TİHEK, Academic Journal(Akademik Dergi), Haziran, 4 ve 5: özel sayı; ss.131-144, 2020
Bu çalışma Türkiye’deki yerli televizyon dizilerindeki şiddet olgusunu incelemektedir. Ortaya çık... more Bu çalışma Türkiye’deki yerli televizyon dizilerindeki şiddet olgusunu incelemektedir. Ortaya çıktığı günden beri televizyonun etkileri çeşitli şekillerde tartışma konusu olmuştur. Bu çalışma kültürel göstergeler kuramından hareketle televizyon dizilerinin diğer toplumsal dinamiklerle birlikte bireyler ve toplumlar üzerinde olumsuz etkilerinin olabileceğini ileri sürmektedir. Türkiye’de yerli dizi olarak ifade edilen ve prime time kuşağında yayımlanan belli başlı dizilerdeki şiddet gösterimi hakkında çeşitli raporların incelenmesinin sonrasında fiziksel ve psikolojik şiddete bağlı olarak reel hayattaki pratiklere benzer ve koşut bir durumun olduğu sonucuna varılmıştır. Raporların ortaya koyduğu toplumsal gerçeklikten hareketle özellikle kadın cinayetlerinin her yıl daha da artmasının, televizyonun gösterime sunduğu ve özellikle yerli dizilerdeki şiddetin
bir ilişkisini bulunabileceği tezi işlenmiştir. Bu bağlamda çalışmada özellikle ekrandaki şiddetin görselliğini ve söyleminin azaltılması adına çözüm önerileri sunulmuştur. Bu öneriler başta medya kuruluşlarına yönelik olmakla birlikte kamu yararına denetim gerçekleştiren Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) de uygulayabileceği ve sansür kapsamı dışındaki pratik çözümlerden oluşmaktadır. Çalışma teorik bir tartışma zemini üzerine oturtularak televizyonun şiddeti ürettiği ve toplumun da bunu taklit ettiği hipotezinden hareket etmiştir. Bu hipotez çalışmada, son yıllarda toplumda meydana gelen şiddet olaylarını gündem yapan raporların verileriyle de test edilerek doğrulanmıştır. Ayrıca çalışma televizyon dizilerindeki şiddet gösterimi raporlarının verilerinin kuramsal bir analizinden oluşmaktadır
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Uploads
Papers
bir ilişkisini bulunabileceği tezi işlenmiştir. Bu bağlamda çalışmada özellikle ekrandaki şiddetin görselliğini ve söyleminin azaltılması adına çözüm önerileri sunulmuştur. Bu öneriler başta medya kuruluşlarına yönelik olmakla birlikte kamu yararına denetim gerçekleştiren Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) de uygulayabileceği ve sansür kapsamı dışındaki pratik çözümlerden oluşmaktadır. Çalışma teorik bir tartışma zemini üzerine oturtularak televizyonun şiddeti ürettiği ve toplumun da bunu taklit ettiği hipotezinden hareket etmiştir. Bu hipotez çalışmada, son yıllarda toplumda meydana gelen şiddet olaylarını gündem yapan raporların verileriyle de test edilerek doğrulanmıştır. Ayrıca çalışma televizyon dizilerindeki şiddet gösterimi raporlarının verilerinin kuramsal bir analizinden oluşmaktadır
Books
duyan kesimler için hazırlanmıştır. Öğrencilerin özellikle medyadaki meslek
hayatlarında karşılaşacakları çalışma ortamını dikkate alarak hazırlanan kitapta
bilimsel çerçevenin yanı sıra öğretici mesleki bir format da bulunmaktadır.
Radyo, televizyon ve kameraya ilişkin iletişim bilimleri çerçevesinde kuramsal
bilgilere de yer verilen kitapta bu alandaki önemli akademik yaklaşımlara temas
edilmiş ve var olan bilgiler bu araçlar bağlamında analiz edilmiştir.
Kitapta televizyonun yanı sıra radyonun da teknolojik gelişimi üzerinde
durulmuştur. Tarihselliğin ışığında radyonun habercilik yönünü öne çıkaran ve
ayrıntılandıran bir bölüme yer verilmiştir. Radyonun uydunun yanı sıra
özellikle son yıllarda Internet teknolojilerini de kullanmasıyla önemli derecede
takip edilir ve izleyici bulması dikkate değer bir durumdur. Bu bağlamda gerek
kamu radyoculuğu TRT gibi gerekse özel sektör kuruluşlarının radyo
yayıncılığında önemli bir gelişme olduğu görülmektedir. Hatta birçok özel
televizyon kanalı haberlerini aynı anda kendi radyoları aracılığıyla da topluma
ulaştırmaktadır. Bu hibrit yayıncılık anlayışı nedeniyle birleşik habercilik ve KİA
olgusu başka bir boyuta taşınmıştır ve bu durum da habercilik yapılma biçimini
ve yazım kurallarını, montajını, efektleri vb. değiştirebilmektedir.
Gazete, radyo ve televizyon muhabirlerinin birçok ortak noktası olmasına
rağmen farklılıkları da bulunmaktadır. Bu kitapta bu tür kavram ve bilgilere de
yer verilmiştir. Kitapta televizyona temel olan kamera ve kullanım süreçleri
hakkında ayrıntılı bir bölüm de bulunmaktadır. Kameranın başta televizyon
haberciliği olmak üzere sinemada kullanımı, film ve dijital kayıt sistemleri, ünlü
yönetmenlerin kullandıkları sinema kameraları vb. konulara değinilerek söz
konusu aracın günümüzdeki yayıncılık sektöründeki yeri üzerinde
durulmuştur.
Genel olarak iletişim özgürlüğü üzerinde durularak Türkiye’de bu sürecin
yasal çerçeveleri de bilgilendirme açısından kitaba eklenmiştir. Kitabın
yazılması sürecince kaynakçada yer alan eserlerin katkısı büyük olmuştur, daha
önce bu alanda çalışmalar yapan kıymetli araştırmacılar ve akademisyenlere
teşekkür etmek isterim.
Gittikçe kurumsallaşan ve akademik-mesleki bir çalışma alanı olarak toplumların hayatına giren halkla ilişkiler faaliyetleri başlarda özel kuruluşların ilgi ve uygulama pratikleri olarak kendini göstermiştir. Modernist devlet yapılanması ve liberal refah toplumuna özgü demokratik yönetimlerin halka hesap verebilirliğinin gittikçe yaygınlaşmasıyla birlikte halkla ilişkiler, kamu yönetiminin önemli bir parçası haline gelmiştir. Dünya genelinde özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası toplumların kamusal yönetimlerden istekleri belirgin bir şekilde artmış, insanların sosyal, kültürel, ekonomik, demokratik ve politik taleplerini karşılamak için kamu kurumları özel sektör kuruluşlarına benzer ancak kamu yararı öncelikli yapılanmalara gitmişlerdir. Başlangıçta ABD ve daha sonra Batı Avrupa refah devletleri halkla ilişkiler uygulamalarını devlet yönetiminin, kamusal icranın ve yapılan ya da yapılmayan hizmetlerin şeffaflık ilkesi temelinde topluma anlatılmasının bir pratiği olarak hayata geçirmişlerdir.
Bu çalışmada kamusal yönetim alanında Türkiye’deki devlet idaresinin demokratik pratikler çerçevesinde kurumlarda ihdas ettiği halkla ilişkiler birimlerinin tarihsel süreci ortaya konularak, son yıllarda toplumla kamu yönetiminin iletişimini doğru ve çözüm üretici şekilde planlayan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER), kamu yönetiminde halkla ilişkiler uygulamalarına örneklem olarak seçilmiştir. Söz konusu kurumun internet sitesindeki verilerin halkla ilişkilerin temel ilkeleri olan şeffaflık, doğruluk, güvenilirlik, dürüstlük ve inanılırlık kavramıyla sınaması yapılarak, Türk kamu kurumlarında halkla ilişkiler uygulamalarının kuramsal verilerin ışığında karşılaştırmalı bir analizi gerçekleştirilmiştir. Çalışma CİMER’in internetteki resmi web sitesindeki gözlem ve taramadan hareketle halkla ilişkiler uygulaması sayılabilecek verilerle sınırlandırılmıştır.
Popüler kültür ürünü olarak tanımlanan sinema filmlerinde bile bilginin ancak bir ahlâk kurumuna dayandıkça geçerli olacağı vurgulanır (Solaris, 1972). Bundan öte ahlâk ve daha sınırlı bir düzeyde etiği hayatın birçok alanında özellikle de mesleki ve bilimsel çalışmalarda uyulması gereken kurallar bütünü olarak tarif etmek mümkündür. Etik konusu önceleri bilimsel ve akademik alanda yapılan çalışmalarda gündeme gelmiştir. Özellikle tıp biliminde hayata geçirilmiş ve ilk tıbbi etik kitabı Thomas Percival tarafından yayınlanmıştır. (Sara vd., 2018: 343–348). Daha sonra 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan trajik olaylar ve doktor-hasta veya araştırmacı-araştırılan ilişkisindeki ahlâki (etik) boyutlarıyla dikkat çekmiştir. Özellikle Almanya’daki Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP) diğer adıyla Nazi Partisi iktidarı dönemindeki yapılan bilimsel araştırmalardaki etik dışı davranışların doktorların hukuki yargılamalarının idamla sonuçlanması sonrası, tıp alanındaki yapılan araştırmalara da etik açıdan belirli kurallar getirilmesine neden olmuştur (Kümbetoğlu, 2012:173). Öte yandan bilim etiğinin yanı sıra aynı zamanda mesleki alanda faaliyet gösterenler de zamanla kendi etik yasalarını oluşturmuşlardır. Bunun nedenlerinden biri yetersiz olan veya etiğe aykırı bir tutum içinde bulunan meslek üyelerinin halkın güvenini suiistimal edebilecekleri düşüncesidir (Resnik, 2004: 59). Halkla ilişkiler kamu yararına hizmet eden bir iletişim süreci olarak tarif edilmektedir. Söz konusu alanın faaliyetlerinin temel hedeflerinden biri hayata geçirilen hizmetler hakkında topluma gerekli bilgiyi sağlamaktır. Buna karşın
uygulamada zaman zaman birbiriyle farklılık gösteren halkla ilişkiler pratiklerine şahit olunmaktadır. Bazı kurumlar/kuruluşlar/işletmeler halkla ilişkiler uygulamalarını kendi faaliyetlerini haklı göstermek için kullanabilmektedir. Bu durum da halkla ilişkiler disiplinini birçok yönüyle olumsuz yönde etkilemektedir. Söz konusu olumsuz uygulamaları önlemek için meslek faaliyetlerine etik ilkeler konularak belirli bir standarda kavuşturulması sağlanmıştır. Bu yaklaşım iş etiği
kavramıyla paralel düşünülerek tasarlanmıştır. İş ve çalışma ortamında nelerin doğru nelerin yanlış ve hatalı olduğunu belirten birçok standart bulunmaktadır. Bunlar; kuruma, personele, aracılara, müşterilere, kamuyave devlete karşı sorumluktan oluşmaktadır
bir ilişkisini bulunabileceği tezi işlenmiştir. Bu bağlamda çalışmada özellikle ekrandaki şiddetin görselliğini ve söyleminin azaltılması adına çözüm önerileri sunulmuştur. Bu öneriler başta medya kuruluşlarına yönelik olmakla birlikte kamu yararına denetim gerçekleştiren Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) de uygulayabileceği ve sansür kapsamı dışındaki pratik çözümlerden oluşmaktadır. Çalışma teorik bir tartışma zemini üzerine oturtularak televizyonun şiddeti ürettiği ve toplumun da bunu taklit ettiği hipotezinden hareket etmiştir. Bu hipotez çalışmada, son yıllarda toplumda meydana gelen şiddet olaylarını gündem yapan raporların verileriyle de test edilerek doğrulanmıştır. Ayrıca çalışma televizyon dizilerindeki şiddet gösterimi raporlarının verilerinin kuramsal bir analizinden oluşmaktadır
duyan kesimler için hazırlanmıştır. Öğrencilerin özellikle medyadaki meslek
hayatlarında karşılaşacakları çalışma ortamını dikkate alarak hazırlanan kitapta
bilimsel çerçevenin yanı sıra öğretici mesleki bir format da bulunmaktadır.
Radyo, televizyon ve kameraya ilişkin iletişim bilimleri çerçevesinde kuramsal
bilgilere de yer verilen kitapta bu alandaki önemli akademik yaklaşımlara temas
edilmiş ve var olan bilgiler bu araçlar bağlamında analiz edilmiştir.
Kitapta televizyonun yanı sıra radyonun da teknolojik gelişimi üzerinde
durulmuştur. Tarihselliğin ışığında radyonun habercilik yönünü öne çıkaran ve
ayrıntılandıran bir bölüme yer verilmiştir. Radyonun uydunun yanı sıra
özellikle son yıllarda Internet teknolojilerini de kullanmasıyla önemli derecede
takip edilir ve izleyici bulması dikkate değer bir durumdur. Bu bağlamda gerek
kamu radyoculuğu TRT gibi gerekse özel sektör kuruluşlarının radyo
yayıncılığında önemli bir gelişme olduğu görülmektedir. Hatta birçok özel
televizyon kanalı haberlerini aynı anda kendi radyoları aracılığıyla da topluma
ulaştırmaktadır. Bu hibrit yayıncılık anlayışı nedeniyle birleşik habercilik ve KİA
olgusu başka bir boyuta taşınmıştır ve bu durum da habercilik yapılma biçimini
ve yazım kurallarını, montajını, efektleri vb. değiştirebilmektedir.
Gazete, radyo ve televizyon muhabirlerinin birçok ortak noktası olmasına
rağmen farklılıkları da bulunmaktadır. Bu kitapta bu tür kavram ve bilgilere de
yer verilmiştir. Kitapta televizyona temel olan kamera ve kullanım süreçleri
hakkında ayrıntılı bir bölüm de bulunmaktadır. Kameranın başta televizyon
haberciliği olmak üzere sinemada kullanımı, film ve dijital kayıt sistemleri, ünlü
yönetmenlerin kullandıkları sinema kameraları vb. konulara değinilerek söz
konusu aracın günümüzdeki yayıncılık sektöründeki yeri üzerinde
durulmuştur.
Genel olarak iletişim özgürlüğü üzerinde durularak Türkiye’de bu sürecin
yasal çerçeveleri de bilgilendirme açısından kitaba eklenmiştir. Kitabın
yazılması sürecince kaynakçada yer alan eserlerin katkısı büyük olmuştur, daha
önce bu alanda çalışmalar yapan kıymetli araştırmacılar ve akademisyenlere
teşekkür etmek isterim.
Gittikçe kurumsallaşan ve akademik-mesleki bir çalışma alanı olarak toplumların hayatına giren halkla ilişkiler faaliyetleri başlarda özel kuruluşların ilgi ve uygulama pratikleri olarak kendini göstermiştir. Modernist devlet yapılanması ve liberal refah toplumuna özgü demokratik yönetimlerin halka hesap verebilirliğinin gittikçe yaygınlaşmasıyla birlikte halkla ilişkiler, kamu yönetiminin önemli bir parçası haline gelmiştir. Dünya genelinde özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası toplumların kamusal yönetimlerden istekleri belirgin bir şekilde artmış, insanların sosyal, kültürel, ekonomik, demokratik ve politik taleplerini karşılamak için kamu kurumları özel sektör kuruluşlarına benzer ancak kamu yararı öncelikli yapılanmalara gitmişlerdir. Başlangıçta ABD ve daha sonra Batı Avrupa refah devletleri halkla ilişkiler uygulamalarını devlet yönetiminin, kamusal icranın ve yapılan ya da yapılmayan hizmetlerin şeffaflık ilkesi temelinde topluma anlatılmasının bir pratiği olarak hayata geçirmişlerdir.
Bu çalışmada kamusal yönetim alanında Türkiye’deki devlet idaresinin demokratik pratikler çerçevesinde kurumlarda ihdas ettiği halkla ilişkiler birimlerinin tarihsel süreci ortaya konularak, son yıllarda toplumla kamu yönetiminin iletişimini doğru ve çözüm üretici şekilde planlayan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER), kamu yönetiminde halkla ilişkiler uygulamalarına örneklem olarak seçilmiştir. Söz konusu kurumun internet sitesindeki verilerin halkla ilişkilerin temel ilkeleri olan şeffaflık, doğruluk, güvenilirlik, dürüstlük ve inanılırlık kavramıyla sınaması yapılarak, Türk kamu kurumlarında halkla ilişkiler uygulamalarının kuramsal verilerin ışığında karşılaştırmalı bir analizi gerçekleştirilmiştir. Çalışma CİMER’in internetteki resmi web sitesindeki gözlem ve taramadan hareketle halkla ilişkiler uygulaması sayılabilecek verilerle sınırlandırılmıştır.
Popüler kültür ürünü olarak tanımlanan sinema filmlerinde bile bilginin ancak bir ahlâk kurumuna dayandıkça geçerli olacağı vurgulanır (Solaris, 1972). Bundan öte ahlâk ve daha sınırlı bir düzeyde etiği hayatın birçok alanında özellikle de mesleki ve bilimsel çalışmalarda uyulması gereken kurallar bütünü olarak tarif etmek mümkündür. Etik konusu önceleri bilimsel ve akademik alanda yapılan çalışmalarda gündeme gelmiştir. Özellikle tıp biliminde hayata geçirilmiş ve ilk tıbbi etik kitabı Thomas Percival tarafından yayınlanmıştır. (Sara vd., 2018: 343–348). Daha sonra 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan trajik olaylar ve doktor-hasta veya araştırmacı-araştırılan ilişkisindeki ahlâki (etik) boyutlarıyla dikkat çekmiştir. Özellikle Almanya’daki Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP) diğer adıyla Nazi Partisi iktidarı dönemindeki yapılan bilimsel araştırmalardaki etik dışı davranışların doktorların hukuki yargılamalarının idamla sonuçlanması sonrası, tıp alanındaki yapılan araştırmalara da etik açıdan belirli kurallar getirilmesine neden olmuştur (Kümbetoğlu, 2012:173). Öte yandan bilim etiğinin yanı sıra aynı zamanda mesleki alanda faaliyet gösterenler de zamanla kendi etik yasalarını oluşturmuşlardır. Bunun nedenlerinden biri yetersiz olan veya etiğe aykırı bir tutum içinde bulunan meslek üyelerinin halkın güvenini suiistimal edebilecekleri düşüncesidir (Resnik, 2004: 59). Halkla ilişkiler kamu yararına hizmet eden bir iletişim süreci olarak tarif edilmektedir. Söz konusu alanın faaliyetlerinin temel hedeflerinden biri hayata geçirilen hizmetler hakkında topluma gerekli bilgiyi sağlamaktır. Buna karşın
uygulamada zaman zaman birbiriyle farklılık gösteren halkla ilişkiler pratiklerine şahit olunmaktadır. Bazı kurumlar/kuruluşlar/işletmeler halkla ilişkiler uygulamalarını kendi faaliyetlerini haklı göstermek için kullanabilmektedir. Bu durum da halkla ilişkiler disiplinini birçok yönüyle olumsuz yönde etkilemektedir. Söz konusu olumsuz uygulamaları önlemek için meslek faaliyetlerine etik ilkeler konularak belirli bir standarda kavuşturulması sağlanmıştır. Bu yaklaşım iş etiği
kavramıyla paralel düşünülerek tasarlanmıştır. İş ve çalışma ortamında nelerin doğru nelerin yanlış ve hatalı olduğunu belirten birçok standart bulunmaktadır. Bunlar; kuruma, personele, aracılara, müşterilere, kamuyave devlete karşı sorumluktan oluşmaktadır