2015 Ph.D. in History, Sakarya University
2011 M. A. in Military History and Strategy, Turkish War Academy
2003 B.A. in Archaeology and History of Art, Bilkent University
2011 M. A. in Military History and Strategy, Turkish War Academy
2003 B.A. in Archaeology and History of Art, Bilkent University
less
InterestsView All (20)
Uploads
Books
yüzyılla birlikte ise deniz kuvvetleri uzay ve elektromanyetik spektrumla da mücadele etmeye başlamıştı. Kadim mücadele alanı olan deniz, günümüzde gerçek anlamda çok boyutlu bir karaktere büründü ve daha karmaşık hâle geldi. Elinizdeki kitap size bu karmaşıklıkta yol gösterici olacak. 1850’den günümüze kadar bütün harp gemilerini detaylı olarak inceleyen bu kapsamlı eser dört ana bölümden oluşmaktadır. Kitap harp gemilerinin salt materyal kısmına girişmeden önce deniz ortamı,
gemicilik ve modern döneme hazırlık mahiyetinde eski çağdan 1850’lere kadarki en önemli kürek ve yelken devri harp gemileri, gemicilik ve deniz harbi üzerine giriş bölümüyle başlamakta; ikinci bölümde, suüstü gemilerine yoğunlaşarak başta muharebe gemisi olmak üzere kruvazör, muhrip,fırkateyn, korvet, torpidobot ve hücumbot gibi ana muharip platformların operasyonel kabiliyetlerini ve gelişimini, tarihi olaylardaki rolünü de es geçmeden bütünsel bir perspektifte sunmaktadır. Takip
eden üçüncü bölümde ise sualtında sessiz ve derinden seyreden sinsi platformlar olarak addedilen denizaltıların tekâmülü ilk denemelerden günümüze ele alınmakta ve arkasından dördüncü bölümde de uçak gemilerinin emekleme döneminden bugüne kadarki tarihe yön veren gelişim evresini önemli olayları referans alarak aktarmaktadır. Ayrıca bu günlerde Türkiye’de gemicilik alanındaki gelişmeler TCG Anadolu amfibi hücum gemisi gibi örnekler de verilerek, dördüncü bölümün sonunda denizden kuvvet aktarımının en etkili ve güncel platformları sayılan amfibi hücum gemileri incelenmektedir.
Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu iktisadi ve sınai imkânlar doğrultusunda başta “Jeune École” olmak üzere önde gelen deniz harp doktrinlerini kendi jeopolitik ve stratejik hassasiyetlerine göre şekillendirmesi ve bunu muharebe sahasında edindiği tecrübelere uygun biçimde tatbik etmesi, dönemin şartları gözetildiğinde kaçınılmaz bir sonuçtu. Elinizdeki kitapta, Sultan II. Abdülhamid Dönemi boyunca Osmanlı Bahriyesi’nin hızla değişen koşullar altındaki güvenlik hassasiyetleri ve buna bağlı olarak takip ettiği stratejik yaklaşımları doktrin, teçhizat ve personel ekseninde mercek altına alınmıştır. Bu çalışmada Sultan II. Abdülhamid Donanması’nın yeniden yapılanma süreci veyahut daha popüler bir tabirle modernizasyonun, gemi tedarik ve inşa faaliyetlerine olan dolaylı/direkt etkisi ve Osmanlı’nın deniz güvenliğinin sağlaması noktasında ne derece başarı kaydedildiği sorgulanmıştır.
Dünya denizcilik tarihinde Osmanlı Bahriyesi, tahtelbahir, yani denizaltı gemisini envanterine alan ikinci bahriyedir. 1886 yılında Nordenfelt Şirketi’nden sipariş edilen iki adet denizaltı, Sultan II. Abdülhamid tarafından bedeli Hazine-i Hassa’dan ödenmek üzere satın alınmıştır. Bu denizaltılara, Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişah kendisinin ve babasının ismini vermiş, böylece Nordenfelt II ve Nordenfelt III denizaltıları, Abdülhamid ve Abdülmecid adıyla Osmanlı donanmasına katılmışlardır. Bu kitapta, Osmanlı Bahriyesi’ne alınan bu iki denizaltının hangi maksatla satın alındığı incelenmiş, bu denizaltılara Osmanlı ileri gelenleri tarafından hangi taktik ve stratejik roller biçildiği üzerinde de durulmuştur.
Daha önce derinlemesine çalışılmamış olan Nordenfelt denizaltıları, günümüz Türk denizaltıcılığının temelini oluşturan ve aydınlatılmayı bekleyen bir konudur. Türk denizaltıcılığı ile ilgili bu zamana kadarki tek yetkin çalışma, Raşit Metel tarafından 1960 yılında kaleme alınmış olan Türk Denizaltıcılık Tarihi adındaki iki ciltlik kitaptır. Raşit Metel’in bu önemli kitabı, tez çalışmamın ve araştırmamın başlangıç aşamalarında bana ışık tutmuş en önemli kaynaktır. Diğer taraftan, belirli tarihlerde yayınlanan Deniz Kuvvetleri Mecmuaları’nda ve İngilizce yazılmış denizaltı ile ilgili çeşitli referans kitaplarında, bu iki denizaltıdan kısa bir şekilde bahsedilmektedir. Günümüzde; denizaltı gemilerinin halen taktik ve stratejik düzeyde önemini koruması ve Türk Donanması’nın hangi evrelerden geçtiğini anlamamız açısından denizaltıcılık konusunun ele alınması, bu kitabın yazılmasındaki en önemli nedenlerdendir.
Bu çalışma, ağırlıklı olarak arşiv belgeleri, denizaltıcılık üzerine yazılmış kitaplar ve eski denizcilik ile ilgili dergiler üzerinden yürütülmüştür. Özellikle Deniz Müzesi’ndeki ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki arşiv belgeleri taranmış, bazı arşiv belgeleri ilk defa günümüz Türkçesi’ne çevrilmiş ve literatüre kazandırılmıştır.
Papers
comprehensive narrative on a range of topics, including the effects of technology on naval warfare, the conduct of warfare, human resources, soldiers’ training and education, civil defence, and total defence forces. To put it briefly, we have chosen to focus on topics that have received relatively little attention in Turkish literature.
Furthermore, this special issue investigates concepts that have been extensively debated in recent decades, such as “new wars”, “new missions”, and “new militaries”. These topics are covered in Turkish literature to some degree. However, Turkish readers may not always benefit from the theories and concepts imported from other languages, mostly English. First, Turkish translations of imported theories and
concepts are not necessarily perfect equivalents. Second, even if they have equivalents, they can be distorted. This unintended distortion process produces several new Turkish terms, paving the way for confusion. Therefore, in this special issue, the authors are invited to discuss the meaning and appropriate Turkish counterparts of
these “new” concepts. As a contribution to this general narrative, Körpe discusses the relationship between the concepts of conventional, asymmetric, and hybrid warfare within the framework of battlefield functional areas. Mehmet Fatih Baş explores the use of war games in the disciplines of military history, international relations, and war studies
around the world, analyses why this trend is less popular in Turkish academia, and then offers suggestions on how Turkish academia can benefit from war games based on the world at large. Emrah Özdemir comparatively examines the law enforcement stability policing operations and their applicability, sustainability, and contributions to peace
and reconstruction through the cases of Afghanistan and Iraq. Evren Mercan analyses the developmental stages of naval operations and warships by bringing a new perspective to the “wave” theory developed by Vincent P. O’Hara and Leonard R. Heinz and focuses on the technological impact on naval warfare. Cemil Sağlam examines the civil defence incorporated by European nations into their defence strategies against emerging threats, particularly in the aftermath of the Russian-Ukrainian War. Esra Ecem Şahin examines the functional change of armies in
the post-Cold War period and how countries such as the US, Russia, and Türkiye have adapted to these new missions. Beyzanur Arslan investigates the conceptual framework of lawfare, questions the relationship between war and law through the debate on whether it is a new generation war, and examines the use of law as a legitimation tool in contemporary wars. Finally, Sadık Emre Karakuş wrote about an area that has remained extremely weak in Turkish literature, the historical roots of the development of non-commissioned officers in Türkiye and its possible effects on the present day.
faaliyetlerde bulunduğunu gösteren verilere rastlamak mümkündür. Bu çalışmanın temel amacı, II. Abdülhamid dönemi harp gemilerinin seyir jurnali defterleri üzerinden donanma politikasına farklı bir yorum getirmek ve böylece bu alanda yapılacak yeni çalışmalara özgün bir katkı sunmaktır.
üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı’dan miras kalan jeopolitik tehditlerle
baş edebilmekte eldeki kısıtlı imkânlarla mütevazı dahi olsa bir donanma kurulması
gerekliliğiyle karşı karşıya bırakmıştı. Yeni bir deniz gücünün kurulmasında uzun
süredir atıl vaziyette limanlarda kıçtankara edilen, harekât kabiliyetinden yoksun eldeki
köhne harp gemilerinin geniş ölçekli onarımının yanında, bir donanma programına da
acil bir ihtiyaç duyulmuştu. Bu programın içeriğinin belirlenmesinde, Osmanlı’dan
beri gelen ve Cumhuriyet Dönemi’nde de nükseden denizciler ve karacılar arasındaki
rekabet kendini göstermişti. Ne var ki İstiklal Harbi’nden muzaffer çıkan karacılar,
silahlı kuvvetler modernizasyonunu noktasında yegâne yetkili merci olmuş ve donanma
programını da kendi ihtiyaçlarına göre belirlemişti. Böylelikle Genelkurmay Başkanı
Fevzi Paşa’nın (Çakmak) savunduğu, kıyı savunma odaklı denizaltı ve hafif unsurlardan
oluşan ve ordunun denizdeki bir uzantısı olarak görülen, sınırlı bir donanma
programına yeşil ışık yakılmıştı. Nihayetinde Türk Donanması’na Almanların paravan
firması üzerinden Hollanda’daki Feijenoord Tersanesi'nde inşa edilen Birinci İnönü
ve İkinci İnönü denizaltıları alınmıştı. Bu girişim Türk denizaltıcılığının nüvesini teşkil
eden kayda değer bir atılım olsa da büyük resimde karacı odaklı bir bakış açısının
ürünüydü. Bu çalışmada donanmadaki güç mücadelesi bağlamında Birinci İnönü ve
İkinci İnönü denizaltının alım, inşa ve teslim süreci ele alınmıştır.
Türk-İtalyan Harbi sırasında Osmanlı Donanması’nın platform, doktrin ve
idari alanlardaki zafiyetinden kaynaklanan operasyonel zayıflığını, İtalyan
Donanması’nın muhtemel huruç harekâtına karşı Çanakkale’de teşkil etmeye çalıştığı müşterek savunma konsepti örneği üzerinden değerlendirmektir.
yüzyılla birlikte ise deniz kuvvetleri uzay ve elektromanyetik spektrumla da mücadele etmeye başlamıştı. Kadim mücadele alanı olan deniz, günümüzde gerçek anlamda çok boyutlu bir karaktere büründü ve daha karmaşık hâle geldi. Elinizdeki kitap size bu karmaşıklıkta yol gösterici olacak. 1850’den günümüze kadar bütün harp gemilerini detaylı olarak inceleyen bu kapsamlı eser dört ana bölümden oluşmaktadır. Kitap harp gemilerinin salt materyal kısmına girişmeden önce deniz ortamı,
gemicilik ve modern döneme hazırlık mahiyetinde eski çağdan 1850’lere kadarki en önemli kürek ve yelken devri harp gemileri, gemicilik ve deniz harbi üzerine giriş bölümüyle başlamakta; ikinci bölümde, suüstü gemilerine yoğunlaşarak başta muharebe gemisi olmak üzere kruvazör, muhrip,fırkateyn, korvet, torpidobot ve hücumbot gibi ana muharip platformların operasyonel kabiliyetlerini ve gelişimini, tarihi olaylardaki rolünü de es geçmeden bütünsel bir perspektifte sunmaktadır. Takip
eden üçüncü bölümde ise sualtında sessiz ve derinden seyreden sinsi platformlar olarak addedilen denizaltıların tekâmülü ilk denemelerden günümüze ele alınmakta ve arkasından dördüncü bölümde de uçak gemilerinin emekleme döneminden bugüne kadarki tarihe yön veren gelişim evresini önemli olayları referans alarak aktarmaktadır. Ayrıca bu günlerde Türkiye’de gemicilik alanındaki gelişmeler TCG Anadolu amfibi hücum gemisi gibi örnekler de verilerek, dördüncü bölümün sonunda denizden kuvvet aktarımının en etkili ve güncel platformları sayılan amfibi hücum gemileri incelenmektedir.
Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu iktisadi ve sınai imkânlar doğrultusunda başta “Jeune École” olmak üzere önde gelen deniz harp doktrinlerini kendi jeopolitik ve stratejik hassasiyetlerine göre şekillendirmesi ve bunu muharebe sahasında edindiği tecrübelere uygun biçimde tatbik etmesi, dönemin şartları gözetildiğinde kaçınılmaz bir sonuçtu. Elinizdeki kitapta, Sultan II. Abdülhamid Dönemi boyunca Osmanlı Bahriyesi’nin hızla değişen koşullar altındaki güvenlik hassasiyetleri ve buna bağlı olarak takip ettiği stratejik yaklaşımları doktrin, teçhizat ve personel ekseninde mercek altına alınmıştır. Bu çalışmada Sultan II. Abdülhamid Donanması’nın yeniden yapılanma süreci veyahut daha popüler bir tabirle modernizasyonun, gemi tedarik ve inşa faaliyetlerine olan dolaylı/direkt etkisi ve Osmanlı’nın deniz güvenliğinin sağlaması noktasında ne derece başarı kaydedildiği sorgulanmıştır.
Dünya denizcilik tarihinde Osmanlı Bahriyesi, tahtelbahir, yani denizaltı gemisini envanterine alan ikinci bahriyedir. 1886 yılında Nordenfelt Şirketi’nden sipariş edilen iki adet denizaltı, Sultan II. Abdülhamid tarafından bedeli Hazine-i Hassa’dan ödenmek üzere satın alınmıştır. Bu denizaltılara, Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişah kendisinin ve babasının ismini vermiş, böylece Nordenfelt II ve Nordenfelt III denizaltıları, Abdülhamid ve Abdülmecid adıyla Osmanlı donanmasına katılmışlardır. Bu kitapta, Osmanlı Bahriyesi’ne alınan bu iki denizaltının hangi maksatla satın alındığı incelenmiş, bu denizaltılara Osmanlı ileri gelenleri tarafından hangi taktik ve stratejik roller biçildiği üzerinde de durulmuştur.
Daha önce derinlemesine çalışılmamış olan Nordenfelt denizaltıları, günümüz Türk denizaltıcılığının temelini oluşturan ve aydınlatılmayı bekleyen bir konudur. Türk denizaltıcılığı ile ilgili bu zamana kadarki tek yetkin çalışma, Raşit Metel tarafından 1960 yılında kaleme alınmış olan Türk Denizaltıcılık Tarihi adındaki iki ciltlik kitaptır. Raşit Metel’in bu önemli kitabı, tez çalışmamın ve araştırmamın başlangıç aşamalarında bana ışık tutmuş en önemli kaynaktır. Diğer taraftan, belirli tarihlerde yayınlanan Deniz Kuvvetleri Mecmuaları’nda ve İngilizce yazılmış denizaltı ile ilgili çeşitli referans kitaplarında, bu iki denizaltıdan kısa bir şekilde bahsedilmektedir. Günümüzde; denizaltı gemilerinin halen taktik ve stratejik düzeyde önemini koruması ve Türk Donanması’nın hangi evrelerden geçtiğini anlamamız açısından denizaltıcılık konusunun ele alınması, bu kitabın yazılmasındaki en önemli nedenlerdendir.
Bu çalışma, ağırlıklı olarak arşiv belgeleri, denizaltıcılık üzerine yazılmış kitaplar ve eski denizcilik ile ilgili dergiler üzerinden yürütülmüştür. Özellikle Deniz Müzesi’ndeki ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki arşiv belgeleri taranmış, bazı arşiv belgeleri ilk defa günümüz Türkçesi’ne çevrilmiş ve literatüre kazandırılmıştır.
comprehensive narrative on a range of topics, including the effects of technology on naval warfare, the conduct of warfare, human resources, soldiers’ training and education, civil defence, and total defence forces. To put it briefly, we have chosen to focus on topics that have received relatively little attention in Turkish literature.
Furthermore, this special issue investigates concepts that have been extensively debated in recent decades, such as “new wars”, “new missions”, and “new militaries”. These topics are covered in Turkish literature to some degree. However, Turkish readers may not always benefit from the theories and concepts imported from other languages, mostly English. First, Turkish translations of imported theories and
concepts are not necessarily perfect equivalents. Second, even if they have equivalents, they can be distorted. This unintended distortion process produces several new Turkish terms, paving the way for confusion. Therefore, in this special issue, the authors are invited to discuss the meaning and appropriate Turkish counterparts of
these “new” concepts. As a contribution to this general narrative, Körpe discusses the relationship between the concepts of conventional, asymmetric, and hybrid warfare within the framework of battlefield functional areas. Mehmet Fatih Baş explores the use of war games in the disciplines of military history, international relations, and war studies
around the world, analyses why this trend is less popular in Turkish academia, and then offers suggestions on how Turkish academia can benefit from war games based on the world at large. Emrah Özdemir comparatively examines the law enforcement stability policing operations and their applicability, sustainability, and contributions to peace
and reconstruction through the cases of Afghanistan and Iraq. Evren Mercan analyses the developmental stages of naval operations and warships by bringing a new perspective to the “wave” theory developed by Vincent P. O’Hara and Leonard R. Heinz and focuses on the technological impact on naval warfare. Cemil Sağlam examines the civil defence incorporated by European nations into their defence strategies against emerging threats, particularly in the aftermath of the Russian-Ukrainian War. Esra Ecem Şahin examines the functional change of armies in
the post-Cold War period and how countries such as the US, Russia, and Türkiye have adapted to these new missions. Beyzanur Arslan investigates the conceptual framework of lawfare, questions the relationship between war and law through the debate on whether it is a new generation war, and examines the use of law as a legitimation tool in contemporary wars. Finally, Sadık Emre Karakuş wrote about an area that has remained extremely weak in Turkish literature, the historical roots of the development of non-commissioned officers in Türkiye and its possible effects on the present day.
faaliyetlerde bulunduğunu gösteren verilere rastlamak mümkündür. Bu çalışmanın temel amacı, II. Abdülhamid dönemi harp gemilerinin seyir jurnali defterleri üzerinden donanma politikasına farklı bir yorum getirmek ve böylece bu alanda yapılacak yeni çalışmalara özgün bir katkı sunmaktır.
üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı’dan miras kalan jeopolitik tehditlerle
baş edebilmekte eldeki kısıtlı imkânlarla mütevazı dahi olsa bir donanma kurulması
gerekliliğiyle karşı karşıya bırakmıştı. Yeni bir deniz gücünün kurulmasında uzun
süredir atıl vaziyette limanlarda kıçtankara edilen, harekât kabiliyetinden yoksun eldeki
köhne harp gemilerinin geniş ölçekli onarımının yanında, bir donanma programına da
acil bir ihtiyaç duyulmuştu. Bu programın içeriğinin belirlenmesinde, Osmanlı’dan
beri gelen ve Cumhuriyet Dönemi’nde de nükseden denizciler ve karacılar arasındaki
rekabet kendini göstermişti. Ne var ki İstiklal Harbi’nden muzaffer çıkan karacılar,
silahlı kuvvetler modernizasyonunu noktasında yegâne yetkili merci olmuş ve donanma
programını da kendi ihtiyaçlarına göre belirlemişti. Böylelikle Genelkurmay Başkanı
Fevzi Paşa’nın (Çakmak) savunduğu, kıyı savunma odaklı denizaltı ve hafif unsurlardan
oluşan ve ordunun denizdeki bir uzantısı olarak görülen, sınırlı bir donanma
programına yeşil ışık yakılmıştı. Nihayetinde Türk Donanması’na Almanların paravan
firması üzerinden Hollanda’daki Feijenoord Tersanesi'nde inşa edilen Birinci İnönü
ve İkinci İnönü denizaltıları alınmıştı. Bu girişim Türk denizaltıcılığının nüvesini teşkil
eden kayda değer bir atılım olsa da büyük resimde karacı odaklı bir bakış açısının
ürünüydü. Bu çalışmada donanmadaki güç mücadelesi bağlamında Birinci İnönü ve
İkinci İnönü denizaltının alım, inşa ve teslim süreci ele alınmıştır.
Türk-İtalyan Harbi sırasında Osmanlı Donanması’nın platform, doktrin ve
idari alanlardaki zafiyetinden kaynaklanan operasyonel zayıflığını, İtalyan
Donanması’nın muhtemel huruç harekâtına karşı Çanakkale’de teşkil etmeye çalıştığı müşterek savunma konsepti örneği üzerinden değerlendirmektir.
dolu malî, iktisadî alanlar dışında Memalik-i Şâhâne’nin bekâsını alenî
tehdit eden bir dizi güvenlik sorunuyla da karşı karşıya kalmıştı. Bilhassa
Osmanlı’nın denizlerdeki ezelî rakipleri Yunanistan ve Rusya’nın ilerleyişine set çekebilmek ve Düvel-i Muazzama’nın bitmek tükenmek bilmeyen müdahalelerini dizginlemek için muktedir bir donanmaya olan ihtiyaç, 19. yüzyıl boyunca olduğu gibi Sultan Reşad ve İttihadçıların da gündemini meşgul etmeyi sürdürecektir.