The research aims to shed light on the Ottoman position on the Russo-Japanese war in the Far East... more The research aims to shed light on the Ottoman position on the Russo-Japanese war in the Far East 1904-1905; Where the Ottoman Empire took an intriguing stance, there was a discrepancy between the popular stance and the official stance of the Attic State. The Ottoman people took the stance of open hostility to the Russians, and supported Japan in its struggle against Russia, and the people and intellectuals in the Ottoman Empire showed a great desire for Japan's victory and defeat." Petersburg ". While we find the position of Sultan Abdul Hamid and the Ottoman Empire in contradiction to the position of the public towards the people; He adopted the policy of strategic balance in the conflict between the Japanese and the Russians, considering that Russia is the largest neighboring country to the Ottoman Empire, and it still poses a great danger to the property of the Ottoman Empire that must be avoided. Therefore, the Ottoman Sultan followed a completely different plan and policy to the trends of public opinion. He was keen to support Japan, and at the same time avoided angering the European countries that supported the Russians and the possibility of confronting Russia, which is the strongest and most dangerous neighbor to him. Therefore, Sultan Abdul Hamid II adopted many other strategies, and followed a neutral policy towards Russia and Japan, went in the direction of the policy called the policy of balances. We also discussed in this research the development of Ottoman-Japanese relations before the Russo-Japanese war, and focused on the causes of the conflict between the Japanese and Russian states, and its repercussions on the balance of power in the region. And the international position on this conflict, We dealt with the American endeavors to end the war between the two parties under the Port Smouth Agreement, and discussed the effects of the Japanese victory over Russia and its repercussions on the peoples of the East .
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia, 2021
Midyat was the center of the region of Tur Abdin where
Jacobite/Syriac Christians were constituti... more Midyat was the center of the region of Tur Abdin where Jacobite/Syriac Christians were constituting the majority until the end of the nineteenth century. Muslims, Christians and Yazidis in the region spoke Syriac, Kurdish, Arabic (Mhallemi dialect) and Armenian, and they established networks with other religious and ethnic identities in usual course of daily life. In this vein, this paper aims to manifest conversion and apostasy movements and interfaith marriage of the women within the societies hosting multicultural environment with reference to Midyat. This study examines the effects of these marriages on the social structure of Midyat, which became the center of the district it is settled on during the reforms of the Tanzimat era. It argues that conversions and women’s marriages with the “other” were perceived as direct attacks against the honor of communities, that they were regarded as symbolic victories or defeats, and that they caused religious conflicts and alliances between communities in Midyat. In the study, the incidents of apostasy and conversion will be revealed through the documents kept in the archives of the Ottomans and churches.
Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin'de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağl... more Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin'de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağlamında iktisadî rolleri ve mülkiyet ilişkileridir. Makalede cevabı aranan temel soru, kadın vakıflarını diğerlerinden ayıran özellikler, kadınların vakıflar aracılığı ile ortaya koydukları sosyal ve iktisadî faaliyetler etrafında gelişen mülkiyet ilişkileridir. Mülk sahibi olarak vakıf kuran, vakıflarda mütevelli ve lehdar olarak kadınların iktisadî ve sosyal rollerinin derecesi çalışmanın temel problemidir. Çalışmada öncelikle Mardin'de kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıflar; vakfiyeler, şer'iyye sicilleri ile arşiv belgeleri temel alınarak tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Mardinli kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıfları tanıtarak, Osmanlı toplumunda kadın ve mülkiyet ilişkileri hakkındaki tartışmalara Mardin örneği bağlamında katkı sağlamaktır. Kadın vakıfları ve kadınların mülkiyet ilişkilerine dair literatür taramasına ve alandaki tartışmalara kısaca değinildikten sonra Mardinli kadınların kurdukları vakıflar tespit edilerek özelliklerine değinilmiştir. Makalede, ayrıca vakıf kurucusu, mütevelli ve lehdar olarak kadınların vakıflardaki rolleri ve diğer akrabalarıyla mülkiyet ilişkileri ve mücadeleleri de ortaya konmuştur.
Tanzimat sonrasında uygulanmaya başlanan merkezileşme politikaları sonucunda, adem-i merkeziyetin... more Tanzimat sonrasında uygulanmaya başlanan merkezileşme politikaları sonucunda, adem-i merkeziyetin önemli unsurlarından olan vakıfların özerk konumları zayıflasa da, vakıflar toplumun sosyal ve iktisadi hayatındaki önemlerini korumaya devam etmişlerdir. Bu dönemde Siverek’te başta camiler ve diğer ibadet kurumlarına ait olmak üzere hem hayır cihetine hem de evlada şart kılınmış Müslümanlara ve gayrimüslimlere ait birçok vakıf vardır. Bu çalışma merkeziyetçi politikaların uygulandığı dönemde de Siverek’teki vakıfların çeşitliliği ve işlevselliğinden hareketle toplumdaki rollerinin devam ettiğini iddia etmektedir. Bu makale Siverek’te Tanzimat sonrası dönemin sosyal zihniyetinin ipuçlarını veren vakıfların mahkemelere yansıyan problemlerini Şerʻiyye sicillerini temel alarak ortaya koymayı denemektedir.
Osmanlı/İslam şehir unsurları içinde cami, pazar ve hamam üç temel
mekânı oluşturmaktadır. Şehir ... more Osmanlı/İslam şehir unsurları içinde cami, pazar ve hamam üç temel mekânı oluşturmaktadır. Şehir hinterlandından getirilen ürünlerin değişiminin yapıldığı pazar yerleri, temizlik için hamamlar ve cuma namazı kılınan caminin etrafında oluşan şehirlere daha sonra başka unsurlar eklenmişse de bu üç yapı, şehrin mahalleler dışındaki temel mekânları olma özelliklerini korumuşlardır. Toprağa bağlı olmayan üretim malları ve diğer ürünlerin pazarlandığı yer olarak ticari mekânlar, bir yerleşim biriminin şehir sayılabilmesi için en önemli unsurların başında gelmektedir. Bu çalışmada klasik Osmanlı/İslam şehir özelliklerini içinde barındıran Siverek şehrinin ticari mekânları olan pazar yerleri, çarşıları ve hanları, 19. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Siverek Şer’iye Sicillerinin verileri ışığında ortaya konmuştur.
Hitit İlahiyat Dergisi / Hitit Theology Journal, 2021
Yezidiler veya Ezidiler Musul civarında Şeyhan Sincar bölgesi ile Diyarbakır,
Urfa ve Mardin kırs... more Yezidiler veya Ezidiler Musul civarında Şeyhan Sincar bölgesi ile Diyarbakır, Urfa ve Mardin kırsal alanında yaşayan Kürtçe konuşan bir inanç topluluğudur. Yezidilik, belirli ailelere özgü, dışardan herhangi birinin kabul edilmediği etno-dinsel bir inançtır. Yezidiliğin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu, menşei, temel inanç figürleri hakkında çözüme kavuşmamış tartışmalar devam etmektedir. Klasik İslam kaynakları Yezidiliğin Sünni bir mutasavvıf olan Adi. b. Müsafir’in (555/1160) vefatından sonra ardılları tarafından devam ettirilen Adeviye Tarikatı olarak bilinen cemaatin zamanla Sünni İslam inancından uzaklaşarak, sapkın bir inanca dönüştüğü görüşündedirler. Bu inancın İran kökenli Zerdüşt, Mani ve Mitraizm (Mihrperest) gibi dinlerin kalıntısı olarak günümüze geldiğini iddia edenler de vardır. 1514 yılında Musul ve Diyarbekir çevresine hâkim olan Osmanlı Devleti, Yezidilerle karşılaştı. Bu tarihten sonra konumuzun başlığında da belirtildiği gibi itaat, itikat ve askerlik üçgeninde Osmanlı’da devlet-Yezidi ilişkileri başladı. Bu dönemde Yezidiler Diyarbekir’den Musul’a kadar uzanan bölgede köyleri talan eden ve aşiretleri rencide eden hırsızlık ve eşkıyalıkla uğraşan, Rafızilik gibi sapkın bir grup olarak tanıtılmaktadır. Devlete itaat ettiklerinde kendilerine mukataa ve dirlik verilen ve raiyetten sayılan Yezidiler, itaatten çıkıp asi durumuna düştüklerinde ezansız, namazsız ve mülhidlikle suçlanarak cezalandırılmışlardır. Bu anlamda Osmanlı klasik döneminde devletin heteredoks gruplara karşı tavrını din ve itikat değil, daha çok hükümranlık ve itaat ilişkisi belirlemekteydi. Tanzimat’la beraber, geçmişin itaat merkezli devlet-yezidi ilişkilerine artık inanç ve askerlik üzerinden önce tüm reayanın eşit sayıldığı Osmanlılık, daha sonra ittihad-ı İslam dairesine dâhil edilme denemeleri eklenmiştir. Yezidi din adamları ve ileri gelenleri itikatlarının askerlik yapmaya müsaade etmediğini belirterek orduya katılmayı reddettiler. Klasik dönemde itaat ve isyan üzerinden şekillenen Osmanlı-Yezidi ilişkileri artık itikat ve inanç üzerinden yürütülmektedir. Sünni İslam dairesine alınarak dış müdahalelere fırsat vermeleri engellenmek istenen cemaat ve gruplara yönelik bir dizi proje yürürlüğe sokuldu. Bu bağlamda heyet-i tefhimiye, fırka-iıslahiye, irşad heyetlerinin çalışmaları yanında dini eğitim, mektep ve cami inşaat faaliyetleri başlatıldı. 1891 yılında Binbaşı Abdülkadir Bey ve ulemadan oluşan bir heyet (tefhim heyeti) Yezidileri sapmış oldukları batıl inançtan kurtarmak, temeddün ve itikatlarını düzeltmek üzere tatlılık ve güzel sözle dini telkin etmenin (aşılamanın) işe yaramadığını görünce zora başvurdu, şiddet uyguladı. Fırka-ı İslâhiye kumandanı Ö mer Vehbi Paşa Musul’da şehrin ileri gelenlerinin huzurunda topladığı Yezidi reislerine itikatlarını tashih ederek Ehl-i Sünnet dairesine dönmelerini teklif ettiğinde, kabul etmeyenlere hakaret ederek şiddet uyguladı. II . Meşrutiyetten sonra Osmanlı bürokrat ve idarecileri arasında Yezidilerin, Hristiyan ve Museviler gibi askerlikten muafiyet ya da bedelli askerlik gibi bir muameleye tabi tutulma talepleri tartışılmaya başlandı. Bunlara göre, kendilerini Yezidi olarak ifade eden ve itikat eden bir kavmin din ve mezhep hürriyeti gereği Yezidi sayılmaları gerektiği, hükümetin Yezidilerin tabi oldukları itikadı tanıyarak gayrimüslim milletler gibi ruhani reislerinin tabi oldukları kanunlardan istifade etmelerini dile getirdiler. Bu makalede, Yezidiliğin inanç problemleri bağlamında, Osmanlı-Yezidi ilişkilerinde itaat ve itikat faktörlerinden hangisinin daha belirleyici olduğu sorularına cevap aranmıştır. “İtaat, itikat ve Askerlik Ü çgeninde Osmanlı’da Devlet-Yezidi İlişkileri” adını taşıyan araştırmada Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu klasik dönemde periferideki inanç gruplarına ve cemaatlere karşı tavrını din ve inanç değil, itaatin belirlediğini, dış müdahalelerin baskın olduğu Tanzimat sonrasında ise, bu grupların askerlik üzerinden terbiye/temeddün ile itikatlarının tashih edilerek merkeze daha güçlü şekilde eklemlenmeye çalışıldıklarını iddia etmektedir.
International Symposium of Scientific Research and Innovative Studies, 2021
Midyat 4.yüzyıldan sonra Doğu Hristiyanlığının yayıldığı Tur Abdin bölgesinin merkez yerleşkesidi... more Midyat 4.yüzyıldan sonra Doğu Hristiyanlığının yayıldığı Tur Abdin bölgesinin merkez yerleşkesidir. Tur Abdin’deki korunaklı dağlar Süryani Manastır hayatının merkezi olarak günümüze kadar gelmiştir. Midyat Tanzimat’a kadar Hasankeyf Sancağı’nın Tur Nahiyesi’nin merkez köyü olarak gelmiş, bu tarihten sonra kaza merkezi olmuştur. Nüfusunun çoğunluğu gayrimüslimlerden oluşan ender Osmanlı şehirlerinden birisidir. 19.yüzyılda İngiltere ve Amerika devletlerinin desteklediği Protestan misyonerler Mardin ve çevresini de faaliyet alanlarına dâhil ettiler. 1881 yılında Protestan misyon istasyonlarını kurdukları Midyat’ın Süryani nüfusunun üçte biri kadar bir sayıya ulaştılar. Bu aşamadan sonra cemaatin dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir kilise ve çan kulesi açmak için ruhsat başvurusunda bulundular. Midyat’ta misyonerler ve Protestan Behtel Kilisesi’nin inşa süreci konulu makalede Midyat özelinde Protestanlığın bölgede yayılması ve bu süreçte iki mezhep mensupları arasındaki ilişkilerin boyutu ortaya konacaktır. Osmanlı Devleti’nde misyoner ve Protestanlarla ilgili araştırmalara Midyat’ta Süryani Protestanları ve kilise inşa faaliyetleri hakkında mikro düzeyde katkı yapacaktır. Çalışmanın temel kaynağı Protestan kilisesinin ruhsat işlemleri dosyalarının bulunduğu arşiv metinleri ile konuya dair oluşan literatürdür. Bu sayede Osmanlıda mabet hürriyeti ve kilise inşası, 19. yüzyıl sonunda Osmanlı bürokrasinin kilise ruhsat işlemleri dosyası üzerinden takip edilebilecektir.
Jerusalem was the city where the activities of the imperial powers were most explicitly felt by t... more Jerusalem was the city where the activities of the imperial powers were most explicitly felt by the Ottoman State. The city that was recognised by the three divine religions, turned to become a symbolic place for the struggle over sovereignty in the 19th century for the world. The main tools of this struggle were the churches and monasteries built by non-Ottoman citizens namely non-Muslims/foreigners, on lands taken close to their holy sites. The churches and monasteries were built by European states through applying political pressure on the Ottomans. Overtime, those in charge of these churches and monasteries aimed to use the same influence to attain more privileges. The first of these concessions was related to the issue of tax exemption for the lands and properties belonging to the churches and monasteries. This study examines these requests by churches and monasteries and the response of the Ottoman state. The primary sources used for this research were the Ottoman Archival sources.
This article analyses the mass migration of Chechens to the Ottoman Empire between the mid-1860s ... more This article analyses the mass migration of Chechens to the Ottoman Empire between the mid-1860s and the 1900s. The Russian expansion to the North Caucasus transformed the entire region surrounding the Black Sea, including its demography, governance and politics. This expansion took place in several phases. The first resulted in a major mass migration by several North Caucasian groups, who abandoned the region in response to the increasing presence of Russian military personnel. During the second stage, the exodus of these groups accelerated because of massacres committed by the Russian military in an attempt to take complete control. Many North Caucasians were exiled to Ottoman lands, arriving en masse, either on foot, or by sailing across the Black Sea.
This article argues that the Ottoman state lacked a well-functioning settlement policy regarding the incoming North Caucasians. The Ottomans aimed to accommodate the refugees by deploying the frame of viewing them as ‘brothers in religion‘, but this resulted in a number of issues, in particular due to existing problems concerning the ‘state's Tanzimat‘ order, along with the collection of taxes and conflict with Bedouin tribes in the Mardin region.
This article examines this phenomenon by means of a study of the ‘Chechens' journey‘ to the Ottoman Empire, focusing specifically on a subgroup of Chechens, who were settled in the Mardin region. Through the use of a considerable array of archival resources, the article seeks to firstly, trace the route taken by the Chechen group to Mardin and secondly, to clarify their transformation from being considered ‘brothers in religion’ by the Ottomans to regional bandits.
Nevşehir Hacı Bektaşı Veli Üniveristesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2022
In the shariʿa court registers, Midyat was still a village until 1823. The name Midyat was record... more In the shariʿa court registers, Midyat was still a village until 1823. The name Midyat was recorded around the year 1835 as district (kaza) only in the official accounting registers (muhasebe defteri) of the empire 1835. After this date, more than 300 small settlements like villages were administratively connected to Midyat. In order to provide tax, military service and public order in a wide area like Turabdin containing small and large settlements, the districts of Mahallemi, Halil Begli İsa Begli and Midyat were established by the Ottoman government. There are three main reasons for the establishment of a district as an administrative unit in Turabdin. Gaining the kaza-status for Midyat was a very complex process. It was constantly exposed to new administrative regulations in different periods. The water shortage in the center was also the biggest obstacle to the urbanization of Midyat. In this context, this study focuses on important discussions on the process of transforming Midyat, which had very wide borders from 1810 to 1900, into a kaza. This article claims that the issue of security and water is of vital importance in this process and tries to reveal that the Midyat's urbanization story was shaped around this discussion in the light of Ottoman archives
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2022
The Ottoman-German convergence at the end of the 19th century allowed the Germans to gain a privi... more The Ottoman-German convergence at the end of the 19th century allowed the Germans to gain a privilege in archaeological works. The German government perceived these excavations as part of the cultural expansion over the Ottoman Empire and supported them with this idea. Max von Oppenheim (1860-1946) had a very important position in terms of Ottoman archaeological research. Oppenheim discovered the ancient city of Guzman in 1899 located in the region where Tel Halef, the ancient settlement is situated that is within the borders of Ras Al-Ayn town close to the border of Syria-Turkey today. Oppenheim, who started the Tell Halaf excavations only in 1911 through the permissions obtained as a result of vigorous efforts, discovered the Aramean king's palace and unearthed and smuggled abroad the unique artifacts of an almost forgotten culture during his perennial works. The weakening of the central power of the Ottoman Empire at the end of the 19th century felt with considerable intensity in the provinces. The negative consequences of this accidental situation, which deeply shook the central-provincial bureaucracy, were clearly revealed in the practices and policies related to the Tel Halef excavations and the historical artifacts unearthed. In this context, this article claims firstly that the bureaucratic disagreements between the center and the provinces facilitate the smuggling of historical artifacts abroad and tries to put this into practice in the Tel Halef excavations Secondly, this study focuses on how some local authorities try to prevent the smuggling of historical artifacts
Türk Kültürü Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, 2022
The most important areas of struggle and rivalry of Ottoman-Iranian relations from the past are t... more The most important areas of struggle and rivalry of Ottoman-Iranian relations from the past are the pilgrimage sites in the cities of Karbala, Najaf, Sāmarrāʾ, and Kāzimiyya, called al-Atabāt al- ʿalīyāt (the holy shrines of imams), which are located in the lands under Ottoman rule and considered sacred by Shiites. The cities mentioned, especially Baghdad, have been the focus of attention of Shiite and Sunni Muslims in the history of Islam, due to their geographical and strategic location as well as the tombs of the Islamic elders. The intense interest of the Iranians in these places under Ottoman rule and their desire to engage in zoning activities cause various problems. In particular, renovations and additions aimed at owning the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim have brought the two sides face to face. In the article, the renovations and additions to the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim are examined and the effect of the interest of Shiite visitors and Iranians on Ottoman-Iranian relations is explored. For this purpose, it has been questioned which religious, sectarian, political, economic and social factors are effective on the basis of the rivalry in the ownership of the aforementioned pilgrimage sites, the reasons of the interest of Iranian and Ottoman statesmen in tombs and holy places, and the sensitivity and concerns of the Ottoman state regarding the territorial dominance there. This study, which claims that the Ottoman administration owned the places mentioned in a way that would not disrupt relations with Iran and not offend the Shiites, tries to show the influential rivalry between the two countries around the cities of al-Atabāt al-ʿalīyāt under Ottoman rule in the 19th century, and especially around the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim in Baghdad, in the light of archival documents.
The research aims to shed light on the Ottoman position on the Russo-Japanese war in the Far East... more The research aims to shed light on the Ottoman position on the Russo-Japanese war in the Far East 1904-1905; Where the Ottoman Empire took an intriguing stance, there was a discrepancy between the popular stance and the official stance of the Attic State. The Ottoman people took the stance of open hostility to the Russians, and supported Japan in its struggle against Russia, and the people and intellectuals in the Ottoman Empire showed a great desire for Japan's victory and defeat." Petersburg ". While we find the position of Sultan Abdul Hamid and the Ottoman Empire in contradiction to the position of the public towards the people; He adopted the policy of strategic balance in the conflict between the Japanese and the Russians, considering that Russia is the largest neighboring country to the Ottoman Empire, and it still poses a great danger to the property of the Ottoman Empire that must be avoided. Therefore, the Ottoman Sultan followed a completely different plan and policy to the trends of public opinion. He was keen to support Japan, and at the same time avoided angering the European countries that supported the Russians and the possibility of confronting Russia, which is the strongest and most dangerous neighbor to him. Therefore, Sultan Abdul Hamid II adopted many other strategies, and followed a neutral policy towards Russia and Japan, went in the direction of the policy called the policy of balances. We also discussed in this research the development of Ottoman-Japanese relations before the Russo-Japanese war, and focused on the causes of the conflict between the Japanese and Russian states, and its repercussions on the balance of power in the region. And the international position on this conflict, We dealt with the American endeavors to end the war between the two parties under the Port Smouth Agreement, and discussed the effects of the Japanese victory over Russia and its repercussions on the peoples of the East .
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia, 2021
Midyat was the center of the region of Tur Abdin where
Jacobite/Syriac Christians were constituti... more Midyat was the center of the region of Tur Abdin where Jacobite/Syriac Christians were constituting the majority until the end of the nineteenth century. Muslims, Christians and Yazidis in the region spoke Syriac, Kurdish, Arabic (Mhallemi dialect) and Armenian, and they established networks with other religious and ethnic identities in usual course of daily life. In this vein, this paper aims to manifest conversion and apostasy movements and interfaith marriage of the women within the societies hosting multicultural environment with reference to Midyat. This study examines the effects of these marriages on the social structure of Midyat, which became the center of the district it is settled on during the reforms of the Tanzimat era. It argues that conversions and women’s marriages with the “other” were perceived as direct attacks against the honor of communities, that they were regarded as symbolic victories or defeats, and that they caused religious conflicts and alliances between communities in Midyat. In the study, the incidents of apostasy and conversion will be revealed through the documents kept in the archives of the Ottomans and churches.
Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin'de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağl... more Bu çalışmanın konusu 19. yüzyılda Mardin'de kadınların kurduğu vakıflar, kadınların vakıflar bağlamında iktisadî rolleri ve mülkiyet ilişkileridir. Makalede cevabı aranan temel soru, kadın vakıflarını diğerlerinden ayıran özellikler, kadınların vakıflar aracılığı ile ortaya koydukları sosyal ve iktisadî faaliyetler etrafında gelişen mülkiyet ilişkileridir. Mülk sahibi olarak vakıf kuran, vakıflarda mütevelli ve lehdar olarak kadınların iktisadî ve sosyal rollerinin derecesi çalışmanın temel problemidir. Çalışmada öncelikle Mardin'de kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıflar; vakfiyeler, şer'iyye sicilleri ile arşiv belgeleri temel alınarak tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı, Mardinli kadınların 19. yüzyılda kurdukları vakıfları tanıtarak, Osmanlı toplumunda kadın ve mülkiyet ilişkileri hakkındaki tartışmalara Mardin örneği bağlamında katkı sağlamaktır. Kadın vakıfları ve kadınların mülkiyet ilişkilerine dair literatür taramasına ve alandaki tartışmalara kısaca değinildikten sonra Mardinli kadınların kurdukları vakıflar tespit edilerek özelliklerine değinilmiştir. Makalede, ayrıca vakıf kurucusu, mütevelli ve lehdar olarak kadınların vakıflardaki rolleri ve diğer akrabalarıyla mülkiyet ilişkileri ve mücadeleleri de ortaya konmuştur.
Tanzimat sonrasında uygulanmaya başlanan merkezileşme politikaları sonucunda, adem-i merkeziyetin... more Tanzimat sonrasında uygulanmaya başlanan merkezileşme politikaları sonucunda, adem-i merkeziyetin önemli unsurlarından olan vakıfların özerk konumları zayıflasa da, vakıflar toplumun sosyal ve iktisadi hayatındaki önemlerini korumaya devam etmişlerdir. Bu dönemde Siverek’te başta camiler ve diğer ibadet kurumlarına ait olmak üzere hem hayır cihetine hem de evlada şart kılınmış Müslümanlara ve gayrimüslimlere ait birçok vakıf vardır. Bu çalışma merkeziyetçi politikaların uygulandığı dönemde de Siverek’teki vakıfların çeşitliliği ve işlevselliğinden hareketle toplumdaki rollerinin devam ettiğini iddia etmektedir. Bu makale Siverek’te Tanzimat sonrası dönemin sosyal zihniyetinin ipuçlarını veren vakıfların mahkemelere yansıyan problemlerini Şerʻiyye sicillerini temel alarak ortaya koymayı denemektedir.
Osmanlı/İslam şehir unsurları içinde cami, pazar ve hamam üç temel
mekânı oluşturmaktadır. Şehir ... more Osmanlı/İslam şehir unsurları içinde cami, pazar ve hamam üç temel mekânı oluşturmaktadır. Şehir hinterlandından getirilen ürünlerin değişiminin yapıldığı pazar yerleri, temizlik için hamamlar ve cuma namazı kılınan caminin etrafında oluşan şehirlere daha sonra başka unsurlar eklenmişse de bu üç yapı, şehrin mahalleler dışındaki temel mekânları olma özelliklerini korumuşlardır. Toprağa bağlı olmayan üretim malları ve diğer ürünlerin pazarlandığı yer olarak ticari mekânlar, bir yerleşim biriminin şehir sayılabilmesi için en önemli unsurların başında gelmektedir. Bu çalışmada klasik Osmanlı/İslam şehir özelliklerini içinde barındıran Siverek şehrinin ticari mekânları olan pazar yerleri, çarşıları ve hanları, 19. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Siverek Şer’iye Sicillerinin verileri ışığında ortaya konmuştur.
Hitit İlahiyat Dergisi / Hitit Theology Journal, 2021
Yezidiler veya Ezidiler Musul civarında Şeyhan Sincar bölgesi ile Diyarbakır,
Urfa ve Mardin kırs... more Yezidiler veya Ezidiler Musul civarında Şeyhan Sincar bölgesi ile Diyarbakır, Urfa ve Mardin kırsal alanında yaşayan Kürtçe konuşan bir inanç topluluğudur. Yezidilik, belirli ailelere özgü, dışardan herhangi birinin kabul edilmediği etno-dinsel bir inançtır. Yezidiliğin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu, menşei, temel inanç figürleri hakkında çözüme kavuşmamış tartışmalar devam etmektedir. Klasik İslam kaynakları Yezidiliğin Sünni bir mutasavvıf olan Adi. b. Müsafir’in (555/1160) vefatından sonra ardılları tarafından devam ettirilen Adeviye Tarikatı olarak bilinen cemaatin zamanla Sünni İslam inancından uzaklaşarak, sapkın bir inanca dönüştüğü görüşündedirler. Bu inancın İran kökenli Zerdüşt, Mani ve Mitraizm (Mihrperest) gibi dinlerin kalıntısı olarak günümüze geldiğini iddia edenler de vardır. 1514 yılında Musul ve Diyarbekir çevresine hâkim olan Osmanlı Devleti, Yezidilerle karşılaştı. Bu tarihten sonra konumuzun başlığında da belirtildiği gibi itaat, itikat ve askerlik üçgeninde Osmanlı’da devlet-Yezidi ilişkileri başladı. Bu dönemde Yezidiler Diyarbekir’den Musul’a kadar uzanan bölgede köyleri talan eden ve aşiretleri rencide eden hırsızlık ve eşkıyalıkla uğraşan, Rafızilik gibi sapkın bir grup olarak tanıtılmaktadır. Devlete itaat ettiklerinde kendilerine mukataa ve dirlik verilen ve raiyetten sayılan Yezidiler, itaatten çıkıp asi durumuna düştüklerinde ezansız, namazsız ve mülhidlikle suçlanarak cezalandırılmışlardır. Bu anlamda Osmanlı klasik döneminde devletin heteredoks gruplara karşı tavrını din ve itikat değil, daha çok hükümranlık ve itaat ilişkisi belirlemekteydi. Tanzimat’la beraber, geçmişin itaat merkezli devlet-yezidi ilişkilerine artık inanç ve askerlik üzerinden önce tüm reayanın eşit sayıldığı Osmanlılık, daha sonra ittihad-ı İslam dairesine dâhil edilme denemeleri eklenmiştir. Yezidi din adamları ve ileri gelenleri itikatlarının askerlik yapmaya müsaade etmediğini belirterek orduya katılmayı reddettiler. Klasik dönemde itaat ve isyan üzerinden şekillenen Osmanlı-Yezidi ilişkileri artık itikat ve inanç üzerinden yürütülmektedir. Sünni İslam dairesine alınarak dış müdahalelere fırsat vermeleri engellenmek istenen cemaat ve gruplara yönelik bir dizi proje yürürlüğe sokuldu. Bu bağlamda heyet-i tefhimiye, fırka-iıslahiye, irşad heyetlerinin çalışmaları yanında dini eğitim, mektep ve cami inşaat faaliyetleri başlatıldı. 1891 yılında Binbaşı Abdülkadir Bey ve ulemadan oluşan bir heyet (tefhim heyeti) Yezidileri sapmış oldukları batıl inançtan kurtarmak, temeddün ve itikatlarını düzeltmek üzere tatlılık ve güzel sözle dini telkin etmenin (aşılamanın) işe yaramadığını görünce zora başvurdu, şiddet uyguladı. Fırka-ı İslâhiye kumandanı Ö mer Vehbi Paşa Musul’da şehrin ileri gelenlerinin huzurunda topladığı Yezidi reislerine itikatlarını tashih ederek Ehl-i Sünnet dairesine dönmelerini teklif ettiğinde, kabul etmeyenlere hakaret ederek şiddet uyguladı. II . Meşrutiyetten sonra Osmanlı bürokrat ve idarecileri arasında Yezidilerin, Hristiyan ve Museviler gibi askerlikten muafiyet ya da bedelli askerlik gibi bir muameleye tabi tutulma talepleri tartışılmaya başlandı. Bunlara göre, kendilerini Yezidi olarak ifade eden ve itikat eden bir kavmin din ve mezhep hürriyeti gereği Yezidi sayılmaları gerektiği, hükümetin Yezidilerin tabi oldukları itikadı tanıyarak gayrimüslim milletler gibi ruhani reislerinin tabi oldukları kanunlardan istifade etmelerini dile getirdiler. Bu makalede, Yezidiliğin inanç problemleri bağlamında, Osmanlı-Yezidi ilişkilerinde itaat ve itikat faktörlerinden hangisinin daha belirleyici olduğu sorularına cevap aranmıştır. “İtaat, itikat ve Askerlik Ü çgeninde Osmanlı’da Devlet-Yezidi İlişkileri” adını taşıyan araştırmada Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu klasik dönemde periferideki inanç gruplarına ve cemaatlere karşı tavrını din ve inanç değil, itaatin belirlediğini, dış müdahalelerin baskın olduğu Tanzimat sonrasında ise, bu grupların askerlik üzerinden terbiye/temeddün ile itikatlarının tashih edilerek merkeze daha güçlü şekilde eklemlenmeye çalışıldıklarını iddia etmektedir.
International Symposium of Scientific Research and Innovative Studies, 2021
Midyat 4.yüzyıldan sonra Doğu Hristiyanlığının yayıldığı Tur Abdin bölgesinin merkez yerleşkesidi... more Midyat 4.yüzyıldan sonra Doğu Hristiyanlığının yayıldığı Tur Abdin bölgesinin merkez yerleşkesidir. Tur Abdin’deki korunaklı dağlar Süryani Manastır hayatının merkezi olarak günümüze kadar gelmiştir. Midyat Tanzimat’a kadar Hasankeyf Sancağı’nın Tur Nahiyesi’nin merkez köyü olarak gelmiş, bu tarihten sonra kaza merkezi olmuştur. Nüfusunun çoğunluğu gayrimüslimlerden oluşan ender Osmanlı şehirlerinden birisidir. 19.yüzyılda İngiltere ve Amerika devletlerinin desteklediği Protestan misyonerler Mardin ve çevresini de faaliyet alanlarına dâhil ettiler. 1881 yılında Protestan misyon istasyonlarını kurdukları Midyat’ın Süryani nüfusunun üçte biri kadar bir sayıya ulaştılar. Bu aşamadan sonra cemaatin dini ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir kilise ve çan kulesi açmak için ruhsat başvurusunda bulundular. Midyat’ta misyonerler ve Protestan Behtel Kilisesi’nin inşa süreci konulu makalede Midyat özelinde Protestanlığın bölgede yayılması ve bu süreçte iki mezhep mensupları arasındaki ilişkilerin boyutu ortaya konacaktır. Osmanlı Devleti’nde misyoner ve Protestanlarla ilgili araştırmalara Midyat’ta Süryani Protestanları ve kilise inşa faaliyetleri hakkında mikro düzeyde katkı yapacaktır. Çalışmanın temel kaynağı Protestan kilisesinin ruhsat işlemleri dosyalarının bulunduğu arşiv metinleri ile konuya dair oluşan literatürdür. Bu sayede Osmanlıda mabet hürriyeti ve kilise inşası, 19. yüzyıl sonunda Osmanlı bürokrasinin kilise ruhsat işlemleri dosyası üzerinden takip edilebilecektir.
Jerusalem was the city where the activities of the imperial powers were most explicitly felt by t... more Jerusalem was the city where the activities of the imperial powers were most explicitly felt by the Ottoman State. The city that was recognised by the three divine religions, turned to become a symbolic place for the struggle over sovereignty in the 19th century for the world. The main tools of this struggle were the churches and monasteries built by non-Ottoman citizens namely non-Muslims/foreigners, on lands taken close to their holy sites. The churches and monasteries were built by European states through applying political pressure on the Ottomans. Overtime, those in charge of these churches and monasteries aimed to use the same influence to attain more privileges. The first of these concessions was related to the issue of tax exemption for the lands and properties belonging to the churches and monasteries. This study examines these requests by churches and monasteries and the response of the Ottoman state. The primary sources used for this research were the Ottoman Archival sources.
This article analyses the mass migration of Chechens to the Ottoman Empire between the mid-1860s ... more This article analyses the mass migration of Chechens to the Ottoman Empire between the mid-1860s and the 1900s. The Russian expansion to the North Caucasus transformed the entire region surrounding the Black Sea, including its demography, governance and politics. This expansion took place in several phases. The first resulted in a major mass migration by several North Caucasian groups, who abandoned the region in response to the increasing presence of Russian military personnel. During the second stage, the exodus of these groups accelerated because of massacres committed by the Russian military in an attempt to take complete control. Many North Caucasians were exiled to Ottoman lands, arriving en masse, either on foot, or by sailing across the Black Sea.
This article argues that the Ottoman state lacked a well-functioning settlement policy regarding the incoming North Caucasians. The Ottomans aimed to accommodate the refugees by deploying the frame of viewing them as ‘brothers in religion‘, but this resulted in a number of issues, in particular due to existing problems concerning the ‘state's Tanzimat‘ order, along with the collection of taxes and conflict with Bedouin tribes in the Mardin region.
This article examines this phenomenon by means of a study of the ‘Chechens' journey‘ to the Ottoman Empire, focusing specifically on a subgroup of Chechens, who were settled in the Mardin region. Through the use of a considerable array of archival resources, the article seeks to firstly, trace the route taken by the Chechen group to Mardin and secondly, to clarify their transformation from being considered ‘brothers in religion’ by the Ottomans to regional bandits.
Nevşehir Hacı Bektaşı Veli Üniveristesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2022
In the shariʿa court registers, Midyat was still a village until 1823. The name Midyat was record... more In the shariʿa court registers, Midyat was still a village until 1823. The name Midyat was recorded around the year 1835 as district (kaza) only in the official accounting registers (muhasebe defteri) of the empire 1835. After this date, more than 300 small settlements like villages were administratively connected to Midyat. In order to provide tax, military service and public order in a wide area like Turabdin containing small and large settlements, the districts of Mahallemi, Halil Begli İsa Begli and Midyat were established by the Ottoman government. There are three main reasons for the establishment of a district as an administrative unit in Turabdin. Gaining the kaza-status for Midyat was a very complex process. It was constantly exposed to new administrative regulations in different periods. The water shortage in the center was also the biggest obstacle to the urbanization of Midyat. In this context, this study focuses on important discussions on the process of transforming Midyat, which had very wide borders from 1810 to 1900, into a kaza. This article claims that the issue of security and water is of vital importance in this process and tries to reveal that the Midyat's urbanization story was shaped around this discussion in the light of Ottoman archives
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2022
The Ottoman-German convergence at the end of the 19th century allowed the Germans to gain a privi... more The Ottoman-German convergence at the end of the 19th century allowed the Germans to gain a privilege in archaeological works. The German government perceived these excavations as part of the cultural expansion over the Ottoman Empire and supported them with this idea. Max von Oppenheim (1860-1946) had a very important position in terms of Ottoman archaeological research. Oppenheim discovered the ancient city of Guzman in 1899 located in the region where Tel Halef, the ancient settlement is situated that is within the borders of Ras Al-Ayn town close to the border of Syria-Turkey today. Oppenheim, who started the Tell Halaf excavations only in 1911 through the permissions obtained as a result of vigorous efforts, discovered the Aramean king's palace and unearthed and smuggled abroad the unique artifacts of an almost forgotten culture during his perennial works. The weakening of the central power of the Ottoman Empire at the end of the 19th century felt with considerable intensity in the provinces. The negative consequences of this accidental situation, which deeply shook the central-provincial bureaucracy, were clearly revealed in the practices and policies related to the Tel Halef excavations and the historical artifacts unearthed. In this context, this article claims firstly that the bureaucratic disagreements between the center and the provinces facilitate the smuggling of historical artifacts abroad and tries to put this into practice in the Tel Halef excavations Secondly, this study focuses on how some local authorities try to prevent the smuggling of historical artifacts
Türk Kültürü Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, 2022
The most important areas of struggle and rivalry of Ottoman-Iranian relations from the past are t... more The most important areas of struggle and rivalry of Ottoman-Iranian relations from the past are the pilgrimage sites in the cities of Karbala, Najaf, Sāmarrāʾ, and Kāzimiyya, called al-Atabāt al- ʿalīyāt (the holy shrines of imams), which are located in the lands under Ottoman rule and considered sacred by Shiites. The cities mentioned, especially Baghdad, have been the focus of attention of Shiite and Sunni Muslims in the history of Islam, due to their geographical and strategic location as well as the tombs of the Islamic elders. The intense interest of the Iranians in these places under Ottoman rule and their desire to engage in zoning activities cause various problems. In particular, renovations and additions aimed at owning the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim have brought the two sides face to face. In the article, the renovations and additions to the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim are examined and the effect of the interest of Shiite visitors and Iranians on Ottoman-Iranian relations is explored. For this purpose, it has been questioned which religious, sectarian, political, economic and social factors are effective on the basis of the rivalry in the ownership of the aforementioned pilgrimage sites, the reasons of the interest of Iranian and Ottoman statesmen in tombs and holy places, and the sensitivity and concerns of the Ottoman state regarding the territorial dominance there. This study, which claims that the Ottoman administration owned the places mentioned in a way that would not disrupt relations with Iran and not offend the Shiites, tries to show the influential rivalry between the two countries around the cities of al-Atabāt al-ʿalīyāt under Ottoman rule in the 19th century, and especially around the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim in Baghdad, in the light of archival documents.
Uploads
Papers by Ekrem Akman
Jacobite/Syriac Christians were constituting the majority until the end of the nineteenth century. Muslims, Christians and Yazidis in the region spoke Syriac, Kurdish, Arabic (Mhallemi dialect) and Armenian, and they established networks with other religious and ethnic identities in usual course of daily life. In this vein, this paper aims to manifest conversion and apostasy movements and interfaith marriage of the women within the societies hosting multicultural environment with reference to Midyat. This study examines the effects of these marriages on the social structure of Midyat, which became the center of the district it is settled on during the reforms of the Tanzimat era. It argues that conversions and women’s marriages with the “other” were perceived as direct attacks against the honor of communities, that they were regarded as symbolic victories or defeats, and that they caused religious conflicts and alliances between communities in Midyat. In the study, the incidents of apostasy and conversion will be revealed through the documents kept in
the archives of the Ottomans and churches.
temel alarak ortaya koymayı denemektedir.
mekânı oluşturmaktadır. Şehir hinterlandından getirilen ürünlerin
değişiminin yapıldığı pazar yerleri, temizlik için hamamlar ve cuma namazı
kılınan caminin etrafında oluşan şehirlere daha sonra başka unsurlar
eklenmişse de bu üç yapı, şehrin mahalleler dışındaki temel mekânları olma özelliklerini korumuşlardır. Toprağa bağlı olmayan üretim malları ve diğer ürünlerin pazarlandığı yer olarak ticari mekânlar, bir yerleşim biriminin şehir sayılabilmesi için en önemli unsurların başında gelmektedir.
Bu çalışmada klasik Osmanlı/İslam şehir özelliklerini içinde barındıran
Siverek şehrinin ticari mekânları olan pazar yerleri, çarşıları ve hanları, 19.
yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Siverek Şer’iye Sicillerinin verileri ışığında
ortaya konmuştur.
Urfa ve Mardin kırsal alanında yaşayan Kürtçe konuşan bir inanç topluluğudur.
Yezidilik, belirli ailelere özgü, dışardan herhangi birinin kabul edilmediği
etno-dinsel bir inançtır. Yezidiliğin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu,
menşei, temel inanç figürleri hakkında çözüme kavuşmamış tartışmalar
devam etmektedir. Klasik İslam kaynakları Yezidiliğin Sünni bir mutasavvıf
olan Adi. b. Müsafir’in (555/1160) vefatından sonra ardılları tarafından
devam ettirilen Adeviye Tarikatı olarak bilinen cemaatin zamanla Sünni
İslam inancından uzaklaşarak, sapkın bir inanca dönüştüğü görüşündedirler.
Bu inancın İran kökenli Zerdüşt, Mani ve Mitraizm (Mihrperest) gibi dinlerin
kalıntısı olarak günümüze geldiğini iddia edenler de vardır. 1514 yılında Musul
ve Diyarbekir çevresine hâkim olan Osmanlı Devleti, Yezidilerle karşılaştı.
Bu tarihten sonra konumuzun başlığında da belirtildiği gibi itaat, itikat ve
askerlik üçgeninde Osmanlı’da devlet-Yezidi ilişkileri başladı. Bu dönemde
Yezidiler Diyarbekir’den Musul’a kadar uzanan bölgede köyleri talan eden
ve aşiretleri rencide eden hırsızlık ve eşkıyalıkla uğraşan, Rafızilik gibi
sapkın bir grup olarak tanıtılmaktadır. Devlete itaat ettiklerinde kendilerine
mukataa ve dirlik verilen ve raiyetten sayılan Yezidiler, itaatten çıkıp asi
durumuna düştüklerinde ezansız, namazsız ve mülhidlikle suçlanarak
cezalandırılmışlardır. Bu anlamda Osmanlı klasik döneminde devletin
heteredoks gruplara karşı tavrını din ve itikat değil, daha çok hükümranlık
ve itaat ilişkisi belirlemekteydi. Tanzimat’la beraber, geçmişin itaat merkezli
devlet-yezidi ilişkilerine artık inanç ve askerlik üzerinden önce tüm reayanın eşit sayıldığı Osmanlılık, daha sonra ittihad-ı İslam dairesine dâhil edilme denemeleri eklenmiştir. Yezidi din adamları ve ileri gelenleri itikatlarının askerlik yapmaya müsaade etmediğini belirterek orduya katılmayı reddettiler. Klasik dönemde itaat ve isyan üzerinden şekillenen Osmanlı-Yezidi ilişkileri artık itikat ve inanç üzerinden yürütülmektedir. Sünni İslam dairesine alınarak dış müdahalelere fırsat vermeleri engellenmek istenen cemaat ve gruplara yönelik bir dizi proje yürürlüğe sokuldu. Bu bağlamda heyet-i tefhimiye, fırka-iıslahiye, irşad heyetlerinin çalışmaları yanında dini eğitim, mektep ve cami inşaat faaliyetleri başlatıldı. 1891 yılında Binbaşı Abdülkadir Bey ve ulemadan oluşan bir heyet (tefhim heyeti) Yezidileri sapmış oldukları batıl inançtan kurtarmak, temeddün ve itikatlarını düzeltmek üzere tatlılık ve güzel sözle dini telkin etmenin (aşılamanın) işe yaramadığını görünce zora başvurdu, şiddet
uyguladı. Fırka-ı İslâhiye kumandanı Ö mer Vehbi Paşa Musul’da şehrin ileri
gelenlerinin huzurunda topladığı Yezidi reislerine itikatlarını tashih ederek
Ehl-i Sünnet dairesine dönmelerini teklif ettiğinde, kabul etmeyenlere hakaret
ederek şiddet uyguladı. II . Meşrutiyetten sonra Osmanlı bürokrat ve idarecileri
arasında Yezidilerin, Hristiyan ve Museviler gibi askerlikten muafiyet ya
da bedelli askerlik gibi bir muameleye tabi tutulma talepleri tartışılmaya
başlandı. Bunlara göre, kendilerini Yezidi olarak ifade eden ve itikat eden bir
kavmin din ve mezhep hürriyeti gereği Yezidi sayılmaları gerektiği, hükümetin
Yezidilerin tabi oldukları itikadı tanıyarak gayrimüslim milletler gibi ruhani
reislerinin tabi oldukları kanunlardan istifade etmelerini dile getirdiler.
Bu makalede, Yezidiliğin inanç problemleri bağlamında, Osmanlı-Yezidi
ilişkilerinde itaat ve itikat faktörlerinden hangisinin daha belirleyici olduğu
sorularına cevap aranmıştır. “İtaat, itikat ve Askerlik Ü çgeninde Osmanlı’da
Devlet-Yezidi İlişkileri” adını taşıyan araştırmada Osmanlı Devleti’nin güçlü
olduğu klasik dönemde periferideki inanç gruplarına ve cemaatlere karşı
tavrını din ve inanç değil, itaatin belirlediğini, dış müdahalelerin baskın olduğu Tanzimat sonrasında ise, bu grupların askerlik üzerinden terbiye/temeddün ile itikatlarının tashih edilerek merkeze daha güçlü şekilde eklemlenmeye
çalışıldıklarını iddia etmektedir.
Midyat özelinde Protestanlığın bölgede yayılması ve bu süreçte iki mezhep mensupları arasındaki ilişkilerin boyutu ortaya konacaktır. Osmanlı Devleti’nde misyoner ve Protestanlarla ilgili araştırmalara Midyat’ta Süryani Protestanları ve kilise inşa faaliyetleri hakkında mikro düzeyde katkı yapacaktır. Çalışmanın temel kaynağı Protestan kilisesinin ruhsat işlemleri dosyalarının bulunduğu arşiv metinleri ile konuya dair oluşan literatürdür. Bu sayede Osmanlıda mabet hürriyeti ve kilise inşası, 19. yüzyıl sonunda Osmanlı bürokrasinin kilise ruhsat işlemleri dosyası üzerinden takip edilebilecektir.
This article argues that the Ottoman state lacked a well-functioning settlement policy regarding the incoming North Caucasians. The Ottomans aimed to accommodate the refugees by deploying the frame of viewing them as ‘brothers in religion‘, but this resulted in a number of issues, in particular due to existing problems concerning the ‘state's Tanzimat‘ order, along with the collection of taxes and conflict with Bedouin tribes in the Mardin region.
This article examines this phenomenon by means of a study of the ‘Chechens' journey‘ to the Ottoman Empire, focusing specifically on a subgroup of Chechens, who were settled in the Mardin region. Through the use of a considerable array of archival resources, the article seeks to firstly, trace the route taken by the Chechen group to Mardin and secondly, to clarify their transformation from being considered ‘brothers in religion’ by the Ottomans to regional bandits.
the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim in Baghdad, in the light of archival documents.
Books by Ekrem Akman
Jacobite/Syriac Christians were constituting the majority until the end of the nineteenth century. Muslims, Christians and Yazidis in the region spoke Syriac, Kurdish, Arabic (Mhallemi dialect) and Armenian, and they established networks with other religious and ethnic identities in usual course of daily life. In this vein, this paper aims to manifest conversion and apostasy movements and interfaith marriage of the women within the societies hosting multicultural environment with reference to Midyat. This study examines the effects of these marriages on the social structure of Midyat, which became the center of the district it is settled on during the reforms of the Tanzimat era. It argues that conversions and women’s marriages with the “other” were perceived as direct attacks against the honor of communities, that they were regarded as symbolic victories or defeats, and that they caused religious conflicts and alliances between communities in Midyat. In the study, the incidents of apostasy and conversion will be revealed through the documents kept in
the archives of the Ottomans and churches.
temel alarak ortaya koymayı denemektedir.
mekânı oluşturmaktadır. Şehir hinterlandından getirilen ürünlerin
değişiminin yapıldığı pazar yerleri, temizlik için hamamlar ve cuma namazı
kılınan caminin etrafında oluşan şehirlere daha sonra başka unsurlar
eklenmişse de bu üç yapı, şehrin mahalleler dışındaki temel mekânları olma özelliklerini korumuşlardır. Toprağa bağlı olmayan üretim malları ve diğer ürünlerin pazarlandığı yer olarak ticari mekânlar, bir yerleşim biriminin şehir sayılabilmesi için en önemli unsurların başında gelmektedir.
Bu çalışmada klasik Osmanlı/İslam şehir özelliklerini içinde barındıran
Siverek şehrinin ticari mekânları olan pazar yerleri, çarşıları ve hanları, 19.
yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen Siverek Şer’iye Sicillerinin verileri ışığında
ortaya konmuştur.
Urfa ve Mardin kırsal alanında yaşayan Kürtçe konuşan bir inanç topluluğudur.
Yezidilik, belirli ailelere özgü, dışardan herhangi birinin kabul edilmediği
etno-dinsel bir inançtır. Yezidiliğin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu,
menşei, temel inanç figürleri hakkında çözüme kavuşmamış tartışmalar
devam etmektedir. Klasik İslam kaynakları Yezidiliğin Sünni bir mutasavvıf
olan Adi. b. Müsafir’in (555/1160) vefatından sonra ardılları tarafından
devam ettirilen Adeviye Tarikatı olarak bilinen cemaatin zamanla Sünni
İslam inancından uzaklaşarak, sapkın bir inanca dönüştüğü görüşündedirler.
Bu inancın İran kökenli Zerdüşt, Mani ve Mitraizm (Mihrperest) gibi dinlerin
kalıntısı olarak günümüze geldiğini iddia edenler de vardır. 1514 yılında Musul
ve Diyarbekir çevresine hâkim olan Osmanlı Devleti, Yezidilerle karşılaştı.
Bu tarihten sonra konumuzun başlığında da belirtildiği gibi itaat, itikat ve
askerlik üçgeninde Osmanlı’da devlet-Yezidi ilişkileri başladı. Bu dönemde
Yezidiler Diyarbekir’den Musul’a kadar uzanan bölgede köyleri talan eden
ve aşiretleri rencide eden hırsızlık ve eşkıyalıkla uğraşan, Rafızilik gibi
sapkın bir grup olarak tanıtılmaktadır. Devlete itaat ettiklerinde kendilerine
mukataa ve dirlik verilen ve raiyetten sayılan Yezidiler, itaatten çıkıp asi
durumuna düştüklerinde ezansız, namazsız ve mülhidlikle suçlanarak
cezalandırılmışlardır. Bu anlamda Osmanlı klasik döneminde devletin
heteredoks gruplara karşı tavrını din ve itikat değil, daha çok hükümranlık
ve itaat ilişkisi belirlemekteydi. Tanzimat’la beraber, geçmişin itaat merkezli
devlet-yezidi ilişkilerine artık inanç ve askerlik üzerinden önce tüm reayanın eşit sayıldığı Osmanlılık, daha sonra ittihad-ı İslam dairesine dâhil edilme denemeleri eklenmiştir. Yezidi din adamları ve ileri gelenleri itikatlarının askerlik yapmaya müsaade etmediğini belirterek orduya katılmayı reddettiler. Klasik dönemde itaat ve isyan üzerinden şekillenen Osmanlı-Yezidi ilişkileri artık itikat ve inanç üzerinden yürütülmektedir. Sünni İslam dairesine alınarak dış müdahalelere fırsat vermeleri engellenmek istenen cemaat ve gruplara yönelik bir dizi proje yürürlüğe sokuldu. Bu bağlamda heyet-i tefhimiye, fırka-iıslahiye, irşad heyetlerinin çalışmaları yanında dini eğitim, mektep ve cami inşaat faaliyetleri başlatıldı. 1891 yılında Binbaşı Abdülkadir Bey ve ulemadan oluşan bir heyet (tefhim heyeti) Yezidileri sapmış oldukları batıl inançtan kurtarmak, temeddün ve itikatlarını düzeltmek üzere tatlılık ve güzel sözle dini telkin etmenin (aşılamanın) işe yaramadığını görünce zora başvurdu, şiddet
uyguladı. Fırka-ı İslâhiye kumandanı Ö mer Vehbi Paşa Musul’da şehrin ileri
gelenlerinin huzurunda topladığı Yezidi reislerine itikatlarını tashih ederek
Ehl-i Sünnet dairesine dönmelerini teklif ettiğinde, kabul etmeyenlere hakaret
ederek şiddet uyguladı. II . Meşrutiyetten sonra Osmanlı bürokrat ve idarecileri
arasında Yezidilerin, Hristiyan ve Museviler gibi askerlikten muafiyet ya
da bedelli askerlik gibi bir muameleye tabi tutulma talepleri tartışılmaya
başlandı. Bunlara göre, kendilerini Yezidi olarak ifade eden ve itikat eden bir
kavmin din ve mezhep hürriyeti gereği Yezidi sayılmaları gerektiği, hükümetin
Yezidilerin tabi oldukları itikadı tanıyarak gayrimüslim milletler gibi ruhani
reislerinin tabi oldukları kanunlardan istifade etmelerini dile getirdiler.
Bu makalede, Yezidiliğin inanç problemleri bağlamında, Osmanlı-Yezidi
ilişkilerinde itaat ve itikat faktörlerinden hangisinin daha belirleyici olduğu
sorularına cevap aranmıştır. “İtaat, itikat ve Askerlik Ü çgeninde Osmanlı’da
Devlet-Yezidi İlişkileri” adını taşıyan araştırmada Osmanlı Devleti’nin güçlü
olduğu klasik dönemde periferideki inanç gruplarına ve cemaatlere karşı
tavrını din ve inanç değil, itaatin belirlediğini, dış müdahalelerin baskın olduğu Tanzimat sonrasında ise, bu grupların askerlik üzerinden terbiye/temeddün ile itikatlarının tashih edilerek merkeze daha güçlü şekilde eklemlenmeye
çalışıldıklarını iddia etmektedir.
Midyat özelinde Protestanlığın bölgede yayılması ve bu süreçte iki mezhep mensupları arasındaki ilişkilerin boyutu ortaya konacaktır. Osmanlı Devleti’nde misyoner ve Protestanlarla ilgili araştırmalara Midyat’ta Süryani Protestanları ve kilise inşa faaliyetleri hakkında mikro düzeyde katkı yapacaktır. Çalışmanın temel kaynağı Protestan kilisesinin ruhsat işlemleri dosyalarının bulunduğu arşiv metinleri ile konuya dair oluşan literatürdür. Bu sayede Osmanlıda mabet hürriyeti ve kilise inşası, 19. yüzyıl sonunda Osmanlı bürokrasinin kilise ruhsat işlemleri dosyası üzerinden takip edilebilecektir.
This article argues that the Ottoman state lacked a well-functioning settlement policy regarding the incoming North Caucasians. The Ottomans aimed to accommodate the refugees by deploying the frame of viewing them as ‘brothers in religion‘, but this resulted in a number of issues, in particular due to existing problems concerning the ‘state's Tanzimat‘ order, along with the collection of taxes and conflict with Bedouin tribes in the Mardin region.
This article examines this phenomenon by means of a study of the ‘Chechens' journey‘ to the Ottoman Empire, focusing specifically on a subgroup of Chechens, who were settled in the Mardin region. Through the use of a considerable array of archival resources, the article seeks to firstly, trace the route taken by the Chechen group to Mardin and secondly, to clarify their transformation from being considered ‘brothers in religion’ by the Ottomans to regional bandits.
the tomb of Imam Mūsā al-Kāẓim in Baghdad, in the light of archival documents.