgenin gerçeklikten bağımsız kendi içinde i leyen bütünlüğü doğrultusunda ortaya koymu tur. Bağıntılardan olu an SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM dizge, i levi dikkate alır ve her öğeyi bağıntılı olduğu dizgeye dayandırır. Saussure, kendisinden önceki tarihsel, kar ıla tırmalı yakla ımların artsüremliliği merkeze koymaları yerine e süremli yapısal metodu sonraki ara tırmacıları etkileyecek ekilde sunmu tur. Saussure’ün XX. yüzyılda bütün insanbilimlerini etkilediği en önemli nokta onun göstergebilime yol açmı olmasıdır. O, toplumsal ya amla kültürü dilbilimsel çözümlemeye tabi tutarak bunların bir gösterge dizgesi olarak görülmesini sağlamı tır. İnsan, toplum ve kültür içerisindeki göstergelerle birlikte ya ayan bir varlık olması sebebiyle bunları anlamlandırma çabası içerisine girmektedir. Saussurecü anlamda insanı ele almak ise, dünyadaki nesneleri sınıflandırıp anlamlandırdığı deği ik dizgeleri her yönüyle geni biçimde değerlendirmek demektir. Informative Abstract Language, Linguistics And Semiology In Saussure In the structuralist school; structural relationship, system of differences, the exchange between signs and structures are the basic components forming the language. Structuralist school discusses an analytic of social process by means of the similarities between language and society. The idea of arbitrariness in the philosophers of the structuralist school bases on the Saussure’s Course on General Linguistics. The signification among the structural relationship originates in the differences among the structures. The importance of Saussurean structuralism is to put an end to the chaos of speech acts composing the language but conventionally not grounded. Structuralism can be defined as the attempts for shifting the centre of attention by moving away the speaking agent towards the structure of spoken language. Despite being significantly different from each other many philosophers including Foucault have been called as ‘structuralist’. Saussure destructed the tradition having accepted the language as a historical object and a research field in Europe by approaching the language as an entity to be investigated independently from its history. This new approach started by Saussure is also called as structural linguistics. In structuralism new outcomes acquired from synchronic method were gradually articulated to the diachronic linguistics. The 63 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN most important one of these outcomes is internal reconstruction. Internal reconstruction has shown that it is possible to design the internal history of language without a comparative method and dependently without making comparison of relative languages. The fundamental aim of Saussure is to bring an order to the complex group of utterances composing the language. He asserts that speech performance (parole) can be suggested by means of linguistic structure stems from itself and there is a de facto structure in language and it is that structure itself which makes the understanding possible. Saussure mentions two features of language sign and he indicates that time provides the sustainability of language and changes language signs either in a fast or slowly way. According to Saussure language is both a social institution and is different from politic and legitimate institutions. 64 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 Language units gain meaning thanks to their contrastive relations. In Saussurean linguistics, signification is attributed to the language by purifying it from human beings and metaphysic doctrines. Saussure determines modern linguistic perception by differentiating ‘langue and parole’. Saussure claims that the thing separating linguistics from other disciplines is not to deal with the readily given thing but the form that is not the substance. One of the issues structuralism transformed is to look for the realty in structure but in substance. Saussure has destructed the subject-centred intellectual activities of idealist approaches by 20th century. Afterwards he bases the system in structural relations by asserting that language is not a substance but a form and he discussed structural relations over various contrasts. To deal with human being in a Saussurean way is to assess profoundly the different systems classifying and interpreting the objects in the world. Afore-mentioned interaction processes will be try to be examined in detail in this study. Keywords: Language, Linguistics, Semiology, Saussure, Language Philosophy, Sociolinguistics Kaynakça Best S. ve Kellner D.: (1998). Postmodern Teori: Ele tirel Soru turmalar, çev.: Mehmet Küçük, İstanbul, Ayrıntı Yay. Coward Rosalind ve Ellis John: (2008). Dil ve Maddecilik, çev.: Veysel Kılıç, İstanbul, Toroslu Kitaplığı. SAUSSURE’DE DİL, DİLBİLİM VE GÖSTERGEBİLİM Culler Jonathan: (1985). Saussure, çev.: Nihal Akbulut, İstanbul, AFA Yay. Culler Jonathan: (2007). Yazın Kuramı, çev.: Hakan Gür, Ankara, Dost Kitapevi Yay. Demirci Kerim: (2014). Türkoloji İçin Dilbilim Konular Kavramlar Teoriler, Ankara, Anı Yay. Erdoğan İrfan, Alemdar Korkmaz: (2010). Öteki Kuram (Kitle İleti im Kuram ve Ara tırmalarının Tarihsel ve Ele tirel Bir Değerlendirmesi), Ankara, Erk Yay. Fox A.: (1995). Linguistic Reconsruction: An Introduction to Theory and Method, Oxford, Oxford University Press. Gökçe Faruk: (2015). Genetik Dilbilime Giri , Altay Dilleri Sorunu, Ankara, Sonçağ Yay. Hülür Himmet : (2013). “Epistem ve Dil: Michel Foucault’da Tarih ve Eklemlenme”, Ekev Akademi Dergisi Yıl: 13 Sayı: 39 s. 11-32. I ık İ. Emre: (2000). Öznenin Dili, İstanbul, Bağlam Yay. 65 Joseph John E.: (2004). “The Lingustic Sign”, Saussure [Edited by Carol San- S B A R D ders], Cambridge Kearney Richard: (1986). Modern Movement in European Philosophy, ManchesterNew York, Manchester University Press. Kerimoğlu Caner: (2014). Genel Dilbilime Giri , Ankara, Pegem Yay. Kıran Zeynel: (1996). Dilbilim Akımları, Ankara, Onur Yay. Megill Allan: (1998). A ırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida, çev.: Tuncay Birkan, Ankara, Bilim ve Sanat Yay. Moran Berna: (1991). Edebiyat Kuramları ve Ele tiri, İstanbul, Cem Yay. Nazlı Ece: (2013). Türkçe Özür İfadeleri Üzerine Toplumdilbilimsel Bir İnceleme, Basılmamı Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır. Peirce Charles Sanders: (2004). Mantık Üzerine Yazılar, çev.: Halit Yıldız, Ankara, Öteki Yay. Rifat Mehmet: (1990). Dilbilim ve Göstergebilimin Çağda Kuramları, İstanbul, Düzlem Yay. Rifat Mehmet: (2009). Göstergebilimin ABC’si, İstanbul, Say Yay. YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1 UFUK BİRCAN Sampson Geoffrey: (1980), School of Linguistics, London, Hutchinson Publication. Sarup Madan: (1995). Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm, çev.: A. Bâki Güçlü, Ankara, Ark Yay. Saussure Ferdinand de: (1985). Genel Dilbilim Dersleri, çev.: Berke Vardar, Ankara, Birey ve Toplum Yay. Speelman Willem Marie: (1995). The Generation of Meaning in Liturgical Songs, Kampen, Kok Pharos Publishing House. 66 SBARD YIL / YEAR 13 SAYI / ISSUE 25 BAHAR / SPRING 2015/1