“Eşitlik rüyası ile hoşgörü rüyası çelişki içinde”
Arşiv
Abonelik
İletişim
10/08/2015 14:19
10 Ağustos 2015, Pazartesi
Reklam
RSS
FOTO GALERİ
Yazarlar
Spor
Yaşam
Judeo-Espanyol
Kavram
Kültür
Sanat
Foto Galeri
Yeni Üyelik
Flash
30 C°
Toplum
Üye Girişi
(Bulutlu)
Istanbul
Dünya
VİDEO
Perspektif
Ekonomi
Video Galeri
Yaşam - Sağlık
Çocuk-Aile
Teknoloji
ARAMA
Şalom Turkey
“Eşitlik rüyası ile hoşgörü rüyası çelişki içinde”
Çevre
Gençlik - Eğitim
Aranacak Kelime
Facebook'ta Takip Edin
Twitter'da Takip Edin
Karel VALANSİ www.twitter.com/karelvalansi karelvalansi@yahoo.com
Cambridge Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yardımcı Doç. Dr. Ayşe Zarakol, kitabında
Doğu ile Batı arasında sıkışıp kalan üç önemli ülkeyi - Türkiye, Japonya ve Rusya’yı - karşılaştırıyor. Kendisiyle,
kitabında savunduğu tezler üzerinden uluslararası ilişkileri, öteki algısını ve Türkiye´yi konuştuk
27 Mayıs 2015
45
20
Flash
Baş Yazı
IŞİD sakalı…
Yakup BAROKAS
Baş Yazı
Bu yazımda ‘Moda’dan söz etmek istiyorum. Niye mi moda?
Güme giden barıştan, her Allah’ın günü terör mağdurları ile ilgili
kahredici haberlerden, Suruç katliamından, siyasi
belirsizliklerden, bilinçli veya bilinçsiz sarf edilen antisemit
söylemlerden bıkkınlık geldi, umutsuzluğa kapıldım da ondan.
Köşe Yazarları
Bir kitap okudum ve hayatım değişti demek çok mu iddialı bir başlangıç olur? Cambridge Üniversitesi
Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yardımcı Doç. Dr. Ayşe Zarakol’un yazdığı ‘Yenilgiden
Sonra: Doğu Batı ile Yaşamayı Nasıl Öğrendi’ (Koç Üniversitesi Yayınları, 2012) kitabını okuduktan sonra
etkilenmemek mümkün değil. Batılı olmayan ülkelerin uluslararası sisteme dâhil olmalarının yarattığı
tedirginlikler ve bunun sonucunda oluşan dinamikleri inceliyor Zarakol kitabında. “Tüm işlerini hem
idealize edilen hem de en kötü türde niyetleri olduğundan kuşkulanılan hayali ve kurgusal bir Batı’nın
gözü altında yürütmenin yoruculuğu” diye özetliyor durumu Zarakol ve Doğu ile Batı arasında sıkışıp
kalan üç önemli ülkeyi karşılaştırıyor; Türkiye, Japonya ve Rusya. İsveç Siyaset Bilimi Derneği
SWEPSA’dan ‘Uluslararası İlişkiler Bilimini İleriye Taşıyan Uluslararası Yükselen Yıldız Ödülü’ne layık
görünen Zarakol’u takip etmekte fayda var. Kendisine Avustralya’dayken ulaştım ve beni kırmayarak
sorularımı cevapladı
Rav İzak ALALUF BU HAFTA PERAŞA
Ekev: Sevinçli günler
Silvyo OVADYA
DAVİD KOHEN: El duayen de la segurita
Rav Yeuda ADONİ LA PERAŞA DE SEMANA
Ekev
Her şeyden önce aldığınız ödül için içtenlikle tebrik ederim. ‘Yenilgiden Sonra: Doğu Batı ile Yaşamayı
Nasıl Öğrendi’ doktora tezinizdi. Projenin başında ülkelerin dünyaya bakışındaki ‘takıntılarını’ anlatmak
mıydı amacınız, yoksa Türkiye-Japonya-Rusya karşılaştırması bu noktaya mı geldi?
Çok teşekkür ederim. Evet, kitap doktora tezimin devamı denebilir. Doktorada başladığım çalışmayı iki sene
daha uğraşarak kitaplaştırdım. Başlangıç noktam Türkiye idi. Doktora programı sırasında yaptığım bazı okumalar
nedeniyle kafama takılan bazı konularda Rusya ve Japonya ile bazı benzerlikler olduğunun farkındaydım, bunun
üzerine bir çalışma oturtabilirim diye düşündüm. Aklımda iki farklı okuyucu vardı – hem Türklere “Bakın bu
meseleler başka yerde de var, bu kadar büyütmeyin, kendi kendinizi yemeyin” demek istedim, hem de
Amerikalılara “Bakın bu meseleler her yerde var, biraz ciddiye alın” demek istedim. Amerika’da uluslararası
ilişkiler teorileri hep maddi güç ve rasyonalite üzerine kuruludur. Tarih, kültür, ideoloji gibi kavramlar yok
varsayılır. Kitaptan sonraki araştırmalarımda Tayland’ı da ekledim bu karşılaştırmaya.
Batı sömürgesi olmamış, bir zamanların güçlü imparatorlukları olan bu birbirinden oldukça farklı üç
ülke büyük hezimetler sonrasında ulus-devlet sistemine katılmak zorunda kaldı. Yenilgiden sonra
hissettikleri, ‘leke’ olarak adlandırdığınız bu eziklik hissi ile nasıl baş ettiler?
Türkçeye leke olarak çevirdiğimiz stigma kavramını sosyolojiden ödünç aldım. Toplum normallerinin dışına düşen
kişinin hissettiği eksiklik hissini anlatan bir kelime. Ayrımcılıktan farkı ise toplum içinde bir birey olarak lekeli
kişinin de lekesini içselleştirmiş olması. Yani toplumun kendisini dışlamasını ya da kendisine farklı davranmasını
biraz haklı buluyor olması.
Selin SÜAR KÖŞEBAŞI
Çığlık
Haftalık Yazı
Kendinden kaçmak
Tülay GÜRLER KURTULUŞ
MAVİ PENCERE
Bir insanın kendinden kaçarken bir başkası tarafından
yakalanması nasıl bir şeydir sizce? Ya da bir başkası mutlu olsun
diye onun hayatına dokunmayı, onu kendinden kaçarken
yakalamayı seçmek?
Mozotros Ailesi-İrvin MANDEL
Kitapta bu kavramı devletlere uyguladım. Türkiye, Japonya, Rusya gibi ülkeler Batı’nın uluslararası sistemine
dâhil olunca o toplumun normallerinin dışında buluyorlar kendilerini ve yukarıda söylediğim anlamda lekeli
duruma düşüyorlar. Askeri veya maddi yenilgi bu hissi pekiştiriyor.
http://www.salom.com.tr/haber-95268-esitlik_ruyasi_ile_hosgoru__ruyasi_celiski_icinde.html
Page 1 of 3
“Eşitlik rüyası ile hoşgörü rüyası çelişki içinde”
10/08/2015 14:19
Sosyologlara göre lekeli kişilerin verdiği bazı belirli tepkiler var: Bir kısmı lekesini gizlemeyi veya düzeltmeyi
seçiyor, bir kısmı ise kendine farklı bir alt toplum yaratarak kendi normalini yaratmaya çalışıyor. Kitapta I. Dünya
Savaşı sonrası Türkiye’yi ve biraz farklı olmakla beraber II. Dünya Savaşı sonrası Japonya’yı ilk gruba
koyuyorum. Soğuk Savaş sonrası Rusya o stratejiyle biraz flört etse de ikinciyi tercih ediyor. Son döneme
bakarsak Türkiye hatta Japonya bile Rusya’nın bu konudaki çizgisine kaymaya başladı.
Türkiye I. Dünya Savaşı sonrası büyük bir değişim geçirdi. Doğu ve Sovyetler Birliği ile ilişkisini kesip
Batı’ya yöneldi. Sizin de belirttiğiniz gibi liderler Batı’ya karşı savaşmaya istekliyken, savaş sonrasında
kısa bir sürede Batılılaşmanın sözcüsü haline geldiler. Bu değişim nasıl gerçekleşti?
Kitapta yapısal sonuçlara odaklanıyorum. Bu durumu açıklamak için uluslararası konjonktürde iki keskin seçenek
var; uluslararası Batı toplumuna asimilasyon veya o standartları ret etmek. Ret şıkkı, yani “Ben kendi toplumumu,
kendi sistemimi yaratacağım, diğer ülkeleri de buna ikna edeceğim” iddiası uygulaması çok daha zor bir iddia:
Hem iyi maddi koşullar, hem de Batı’ya uluslararası sistemde alternatif yaratabilecek bir dünya vizyonu
gerektiriyor. I. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de hem maddi şartlar kısıtlıydı, hem de siyasi elitlerin elinde
Bolşeviklerde olduğu gibi uluslararası alternatif olma iddiasında bir ideoloji yoktu. Aynı soruya başka açılardan da
bakılabilinir; kitapta bu yöne odaklandım.
Tünelin Ucu-İzel ROZENTAL
Batı toplumuna asimilasyon konusundaki önemli nokta bu reformların dışarıdan dayatılmamış olması.
Her üç ülke için de durum böyle. Öte yandan tüm bu çaba ve fedakârlıklara rağmen Batı hâlâ Türkiye’nin
ardında yatanlara daha çok önem veriyor. Siz bunu ‘varoluşsal bir yumruk’ olarak tarif ettiniz. Batı’yı
ulaşılması gereken ‘normal’ alan Türkiye’de takıntılar azaldı mı?
Takıntıların azaldığını düşünmüyorum. Bu tip takıntıların aşılması için kişinin veya toplumun kendisini bilmesi
gerekiyor. Ne taklit, ne inkâr sağlıklı değil. Herhangi bir şeyi Batılı diye sevmekle, Batılı diye sevmemek arasında
pek bir fark yok.
Türkiye hayali ve kurgusal bir Batı ile çatışmasını sürdürürken Batı’nın çizdiği medeniyet tarifine
ulaşmaya çalışıyor. Türkiye lekesi ile yüzleşti mi? Bu durum modernliği sorgulamamış bir toplum
olmamızdan mı kaynaklanıyor?
Çok kısıtlı kesimler dışında kimsenin bu lekeyle gerçek anlamda yüzleştiğini düşünmüyorum. Tam tersine benzer
argümanları yapan akademik çalışmaları bahane olarak kullanma çabası oluştu; Batılılar oryantalist o yüzden
şunu bunu düzeltmeyelim, modernleşme çabası özentiydi bırakıp özümüze dönelim, gibi. Batı oryantalist vesaire
demekle iş bitmiyor ki, yine merkeze koymuş oluyorsunuz reddettiğiniz şeyi.
Diğer sorun ise ‘öz’ olarak dönülmek istenen şey aslında yok. O da modernleşmeyle tanımlanmış bir şey.
Modernleşme kapsamına alınmayan her alan ‘öz’ olarak tanımlanmış ve kemikleşmiş. Halbuki tarih başka türlü
aksa, modernleşmenin kapsamına girip de ‘dışarıdan’ diye empoze edilen öğeler kendiliğinden oturacaktı ve ‘öz’
olarak tanımlanan birçok öğe kendi kendine miladını dolduracaktı.
Uluslararası ilişkilerde bu ‘leke’ neden önemli? Türkiye hâlâ Sevr Sendromunu atlatamadı sonucunu
çıkarabilir miyiz?
19. yüzyıl sosyal dinamikleriyle ortaya çıkan ve 20. yüzyılda iyice pekişen bu durum sırf Türkiye’nin değil birçok
ülkenin uluslararası sisteme bakışını etkiliyor. Mesela Çin’de eğitim sisteminin sloganı, “Ulusal aşağılanmayı asla
unutma.” Putin’in/ Rusya’nın birçok hamlesini ancak kavram yardımıyla anlayabiliriz – mesela neden Putin
birdenbire eşcinsel haklarının en büyük düşmanı oldu? Batı’da bu haklar kabul görmeye başladığı için. Ret
stratejisi güdüyor, kendisini onun üzerinden tanımlıyor. Türkiye de hâlâ 19. yüzyıl sonu - 20. yüzyıl başı dönemin
hayaletleriyle yaşıyor. Düşünün, başlangıcını o tarihlere dayandıramayacağımız herhangi güncel bir sorun
bulamazsanız.
Bu durum bugünkü dış politika kararlarını, siyasal tercihleri ve iç konuları etkileyebilecek düzeyde mi?
Bu şartlar hem iç politikayı, hem dış politikayı Cumhuriyetin başından beri derinden etkiledi. Kolonileşmeye
maruz kalmamış olsa bile Osmanlı İmparatorluğu Avrupalı istilasıyla travmatik deneyimler yaşadı. Sonuç olarak,
yeni Batılılaşmış ordu tabanlı bürokratik yapı içinde, bağımsızlığı, devlet öncülüğünde modernleşme ve ulusal
birliktelikle eşit tutan reformcu bir bakış açısı ortaya çıktı. Kazanan tarafta ordu-bürokrat elit sınıf, devlet
tarafından desteklenen iş dünyası ve devletin öngördüğü ideal modern Türk kavramı olan şehirli orta sınıf vardı.
Kaybeden tarafta ise kırsalda yaşayanlar, etnik ve dini azınlıklar ve küçük işletme sahipleri bulunuyordu. Erdoğan
için seçim zaferi, artan ekonomik güçleri nedeniyle politik sessizlikleri ve haklarından mahrum bırakılmaları artık
mümkün görünmeyen bu sınıfların kahramanı olarak davranmasıyla geldi.
Ağa Takılanlar
Bu hafta ağımıza takılanlar
İzak BARON
Bu memleket nasıl bir yerdir ki soykırım gibi
korkunç bir olayı romantize eden ifadelerle
tur paketi pazarlanabiliyor? Biz nasıl bir
yerde yaşıyoruz ki soykırımı destekleyen
insanlar yüzleri hiç kızarmadan toplum içine
çıkmaya devam edebiliyor? Türkiye, kendi
topraklarında meydana gelmiş soykırımlarla henüz yüzleşememiş
bir ülke. İnsanlık suçu sayılan ve okullarda ders niyetine okutulan
Yahudi soykırımını anlamaktan da fersah fersah uzak bir
memleketiz. Tam da bu nedenle Yahudi soykırımına dokunan
yanmıyor. Ve hatta destekçileri de maddi manevi cezasız kalıyor.
Tüm bunlar nedeniyle de normalleşme imkanı doğmuyor. BURCU
KARAKAŞ – www.bianet.org
Bu tip değişimler geri döndürülemez. Demografik veriler ve toplumsal değişimin genişleyen çizgisi, ulusal mitlere
karşı artmakta olan şüphecilik, elit sınıfın mekanizmalarına karşı işliyor. Ancak bu ulusal mitlerin tamamen
dağıldığı anlamına gelmiyor. Yeniden yorumlandıklarını söylemek daha doğru olur.
Türkiye içinde de lekeliler var. Türkiye ‘normaline’ (Sünni Müslüman, dindar, Türkçe konuşan vb…)
uymayan Aleviler, Kürtler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler var. Cumhuriyetin kendi içindeki lekelilere karşı
tutumunu nasıl değerlendirirsiniz? Bauman “Ne kadar asimile olurlarsa olsunlar, Yahudilikleri o kadar
göze batıyor” demişti Alman Yahudileri için. “Her devletin kendi dinamiğini devam ettiren kendi ötekileri
var” dediniz. Bu durumda eşit vatandaş olma arzusu bir hayal mi?
Sosyal hiyerarşiler her toplumun yarattığı sosyolojik bir olgu olduğu için tamamen üzerinden gelmek mümkün
değil, en azından benim bildiğim bir örnek yok. Ama iyi veya kötü dengelerden bahsedebiliriz. Genelde eşitlik
rüyası ile hoşgörü rüyası çelişki içindedir. Eşitliğe çok vurgu yapılan toplumlarda hoşgörü azdır çünkü her çeşit
farklılık eşit uygulamayı zorlaştırır. Bu da leke mekanizmasını çalıştırır, asimilasyonu özendirir.
Fakat bir taraftan da Bauman’ın bahsettiği gibi asimilasyonda güç sahibi normalleri rahatsız eden bir şey var.
Hem bizden farklı olanlar bize benzemeye çalışsın (yani bizim üstünlüğümüzü kabul etsin), hem de tam bizim
gibi olmasınlar istiyoruz. Asimilasyonla aynı noktaya gelinebiliyorsa nedir bizim üstünlüğümüzün temeli? Doğru
cevap hiç bir şey. Şu ya da bu grubun üyesi olarak doğmuş olmak tamamen şans meselesi. Bu çok rahatsız edici
bir cevap olduğu için yüzleşmek istemediğimiz bir durum. O yüzden eşitlik vaadiyle asimilasyonu özendiren
(hatta buna zorlayan) bütün devletler, bir taraftan da asimile olan grupların izini sürmüş, çetelesini tutmuş,
şüpheli muamelesi yapmış, kendileri isteseler bile tam asimile olmalarına izin vermemiştir. Türkiye Cumhuriyeti
de bu paradoksa iyi bir örnek ne yazık ki.
Çok kültürlü toplumlarda ise hiyerarşiler daha belirgin oluyor, leke mekanizmasına gerek kalmıyor. Osmanlı’da
mesela farklılık daha çok kabul görüyordu ama eşitlik yoktu. Kanunen eşit olmamanın birçok dezavantajı
olduğunu söylemeye gerek yok.
İki türlü de devlet gücünü elinde tutmayan gruplar haksızlığa uğruyor, ama o haksızlığın derecesi ve şekli
http://www.salom.com.tr/haber-95268-esitlik_ruyasi_ile_hosgoru__ruyasi_celiski_icinde.html
Page 2 of 3
“Eşitlik rüyası ile hoşgörü rüyası çelişki içinde”
10/08/2015 14:19
toplumdan topluma değişiyor. Mükemmel toplum diye bir şey olmadığını kabul ederek yapabileceğimizin en iyisi
için yine de uğraşmalıyız. Weber’in dediği gibi, “Siyasi çaba bütün umutların bittiği anda bile mümkün olmayan
dünyalar için çırpınanların işidir – onlar sayesinde tarih boyunca mümkün olan çözümlere ulaştık.”
Almanya’nın II. Dünya Savaşı sırasındaki suçları Japonya’dan çok daha ağır olmasına rağmen
Almanya’nın Avrupalılığı yeniden ulusal kimlik inşa sürecini Japonya’ya nazaran yumuşattı dediniz.
Günümüzde de bu ‘içerdeki-dışardaki’ farkı sürüyor. Paris’teki Charlie Hebdo saldırısı için dünya
yerinden oynarken Kenya’daki okul baskınına verilen tepki çok farklıydı. Neden önem derecesi bu kadar
büyük?
Bu Goffman’ın derinlemesine bahsettiği bir şey - bir toplumun ‘normal’i neyse onu daha ‘insan’ olarak görmenin
daha kolay olması, dışına düşenlerle empati yapmanın daha zor gelmesi gibi. Avrupa’ya has bir durum değil,
ama uluslararası sistem hâlâ Avrupa/Batı merkezli olduğu için Avrupa’nın bu yaklaşımının daha farkındayız. Bu
konuda hiç iyi gelişme olmadı diyemeyiz, Batı son yüzyılda bu açıdan çok yol kat etti. Ama tabii hâlâ daha kat
edeceği yol var.
Bugün Ortadoğu’da yaşanan istikrarsızlık durumunu, Batı’da yaşanan terör olaylarını lekelilik kuramıyla
açıklayabilir miyiz?
Açıklayabiliriz evet. Ben birçok çatışmanın temelinde insanın tanınma ihtiyacının yattığına inanan bir akımdan
geliyorum. Eğer kişi diğer kişilerin nezdinde var olduğunu, önemli olduğunu hissedemezse isterse Karun olsun
mutlu olamaz, sağlıklı ilişkiler kuramaz. Ortadoğu’daki sorunların maddi sebepleri de var elbette, ama aslında
temelinde kişilerin söylediğim açıdan yaşadığı eksiklik hissi yatıyor. Mesela James Gilligan’ın hapishane
psikiyatristi olduğu sırada yaptığı gözlemlerden yola çıkarak yazdığı ‘Violence: Reflections on a National
Epidemic’ (First Vintage Books, 1996) kitabında, şiddeti tamamen kişinin utanç ve eksiklik hissine bağlıyor.
Gilligan’ın bulgusu şu: Eğer bir birey kimliğinden veya toplumdaki pozisyonundan dolayı sürekli bir utanç içinde
yaşıyorsa en ufak bir kıvılcım kişinin şiddete başvurmasına sebep olabiliyor. Demek ki maddi eksiklikler, sosyal
ve psikolojik sorunlara sebep oldukları için önemli. Ben de kitabımda bambaşka bir sosyolojik yaklaşımla ülkeler
için eksiklik hissinin yarattığı yan etkileri gösterdim. Bütün bunlardan şu sonucu çıkarıyorum, terörden tutun da
gerek Türk toplumundaki kadın cinayetlerine gerek Ortadoğu’daki siyasi durumu anlamak için aslında sosyalpsikolojik açıklamalara başvurmak lazım.
Tüm yorumları göster
Yorumlar
Siz de yorumunuzu yapın
0
Söyleşi
AARON STEIN: “AKP’nin iç ve
dış politikada attığı en olumlu
adımı olan çözüm süreci çöktü”
İLGİLİ HABERLER
AARON STEIN: “AKP’nin iç ve dış politikada attığı en olumlu adımı olan çözüm
süreci çöktü”
AARON STEIN: “AKP’nin
iç ve dış politikada attığı
en olumlu adımı olan
çözüm süreci çöktü”
32 kişinin hayatına mal olan
Suruç Amara Kültür Merkezine
yönelik terör saldırıs...
Karel VALANSİ
www.twitter.com/karelvalansi
32 kişinin hayatına mal olan Suruç Amara
Kültür Merkezine yönelik terör saldırısı ile
birçok konuda çok kısa bir sürede ciddi değişimler yaşadı
Türkiye. IŞİD tarafından gerçekleştirilen bu saldırının başta
çözüm süreci olmak üzere Türkiye’ye etkilerini, ABD’nin
baskısına rağmen Ankara’nın uzun süredir karşı çıktığı İncirlik
politikasını değiştirmesini, son gelişmelerin Türkiye-ABD ilişkileri
ve Suriye savaşına olası etkilerini Amerikan düşünce kuruluşu
Atlantic Council Refik Hariri Ortadoğu Merkezi Uzmanı Aaron
Stein Şalom’a özel olarak değerlendirdi.
En Çok Okunanlar
» Ruşen Çakır sordu Molinas cevapladı
» ‘Sizin Hiç Maviniz Var Mı?’
Şalom Gazetesi
7,115 likes
» AARON STEIN: “AKP’nin iç ve dış politikada attığı en olumlu
adımı olan çözüm süreci çöktü”
» Türkiye Maccabi Oyunları’ndan 11 madalya ile döndü
Like Page
Share
7 friends like this
» Berlin´de ilk madalyalar yüzme ve badmintondan
» 14. Avrupa Maccabi Oyunları´nda futsal başarısı
» İsrail’in Ben Gurion Havaalanı kapanma tehlikesi ile karşı
karşıya
» Maccabi Oyunları´nda rekor kıran Şabat yemeği
Şalom Gazetesi shared a link.
46 mins
» Treblinka isyanı 72. yılında anıldı
» Tiyatro mevsiminin ardından -ıı
Tüm Hakları Saklıdır © 2010 - 2011
İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz
http://www.salom.com.tr/haber-95268-esitlik_ruyasi_ile_hosgoru__ruyasi_celiski_icinde.html
Reklamlarınız için: reklam@salom.com.tr
Tasarım & Uygulama Heweso
Page 3 of 3