TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Nafi Atuf (Kansu)
ÖZET
Bu eser, iki ciltlik eserin birleştiri... more TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Nafi Atuf (Kansu)
ÖZET
Bu eser, iki ciltlik eserin birleştirilmesinden hazırlanmış, beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde, Medreseler (yükseköğretim) ve onların teşkilatlanma şekilleri ile ilgili bilgiler verilirken, İslam Medeniye¬tinin Türk devletleri üzerindeki etkileri, Türk¬lerin İslamiyet dinine girmeleri bağlamında, eğitimin nasıl bir şekil aldığı tartışılmaktadır. Aynı bölümde birde Fatih medrese teşkilatı, I. Süleyman’ın medrese teşkilatı ve medreselerin eğitim sisteminden çıkarılması ve dö¬nem aydını olarak Kâtip Çelebi’nin eserleri bağlamında ele alınmıştır. Sıbyan ve Enderun mekteplerinin işleyişleri hakkında da ayrıntılı açıklamalarda bulunulmuştur. Özellikle, “Sıbyan Mekteplerinin kuruluş amacının toplumun devamını oluşturacak çocuklara, dini ağırlıklı bir eğitim veren bir kurum olarak tanımlandığının üzerinde durulmuştur.
Aslında İslam dini kadın ve erkek ayırımı yapmaksızın herkesi eğitim ve öğretime mecbur tutuyordu. Osmanlı toplumunda aile çocuklarının aklı ermeye başladıktan hemen sonra dini eğitim alması amacıyla bu okullara gönderilirdi. Sıbyan mekteplerinin inşasında bazı varlıklı insanlar da “sevap” kazanabilmek adına adı geçen bu okulları inşa etmeyi hatta onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için vakıflar dahi inşa ettirmeyi görev bilirlerdi. ” Enderun Mektebini ise Kansu; Osmanlı Devleti’nin iç ve dış devlet hizmetinde kullanabilmek amacıyla ihtiyacı olan hizmetleri karşılayacak personeli yetiştirebilmek için II. Mehmed devrinde “Enderun” adı verilen ders içeriği genişletilmiş bir okul olduğunu vurgular. ikinci bölümünde ise eğitimin batılı yüzünü işleyen Kansu, Avrupa medeniyeti ile ilk karşılaşmayı 1703-1789 yılları arasında değerlendirmiştir. Bu süreçte zayıflayan Osmanlı ve güçlenen Avrupa’yı bilim, teknik ve kültür bağlamında karşılaştırarak, matbaa ve ordu için getirilen bazı dersler ve okulları eğitimde öncü batılılaşma hareketleri olarak görmüştür. Eserde sırayla Mühendishane-i Berri Hümayun, Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve eğitim-öğretim faaliyetleri, Mekteb-i Maarif-i Adliye, Harbiye Mektebi, Askeri Tıp Fakültesi, gayr-i Müslim Osmanlı halkının eğitim ve öğretim süreci konuları ayrıca işlenmiştir.
Eserin üçüncü bölümü ise Tanzimat dönemi ve Islahat fermanı eğitim alanı yenilikleri olarak tartışılmıştır. Kansu, Tanzimat felsefesini “Avrupalı devletler tarafından sürekli “demokratikleşme” adı altında sıkıştırılmaya çalışılan bir yönetimin, kendi vatandaşlarından önce Avrupa’yı memnun etmeği hedefleyen, ülkeyi ve yönetimi daha fazla köşeye sıkıştırmamak adına yapılan yönetici grubun bir çabası olarak görülmüştür.” İzleyen bölümde ünlü Osmanlı eğitim bilimci ve Usul-u Cedid hareketinin kurucusu Selim Sabit Efendi tanıtılmıştır. Daha sonra sırayla eserde Mektepleri, Rüştiye Mektepleri, Dar’ul Muallimin (Erkek Öğretmen Okulu), Ortaokullar, Dar’ul-Maarif, Mekteb-i Mülkiye, Galatasaray Sultanisi, Sanayi Mektepleri–Islahhane-(Meslek Okulları), İlim-Bilim Dernekleri, Cemiyet-i Tadrise-i İslamiye (Dar’üş-Şafaka) konuları işlenmiştir.
Genel Eğitim Nizamnamesi ve Eğitim Bakanı Saffet Paşa (1869-1898) dönemi yenilikler eserde işlenmiş Dar’ul-Fünun tanıtılmıştır. Azınlıkların ve yabancı okulların eğitim ve öğretim faaliyetleri analiz edilmiş daha sonra Tanzimat esaslarından vazgeçme eğilimleri ve bu durumun eğitim sistemine etkileri ele alınmıştır. Pedagoji kitapları ve okul teşkilatı hakkında bilgi verilerek birinci kitap bitirilmiştir. İkinci kitap daha çok Meşrutiyet dönemi ile ilgilidir. İkinci Meşrutiyetin ilanı ve sonrasında eğitim, öğretim faaliyetlerinin durumunu yükseköğretim, ortaöğretim ve ilköğretim kademeleri bağlamında ele alan Kansu, İttihat ve Terakki Cemiyetinin eğitim düşünceleri ile dönemin Eğitim Bakanı Emrullah Selim Sabit Efendi, ezberlemek yerine harfleri birbirine bağlayarak heceleri ve kelimeleri okutma esasına dayalı yöntemi eğitim hayatına getirmiştir. Uyarladığı bu yeni öğretim sistemine Usul-u Cedid denildi. 1900’lerin başında İstanbul’daki 265 iptidai ve taş mektepten bir kısmı numune mektebi haline getirildi ve bu yöntem uygulandı. Okuma yazmayı kolaylaştıran bu sisteme yönelen okullara Usul-u Cedid okulları adı verildi. Öğrenci sırası, öğretmen masası, harita, yerküre gibi ders araçları bu okullara girmiştir.
Eserde ziraat eğitim programının hazırlanması ve uygulanması, Osmanlı coğrafyasında bazı illerdeki ortaöğretim, bu kurumlardan liselerin ıslahatı, Tuba Ağacı Nazariyesi Dar’ül- Fünun, kadın eğitimi, kız lisesi ve Türk kızlarının yükseköğrenim yaşamı ve bunun nasıl olması gerektiği konularını ele almıştır. İkinci kitabın II. Bölümünde ise, Milli Eğitim başlığı altında Ziya Gökalp felsefesi ve eğitim anlayışı uzunca ele alınmıştır. Dar’ul-Hilafet’il Aliye Medresesi, pedagojiye ait yayınlar ile de eser bitirilmiştir. Emrullah Efendiye göre, ilim yukardan başlar. Önce elit bir kadro yetiştirmeli, onlar ilkokul ve ortaokul öğretmenlerini, onlar da çocukları ve gençleri eğitmelidir. Cennetteki Tuba ağacının da kökü yukarıda olduğu için “Tuba Ağacı Nazariyesi” olarak anılan bu görüş, Ziya Gökalp’i de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi olmuştur.
Yayına Hazırlayanlar Asistant Professor. Levent Eraslan Lecturer Umut C. Karadoğan
TERBİYE VE İMAN
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE
FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEM... more TERBİYE VE İMAN
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEMS’UL MEKATİB DERS NOTLARI
ESER ÖZETİ
Günümüz çağdaş eğitim anlayışının temeli olan birey merkezli anlayışın, yaparak-yaşayarak öğrenmenin ve işlevsel bilginin önemini İsmail Hakkı Baltacıoğlu uzun yıllar önce ifade etmiştir. Özellikle Avrupa gezileri sonrasında oluşan çağdaş eğitim anlayışının pratikleri hem kendi mesleki yaşamında hem de eserlerinde göstermiştir. İlk eseri olan ve kuvvetli bir alt yapıya sahip olduğunu gösteren Talim ve Terbiye ’de İnkılap adlı eserine başlarken geleneksel eğitim anlayışının yıkılması gerektiğini şiddetle vurgulamıştır.
“İsmail Hakkı Baltacıoğlu 1914’te, Birinci Dünya Harbi’nin ilk yılında yazdığı bu eserinde terbiye kavramına çok ayrı bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Denilebilir ki, onun bu bakış tarzında eğitim felsefesinin temellerini bulabiliriz”. Bu betimlemeye ayrıca eserin eğitim sosyolojisi alanında da ülkemizde yazılan ilk eserlerden biri olduğu özelliğini de ekleyebiliriz. Eserde sadece eğitim ve öğretim kavramlarının analizi ile değil aynı zamanda aile, okul, toplum ilişkilerini de dönemin özellikleri bağlamında incelenmekte ve durum tespiti yapılmaktadır. Ayrıca eğitim sisteminin nasıl bir inançla (imanla) düzelebileceği ve bu alanda yapılacak reformların nasıl olması gerektiğini de vurgulamakta ve bu memlekette eğitim-öğretim meselesi öncelikle bir inanç sonra bir ilim meselesidir sonucuna varılmaktadır.
Eğitim sistemimizin geliştirilmesi, ilerleme kaydetmesi ve düzenlenmesi gibi sorunlar gündeme geldiğinde her şeyden önce ülkedeki insanlarda oluşan “eğitim algısı” incelenmelidir. Okullarda öğretmenin kendisi ve kullandığı kılavuz kitabı eğitimin temel yapı taşıdır. Oysa eğitimin içerisinde hem ilim, hem de eğitim birlikte bulunur. Gerçek bir eğitim-öğretim hem beden, hem fikir, hem his, hem de azim yapar. Hayata hazırlık, okuma-yazma ve ilim kadar bunların gücünün ürünüdür.
Geleneksel eğitim sistemini, eğitim felsefesi, programlar, ders kitapları, öğretim uygulamaları, öğretmenler, yöneticiler ve aileler bazında değerlendirmiştir;“ Ülkemizde eğitim ve öğretimin amacı “uslu, hafızası kuvvetli adamlar yetiştirmektir! Bizde atasözleri ile ifade edilen en kuvvetli eğitim inançları hurafeden başka bir şey değildir! İnsanların hayatındaki başarı; birinci derecede bildiklerinin, zekâlarının değil, teşebbüs, azim, dayanıklılık, cesaret ve gözüpeklilik gibi ahlaki vasıflarının yani karakterlerinin bir ürünüdür.
Yaşamak azminde olan bir milletin tek amacı; “çocukları hayata hazırlamak” olmalıdır. Eğitim; hayat için en önemli sermayedir”. Bu sözleri ile Baltacıoğlu’nun Pragmatist felsefenin eğitim yorumlaması olan İlerlemecilik akımının temel özelliklerini kabul ettiği görülmektedir. Geleneksel eğitim sisteminin tüm doğurgularını çok sert biçimde eleştirir. Ezber, Ezberletme, Otokrat öğretmen en çok eleştirdiği kavramlardır. “Mahalle mekteplerinden tutun en yüksek eğitim kurumuna kadar bütün kurumlarımız ezberleyen adam yetiştirme peşindedir. Mahalle mekteplerinde okutulan tecvitler, kıraatlar, hesaplar hep hafızayı doldurmak için okutuluyor.
Atılan dayaklar, falakalar hep uslu adam yetiştirmek için atılıyor. Öğretmenlerimiz hep bizden sadece bir şey isterlerdi; söylediklerini ezberlemek, ezberlemek okul hayatında bütün başarıların, takdirlerin, derecelerin, terfilerin anahtarı gibiydi.” Baltacıoğlu öğretmenler kadar aileyi de sorgulamaktadır; “Eti senin kemiği benim işte milletin eğitimde en köklü en kuvvetli inançları.” Baltacıoğlu’nun öğretim programlarına dönük analizi de günümüzdeki program uygulamalarına şaşırtıcı şekilde benzemektedir; “ Ülkemizde herkes eğitilmiş bilgili adam yetiştirmek amacı peşinde koşuyor, hep bu amaç için okullar açılıyor binalar yapılıyor, kitaplar basılıyor, komisyonlar oluşturuluyor programlar değişiyor dünyanın en iyi okullarından getirilen en yeni programlar uygulanıyor. Bütün bu işler sonucunda okullarımızda “bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak ifadeli gençler yetişiyor; fakat yalnız bir şey yetişmiyor, o da adam….
Okullarımızın bu aczi karşısında bir çare buluyoruz; programları değiştirmek. Program! Program! Fakat ülkenin eğitim sistemi program değiştirmenin adam yetiştirmedeki etkilerini senelerden beri denedi. Bundan yirmi otuz sene önce Fransa okullarından sökülüp getirilen programlar, bu ülkenin eğitimde köklü olarak hiçbir şeyi değiştirmemiştir”. Bu analizlerin günümüzde de geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Peki, çözüm nedir?
Avrupa’dan getirilemeyen, üstünkörü bakışla görülemeyen, okullardaki öğretim yöntemleri, okulun disiplin sistemini değiştirmektir. Çünkü bunlar değişmedikçe okul yine o; beden, fikir, duygu, ahlak katili, ürün yine sıska kambur, beyinsiz, duygusuz pasif, dayanıksız korkak ürün olacaktır.” Eğer bu millete adam yetiştirmek istiyorsak “faaliyet” (deneyim-etkinlik) in önemini kabul etmeliyiz. Bu faaliyetler beş biçimde oluşmalıdır; (i) Bedende faaliyet, (ii) Beş duyuda faaliyet, (iii) Fikirde faaliyet, (iv) Duyguda faaliyet, (v) İradede faaliyet.
(i) Bedende faaliyetin araçları: Oyun, müzik, resim, yüksek sözle söz söylemek (hitabet, retorik), el işleri, spor faaliyetleri, jimnastik. (ii) Beş duyuda faaliyet araçları: Çevrenin eşyası, oyuncaklar, oyunlar, resim, el işleri, iş, teknik çalışmaları, eşya ile ilgili bütün dersler. (iii) Fikirde faaliyet araçları: Fikri eğitim, en sıradan bir dersten en önemli derse kadar yöntemlerin ürünüdür. Bedeni ve beş duyuyu harekete geçiren her araç dolayısıyla fikrin de faaliyetini hazırlar. Kişinin kendi iradesi ile yaptığı her şey fikrini geliştirir. (iv) Duyguda faaliyet araçları: Oyun müzik, eşya, levhalar, yazı, resim, el işleri, nutuklar, konferanslar, tarih ve coğrafya dersleri, çevrede meydana gelen olaylar. (v) İradede faaliyet araçları: Disiplinde özgürlük. Eğitim ve öğretimde yapılan bütün yenilik hareketlerinin başlangıcı disiplini anlamaktan geçer. Ahlaki kuvvetleri faaliyete sevk eden araçlar, kişiliği geliştiren her şeydir. Aytaç’ın ifadesiyle eğitim konusundaki görüşleri “İnkilap”la başlayıp “İhtilalle”le sona eren Baltacıoğlu, eserlerinde, okuduklarını değil, kendi orijinal düşüncelerini sergilemiştir. Kendine özgü olan bu düşüncelerindeki derinlik, kapsamlılık, onun çağdaşı olan bütün diğer eğitim düşünürleri ile rahatça boy ölçüşebilecek bir duruma sahip olmasını sağlamaktadır.
Rousseau, Pestalozzi, Frobel, J.Dewey’i öğrencilerine aktaran eğitim fakültesi öğretim elemanlarının Baltacıoğlu’nu tanı(t)maması da belki ona yapılan en büyük haksızlıktır. Yapılandırmacılık felsefesini ithal eden anlayışın öncelikle neredeyse 100 yıl önce bu fikrin öncüllerini tartışan bu büyük bilim adamını tanıması ve anlaması gerekmektedir.
1917 yılında Berlin’de faaliyete başlayan Türk Edebiyatını Sevenler Cemiyeti, Türkiye’de şubeleşe... more 1917 yılında Berlin’de faaliyete başlayan Türk Edebiyatını Sevenler Cemiyeti, Türkiye’de şubeleşebilmek amacıyla çeşitli girişimlerde bulunmuş ve netice olarak bu maksadını gerçekleştirmiştir. Bu cemiyetin temel hedefleri; Türk edebiyatı ve dilinin incelenmesi, Türk edebiyatının dünya edebiyatı içersinde hak ettiği yeri alması, İslam dininin Türk ve diğer Ortadoğu ülkeleri üzerindeki tesirinin tespiti ve incelenmesi, İstanbul'da Alman bilim adamlarının da kullanımına sunulabilecek bir Doğu eserleri kütüphanesinin kurulması, Alman oryantalistlerle Türk bilim insanlarının kişisel iletişimlerinin kolaylaştırılması ve işbirliği içerisinde bilimsel çalışmalar yapılabilmesi, gerekirse bu hususlarda Türk ve Alman devletlerinin siyasi ve mali desteklerinin alınması şeklindedir. Cemiyetin İstanbul şubesi, Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesine kadar Türkiye’deki faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu çalışmada, İstanbul’da şubesi açılan Türk Edebiyatını Sevenler Cemiyeti’nin kuruluş öncesi gir...
Osmanli Devleti’nin sosyolojik ve teolojik acilardan kadina bakisi, Arap manifestosuyla oruluyken... more Osmanli Devleti’nin sosyolojik ve teolojik acilardan kadina bakisi, Arap manifestosuyla oruluyken, her alanda degisimi kendine dustur edinmis, topluma ve siyasal yasama gelisimi adapte etmeye cabalayan ust yonetim aklinin uygulamakta oldugu politikalarin yani sira kulturel alanlarda da kendisini ortaya koyma cabasina girdigi donem olan Tanzimat’in, elbette kadina bakis acisi da farkli olacakti. Bati’da ozgurlesmeye baslayan ve toplum icerisinde daha gorunur duruma gelen Avrupali kadin, Osmanli aydinlarinin da ilgi odagi haline gelmis ve her anlamda cagdaslasmayi arzulayan bir dusunce yapisini, donemin yonetimine de aksettirmenin cabasina girmislerdir. Bu sayede daha ilimli bir pozitivizm ile II. Mesrutiyetten sonra kadinin toplumsal algisi, her alanda degistirilmeye gayret edilmis ve kadinlar daha fark edilir toplum bireyi olarak, gundelik yasamin kesmekesinde kendilerine bir yer acmislardir. Zaman zaman bu durumun hazmedilemeyisi sebebiyle de baslarini kanunla, devletle, toplumla i...
Dunyada ucagin bir savas araci olarak kullanilmasi 1911 Trablusgarp Savasi ile baslar. Yuzyilin ... more Dunyada ucagin bir savas araci olarak kullanilmasi 1911 Trablusgarp Savasi ile baslar. Yuzyilin basinda a dindan sikca soz ettirmeye baslayan ucak, donemin gelismis ulkelerinin asker ve sivil otoriteleri tarafindan ciddi bir savas araci olarak ilgi gormemistir. Yuzyilin basinda savas araci olarak gorulmeyen ucaklar, Fransiz Maresal Ferdinand Foch’un deyimiyle “Şahane oyuncaklardi ama ne yazik ki askeri anlamda bir gelecekleri oldugu soylenemezdi.” Ancak Foch’un yanildigi bu konusmanin, birkac yil sonra ispati Dunya Savasi sirasinda gorulecektir. Birinci Dunya Savasi, ucaklarin etkin olarak kullanildigi ilk askeri mucadele olmasi acisindan onemlidir. Deniz havaciligi ise, bu anlamda dunya uzerinde oldukca farkli bir stratejik oneme sahip savas aracidir. Osmanli Devleti, deniz havaciligi konusunda yine kara havaciliginda oldugu gibi ilk adimi atan devletlerdendi ve gelismeleri yakindan takip etmekteydi. Dunya uzerinde denize inebilen ilk ucak 1912’de havalanmisken, Osmanli D...
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
Osmanlı Türklerinde sahne sanatları denildiğinde akla ilk karagöz, ortaoyunu, meddah, kukla, köy ... more Osmanlı Türklerinde sahne sanatları denildiğinde akla ilk karagöz, ortaoyunu, meddah, kukla, köy seyirlik oyunları“ gelmektedir. Sözü edilen bu sahne sanatları geleneksel Türk tiyatrosunun en kıymetli gösteri unsurları arasında sayılabilir. Çağdaş anlamda tiyatronun ortaya çıkması ile birlikte, geleneksel Türk tiyatrosu bünyesindeki canlandırmaya dayanan temaşanın “tiyatro” kavramı içerisinde değerlendirilip, değerlendirilmeyeceği, söz konusu uygulamaların çağdaş tiyatronun alt yapısını teşkil edip etmeyeceği de çoğu zaman tartışma konusu yapılmıştır. Bu bağlamda mezkûr devlette Batı’ya daha yakın duran Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları ve onların ilgi alanlarında tesirini gösteren bu kültürel dönüşüm, yine en fazla sanat sahasında tesirli olmuştur. XIX. yüzyıla ulaşıldığında Osmanlı düşünce hayatında, sanatın ve sanatçıların etkisinin büyük olduğu sosyal anlamda yapılan pek çok araştırma ile ortaya konmuştur. Sözü edilen düşünceden hareketle Osmanlı Devleti’nde Avrupa tarzında çağda...
Where there is a refinement and naivety about life; a symbol, a sign, a symbol of the child or ch... more Where there is a refinement and naivety about life; a symbol, a sign, a symbol of the child or childhood necessarily corresponds to. Childhood is a process in which almost all the adults, in the main sense, admire and desire to return to life. It should be known that the factor that makes this process worthwhile is the immaculate point that humanity occupies in the universe during childhood. Childhood can change according to the geography, culture and historical process. But in the old world order, the fate of children was generally determined by the gender and socio-cultural and socio-economic status of their mothers. In this sense, if the attitude towards the female gender was low, she could not go beyond a commodity or slave that could be bought-and-sell. Especially in prehistoric times, women, girls and children with low status were beaten and be sacrificed from their infant life as they were subjected to violence. The understanding of childhood can be evaluated from different p...
Sivil toplum kavrami genel anlamiyla, aile, devlet, piyasa ve siyasi alan disinda hak ve sorumlul... more Sivil toplum kavrami genel anlamiyla, aile, devlet, piyasa ve siyasi alan disinda hak ve sorumluluk sahibi yurttaslarin gonullu olarak yarattigi, sorunlarini cozmek ve cikarlarini korumak amaciyla kamusal alan ile ozel alan arasinda ya da bu alanlarin kesisiminde olusturduklari bir alandir. Cogulcu, ozerk, katilimci ve ozunde toplumsal sorunlarin cozumune donuk sivil etkinlikleri, iliskileri, cikarlari iceren bu alan cesitli yapilanmalar araciligiyla bu taleplerini yasama gecirmektedir. Egitim, saglik, cevre, kadin haklari, ekonomi, dayanisma ve genclik alanlarinda orgutlenmeler sivil hayatin genel yapisini olusturur. Bu calismada ozellikle Osmanli Devleti'nin modernlesme surecindeki genclik orgutlenmeleri ele alinmaktadir. Cemiyetler donemi olarak adlandirilan bu surecte kurulan genclik orgutlenmeleri oncelikle ogrenci dernekleri seklinde kurulmus, daha sonra spor, sanat, kultur ve son donemde de siyasi alanlarda da genclik orgutlenmeleri olusturulmustur. Gencligin hizli ve dinamik yapisinin ozellikle Osmanli Devletinden gunumuze sivil toplum alanlarinda etkin rol aldiklarini vurgulama bu calismanin temel amacidir.
21 Yuzyılda Egitim Ve Toplum Egitim Bilimleri Ve Sosyal Arastırmalar Dergisi, 2012
Osmanli hanedan ailesi aslinda toplumun diger bireylerinden ayrilan bir yapi hicbir zaman olmamis... more Osmanli hanedan ailesi aslinda toplumun diger bireylerinden ayrilan bir yapi hicbir zaman olmamistir. Osmanli Devleti’nde aristokratik bir yapilanma olmadigi icin varolan yapi tamamen Şer’i hukuka ve Turk toresine dayanmaktadir. Ayrica Osmanli’da aile devlet mudahalesinden uzak bir kurumdur. Osmanli hanedaninda erkek ise, Kanunname-i Ali Osman’a gore “harem” icerisinden cok kadinla evlenebilme hakkina sahiptir. Ancak tasra ve alt sosyoekonomik tabakalar da bulunan toplum yapilari arasinda tek evlilik esastir. Ustelik erkek hegemon bir yapilanma toplumun en alt katmanindan en ustune kadar gorulebilmektedir. Fakat Osmanli ailesinde kadinlarin, bazi haklari diledikleri gibi kullanabildikleri de bilinmektedir. Bu Osmanli’da kadinlarin hukum sahibi olabildikleri anlamini tasimamasina ragmen “valide sultan” kavrami, “haremde” kadinlar arasinda bir ustunluk sifati anlamini da tasimaktadir. Toplumsal yapiya bakildiginda kadinin hakki yok denecek kadar azdir. Aile konumunda, tipki devlette oldugu gibi “reis” erkektir. Osmanli ailesinde de, toplumunda da (reis=otorite) anlamina gelmektedir. Şehzadeler de hukumdarin ve devletin genel teamulleri dogrultusunda osyallesebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Aile, Sosyo-Kulturel Yapi, Hanedan, Osmanli Devleti, Şer’i Hukuk, Tore
TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Nafi Atuf (Kansu)
ÖZET
Bu eser, iki ciltlik eserin birleştiri... more TÜRK EĞİTİM TARİHİ
Nafi Atuf (Kansu)
ÖZET
Bu eser, iki ciltlik eserin birleştirilmesinden hazırlanmış, beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde, Medreseler (yükseköğretim) ve onların teşkilatlanma şekilleri ile ilgili bilgiler verilirken, İslam Medeniye¬tinin Türk devletleri üzerindeki etkileri, Türk¬lerin İslamiyet dinine girmeleri bağlamında, eğitimin nasıl bir şekil aldığı tartışılmaktadır. Aynı bölümde birde Fatih medrese teşkilatı, I. Süleyman’ın medrese teşkilatı ve medreselerin eğitim sisteminden çıkarılması ve dö¬nem aydını olarak Kâtip Çelebi’nin eserleri bağlamında ele alınmıştır. Sıbyan ve Enderun mekteplerinin işleyişleri hakkında da ayrıntılı açıklamalarda bulunulmuştur. Özellikle, “Sıbyan Mekteplerinin kuruluş amacının toplumun devamını oluşturacak çocuklara, dini ağırlıklı bir eğitim veren bir kurum olarak tanımlandığının üzerinde durulmuştur.
Aslında İslam dini kadın ve erkek ayırımı yapmaksızın herkesi eğitim ve öğretime mecbur tutuyordu. Osmanlı toplumunda aile çocuklarının aklı ermeye başladıktan hemen sonra dini eğitim alması amacıyla bu okullara gönderilirdi. Sıbyan mekteplerinin inşasında bazı varlıklı insanlar da “sevap” kazanabilmek adına adı geçen bu okulları inşa etmeyi hatta onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için vakıflar dahi inşa ettirmeyi görev bilirlerdi. ” Enderun Mektebini ise Kansu; Osmanlı Devleti’nin iç ve dış devlet hizmetinde kullanabilmek amacıyla ihtiyacı olan hizmetleri karşılayacak personeli yetiştirebilmek için II. Mehmed devrinde “Enderun” adı verilen ders içeriği genişletilmiş bir okul olduğunu vurgular. ikinci bölümünde ise eğitimin batılı yüzünü işleyen Kansu, Avrupa medeniyeti ile ilk karşılaşmayı 1703-1789 yılları arasında değerlendirmiştir. Bu süreçte zayıflayan Osmanlı ve güçlenen Avrupa’yı bilim, teknik ve kültür bağlamında karşılaştırarak, matbaa ve ordu için getirilen bazı dersler ve okulları eğitimde öncü batılılaşma hareketleri olarak görmüştür. Eserde sırayla Mühendishane-i Berri Hümayun, Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve eğitim-öğretim faaliyetleri, Mekteb-i Maarif-i Adliye, Harbiye Mektebi, Askeri Tıp Fakültesi, gayr-i Müslim Osmanlı halkının eğitim ve öğretim süreci konuları ayrıca işlenmiştir.
Eserin üçüncü bölümü ise Tanzimat dönemi ve Islahat fermanı eğitim alanı yenilikleri olarak tartışılmıştır. Kansu, Tanzimat felsefesini “Avrupalı devletler tarafından sürekli “demokratikleşme” adı altında sıkıştırılmaya çalışılan bir yönetimin, kendi vatandaşlarından önce Avrupa’yı memnun etmeği hedefleyen, ülkeyi ve yönetimi daha fazla köşeye sıkıştırmamak adına yapılan yönetici grubun bir çabası olarak görülmüştür.” İzleyen bölümde ünlü Osmanlı eğitim bilimci ve Usul-u Cedid hareketinin kurucusu Selim Sabit Efendi tanıtılmıştır. Daha sonra sırayla eserde Mektepleri, Rüştiye Mektepleri, Dar’ul Muallimin (Erkek Öğretmen Okulu), Ortaokullar, Dar’ul-Maarif, Mekteb-i Mülkiye, Galatasaray Sultanisi, Sanayi Mektepleri–Islahhane-(Meslek Okulları), İlim-Bilim Dernekleri, Cemiyet-i Tadrise-i İslamiye (Dar’üş-Şafaka) konuları işlenmiştir.
Genel Eğitim Nizamnamesi ve Eğitim Bakanı Saffet Paşa (1869-1898) dönemi yenilikler eserde işlenmiş Dar’ul-Fünun tanıtılmıştır. Azınlıkların ve yabancı okulların eğitim ve öğretim faaliyetleri analiz edilmiş daha sonra Tanzimat esaslarından vazgeçme eğilimleri ve bu durumun eğitim sistemine etkileri ele alınmıştır. Pedagoji kitapları ve okul teşkilatı hakkında bilgi verilerek birinci kitap bitirilmiştir. İkinci kitap daha çok Meşrutiyet dönemi ile ilgilidir. İkinci Meşrutiyetin ilanı ve sonrasında eğitim, öğretim faaliyetlerinin durumunu yükseköğretim, ortaöğretim ve ilköğretim kademeleri bağlamında ele alan Kansu, İttihat ve Terakki Cemiyetinin eğitim düşünceleri ile dönemin Eğitim Bakanı Emrullah Selim Sabit Efendi, ezberlemek yerine harfleri birbirine bağlayarak heceleri ve kelimeleri okutma esasına dayalı yöntemi eğitim hayatına getirmiştir. Uyarladığı bu yeni öğretim sistemine Usul-u Cedid denildi. 1900’lerin başında İstanbul’daki 265 iptidai ve taş mektepten bir kısmı numune mektebi haline getirildi ve bu yöntem uygulandı. Okuma yazmayı kolaylaştıran bu sisteme yönelen okullara Usul-u Cedid okulları adı verildi. Öğrenci sırası, öğretmen masası, harita, yerküre gibi ders araçları bu okullara girmiştir.
Eserde ziraat eğitim programının hazırlanması ve uygulanması, Osmanlı coğrafyasında bazı illerdeki ortaöğretim, bu kurumlardan liselerin ıslahatı, Tuba Ağacı Nazariyesi Dar’ül- Fünun, kadın eğitimi, kız lisesi ve Türk kızlarının yükseköğrenim yaşamı ve bunun nasıl olması gerektiği konularını ele almıştır. İkinci kitabın II. Bölümünde ise, Milli Eğitim başlığı altında Ziya Gökalp felsefesi ve eğitim anlayışı uzunca ele alınmıştır. Dar’ul-Hilafet’il Aliye Medresesi, pedagojiye ait yayınlar ile de eser bitirilmiştir. Emrullah Efendiye göre, ilim yukardan başlar. Önce elit bir kadro yetiştirmeli, onlar ilkokul ve ortaokul öğretmenlerini, onlar da çocukları ve gençleri eğitmelidir. Cennetteki Tuba ağacının da kökü yukarıda olduğu için “Tuba Ağacı Nazariyesi” olarak anılan bu görüş, Ziya Gökalp’i de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi olmuştur.
Yayına Hazırlayanlar Asistant Professor. Levent Eraslan Lecturer Umut C. Karadoğan
TERBİYE VE İMAN
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE
FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEM... more TERBİYE VE İMAN
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEMS’UL MEKATİB DERS NOTLARI
ESER ÖZETİ
Günümüz çağdaş eğitim anlayışının temeli olan birey merkezli anlayışın, yaparak-yaşayarak öğrenmenin ve işlevsel bilginin önemini İsmail Hakkı Baltacıoğlu uzun yıllar önce ifade etmiştir. Özellikle Avrupa gezileri sonrasında oluşan çağdaş eğitim anlayışının pratikleri hem kendi mesleki yaşamında hem de eserlerinde göstermiştir. İlk eseri olan ve kuvvetli bir alt yapıya sahip olduğunu gösteren Talim ve Terbiye ’de İnkılap adlı eserine başlarken geleneksel eğitim anlayışının yıkılması gerektiğini şiddetle vurgulamıştır.
“İsmail Hakkı Baltacıoğlu 1914’te, Birinci Dünya Harbi’nin ilk yılında yazdığı bu eserinde terbiye kavramına çok ayrı bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Denilebilir ki, onun bu bakış tarzında eğitim felsefesinin temellerini bulabiliriz”. Bu betimlemeye ayrıca eserin eğitim sosyolojisi alanında da ülkemizde yazılan ilk eserlerden biri olduğu özelliğini de ekleyebiliriz. Eserde sadece eğitim ve öğretim kavramlarının analizi ile değil aynı zamanda aile, okul, toplum ilişkilerini de dönemin özellikleri bağlamında incelenmekte ve durum tespiti yapılmaktadır. Ayrıca eğitim sisteminin nasıl bir inançla (imanla) düzelebileceği ve bu alanda yapılacak reformların nasıl olması gerektiğini de vurgulamakta ve bu memlekette eğitim-öğretim meselesi öncelikle bir inanç sonra bir ilim meselesidir sonucuna varılmaktadır.
Eğitim sistemimizin geliştirilmesi, ilerleme kaydetmesi ve düzenlenmesi gibi sorunlar gündeme geldiğinde her şeyden önce ülkedeki insanlarda oluşan “eğitim algısı” incelenmelidir. Okullarda öğretmenin kendisi ve kullandığı kılavuz kitabı eğitimin temel yapı taşıdır. Oysa eğitimin içerisinde hem ilim, hem de eğitim birlikte bulunur. Gerçek bir eğitim-öğretim hem beden, hem fikir, hem his, hem de azim yapar. Hayata hazırlık, okuma-yazma ve ilim kadar bunların gücünün ürünüdür.
Geleneksel eğitim sistemini, eğitim felsefesi, programlar, ders kitapları, öğretim uygulamaları, öğretmenler, yöneticiler ve aileler bazında değerlendirmiştir;“ Ülkemizde eğitim ve öğretimin amacı “uslu, hafızası kuvvetli adamlar yetiştirmektir! Bizde atasözleri ile ifade edilen en kuvvetli eğitim inançları hurafeden başka bir şey değildir! İnsanların hayatındaki başarı; birinci derecede bildiklerinin, zekâlarının değil, teşebbüs, azim, dayanıklılık, cesaret ve gözüpeklilik gibi ahlaki vasıflarının yani karakterlerinin bir ürünüdür.
Yaşamak azminde olan bir milletin tek amacı; “çocukları hayata hazırlamak” olmalıdır. Eğitim; hayat için en önemli sermayedir”. Bu sözleri ile Baltacıoğlu’nun Pragmatist felsefenin eğitim yorumlaması olan İlerlemecilik akımının temel özelliklerini kabul ettiği görülmektedir. Geleneksel eğitim sisteminin tüm doğurgularını çok sert biçimde eleştirir. Ezber, Ezberletme, Otokrat öğretmen en çok eleştirdiği kavramlardır. “Mahalle mekteplerinden tutun en yüksek eğitim kurumuna kadar bütün kurumlarımız ezberleyen adam yetiştirme peşindedir. Mahalle mekteplerinde okutulan tecvitler, kıraatlar, hesaplar hep hafızayı doldurmak için okutuluyor.
Atılan dayaklar, falakalar hep uslu adam yetiştirmek için atılıyor. Öğretmenlerimiz hep bizden sadece bir şey isterlerdi; söylediklerini ezberlemek, ezberlemek okul hayatında bütün başarıların, takdirlerin, derecelerin, terfilerin anahtarı gibiydi.” Baltacıoğlu öğretmenler kadar aileyi de sorgulamaktadır; “Eti senin kemiği benim işte milletin eğitimde en köklü en kuvvetli inançları.” Baltacıoğlu’nun öğretim programlarına dönük analizi de günümüzdeki program uygulamalarına şaşırtıcı şekilde benzemektedir; “ Ülkemizde herkes eğitilmiş bilgili adam yetiştirmek amacı peşinde koşuyor, hep bu amaç için okullar açılıyor binalar yapılıyor, kitaplar basılıyor, komisyonlar oluşturuluyor programlar değişiyor dünyanın en iyi okullarından getirilen en yeni programlar uygulanıyor. Bütün bu işler sonucunda okullarımızda “bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak ifadeli gençler yetişiyor; fakat yalnız bir şey yetişmiyor, o da adam….
Okullarımızın bu aczi karşısında bir çare buluyoruz; programları değiştirmek. Program! Program! Fakat ülkenin eğitim sistemi program değiştirmenin adam yetiştirmedeki etkilerini senelerden beri denedi. Bundan yirmi otuz sene önce Fransa okullarından sökülüp getirilen programlar, bu ülkenin eğitimde köklü olarak hiçbir şeyi değiştirmemiştir”. Bu analizlerin günümüzde de geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Peki, çözüm nedir?
Avrupa’dan getirilemeyen, üstünkörü bakışla görülemeyen, okullardaki öğretim yöntemleri, okulun disiplin sistemini değiştirmektir. Çünkü bunlar değişmedikçe okul yine o; beden, fikir, duygu, ahlak katili, ürün yine sıska kambur, beyinsiz, duygusuz pasif, dayanıksız korkak ürün olacaktır.” Eğer bu millete adam yetiştirmek istiyorsak “faaliyet” (deneyim-etkinlik) in önemini kabul etmeliyiz. Bu faaliyetler beş biçimde oluşmalıdır; (i) Bedende faaliyet, (ii) Beş duyuda faaliyet, (iii) Fikirde faaliyet, (iv) Duyguda faaliyet, (v) İradede faaliyet.
(i) Bedende faaliyetin araçları: Oyun, müzik, resim, yüksek sözle söz söylemek (hitabet, retorik), el işleri, spor faaliyetleri, jimnastik. (ii) Beş duyuda faaliyet araçları: Çevrenin eşyası, oyuncaklar, oyunlar, resim, el işleri, iş, teknik çalışmaları, eşya ile ilgili bütün dersler. (iii) Fikirde faaliyet araçları: Fikri eğitim, en sıradan bir dersten en önemli derse kadar yöntemlerin ürünüdür. Bedeni ve beş duyuyu harekete geçiren her araç dolayısıyla fikrin de faaliyetini hazırlar. Kişinin kendi iradesi ile yaptığı her şey fikrini geliştirir. (iv) Duyguda faaliyet araçları: Oyun müzik, eşya, levhalar, yazı, resim, el işleri, nutuklar, konferanslar, tarih ve coğrafya dersleri, çevrede meydana gelen olaylar. (v) İradede faaliyet araçları: Disiplinde özgürlük. Eğitim ve öğretimde yapılan bütün yenilik hareketlerinin başlangıcı disiplini anlamaktan geçer. Ahlaki kuvvetleri faaliyete sevk eden araçlar, kişiliği geliştiren her şeydir. Aytaç’ın ifadesiyle eğitim konusundaki görüşleri “İnkilap”la başlayıp “İhtilalle”le sona eren Baltacıoğlu, eserlerinde, okuduklarını değil, kendi orijinal düşüncelerini sergilemiştir. Kendine özgü olan bu düşüncelerindeki derinlik, kapsamlılık, onun çağdaşı olan bütün diğer eğitim düşünürleri ile rahatça boy ölçüşebilecek bir duruma sahip olmasını sağlamaktadır.
Rousseau, Pestalozzi, Frobel, J.Dewey’i öğrencilerine aktaran eğitim fakültesi öğretim elemanlarının Baltacıoğlu’nu tanı(t)maması da belki ona yapılan en büyük haksızlıktır. Yapılandırmacılık felsefesini ithal eden anlayışın öncelikle neredeyse 100 yıl önce bu fikrin öncüllerini tartışan bu büyük bilim adamını tanıması ve anlaması gerekmektedir.
1917 yılında Berlin’de faaliyete başlayan Türk Edebiyatını Sevenler Cemiyeti, Türkiye’de şubeleşe... more 1917 yılında Berlin’de faaliyete başlayan Türk Edebiyatını Sevenler Cemiyeti, Türkiye’de şubeleşebilmek amacıyla çeşitli girişimlerde bulunmuş ve netice olarak bu maksadını gerçekleştirmiştir. Bu cemiyetin temel hedefleri; Türk edebiyatı ve dilinin incelenmesi, Türk edebiyatının dünya edebiyatı içersinde hak ettiği yeri alması, İslam dininin Türk ve diğer Ortadoğu ülkeleri üzerindeki tesirinin tespiti ve incelenmesi, İstanbul'da Alman bilim adamlarının da kullanımına sunulabilecek bir Doğu eserleri kütüphanesinin kurulması, Alman oryantalistlerle Türk bilim insanlarının kişisel iletişimlerinin kolaylaştırılması ve işbirliği içerisinde bilimsel çalışmalar yapılabilmesi, gerekirse bu hususlarda Türk ve Alman devletlerinin siyasi ve mali desteklerinin alınması şeklindedir. Cemiyetin İstanbul şubesi, Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesine kadar Türkiye’deki faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu çalışmada, İstanbul’da şubesi açılan Türk Edebiyatını Sevenler Cemiyeti’nin kuruluş öncesi gir...
Osmanli Devleti’nin sosyolojik ve teolojik acilardan kadina bakisi, Arap manifestosuyla oruluyken... more Osmanli Devleti’nin sosyolojik ve teolojik acilardan kadina bakisi, Arap manifestosuyla oruluyken, her alanda degisimi kendine dustur edinmis, topluma ve siyasal yasama gelisimi adapte etmeye cabalayan ust yonetim aklinin uygulamakta oldugu politikalarin yani sira kulturel alanlarda da kendisini ortaya koyma cabasina girdigi donem olan Tanzimat’in, elbette kadina bakis acisi da farkli olacakti. Bati’da ozgurlesmeye baslayan ve toplum icerisinde daha gorunur duruma gelen Avrupali kadin, Osmanli aydinlarinin da ilgi odagi haline gelmis ve her anlamda cagdaslasmayi arzulayan bir dusunce yapisini, donemin yonetimine de aksettirmenin cabasina girmislerdir. Bu sayede daha ilimli bir pozitivizm ile II. Mesrutiyetten sonra kadinin toplumsal algisi, her alanda degistirilmeye gayret edilmis ve kadinlar daha fark edilir toplum bireyi olarak, gundelik yasamin kesmekesinde kendilerine bir yer acmislardir. Zaman zaman bu durumun hazmedilemeyisi sebebiyle de baslarini kanunla, devletle, toplumla i...
Dunyada ucagin bir savas araci olarak kullanilmasi 1911 Trablusgarp Savasi ile baslar. Yuzyilin ... more Dunyada ucagin bir savas araci olarak kullanilmasi 1911 Trablusgarp Savasi ile baslar. Yuzyilin basinda a dindan sikca soz ettirmeye baslayan ucak, donemin gelismis ulkelerinin asker ve sivil otoriteleri tarafindan ciddi bir savas araci olarak ilgi gormemistir. Yuzyilin basinda savas araci olarak gorulmeyen ucaklar, Fransiz Maresal Ferdinand Foch’un deyimiyle “Şahane oyuncaklardi ama ne yazik ki askeri anlamda bir gelecekleri oldugu soylenemezdi.” Ancak Foch’un yanildigi bu konusmanin, birkac yil sonra ispati Dunya Savasi sirasinda gorulecektir. Birinci Dunya Savasi, ucaklarin etkin olarak kullanildigi ilk askeri mucadele olmasi acisindan onemlidir. Deniz havaciligi ise, bu anlamda dunya uzerinde oldukca farkli bir stratejik oneme sahip savas aracidir. Osmanli Devleti, deniz havaciligi konusunda yine kara havaciliginda oldugu gibi ilk adimi atan devletlerdendi ve gelismeleri yakindan takip etmekteydi. Dunya uzerinde denize inebilen ilk ucak 1912’de havalanmisken, Osmanli D...
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
Osmanlı Türklerinde sahne sanatları denildiğinde akla ilk karagöz, ortaoyunu, meddah, kukla, köy ... more Osmanlı Türklerinde sahne sanatları denildiğinde akla ilk karagöz, ortaoyunu, meddah, kukla, köy seyirlik oyunları“ gelmektedir. Sözü edilen bu sahne sanatları geleneksel Türk tiyatrosunun en kıymetli gösteri unsurları arasında sayılabilir. Çağdaş anlamda tiyatronun ortaya çıkması ile birlikte, geleneksel Türk tiyatrosu bünyesindeki canlandırmaya dayanan temaşanın “tiyatro” kavramı içerisinde değerlendirilip, değerlendirilmeyeceği, söz konusu uygulamaların çağdaş tiyatronun alt yapısını teşkil edip etmeyeceği de çoğu zaman tartışma konusu yapılmıştır. Bu bağlamda mezkûr devlette Batı’ya daha yakın duran Gayrimüslim Osmanlı vatandaşları ve onların ilgi alanlarında tesirini gösteren bu kültürel dönüşüm, yine en fazla sanat sahasında tesirli olmuştur. XIX. yüzyıla ulaşıldığında Osmanlı düşünce hayatında, sanatın ve sanatçıların etkisinin büyük olduğu sosyal anlamda yapılan pek çok araştırma ile ortaya konmuştur. Sözü edilen düşünceden hareketle Osmanlı Devleti’nde Avrupa tarzında çağda...
Where there is a refinement and naivety about life; a symbol, a sign, a symbol of the child or ch... more Where there is a refinement and naivety about life; a symbol, a sign, a symbol of the child or childhood necessarily corresponds to. Childhood is a process in which almost all the adults, in the main sense, admire and desire to return to life. It should be known that the factor that makes this process worthwhile is the immaculate point that humanity occupies in the universe during childhood. Childhood can change according to the geography, culture and historical process. But in the old world order, the fate of children was generally determined by the gender and socio-cultural and socio-economic status of their mothers. In this sense, if the attitude towards the female gender was low, she could not go beyond a commodity or slave that could be bought-and-sell. Especially in prehistoric times, women, girls and children with low status were beaten and be sacrificed from their infant life as they were subjected to violence. The understanding of childhood can be evaluated from different p...
Sivil toplum kavrami genel anlamiyla, aile, devlet, piyasa ve siyasi alan disinda hak ve sorumlul... more Sivil toplum kavrami genel anlamiyla, aile, devlet, piyasa ve siyasi alan disinda hak ve sorumluluk sahibi yurttaslarin gonullu olarak yarattigi, sorunlarini cozmek ve cikarlarini korumak amaciyla kamusal alan ile ozel alan arasinda ya da bu alanlarin kesisiminde olusturduklari bir alandir. Cogulcu, ozerk, katilimci ve ozunde toplumsal sorunlarin cozumune donuk sivil etkinlikleri, iliskileri, cikarlari iceren bu alan cesitli yapilanmalar araciligiyla bu taleplerini yasama gecirmektedir. Egitim, saglik, cevre, kadin haklari, ekonomi, dayanisma ve genclik alanlarinda orgutlenmeler sivil hayatin genel yapisini olusturur. Bu calismada ozellikle Osmanli Devleti'nin modernlesme surecindeki genclik orgutlenmeleri ele alinmaktadir. Cemiyetler donemi olarak adlandirilan bu surecte kurulan genclik orgutlenmeleri oncelikle ogrenci dernekleri seklinde kurulmus, daha sonra spor, sanat, kultur ve son donemde de siyasi alanlarda da genclik orgutlenmeleri olusturulmustur. Gencligin hizli ve dinamik yapisinin ozellikle Osmanli Devletinden gunumuze sivil toplum alanlarinda etkin rol aldiklarini vurgulama bu calismanin temel amacidir.
21 Yuzyılda Egitim Ve Toplum Egitim Bilimleri Ve Sosyal Arastırmalar Dergisi, 2012
Osmanli hanedan ailesi aslinda toplumun diger bireylerinden ayrilan bir yapi hicbir zaman olmamis... more Osmanli hanedan ailesi aslinda toplumun diger bireylerinden ayrilan bir yapi hicbir zaman olmamistir. Osmanli Devleti’nde aristokratik bir yapilanma olmadigi icin varolan yapi tamamen Şer’i hukuka ve Turk toresine dayanmaktadir. Ayrica Osmanli’da aile devlet mudahalesinden uzak bir kurumdur. Osmanli hanedaninda erkek ise, Kanunname-i Ali Osman’a gore “harem” icerisinden cok kadinla evlenebilme hakkina sahiptir. Ancak tasra ve alt sosyoekonomik tabakalar da bulunan toplum yapilari arasinda tek evlilik esastir. Ustelik erkek hegemon bir yapilanma toplumun en alt katmanindan en ustune kadar gorulebilmektedir. Fakat Osmanli ailesinde kadinlarin, bazi haklari diledikleri gibi kullanabildikleri de bilinmektedir. Bu Osmanli’da kadinlarin hukum sahibi olabildikleri anlamini tasimamasina ragmen “valide sultan” kavrami, “haremde” kadinlar arasinda bir ustunluk sifati anlamini da tasimaktadir. Toplumsal yapiya bakildiginda kadinin hakki yok denecek kadar azdir. Aile konumunda, tipki devlette oldugu gibi “reis” erkektir. Osmanli ailesinde de, toplumunda da (reis=otorite) anlamina gelmektedir. Şehzadeler de hukumdarin ve devletin genel teamulleri dogrultusunda osyallesebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Aile, Sosyo-Kulturel Yapi, Hanedan, Osmanli Devleti, Şer’i Hukuk, Tore
TERBİYE VE İMAN
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE
FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEM... more TERBİYE VE İMAN
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEMS’UL MEKATİB DERS NOTLARI
ESER ÖZETİ
Günümüz çağdaş eğitim anlayışının temeli olan birey merkezli anlayışın, yaparak-yaşayarak öğrenmenin ve işlevsel bilginin önemini İsmail Hakkı Baltacıoğlu uzun yıllar önce ifade etmiştir. Özellikle Avrupa gezileri sonrasında oluşan çağdaş eğitim anlayışının pratikleri hem kendi mesleki yaşamında hem de eserlerinde göstermiştir. İlk eseri olan ve kuvvetli bir alt yapıya sahip olduğunu gösteren Talim ve Terbiye ’de İnkılap adlı eserine başlarken geleneksel eğitim anlayışının yıkılması gerektiğini şiddetle vurgulamıştır.
“İsmail Hakkı Baltacıoğlu 1914’te, Birinci Dünya Harbi’nin ilk yılında yazdığı bu eserinde terbiye kavramına çok ayrı bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Denilebilir ki, onun bu bakış tarzında eğitim felsefesinin temellerini bulabiliriz”. Bu betimlemeye ayrıca eserin eğitim sosyolojisi alanında da ülkemizde yazılan ilk eserlerden biri olduğu özelliğini de ekleyebiliriz. Eserde sadece eğitim ve öğretim kavramlarının analizi ile değil aynı zamanda aile, okul, toplum ilişkilerini de dönemin özellikleri bağlamında incelenmekte ve durum tespiti yapılmaktadır. Ayrıca eğitim sisteminin nasıl bir inançla (imanla) düzelebileceği ve bu alanda yapılacak reformların nasıl olması gerektiğini de vurgulamakta ve bu memlekette eğitim-öğretim meselesi öncelikle bir inanç sonra bir ilim meselesidir sonucuna varılmaktadır.
Eğitim sistemimizin geliştirilmesi, ilerleme kaydetmesi ve düzenlenmesi gibi sorunlar gündeme geldiğinde her şeyden önce ülkedeki insanlarda oluşan “eğitim algısı” incelenmelidir. Okullarda öğretmenin kendisi ve kullandığı kılavuz kitabı eğitimin temel yapı taşıdır. Oysa eğitimin içerisinde hem ilim, hem de eğitim birlikte bulunur. Gerçek bir eğitim-öğretim hem beden, hem fikir, hem his, hem de azim yapar. Hayata hazırlık, okuma-yazma ve ilim kadar bunların gücünün ürünüdür.
Geleneksel eğitim sistemini, eğitim felsefesi, programlar, ders kitapları, öğretim uygulamaları, öğretmenler, yöneticiler ve aileler bazında değerlendirmiştir;“ Ülkemizde eğitim ve öğretimin amacı “uslu, hafızası kuvvetli adamlar yetiştirmektir! Bizde atasözleri ile ifade edilen en kuvvetli eğitim inançları hurafeden başka bir şey değildir! İnsanların hayatındaki başarı; birinci derecede bildiklerinin, zekâlarının değil, teşebbüs, azim, dayanıklılık, cesaret ve gözüpeklilik gibi ahlaki vasıflarının yani karakterlerinin bir ürünüdür.
Yaşamak azminde olan bir milletin tek amacı; “çocukları hayata hazırlamak” olmalıdır. Eğitim; hayat için en önemli sermayedir”. Bu sözleri ile Baltacıoğlu’nun Pragmatist felsefenin eğitim yorumlaması olan İlerlemecilik akımının temel özelliklerini kabul ettiği görülmektedir. Geleneksel eğitim sisteminin tüm doğurgularını çok sert biçimde eleştirir. Ezber, Ezberletme, Otokrat öğretmen en çok eleştirdiği kavramlardır. “Mahalle mekteplerinden tutun en yüksek eğitim kurumuna kadar bütün kurumlarımız ezberleyen adam yetiştirme peşindedir. Mahalle mekteplerinde okutulan tecvitler, kıraatlar, hesaplar hep hafızayı doldurmak için okutuluyor.
Atılan dayaklar, falakalar hep uslu adam yetiştirmek için atılıyor. Öğretmenlerimiz hep bizden sadece bir şey isterlerdi; söylediklerini ezberlemek, ezberlemek okul hayatında bütün başarıların, takdirlerin, derecelerin, terfilerin anahtarı gibiydi.” Baltacıoğlu öğretmenler kadar aileyi de sorgulamaktadır; “Eti senin kemiği benim işte milletin eğitimde en köklü en kuvvetli inançları.” Baltacıoğlu’nun öğretim programlarına dönük analizi de günümüzdeki program uygulamalarına şaşırtıcı şekilde benzemektedir; “ Ülkemizde herkes eğitilmiş bilgili adam yetiştirmek amacı peşinde koşuyor, hep bu amaç için okullar açılıyor binalar yapılıyor, kitaplar basılıyor, komisyonlar oluşturuluyor programlar değişiyor dünyanın en iyi okullarından getirilen en yeni programlar uygulanıyor. Bütün bu işler sonucunda okullarımızda “bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak ifadeli gençler yetişiyor; fakat yalnız bir şey yetişmiyor, o da adam….
Okullarımızın bu aczi karşısında bir çare buluyoruz; programları değiştirmek. Program! Program! Fakat ülkenin eğitim sistemi program değiştirmenin adam yetiştirmedeki etkilerini senelerden beri denedi. Bundan yirmi otuz sene önce Fransa okullarından sökülüp getirilen programlar, bu ülkenin eğitimde köklü olarak hiçbir şeyi değiştirmemiştir”. Bu analizlerin günümüzde de geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Peki, çözüm nedir?
Avrupa’dan getirilemeyen, üstünkörü bakışla görülemeyen, okullardaki öğretim yöntemleri, okulun disiplin sistemini değiştirmektir. Çünkü bunlar değişmedikçe okul yine o; beden, fikir, duygu, ahlak katili, ürün yine sıska kambur, beyinsiz, duygusuz pasif, dayanıksız korkak ürün olacaktır.” Eğer bu millete adam yetiştirmek istiyorsak “faaliyet” (deneyim-etkinlik) in önemini kabul etmeliyiz. Bu faaliyetler beş biçimde oluşmalıdır; (i) Bedende faaliyet, (ii) Beş duyuda faaliyet, (iii) Fikirde faaliyet, (iv) Duyguda faaliyet, (v) İradede faaliyet.
(i) Bedende faaliyetin araçları: Oyun, müzik, resim, yüksek sözle söz söylemek (hitabet, retorik), el işleri, spor faaliyetleri, jimnastik. (ii) Beş duyuda faaliyet araçları: Çevrenin eşyası, oyuncaklar, oyunlar, resim, el işleri, iş, teknik çalışmaları, eşya ile ilgili bütün dersler. (iii) Fikirde faaliyet araçları: Fikri eğitim, en sıradan bir dersten en önemli derse kadar yöntemlerin ürünüdür. Bedeni ve beş duyuyu harekete geçiren her araç dolayısıyla fikrin de faaliyetini hazırlar. Kişinin kendi iradesi ile yaptığı her şey fikrini geliştirir. (iv) Duyguda faaliyet araçları: Oyun müzik, eşya, levhalar, yazı, resim, el işleri, nutuklar, konferanslar, tarih ve coğrafya dersleri, çevrede meydana gelen olaylar. (v) İradede faaliyet araçları: Disiplinde özgürlük. Eğitim ve öğretimde yapılan bütün yenilik hareketlerinin başlangıcı disiplini anlamaktan geçer. Ahlaki kuvvetleri faaliyete sevk eden araçlar, kişiliği geliştiren her şeydir. Aytaç’ın ifadesiyle eğitim konusundaki görüşleri “İnkilap”la başlayıp “İhtilalle”le sona eren Baltacıoğlu, eserlerinde, okuduklarını değil, kendi orijinal düşüncelerini sergilemiştir. Kendine özgü olan bu düşüncelerindeki derinlik, kapsamlılık, onun çağdaşı olan bütün diğer eğitim düşünürleri ile rahatça boy ölçüşebilecek bir duruma sahip olmasını sağlamaktadır.
Rousseau, Pestalozzi, Frobel, J.Dewey’i öğrencilerine aktaran eğitim fakültesi öğretim elemanlarının Baltacıoğlu’nu tanı(t)maması da belki ona yapılan en büyük haksızlıktır. Yapılandırmacılık felsefesini ithal eden anlayışın öncelikle neredeyse 100 yıl önce bu fikrin öncüllerini tartışan bu büyük bilim adamını tanıması ve anlaması gerekmektedir.
Uploads
Books
Nafi Atuf (Kansu)
ÖZET
Bu eser, iki ciltlik eserin birleştirilmesinden hazırlanmış, beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde, Medreseler (yükseköğretim) ve onların teşkilatlanma şekilleri ile ilgili bilgiler verilirken, İslam Medeniye¬tinin Türk devletleri üzerindeki etkileri, Türk¬lerin İslamiyet dinine girmeleri bağlamında, eğitimin nasıl bir şekil aldığı tartışılmaktadır. Aynı bölümde birde Fatih medrese teşkilatı, I. Süleyman’ın medrese teşkilatı ve medreselerin eğitim sisteminden çıkarılması ve dö¬nem aydını olarak Kâtip Çelebi’nin eserleri bağlamında ele alınmıştır. Sıbyan ve Enderun mekteplerinin işleyişleri hakkında da ayrıntılı açıklamalarda bulunulmuştur. Özellikle, “Sıbyan Mekteplerinin kuruluş amacının toplumun devamını oluşturacak çocuklara, dini ağırlıklı bir eğitim veren bir kurum olarak tanımlandığının üzerinde durulmuştur.
Aslında İslam dini kadın ve erkek ayırımı yapmaksızın herkesi eğitim ve öğretime mecbur tutuyordu. Osmanlı toplumunda aile çocuklarının aklı ermeye başladıktan hemen sonra dini eğitim alması amacıyla bu okullara gönderilirdi. Sıbyan mekteplerinin inşasında bazı varlıklı insanlar da “sevap” kazanabilmek adına adı geçen bu okulları inşa etmeyi hatta onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için vakıflar dahi inşa ettirmeyi görev bilirlerdi. ” Enderun Mektebini ise Kansu; Osmanlı Devleti’nin iç ve dış devlet hizmetinde kullanabilmek amacıyla ihtiyacı olan hizmetleri karşılayacak personeli yetiştirebilmek için II. Mehmed devrinde “Enderun” adı verilen ders içeriği genişletilmiş bir okul olduğunu vurgular. ikinci bölümünde ise eğitimin batılı yüzünü işleyen Kansu, Avrupa medeniyeti ile ilk karşılaşmayı 1703-1789 yılları arasında değerlendirmiştir. Bu süreçte zayıflayan Osmanlı ve güçlenen Avrupa’yı bilim, teknik ve kültür bağlamında karşılaştırarak, matbaa ve ordu için getirilen bazı dersler ve okulları eğitimde öncü batılılaşma hareketleri olarak görmüştür. Eserde sırayla Mühendishane-i Berri Hümayun, Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve eğitim-öğretim faaliyetleri, Mekteb-i Maarif-i Adliye, Harbiye Mektebi, Askeri Tıp Fakültesi, gayr-i Müslim Osmanlı halkının eğitim ve öğretim süreci konuları ayrıca işlenmiştir.
Eserin üçüncü bölümü ise Tanzimat dönemi ve Islahat fermanı eğitim alanı yenilikleri olarak tartışılmıştır. Kansu, Tanzimat felsefesini “Avrupalı devletler tarafından sürekli “demokratikleşme” adı altında sıkıştırılmaya çalışılan bir yönetimin, kendi vatandaşlarından önce Avrupa’yı memnun etmeği hedefleyen, ülkeyi ve yönetimi daha fazla köşeye sıkıştırmamak adına yapılan yönetici grubun bir çabası olarak görülmüştür.” İzleyen bölümde ünlü Osmanlı eğitim bilimci ve Usul-u Cedid hareketinin kurucusu Selim Sabit Efendi tanıtılmıştır. Daha sonra sırayla eserde Mektepleri, Rüştiye Mektepleri, Dar’ul Muallimin (Erkek Öğretmen Okulu), Ortaokullar, Dar’ul-Maarif, Mekteb-i Mülkiye, Galatasaray Sultanisi, Sanayi Mektepleri–Islahhane-(Meslek Okulları), İlim-Bilim Dernekleri, Cemiyet-i Tadrise-i İslamiye (Dar’üş-Şafaka) konuları işlenmiştir.
Genel Eğitim Nizamnamesi ve Eğitim Bakanı Saffet Paşa (1869-1898) dönemi yenilikler eserde işlenmiş Dar’ul-Fünun tanıtılmıştır. Azınlıkların ve yabancı okulların eğitim ve öğretim faaliyetleri analiz edilmiş daha sonra Tanzimat esaslarından vazgeçme eğilimleri ve bu durumun eğitim sistemine etkileri ele alınmıştır. Pedagoji kitapları ve okul teşkilatı hakkında bilgi verilerek birinci kitap bitirilmiştir. İkinci kitap daha çok Meşrutiyet dönemi ile ilgilidir. İkinci Meşrutiyetin ilanı ve sonrasında eğitim, öğretim faaliyetlerinin durumunu yükseköğretim, ortaöğretim ve ilköğretim kademeleri bağlamında ele alan Kansu, İttihat ve Terakki Cemiyetinin eğitim düşünceleri ile dönemin Eğitim Bakanı Emrullah Selim Sabit Efendi, ezberlemek yerine harfleri birbirine bağlayarak heceleri ve kelimeleri okutma esasına dayalı yöntemi eğitim hayatına getirmiştir. Uyarladığı bu yeni öğretim sistemine Usul-u Cedid denildi. 1900’lerin başında İstanbul’daki 265 iptidai ve taş mektepten bir kısmı numune mektebi haline getirildi ve bu yöntem uygulandı. Okuma yazmayı kolaylaştıran bu sisteme yönelen okullara Usul-u Cedid okulları adı verildi. Öğrenci sırası, öğretmen masası, harita, yerküre gibi ders araçları bu okullara girmiştir.
Eserde ziraat eğitim programının hazırlanması ve uygulanması, Osmanlı coğrafyasında bazı illerdeki ortaöğretim, bu kurumlardan liselerin ıslahatı, Tuba Ağacı Nazariyesi Dar’ül- Fünun, kadın eğitimi, kız lisesi ve Türk kızlarının yükseköğrenim yaşamı ve bunun nasıl olması gerektiği konularını ele almıştır. İkinci kitabın II. Bölümünde ise, Milli Eğitim başlığı altında Ziya Gökalp felsefesi ve eğitim anlayışı uzunca ele alınmıştır. Dar’ul-Hilafet’il Aliye Medresesi, pedagojiye ait yayınlar ile de eser bitirilmiştir. Emrullah Efendiye göre, ilim yukardan başlar. Önce elit bir kadro yetiştirmeli, onlar ilkokul ve ortaokul öğretmenlerini, onlar da çocukları ve gençleri eğitmelidir. Cennetteki Tuba ağacının da kökü yukarıda olduğu için “Tuba Ağacı Nazariyesi” olarak anılan bu görüş, Ziya Gökalp’i de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi olmuştur.
Yayına Hazırlayanlar
Asistant Professor. Levent Eraslan
Lecturer Umut C. Karadoğan
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE
FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEMS’UL MEKATİB DERS NOTLARI
ESER ÖZETİ
Günümüz çağdaş eğitim anlayışının temeli olan birey merkezli anlayışın, yaparak-yaşayarak öğrenmenin ve işlevsel bilginin önemini İsmail Hakkı Baltacıoğlu uzun yıllar önce ifade etmiştir. Özellikle Avrupa gezileri sonrasında oluşan çağdaş eğitim anlayışının pratikleri hem kendi mesleki yaşamında hem de eserlerinde göstermiştir. İlk eseri olan ve kuvvetli bir alt yapıya sahip olduğunu gösteren Talim ve Terbiye ’de İnkılap adlı eserine başlarken geleneksel eğitim anlayışının yıkılması gerektiğini şiddetle vurgulamıştır.
“İsmail Hakkı Baltacıoğlu 1914’te, Birinci Dünya Harbi’nin ilk yılında yazdığı bu eserinde terbiye kavramına çok ayrı bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Denilebilir ki, onun bu bakış tarzında eğitim felsefesinin temellerini bulabiliriz”. Bu betimlemeye ayrıca eserin eğitim sosyolojisi alanında da ülkemizde yazılan ilk eserlerden biri olduğu özelliğini de ekleyebiliriz. Eserde sadece eğitim ve öğretim kavramlarının analizi ile değil aynı zamanda aile, okul, toplum ilişkilerini de dönemin özellikleri bağlamında incelenmekte ve durum tespiti yapılmaktadır. Ayrıca eğitim sisteminin nasıl bir inançla (imanla) düzelebileceği ve bu alanda yapılacak reformların nasıl olması gerektiğini de vurgulamakta ve bu memlekette eğitim-öğretim meselesi öncelikle bir inanç sonra bir ilim meselesidir sonucuna varılmaktadır.
Eğitim sistemimizin geliştirilmesi, ilerleme kaydetmesi ve düzenlenmesi gibi sorunlar gündeme geldiğinde her şeyden önce ülkedeki insanlarda oluşan “eğitim algısı” incelenmelidir. Okullarda öğretmenin kendisi ve kullandığı kılavuz kitabı eğitimin temel yapı taşıdır. Oysa eğitimin içerisinde hem ilim, hem de eğitim birlikte bulunur. Gerçek bir eğitim-öğretim hem beden, hem fikir, hem his, hem de azim yapar. Hayata hazırlık, okuma-yazma ve ilim kadar bunların gücünün ürünüdür.
Geleneksel eğitim sistemini, eğitim felsefesi, programlar, ders kitapları, öğretim uygulamaları, öğretmenler, yöneticiler ve aileler bazında değerlendirmiştir;“ Ülkemizde eğitim ve öğretimin amacı “uslu, hafızası kuvvetli adamlar yetiştirmektir! Bizde atasözleri ile ifade edilen en kuvvetli eğitim inançları hurafeden başka bir şey değildir! İnsanların hayatındaki başarı; birinci derecede bildiklerinin, zekâlarının değil, teşebbüs, azim, dayanıklılık, cesaret ve gözüpeklilik gibi ahlaki vasıflarının yani karakterlerinin bir ürünüdür.
Yaşamak azminde olan bir milletin tek amacı; “çocukları hayata hazırlamak” olmalıdır. Eğitim; hayat için en önemli sermayedir”. Bu sözleri ile Baltacıoğlu’nun Pragmatist felsefenin eğitim yorumlaması olan İlerlemecilik akımının temel özelliklerini kabul ettiği görülmektedir. Geleneksel eğitim sisteminin tüm doğurgularını çok sert biçimde eleştirir. Ezber, Ezberletme, Otokrat öğretmen en çok eleştirdiği kavramlardır. “Mahalle mekteplerinden tutun en yüksek eğitim kurumuna kadar bütün kurumlarımız ezberleyen adam yetiştirme peşindedir. Mahalle mekteplerinde okutulan tecvitler, kıraatlar, hesaplar hep hafızayı doldurmak için okutuluyor.
Atılan dayaklar, falakalar hep uslu adam yetiştirmek için atılıyor. Öğretmenlerimiz hep bizden sadece bir şey isterlerdi; söylediklerini ezberlemek, ezberlemek okul hayatında bütün başarıların, takdirlerin, derecelerin, terfilerin anahtarı gibiydi.” Baltacıoğlu öğretmenler kadar aileyi de sorgulamaktadır; “Eti senin kemiği benim işte milletin eğitimde en köklü en kuvvetli inançları.” Baltacıoğlu’nun öğretim programlarına dönük analizi de günümüzdeki program uygulamalarına şaşırtıcı şekilde benzemektedir; “ Ülkemizde herkes eğitilmiş bilgili adam yetiştirmek amacı peşinde koşuyor, hep bu amaç için okullar açılıyor binalar yapılıyor, kitaplar basılıyor, komisyonlar oluşturuluyor programlar değişiyor dünyanın en iyi okullarından getirilen en yeni programlar uygulanıyor. Bütün bu işler sonucunda okullarımızda “bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak ifadeli gençler yetişiyor; fakat yalnız bir şey yetişmiyor, o da adam….
Okullarımızın bu aczi karşısında bir çare buluyoruz; programları değiştirmek. Program! Program! Fakat ülkenin eğitim sistemi program değiştirmenin adam yetiştirmedeki etkilerini senelerden beri denedi. Bundan yirmi otuz sene önce Fransa okullarından sökülüp getirilen programlar, bu ülkenin eğitimde köklü olarak hiçbir şeyi değiştirmemiştir”. Bu analizlerin günümüzde de geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Peki, çözüm nedir?
Avrupa’dan getirilemeyen, üstünkörü bakışla görülemeyen, okullardaki öğretim yöntemleri, okulun disiplin sistemini değiştirmektir. Çünkü bunlar değişmedikçe okul yine o; beden, fikir, duygu, ahlak katili, ürün yine sıska kambur, beyinsiz, duygusuz pasif, dayanıksız korkak ürün olacaktır.” Eğer bu millete adam yetiştirmek istiyorsak “faaliyet” (deneyim-etkinlik) in önemini kabul etmeliyiz. Bu faaliyetler beş biçimde oluşmalıdır;
(i) Bedende faaliyet,
(ii) Beş duyuda faaliyet,
(iii) Fikirde faaliyet,
(iv) Duyguda faaliyet,
(v) İradede faaliyet.
(i) Bedende faaliyetin araçları: Oyun, müzik, resim, yüksek sözle söz söylemek (hitabet, retorik), el işleri, spor faaliyetleri, jimnastik.
(ii) Beş duyuda faaliyet araçları: Çevrenin eşyası, oyuncaklar, oyunlar, resim, el işleri, iş, teknik çalışmaları, eşya ile ilgili bütün dersler.
(iii) Fikirde faaliyet araçları: Fikri eğitim, en sıradan bir dersten en önemli derse kadar yöntemlerin ürünüdür. Bedeni ve beş duyuyu harekete geçiren her araç dolayısıyla fikrin de faaliyetini hazırlar. Kişinin kendi iradesi ile yaptığı her şey fikrini geliştirir.
(iv) Duyguda faaliyet araçları: Oyun müzik, eşya, levhalar, yazı, resim, el işleri, nutuklar, konferanslar, tarih ve coğrafya dersleri, çevrede meydana gelen olaylar.
(v) İradede faaliyet araçları: Disiplinde özgürlük. Eğitim ve öğretimde yapılan bütün yenilik hareketlerinin başlangıcı disiplini anlamaktan geçer. Ahlaki kuvvetleri faaliyete sevk eden araçlar, kişiliği geliştiren her şeydir.
Aytaç’ın ifadesiyle eğitim konusundaki görüşleri “İnkilap”la başlayıp “İhtilalle”le sona eren Baltacıoğlu, eserlerinde, okuduklarını değil, kendi orijinal düşüncelerini sergilemiştir. Kendine özgü olan bu düşüncelerindeki derinlik, kapsamlılık, onun çağdaşı olan bütün diğer eğitim düşünürleri ile rahatça boy ölçüşebilecek bir duruma sahip olmasını sağlamaktadır.
Rousseau, Pestalozzi, Frobel, J.Dewey’i öğrencilerine aktaran eğitim fakültesi öğretim elemanlarının Baltacıoğlu’nu tanı(t)maması da belki ona yapılan en büyük haksızlıktır. Yapılandırmacılık felsefesini ithal eden anlayışın öncelikle neredeyse 100 yıl önce bu fikrin öncüllerini tartışan bu büyük bilim adamını tanıması ve anlaması gerekmektedir.
Papers
Nafi Atuf (Kansu)
ÖZET
Bu eser, iki ciltlik eserin birleştirilmesinden hazırlanmış, beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde, Medreseler (yükseköğretim) ve onların teşkilatlanma şekilleri ile ilgili bilgiler verilirken, İslam Medeniye¬tinin Türk devletleri üzerindeki etkileri, Türk¬lerin İslamiyet dinine girmeleri bağlamında, eğitimin nasıl bir şekil aldığı tartışılmaktadır. Aynı bölümde birde Fatih medrese teşkilatı, I. Süleyman’ın medrese teşkilatı ve medreselerin eğitim sisteminden çıkarılması ve dö¬nem aydını olarak Kâtip Çelebi’nin eserleri bağlamında ele alınmıştır. Sıbyan ve Enderun mekteplerinin işleyişleri hakkında da ayrıntılı açıklamalarda bulunulmuştur. Özellikle, “Sıbyan Mekteplerinin kuruluş amacının toplumun devamını oluşturacak çocuklara, dini ağırlıklı bir eğitim veren bir kurum olarak tanımlandığının üzerinde durulmuştur.
Aslında İslam dini kadın ve erkek ayırımı yapmaksızın herkesi eğitim ve öğretime mecbur tutuyordu. Osmanlı toplumunda aile çocuklarının aklı ermeye başladıktan hemen sonra dini eğitim alması amacıyla bu okullara gönderilirdi. Sıbyan mekteplerinin inşasında bazı varlıklı insanlar da “sevap” kazanabilmek adına adı geçen bu okulları inşa etmeyi hatta onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için vakıflar dahi inşa ettirmeyi görev bilirlerdi. ” Enderun Mektebini ise Kansu; Osmanlı Devleti’nin iç ve dış devlet hizmetinde kullanabilmek amacıyla ihtiyacı olan hizmetleri karşılayacak personeli yetiştirebilmek için II. Mehmed devrinde “Enderun” adı verilen ders içeriği genişletilmiş bir okul olduğunu vurgular. ikinci bölümünde ise eğitimin batılı yüzünü işleyen Kansu, Avrupa medeniyeti ile ilk karşılaşmayı 1703-1789 yılları arasında değerlendirmiştir. Bu süreçte zayıflayan Osmanlı ve güçlenen Avrupa’yı bilim, teknik ve kültür bağlamında karşılaştırarak, matbaa ve ordu için getirilen bazı dersler ve okulları eğitimde öncü batılılaşma hareketleri olarak görmüştür. Eserde sırayla Mühendishane-i Berri Hümayun, Yeniçeri Ocağının kaldırılması ve eğitim-öğretim faaliyetleri, Mekteb-i Maarif-i Adliye, Harbiye Mektebi, Askeri Tıp Fakültesi, gayr-i Müslim Osmanlı halkının eğitim ve öğretim süreci konuları ayrıca işlenmiştir.
Eserin üçüncü bölümü ise Tanzimat dönemi ve Islahat fermanı eğitim alanı yenilikleri olarak tartışılmıştır. Kansu, Tanzimat felsefesini “Avrupalı devletler tarafından sürekli “demokratikleşme” adı altında sıkıştırılmaya çalışılan bir yönetimin, kendi vatandaşlarından önce Avrupa’yı memnun etmeği hedefleyen, ülkeyi ve yönetimi daha fazla köşeye sıkıştırmamak adına yapılan yönetici grubun bir çabası olarak görülmüştür.” İzleyen bölümde ünlü Osmanlı eğitim bilimci ve Usul-u Cedid hareketinin kurucusu Selim Sabit Efendi tanıtılmıştır. Daha sonra sırayla eserde Mektepleri, Rüştiye Mektepleri, Dar’ul Muallimin (Erkek Öğretmen Okulu), Ortaokullar, Dar’ul-Maarif, Mekteb-i Mülkiye, Galatasaray Sultanisi, Sanayi Mektepleri–Islahhane-(Meslek Okulları), İlim-Bilim Dernekleri, Cemiyet-i Tadrise-i İslamiye (Dar’üş-Şafaka) konuları işlenmiştir.
Genel Eğitim Nizamnamesi ve Eğitim Bakanı Saffet Paşa (1869-1898) dönemi yenilikler eserde işlenmiş Dar’ul-Fünun tanıtılmıştır. Azınlıkların ve yabancı okulların eğitim ve öğretim faaliyetleri analiz edilmiş daha sonra Tanzimat esaslarından vazgeçme eğilimleri ve bu durumun eğitim sistemine etkileri ele alınmıştır. Pedagoji kitapları ve okul teşkilatı hakkında bilgi verilerek birinci kitap bitirilmiştir. İkinci kitap daha çok Meşrutiyet dönemi ile ilgilidir. İkinci Meşrutiyetin ilanı ve sonrasında eğitim, öğretim faaliyetlerinin durumunu yükseköğretim, ortaöğretim ve ilköğretim kademeleri bağlamında ele alan Kansu, İttihat ve Terakki Cemiyetinin eğitim düşünceleri ile dönemin Eğitim Bakanı Emrullah Selim Sabit Efendi, ezberlemek yerine harfleri birbirine bağlayarak heceleri ve kelimeleri okutma esasına dayalı yöntemi eğitim hayatına getirmiştir. Uyarladığı bu yeni öğretim sistemine Usul-u Cedid denildi. 1900’lerin başında İstanbul’daki 265 iptidai ve taş mektepten bir kısmı numune mektebi haline getirildi ve bu yöntem uygulandı. Okuma yazmayı kolaylaştıran bu sisteme yönelen okullara Usul-u Cedid okulları adı verildi. Öğrenci sırası, öğretmen masası, harita, yerküre gibi ders araçları bu okullara girmiştir.
Eserde ziraat eğitim programının hazırlanması ve uygulanması, Osmanlı coğrafyasında bazı illerdeki ortaöğretim, bu kurumlardan liselerin ıslahatı, Tuba Ağacı Nazariyesi Dar’ül- Fünun, kadın eğitimi, kız lisesi ve Türk kızlarının yükseköğrenim yaşamı ve bunun nasıl olması gerektiği konularını ele almıştır. İkinci kitabın II. Bölümünde ise, Milli Eğitim başlığı altında Ziya Gökalp felsefesi ve eğitim anlayışı uzunca ele alınmıştır. Dar’ul-Hilafet’il Aliye Medresesi, pedagojiye ait yayınlar ile de eser bitirilmiştir. Emrullah Efendiye göre, ilim yukardan başlar. Önce elit bir kadro yetiştirmeli, onlar ilkokul ve ortaokul öğretmenlerini, onlar da çocukları ve gençleri eğitmelidir. Cennetteki Tuba ağacının da kökü yukarıda olduğu için “Tuba Ağacı Nazariyesi” olarak anılan bu görüş, Ziya Gökalp’i de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi olmuştur.
Yayına Hazırlayanlar
Asistant Professor. Levent Eraslan
Lecturer Umut C. Karadoğan
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE
FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEMS’UL MEKATİB DERS NOTLARI
ESER ÖZETİ
Günümüz çağdaş eğitim anlayışının temeli olan birey merkezli anlayışın, yaparak-yaşayarak öğrenmenin ve işlevsel bilginin önemini İsmail Hakkı Baltacıoğlu uzun yıllar önce ifade etmiştir. Özellikle Avrupa gezileri sonrasında oluşan çağdaş eğitim anlayışının pratikleri hem kendi mesleki yaşamında hem de eserlerinde göstermiştir. İlk eseri olan ve kuvvetli bir alt yapıya sahip olduğunu gösteren Talim ve Terbiye ’de İnkılap adlı eserine başlarken geleneksel eğitim anlayışının yıkılması gerektiğini şiddetle vurgulamıştır.
“İsmail Hakkı Baltacıoğlu 1914’te, Birinci Dünya Harbi’nin ilk yılında yazdığı bu eserinde terbiye kavramına çok ayrı bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Denilebilir ki, onun bu bakış tarzında eğitim felsefesinin temellerini bulabiliriz”. Bu betimlemeye ayrıca eserin eğitim sosyolojisi alanında da ülkemizde yazılan ilk eserlerden biri olduğu özelliğini de ekleyebiliriz. Eserde sadece eğitim ve öğretim kavramlarının analizi ile değil aynı zamanda aile, okul, toplum ilişkilerini de dönemin özellikleri bağlamında incelenmekte ve durum tespiti yapılmaktadır. Ayrıca eğitim sisteminin nasıl bir inançla (imanla) düzelebileceği ve bu alanda yapılacak reformların nasıl olması gerektiğini de vurgulamakta ve bu memlekette eğitim-öğretim meselesi öncelikle bir inanç sonra bir ilim meselesidir sonucuna varılmaktadır.
Eğitim sistemimizin geliştirilmesi, ilerleme kaydetmesi ve düzenlenmesi gibi sorunlar gündeme geldiğinde her şeyden önce ülkedeki insanlarda oluşan “eğitim algısı” incelenmelidir. Okullarda öğretmenin kendisi ve kullandığı kılavuz kitabı eğitimin temel yapı taşıdır. Oysa eğitimin içerisinde hem ilim, hem de eğitim birlikte bulunur. Gerçek bir eğitim-öğretim hem beden, hem fikir, hem his, hem de azim yapar. Hayata hazırlık, okuma-yazma ve ilim kadar bunların gücünün ürünüdür.
Geleneksel eğitim sistemini, eğitim felsefesi, programlar, ders kitapları, öğretim uygulamaları, öğretmenler, yöneticiler ve aileler bazında değerlendirmiştir;“ Ülkemizde eğitim ve öğretimin amacı “uslu, hafızası kuvvetli adamlar yetiştirmektir! Bizde atasözleri ile ifade edilen en kuvvetli eğitim inançları hurafeden başka bir şey değildir! İnsanların hayatındaki başarı; birinci derecede bildiklerinin, zekâlarının değil, teşebbüs, azim, dayanıklılık, cesaret ve gözüpeklilik gibi ahlaki vasıflarının yani karakterlerinin bir ürünüdür.
Yaşamak azminde olan bir milletin tek amacı; “çocukları hayata hazırlamak” olmalıdır. Eğitim; hayat için en önemli sermayedir”. Bu sözleri ile Baltacıoğlu’nun Pragmatist felsefenin eğitim yorumlaması olan İlerlemecilik akımının temel özelliklerini kabul ettiği görülmektedir. Geleneksel eğitim sisteminin tüm doğurgularını çok sert biçimde eleştirir. Ezber, Ezberletme, Otokrat öğretmen en çok eleştirdiği kavramlardır. “Mahalle mekteplerinden tutun en yüksek eğitim kurumuna kadar bütün kurumlarımız ezberleyen adam yetiştirme peşindedir. Mahalle mekteplerinde okutulan tecvitler, kıraatlar, hesaplar hep hafızayı doldurmak için okutuluyor.
Atılan dayaklar, falakalar hep uslu adam yetiştirmek için atılıyor. Öğretmenlerimiz hep bizden sadece bir şey isterlerdi; söylediklerini ezberlemek, ezberlemek okul hayatında bütün başarıların, takdirlerin, derecelerin, terfilerin anahtarı gibiydi.” Baltacıoğlu öğretmenler kadar aileyi de sorgulamaktadır; “Eti senin kemiği benim işte milletin eğitimde en köklü en kuvvetli inançları.” Baltacıoğlu’nun öğretim programlarına dönük analizi de günümüzdeki program uygulamalarına şaşırtıcı şekilde benzemektedir; “ Ülkemizde herkes eğitilmiş bilgili adam yetiştirmek amacı peşinde koşuyor, hep bu amaç için okullar açılıyor binalar yapılıyor, kitaplar basılıyor, komisyonlar oluşturuluyor programlar değişiyor dünyanın en iyi okullarından getirilen en yeni programlar uygulanıyor. Bütün bu işler sonucunda okullarımızda “bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak ifadeli gençler yetişiyor; fakat yalnız bir şey yetişmiyor, o da adam….
Okullarımızın bu aczi karşısında bir çare buluyoruz; programları değiştirmek. Program! Program! Fakat ülkenin eğitim sistemi program değiştirmenin adam yetiştirmedeki etkilerini senelerden beri denedi. Bundan yirmi otuz sene önce Fransa okullarından sökülüp getirilen programlar, bu ülkenin eğitimde köklü olarak hiçbir şeyi değiştirmemiştir”. Bu analizlerin günümüzde de geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Peki, çözüm nedir?
Avrupa’dan getirilemeyen, üstünkörü bakışla görülemeyen, okullardaki öğretim yöntemleri, okulun disiplin sistemini değiştirmektir. Çünkü bunlar değişmedikçe okul yine o; beden, fikir, duygu, ahlak katili, ürün yine sıska kambur, beyinsiz, duygusuz pasif, dayanıksız korkak ürün olacaktır.” Eğer bu millete adam yetiştirmek istiyorsak “faaliyet” (deneyim-etkinlik) in önemini kabul etmeliyiz. Bu faaliyetler beş biçimde oluşmalıdır;
(i) Bedende faaliyet,
(ii) Beş duyuda faaliyet,
(iii) Fikirde faaliyet,
(iv) Duyguda faaliyet,
(v) İradede faaliyet.
(i) Bedende faaliyetin araçları: Oyun, müzik, resim, yüksek sözle söz söylemek (hitabet, retorik), el işleri, spor faaliyetleri, jimnastik.
(ii) Beş duyuda faaliyet araçları: Çevrenin eşyası, oyuncaklar, oyunlar, resim, el işleri, iş, teknik çalışmaları, eşya ile ilgili bütün dersler.
(iii) Fikirde faaliyet araçları: Fikri eğitim, en sıradan bir dersten en önemli derse kadar yöntemlerin ürünüdür. Bedeni ve beş duyuyu harekete geçiren her araç dolayısıyla fikrin de faaliyetini hazırlar. Kişinin kendi iradesi ile yaptığı her şey fikrini geliştirir.
(iv) Duyguda faaliyet araçları: Oyun müzik, eşya, levhalar, yazı, resim, el işleri, nutuklar, konferanslar, tarih ve coğrafya dersleri, çevrede meydana gelen olaylar.
(v) İradede faaliyet araçları: Disiplinde özgürlük. Eğitim ve öğretimde yapılan bütün yenilik hareketlerinin başlangıcı disiplini anlamaktan geçer. Ahlaki kuvvetleri faaliyete sevk eden araçlar, kişiliği geliştiren her şeydir.
Aytaç’ın ifadesiyle eğitim konusundaki görüşleri “İnkilap”la başlayıp “İhtilalle”le sona eren Baltacıoğlu, eserlerinde, okuduklarını değil, kendi orijinal düşüncelerini sergilemiştir. Kendine özgü olan bu düşüncelerindeki derinlik, kapsamlılık, onun çağdaşı olan bütün diğer eğitim düşünürleri ile rahatça boy ölçüşebilecek bir duruma sahip olmasını sağlamaktadır.
Rousseau, Pestalozzi, Frobel, J.Dewey’i öğrencilerine aktaran eğitim fakültesi öğretim elemanlarının Baltacıoğlu’nu tanı(t)maması da belki ona yapılan en büyük haksızlıktır. Yapılandırmacılık felsefesini ithal eden anlayışın öncelikle neredeyse 100 yıl önce bu fikrin öncüllerini tartışan bu büyük bilim adamını tanıması ve anlaması gerekmektedir.
İSMAİL HAKKI
DAR’UL FÜNUN VE DAR’ÜL-MUALLİMİNİ ALİYE
FEN TERBİYE MUALİMİ VE ŞEMS’UL MEKATİB DERS NOTLARI
ESER ÖZETİ
Günümüz çağdaş eğitim anlayışının temeli olan birey merkezli anlayışın, yaparak-yaşayarak öğrenmenin ve işlevsel bilginin önemini İsmail Hakkı Baltacıoğlu uzun yıllar önce ifade etmiştir. Özellikle Avrupa gezileri sonrasında oluşan çağdaş eğitim anlayışının pratikleri hem kendi mesleki yaşamında hem de eserlerinde göstermiştir. İlk eseri olan ve kuvvetli bir alt yapıya sahip olduğunu gösteren Talim ve Terbiye ’de İnkılap adlı eserine başlarken geleneksel eğitim anlayışının yıkılması gerektiğini şiddetle vurgulamıştır.
“İsmail Hakkı Baltacıoğlu 1914’te, Birinci Dünya Harbi’nin ilk yılında yazdığı bu eserinde terbiye kavramına çok ayrı bir bakış açısı getirdiği söylenebilir. Denilebilir ki, onun bu bakış tarzında eğitim felsefesinin temellerini bulabiliriz”. Bu betimlemeye ayrıca eserin eğitim sosyolojisi alanında da ülkemizde yazılan ilk eserlerden biri olduğu özelliğini de ekleyebiliriz. Eserde sadece eğitim ve öğretim kavramlarının analizi ile değil aynı zamanda aile, okul, toplum ilişkilerini de dönemin özellikleri bağlamında incelenmekte ve durum tespiti yapılmaktadır. Ayrıca eğitim sisteminin nasıl bir inançla (imanla) düzelebileceği ve bu alanda yapılacak reformların nasıl olması gerektiğini de vurgulamakta ve bu memlekette eğitim-öğretim meselesi öncelikle bir inanç sonra bir ilim meselesidir sonucuna varılmaktadır.
Eğitim sistemimizin geliştirilmesi, ilerleme kaydetmesi ve düzenlenmesi gibi sorunlar gündeme geldiğinde her şeyden önce ülkedeki insanlarda oluşan “eğitim algısı” incelenmelidir. Okullarda öğretmenin kendisi ve kullandığı kılavuz kitabı eğitimin temel yapı taşıdır. Oysa eğitimin içerisinde hem ilim, hem de eğitim birlikte bulunur. Gerçek bir eğitim-öğretim hem beden, hem fikir, hem his, hem de azim yapar. Hayata hazırlık, okuma-yazma ve ilim kadar bunların gücünün ürünüdür.
Geleneksel eğitim sistemini, eğitim felsefesi, programlar, ders kitapları, öğretim uygulamaları, öğretmenler, yöneticiler ve aileler bazında değerlendirmiştir;“ Ülkemizde eğitim ve öğretimin amacı “uslu, hafızası kuvvetli adamlar yetiştirmektir! Bizde atasözleri ile ifade edilen en kuvvetli eğitim inançları hurafeden başka bir şey değildir! İnsanların hayatındaki başarı; birinci derecede bildiklerinin, zekâlarının değil, teşebbüs, azim, dayanıklılık, cesaret ve gözüpeklilik gibi ahlaki vasıflarının yani karakterlerinin bir ürünüdür.
Yaşamak azminde olan bir milletin tek amacı; “çocukları hayata hazırlamak” olmalıdır. Eğitim; hayat için en önemli sermayedir”. Bu sözleri ile Baltacıoğlu’nun Pragmatist felsefenin eğitim yorumlaması olan İlerlemecilik akımının temel özelliklerini kabul ettiği görülmektedir. Geleneksel eğitim sisteminin tüm doğurgularını çok sert biçimde eleştirir. Ezber, Ezberletme, Otokrat öğretmen en çok eleştirdiği kavramlardır. “Mahalle mekteplerinden tutun en yüksek eğitim kurumuna kadar bütün kurumlarımız ezberleyen adam yetiştirme peşindedir. Mahalle mekteplerinde okutulan tecvitler, kıraatlar, hesaplar hep hafızayı doldurmak için okutuluyor.
Atılan dayaklar, falakalar hep uslu adam yetiştirmek için atılıyor. Öğretmenlerimiz hep bizden sadece bir şey isterlerdi; söylediklerini ezberlemek, ezberlemek okul hayatında bütün başarıların, takdirlerin, derecelerin, terfilerin anahtarı gibiydi.” Baltacıoğlu öğretmenler kadar aileyi de sorgulamaktadır; “Eti senin kemiği benim işte milletin eğitimde en köklü en kuvvetli inançları.” Baltacıoğlu’nun öğretim programlarına dönük analizi de günümüzdeki program uygulamalarına şaşırtıcı şekilde benzemektedir; “ Ülkemizde herkes eğitilmiş bilgili adam yetiştirmek amacı peşinde koşuyor, hep bu amaç için okullar açılıyor binalar yapılıyor, kitaplar basılıyor, komisyonlar oluşturuluyor programlar değişiyor dünyanın en iyi okullarından getirilen en yeni programlar uygulanıyor. Bütün bu işler sonucunda okullarımızda “bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak ifadeli gençler yetişiyor; fakat yalnız bir şey yetişmiyor, o da adam….
Okullarımızın bu aczi karşısında bir çare buluyoruz; programları değiştirmek. Program! Program! Fakat ülkenin eğitim sistemi program değiştirmenin adam yetiştirmedeki etkilerini senelerden beri denedi. Bundan yirmi otuz sene önce Fransa okullarından sökülüp getirilen programlar, bu ülkenin eğitimde köklü olarak hiçbir şeyi değiştirmemiştir”. Bu analizlerin günümüzde de geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Peki, çözüm nedir?
Avrupa’dan getirilemeyen, üstünkörü bakışla görülemeyen, okullardaki öğretim yöntemleri, okulun disiplin sistemini değiştirmektir. Çünkü bunlar değişmedikçe okul yine o; beden, fikir, duygu, ahlak katili, ürün yine sıska kambur, beyinsiz, duygusuz pasif, dayanıksız korkak ürün olacaktır.” Eğer bu millete adam yetiştirmek istiyorsak “faaliyet” (deneyim-etkinlik) in önemini kabul etmeliyiz. Bu faaliyetler beş biçimde oluşmalıdır;
(i) Bedende faaliyet,
(ii) Beş duyuda faaliyet,
(iii) Fikirde faaliyet,
(iv) Duyguda faaliyet,
(v) İradede faaliyet.
(i) Bedende faaliyetin araçları: Oyun, müzik, resim, yüksek sözle söz söylemek (hitabet, retorik), el işleri, spor faaliyetleri, jimnastik.
(ii) Beş duyuda faaliyet araçları: Çevrenin eşyası, oyuncaklar, oyunlar, resim, el işleri, iş, teknik çalışmaları, eşya ile ilgili bütün dersler.
(iii) Fikirde faaliyet araçları: Fikri eğitim, en sıradan bir dersten en önemli derse kadar yöntemlerin ürünüdür. Bedeni ve beş duyuyu harekete geçiren her araç dolayısıyla fikrin de faaliyetini hazırlar. Kişinin kendi iradesi ile yaptığı her şey fikrini geliştirir.
(iv) Duyguda faaliyet araçları: Oyun müzik, eşya, levhalar, yazı, resim, el işleri, nutuklar, konferanslar, tarih ve coğrafya dersleri, çevrede meydana gelen olaylar.
(v) İradede faaliyet araçları: Disiplinde özgürlük. Eğitim ve öğretimde yapılan bütün yenilik hareketlerinin başlangıcı disiplini anlamaktan geçer. Ahlaki kuvvetleri faaliyete sevk eden araçlar, kişiliği geliştiren her şeydir.
Aytaç’ın ifadesiyle eğitim konusundaki görüşleri “İnkilap”la başlayıp “İhtilalle”le sona eren Baltacıoğlu, eserlerinde, okuduklarını değil, kendi orijinal düşüncelerini sergilemiştir. Kendine özgü olan bu düşüncelerindeki derinlik, kapsamlılık, onun çağdaşı olan bütün diğer eğitim düşünürleri ile rahatça boy ölçüşebilecek bir duruma sahip olmasını sağlamaktadır.
Rousseau, Pestalozzi, Frobel, J.Dewey’i öğrencilerine aktaran eğitim fakültesi öğretim elemanlarının Baltacıoğlu’nu tanı(t)maması da belki ona yapılan en büyük haksızlıktır. Yapılandırmacılık felsefesini ithal eden anlayışın öncelikle neredeyse 100 yıl önce bu fikrin öncüllerini tartışan bu büyük bilim adamını tanıması ve anlaması gerekmektedir.