[go: up one dir, main page]

Academia.eduAcademia.edu
6 SOSYAL BİLİMLER ÖĞRENCİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI EDİTÖRLER Doç. Dr. Mustafa Öksüz & Doç. Dr. Ercüment Topuz Bilhikem VI. Sosyal Bilimler Öğrenci Sempozyumu Bildiriler Kitabı Editör: Doç. Dr. Mustafa Öksüz & Doç. Dr. Ercüment Topuz Bilhikem Yayınları No: 8 e-ISBN: 978-605-74441-2-7 Kapak ve İç Tasarım: Öğr. Gör. Erdal YILDIZ Basım Tarihi ve Yeri: 2024-VAN Elektronik Yayın Adresi: www.bilhikem.org Erişim Hakkı | Access Right: Açık Erişim | Open Access Lisans Türü | License: CC-BY-NC Telif Hakkı | Copyright: Yazar & Bilhikem Yayınları Erişim | Access: bilhikem.org . 6 Sempozyum bilhikem KİTAPÇIĞI Editör: Doç. Dr. Mustafa Öksüz & Doç. Dr. Ercüment Topuz Düzenleme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Hakan HEMŞİNLİ Düzenleme Kurulu Doç. Dr. Yunus KAPLAN Doç. Dr. Ercüment TOPUZ Doç. Dr. Mustafa ÖKSÜZ Dr. Öğr. Üyesi Ali Haydar ÖKSÜZ Öğr. Gör. Mehmet Emin AKASLAN Arş. Gör. Dr. Selahattin POLATOĞLU Mahire DENİZ Şenol DÜNDAR Hasan BÜLTE Semih TEKİN Sekreterya Zafer HIRSLI Nazlı Hilal ÇETİN Şeymanur GÜLAÇAR BERBEROĞLU Muharrem ARSLAN Büşra AYVAZOĞLU BOZYİĞİT Ömer YAKUT Takdim Civilization kavramının bir muadili olarak tercih edilen medeniyet, ilk çıkış itibariyle şehirleşmenin bir karşılığı olarak kullanılmakla birlikte zaman içinde Batı’nın hegemonik gücünün bir propagandasına dönüşmüş ve insanlığın geri kalan birikimini adeta ötekileştirmiştir. Halbuki medeniyet yürüyüşü yeni bir şey olmayıp ilk insanın yeryüzündeki macerasıyla başlayan ve kendi içinde çeşitli kırılmaları ve ilerlemeleri olan doğal bir süreçtir. Dolayısıyla egemen Batı paradigmasının dayattığı gibi yeni bir merhaleden ziyade kökeni semavi olan bir gelişmeyi, değişimi ve dönüşümü simgelemektedir. Bu merhalenin kemâlât boyutunu Mescid-i Nebevi’nin Yesrib şehrini Medine’ye dönüştürmesiyle başlatabiliriz. Dönüşüm “ülfet” ve “ünsiyet” merkeze alınarak gerçekleştirilmiştir. Böyle bir gerçeklik şehri, “ben ve ötekilerin” itihamından değil “biz ve henüz bizden olmayanların” ittifakından meydana getirmiştir. Elde edilen müktesebat kısa bir sürede mevzuata kapı aralamış ve şehrin neliğine vurgu yapan müesseselerin doğumuna ortam hazırlamıştır. Mescid merkezli medine anlayışının ilk meyveleri Kufe, Basra ve Fustat kentlerinin kuruluşunda sergilenmiştir. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı birikimi de mevcut mirasın gelişmesine, coğrafyaya ve şartlara göre şekillenmesine katkı sağlamıştır. Bu medeni tecrübe adeta insanı insanın ilacı kılarak doğayla da bir birliktelik kurmasını ve ona yabancı kalmamasını mümkün kılmıştır. Zira günümüz uygarlığı insanı insanın kurdu olarak takdim ederek çevre üzerindeki tahribatını da meşrulaştırması dikkate alındığında Müslüman medeniyet birikimine duyulan ihtiyaç aşikâr bir biçimde hissedilmektedir. Tahribatın temsilini 19. Yüzyıl Avrupası’nın sömürgecilik anlayışında müşahede etmek mümkündür. Avrupa insanlığın tecrübesini kendi kapitalist gayeleri için kullanarak adeta dünyayı insan arzularının sömürgesi haline getirmiş ve bu da gezegenimizi iflas noktasına doğru adeta sürüklemektedir. Gelinen nokta medeniyetin tabiatla uyumlu olmasını ve yıkıcı heveslerinden arınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Genç araştırmacıları bir araya getirerek ilmî çabalarını sunmaya imkân sağlayan Bilhikem, çağımızın mezkur sorununa ilişkin bir teklif takdim etmeyi amaçlamaktadır. Uluslararası 6. Bilhikem Öğrenci Sempozyumu’nun ana teması olarak belirlenen “Medeniyet ve Şehir” başlığı çerçevesinde “hangi medeniyet ve nasıl bir şehir” tartışmalarına ilişkin teklifler sunulmuştur. Edebiyattan sanata, tarihten mimariye, tiyatrodan teknolojiye birçok alt başlığı içeren 21 yayın bahse konu tekliflerin birer tezahürleridir. Bu zorlu sürecin başarıya ulaşmasında katkıları olan başta düzenleme kurulu olmak üzere yazarlara ve paydaşlara teşekkür ederiz. Ercüment Topuz-Mustafa Öksüz Van/2024 İçindekiler Takdim / 4 Kadife Sesli Kraliçe Feyruz’un Şarkılarında Şehir ve Medeniyet: Şam, Beyrut, Kudüs, Bağdat, Mısır / 15 Zeynep POLATER Medeniyetin Oluşumunda Dinin Belirleyici Rolü / 31 Eda AKAR Gençlerde Prososyal Bir Davranış Olarak Yardımseverliğin Din ile İlişkisi / 47 Ümran GÜLER Erzurum İl Merkezinde Bulunan Türbeler Üzerine Derleme ve Değerlendirmeler / 59 Müseffa KÜNİ Metropolde Eğitimin Sürdürülebilirliğinde Eşitsizlik Sorunu / 73 Zuhal AKBAYIR Turgut Cansever Düşüncesinde Dünyayı Güzelleştirmek / 89 Hümeyra PARLAK Sosyal Değişim Bağlamında Ebû Hanîfe’nin Hadislere Yaklaşımı / 101 Melisa Feyza AKTAŞ Çok Kültürlü Bir Kentte Genç Kuşağın Kimlik Algısı: Van Örneğinde Nitel Bir Araştırma / 117 Kübra YÜREKTÜRK, Seher TİTİZ Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine / 137 Bahar KIZIL Rodosî-Zâde Muhammed’in Tercüme-i Vefeyâtü’l-a‘yân Adlı Eserinde Kitap / 153 Dilan ADANÇ Modernitenin Üç Nesil Üç Hayat Eserinde Yanlış Batıcılaşma Örneği Olarak Tezahürü / 163 Nida ŞAHİN Suriyeli Mültecilerin Fıkıh Taşıyıcılığı -Van İli Özelinde Medeniyet İçi Etkileşim Üzerine Bir İnceleme Denemesi- / 183 Münevver ÇUKUROVA Çağın Epistemolojik Krizi: Dijital Kültürde Veriperverlik (Dataizm) ve Hakikat İlişkisi / 193 Ramazan KILIÇ Türkiye’de Kudüs Hakkında Yapılan Çalışmalar / 215 Rumeysa YALÇIN Zihniyet Değişimi İle Moda Gerilimi Arasında Farsça Tamlamaların Kullanımının Van Örneğinde İncelenmesi / 253 Leyla EKİNCİ Nasyonel Sosyalizme Giden Yolda Alman Medeniyetine Birinci Dünya Savaşının Etkileri / 267 Sudenur BULUT 4-6 Yaş Kur’an Kursu Kitaplarında Yer Alan Etkinliklerin Çevre Bilinci Değeri Çerçevesinde İncelenmesi / 287 Yasemin ATEŞMEN ÖZER ‫إيمان عزيز عثمان‬ Erken İslam Şehirlerinde Meydan / 309 Şerifenur TEKELIOĞLU / 303 Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine Bahar KIZIL1 Giriş İnanç, estetik, sanat, ibadet, dil vs. unsurları içinde barındıran din, belli kültürler ve medeniyetler içinde kendine yer edinmiştir. İnsanlık tarihine baktığımızda ve herhangi bir dini ele aldığımızda bu gerçeği görmek mümkündür. Hiçbir toplum, kültür veya medeniyet dinin etkisinden kurtulamamıştır. En ilkel kabileden tutup günümüz modern zaman dilimine kadar din dediğimiz kutsal olgu pek çok konuda olduğu gibi kültür ve medeniyet konusunda da muhtelif şekillerde adından sıkça söz ettirmiştir. Bu bakımdan din, kültür ve medeniyet arasında çok sıkı bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. İnsanı hayvandan ayıran en önemli özelliğin akıl olmasının yanı sıra kültür de bir diğer ayrıcı özelliklerindendir. “…ilkçağda kuş yuvasını, arı bal ve peteğini nasıl yapıyorsa bugün de aynı şekilde yapmaktadır. Oysa insan ilkçağda mağaralarda ve ağaç kovuklarında yaşarken bugün modern ve sağlıklı meskenler yapmakta ve oralarda barınmakta ve her geçen gün bunu geliştirmektedir.”(Arslanoğlu 2000:246; Uygur 2018:19) İnsan dünyaya gelirken belli bir kültürde yer edinmektedir. Bu sadece kültürle kalmaz aynı zamanda ailesinin de kabul ettiği bir din ve medeniyet anlayışıyla karşı karşıya kalır. Doğduğu kültürde büyüyüp gelişen insan daha sonra ailesinin sahip olduğu din ve medeniyeti öğrenmeye başlar. Bu açıdan baktığımızda kültürün toplumu, medeniyetin ise bireyi öne çıkardığını söyleyebiliriz. Din burada her iki unsura etki ederek hem kültürel zenginlik hem de çeşitli anlam dünyaları kazandırmaktadır. 1 Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi. 138 | 3 Nisan Bilhikem 6. Sempozyum Kitapçığı Din, kültür ve medeniyet arasındaki ilişkiyi daha iyi değerlendirebilmek ve bu üç unsurun birbirlerine ne derece ve nasıl etki ettiğini görebilmek için ilk önce din, kültür ve medeniyetin tanımını ve özelliklerini açıklamak gerekmektedir. Dinamik bir yapıya sahip olan ve pek çok unsurları içinde barındıran kültür kavramı tasvir edilmesi zor olan bir kavramdır. Bunun yanında, her alan (sosyoloji, antropoloji, felsefe, tarih vs.) kültür kavramını kendi bağlamı içinde ele alıp tanımlamaktadır. Diğer taraftan, İslam düşüncesinde kültür ve medeniyet kavramlarını birlikte kullanılmaktadır. Bu da kültür kavramını tanımlamak ve açıklamak açısından zorlayıcı bir durumdur. Biz bu çalışmamızda kültür ve diğer iki kavramın daha çok felsefî boyutuyla ilgilenerek ilgili kavramı belli sınırlar içinde tanımlamaya ve açıklamaya çalışacağız. Kültür, genel olarak, ‘bir milleti diğer milletlerden ayıran, içinde pek çok unsur (ahlâk, estetik, sanat, dil, inanç, tarih vs.), düşünce yapılarını ve yaşayış biçimleri barındıran ve bunları sonraki kuşaklara ulaştırma gayesini taşıyan’ şeklinde tanımlanabilmektedir. Kültürsüz bir toplum düşünmek imkansızdır. Çünkü toplumdaki kültürü inşa eden, yani kültürel dünyayı kuran insanlardır. Bu kültürel dünya içinde bir de anlamlar dünyası bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, kültürün somut ve soyut unsurlarını barındıran ve bu unsurların söz, eylem gibi özellikleriyle şekillenen anlamlar dünyası, bizlerin oluşturduğu ve nesilden nesile aktarılmaya çalışıldığı bir kültürel alandır.(Köktürk 2017:17) Her toplumun kültür dünyası, gerek düşünme ve yaşayış biçimleriyle gerek sembolleriyle gerek de sosyal güçleriyle (siyasal fikirler) farklı şekillerde varlık kazanmaktadır. Bu açıdan baktığımızda kültür, toplumu öne çıkardığı gibi “milli” olma özelliğini de ortaya koymaktadır. Diğer bir ifadeyle, düşündüğümüz, hayatımıza uyguladığımız, söz veya yazı halinde paylaştığımız; bilgi, inanç, gelenekler, sanat, değerlerinin artık ilgili toplumun kültürüne ait oluşu “milli” özelliğini kazandırmaktadır. Örneğin, Türk kültürünün kendine ait ve sadece kendisinin kullanabileceği bir milli marşının bulunması gibi. Kültüre ait değerler birçok millet tarafından benimsendikten sonra yahut daha açık bir ifadeyle insanların belli bir hayat düzen üzerine yaşaması haline geldikten sonra medeniyet dediğimiz olgu ortaya çıkacaktır.(Görgün 2020:14) Kültürün aksine statik bir olgu olan medeniyet, Arapça bir kelime olup “Medine” kelimesinden türetilmiştir ve “şehirli”, “bir şehre mensup olmak”, “iyi ve refah bir hayat yaşamak” anlamlarına gelmektedir.2 Bu kelime 18. 2 İlhan Kutluer, “Medeniyet”, TDV İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV, 2003), 28/1; M. Nihat, Özön, Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine | 139 yüzyıllarda daha çok, Batı Avrupa’da aristokrat bir zümrenin hayat tarzı olarak tanımlamaktaydı. Burada bir kavram olarak kullanılan medeniyet, “civilisation” kelimesinin karşılığı olarak ele alınmaktaydı. Medeniyet kelimesi kaynağını sadece Avrupa’dan almakta ve tekil olarak kullanılmaktaydı. 19. yüzyılın ortalarından sonra “civilisation” kelimesi artık çoğul olarak da kullanılmaya başladı. Diğer bir deyişle, artık Avrupa, Batı medeniyeti diye genel bir medeniyet yerine Fransız medeniyeti, İngiliz medeniyeti ve daha sonra İslâm medeniyeti diye muhtelif medeniyetler de yerini aldı. “Çoğul olarak kullanıldığında sadece aristokratlar değil de dünyanın farklı yerlerinde yaşayan ve farklı içerikleri ve formları olan hayat tarzlarını isimlendirmek için de kullanılmaya başlıyor.”(Görgün 2020:19) Böyle bir durumda medeniyet artık milletler arası bir özelliği yüklemiş bulunmaktadır. Medeniyetin ve kültürün önemli bir unsuru olan ve her toplum ve millette uzun asırlar boyunca yer edinen din, insan hayatı için kaçınılmaz bir kavramdır. Sadece bir kavram olarak kalmayıp her toplumda yaşatılan ve hayatı anlama ve anlamlandırma konusunda önemli bir konumda durmaktadır. Öyle ki, bir kültürün ve hatta medeniyetin, gerek ahlâkî gerek felsefî gerek de sosyal ilişkilerinde din çok kez söz sahibi olmaktadır. Dinin muhtelif gerçeklikleri ve bu gerçekliklerin her kültürde birbirinden farklı tezahürleri bulunmaktadır. Örneğin, İslâm dininin gerçeklikleri Doğu kesimlerince farklı yaşatılırken Batı kesimlerince daha farklı şekillerde yaşatılmaktadır. Aynı şekilde, Yahudilik, Kudüs’te daha fanatizm bir şekilde kendini gösterirken Londra’da fanatizmden çok seküler bir biçimde kendini gösterebilmektedir. Buna mezhepleri de kattığımızda yine benzer şeyleri söylemek mümkündür. Her kültürün yahut medeniyetin dini yaşama ve anlamlandırma noktasında muhtelif disiplinlerin olduğu gerçeği bizi din, kültür ve medeniyet ilişkisinin ne derece yoğun bir şekilde var olduğu düşüncesine götürmektedir. Dinî çeşitlilik ve çokluk meselesinde bu konuyu ele aldığımızda benzer gerçeklikleri görmek mümkündür.(Kılıç 2015:10) Biz burada, din, kültür ve medeniyet ilişkisine dinî çeşitlilik ve çokluk meselesiyle bakmaktan ziyade ilgili ilişkiyi felsefî ve teolojik açıdan analiz edip gerekli değerlendirmeleri yapacağız. Özel olarak İslâm dininin kültür ve medeniyeti üzerinde duracak olsak da yer yer Hristiyanlık, Yahudilik dinlerinin kültür ve medeniyet konusuna da değineceğiz. Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Bir toplumun kimlik yapısını ortaya “Osmanlıca/Türkçe Sözlük” kitabından aktaran; Arslanoğlu, “Kültür ve Medeniyet Kavramları”, 249. 140 | 3 Nisan Bilhikem 6. Sempozyum Kitapçığı koyan kültür ve dinin, ilgili kimlik yapısını diğer toplumlara aktaran medeniyetin en temel varlığı insandır. İnsan, hem kültürün hem dinin hem de doğal olarak medeniyetin üreticisi durumundadır.(Cebeci̇̇ 2014:1-2)Tarih boyunca bu gerçeklik her daim varlığını göstermektedir diyebiliriz. Kültür ve medeniyette varlığını hissettiren ve pek çok konuda etki eden en önemli olgu ise dindir. Dinin medeniyete etkisini Fransız siyaset adamı Mirabeau şu şekilde ifade etmektedir: “…Şüphesiz din insanlığın ilk/asli ve en faydalı dizginleyicisidir; O, medeniyetin asli kaynağıdır; o bize biteviye kardeşliği tavsiye ederek, ona davet eder, kalbimizi yumuşatır, ruhumuzu terbiye eder, hayallerimizi, mükafâtlar ve avantajlar alanını sınırsız bir bölgede genişleterek, düzenler ve yönetir ve başka yerlerde herkes birbirini kıskanırken, bizi bu şekilde başkasının saadetiyle ilgilendirir/irtibatlandırır.”3 Mirabeau “din, medeniyetin aslî kaynağıdır.” derken burada, medeniyet kavramına farklı bir açıdan bakmaktadır. 1757 yılında, “civilisation” yani medeniyet kelimesini ilk defa, L’Ami des Hommes ou Traite de la Populationadlı eserinde kullanmıştır. Medeniyet kelimesini “insanların hayat düzeni” olarak kullanan Mirabeau, bu düzende önemli olan üç temel unsurun zorunlu olarak bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Bu üç önemli temel unsur; yöneticiler, askerler ve ehemmiyetine dair çokça üzerinde durduğu din görevlileridir. Çünkü ona göre, insanların bulunduğu toplumun düzeni için din görevlilerin önemli bir konumu bulunmaktadır. Din toplumsal hayat düzeni için gerekli farklı fikirleri ortaya koymaktadır. Buna, her konuda itidal üzerine durmak, toplumsal kardeşliği tavsiye etmek, merhameti insanlığın temel görevi saymak, hakkı olan kişiye hakkını zamanında vermek vb. konuları örnek verebiliriz. Bunlar dinî vecibelerin yerine getirme konusu olduğu gibi toplumsal bir düzen kurma konusunda sağlıklı ilişkilerin meydana gelebilmesi konusunda da önemli olan temel konulardır. Tüm bunlar toplumda uyum içinde ve gerekli fonksiyonları icra etme konusunda din adamlarının aslî görevlerindendir.(Görgün 2020:12-13) Bu bakımdan Mirabeau, “din, medeniyetin aslî kaynağıdır.” derken, medeniyet kavramını, düzenli toplumsal hayat şeklinde ele alarak ve düzenli toplumsal hayatta din görevlilerinin önemli konumda olduğunu ifade ederek dinin, medeniyet ve kültür olgusuyla olan iliş3 Mirabeau, “ L’Ami des Hommes ou Traite de la Population” adlı eserinden çeviren: (Görgün 2020:13) Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine | 141 kisini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Mirabeau’nun medeniyet kavramını yukarıda açıkladığımız şekilde ele alması önem arz eden bir yaklaşımdır. Zira medeniyet olgusu, önceden daha çok aristokrat hayat tarzı olarak ele alınıyordu. Medeniyet olgusunu sadece aristokrat bir hayat tarzı şeklinde ele almak medeniyet kavramının daraltılıp sadece Batı Avrupa kesimini içine almak gibi bir hataya düşmek demektir. Oysaki medeniyet, kültür olgusunu da içinde barındırması bakımından kültürün din, sanat, dil, sanat vs. unsurlarını da içinde bulundurmaktadır. Bu açıdan baktığımızda medeniyeti sadece bir toplumla ele almak diğer toplumların hayat tarzlarını, düşünce dünyalarını, hakikat içeriklerini vs. görmemezlikten gelmektir. 19. yüzyılın ortalarına doğru bu anlayış etkisini kaybederek İslâm medeniyeti de başta olmak üzere pek çok millet medeniyet sıfatıyla ele alınmaya başlamıştır. 19. yüzyıldan sonra gerek kültür kavramı gerek de medeniyet kavramı,Tanrı, kutsal varlıklar, semavi ve kurumsal dinler, ideolojik akımlar, siyasi kimlikler, milliyetçilik gibi maddi ve manevi pek çok değerleri de içine alarak genişletilmiştir.(Topaloğlu 2018:177) Din, kültür ve medeniyet ilişkisinin detaylarına girmeden önce önemli bir hususu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Ele aldığımız konu münasebetinde kültür ve medeniyet kavramları çoğu kez tartışmaların odağında olmuştur. Bu tartışmalardan biri de kültür ve medeniyet kavramlarının farklı mı yoksa aynı kavramlar olarak mı kullanılması gerektiği tartışmasıdır.(Meriç 1986:44)Örneğin, Nurettin Topçu, kültür ve medeniyet kavramları birbirinden farklı kavramlardır ve bu iki kavramın ayrı bir şekilde ele alınması gerektiğini; aksi takdirde Batı taklitçiliğine doğru gidebileceğimizi ifade etmektedir. Ona göre “medeniyet, insanlığın muayyen tarihi devirlerinde, bir zümre cemiyetin benimsediği vasıtalarla çalışarak ortaya koyduğu ve yaşattığı teknik eserlerin ve yaşayış şekillerinin bütününe denir. Teknik eserlerin ve adetlerin bütününden ibarettir ve maddi hayatı ilgilendirir…Kültür ise, bir cemiyetin kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bu değerler, ilim, sanat, ahlak ve dine ait değerlerdir. Kültür, ruhidir ve her cemiyetin kendi malıdır… Bu değerler alanında, aynı medeniyete giren milletler bile başkalıklar taşırlar.”(Topçu 1999:153-54) İslâm düşüncesinde ise kültür ve medeniyet kavramları, İslâm dininin evrensel olma özelliğinden dolayı tek çatı altında ele alınıp kullanmaktadır.(Meriç 1986:42) Böylelikle, İslâm medeniyeti denildiği zaman, İslâm beldelerin- 142 | 3 Nisan Bilhikem 6. Sempozyum Kitapçığı de yer alan milletlerin kültürleri de yer almaktadır. Diğer bir deyişle, İslâm medeniyeti, farklı toplumlarda yaşayan Müslümanların kültürel unsurlarını da barındıran ortak bir “akıldır.” Ortak akıl benzetmesindeki kastımız, bireylerin birbirine bağlanmasında etkili olan maddi ve manevi unsurlardır ve bunu diğer medeniyetler için de kullanmak mümkündür. Zira medeniyetlerin meydana gelmesinde bireylerin birbirleriyle olan güçlü ilişkileri etkili olmaktadır. (Weber 1985:77) Bu bağlamda, medeniyet ve kültür kavramlarının aynı mı yoksa farklı mı kullanılması gerektiği konunun arka planında genel olarak dinsel ve sosyolojik etkenler bulunmaktadır. Kültür ve medeniyetin etki ve özellikleri her ne kadar birbirine benzese de onları ayıran ince nüanslar bulunmaktadır. Bu ince nüanslardan biri de hiç şüphesiz maddi ve manevi inançlardır ki, medeniyetlerin oluşmasında inançların etkisi oldukça büyüktür. İnsan fıtratında yer alan inanç/inanma duygusu, tarih boyunca varlığını göstererek bu duygunun ne derece diğer alanlara etki ettiğini göstermektedir. Medeniyetlerin oluşmasında kültürün rolü kadar dinin de önemli bir rolü bulunmaktadır. İnsandaki inanç duygusu sadece insanın bizzat kendi içinde yaşadığı, maneviyatta kaldığı bir duygu olmadığı gibi belli başlı şekillerde her toplumda kendini göstermektedir.(Akdoğan 2008:89) Bu duygu yeri gelince toplumsal ilişkiler münasebetinde gerekli ahlâkî normları serdetmeye çalışan, mimarî yahut estetik alanda önemli sanatları ortaya koyan, farklı anlam dünyalarını gösteren vs. bir güce sahip olabilmektedir. Haç, cami, kilise, Kabe, Buda heykeli, reenkarnasyon, teslis, hırsızlık yapmamak, Tanrı’ya bir şeyleri kurban etmek, Tavus Melek konuları inanma duygusunun farklı toplum, kültür ve medeniyetlerde kendini ifade etme şekli haline gelmektedir. Bu bağlamda, dinin, kültürü ve medeniyeti zenginleştirmede ve kültürün unsurları olan sanat, dil, estetik gibi alanlarına etki etmede inkar edilemeyecek güçlü bir yönü bulunmaktadır. Her toplumun inanç kültürü ilgisi neticesinde ortaya çıkmış olan muhtelif düşünce ve anlayışların zenginliği medeniyetlerin oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Başka bir ifadeyle, bir yandan kültür olgusunun getirdiği maddi zenginlik, diğer taraftan dinin ortaya koyduğu manevi zenginlik farklı medeniyetleri gün yüzüne çıkartmaya hazır hâle getirmektedir. Bu bağlamda, din ve medeniyet ilişkisini ele aldığımızda her medeniyetin her daim dinle teması olmuştur diyebiliriz.(Akdoğan 2008:88-89) Bazı medeniyet ve kültürlere baktığımızda din ve dinin öğretileri önemli fonksiyonlara sahip olmaktadır. Dinin öğretileri toplumda belirleyici bir rolü Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine | 143 üstlenmektedir. Bu önemli rol, toplumun veya kültürün gerek uluhiyet anlayışında gerek içinde yaşadığı dünyayı anlamlandırma konusunda gerek de siyasal, ekonomik, kurumsal alanlarda kendini göstermektedir. Bu bağlamda, dini anlama ve anlamlandırma konusunda kültürün etkisi olduğu kadar kültürün oluşumunda ve insana bunu yaşatmasında dinin de etkileri bulunmaktadır. Zira kültür ve dinin toplumu bütünleştirme, bir araya getirme özellikleri bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle, din ve kültür toplumda kolektif bir bilinç oluşturmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken ince bir husus bulunmaktadır.4 Eğer bir toplumda, kültürün ve dinin özellikleri birbiri yerine kullanılırsa yahut kültürün taşıdığı özelliklerini dinin getirdiği kurallarmış gibi gösterilirse belli başlı sorunlar ortaya çıkacaktır. Böyle bir durumda din, kültür içerisinde üretilmiş bir olgu olarak varlık gösterecektir. “Vahiy anlayışının şekillendirdiği dinde, dinî olan her şey, bir yorumlama meselesi halini alır ve dinî alana aşırı bir görecelik hakim olur.”(Kılıç 2015:35) Bir toplumda din, kültürün tümüne müdahale etmez, sadece belirli yerlere müdahale etmektedir. Her ne kadar kültür ve dinde insan önemli bir faktör olsa da beslendikleri kaynak farklı olmakta ve ilgili kaynakları toplum içinde ahenk olarak kullanması gerekmektedir.“Kültür,her biri sadece kendisi için var olan, çeşitli ve az çok birbiriyle ahenk içinde olan faaliyetlerin mahsûlüdür. Ressam dikkatini yapmakta olduğu resmin üzerinde toplamalı, şair şiirini yazmalı, devlet memuru kendisini içinde bulunduğu duruma göre değişen özel problemlerin çözümüne hasretmelidir.”(Eliot 1987:9) Din vahiy kaynaklı iken kültür, daha çok insan kaynaklı bir üründür. Bu bağlamda, vahiy anlayışıyla hareket eden ve ahlâk (adalet, doğruluk, iyilik vb.), hukuk, sosyal ilişki konularını ortaya koyan din, sadece, kültürü şekillendirmektedir ve toplumda yer edinmektedir. Vahiy anlayışına sahip olan din, insan zihninin doğayla ve insanlarla kurduğu pek çok ilişkilerden doğan kültürle yorumlandığı zaman teolojik meseleler de insan merkezli olarak yorumlanacaktır. Örneğin, Hristiyanlıktaki hulûl, yani Hz. İsa’nın Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürü inancı, kültürün ön kabulleriyle hareket edilerek ortaya koyulan insan merkezli olarak yorumlanan bir “inançtır”.(Kılıç 2015:36-37) Hristiyanlıktaki uluhiyet anlayışı dediğimiz Tanrı anlayışı vahiy merkezli olarak değil de insan merkezli bir teoloji hakim olmaktadır. İslâm dininin uluhiyet anlayışında ise ayetler kullanılmaktadır. “Bu anlamda İslamiyet’te kültürün bir akide/teoloji üretmesi söz konusu 4 (Akdoğan 2002:114) Ayrıca bkz.; (Wach 1995:57) 144 | 3 Nisan Bilhikem 6. Sempozyum Kitapçığı değildir. Kültür, bu önermelerin/ayetlerin anlaşılması aşamasında yeni açılımlar sağlayabilir, ama bu akide/teoloji üretme anlamına gelmez. İslamiyet söz konusu olduğunda, esas itibariyle kültür üreten veya kültürü şekillendiren bir din ile karşı karşıya bulunuruz.”(Kılıç 2015:35-36) Kültür ve din kendini en çok sosyal hayatta, yaşam amacımızda yer edinir, lakin ikisinin beslendiği kaynak farklı olmakla birlikte edindikleri görevler de birbirinden ayrılmaktadır. “Çoğunlukla, dinimizi savunurken kültürümüzü veya kültürümüzü savunurken dinimizi savunuyor olmamız kaçınılmaz bir durumdur. Böyle yaparken de pek çok hata yapmakta ve cürüm işlemekteyiz. Bu hata ve cürümlerin çoğunu tek bir başlık altında toplayabiliriz.Bu, din ve kültürü birbirinden ayırt etmemiz gereken bir seviyede, birbiriyle aynı tutmaktan başka bir şey değildir.”(Eliot 1987:80)Bu önemli nokta göz önünde bulundurulmadığı zaman din, Hristiyanlıkta olduğu gibi, kültür içerisinde ve insan merkezli bir olgu olarak ortaya çıkabilmektedir. Görüldüğü üzere kültür ile din arasındaki ince çizgilere dikkat edilmediği zaman toplumda menfi olaylar sudûr etmektedir. Bu ince nüansı önemsediğimiz için konuyla ilgili birkaç örnek verme gereği duyuyoruz. Dini anlama ve anlamlandırma noktasında kültürün etkisi bulunmaktadır; lakin kültür bu noktada mutlak bir etkisi olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü kültür, dinamik bir özelliğe sahip olmakla birlikte toplumdan topluma değişen ve unsurlarını gelecek nesillere aktarma görevi bulunmaktadır. Din de her toplumda farklı bakış açılarıyla anlamlandırılır ve insan hayatında yaşatılmaktadır. Dinin emir ve yasaklarını, kültürün kurallarına (örf, âdet, gelenek-görenek vb.) indirgersek yahut bir toplumda veya kültürde egemen olan ve mutlak bir şekilde kabul görülen kuralları dinin emir ve yasaklarıymış gibi alırsak hem din açısından hem de kültür açısından bir kaos ortamı meydana gelecektir. İslâm dininden örnek verecek olursak, ilgili meseleyi bid’at kavramı özetleyecek durumdadır. Bid’at, İslâmda olmayan inanç, ibadet, fikir ve davranışların İslâm dinine aitmiş kabul etmektir.5Kültürün kodlarına göre yaşanılan dinin öğretileri, ki hangi din olursa olsun fark etmez, her bakımdan zarar görecektir. Bu bakımdan, “belli bir kültür ortamında meydana gelen yeniliklerin geçerli olanlarının geçerli olmayanlarından ayırt edilmesi noktasında göz önünde bulundurulması gereken ilk ölçüt şüphesiz vahiydir. İnanç ve uygulama alanında vahye açıkça aykırı olan herhangi kültürel bir yeniliğin dinen onaylanması 5 Ayrıntılı bilgi için bkz.;(Yaran 1992) Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine | 145 mümkün değildir.”(Kılıç 2015:19) Böyle bir durumda yapılması gereken en önemli şey dinin ve kültürün kodlarını birbirlerine indirgenmemesidir. Bazı kültür öğretileri kişiye seküler bir anlayışı sunarken din, bilhassa İslâm dini buna karşı çıkmaktadır. Böyle bir durumda dinin ilgili anlayışa onay vermesi vahye aykırı olmaktadır. Örneğin, Doğu toplumun kültüründe kızların okumasına pek müspet bakılmamaktadır. Oysa ki, İslâm dininden örnek verecek olursak, “oku” emrinin yanında “İlim öğrenmek kadın erkek her Müslümana farzdır.”6, “Hikmet (faydalı bilgi) Mü’minin yitik malıdır; nerede bulursa alır.”7 gibi hadis-i şerifler, okumanın önemine ve ilim elde etmek için çaba sarf etmek gerektiği üzerinde durulmaktadır. En nihayetinde, şunu diyebiliriz ki, din her ne kadar kültürün unsurlarından biri olsa da ve aynı zamanda aralarında sıkı bir ilişki bulunsa da bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde yorumlanması gerekmektedir. Daha net bir biçimde söyleyecek olursak, her toplumun kültürlerinde ortak özellikleri meydana getirmedeki en önemli güç dindir ve bu sebeple din ve kültür arasındaki ilişkiyi doğru bilmek gerekmektedir.(Korlaelçi 1993:44) Zira “kültür değiştirmedeki başarısızlık, dinî bir başarısızlıktır.”(Eliot 1987:97) Her toplum gerek semavi gerek de insan ürünü veya ilkel diyebileceğimiz dinlerden etkilenmektedir lakin ilgili dinler “kültür” halini aldığı zaman burada pek çok sorunların meydana gelmesini de hesaba katmak gerekmektedir. Kültürün manevi yönü ile dinin manevi yönü aynı değer ve yargılarıyla kullanılırsa hem kültürü diğer kuşaklara aktarma görevi olan gelenek hem de dinin önemli kaynağı olan vahiy yanlış mefhumlarla karşılaşacaktır. Vahyin anlaşılmasında, bazen her ne kadar içinde bulunduğumuz kültüre bağlı olsa da bu bağlılık mutlak olmamaktadır. Aksi takdirde vahiyden yahut dinden anlayacağımız şey sadece gelenek, örf veya âdet olacaktır. Başka bir deyişle, dinî kültür, topluma sosyal güç verebilmektedir, lakin dinin bir kültür olarak yorumlanabileceği kapısını açmamalıdır. “Bir din çeşitli kültürlere göre değiştirilirse, birbirlerini olumlu yönden etkilemeyen birçok dal ve mezheplere bölünür. Çeşitli kültürlere mensup insanların, dinde birliklerinin sağladığı yararlı neticeyi bugün İsrail Devletinde görmekteyiz. Asırlardır dağınık yaşayan Yahudi halkı değişik kültürde olmalarına rağmen din birliğindeki sağlam bağlılığı nedeniyle devlet olabilmiştir.”(Korlaelçi 1993:46)Toplumda, kültürün 6 İbn Mâce, “Mukaddime”, 17. 7 İbn Mâce, “Zühd”, 15; Tirmizî, “İlim”, 19. 146 | 3 Nisan Bilhikem 6. Sempozyum Kitapçığı ve dinin dengeli bir varoluşun daha sağlıklı ve güvenli olabilmektedir. Dinle kültürü birbirinin aynısı olarak kullanan toplumlar, gelişmemiş kültür ve dinleri meydana getirmektedir. “Birbirinden farlı anlamlara sahip olan din ve kültür, fert ve grup için yalnız sahip oldukları bir şey değil, aynı zamanda ulaşmaya çalıştıkları bir hedef anlamına da gelmelidir.”(Eliot 1987:23) Bu bağlamda, din ve kültür ilişkisini, iç içe olan ve birbirlerini tamamlayan bir ilişki olarak anlamak daha mantıklı bir tavır olmaktadır. Kültür, din ve medeniyet ilişkisi üzerine konuştuğumuz zaman kültürün unsurlarından biri olan ve medeniyetler açısından önemli bir yapısı olan sanat konusuna değinmek istiyoruz. Her medeniyete baktığımızda medeniyeti öne çıkartacak sanat eserleri bulunmaktadır. Bu sanat eserleri; mimarî (cami, kilise, heykel vb.), musikî, edebî vs. şeklinde olabilmektedir. Örneğin, Endülüs’teki bir mimarî yapı yahut Fas’taki bir mimarî yapı İslâm medeniyeti adı altında ele alınmaktadır. Diğer bir ifadeyle, bu mimarî yapılar ve diğer sanat eserleri İslâm medeniyetinin sanat anlayışı hakkında bize bilgi vermektedir. Sanat eserleri farklı zaman ve mekanda olsalar bile ortaya koyulan bu eserler, bize aynı zamanda sanat faaliyetlerine yön veren dinin temel prensiplerini de göstermektedir. İslâm medeniyeti sanatta, tevhid ve tenzih prensiplerini kullanmaktadır. Bu iki prensip, İslâm medeniyetinin sanat anlayışını diğer medeniyetlerdeki sanat anlayışlarından ve nihayetinde ortaya koyulan sanat eserlerinden ayırt etmektedir. Sanatçının ortaya koyduğu sanat eserlerinin kişiye estetik haz verme amacı gütmediğini, dinin hakikatinin bilinmesine yardımcı bir araç olarak kullandığını söylememiz gerekmektedir. Çünkü bazen sanatın verdiği mesaj çok güçlü olabilmektedir. Tevhid ve tenzih prensipleriyle hareket ederek bir sanat eserini ortaya koymaya çalışan sanatçı, Allah’ın tek ve yaratılan her şeyden münezzeh oluşu hakikatini dile getirmektedir. Bu bağlamda, her dinin, kültür çevresinde büyüyen bir sanatçının ortaya koyduğu eserlerde izleri bulunmaktadır.(Aydın 2007:302-3) Zira her sanat eseri; belli hakikat amaçlarıyla, anlam dünyalarıyla, dönemin fikir ve düşünceleriyle, içinde bulunan kültürün folklorik ürünleriyle vs. yapılmaktadır. Bundan hareketle, hem dinin hem kültürün hem de medeniyetin karakteristiği hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Elde edilen bu bilgi farklı araç ve unsurlarla birlikte bir sonraki nesile aktarılmaktadır. Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine | 147 Batı’nın Medeniyet-Din Anlayışı ve İsrail Yukarıda Batı’nın medeniyet kavramı üzerindeki konusuna biraz değinmiştik. Bu başlık altında ise İsrail örneğini ele alarak Batı’nın medeniyet ve din ilişkisine dair gerekli detayları dile getireceğiz. İlgili konuya ilişkin değerlendirmenin sağlıklı bir şekilde ortaya konulması ve Batı’nın medeniyet ve din anlayışını daha net bir şekilde gösterebilme açısından yer yer, gündemini koruyan İsrail’in Gazze’deki katliamına değineceğiz. Medeniyet kavramı Batı tarafından ilk olarak, ‘aristokrasi bir yaşam biçimi’ şeklinde anlamlandırılmaktaydı. Bugün baktığımızda ise bu kavram amaçları aynı olsa da farklı tezahürlerle karşımıza çıkmaktadır. Medeniyette üretilen bilgi önem arz etmekte ve bu bilgi her dönemde farklı şekillerde kullanılmaktadır. Örneğin, Doğu’da bir üs kurmaya çalışan Batı medeniyeti, ürettiği bilgiyi (teknoloji, ekonomi, siyaset, hukuk vs.) bir zulüm aracı olarak kullanmaktadır. Bunun en büyük tezahürünü şuan milyarlarca insanın şahit olduğu İsrail-siyonist katliamlarında/soykırımlarında görüyoruz. Demokrasi ve medeniyet adı altında gerek Afganistan gerek Irak gerek Suriye gerek de şuan bizzat tanıklık yaptığımız Gazze’de kullanılmaya çalışılan bu bilgiler barbarlık diyebileceğimiz seviyede kullanılmaktadır. Aristokrasi bir yaşam biçimden “barbar” bir yaşam biçimine doğru evrilme görülmektedir. Böylesi bir yaşam biçimine medeniyet kavramını yerleştirmek şüphesiz ki kabul edilemez bir durumdur. Zira emperyalizm bir yapı oluşturma çabası uğruna yapılan bu ve bu gibi savaşlar medeniyetle bağdaşmamaktadır. Kendinden ve kendi düşüncelerinden farklı olarak düşünen herkesi öldürmeye çalışan, herkesi köle yapmaya zorlamayan ve hak sahibi olmayan bir mekana savaş, katliam ve soykırım yaparak yerleşmeye çalışan İsrail, tüm bunları “Arz-ı Mev’ûd (vaat edilmiş topraklar)” mitiyle kendini haklı olma konumuna yerleştirmektedir. Bu bağlamda baktığımız zaman İsrail, sadece medeniyet kavramını değil aynı zamanda genel itibariyle din kavramını da yozlaştırmaya çalışmaktadır. Tarih boyunca göçebe bir hayat yaşayan Yahudiler, Filistin topraklarında ve coğrafyasında haksız bir şekilde meşruluğunu sağlamak için dini bir araç olarak yahut tarihi bir düzlem olarak kullanmaktadırlar. 1948’den beri bunun gerçekliğini görmekteyiz. Dinin, medeniyeti inşa etmede pek çok faydasının olduğunu dile getirmiştik. Bunu, İsrail-siyonizm yahut Batı’nın medeniyet-din anlayışı üzerinden 148 | 3 Nisan Bilhikem 6. Sempozyum Kitapçığı değerlendirdiğimiz zaman çok farklı görüntülerini görmekteyiz. En başta, medeniyet ve din kavramlarının menfaatçi bir düşünceyle anlamlandırmaya çalışılmaktadır. Bu şekilde ortaya koyulan bir düşünce yapısı sadece Filistin’de değil, nerede olursa olsun o mekanın anlam dünyasını kötü bir şekilde bozmaktadır. Şüphesiz ki böylesine bir mekanda, toplumun ve kültürün gelişmesi olanaksız görülmektedir. Kültürün, dinin ve medeniyetin aslî roller haksızlığı, soykırımı ve katliamları meşrulaştırmak için kullanıldığı zaman ortada herhangi bir medeniyetten bahsetmek mümkün değildir. Herhangi bir medeniyetten bahsedilmediği gibi hukuk, adalet, özgürlük vb. kavramların varlığını da görmek mümkün değildir. En nihayetinde, Batılı ülkelerden biri olan ABD’nin desteğiyle, tüm bu önemli kavramları bozup sadece kendi menfaati için kullanan İsrail’in medeniyet üzerine yaptığı hiçbir konuşmanın ehemmiyetinin kalmadığını söyleyebiliriz. Dolaylı olarak da Batı’nın yıllar boyunca kitlelere sunduğu “medeniyet” anlayışının aslında “kendinden olanlara” karşı olduğunu görebilmekteyiz. Bu anlayış, medeniyetin uluslararası olma özelliğine karşıt olduğu için bu noktada Batı’nın herhangi bir medeniyet anlayışının varlığını görmek mümkün değildir. Bu bağlamda, İsrail’in 75 yıl ve son 2 ayda Gazze’ye yaptığı katliam ve soykırım örneğini de ele alarak diyebiliriz ki, Batı’nın medeniyet ve din anlayışında menfaatçilik başta olmak üzere pek çok zulüm, sömürgecilik, hukuksuzluk, savaş, mitler vb. yer almaktadır. Böylesine bir din ve medeniyet anlayışı, hiçbir mekana barış, adalet, özgürlük vs. tesis etmeyecektir.8 Sonuç Kültürden daha eski bir tarihi olan din, kendi içinde hem medeniyeti hem de kültürü barındırmakta ve aralarında yoğun bir ilişki bulunmaktadır. Din, medeniyeti inşa edebileceği gibi kültüre de pek çok açıdan (estetik, dil, tarih, anlam dünyası vs.) zenginlik katabilmektedir. Aynı zamanda bir topluma, hem ahlâkî boyutta hem de sosyal hayatı iyileştirme ve güçlendirme konusunda nüfuz etmektedir. İnsanın ve toplumun gelişmesinde, kültür, din ve medeniyetin önemli rolleri bulunmaktadır. Bu önemli rollerin sağlıklı bir şekilde yerine getirilmesi için her biri kendi içinde kendilerine ait konularda değer8 Akademik çalışmalarda dipnot önemli bir mevzudur. Biz bu son başlıkta (Batı’nın Medeniyet-Din Anlayışı ve İsrail) dipnot vermemeyi uygun gördük. Çünkü bu konuya ( Batı’nın medeniyet anlayışından beslenen İsrail’in Gazze’de yaptığı sayısız katliam ve soykırım) milyarlarca insan canlı olarak tanıklık etmiştir. En önemli dipnotun bu olduğunu düşündüğümüz için bilinçli olarak son başlığımızda dipnot vermeyi gerekli görmedik. Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine | 149 lendirilmelidir. Kültürün yerini din yahut dinin yerini kültür aldığı zaman toplumda kaosun meydana gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu bakımdan, her olguyu birbirinin aynısı olarak değil de yerine göre kullanılması en akıllıca tutum olmaktadır. Kültürü kültür, dini din olarak kabul edip herhangi bir indirgemeci ve özdeşleştirme tavrından kaçınmak gerekmektedir. İçinde yaşadığımız kültürü, iman ettiğimiz dini ve saygınlığını korumaya çalıştığımız medeniyeti, şimdiki ve gelecekteki kuşaklara daha doğru ve tutarlı bir şekilde iletmemiz için din, kültür ve medeniyet ilişkisini akıl ve mantık çerçevesinde değerlendirmemiz gerekmektedir. Kaynakça Akdoğan, Ali. 2002. “Din, Kültür ve Medeniyet Etkileşimi”. Tabula Rasa: Felsefe-Teoloji 2(6):109-17. Akdoğan, Ali. 2008. “Medeniyetlerin Oluşmasında Dinin Rolü ve İslam Medeniyeti”. Dinî Araştırmalar Dergisi 11(32):87-106. Arslanoğlu, İbrahim. 2000. “Kültür ve Medeniyet Kavramları”. Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi (15):243-55. Aydın, M. Sait. 2007. Din Felsefesi. İzmir: İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları. Cebeci̇̇, Suat. 2014. “Milli Kimlik Bağlamında Din-Kültür İlişkisi”. Akademik İncelemeler Dergisi 3(2):1-11. Eliot, Thomas Stearns. 1987. Kültür Üzerine Düşünceler. 1. bs. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Görgün, Tahsin. 2020. İslâm-Batı İlişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi. 2. bs. İstanbul: Endülüs Yayınları. Kılıç, Recep. 2015. Din ve Kültür İlişkisi Üzerine. İstanbul: Ötüken Yayınları. Korlaelçi, Murtaza. 1993. “Din-Kültür İlişkisi”. Felsefe Dünyası (8):3547. Köktürk, Milay. 2017. Toplum ve Kültür. İstanbul: Ötüken Yayınları. Kutluer, İlhan. 2003. “Medeniyet”. TDV İslâm Ansiklopedisi 28:296-97. Meriç, Cemil. 1986. Kültürden İrfana. İstanbul: İnsan Yayınları. 150 | 3 Nisan Bilhikem 6. Sempozyum Kitapçığı Topaloğlu, Fatih. 2018. Din Felsefesi Açısından Kutsal Anlatı. 1. bs. Ankara: Elis Yayınları. Topçu, Nurettin. 1999. Yarınki Türkiye. 5. bs. İstanbul: Dergah Yayınları. Uygur, Nermi. 2018. Kültür Kuramı. 5. bs. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Wach, Joachim. 1995. Din Sosyolojisi. İstanbul: MÜİFY. Weber, Max. 1985. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu. İstanbul: Hil Yayınları. Yaran, Rahmi. 1992. “Bid’at”. TDV İslâm Ansiklopedisi 6:129-31. Akdoğan, Ali. 2002. “Din, Kültür ve Medeniyet Etkileşimi”. Tabula Rasa: Felsefe-Teoloji 2(6):109-17. Akdoğan, Ali. 2008. “Medeniyetlerin Oluşmasında Dinin Rolü ve İslam Medeniyeti”. Dinî Araştırmalar Dergisi 11(32):87-106. Arslanoğlu, İbrahim. 2000. “Kültür ve Medeniyet Kavramları”. Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi (15):243-55. Aydın, M. Sait. 2007. Din Felsefesi. İzmir: İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları. Cebeci̇̇, Suat. 2014. “Milli Kimlik Bağlamında Din-Kültür İlişkisi”. Akademik İncelemeler Dergisi 3(2):1-11. Eliot, Thomas Stearns. 1987. Kültür Üzerine Düşünceler. 1. bs. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Görgün, Tahsin. 2020. İslâm-Batı İlişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi. 2. bs. İstanbul: Endülüs Yayınları. Kılıç, Recep. 2015. Din ve Kültür İlişkisi Üzerine. İstanbul: Ötüken Yayınları. Korlaelçi, Murtaza. 1993. “Din-Kültür İlişkisi”. Felsefe Dünyası (8):3547. Köktürk, Milay. 2017. Toplum ve Kültür. İstanbul: Ötüken Yayınları. Kutluer, İlhan. 2003. “Medeniyet”. TDV İslâm Ansiklopedisi 28:296-97. Meriç, Cemil. 1986. Kültürden İrfana. İstanbul: İnsan Yayınları. Din, Kültür ve Medeniyet İlişkisi Üzerine | 151 Topaloğlu, Fatih. 2018. Din Felsefesi Açısından Kutsal Anlatı. 1. bs. Ankara: Elis Yayınları. Topçu, Nurettin. 1999. Yarınki Türkiye. 5. bs. İstanbul: Dergah Yayınları. Uygur, Nermi. 2018. Kültür Kuramı. 5. bs. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Wach, Joachim. 1995. Din Sosyolojisi. İstanbul: MÜİFY. Weber, Max. 1985. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu. İstanbul: Hil Yayınları. Yaran, Rahmi. 1992. “Bid’at”. TDV İslâm Ansiklopedisi 6:129-31. Rodosî-Zâde Muhammed’in Tercüme-i Vefeyâtü’l-a‘yân Adlı Eserinde Kitap Dilan ADANÇ1 Giriş Kitaplar, başlangıçta herhangi bir konuda yazılmış eserler olsalar da, zaman içinde farklı amaçlar ve yöntemlerle tüm toplumsal sınıflar ve ideolojiler tarafından kullanılmışlardır. Bu çok yönlü kullanım, kitabın kavramsal algısını derinden etkilemiş ve ona çeşitli anlamlar yüklenmesine yol açmıştır. Bu çalışma2 çerçevesinde öncelikle Orta Çağ İslam dünyasında kitabın tarihsel süreci hakkında bilgi verilerek çalışmamıza konu olan Rodosî-zâde Muhammed b. Muhammed’in Tercüme-i Vefeyâtü’l-AǾyân adlı eserinde yer alan yüz seksen üç biyografiden hareketle kitaba yüklenen anlam ve kitap kavramının hangi amaçlarla kullanıldığını ortaya koymak hedeflenmiştir. Tarih boyunca insanlığın duygularını, düşüncelerini ve bilgilerini aktarmak için kullanılan kitap, farklı fiziksel formlarda karşımıza çıkmıştır. Antik Çağ’da papirüs ruloları, deri ve parşömen sayfaları, tabletler ve her türlü yazılı belge iken Orta Çağ’da ise sözlü rivayetler kitap olarak değerlendirilmektedir. Bu rivayetlerin özellikle Kur’ân-ı Kerim’in değişmeden günümüze kadar korunması ve hafızalarda muhafaza edilmesiyle ilişkilendirilmesi dikkat çekicidir. “Sözlü kitapların kökeni; mescitlerde ve medreselerde, bir kitabın nakli için yetkili kabul edilen kişilerin semâ ve kırâat yoluyla müelliflerin 1 Doktora Öğrencisi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eski Türk Edebiyatı ABD., ORCİD ID:0000 0003 3496 6375. 2 Bu çalışma; Doç. Dr. Volkan Karagözlü öncülüğünde yürütülen “Rodosî-zâde Muhammed b. Muhammed Tercüme-i Vefeyâtü’l-Aǿyân fi Enbâi Ebnâi’z-Zamân Tercümesi (İnceleme-Tenkitli Metin-Dizin)” adlı doktora tezinden yola çıkılarak hazırlanmıştır.